BU DÜNYADAKú - Mohammed Rustom

advertisement
DOSYA
BU DÜNYADAKú
“NASúB”úMúZ
38
sayı 41
10 | 2014
sabah
ülkesi
DOSYA
Muhammed Rustom
nsanların, sık sık, dünyadaki hayatlarımız
ve dinimiz arasında bir denge kurmamız
gerektiğinden bahsettiğini duyarız. Bu, geleneksel İslami ıstılahta pek de alışıldık bir
formül değildir, zira geçmişte Müslümanların öncelikleri belliydi. Onlar, İslam’ın zorunlu
kıldığı hayat tarzını yaşamanın gereklerini anlıyor,
dünya hayatının gereklerinin ne olduğunu biliyorlardı. Böyle olunca da, bir denge “kurmak” zorunda
kalmıyorlardı, çünkü bu denge, sürekli Tanrı’yı hatırlatan ezanın sesini sokakta duyduklarında, doğal
olarak hayatlarında beliriveriyordu; bugün yaşadığımız dünyayı şekillendiren genel kararsızlık hâline
orada yer yoktu. Ne var ki, günümüzde belki de bu
denge kurulamıyor olduğundan pek çok insan kendilerine ve diğerlerine din ve dünyanın birbirleriyle
uyum içinde tutulması gerektiğinin hatırlatılmasını
istiyor. Yıllar geçtikçe gördüğüm şu ki, bu tür bir tutum hakikatte pek bir işe yaramıyor. Bu ise şu anlama geliyor; dinî ibadetleri formalite gereği bile olsa
yerine getirmemiz kaydıyla bizden dünyayı mümkün mertebe takip etmemiz bekleniyor. Bu noktada,
asıl ahlaki ve manevi yaşamı herkes elde edemiyor.
Daha açık konuşmak gerekirse, aslında söylenen şey
şu: Arzu ettiğiniz kadar dünyevi olun, fakat aynı zamanda dinî uygulamaları günlük rutininize yerleştirdiğinizden de emin olun. Bu ise şunu söylemekle
aynı anlama geliyor: Dininizin dünyanıza uyduğundan emin olun. Bizler, hayata karşı, bu gibi yüzeysel
yaklaşımlardan çok daha derin bir şeyin peşinde olmalıyız. İslam’ın geleneksel normlarını ve değerlerini hayatlarında çok daha iyi şekilde tecessüm ettiren
geçmişteki Müslümanlar, günlük hayatlarını manevi
hayatlarına, dünyalarını dinlerine uydururlardı.
hakkında birçok yorumda bulunmuştur.2 Daha açık
söylemek gerekirse, Hz. Musa, çok zengin olan Karun’a servetini iyilik yapmak için kullanmasını ve bu
noktada açgözlü olmamasını tavsiye etmiştir. Fakat
buradaki tavsiye, aynı zamanda genelgeçerdir. Bilhassa “nasip” kelimesini göz önüne alan müfessirler,
bize, bunun salih amel işlemek ve bağışta bulunmak,
veyahut da Tanrı’nın bize bu dünyada vermiş olduğu
nimetlerden sade bir şekilde yararlanmak anlamına
gelebileceğini söylemektedir.
Dünyanın peşine düşmenin önemini vurgulamak isteyen modern zaman Müslümanları ise, duruşlarını
desteklemek için şu ayeti okuyorlar: “Bu dünyadan
nasibini unutma!”1 Bugünkü Müslümanların bundan anladığı “nasip” maddi refaha işaret ediyor. Hatta bu ayet, daha geniş bir anlamda, sınırsız bir şekilde maddiyatın peşine düşmeyi bile anlatıyor olabilir.
Kur’an’ın bu ayetinin geçtiği asıl bağlamda, Hz. Musa
(a.s.) düşmanlarından birine, Firavun’un sarayının
bir üyesi olan Karun’a tavsiyede bulunuyor. Karun’a
yaptığı tavsiyenin ilgili kısmı şöyle: “Ve Allah’ın sana
bu vergisi içinde sen ahiret evini ara ve dünyadan
nasibini unutma!” (28:77) İslam medeniyeti klasik
dönemi meşhur müfessirleri (Taberi, Kurtubi ve
Fahreddin Razi gibi) Musa peygamberin bu sözleri
Geleneksel dinî normların korunması, bugün, ister
Doğu’da isterse Batı’da yaşıyor olsunlar, Müslümanlar için en önemli meseledir. Bizi çepeçevre kuşatan,
gün geçtikçe daha çok materyalistleşen ve de insanın
sadece en dış katmanına, cismani yönüne hitap edebilen bir dünya ile büyük bir mücadele içerisindeyiz:
Peki, bizler, genel olarak Tanrı’yı unutmuş, Tanrı’yı
zikretmenin yerine modern dünyanın sahte tanrılarını zikretmeyi, en başta da materyalizm tanrısını
zikretmeyi koymuş bir dünyada, Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in manevi öğretilerine sıkı sıkıya yapışacak
takipçileri olarak ne durumdayız? Bu soru bizi aynı
zamanda, bir taraftan servet yığarken diğer taraftan
İslam’ın öğretilerine bağlı kalmanın mümkün olup
olmadığı sorusuna götürür.
Aynı zamanda, “nasip” bizim kabirlerimize de işaret
etmektedir. “Dünyadan nasibini unutma!” ifadesi, bu
nedenle, “Bu dünyada iken ölümü unutma!” şeklinde anlaşılır. Bu çerçevede, burada incelenen “nasip”
kelimesinin ölümü hatırlamak ile doğrudan alakası
vardır. Bir bütün olarak bu okumada (yorumda), “Ve
Allah’ın sana bu vergisi içinde sen ahiret evini ara ve
dünyadan nasîbini unutma!” lafzının, ahiret hayatının peşine düşmek ve bu dünyayı bu (asli) amacı
gerçekleştirmek için nasıl kullandığımızla bir ilgisi
vardır. Aslında, Musa peygamberin bu tavsiyesi, din
ve dünyayı dengede tutmak anlamında bir öğüt olarak da okunabilir; burada din, dünyadaki davranışlarımızın koşuludur.
“Nasib”in ölümü hatırlama ve onun için hazırlanmaya işaret edebileceği yorumunu tartışmamızın
odak noktası şeklinde değerlendirecek olursak, bir
yandan bu dünyada onurlu bir hayat sürüp yaşamlarımızı devam ettirmemizi sağlarken bizlerden nasıl
olur da (Müslümanın en basit özelliği olarak) manevi kökleri olan ve öte dünya eksenli insanlar olmamız beklenir?
sabah
ülkesi
39
sayı 41
10 | 2014
DOSYA
Burada, “materyalizm”i en olumsuz anlamında anlıyorum; yani günlük yaşantımız için gerekli malların basit anlamda birikimi şeklinde değil, bireylerin, günlük yaşantılarındaki makul ihtiyaçlarının
ötesinde kitlesel tüketimi şeklinde. Kitlesel ölçekte
alındığında, günlük hayatı tanımlayan bir unsur
olarak materyalizm tüm diğer şeylerin onun üzerinden görüldüğü yegâne mercek hâline geliyor. Savaş,
yoksulluk, ekoloji ve benzeri
mevcut küresel krizlerimizin
hepsi tek bir soruna, materyalizm sorununa geri gidiyor,
ona dayanıyor.
Materyalizm, sadece insanoğlunun ve toplumun etraflı bir yıkımına yol açabilir,
zira o tamah ve insan ruhunun diğer hastalıkları ile
oldukça yakından ilgilidir.
Daha fazlasını istemek ise insan doğasının bir parçasıdır.
Doğrusu bu taşkın arzunun
bir sonu yoktur. İşte bu yüzden Peygamberimiz, “Âdemoğluna bir vadi dolu altını
verseniz bir ikincisini ister.
Onun gözünü bu dünyadaki
hiçbir şey doyuramaz, sadece toprak doyurur.” demiştir.
Başka bir deyişle, insanoğlu,
hep daha fazlasını isteyecektir ve bu açgözlülük hastalığı
iyileştirilmezse, kendimizle
birlikte bunu mezarımıza kadar götüreceğiz, ki bunun iyi
bir şey olmadığı aşikârdır.
İslam geleneği insanın bir
beden ve ruhdan müteşekkil
olduğunu kabul ettiğinden
şunu sormalıyız: Bu materyalizm, ruh ve bedenden müteşekkil insan bütünlüğünün
hangi yönüne hitap etmektedir? Daha önce de değinildiği üzere, cevap sadece insanın bedenidir. İslami
öğretide insanın (bedenî) varlığı, onun en aşağı/basit imkânıdır. Bizi biz yapan unsurlardan biri olan en
dıştaki parçamız; bu dünya ve öteki dünyadaki hayatlarımızda önemli bir rolü olmasına karşın fiziksel
bedenlerimiz esasen biz değilizdir. Bu nedenle sadece bedene hasredilen bir hayat, gerçek benliklerimi-
40
sayı 41
10 | 2014
sabah
ülkesi
zin üzerini ciddi biçimde örterek kendimizi gerçekleştirmemizi engelleyecektir. Materyalizm yalnızca
bedeni yönümüze ve hayatlarını yöneten ilke olarak
materyalizmi benimsemiş olanlara hitap edebilir
(ve pek çok Müslümanın pratikte böyle olmadığına
inanmak için hiçbir neden yoktur); bu kimseler tüm
hayatlarını insan bütünlüğünün daha önemli olan
öteki parçasını, yani insanın manevi doğasını ya da
ruhunu görmeden yaşayabilirler. İşte burada, çoğu modern zaman Müslümanının,
bu din ve dünya retoriği formülünün din kısmına nasıl
da pek az önem verdiğine,
dinin etik ve manevi boyutuna değil de, dışa dönük uygulamalarına vurgu yaptığına dikkat edin. Aslında, dini
sadece İslami pratiğin –yalnızca bedenle ilgili olan– fiziksel boyutuna indirgemek,
onu materyalist zihniyetle
uyumlu hâle getirmektir.
Hasılı, aşırı bir biçimde,
münhasıran maddiyat peşinde yaşanmış bir hayat
ve bu suretle varlığın cismi
boyutunun güçlendirilmesi
insanın diğer tarafını, yani
manevi boyutunu zayıflatacaktır.3 Böyle bir hayat
ise aynı zamanda insana
mutsuzluk getirecektir, zira
nihai olarak, insanoğlunun
mutluluğu
deneyimleyen
yönü esasen ruhudur, bedeni değil. Duyusal ve bedensel olanın ötesinde, aradıkları şeyden daha fazla bir şey
olduğunun sadece farkına
varmak için, hayatlarını
bütünüyle duyu verileriyle
meşgul olarak yaşamış pek
çok insana küçük bir bakış, kanıt olarak yeterlidir.
İnsan mutluluğunun maddi olmayan/manevi şeylere
bağlı olduğuna dair köklü bir mantık vardır: Tanrı,
hiçbir surette maddi değildir, fakat mutluluğun kaynağı O’dur ve esasında O mutluluğun ta kendisidir.
Bizler (“Tanrının vasıflarıyla vasıflanın” şeklindeki
nebevi emir uyarınca) daha çok Tanrı’ya benzedikçe
DOSYA
daha az “maddi” ve de daha çok mutlu oluruz. Sadece maddi dünya ve fiziksel bedeni ile meşgul olan
bir kimse ise Tanrı’dan oldukça uzaklaşmıştır. Oysa,
maddi dünyadan uzak durup öte dünyada Tanrı ile
olan karşılaşmasına aktif bir şekilde hazırlanarak
Tanrı’ya daha çok benzemeye çalışan bir kimse, Tanrı’ya özel bir tür yakınlığa ve bu suretle, duyuların
dünyasına bütünüyle gark olmuştur ve tabiatıyla,
ölümden kaçan kişinin idrak edemeyeceği bir mutluluk hâlini yaşar. İşte bu, bu dünyadaki gerekli tüm
maddi arayışlarımızın içerisinde, unutmamamız gereken “nasip”tir.
Şu net olarak anlaşılmalıdır; ben asla içinde yer aldığımız fiziksel dünyada bir hayat sürdürmenin kötü
bir şey olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Esasında, bu dünyada Tanrı’nın nimetlerini aramamız ve
kendimiz, neslimiz, cemaatimiz vs. için mümkün
olduğunca rahat hayatlar ihdas etmemiz gerekiyor.
İslam hukukunun (şeriat) gayelerinden ya da makasıdından (maksatlarından) birisi, servetin (malın)
korunmasıdır ve bu da gelmiş geçmiş bütün büyük
İslam âlimlerinin farkında olduğu bir gerçektir. İnsan bedeninin manevi hayatlarımızda çok önemli
bir rol oynadığına dair derin bir algı vardır, fakat
bu çok daha etraflı bir tartışma gerektiren, ayrı bir
konudur.4 Burada işaret ettiğim şey ise biz insanoğlunun meyilli olduğu materyalizme olan derin ve
özel psikolojik bağlılık ve bu bağlılığın, nasıl olup da
ilahi olanın hatırlanmasıyla ilgilenmeyen seküler bir
dünyada yaşamakla güçlendiğidir. Bizim gözümüzü
boyayacak ve bu nedenle gerçek benliğimizi unutturacak olan materyalizmin bu şeklidir. İyi niyetli
inananlar bile, dikkatli olmazlarsa materyalizmin
mezkur tuzağına düşebilirler. Materyalizmin bizleri,
manevi varlıklar olarak ilerlemekten alıkoyduğunu
anlamamızın en kesin yolu, servet ve maddi şeyleri
biriktirme arzusunun, Tanrı’yı hatırlamanın hayatımızdaki yeriyle olan ilişkisine bakmaktır. Kendinden geçmiş bir biçimde servet yığmak ve hayatın bir
şekilde aşırı nicelleştirilmesi bizi tamamıyla ayartabilir, ta ki çok geç olana, yani, ölüm gelip kapımızı
çalına dek: Oyaladı mal mülk çokluğuyla öğünmek
sizleri, ziyâret edinceye dek kabirleri. (102:1-2).
1 Kur’an tercümeleri (İngilizce –birtakım değişikliklerle birlikte- şuradan alınmıştır:
Kur’an Araştırmaları: Yorum ve Notlarla Yeni Bir Tercüme, Editörler: Seyyid Hüseyin
Nasr, Caner Dağlı, Maria Dakake, Joseph Lumbard ve Mohammed Rustom (New
York: HarperOne, 2015).
2 Bu ayetle ilgili yorumlar Caner Dağlı’nın Kur’an Araştırmaları’ndaki, 28:77 ayetinin
tefsirinden alınmıştır.
3 Bu noktada daha geniş bir açıklama için: Kur’an Araştırmaları’ndaki 14:3 ayetine
dair yorumuma bakınız.
4 Bu sorgulama hattıyla ilgilenenler, şu eserde mükemmel bir tartışma bulabilirler,
Seyyid Hüseyin Nasr, Religion and the Order of Nature (Oxford: Oxford University
Press, 1996), Bölüm 7.
sabah
ülkesi
41
sayı 41
10 | 2014
Download