Pdf İndir - On5yirmi5.Com

advertisement
On5yirmi5.com
Edep yâ Hu!
İslam'da her şey edep üzerinedir. Edep her şeyi kuşatan yekpare bir alandır. Edep
sadece fikirde, işte, niyette güzellik değildir. Güzellik ve doğruluğun aynı anda
yaşanmasıdır.
Yayın Tarihi : 2 Haziran 2017 Cuma (oluşturma : 10/20/2017)
İslam'da her şey edep üzerinedir. "Edep" kavramı bizim medeniyetimize has bir kavram. Savaş Ş.
Barçkin bizlere her hali ile edebi şu satırlarla anlatıyor: Batı dillerinde "edep" kelimesinin karşılığı
yok. Ona yakın gelen Fransızcada "étiquette" veya İngilizcede "good manners" tabirleri var. İkisi de
aslında görünürdeki davranışları anlatan kavramlar… Yani "adab-ı muaşeret" dediğimiz şeye işaret
ediyorlar. Bizdeki "Hak ile beraber olmak, olan her şeyi Hak'tan bilmek" manasındaki engin "edep"
anlayışı orada yok. "Ahlak" kavramının karşılığı bile "etik" değildir. Aynen "gönül", "aşk", "muhabbet"
kelimelerinin karşılığı olmadığı gibi… Nasıl olsun ki? Daha kendi varlığını özüne, yani Mevla'ya
bağlayamayan Batılı, davranışını neye bağlayacak ki? Bu kavramların Batılı muadilleri yoktur, çünkü
varlığı olmayanın ismi de olmaz.
Bizdeki "edebiyyat" kavramı bile "edep"ten gelir. Edepten doğan veya edep bildiren eserler
demektir. Oysa bu kavramın Batı dillerindeki karşılığı olan "literatura", kök anlamı itibariyle "yazılan
şeyler" demektir. Vasıf bildirmez. Aradaki uçurumu görüyorsunuz. İnsanın Mevla için yaptığı her iş
onun kulluğunu, onun Mevla ile olan ilişkisini güçlendiren bir şeydir. Böyle yapmak edeptir. Zaten
bizim medeniyetimizde kulluk ve hayat ayrı alanlar değildir. Biz seccadenin üzerindeyken de
Mevla'nın huzurundayız, seccadeden kalkıp sokağa çıkınca da öyle… O hâlde namazdaki edep,
dükkândaki veya devlet dairesindeki edepten farklı olabilir mi? Edep her şeyi kuşatan yekpare bir
alandır. Bir müzisyenin edebiyle bir hocanın, bir imamın, bir anne babanın veya bir işçinin edebi
birbirinden farklı şeyler değildir. Namaz kılarken, yemek yerken, alışveriş yaparken, savaşırken,
düşünürken, tartışırken, şiir yazarken, müzik yaparken edebin dışında olamayız. Bu sebepten bizim
musikimize baktığınızda aslında bir edep musikisidir. Sanatına baktığınızda bir edep sanatıdır.
Mimarisi bir edep mimarisidir. Bilimine baktığınızda bir edep bilimidir. Ticaretine baktığınızda da bir
edep ticaretidir. İnsanı insan yapan edeptir. Kendine karşı edep, evrene karşı edep, bütün varlıklara
karşı edep ve elbette hepsini çevreleyen Mevla'ya karşı edep... Bu duyguya sahip olan bir insan
kolay kolay kimseye zarar vermez. Kimseyi ayrıştırmaz, kimseyi yabancılaştırmaz, kimseye
zulmetmez. Bu insandan çirkinlik değil güzellik, keşmekeş değil huzur sadır olur. Ona bakan Allah'ı
hatırlar. İmanı, İslam'ı sevdiren bu insandır. Sevilecek insan bu insandır.
Namazdaki edep, dükkândaki veya devlet dairesindeki edepten farklı olabilir mi? Edep her şeyi
kuşatan yekpare bir alandır.
Onun düsturu, hiç bilmiyor olsa bile Peygamber Efendimiz'in şu buyruğudur: "Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!" Edep sadece fikirde, işte, niyette güzellik
değildir. Güzellik ve doğruluğun aynı anda yaşanmasıdır. Güzellik ve doğruluk da ölçüyledir. Çünkü
elinde ölçüsü olmayan güzeli de doğruyu da tespit edemez. O hâlde edep, ölçüyü muhafaza
etmektir. Nitekim Mevlamız buyurur: "Sabah akşam Rablerine O'nun rızasını dileyerek dua eden
kimselerle beraber nefsince sabret! Sen dünya hayatının süsünü arzu ederek onlardan gözlerini
ayırma. Kalbini Bizi anmaktan gafil kıldığımız, keyfinin ardına düşmüş ve işi aşırılık olmuş kimseye
uyma!" (Kehf suresi, 28. ayet)
Bize güzelliği, ölçüyü, insana hürmeti, hakka riayeti, cömertliği, diğerkâmlığı, tevazuyu emreden,
öğreten Rabbimiz'dir, Resulullah'tır. O yüzden edebin kaynağı da Kur'an'dır, sünnettir. Mehmed
Akif rahmetli, Sebilürreşad'daki yazılarının birisinde şunu söyler: "İşte bizi öldüren, za'fa, tefrîkaya
düşüren iki derd-i içtimâî: azimsizlik, terbiyesizlik..." Bugün de maalesef azimden, terbiyeden,
güzellikten, doğruluktan uzağız. Ne tenkit etmeyi ne teşekkür etmeyi ne de takdir etmeyi
biliyoruz.
Nobranız, hoyratız, kabayız. Göreve atarken, görevden alırken, bir işi birine verirken, ticaret
yaparken, siyaset yaparken, severken, överken, kızarken, okurken, yazarken çirkiniz. Bir de bu
kabalığı samimiyet sanıyoruz. "Ben buyum, beni böyle kabul edin" diyoruz. Belli ki ayetleri ve
hadisleri kalp aklıyla okumamışız. Belli ki henüz doğruluk ile güzelliğin aynı şey olduğunu
anlayamamışız. Belli ki ne Allah'ı ne Resulullah Efendimiz'i tanıyamamışız. Belli ki Kur'an'ı okuyoruz
ama onu yemiyoruz. "Kur'an da yenir mi?" demeyelim. Anlatayım… Mevlana hazretleri bir gün
Kur'an'ın anlamından haberi olmayan bir hafızdan bahsetti. Onun vaziyetinin kötü olduğunu
misallerle anlattı. Sonra şöyle dedi:
"Rivayet etmişlerdir, Peygamber Efendimiz'in zamanında sahabenin çoğu belki bir sure, belki yarım
sure ancak ezberlemişti. Ezberleyeni de pek büyük görürler, bir sure ezberinde diye onu parmakla
gösterirlerdi. Bunun sebebi şuydu: Onlar, Kur'an'ı içiyorlardı, yiyorlardı, sindiriyorlardı." Yani Allah'ın
muradını ahlak ve edep hâline getirmişlerdi.
Edep sadece fikirde, işte, niyette güzellik değildir. Güzellik ve doğruluğun aynı anda yaşanmasıdır
Edebi olmayan hiçbir iş, -Kur'an kıraati olsun, ilim olsun, şarkı söylemek olsun, savaş olsun, ticaret
olsun, siyaset olsun, sanat olsun- hayırlı bir sonuç vermez. Hatta aslına ihanet eder. Çünkü ölçü
dışına çıkmıştır, eğridir, çarpıktır.
Hepimiz "Allah güzeldir, güzeli sever" hadis-i şerifini biliriz. Ama her bildiğimizde olduğu gibi ne
hayatımızda ne fikrimizde ne işimizde bu fermanın eseri maalesef yok. Oysa güzellik üzerine
onlarca sayfa makale yazacağımıza, iki saat konuşacağımıza tek bir güzelliği yaşatsak her şey yerli
yerine oturacak. Mesela güler yüzlü olmak… Mesela selam vermek… Mesela insanların hatasını
yüzlerine vurmamak… Mesela gıybet etmemek…
Edep sadece insana değil, canlıya cansıza, zamana, mekâna gösterilir. Çünkü yaratılmış her şey
bizim içindir. Hepsi Mevlamız'ın bize lütfettiği nimetlerdir. 1920'de vefat eden büyük Halvetî
mürşidi Ahmed Amiş Efendi bir gün dervişleriyle yolda gidiyordu. Bir dervişi ayağıyla yol üzerindeki
bir taşı kenara itti. Bunu gören o yüce gönüllü kişi onu şöyle uyardı: "Ayağınla itme o taşı. Çünkü o,
Allah'ı zikrediyor. Bu yüzden hürmet göster, elinle al, kenara koy." Peki bu zat, bu ilginç edebi
nereden öğrenmiş? Kulaktan dolma değil, kitaptan değil, ama belli ki şu ayetin hakikatine erdiği için:
"Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tesbih etmektedir." (Haşr suresi, 1. ayet)
Bugün "edep", belki birtakım sıkıcı kurallar, görünürdeki tutumlar, çevreye uymak için yapılan şeyler
olarak anlaşılabilir. Saçtan baştan, kıyafetten, yemek yeme şeklinden, büyüklere saygıdan ibaret
görülür. Hâlbuki edep, adab-ı muaşeret kurallarından daha geniş bir şeydir. Edep sadece "şöyle yap,
böyle yapma" demek değildir. Yani zahirî olandan, görünenden ibaret değil, bunun çok ötesindedir.
Niye? Çünkü edep Mevla ile beraber olmak demektir. Asıl edep budur. Yani siz hangi hâlde olursanız
olun, ne tür kıyafeti giyerseniz giyin, nerede oturursanız oturun, ne iş yaparsanız yapın Mevla ile
olan bağlantınızı kurduğunuz anda edebe sahip olursunuz. Bu, dıştaki edebin önemsiz olduğu
anlamına gelmez. Çünkü dıştaki edep olmadan içteki edep, içteki edep olmadan da dıştaki edep
olmaz.
Biz "edeb"in hakikatinden o kadar uzaklaşmışız ki, bugün "edepli insan" denince neredeyse silik,
sünepe, korkak insan anlıyoruz. Buna karşılık saldırgan, çıkarcı, kaba adamları makbul görüyoruz.
Çünkü onlar "cevval, iş bitirici" adamlar bize göre…
Oysa tevazu kadar vakarda, barış kadar savaşta, sükût kadar sözde, fedakârlık kadar yiğitlikte edeb
vardır. Zalime karşı susmak değil, ona haddini bildirmek edeptir. Kibirliye karşı tevazu değil, kibir
göstermek edeptir.
Bugün tanıdığımız, televizyonlarda gördüğümüz, yazılarını okuduğumuz, peşinden gittiğimiz
insanlara bir bakalım. Ayak oyunları yapıyorlar, karalıyorlar, yalan söylüyorlar, abartıyorlar,
aşağılıyorlar, ayet ve hadisleri bile bu rezilliklerine alet ediyorlar. Oturma şekilleri, bakışları, sözleri
hep falso. Muhataplarını hemen cehaletle, fitneyle suçluyorlar. Peki, İslam nerede? İslam ahlakı,
Müslüman güzelliği, Peygamber ahlakı nerede?
Bazıları, "Tartışmanın edeple ne alâkası var?" diye sorabilir. Hâlbuki tartışmanın da her şey gibi bir
edebi vardır. Zira edep ahlak, ahlak da iman demektir. Laikliğe, hayatı dinî ve dinî olmayan diye
bölmeye karşı ömürlerini geçirenlerin bir tartışmada bile imanlarını yansıtamamaları, imansız
olanların tartışmasından bile beter davranmalarında bir sorun yok mu sizce? İman davranışa,
muameleye, işe yansıyamıyorsa temelde bir şey eksik demek değil mi?
Meşhur bir İslamcı şairimizi çok seven bir dostum var. Bu şair, Ankara'ya geldiğinde dostum onun
sohbetine gitmiş. Şair bir şeyleri yanlış anlatınca çok bilgili olan dostum ona edeple yanlışını
hatırlatmış. İslamcı şair bunun üzerine dostuma hakaretler yağdırmış. Şimdi bu meşhur kişi, şair
olmasına şair olabilir ama acaba "adam" mı? Bunlar adamlıkta bu kadar zavallı iseler nasıl gerçek kul,
gerçek mümin, gerçek Müslüman olabilirler? Çünkü Müslümanlık adamlık demektir.
Kimilerince "İslam'ı hayata hâkim kılmak" diye tarif edilen İslamcılık, son otuz yılda Müslümanları
daha paralı, daha makamlı, daha tahsilli, daha güçlü yaptı. Ama daha doğru ve daha güzel yapmadı.
Mesela en edeplilerimiz en İslamcılarımız, en İslamcılarımız da en edeplilerimiz değil. Sizce burada
bir sorun yok mu?
Nasıl medeniyetimizi inşaya onun mimarideki, musikideki, edebiyattaki, dildeki, kısacası her alandaki
bakiyesinin anlamına ererek başlamalı isek, edebimizi takınmaya da geleneğimizdeki güzelliği
öğrenerek, ona talip olarak başlamalıyız.
Evet, Müslümanların nasuh bir tövbe edip, imandan kaynaklanan doğruluğa ve güzelliğe dönmesinin
vakti geldi, geçiyor.
Edeb yâ Hû!
Yenişafak
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Edep yâ Hu!
Download