Kim, nazarlık veya muska takarsa Allah`a şirk koşmuştur, anlamında

advertisement
1
İçindekiler
Allah hiç bir şeye muhtaç değilse, Allah'ın yardımcıları olun ve ganimetin beşte biri
Allah’ındır, ayetlerini nasıl açıklarsınız? ....................................................................................3
Devlet kurumunda çalışmadığı halde fazla mesai ücreti alınması ve bu kişilerin dosyasını
hazırlamak caiz midir? .................................................................................................................4
"Böylece biz, her beldede, oraların günahkârlarını liderler yaptık ki oralarda hile ve tuzak
kursunlar. Halbuki onlar farkında olmadan yalnız kendilerini aldatırlar." (En'am, 123) Bu
ayete göre Müslümanlar zenginliğe ve yönetime talip olmamalı mıdır? ...................................5
Resmi kanunlara göre boşanma durumunda mal paylaşımının eşit olarak yapılması İslami
kurallara uygun mudur? ..............................................................................................................6
Ayette münafıkların kılıçtan korktukları bildiriliyor. Buna göre müşrikler kılıçtan
kormuyorlar mı? ...........................................................................................................................7
Kuran'da da geçen Allah’an başka dost edinmek ne demektir? Ne anlama gelir?...................8
Enam suresi 151. ayette mantıksal bir hatanın bulunduğu iddiasına ne dersiniz?...................9
Alzheimer hastası olan bir kişinin tüm mal varlığının kullanımı hanımına verilmişse, bu
malı çocuklarına paylaştırabilir mi yoksa ölümünü mü beklemelidir? ...................................10
Allahü teâlâ, hiç kimsenin hatırına gelmeyecek şekilde, günahkârları affeder, hadisini nasıl
anlamalıyız? ................................................................................................................................10
Cumayı kıldığın zaman, konuşmadan ya da dışarı çıkmadan hemen ardından bir başka
namazı bitiştirme, anlamındaki hadisi açıklar mısınız? ...........................................................11
Allah'ın haricinde mahlukatı sevmek neden acı veriyor fikirlerinizi alabilir miyim? ............12
Dünyevi işlerimiz için dua etmek ihlası bozar mı? ...................................................................13
Kim, nazarlık veya muska takarsa Allah’a şirk koşmuştur, anlamında bir hadis var mıdır? 14
2
Allah hiç bir şeye muhtaç değilse, Allah'ın yardımcıları olun
ve ganimetin beşte biri Allah’ındır, ayetlerini nasıl
açıklarsınız?
Evet Allah hiç bir şeye muhtaç değildir.
İhlas suresinde yer alan Allah’ın “Samed” ismi bu manaya gelir.
“Muhakkak ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir” (Ali İmran, 3/97) mealindeki ayet ve
benzerlerinde bu gerçeğe vurgu yapılmıştır.
Bu günkü müspet ilmin vardığı sonuçta da -semavi dinlerin dediği gibi- Kâinatın sonradan
yaratılmış olması, Allah’ın varlığının zorunluluğunu gerektirdiği gibi, her şeyin ona muhtaç
olduğunu ve onun hiç bir şeye muhtaç olmadığının da açık göstergesidir.
- Saf suresindeki 14. ayetin ilgili cümlesinin meali şöyledir: “Ey iman edenler! Siz Allah’ın
(Allah’ın dininin) yardımcıları olun!”.
Bu ifadenin manası “Allah tarafında olunuz, O’nun dinine yardım ediniz” şeklindedir. Bu
ayetin bu manaya geldiği hususunda bütün tefsir alimleri ittifak halindedir. Onlarca defa
Kur’an’da kendisinin sonsuz ilim ve kudret sahibi olduğunu bildirdiği halde, kalkıp da burada
bazı insanların yardımına muhtaç olduğunu söylemesi onun sonsuz ilmiyle de bağdaşmaz.
Zaten böyle bir çelişkinin olabileceğine ihtimal bile vermeyen alimler, hepsi bir ağızdan
Kur’an’da “Allah’a yardım” manasına gelen ifadelerin “Allah’ın dinine yardım” manasına
geldiğini belirtmişlerdir.
Arapça’da böyle bazı muzaf kelimelerin açıkça belirtilmeyip hazfedilmesinin önemli bir kural
olduğu bilinmektedir.
Nitekim Muhammed suresinin 7. ayetinde de benzer bir ifade şöyle kullanılmıştır: “Ey iman
edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) destek olursanız, O da size yardım eder ve
savaşta ayaklarınızı kaydırmaz.”
Genel olarak meallerde de bu husus -bizim de yaptığımız gibi- parantez içerisinde belirtilmiştir.
Çünkü aksini düşünmek akla ziyandır. Zira “Allah’a nasıl yardım ederler? Onun -haşa- hangi
ihtiyacını, hangi sıkıntısını giderirler?” gibi sorular daima havada kalmaya mahkumdur.
- Enfal suresinin 41. ayetinde yer alan “Bir de malumunuz olsun ki savaşta elde ettiğiniz
ganimetin beşte biri Allah’ındır” mealindeki ifadenin zahirine bakarak konuyu algılamaya
çalışmak, Allah’ı tanımamak anlamına gelir. Yani her şeyi yaratan Allah’ın insanların savaşta
kazandığı ganimetlerin beşte birine muhtaç olduğunu düşünmek, gerçekten bir mantık
erozyonunun ürünü olarak izah edilebilir.
Bunun doğru algısı şudur: Ganimetler savaşçılara taksim edilirken, “beşte biri” oranındaki
gelirler, diğer muhtaç vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak ve devletin adil bir paylaşımın
tahakkuku adına, tüzel kişiliği itibariyle alıp kullanması gereken bir payın adıdır. Devletin
muhtaç olduğu alanlarda kullanılmak üzere ayrılması gereken bir sosyal fon mahiyetindedir.
Kur’an’da, bu ekonomik bütçenin Allah’a izafe edilmesi, İslam devletinin asıl hâkimi ve hamisi
olan Allah adına kullanılmasının gereğine bir vurgudur.
3
Evet, ayette Allah’a ait olduğu bildirilen ganimetin beşte birinin gerçek taksimatın sahipleri:
Peygamber, ona yakınlığı olanlar, yetimler, miskinler (yani yoksullar) ve yolda kalmış
yolculardır.
Buna göre, ilk önce ganimetin beşte birini Allah için ayırmak, onu da beş hisseye ayırıp, bu
ayette açıklandığı gibi, adı geçen bu beş gruba taksim etmek gerekir. Yani Allah, kendi hakkı
olarak zikrettiği beşte biri, yine beşe ayırıp önce Resulullah'a, sonra da sırasıyla zikredilen bu
insanlara verilmesini emreder. Yoksa Allah’ın -haşa- kendisi için istediği bir şey yoktur. Bu
konuda bütün tefsirlere bakılabilir. (Örnek olarak bk. Taberi, Zemahşeri, Maverdi, Razi, Nesefi,
Beyzavi, İbn Kesir, Ebus-Suud, Alusi, Şevkani, bn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)
Devlet kurumunda çalışmadığı halde fazla mesai ücreti
alınması ve bu kişilerin dosyasını hazırlamak caiz midir?
Başınıza dayanamayacağınız bir kötülüğün gelme tehlikesi yoksa önce o kişiyi uyarmanız
gerekir. O kişi bundan vazgeçmezse dürüst amirlere bilgi verip haksızlığın önlenmesi için
üzerinize düşeni yapmış olursunuz. Bu böyle devam edecekse siz yalnızca bilgisayar çıktısı
almakla sorumlu olmazsınız.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman
4
"Böylece biz, her beldede, oraların günahkârlarını liderler
yaptık ki oralarda hile ve tuzak kursunlar. Halbuki onlar
farkında olmadan yalnız kendilerini aldatırlar." (En'am, 123)
Bu ayete göre Müslümanlar zenginliğe ve yönetime talip
olmamalı mıdır?
Bu ayetten "zenginliğe talip olmamak" şeklinde bir anlam çıkmaz. Müslümanlar da ekonomik
olarak güçlü olmalıdırlar. Müslümanlar hem güçlü olmalı hem de yönetimde söz sahibi
olmalıdırlar. Bununla birlikte imtihan gereği Allah günahkar insanların yönetici olmalarına
engel olmamaktadır.
"Böylece biz, her beldede, oraların günahkârlarını liderler yaptık ki oralarda hile ve
tuzak kursunlar. Halbuki onlar farkında olmadan yalnız kendilerini aldatırlar." (En'am,
123)
Sözlükte karye kelimesi "köy, kasaba" demek olup Kur'an'da "belde, şehir, ülke" gibi daha
genel mânada da kullanılmaktadır. İyilerin ve kötülerin belli olması için Allah'ın koyduğu
kanun uyarınca, henüz müşrik zorbaların hâkim olduğu Mekke'de olduğu gibi, gerek o
dönemdeki gerekse geçmişteki nice toplumlarda, şehir veya ülkelerde de insanları hak ve
hayırdan alıkoymak maksadıyla hile ve tuzaklar kuran yöneticiler olmuştur. Allah böylece
insanları kötüler ve kötülüklerle imtihan eder ki imanda, hak ve hayır yolunda sebat edenler de
inanç zafiyetinden ötürü kötülüğe teslim olanlar da belli olsun. Aslında hakka karşı tuzak
kurmaya kalkışanlar, farkında olmadan, ancak kendilerine tuzak kurmuş olur, kendi ruhlarını ve
ebedî hayatlarını tahrip ederler.
İbn Âşûr'a göre bu âyet, statik ve bâtıl geleneklerin kökleştiği yerleşik toplumlara göre göçebe
ve iptidaî toplulukların daha saf fıtratta, doğruyu kabule daha yatkın durumda olduklarına işaret
eder (VIII, 47).
(Bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/368)
Bilgi için tıklayınız:
Müslüman insan mal varlıgına sahip olmalı mıdır? Yani zenginlik konusundaki ölçü ne
olmalıdır?
5
Resmi kanunlara göre boşanma durumunda mal
paylaşımının eşit olarak yapılması İslami kurallara uygun
mudur?
Müminler sözleşme ve akitlere bağlıdırlar. Evli çiftler, "şu tarihten sonra kazanılan mal
aramızda ortaktır" diye bir sözleşme yapmış iseler mal ortak olur. Böyle bir sözleşme yok ise
her birinin kazandığı kendine ait olur, ama erkek ailenin geçimini karşılamaya mecburdur.
İslam'da ferdi mülkiyet esastır. Yani, aile fertleri arasında mal birliği değil, mal ayrılığı esası
vardır. Bir aile içinde karı, koca ve yetişkin aklı başında çocuklardan her birinin çalışıp
kazandığı kendisine aittir. Bu bağlamda kadının gerek kazandığı parası gerekse miras gibi
sebeplerle elde ettiği mal tamamen kendi malı ve mülkiyetidir. Herkes hayatta iken malını
dilediği gibi tasarruf etme hak ve yetkisine sahiptir. Kadına ait bir malda erkeğin hakkı yoktur.
Kadın kendi isteği ile vermedikçe erkeğin kadının malları üzerinde tasarruf yetkisi olmaz.
Ancak isterlerse kendi özgür arzularıyla ortaklık yapabilirler. Kısacası kadın ve erkekten
birisinin diğer eşin malına ve parasına izni olmadan müdahale etme hakkı yoktur.
Diğer taraftan evlilik içinde kadının her türlü normal masrafı kocaya aittir. Kur'ân-ı Kerîm'de
(et-Talâk 65/6) ve Hz. Peygamber'in hadislerinde nafakanın kocaya ait olduğu, erkeğin
yediğinden karısına da yedirmesi, giydiğinden giydirmesi gerektiği açıkça belirtilmiştir.
Kocanın karısının nafakasını karşılamakla yükümlü olması için zengin olması gerekmediği gibi
kadının fakir olması da gerekmez. Kadın zengin de olsa masrafları kocaya aittir. Kocanın
karşılamakla yükümlü olduğu diğer masrafların kapsamı ve seviyesi daha çok örfe ve karı
kocanın sosyal konumuna göre belirlenmektedir. Kadının kendisinin, eşinin ve çocuklarının
geçimini sağlamak gibi bir görevi olmamakla beraber onun da çalışarak kazandığı parayı, ailesi
için harcaması sadaka hükmündedir.
Bu itibarla nafaka erkeğin görevi olduğundan, kadının çalışma, geçimi temin etme gibi bir
mükellefiyetinin olmaması onu çalışmaya itmez.
İslam hukukuna göre boşanma durumunda eşler arasında mal paylaşımı şu esaslar
çerçevesinde gerçekleştirilir:
1- Eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları mallar kendilerine aittir. Diğer eşin o malda hakkı
yoktur.
2- Evlilik esnasında erkeğin, eşine bazı hediyeler vermesi adettendir. Meydana gelecek bir
boşanmada erkek, eşine vermiş olduğu bu hediyeleri geri alma hakkına sahip değildir
(Meydânî, el-Lübâb, II, 95). Kadının kendi parasıyla satın aldığı eşyaların tümü boşanma
halinde yine kendisine kalır. Kocasının bunları ondan almaya hakkı yoktur (Bilmen, Hukûkı
İslamiyye Kâmusu, II, 148).
3- Erkek veya kadından kimin parası ile satın alınmış olduğu bilinmeyen ve boşanma halinde
kime ait olduğu konusunda görüş ayrılığı çıkan ev eşyasında ise şu çözümlemeye gidilir.
Tamamen erkeğin kullanımı için bulunan ev eşyası erkeğe, tamamen kadının kullanımı için
bulunan eşyalar ise kadına aittir. Bunun dışındaki eşyalar ise, evde çalışanın erkek olması
halinde erkeğe ait olur (Bilmen, Hukûkı İslamiyye Kâmusu, II, 151).
Meselenin hukuki boyutu yukarıda anlatıldığı gibi olmakla beraber, boşanma halinde tarafların,
yaşamış olduğu birlikteliği, tamamen göz ardı ederek, mal bölüşümünde kavgaya tutuşmaları
dinen uygun değildir. Bu konularda iyi niyeti ve erdemli davranmayı ihmal etmeden,
müsamaha ile hareket edilmesi uygun olur.
6
Ayette münafıkların kılıçtan korktukları bildiriliyor. Buna
göre müşrikler kılıçtan kormuyorlar mı?
Ayette “onlar kılıçlarınızdan korkuyorlar” mealinde bir ifade yoktur. Bazı meallerde bu
husus bir yorum olarak Parantez içinde belirtilmiştir. Bu sebeple, “münafıklar neden
kılıçlardan korkuyorlar?” sorusuna verilecek cevap da yoktur.
İlgili ayetin meali şöyledir:
“O münafıklar yanınızda Allah’a yemin ederek sizden olduklarını ileri sürerler. Aslında
onlar sizden değildirler. Doğrusu onlar (o münafıklar, kâfirlerin mâruz kaldıkları
durumdan endişe etmeleri sebebiyle) ödleri kopan bir topluluktur.” (Tevbe, 9/56)
Bu ayetin ifade ettiği mana özetle şöyledir: Münafıklar müslümanlara -yalandan- “biz de
sizdeniz” diyorlar. Bu yalan söylemelerinin sebebi, Müslümanlardan korkmalarıdır. Çünkü
onlar Müslümanlarla beraber -Medine’de- iç içe yaşıyorlar. Müşrikler ise, Müslümanlardan
uzak Mekke’de yaşıyorlar. Onun için korku konusunda farklıdırlar.
Ayrıca burada mesele münafıklarla ilgili olduğu için onların korkularından söz edilmiştir. Bu,
diğer kâfir ve müşriklerin Müslümanlardan korkmadıkları anlamına gelmez. Onların da
Müslümanlardan korktuklarına pek çok olay şahittir. Nitekim müşriklerin büyük çoğunluğu
Mekke fethinden sonra müslüman olmuşlardır. Söz konusu ayetin yer aldığı Tevbe suresi
hicretin 9-10. yılında inmiş ve orada artık İslam ülkelerinde müşriklere yer olmadığı ifade
edilmiştir.
Bununla beraber, münafıklık virüsü zaten iki yüzlülükten kaynaklanıyor ki, bunun da temelinde
korkaklık yatıyor. Nitekim Münafikun suresinde -meal olarak- şu ifadelere yer verilmiştir:
“Münafıklar sana geldiklerinde: “Biz, senin Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz.” derler.
Allah da senin Kendisinin elçisi olduğunu elbette bilir. Bununla beraber, Allah, onların bunu
söylerken yalan söylediklerine, samimî olmadıklarına şahitlik eder...,
Onları gördüğünde kalıpları kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında
sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz kütüklere
benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi
kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah belalarını versin onların!
Nasıl da hakikatten vazgeçiriliyorlar.” (Münafıkun, 63/1, 4)
7
Kuran'da da geçen Allah’an başka dost edinmek ne
demektir? Ne anlama gelir?
Kur'ân-ı Kerîm'de dost anlamında en çok geçen kelime velîdir. Velî tekil ve çoğul olarak
(evliya) yer aldığı seksen yedi âyetin;
kırk altısında Allah'ın insanlara dostluğu (ör. bk. Nisâ 4/45, 75, 119, 123, 173),
iki âyette insanların Allah'a dostlukları (Yûnus 10/62; el-Cum'a 62/6),
on âyette insanlarla şeytan arasındaki dostluk (ör. bk. Nisâ 4/76; A'râf 7/27, 30),
diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluklar (bk. Nisâ 4/ 139, 144; Enfâl 8/72) için
kullanılmıştır.
Bu âyetlerin çoğunda; insanlara, müminlere ve Peygamber'e yardımcı olacak, onları
koruyacak, bağışlayacak, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan gerçek dostun Allah
olduğu, insanların bu anlamda Allah'tan başka dostları bulunmadığı ifade edilmekte,
böylece onların gerçek ve ebedî dost olarak Allah'ı bilmeleri, O'na dayanıp güvenmeleri
öğütlenmektedir.
Ayrıca dinî ve ahlâkî zihniyetin beşerî ilişkiler üzerindeki etkileri dolayısıyla kâfirlerin,
zalimlerin, yahudi ve hıristiyanların sadece birbirlerinin ve şeytanın dostları olabilecekleri
bildirilir; "Sizin dostunuz Allah, O'nun elçisi (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir"
denilir. (Mâide 5/55)
Başka bir âyette, "Ey inananlar! Eğer iman yerine küfrü beğenip tercih etmişlerse
babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost kabul etmeyiniz" (Tevbe 9/23) mealindeki ifadelerle
dostlukların tesisinde kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerektiği vurgulanmıştır.
Allah'ın inananların dostu olduğunu bildiren âyetlerin çoğunda velî kelimesinden sonra nasîr,
şefî', vâk, hamîd, mürşid gibi sıfatlara veya benzer mânalar ihtiva eden ifadelere yer verilerek
dostun sevdiği için bir yardımcı, koruyucu, kurtarıcı, yüceltici, iyiliğe yöneltici olması, bu
şekilde dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret
edilmiştir.
Müminlerin kardeş olduğunu (Hucurât 49/10), vaktiyle onlar birbirine düşman iken Allah'ın
gönüllerini kaynaştırmasıyla dost ve kardeş olduklarını (Âl-i İmrân 3/103) bildiren âyetler
de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatmaktadır. (bk. TDV İslam Ansiklopedisi, Dosluk,
Veli md.)
İlave bilgi için tıklayınız:
Müslümanların kafirleri veli / dost edinmemesi ile ilgili ayetler nasıl anlaşılmalı? Bir
Müslümanın, gayrı müslim bir devletin vatandaşlığına geçmesi de onu veli edinmesi midir?
8
Enam suresi 151. ayette mantıksal bir hatanın bulunduğu
iddiasına ne dersiniz?
Konuya geçmeden önce “Neden böyle bir kutsal kitapta bu denli bir hata bulunmakta?“
gibi ifadeler iman şuuruyla ve İslamî edeple bağdaşmadığını vurgulamalıyız. Çünkü böyle bir
ifade, sahibi tarafından sanki gerçekten bir hatanın var olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple,
bu tür ifadelerden mutlaka uzak durmalıyız. Bunun yerine “görünürde pek anlaşılmayan,
kapalı/ bizim anlamadığımız bir üslup...” gibi ifadeler kullanılabilir.
İlgili ayetin meali şöyledir: “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyup
açıklayayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anneye babaya iyi davranın, fakirlik
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızkını biz veriyoruz.
Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah’ın haram kıldığı
cana kıymayın. İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları tavsiye
ediyor/emrediyor.”
Dikkat edilirse, ayette sadece “ana babaya itaat” konusu değil, diğer nehiyler de bir sorun gibi
görünmektedir. Çünkü ayetin zahiri ifadesine bakıldığında sanki şöyle deniyor; “Size haram
kılınan şeyler şunlardır: “Şirk koşmamanız, anne-babaya itaat etmeniz, çocuklarınızı
öldürmemeniz, fuhuş ve diğer kötülüklere yaklaşmamanız, haksız yere adam öldürmemeniz...”
Çünkü “nefy-i nefy ispattır”, yoğu yok ederseniz var olur. Şirk koşmamak haram ise, şirk
koşmak caizdir demek olur. Bu açıdan tefsirlerin çoğunda bu konuda gerçekte değil, görünürde
bir problemin varlığına dikkat çekilmiş ve uygun yorumlara yer verilmiştir. Biz o tefsirlerden
de istifade ederek bu konuda şu hususların altını çizmekte yarar görmekteyiz:
a. Burada kullanılan “HARREME” fiili zıtlık sanatı içerisinde “tavsiye” manasını
çağrıştırmaktadır. Ayetin sonunda “Zalikum vassakum bih=Allah size bunları tavsiye ediyor”
ifadesi bu kelimenin tavsiye manasında kullanıldığı veya mukadder bir “vassa” kelimesinin
melhuz olduğu kabul edilir. Buna göre, ayetin manası şöyle olur: “Allah size şirk
koşmamanızı, anne-babaya saygılı olmanızı...” tavsiye etmektedir.
b. Ayette yer alan “ella” kelimesi iki edattan meydana gelir; “EN-L”. Buradaki EN, “yani”
manasına gelen bir tefsir edatıdır. Buna göre ayetin manası şöyledir: “De ki: “Gelin
Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyup açıklayayım: Yani; O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın (ortak koşmanız haramdır), anneye babaya iyi davranın (iyi davranmamanız
haramdır)....”
c. Ayette yer alan “ella” kelimesinin çözümü olan “EN-L”nın “L”sı, bir nehiy/sakındırma
edatıdır. Belagatte, “bir şeyi nehy etmek, onun zıddını vacip kılmak” manasına gelir.
Dolayısıyla, buradaki ayetin manası şöyledir: “Allah’a şirk koşmanız.. anne-babaya isyan
etmeniz haram kılınmıştır..” Yani, anne-babaya itaati emreden cümle, bir önceki
cümlenin görünürdeki nehiy şekline değil, onun zıddı olan “Allah’ı birleyin” mealindeki
mukadder cümleye atıftır. Tam manası şöyle olur: “Allah’ı birleyin ve anne -babaya da
saygılı olun”
d. Ayette yer alan “Allah’a şirk koşmayın....- çocuklarınızı öldürmeyinKötülüklerin/fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın- haksız yere adam öldürmeyin"
gibi bir kaç nehyin/olumsuz emrin arasında yer alan “anne-babaya itaat” cümlesinin bu
konumu ve görünürdeki şeklinin de haram olmasının imkânsızlığı delaletiyle, bu cümle de fehva’l-hitap yoluyla- manasının zıddıyla diğer cümleler gibi nehiy silsilesine dahil olduğuna
işarettir.
9
Buna göre ayetin manası şöyledir: “Allah’a şirk koşmayın, anne-babaya kötülük etmeyin
(La tüşrikû billahi... ve la tüsîû bil-valideyni.)” şeklinde olur. Anne-babaya yalnız kötülük
etmemek fazla bir şey ifade etmediği, bunun yanında iyilik etmenin gerekli olduğunu
vurgulamak için -meal olarak- “anne-babaya kötülük etmeyin” ifadesi yerine “anne-babaya
iyilik edin/ onlara karşı iyi davranın” ifadesine yer verilmiştir.
Meallerini vereceğimiz ayetlerde bu konu daha açık bir ifadeyle söz konusu edilmiştir:
“Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmemenizi, anne babaya iyilik etmenizi
hükmetti." (İsra, 17/23)
"Bana ve ana-babana şükret diye (emrettik); dönüş yalnız banadır. Eğer hakkımda bilgin
olmadık bir şeyi bana ortak koşman için seninle mücadele edecek olurlarsa, onlara itaat
etme! Bununla birlikte dünya hayatında onlarla iyi geçin!" (Lokman, 31/14-15)
Alzheimer hastası olan bir kişinin tüm mal varlığının
kullanımı hanımına verilmişse, bu malı çocuklarına
paylaştırabilir mi yoksa ölümünü mü beklemelidir?
Alzaymır hastasının malının mülkiyeti kimseye intikal etmez, kendinde kalır. Mal üzerinde
tasarruf için vasi tayin edilir.Vasi de malı dağıtmaz, korur ve devam ettirir. Sahibi ölünce malı
varislere kalır.
İlave bilgi için tıklayınız: VASÎ
Allahü teâlâ, hiç kimsenin hatırına gelmeyecek şekilde,
günahkârları affeder, hadisini nasıl anlamalıyız?
İlgili hadisin manası şöyle olabilir:
Allah kıyamet günü hiç kimsenin tahmin etmediği kadar çok sayıda günahkarları affeder.
Allah, kullarını -kimsenin tahmin etmediği- adeta bahane türünden bazı küçük nedenlerle
affeder.
Allahü teâlâ, bazı güzel ama görünürde küçük ve değersiz amelleri büyük bir müsamaha ile
değerlendirmek suretiyle, bir vesile kılarak bazı günahkâr kullarını öyle bağışlar ki, hiç
kimsenin aklından bile geçmezdi..
Söz konusu hadisle ilgili bu ve buna benzer bazı değerlendirmeler yapılabilir.
10
Cumayı kıldığın zaman, konuşmadan ya da dışarı çıkmadan
hemen ardından bir başka namazı bitiştirme, anlamındaki
hadisi açıklar mısınız?
Müslim bu hadisi “babu’s-salati ba’de’l-cumuati= cuma namazından sonra namaz kılma
bölümü” başlığı altında işlemiştir.
Burada -Muaviye’nin hadisinden önce- Ebu Hureyre, İbn Ömer ve Salim/babasından yaptığı
rivayetlere yer verilmiştir. İlgili hadislerde Hz. Peygamberin “cuma namazından sonra dört
rekat namaz kılınız” şeklinde emir buyurduğu ifade edilmiştir.
Bu rivayetlerden bazılarında mutlak ifadeye yer verilmişken, bazılarında “camiden çıkıp eve
gittikten sonra Resulullah iki rekat namaz kılardı” şeklinde kayıtlı bir ifadeye yer verilmiştir.
Bazı rivayetlerde “acele işi olanların camide iki, eve döndükten sonra da iki rekat kılmaları”
tavsiye edilmiştir. (Müslim, 68/881) Bu sebeple, bir birinden farklı rivayetlerin olduğu bir
konuda bize düşen görev -bizden çok daha iyi bilen- Mezhep alimlerinin görüşlerine baş
vurmaktır.
Fıkıh kitaplarında bu konu detaylı bir şekilde beyan edilmiştir.
İmam Nevevi bu hadisten “namazlardan sonra sünnetleri başka bir yerde veya evde
kılınmasının sünnet olduğu hükmünü” çıkarmıştır. Ona göre, bu hadis rivayeti Şafii alimlerinin
“farz namazlardan sonra ratip sünnetleri, başta evde olmak üzere, ayrı bir mekânda kılmak
sünnettir” şeklindeki görüşlerini desteklemektedir. (Nevevi, ilgi hadisin şerhi)
Buna göre, farz namazların hemen ardından (yer değiştirmeden) râtip sünnetleri kılmak günah
olduğu anlamına gelmez.
Zaten bugün camilerde Hanefi ve şafiilerin hemen hepsinin -mümkün olduğu ölçüde- farz
namazları kıldıkları yerleri cami içerisinde biraz değiştirerek kılmaları söz konusudur ki, bu
hadis rivayetinin bir uygulamasıdır.
Konuyu özetlersek, bir kimsenin Camide farz namazı kıldıktan sonra, sünnetleri evinde kılması
en güzelidir. Olmazsa, camide farz namazı kıldığı mekânın başka bir yerinde kılmak güzeldir.
Bunun sebebi, değişik yerlerin insanın ibadetine şahit olması olarak değerlendirilmiştir.
11
Allah'ın haricinde mahlukatı sevmek neden acı veriyor
fikirlerinizi alabilir miyim?
Bizim bildiğimiz kadarıyla, İslam’da Allah’ın dışında bütün sevmelerin acı verdiğine dair bir
hüküm yoktur. Çünkü Allah hesabına sevilen şeylerin sevgisi de Allah’ı sevmek anlamına gelir.
Mesela:
a. İnsanların anne-babalarına karşı gösterdiği samimi saygı ve sevgi de Allah hesabına olur.
Çünkü, anne-babyı şefkat ile teçhiz eden ve onların merhametli elleriyle evlatları terbiye ettiren
ilahî hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine
aittir.
b. İnsanların kendi evlatlarını, Rahim ve Kerim olan Allah’ın hediyeleri olduğu için büyük
bir şefkat ve merhamet ile onları sevmeleri ve onları himaye etmeleri, yine Hakk'a ait sevgiler
listesindedir.
c. Allah için peygamberler, evliayalar gibi bazı insanları dost ve ahbap edinmek, onlara içten
saygı ve sevgi beslemek de netice itibariyle Allah’a aittir. Peygamberlere gösterilen saygı ve
sevginin Allah’a ait sevgi ve saygıyı temsil ettiği açıktır. Diğer insanlara karşı gösterilen sevgi
de -başka bir gayelarle değil- sadece sevdiği kimselerdeki iman ve salih amel cihetiyle ortaya
çıkmış olduğu takdirde-bu gibi evliya ve salih kimseler Cenab-ı Hakk'ın dostları olduğu için;
"El-hubbu Fillah” (Allah için sevmek)" kaidesi gereğince o sevgi, o muhabbet dahi, Hakk'a
aittir.
d. Keza, eşlerin birbirlerini sayıp sevmeleri, sadece dünyada değil, ebedi âlemde de hayat
arkadaşları olduklarını düşünüp, onları Allah’ın bir ikramı ve hediyesi olarak görüp sevmeleri
de, sonuçta Allah’a olan sevgi listelerinde yerini alacaktır”(bu konuda geniş malumat için bk.
Sözler/32. söz/ s.638-640).
Demek ki, dünyayı ve ondaki mahlukatı manayı harfiyle sevmek gerekir. Manayı ismiyle
sevmek yanlıştır. "Ne kadar güzel yapılmış" demek gerekir. "Ne kadar güzeldir" demek
yanlıştır. Bir de kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan vermemek lazımdır.
“Çünki bâtın-ı kalb, âyine-i Samed'dir ve ona mahsustur. İşte bütün ta'dad ettiğimiz
muhabbetler, eğer bu suretle olsa, hem elemsiz bir lezzet verir, hem bir cihette zevalsiz
bir visaldir. Hem muhabbet-i İlahiyeyi ziyadeleştirir. Hem meşru bir muhabbettir. Hem
ayn-ı lezzet bir şükürdür. Hem ayn-ı muhabbet bir fikirdir”(Sözler, 640 - 641 ).
Allah’ın hatırını saymayan, onu hesaba katmayan her sevgi Allah’ı dışlayan bir sevgidir. Böyle
bir sevgi ise, lezzetten çok elem ve acı verir, mutluluk yerine sıkıntı verir. Çünkü, Kalbin
batını, Allah’ı sevmek için yaratılmış, kalbin süveydası Allah’a sevdalı olmak için var
edilmiştir. Allah için yaratılan bir cihazı ondan başkası için kullanmak, emanete hıyanet, gayr-ı
meşru bir tavır ve bir yolsuzluk olduğu için arzu edilen lezzet ve mutluluk yerine, elem ve
keder akıtan bir musluk hükmüne geçer. Baki-i hakiki olan Allah’ın sevgisini taşımak, onun
aşkını yansıtmak, onun cemal ve celalinin sevdalısı olmak için yaratılan ve bu yönüyle bir
Samed aynası olan Kalbin içindeki sevda mahallini, fani, geçici, değersiz, kıymetsiz şeylere
açmak, onu onlarla meşgul etmek, acı ve kederlere davetiye çıkarmak anlamına gelir.
Çünki “zeval-i lezzet, elem olduğu gibi; zeval-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün
mecazî âşıkların divanları, yani aşk-nameleri olan manzum kitabları, şu tasavvur-u
zevalden gelen elemden birer feryaddır. Her birinin, bütün divan-ı eş'arının ruhunu eğer
sıksan, elemkârane birer feryad damlar”(Sözler, 215 ).
12
Dünyevi işlerimiz için dua etmek ihlası bozar mı?
Öyle zannediyoruz ki, Risale-i Nur eserlerinde geçen ve ihlasın kırılacağını belirten dualardan
maksat, ayet, zikir, evrad türü konulardır. Onların temel esprisi ahrete yönelik bir ibadet
olmalarıdır. Bu sebeple onları dünyaya ait işlerin olması için okunmaları durumunda asıl ibadet
yönleri olan ihlası kırar ve tesirlerini de zayıflatır.
Bediüzzaman hazretlerinin ilgili ifadelerini yeninden birlikte okuyalım:
“İkinci Mes'ele: Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i
İlahî ve neticesi rızayı Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye
olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine
terettüb eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münafî olmaz. Belki zaîfler
için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler.
Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler; o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya
illetin bir cüz'ü olsa; o ubudiyeti kısmen ibtal eder. Belki o hasiyetli virdi akîm bırakır,
netice vermez. İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hasiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı
Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî'yi veya bin hasiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir'i, o faidelerin
bazılarını maksud-u bizzât niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve
göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünki o faideler, o evradların illeti olamaz
ve ondan, onlar kasden ve bizzât istenilmeyecek. Çünki onlar fazlî bir surette, o hâlis
virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten
çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki; böyle hasiyetli evradı okumak için zaîf
insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip;
evradı sırf rızayı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu
hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i sâlihînden mervî olan faideleri
görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkâr da eder”( Lem'alar, 131 - 132 ).
Zikir ve evradın dışında meşru olan isteklerimizi cenab-ı hakka arzetmekte elbette bir sakınca
olmadığı gibi, Allah’ın bizden istediği bir kulluk simgesidir. “Duanız olmazsa ne
ehemmiyetiniz var”(Furkan, 25/77), “Beni çağırın/arzularınızı bana iletin ki size cevap
vereyim”(Mümin, 40/60) gibi ayetlerde bu husus açıkça ifade edilmiştir.
Bundan da anlaşılıyor ki, “Allah’ım! Beni cennete koy ! Hastalığıma şifa ver! Müslüman
temiz birisiyle evlenmeyi bana müyesser kıl! Bana helal dairede geniş ve bol rızık ver!”
gibi dualarda istenilen şeylere uygun niyet etmek şarttır. Yani, bu duaları yaparken, “ben
bunları sadece ibadet olsun diye yapıyorum” şeklinde bir niyet taşısa asıl yanlış burada olur.
Çünkü, zoraki bir niyet samimiyeti kırdığı gibi, isteklerine dair arzusunu da dürüstlük
zemininden uzaklaştırır. Adeta Allah’a karşı kişiyi iki yüzlü duruma sokar.
Özetle ahirete yönelik olması gereken zikir, fikir, evradımızda dünyevi menfaatleri
düşünmeyeceğiz. Dünyaya yönelik isteklerimizi sıralarken de samimi olacak ve bunu da sırf
ahiret sevabı için yapıyormuşçasına iki yüzlülükten uzak duracağız.
13
Kim, nazarlık veya muska takarsa Allah’a şirk koşmuştur,
anlamında bir hadis var mıdır?
İlgili hadis rivayeti şöyledir: “(İçerisinde sihre ya da küfre ihtimali bulunan anlaşılmaz
sözleri) okuyarak (hasta) tedavi etmek, muska takmak ve sevgi ilacı yapmak şirktir."
(Ebu Davud, Tıb, 17)
Konuyla ilgili başka bir hadis ise şöyledir: "Okuyarak tedavi etme usulü (nün) göz
değmesinden ve zehirli böceklerin sokmasından başka (hiçbir hastalıkta bu iki hastalık
kadar olumlu tesiri) yoktur" (Buharı, Tıb 17; Müslim, İman 374)
Hadiste geçen Rukye, büyü anlamına gelir. Şifa ümidiyle dua okumaya da "rukye" denir. Şifa
ümidiyle, Kur'an âyetlerini, Allah'ın güzel isimlerini ve Hz. Peygamber'in öğrettiği duaları ve
bunlardan alınan ilhamla yazılan dua ve münacatları okumanın caiz olduğunda ittifak vardır.
Ancak tedavi maksadıyla bunlardan başka şeyleri okumak, özellikle içlerinde manası
anlaşılmaz kelimeler bulunan sözleri okumak haramdır. Çünkü bu sözlerin sihir için kullanılan
sözler olması ihtimali bulunduğu gibi onların bir takım putların veya şeytanların ismi ya da
küfür ifade eden sözler olması ihtimali de vardır.
Tekili "temîme" olan "temaim" kelimesi ise muska demektir. Abdullah bin Ömer
Peygamberden (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Sizden biriniz uykuda korkarsa şöyle desin:
'Allah'ın gazab ve azabından ve kullarının şerrinden, şeytanların vesvesesinden ve
yanıma gelmelerinden eksikliği olmayan Allah'ın sözlerine sığınırım.' O zaman, hiçbir şey
ona zarar vermez."
Abdullah bin Amr onları temyiz çağına gelen çocuklarına öğretir, temyiz çağına gelmeyen
çocukları için yazıp onların boynuna asardı. (Tirmizi, Daavat, 94)
Ancak bunları istismar edip sanat haline getiren ve saf kadınlarla teşriki mesai edip onlarla haşr
ve neşir olmak kesinlikle haramdır.
Hadiste geçen Tivele, karı ile kocanın arasında bir sevginin doğması ümidiyle okunan bir takım
sihirli sözlerdir. Bunlar ya ipler üzerine okunur, yahutta kâğıt üzerine yazılarak ve bir takım
ameliyelerden sonra gayeye erişmeye çalışılır.
Görüldüğü gibi ilk hadis-i şerifte; nefes etmek, muska takmak ve bir takım ibareler
okumakla tedavi etme yöntemlerinin şeytan işi ve şirk olduğu ifade edilirken, ikinci hadis-i
şerifte okunup üflemenin, bazı hastalıkların tedavisinde geçerli bir yol olduğu ifade
edilmektedir.
Görünüşte bu iki hadis arasında bir çelişki varmış gibi anlaşılıyorsa da aslında burada çelişki
yoktur. Çünkü Hz. Peygamber tarafından yasaklanan söz konusu tedavi usûlleri, şifası
Allah'tan değil de sırf kendilerinden beklenen ve İslâmî usûllere ters düşen tedavi
şekilleridir.
Aslında hayatımızda yaptığımız bir çok işin haram olanı da vardır, helâl olanı da. Meselâ
zehirli ilaç haram maddelerden yapılmış ise kullanılması haramdır. Helâl maddelerden
yapılmışsa kullanılması helâldir. İçerisinde söylenmesi haram sözler bulunan şiir yazmak ve
okumak haram olduğu gibi, içerisinde söylenmesi haram sözler bulunmayan şiirleri yazmak ve
okumak helâldir.
14
Muska takmak da böyledir, içerisinde söylenmesi küfrü gerektiren sözler bulunan bir muskayı
yazmak veya takmak haram olduğu gibi, tesirini Allah'tan değil de bizzat muskadan bekleyerek
bunu takmak da haramdır.
Fakat içerisinde böylesi sözler bulunmayan bir muskayı tesirini sadece Allah'tan bekleyerek
takmakta hiçbir sakınca yoktur.
Muskacılığın bir meslek haline gelmemesi, dinin ve dinî duyguların hasis menfaatlere âlet
edilmemesi bakımından dikkatli olunması gerekir.
İlave bilgi için tıklayınız:
NAZAR ve NAZARLIK
Nazar/göz değmesi insanı öldürür mü? Nazara/göz değmesine karşı ne gibi tedbirler alınabilir;
Büyüye karşı sirke tedavisi var mıdır? Göz değmesinin sebepleri nelerdir?
15
Download