1 İçindekiler Muhammed suresi 4. ayet köleliği yasaklıyorsa, peygamberimiz neden köleleştirme yapmıştır?......................................................................................................................................3 İçki sebebiyle on kişiye lanet edildiği halde, içki içen sahabiye neden lanet okumaması söylenmiştir? .................................................................................................................................5 İmtihan, yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz için mi yoksa yeterliliğimizi ölçmek için mi yapılır? ..........................................................................................................................................6 Veda hutbesinin üç farklı versiyonunun olmasının sebebi nedir? .............................................7 "Bir metalin başınızı delip geçmesi sizin için helal olmayan birinin eline dokunmanızdan daha hayırlıdır" hadisinin gerçeklik payı nedir? ........................................................................8 Marketten aldığımız etlerin üzerinde bulunan kan necis midir, namaza mani olur mu? .........8 Hz. Musa'ya iman edenler, kendi kavminden mi, yoksa Firavun'un kavminden midir? .........9 Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim’in özelliklerini anlatan hadisin kaynağı nedir? ...............10 Misvak suyunu içmenin bir faydası var mı? .............................................................................11 "Harun'un ve Musa'nın Rabbi" ayeti, başka yerde neden "Musa'nın ve Harun'un rabbi" diye geçiyor? ...............................................................................................................................12 2 Muhammed suresi 4. ayet köleliği yasaklıyorsa, peygamberimiz neden köleleştirme yapmıştır? - İlgili ayetin meali: “İmdi kâfirlerle savaşta karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice mağlup edince, iplerini iyice bağlayın/işi sağlama bağlayın(onları esir alın). Savaş bitince onları ister lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız. Durum şu ki: Allah dileseydi, onlardan intikamınızı alır, onları cezalandırırdı. Fakat O, sizi birbirinizle denemek için savaşı emrediyor. Allah yolunda öldürülenler var ya, Allah onların yaptıklarını asla zayi etmeyecek, boşa çıkarmayacaktır.” - Bu ayeti yorumlayan alimlerin görüşlerini nazara alarak konuyu bir kaç madde halinde özetleyeceğiz: a) Bu ayette yer alan “Savaş bitince onları ister lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız” mealindeki ifade, köleliğin de meşru olduğunu göstermektedir. Çünkü, karşılıksız salı vermek veya fidye almak meşru bir hakkın karşılığını gösterir. Bu hak ise onların harp esiri olarak köle olmalarıdır. (bk. Razi, Beydavî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri) - Alimlerin büyük çoğunluğuna göre “Nihayet onları iyice mağlup edince, iplerini iyice bağlayın/işi sağlama bağlayın(onları esir alın)” mealindeki ayette meal olarak yer alan “ipleri iyice bağlamak”tan maksat onları köle edinmektir. (bk. V. Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslamî, 8/65) b) Aslında bu ayette söz konusu edilen fidye, karşılıksız salıvermekle beraber köleleştirmek de vardır. Çünkü o günkü dünyanın her tarafında geçerli bir prensip olan kölelik kurumunun, İslam dini tarafından ortadan kaldırılması mümkün değildi. Eğer İslam’da kölelik yasaklansaydı, müslümanların fidye (ki buna karşılıklı takas da dahildir) prensibini işletme imkanları olamazdı. Bu ise müslümanların aleyhine olurdu. İslam dininin böyle akıl ve hikmetten uzak bir yanılgıya düşmesi elbette düşünülemez. Demek ki, burada, alınan savaş esirlerinin karşılıksız bırakmak, fidye karşılığında bırakmak veya köleleştirmek gibi üç husustan birini tercih etmek devlet reisinin tercihine bırakılmıştır. Fakat “istirkak” (Köleleştirme) hususu çok meşhur ve bütün dünya çapında geçerli bir kural olduğu için ondan ayrıca söz edilmemiştir. Çünkü burada asıl maksat, İslam’ın toleransını gösteren ve kölelik dışında yer alan esirlerin karşılıksız veya bir fidye karşılığında serbest bırakılmalarına işaret etmektir. (krş. Ebu’s-Suud, Alusi, Elmallılı Hamdi yazır, ilgili ayetin tefsiri) c) Kölelik mefhumu, “Mennen=karşılıksız serbest bırakmak” sözcüğüyle ifade edilmiştir. Çünkü “karşılıksız bırakmak” dolaylı olarak azat etmeyi ifade etmektedir. (bk. a.g.e, a.g.y) Ebu’s-Suud’un tefsiri aynen şöyledir: “Savaş bitince onları ister lütuf olarak karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız” Yani: İslam devlet riyaseti için onları öldürme, köle yapma, azat etme, fidye alıp serbest bırakmak arasında muhayyerlik/tercih yapma hakkı vardır. (Ebu’s-Suud, a.g.y) - Hanefi alimlerinden İmam Nehaî’nin bildirdiğine göre, bu ayette İmama/devlet yöneticilerine verilen muhayyerlik/tercih hakkı üç şey arasındadır: “Padişah/devlet reisi isterse esirleri köle yapar, isterse karşılıksız salıverir, isterse fidye karşılığında serbest bırakır. Karşılıksız salıvermek köleyi azat etmek anlamına gelir.” (bk. İbn Atiye, ilgili ayetin tefsiri) 3 d) Bununla beraber, Hanefi alimlerine göre bu ayet mensuhtur. Bu alimlere göre, bu ayet Bedir savaşı münasebetiyle inmiş ve daha sonra (müşrikleri öldürmeyi emreden Tevbe suresiyle) neshedilmiştir. Yürürlükte olan hüküm ise, İslam devletinin faydalı görmesi doğrultusunda “öldürmek veya köle yapmak”tır. (bk. Ebu’s-Suud, Elmalılı, ilgili yer) - İmam Şafii’ye göre, bu ayetten şu dört şeyin yapılması hususunda devlet reisine bir tercih hakkı verilmiştir: Müslümanların maslahatına göre; esirleri öldürmek, köle yapmak, karşılıksız salı vermek ve bir mal karşılığında serbest bırakmak.. (Zemahşeri, ilgili ayetin tefsiri) İmam Malik, İmam Ahmed ve alimlerin büyük çoğunluğu da aynı görüşü paylaşmaktadır. (bk. V. Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslami, 8/65) e) Bütün bu açıklamalardan ve zikretmediğimiz alimlerin değişik yorumlarından anlaşılıyor ki, bu ayette “kölelik, karşılıksız salı vermek veya bir ‘ıvaz’ karşılığında serbest bırakmak” gibi hususlar vardır. Ancak ayette kölelik açık bir hüküm olduğu için gizli bırakılmış, diğer iki unsur ise gizli (şimdiye kadar bilinmez hükümler) olduğu için açıkça ifade edilmiştir. Bu üslup tarzı “izharu ma hafiye, ihfau ma zahare” (Gizli olanı açığa çıkarmak, açık olanı gizlemek) olarak bilinir. Belagat ilminde bu üslup edebi sanatları içinde önemli bir yer tutmaktadır. - Özetle: Hz. Peygamberin tatbik ettiği, dört Raşit Halifenin uyguladığı, 13 asır boyunca milyonlarca İslam aliminin kabul ettiği “kölelik” konusunu tartışma haline getirmek vahiy mantığı açısından ciddi bir risk taşımaktadır. - Aşağıdaki ayetlerin hepsi Medine’de indirilmiştir. Bu ayetlerde kölelikten söz edilmesi, İslam’da köleliğin -değişik sosyal boyutu olan nedenlerle-tamamen yasaklanmadığına delildir: “Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir.” (Nisa, 4/92) “Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir.” (Maide, 5/89) “Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.” (Mücadele, 58/3) - Unutmayalım ki, köleliğin en önemli kaynağı savaş esirleridir. İlave bilgi için tıklayınız: İslamiyet'in köleliği kaldırmak için tedbirler aldığını söylediniz; bu tedbirler nelerdir? Neden kölelik yasaklanmadı? İslamın esirler ve köleler konusuna bakışı nasıldır? 4 İçki sebebiyle on kişiye lanet edildiği halde, içki içen sahabiye neden lanet okumaması söylenmiştir? - Burada denilebilir ki, Hz. Peygamberin (asm) içkiyle ilgili olarak lanetlediği kimseler, belirlenmiş şahıslar değil, misal olarak verilen farazi şahıslardır. “Hakkında lanet etmeyi yasakladığı” kimse ise bizzat müslüman olan bir şahıstır. - Lanetlemek demek, Allah’ın rahmetinin olduğu yerden uzaklaşmak demektir. Her salih amel/güzel iş insanı Allah’ın rahmetine yaklaştırdığı gibi, her suç/günah da insanı Allah’ın rahmetinden uzaklaştırır. İçki de diğer günahlar gibi bir suçtur ve insanı Allah’ın rahmetinden uzaklaştırır. Hadis-i şerifte içkinin çirkinlik boyutuna dikkat çekmek için onu içen kimseden tutun ta o konuda yardımı dokunan herkesin sorumluluğuna işaret edilmiştir. Fakat burada belli bir şahıs söz konusu değil, mesele ilke bazında ele alınmıştır. Halbuki, diğer hadiste yer alan “içki içmiş kimseye lanete izin verilmemesi”, beli bir şahıs üzerinden yapılan bir hükümdür. İslam dinine göre, kâfir ve müşrikten başka en büyük günah işleyen kimse de af kapsamına girer. Bu sebeple ne kadar günahkar olursa olsun belli bir kimsenin melun olduğunu, yani Allah’ın rahmetinden uzak olduğunu söylemek yanlıştır. Hz. Peygamber bu yanlışı düzeltmiştir. Demek ki hakikat nokta-i nazarında bu iki hadis arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Bilakis, birinde günahların mahiyetini açıklayan bir ilkeden; diğerinde ise belli bir insanın hukukundan söz edilmiştir. 5 İmtihan, yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz için mi yoksa yeterliliğimizi ölçmek için mi yapılır? - İmtihan, insanların yetenekleri ve yeterliliklerinin ortaya çıkması içindir. Allah sonsuz ezeli ilmiyle elbette kimin nasıl bir performans ortaya koyacağını bilmektedir. Ancak ilim sıfatı sonuca zorunlu bir istikamet çizmez. Çünkü ilim sıfatının yaptırım gücü yoktur. İlim kudret gibi değildir. Bu sebeple Allah’ın her şeyi önceden bilmesi, kimin netice itibariyle cennete veya cehenneme gideceğini bilmesi, insanın özgür iradesini bloke etmek anlamına gelmez. - İmtihanda ön görülen husus, insanların fıtratlarına ekilmiş istidat ve kabiliyetlerini geliştirmek ve olgunlaştırmaya yöneliktir. Bu olgunlaşma da ancak ciddi bir imtihanla tahakkuk eder. İslam dininde (ve diğer hak olan semavi dinlerde)ki imtihanın sırrı, insanın özgür iradesiyle kendisine gösterilen iki yoldan birini tercih etmesi, doğru veya yanlış bir çizgide gitmesine zemin hazırlamaktır. - Sanıldığı gibi, insanların kabiliyetleri kendiliğinden olgunlaşmaz ve sadece bir peygamberin(örneğin Hz. İsa’nın) yaratılmasıyla da gelişmez. Hz. İsa’nın varlığı, insanlığın olgunlaşması için yeterli bir argüman olarak kullananların özellikle bir şeyi bilmediklerini göstermektedir. O da şudur: Eğer insanlığın kurtuluşu, sadece Hz. İsa’nın Allah tarafından yaratılması hususu olsaydı, bütün insanların aynı şekilde olgunlaşması gerekirdi. Çünkü, Hz. İsa’nın yaratılması hususu her insana aynı uzaklıktadır veya aynı yakınlıktadır. Halbuki, bizzat Hz. İsa’ya iman eden Hristiyanların büyük bir kısmının dinden uzak bir hayat yaşamları, tarih boyunca birbirlerini öldürmeleri bu varsayımın bir hayalden ibaret olduğunun göstergesidir. - “Dünya aciz bir Tanrı'nın sınav alanı değil, çocuklarının yetişmesini bekleyen bir Tanrı'nın ekim ve biçim alanıdır.'' ifadesi çok cahilcedir. Çünkü: Bu harika kâinat, Allah’ın sonsuz kudret sahibi olduğunun göstergesidir. Çünkü: Kur’an’da Allah kendisini bize onlarca defa “her şeye kadir” olduğunu anlatmaktadır. Çünkü: İnsanların bir kısmının sınıfta kalması, öğretmenin acizliğini değil, adaletini gösterir. İnsanların bir kısmının kabiliyetlerini inkişaf ettirmemeleri -haşa- Allah’ın acizliğini değil, imtihana tabi olan herkese adil bir zemin hazırladığının alametidir. “(Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus, 10/99), “Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır.” (Secde, 32/ 13) mealindeki ayetler ilahî imtihanın âdil sırrının göstergesi ve Allah’ın aciz olmadığının delilidir 6 Veda hutbesinin üç farklı versiyonunun olmasının sebebi nedir? Peygamber efendimiz (asm) veda haccında birden çok yerde konuşma yaptığı için bu farklılıklar olmuştur. Her hutbe ayrı ayrı rivayet edilmiştir. Bu nedenle metinlerin farklı olması, hadislere olan güveni sarsamayacağı gibi, sahih ve güvenilir rivayetlerin bize doğru aktarıldığının göstergeleridir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Vedâ haccı sırasında Arafat, Mina ve Akabe gibi yerlerde ashaba hitap etmiş ve kısa, veciz bir şekilde tavsiyelerde bulunmuştur. Bu hitabeler, Câhiz’in el-Beyân ve’t-tebyîn (II, 31-33) adlı eseri başta olmak üzere bazı tarih kitaplarında derlenerek uzunca bir Vedâ hutbesi metni teşkil edilmiştir. “Hutbetü’l-vedâ” ifadesini ilk defa Câhiz kullanmış, bu ifade daha sonraki müelliflerce de benimsenmiştir. Resûlullah’ın arefe günü Arafat’ta irat ettiği ilk hutbe Cübeyr b. Mut‘im, Câbir b. Abdullah ve Abdullah b. Mes‘ûd gibi sahâbîler tarafından nakledilmiştir. Câbir b. Abdullah’ın anlatımına göre Hz. Peygamber Arafat’a gelince Nemire’de kendisi için kurulan çadıra yerleşmiş, güneş batıya doğru kayınca devesiyle vadinin ortasına gelmiş ve deve üzerinde ashaba hitap etmiş, Rebîa b. Ümeyye b. Halef adlı sahâbî de söylediklerini tekrarlamıştır. Süleyman b. Amr b. Ahvas, Ebû Bekre ve İbn Abbas’ın naklettiklerine göre Resûl-i Ekrem bayramın birinci günü Mina’da da halka hitap etmiştir. İbn Abbas’ın hutbeyi naklettikten sonra, “Allah'a yemin ederim ki bu sözler Resûlullah'ın ümmetine vasiyetidir; burada hazır bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin” şeklindeki sözleri manidardır. Hadis kaynaklarındaki bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber yine bayramın birinci günü şeytan taşlama yerlerine gittiğinde halka tekrar hitap etmiştir. Bayramın ikinci veya üçüncü günlerinde aynı mevkide irat ettiği hutbeyi Abdullah b. Ömer, tâbiînden Ebû Nadre ve Ebû Hürre er-Rekkāşî amcasından naklen anlatmaktadır. İbn Ömer’in bu rivayetine göre Nasr sûresi Vedâ haccı esnasında Mina’da teşrîk günlerinin birinde nâzil olmuş, Resûlullah bunun vedalaşma anlamına geldiğini anlamış, devesine binerek Akabe’ye gelmiş, sahâbîler onun etrafında toplanınca tekrar bir hutbe irat etmiştir. Bazı rivayetlerde ise hitabelerin zamanı verilmemektedir. Muhtemelen yine bayram günlerinde Mina’da gerçekleşen hemen hemen aynı içerikteki bir hitabeyi de Amr b. Hârice ile Ebû Ümâme el-Bâhilî nakletmiştir. Hz. Peygamber’in bu hutbelerinde söylediği sözler âdeta bir vedalaşma gibidir. Orada bulunanların şahsında bütün ümmetine mesajlar veren Resûlullah, hitabelerinin sonunda ashaba Allah’ın kendisine verdiği tebliğ görevini yerine getirip getirmediğini sormuş ve “evet” cevabını alınca, “Tebliğ ettim Allahım, şahit ol!” demiştir. Resûl-i Ekrem’in birkaç yerde yaptığı bu konuşmalarda soru-cevap tarzını kullandığı, çok kalabalık olan cemaatten birçoğunun duyması için aynı sözleri tekrar tekrar söylediği anlaşılmaktadır. Konuşmaların sonunda tebliğini ulaştırdığını onaylatması iletişim açısından ayrı bir önem arzetmektedir. Vedâ hutbelerinde bütün insanlara yönelik evrensel mesajlar olduğu gibi kul haklarını ilgilendiren konular da ele alınmıştır. Dolayısıyla Vedâ hutbesinin alternatif bir insan hakları beyannâmesi niteliğinde sayılması isabetli olmamakla birlikte Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan biri olan kul hakkına büyük önem vermesi dikkat çekicidir. 7 Resûlullah Vedâ hutbelerinde can ve mal dokunulmazlığı, Câhiliye âdetlerinden olan ribânın ve kan davalarının kaldırılması, suçun şahsîliği, karı-koca arasındaki haklar ve sorumluluklar, çocuğun babasından başkasına nisbet edilmemesi, müslüman kardeşliği, müslümanların birbiriyle savaşmaması, emanetlerin sahiplerine iade edilmesi gibi doğrudan kul hakkını ilgilendiren hususlar yanında kendisinin son peygamber olması, ümmetine miras olarak Allah’ın kitabını ve sünnetini bırakması gibi temel esaslara vurgu yapmıştır. Vedâ hutbesiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1948’de yayımladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’ni karşılaştıran çalışmalar yapılmıştır. İlave bilgi için tıklayınız: Veda hutbesi. İnsan hakları ve Veda Hutbesi. Hadislerin bir çok raviden geçtiğini dikkate alırsak, hadislere neden güvenelim? Kaynaklar: Müsned, VII, 307, 330, 376; Buhârî, “Hac”, 132, “Meġāzî”, 78; Müslim, “Hac”, 147; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56, 61; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ķur'ân”, 10; İbn Mâce, “Menâsik”, 76, 84; Vâkıdî, III, 1103, 1110-1111; İbn Hişâm, IV, 259-261; İbn Sa‘d, II, 183-186; Câhiz, II, 31-33; Taberî, III, 150-152; ayrıca bk. Vehbi Ünal, Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi, İstanbul 1998; Murat Gökalp, s. 35-96; TDV İslam Ansiklopedisi, Veda Hutbesi md. "Bir metalin başınızı delip geçmesi sizin için helal olmayan birinin eline dokunmanızdan daha hayırlıdır" hadisinin gerçeklik payı nedir? Bu rivayet Taberani’de geçmektedir. (Taberâni , Mucemu’l Kebir, 20 / 212) İlave bilgi için tıklayınız: Kadın erkek birlikteliğinde dikkat edilmesi gereken konular nelerdir ... Nikahsız kadınla erkeğin el ele tutuşması caiz midir? Marketten aldığımız etlerin üzerinde bulunan kan necis midir, namaza mani olur mu? Usulüne uygun kesilmiş olan hayvanların etleri ve diğer organları arasında kalmış bulunan kan pıhtıları dinen necis değildir. Fakat imkan varsa bunların bulaştığı elbise ile namaz kılmamak uygun olur. 8 Hz. Musa'ya iman edenler, kendi kavminden mi, yoksa Firavun'un kavminden midir? Yunus suresi 83. ayet ile Araf suresi 120-121. ayetler arasında bir çelişki yoktur. İlgili ayetlerin meali şöyledir: “Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.” (Yunus, 10/83) “Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. ‘Âlemlerin Rabbine iman ettik’ dediler.” (Araf, 7/120-121) Konuyu bir kaç madde halinde azr edeceğiz: a) Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, “kavminden bir grup genç”ten maksat Hz. Musa’nın kavminden olan kimselerdir. (bk. Taberi, Razî, Beydavî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri) - Yunus suresinin 83. ayetinin ardından gelen 84. ayetin “Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın” mealindeki ifadesi, iman eden gençlerin Hz. Musa’nın kavminden olduğunun açık delilidir. Çünkü Hz. Musa’nın buradaki muhatapları iman edenlerdir. Belli ki iman etmelerine rağmen Firavun’un korkusundan kurtulamamışlar. Onun İçin Hz. Musa onlara teselli vermeye çalışıyor ve Allah’a güvenmelerini salık veriyor. Muhatap aldığı bu müminlere “Ey kavmim!” diye hitap ettiğine göre bunların İsrailoğullarından olduklarında hiç bir tereddüt yoktur. - O halde, Yunus suresindeki ayette “Hz. Musa’nın kavminden birkaç genç hariç İsrail oğullarından iman eden olmadı” denilmiştir. Araf suresinde ise, “Sihirbazların iman ettiği" vurgulanmıştır. Sihirbazlar Hz. Musa’nın değil, Firavun’un kavminden olduğu anlaşılıyor. Buna göre, bir ayette “İsrail oğullarından birkaç genç iman etti” denilmiş, diğer ayette ise, “Firavun’un kavminden olan sihirbazlar iman etti” denilmiştir. Bunda bir çelişki bulmaya gayret etmek akl-ı selimin genleriyle oynamak manasına gelir. b) Sihirbazlar -ister Kıpti, ister Yahudi olsunlar- kendi aralarında bağımsız bir gruptur. Kur’an’da kıssalar, olaylar anlatılırken, tamamı bir arada anlatılmaz. Aksine, sözün makamına uygun olarak bir olayın değişik parçaları, boyutları değişik ayetlerde söz konusu edilir. Bunun en açık örneği, Hz. Musa ve İsrail oğulları ile ilgili kıssalardır. İşte konumuzda da aynı hikmete binaen aynı üslup takip edilmiştir. Aynı olayın, yani Asa-yı Musa mucizesi karşısındaki insanların iman noktasındaki durumları anlatılmıştır. Bir yerde Hz. Musa’nın ‘Asa’sıyla gösterilen mucizenin etkisinin boyutunu göstermek üzere, “işin içinde olan sihirbazların imanlarından” söz edilmiş; diğer bir yerde ise Firavun’un zulmünün boyutuna dikkat çekmek üzere, “Onun korkusundan birkaç Yahudiden başka iman eden kimse olmadığı” belirtilmiştir. Bunun neresinde çelişki var; Allah aşkınıza! c) Evvela bilinen şudur ki, sihirbazlar, Hz. Musa’nın kavminden değildir. Bu açıdan bakıldığı zaman -yukarıda izah edildiği üzere- bir ayette Firavun’un kavminden olan sihirbazların imanından, diğer yerde ise Hz. Musa’nın kavminden olanlardan birkaç kişinin imanından bahsedilmiştir ki, bununla sahnenin sergilenen değişik manzaralarının tasviri, canlandırılması tamamlanmıştır. 9 d) Şayet sihirbazları Hz. Musa’nın kavminden saysak bile (ki bu ihtimal yok gibidir) yine bir çelişki yoktur. Çünkü, az önce de anlatıldığı gibi, Kur’an’ın ayetleri çelişmez, birbirini tamamlar. Bir yerde sahnelenen olayın bir parçası olarak Hz. Musa’nın kavminden(!) olan sihirbazların imanlarının kuvvetinden söz edilmiş, diğer yerde ise, aynı sahnenin bir diğer boyutu olan Firavun’un eşedd-i zulmünden söz edilmiştir. Ancak, sihirbazlar sihrin ne demek olduğunu en iyi bilen kimseler olduğu için “Asa-yı Musa”nın büyük bir mucize olduğunu görünce, Firavun’un işkencelerine meydan okumuş ve ölümüne imanlarını ilan etmişler. Bununla beraber, Firavun’un zulmü o kadar büyük idi ki, İsrail oğullarından birkaç gencin dışında hiç kimse -onun korkusundan- açıkça iman ettiğini söyleyememiştir. - Şimdi bu iki ayette belirtilen şu iki harika durumun hikmetinin anlaşılması dururken, aralarında çelişki olduğunu bulmaya çalışmak ön yargı fanatizminin kör ettiği basiret gözünün körlüğünden ve akıl tutulmasından başka ne ile izah edilir? e) Eğer bazı alimlerin dediği gibi, şayet “birkaç genç”ten maksat Firavun’un kavminden olan gençler olarak kabul edilirse, bu takdirde zaten bir çelişki yoktur. Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim’in özelliklerini anlatan hadisin kaynağı nedir? - Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. İbrahim’in vasıfları ile şarap ve süt konusunun birlikte zikredildiği hadis kaynağı için bk. Müslim, İman, (74.bab), h. no: 272. - Şarap ve sütün zikredilmeyip yalnız ilgili peygamberlerin vasıflarının anlatıldığı hadis için bk.Müslim, İman, 74/ h. no: 266, 271, 275. - Miraç hadisesinde vuku bulan olaylardan biri de Hz. Cebrail tarafından peygamberimize biri süt, biri şarap olarak iki kap içecek sunulduğu ve peygamberimizin (asm) bunlardan sütü tercih ettiği ve bunun üzerine Cebrail’in “Sen fıtratı tercih ettin/seçtin” dediği belirtilmektedir. Peygamberlerin vasıfları değil yalnız bu olayın zikredildiği hadis için bk. Buhari, Tefsir,3; Menakıbu’l-Ensar, 42; Müslim, İman, 74/h. no: 259, 264; Beğavî, Hazin, İsra, 17/1. ayetin tefsiri. Sütün tercih edilmesi ile fıtrat arasındaki ilişki, İslam dininin kolay, rahat huzur veren, insanın fıtratına uygun hükümler ihtiva ettiğine işarettir. Şarap ise kötülüğün anası olduğu için tercih edilmemiştir. (bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi) 10 Misvak suyunu içmenin bir faydası var mı? Hz. Peygamber’in (asm) misvak kullanılarak kılınan namazın misvaksız yetmiş namazdan daha faziletli olduğunu belirtmesiyle (Müsned, 5/272; Hakim, 1/146) her namaz kılındığında; “Eğer ümmetime zorluk çıkaracak olmasaydım her abdest alışlarında onlara misvakı emrederdim” rivayetine istinaden (Müsned, II, 460, 517) her abdest alındığında; onun geceleyin her uykudan uyanışında misvak kullandığına dair rivayetten hareketle (Buhari, Vudu, 73; Müslim, Taharet, 46-48) uykudan uyanıldığında; “Ağızlarınız Kur’an yoludur, onları misvakla temizleyin” hadisi sebebiyle (İbn Mace, Taharet, 7) Kur’an okurken; misvakın ağzı temizleyici, Allah Teala’yı hoşnut kılıcı olduğuna ve Cebrail’in her gelişinde misvakı tavsiye ettiğine dair hadis dolayısıyla (Müsned, 5/47, 62, 124, 238; İbn Mace, Taharet, 7) ağzı kokutan yemek ve açlık gibi durumlar münasebetiyle misvak kullanmanın müekked sünnet olduğu belirtilmiştir. Misvak ağacı üzerinde yapılan araştırmalar misvakın dişleri güçlendiren ve çürümeyi önleyen, lekelere karşı etkili, dişlerin parlamasını sağlayan, antiseptik özelliği olan, diş etlerini sıkılaştıran, ağız içi asit salgısını dengeleyen, iltihap kurutucu, kanamayı durdurucu ve beyazlatıcı özelliğe sahip etilamin, trimetilamin, florid, alkaloid, silis, saponin, kalsiyum, fosfor, magnezyum, potasyum, sodyum, sülfür, kükürt dioksit, tannik asit, benzil nitrat, sitasterol vb. maddeler ihtiva ettiğini ortaya koymuştur. Bu maddelerin diş ve ağız sağlığı yanında vücudun diğer organları üzerinde de olumlu etkiler yaptığı bilinmektedir. Batı’da misvakla ilgili incelemeler sonucunda bazı ilaç şirketleri misvak ağacının terkibindeki maddelerden faydalanarak diş macunu imal etmişlerdir (Muhtar Salim, s. 431; Rispler-Chaim, II/1 [1992], s. 13). Misvakın elde edildiği "erak bitkisi" yetiştiği ülkelerde halk arasında romatizma tedavisinde kullanılmakta, özellikle çekirdeğinden elde edilen yağ romatizma ağrılarına karşı iyi gelmektedir. Bu bitkinin yaprak ve meyvelerinin kuvvet verici, ateş düşürücü ve yatıştırıcı, öksürük kesici, nefes ve ses açıcı, hafızayı ve gözü güçlendirici, gaz söktürücü ve idrar arttırıcı özelliği de vardır (bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, Misvak md.) Hz. Peygamber'in (asm) misvak suyunu içtiğine dair herhangi bir rivayet bulamadık. Bununla beraber, misvak suynu içmek helaldir. Ayrıca, misvakta bulunan özellikler gösteriyor ki, misvak suyunu içmenin de faydaları olabilir. İlave bilgi için tıklayınız: Misvak... Misvakın faydalı olduğunu gösteren ilmi araştırmalar var mıdır? Misvak nasıl kullanılır, bu konuda bilgi verir misiniz? 11 "Harun'un ve Musa'nın Rabbi" ayeti, başka yerde neden "Musa'nın ve Harun'un rabbi" diye geçiyor? - Arapça gramer kaidesine göre, bir atıf edatı olan “Vav” harfi, bir tertibi ifade etmez. Yani, Türkçe’de söz gelişi: “Ahmed ve Mehemed geldi” dediğimiz zaman bu ifade Ahmed’in Mehmed’den önce geldiği anlamına gelmez. Mehmed ismi önce zikredilse yine durum değişmez. - Bu kurala göre, “Musa’nın ve Harun’un Rabbine iman ettik” ifadesi ile "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" ifadesi arasında mana bakımından hiç bir fark yoktur. Bununla beraber, bu konuda bilmediğimiz birçok hikmeti olabilir. Ancak bizim de bildiğimiz bir- iki hikmetini şöyle açıklayabiliriz. a) Kur’an’da bu “takdim-tehir” üslubu bir “tefennün” (ifadenin değişik boyutta dizayn edilme) sanatı olabilir. “Her yeni lezzet verir” kaidesi gereğince aynı isimlerin sıralarını değiştirmekle de bu edebi zevk sağlanabilir. b) Kur’an’da ses uyumu, ayetlerin sonlarındaki bir nevi kafiyelerin gözetildiği bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığı zaman; Araf suresinin önemli bir kısım ayetlerinin sonundaki “fasıla harfi” Nun’dur. Özellikle Harun kelimesinin geçtiği ayetten önceki ve sonraki ayetlerde Nun harfi vardır. Mesela önceki iki ayetin son kelimeleri: “Sacidin, el-âlemin”dir. Ardından gelen iki ayetin son kelimeleri ise “Ta’lemûn, Ecmaîn”dir. Bu dört ayetin ortasında bulunan ayetin son kelimesinin “HARUN” olması bu ses uyumu bakımından çok güzel düşmüştür. - Ta Ha, suresindeki ayetlerin önemli bir kısmı ise “Elif” harfiyle sonlanmıştır. Bu münasebetin tahakkuk etmesi için burada ayetin sonu kelimesinin “Musa” olması gerekir. Kelimenin sonu “ya” harfi gibi yazılsa da bu, kural olarak elif kabul edilir. Msela, söz konusu 70. ayetten hemen öncesinde yer alan üç ayetin son kelimeleri olan “Musa, el-a’la, Eta” nın sonu elif harfiyle bitiyor. Bu ayetin ardından gelen üç ayetin son kelimeleri olan “Ebka, dünya, Ebka”nın son harfleri de eliftir. Bu altı ayetin ortasında bulunan 70. ayetin son kelimesinin “Musa” olması bu münasebet bakımından çok güzel düşmüştür. Görüldüğü gibi, sadece hakikatlerin bağlantısı açısından değil, ses uyumu bakımından da Kur’an’ın her bir ayetinin, her bir kelimesinin, hatta her bir harfinin başka ayetlere, kelimelere, harflere bakan birer yüzü, birer gözü vardır. Âmennâ ve saddaknâ; iman ettik ve tasdik edip kabul ettik. 12