EDEP Öğrencilerinin Ürdün`den Kudüs`e Uzanan Yaz Günlüğü

advertisement
Yaz 2015 - Sayı: 3
Edeple gelen, lütufla gider!..
EDEP Öğrencilerinin
Ürdün’den Kudüs’e
Uzanan Yaz Günlüğü
Uluslararası İslamî
İlimler Yaz Okulu’nun
ilki gerçekleştirildi
Zaytuna College-EDEP ı
değişim programı imzaland
Söyleşi
Prof. Dr. Murteza Bedir:
Son yüz elli yılda yaptığımız
ilmi çalışmaların bir hesabının
tutulması, verilmesi lazım.
Bunlar tutarlı mıydı, eksiği
neydi, buradaki sorular doğru
sorular mıydı?
EDEP İhtisas grubunun
Karadeniz sergüzeşti
Eğitime Destek Programları Merkezi
Center for Excellence in Education
‫مركز التميّز العلمي‬
EDEP Onur Programı / 4
Niçin EDEP’e Geldik / 5
Modern Arapça Hocalarımız / 6
EDEP Konferansları / 7
Sultan Şimşek İle Danışmanlık Faaliyetlerimize Dair / 29
İhtisas Kadrosu / 32
Murteza Bedir Hocamızla Söyleşi / 34
Yaz Okulu Dosyası / 43
Hamza Yusuf’un EDEP Ziyareti / 52
İmam Afroz Ali ile Hasbihal / 58
Ürdün Dosyası / 62
Karadeniz Sergüzeşti / 69
YAZ 2015 YIL:1 SAYI:3
Editör: Betül Tarakçı
Tashih: Nimet Küçük, Şeyma Özdemir
Adres: Hırka-i Şerif Mah. Akseki Camii Sk. No:1 Fatih/İstanbul (Hırka-i Şerif Camii yanı - Muhafız Konağı) www.edepmerkezi.org • [email protected]
Tel: 0212 532 04 08 Faks: 0212 532 04 07
Baskı&Cilt: Limit Ofset: Litros Yolu 2. Matbacılar Sit. ZA13 Topkapı - Zeytinburnu / İstanbul • Tel: +90 212 567 45 35
Yılda iki sayı olarak yayınlanır.
Ücretsizdir.
Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.
Editör’den
Zamanı aşar, mekandan taşar, daha fazla dost arar olduk. Geçip dar boğazları, sürrelerin durağı caanım Üsküdar’a konar,
Atîk Valide’den Cedîd Valide’ye sığınır olduk. Bırakmadılar
bizi, Hüdaî Hazretleri’ne komşu olup çifte ezan duyar iken
ilim tahsil eder olduk. Kimi vakit sancısını çeker, kimi vakit
neş’esini taşır olduk. Hem misafir ettik, hem misafir olduk.
Deniz aşırı gelenlere ayna tutar olduk. Kimilerine göre ‘biraz
fazla’ da olduk hani. Fakat durmadık, ‘ol’maya ve ‘ol’durmaya
hâzır ve nâzır olduk!
İhtisas kadromuz sayesinde daha hareketli ve dahi bereketli
bir bülten sizleri bekliyor. Âlîcenâbâne davranışlarına mukabelede aczimiz olsa da, her birine ayrı ayrı, kavlen ve fiilen
desteklerini esirgemedikleri için teşekkürler ediyoruz. Ve biz
içerideki bu netameli yolları alırken dışarıdaki yolları kolaylaştırdıkları için TÜRGEV’e de hayır duada bulunuyoruz.
Siz teşehhüd miktarı göz atarken biz o tahiyyat hürmetine
emn ü necat bulalım ve O’nun ihsanıyla nihaî gayemiz için
çalışmaya başlayalım. Vesselam…
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP Onur
Yaz Yoğun Programı
Nilüfer Kalkan
Akademik Koordinatör & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi
EDEP, 10 Mayıs günü gerçekleştirilen mülakatlar neticesinde üniversitelerin farklı alanlarından 25
öğrencisini de programına eklemiş ve toplam 64 öğrencisi ile yaz programını 22 Haziran-11 Eylül
tarihleri arasında iki aşamalı olarak gerçekleştirmiştir.
Dokuz haftalık bu yaz programı çerçevesinde öğrenciler Klasik Arapça seminerlerini Yavuz Kamadan
ve Mustafa Yavuz; Modern Arapça seminerlerini Zeynep Çilingir, Rissam Sreiwel, Ala Ghazzawi, Sawsan Bara, Sheza Hayyal, Safaa Dasouqi; Kur’an seminerlerini Ayşegül Işık ve Ala Ghazzawi; Mektubat
seminerlerini Recep Şentürk; Kitap Müzakerelerini Neslihan Demirci; Hadis seminerlerini Nilüfer
Kalkan, Kısasu’l-Enbiyâ seminerlerini Sümeyye Sarıtaş gibi alanında yetkin hocalardan almışlardır.
Yaz Yoğun Programı devam ederken Üsküdar şubesinin de açılmasıyla birlikte güz dönemi için Ağustos
ve Eylül aylarında yapılan mülakatlar neticesinde 180 kişi arasından seçilen 57 öğrencinin 24’ü Üsküdar şubesinde, 33’ü Fatih Şubesinde eğitim almaya hak kazanmıştır. EDEP Onur Programı yeni alımlarla bünyesine kattığı 121 öğrencisi ve yeni hocalarıyla ile Güz dönemi hazırlıklarını sürdürmektedir.
EDEPBÜLTEN 4
Nicin EDEP’e Geldik ?
Hatice Kübra Koca,
EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. Sınıf
Girmek istediğiniz yerin kapısında “Niye geldin?” sorusuyla karşılanmak garip gelir, hevesinizi kırar şüphesiz. EDEP’te bu soru tam aksi
bir etki yapıyor, size yöneltildikten hemen sonra önünüzdeki kağıdı doldurmak için ateşiniz
çıkana kadar yazıyor da yazıyorsunuz. Benim
o anda yardımıma Oğuz Atay koşmuştu: “Ben
bir şeyin taklidiydim fakat aslımı bile doğru
dürüst öğrenememiştim.” Aslımı öğrenmek
için geldim. Kimin, neyin taklidi olduğumuz
açık (taklit tabiri yerindeyse tabii) fakat ne aslımızı, ne de bizi birer taklit olarak yaratanı tanıyoruz yeterince. Pazarda annesini kaybetmiş
çocuk gibi etrafımıza bakınıyoruz, onun kadar
sebatlı değiliz tabii, bulamayınca ağlamıyor, hiç
bulamayacakmışız gibi davranıp pes ediyoruz.
Kendimize yetecek kadarından fazlasını bilmemize ne gerek var? Buraya gelmeden önce kafamı kurcalayan en önemli sorulardan biri buydu.
Allah bana sadece beni soracaktı, ben de üzerime farz olan ibadetleri bilsem, onları uygulasam
yeterdi, ne diye “âlime” olacaktım ki? EDEP’e
başvurmama vesile olan arkadaşım bu fikrimi tamamen değiştirdi. Hayır, ben sadece kendimden
sorumlu değildim. Ne yükler vardı sırtımda, ruhum bile duymadan taşıdığım. Halil Cibran’ın şu
dizeleri düştü aklıma:
“Günah işleyemez günahkar, hepinizde saklı
olan günah işleme isteği olmasa.(…)
Kaldırmasa da kalbiniz, bir de şunu söyleyeceğim:
Maktul, hesap vermeyecek değildir katledilişinden dolayı.
Soyulan, soyulmuş olmaktan sorumsuz değildir.
Müttaki kişi, günahkarın işlediklerinden muaf
değildir.
Eli ak olan arınmamıştır aslında zalimin işlerinden.”
Tebliğ, benim devamlı kendimle meşgul olurken unuttuğum bir sorumluluğumdu. Bittabi
soracaktı bana Allah, evet bir Müslüman olarak
okudun, bir şeyleri temsil ettin ama layıkıyla yerine getirdin mi görevini? Yalnızca kendi
amelinden mi sorumlu olacağını sandın? Hayır,
sen haklı ve iyi olabilirsin ama haksız ve kötü de
senden sorulacak. Yapabilecekken niye yapmadın, neden başkalarının dertlerine de derman
olmadın? Beni bulmaları için vesile kılmıştım
halbuki seni, neden yan gelip yattın? Boş kalır
yarınlar, eğer boyamazsa insan onu varlıkla.
Ben EDEP’e görevimi yerine getirebilmek için
geldim, bu sorular karşısında afallamayayım
diye. Dört haftadır buradayım ve aradığımdan
çok daha fazlasını buldum. Bu kadar çabuk kaynaşmayı inanın beklemiyordum, önümüzdeki
bültenlerde sınıf arkadaşlarıma ve hocalarıma
şiir yazarken bulursanız beni, şaşırmayın.
Öteki tarafta gençliğini nerede harcadın diye
sorulduğunda EDEP gibi bir yeri gösterip
“İşte burada, senin rızan için çalışarak.” demek
istiyorum. Bir şeyi yapmanın tek bir yolu yok,
herkesin nasibi farklı yerlerde elbette. Fakat ben
nasibime düşeni seviyorum. Sevdiğim işleri
yaptıkça yaşadığımı ve bunun bir hak değil bir
ayrıcalık ve armağan olduğunu hatırlıyorum.
Bize hediye edilmiş bu hayatı hak etmeliyiz.
“Yapmak olmaktır.
Yapmış olmak değil,
Yapmamak ölmektir.”
EDEPBÜLTEN 5
BÜLTEN 2015 GÜZ
Modern Arapça
Hocalarımız
Hayriye Kargı, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. sınıf
taokul ve lise eğian Shaza Khayal or
ızd
ım
lar
ca
ho
rsi
de
sonra üniModern Arapça
mini tamamladıktan
iti
eğ
e
lis
da
ın
yıl
01
20
i. Lisans eğitimini
timini Halep’te aldı.
ye Şeria’da devam ett
lliy
Ku
a
k’t
aş
m
Di
e
edreversite eğitimin
ında İslamî Terbiye M
yıl
08
20
k
ara
lay
am
tam
in Kullanımı ko2005 yılında başarıyla
ern Eğitimde Teknolojin
od
M
a
nd
rfı
za
re
sü
Merkezi’nde
sesi’ne geçti. Bu
l’a geldi. Şu anda EDEP
bu
an
İst
da
ın
yıl
14
nusunda icazet aldı. 20
lığı yapmaktadır.
Modern Arapça hoca
Safaa Dasouqi 1992 yılında Şam’da doğdu. Aslen Filistinli
olan hocamız bir süre Suriye’de de bulundu. İlk ve orta eğitimini 2009 yılında Unrwa Medresesi’nde tamamladıktan sonra Dimaşk Üniversitesi’nde Arap Dili
Bölümü’nde üniversite eğitimine başladı. Lisans
programını 2013 yılında tamamlayarak mezun
oldu. Arap Dili ve Belagatı’nda yüksek lisans yapan
hocamız savaş esnasında Unrwa Medresesi’nde
öğretmen olarak calışmaya başladı. Daha sonra İstanbul’a taşınan hocamız halen EDEP Merkezi’nde
Modern Arapça dersleri vermeye devam etmektedir.
ersite eğitimini Dimaşk ÜniSawsan Bara 1993 yılında Şam’da doğdu. Üniv
mız “Lise Eğitimi’nde Teknoloversitesi İktisat bölümünde tamamlayan hoca
Şu an İstanbul Üniversitesi
jinin Kullanımı” projesine katkıda bulundu.
2013 yılında Türkiye’ye
İşletme Bölümü’nde üçüncü sınıf öğrencisidir.
ve derslerin hazırlanmasıgelerek insan kaynakları alanında konferanslar
Merkezi’nde Modern Arapna katkıda bulundu. Hocamız şu anda EDEP
ça eğitimi vermektedir.
EDEPBÜLTEN 6
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RAN S L A R I 1
EDEP KONFERANSLARI
İLİM VE EDEP İLİŞKİSİ
Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan
24 Haziran 2015 /EDEP Konferans Salonu
Ayşenur Erol, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. sınıf
EDEP Konferansları’nın ilki “İlim ve Edep İlişkisi” hakkındaydı. Yaz dönemi programımızın
ilk günü, konuğumuz Prof. Dr. Ahmet Turan
Arslan hoş üslubu ve meselleriyle bize ilmin
önemi ve edeple ilişkisi hakkında bir konuşma
yaptı. Hocamız edep kelimesinin sözlük anlamını ifade ettikten sonra ahlak ve edebin hayatının tamamını kuşatığını vurgulayarak ilmin
amel haline gelmesi, gönlünde ilme karşı sevgi
duyan birinin onu ziyadeleştirmek için var gücüyle çalışması, ilim yolculuğunda Allah (c.c.)
rızasını kazanmanın hedeflenmesi, hayır işlerken harama bulaşmadan yapılması, ilim talep
eden kişinin enaniyetten kurtulması gerektiği
gibi pek çok nasihatta bulundu.
Günümüzde üniversite mezunu sayısı arttı,
eğitimin önündeki engeller kalktı, okuryazar
oranımız arttı ama gelin görün ki ahlaki yönden
istenilen seviyeye ulaşılamadı. Bunun sebebi
ilme saygı gösterilmemesi mi, ilim yolculuğuna
çıkarken taşınılan niyet mi, alınan ilmin amele
dönüştürülemeyişi mi yoksa edep ve ilim arasındaki köprünün kurulamamış olması mı? Günümüzdeki bu manevi çöküşün çözümü yine
Ahmet Turan Arslan
1949 yılında Sivas’ta doğdu. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü’nde “İmam Birgivî ve Arapça Tedrisatındaki Yeri” adlı
tezi ile doktora derecesini aldı. 1983 yılında Tunus’ta Ma’hed Burgiba
il’l-luğati’l-hayye’de Arapça eğitimi gördü. 1984’de M.Ü.Arap Dili ve
Belagatı Anabilim Dalı Başkanlığı’na atandı. 1992 yılında üç ay süre ile
Londra’da ilmî çalışmalar yaptı. 1993 tarihinden itibaren araştırmalar
yapmak üzere Malezya’da Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde görevlendirildi. Külliyetü Meârifi’l-vahyi ve’l-ulûmi’l-insâniyye’de yüksek lisans
ve doktora dersleri verdi, tezler yönetti. Singapur ve Malezya’nın muhtelif şehirlerinde konferanslar verdi. 1995 yılında Malezya’daki görevini
tamamlayarak geri döndü. Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan, ayrıca Türkiye
Yazarlar Birliği (TYB), Türkiye İlim, Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği
(İLESAM), Dünya İslâmi Edebiyat Birliği ve İlmi ve İçtimai Hizmetler
Vakfı gibi bilimsel kuruluşların üyesidir. Fatih Sultan Mehmet Vakıf
Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı
Başkanlığı görevinden sonra hali hazırda aynı üniversitede İslami İlimler Fakültesi Dekanı olarak görev yapmaktadır.
EDEPBÜLTEN 7
ilimde. Ama kuru kuruya bir ilim değil amele
dönüşen bir ilim. Hocamızın da dediği gibi:
“Oğlum, okumak okumak! Yok mu biraz da dokumak?” Ahlak ve edeple birlikte hayatta aksini
bulmuş bir ilimdir bu. Çünkü ahlak ve edep hayatın tamamını kuşatır. Edep insana kendisini
öğretir. Yunus Emre’ nin dediği gibi: “İlim ilim
bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini
bilmezsen / Ya nice okumaktır” .
Hocamızın tecrübe süzgecinden geçerek bize
ulaşan bir diğer bilgi de niyetimizin kalbimizin kararı oluşudur. İlim yoluna çıkarken niyetimiz Allah rızasına yönelik olmalıdır. Bunu
Hocamız: “Kişi hak ve hakikatin talibi olmalıdır.
Eğri mistardan müstakim yol çıkmaz.” sözleriyle
ifade etti. Eğer ilim talebi Allah’ın rızasını kazanmak için samimiyet, gayret ve azimle yapılmayıp sonunun her an gelebileceği ve içinde ne
kadar kalınacağı belli olmayan bu dünya için
yapılırsa hiç şüphesiz ilim, içi boş bir kavram
olurdu. Çünkü ilim, talebi gönülden gelen ve
sabırla elde edilen bir iştir. Zira bu işi sadece
akıl işi olarak görmek yanlıştır. Meseleler sadece akıl ile çözülseydi vahye ve peygamber delaEDEPBÜLTEN 8
letine ne ihtiyaç vardı?
İlim yolunda ilerlemek isteyen taliplerin en
önemli vasıflarından birinin tevazu olması gerektiğini ifade eden hocamız, bir ilimde baş
olmak isteyen kişinin öncelikle alçak gönüllülükle dost olması gerektiğini şu sözlerle vurguladı: “‫( ”من قال أنا عامل فهو جاهل‬Her kim ben
biliyorum derse o cahildir). Cehaletten ilme gidebilmek için önce kibri kaldırmak gereklidir.
“‫”أنا احلق‬ demek kolay “‫”أنا‬yi kırmak zordur. Ahmet Turan hocamızın konferansta dediği
gibi: “ ‘Âdâb-ı İslamiye’yi yaşayan insanları görememiş olmak bizim şanssızlığımızdır.’ diyorum ancak hocalarımı ve EDEP’teki arkadaşlarımı gördükçe gelecek nesiller için umudum
artıyor. Bir varıştan ziyade arayış olduğuna
inandığım bu hayat yolunda EDEP ailesine
katılmaktan dolayı mutluluk duyuyorum.
Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) günümüze
gelen bu manevî silsilede bir halka olmak niyetiyle çıktığımız ilim yolunda tüm kardeşlerime
tevfîk-i kâmil nasip olması dualarım ile. Allah’a
emanet olun.”
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RAN S L A R I 2
EDEP KONFERANSLARI
OSMANLI FELSEFESİ
Prof. Dr. Ömer Mahir Alper
1 Temmuz 2015 / EDEP Konferans Salonu
Mihriye Nur Tüfenk, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. sınıf
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam
Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ömer
Mahir Alper “Osmanlı Felsefesi” başlıklı konferansıyla EDEP Merkezi’nde konuğumuz oldu.
ittiğini ileri sürdü. Bu görüşünü, gerekçesini de
fikir dünyamızda yeni bir pencere açmamızı
sağlayan ve aynı zamanda sorumluluklarımızı
da hatırlatan şu sözleriyle dile getirdi:
Ömer Mahir Hoca, EDEP’teki öğrencilere
başarılar dileyerek konuşmasına başladı. Biz
EDEP öğrencilerine konuya hakimiyeti ve akıcı üslûbuyla sohbet tadında bir konferans sundu. “Osmanlı felsefesi” kavramının kapsamına
dair açıklamalarla konuya giriş yaptıktan sonra
Batılı bilim adamlarının, Osmanlı’da belli bir
felsefe ve bilim anlayışı olmadığına dair görüşlerinden bahsetti. Ömer Hoca haklı olarak Avrupa merkezci bir eğitimden geçmiş olmamızın farkında olmadan bizi de bu görüşü kabule
“Batı, modern dönemde kendi tarihini tekrar üretti ve kendi ideolojilerine göre tasnif yaptı. Çünkü
tarihi sonrakilere aktarmak için tarihi yaşamak
yetmez, tarihi yazmak da gerekir. Bu sebeple Batı
kendi dışındaki tüm toplumları ‘gelişmemiş toplum’ olarak nitelendirebildi. Osmanlı tarihini gerileme, çöküş gibi tasnif ederek bize sundu. Oysa
‘Ülkenin gelişmiş veya gelişmemişliğini belirlerken
neyi temel olarak alacağız?’ sorusu çok önemliydi.
Batı, İslam Felsefesi’nin 12. yy.dan sonra geçir-
EDEPBÜLTEN 9
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP KONFERANSLARI
Ömer Mahir Alper
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi (1990). Mezuniyetinin ardından ilmî çalışmalar yapmak üzere bir yıl Mısır’da (Kahire) bulundu
(1991-1992). Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı’nda yüksek
lisansını (1993) ve doktorasını (1998) tamamladı. Doktora
sürecinde sahasıyla ilgili araştırmalar yapmak üzere bir
yıl İngiltere’de (Londra) bulundu (1995-1996). 2005’te
İlahiyat (İslam Felsefesi) Bilim alanında doçent; 2011’de
profesör oldu. 2001 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görevini sürdürmekte olan Alper, 20082009’da Yale University (New Haven, Connecticut), Near
Eastern Languages and Civilizations Bölümü’nde bir akademik yıl misafir araştırmacı olarak bulundu. Uzmanlık ve
ilgi alanları klasik ve modern İslâm felsefesinde metafizik
ve epistemoloji, mukayeseli İslâm ve Batı felsefesi, Osmanlı düşünce geleneği ve meta-felsefedir. The International Society for Islamic Philosophy’nin (ISIP) kurucu üyeleri arasında yer alan Alper’in yayımlanmış kitaplarından
bazıları şunlardır: Osmanlı Felsefesi: Seçme Metinler, İstanbul: Klasik Yayınları, 2015; Varlık ve İnsan: Kemalpaşazâde
Bağlamında Bir Tasavvurun Yeniden İnşası (İstanbul: Klasik
Yayınları, 2010; ikinci bs. 2013), İbn Sînâ (İstanbul: İSAM,
2008; dördüncü bs. 2014), Felsefenin Doğası (İstanbul:
Litera Yayıncılık, 2012); Aklın Hazzı: İbn Kemmûne’de Bilgi
Teorisi (İstanbul: Ayışığı Kitapları, 2004), İslâm Felsefesinden Akıl-Vahiy/Felsefe-Din İlişkisi: Kindî, Fârâbî ve İbn Sînâ
Örneği (İstanbul: Ayışığı Kitapları, 2000; ikinci bs. 2008).
diği süreci çöküş diye adlandırdığı için Osmanlı
Felsefesi ve Bilimi’nden bahsedemiyoruz. Çünkü
kendilerine göre o zamanlar Osmanlı’da felsefe,
bilim tarihi vb. çalışmalar mevcud değil. Peki bizi
geri kalmakla itham eden bu zihniyeti kendi içinde
incelememiz gerekmez mi? Nükleer silah üreten,
EDEPBÜLTEN 10
İnsan hakları ve feminizm gibi kavramları icat
eden bir zihniyetin ne kadar geri olduğunu fark
etmek lazım önce. Harita dahi dünya görüşüne
göre çizilir. Avrupa’nın çizdiği haritalarda kendini üstte konumlandırması yaptıkları tasnifin, şekle bürünmüş halidir.” Ömer Hoca, söz konusu
analizleriyle bizi Avrupa zihniyeti hakkında
sorgulamaya iterek kendi kimliğimiz hakkında
da zorunlu bir sorgulama yapmaya itti. Osmanlı Felsefesi’nin mevcudiyeti üzerine yaptığımız
bu konferansta felsefenin doğası gereği mecbur
kaldığımız sorgulamalar sohbetin devamı için
zihnimizi canlı tutuyor ve merakımızı celb ediyordu. Ömer Hoca’nın devletleri birer insan
gibi tahlil edişi konferansın bize en zevk verici
anlarıydı. Şu tahlillerinde de bunun örneğini
net bir şekilde görüyoruz:
Osmanlı’da savaşlarda alınan üst üste yenilgiler
devleti bir ‘travma’ya soktu ve travmanın etkileri
hala devam ediyor. Batı 12. yy. dan yani Gazali’den sonra İslam dünyasında felsefenin tıkandığını söyler, Farabi ve İbn Sina’yı ise yorumcu olarak
nitelendirir.
1960’lı yıllardan sonra Batı’da bu görüş değişmeye başlıyor. Örneğin Fransız Oryantalist Henry
Corbin’in çalışmaları bu manada önemli. Ama
maalesef, bu çöküş düşüncesini aşamamış insanlar hala mevcut.
İnsanımıza Osmanlı’nın ekonomik, askeri vb. ıslahatlarını anlattığımızda onaylar fakat ürettiği
felsefeden bahsettiğimizde şaşırırlar. Batılıların
gözünden tarih okurken bizim ne yaptığımız
önemli değildir. Fıkıh, bilim, tefsir tarihini Batı
paradigmasından uzaklaşarak tekrar yazmalıyız. Ömer Hoca, bizim artık kendimizi üçüncü
şahıs olarak görmekten kurtulmamız gerekir
diyerek yeni kuşakları bu hususta îkaz etmeye
devam ediyor.
Ahmet Mithat Efendi’den yaptığı alıntı ise çok
çarpıcıydı: “Batı bize bilim teknoloji vb. şeyle-
Osmanlı Felsefesi’nin ana konusu ‘varlık-insan’dır.
Yani metafizik ve insan konusu üzerinde yoğunlaşır. Varlık anlayışı diğer bütün meseleleri etkiler,
o yüzden merkezdedir. Bu konular metin yazıldıktan sonra şerh, haşiye, telhis, ta’lik gibi türlerle
zenginleşir. Bu tür metinler normal metinlerden
daha üstündür. Bir toplumun çöküp çökmediği,
canlılığı bunlarla belli olur. Filozoflarla diyaloğun en iyi örnekleridir. Örneğin; İbn Sina’nın “elİşârât ve’t-Tenbîhât”ına Fahreddin Razi bir şerh
yazmıştır. Âmidi ve Tûsî ise Fahreddin Razi’nin
eleştirisine haşiyeler yazmışlardır. Nasîrüddin
Tûsî’nin Tecrîdü’l-Akâid adlı eserine dört yüze
yakın şerh ve haşiye yazılmıştır. Seyyid Şerîf Cürcânî’nin Şerhu’l -Mevâkıf’ına yüzlerce haşiye var.
Hocanın tabiriyle Bu eserlerle konunun ‘kılcal
damarlar’ına kadar inilmiştir. Sürekli geliştirilen,
ileri boyuta taşınan metinlerdir. Geleneksel İslam
Felsefesi’ni yansıtır ama aynı zamanda yeni ve
ciddi sorular üretir. Bu gelenek 20. yy’a kadar devam eder. 20. yüzyıldan sonra ise kelam ve tasavvuf eserleriyle sürdürülür.
Ömer Hoca, geleneği devam ettirebilmemiz
için gerekli olanın öncelikle oryantalist bakış
açısından kurtulmak ve ikincisinin dil öğrenmek filoloji eğitimi almak olduğunun altını çizdi. Konuşmasını sonlandırırken insan hayatının felsefi boşluğu kabul etmeyeceği hususuna
vurgu yaparak felsefenin öneminden bahsetti.
“Tüm insanlar felsefe ile yaşar. Sorun şudur ‘Kimin felsefesine göre yaşıyoruz, düşünüyoruz?’
Hangi felsefeye uyacağımız burada önemlidir. İbn
Rüşd ‘Kur’an felsefe yapmayı farz kılan bir kitaptır’ demiştir.’’
İnsanı değerli kılan onun muhakeme yeteneğidir.
Bu yeteneğini kullanmadığı sürece yaşadıklarına hiçbir anlam yükleyemez. Anlamsızlaşan
hayatının yönünü belirleyemez ve başkalarının
belirlediği yönde yaşaması kaçınılmaz olur. Peki
bir Müslüman ‘başkalarının’ belirlediği yönde mi
yoksa Allah’ın onun için belirlediği yönde mi ilerlemelidir? Felsefe yapmadan hangi yönün Allah’a
ait olduğunu ayırt edemeyiz. Kendini bilmeyen
Allah’ı bilemez. Demek ki muhakeme yeteneğimizi Kur’an’ın rehberliğiyle geliştirirsek ‘İslam Felsefesi’ni anlamış ve yaşamış oluruz.
Ömer Mahir Hocamız’a bizim için araladığı
yeni ufuk kapıları için teşekkür ediyoruz.
EDEPBÜLTEN 11
EDEP KONFERANSLARI
Osmanlı Felsefesi, Osmanlı coğrafyası içerisinde
ortaya konulmuş tüm felsefi ürünlerin genel adıdır. Osmanlı’nın topraklarının geniş olması, tek
tip yapının olmaması, farklı anlayışların olması
sebebiyle Osmanlı felsefesi şudur diyerek kesin bir
şey söyleyemiyoruz. Fakat Taşköprülüzade bize
dört yüze yakın Osmanlı filozofundan bahseder
ve onlar için sadece ‘denizden bir katre’ benzetmesi yapar.
Batı, İslam Felsefesi’nin 12. yy.dan
sonra geçirdiği süreci sonra çöküş diye adlandırdığı için Osmanlı
Felsefesi ve Bilimi’nden bahsedemiyoruz. Çünkü kendilerine göre o
zamanlar Osmanlı’da felsefe, bilim
tarihi vb. çalışmalar mevcud değil.
Peki bizi geri kalmakla itham eden
bu zihniyeti kendi içinde incelememiz gerekmez mi?
BÜLTEN 2015 GÜZ
ri sunsa beğendirebilir ama felsefe beğendiremez.” Yeni kuşaklar bunun bilincinde değiller.
Çünkü yeni kuşak ilerlemeyi, felsefesi de dahil
Batı’yı her yönüyle örnek almakta görüyor.
Yeni kuşak içinde yer alıyor olmamızın bilinciyle Ömer Hoca’nın maalesef haklı olduğunu
fark edişimiz düşündürücüydü. Hocamız bu
noktadan sonra ‘Osmanlı Felsefesi’ kavramını
açıklayarak bizim bilinçlenmemizi sağlıyor.
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RA N S L A R I 3
EDEP KONFERANSLARI
OSMANLI’DA PADIŞAHLARIN
TASAVVUFLA İLIŞKISI
Prof. Dr. Reşat Öngören
8 Temmuz 2015 /EDEP Konferans Salonu
Evren Erceylan, EDEP Hazırlık & FSM Üniversitesi MEDİT Yüksek Lisans
Ramazan ayının manevî havasını teneffüs ettiğimiz günlerde, Reşat Öngören hocamız,
Osmanlı’da padişahların tasavvuf ile olan İlişkisi hakkındaki kıymetli bilgilerini biz EDEP
öğrencileriyle paylaştı. Hocamız konferansa,
Osmanlı toplumundaki tasavvufî yapıyı bizlere
kısaca tanıtarak başladı, zira Osmanlı padişahlarının tasavvuf ile olan ilişkisi o dönemdeki tasavvufî ortam ile doğrudan alakalı olduğundan
atmosferi idrak etmemiz faydalı olacaktı.
Reşat Öngören
1963 yılında Ünye’de doğdu. 1988 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı’nda 1990’da yüksek
lisansını, 1996’da doktorasını tamamladı. 1992 yılında Londra’da Biritish Museum India Office Library and Records başta
olmak üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar yaptı. 1996-2000 yılları arasında TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı.
Ayrıca İSAM’ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi’nin
(DİA) telif heyetinde yer aldı. Ocak 2001’de İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne yardımcı doçent olarak atandı. Kasım
2001’de doçent oldu. Halen aynı fakültede öğretim üyesi ve
Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak görevini sürdürmekte
olan Öngören’in sahasıyla ilgili yayımlanmış birçok makalesi
ve İnsan Yayınları’ndan çıkan “Tarihte Bir Aydın Tarîkatı Zeynîler” (İstanbul 2003) isimli kitabı bulunmaktadır.
EDEPBÜLTEN 12
Hocamız, tasavvuf düşüncesini Anadolu’da
kalıcı olarak ortaya koymuş iki şahsiyetin
öneminden hususiyetle bahsetti. Bunlardan
birincisi, Muhyiddin ibn Arabî’dir (ö. 1240).
Yedi-sekiz sene boyunca Anadolu topraklarında (Konya-Malatya arasında) yaşamıştır.
Osmanlı Devleti kurulmadan vefat etmiş olmasına rağmen, İbn Arabî’nin evlatlığı olan
Sadreddin Konevî (ö. 1274) onun eserlerini
şerh ederek onun düşüncesini devam ettirmiştir ve İbn Arabî’nin etkisinin kalıcı olmasını sağlamıştır. Anadolu’da yaşamış ve Osmanlı
tasavvuf düşüncesi üzerinde kalıcı etkisi olan
ikinci zat ise, hayatının büyük bir kısmını
Konya’da geçirmiş olan Mevlânâ Celâleddîn
Rûmî’dir (ö. 1273). Mevlanâ’dan ilk bahseden
Osmanlı’da Fusûs’un etkisi medreseler üzerinde de vuku bulmuştur. Şöyle ki; Osmanlı’da
ilk medrese kurulduğunda Davud Kayserî (ö.
1350) ilk baş müderris olarak atanmıştır. Davud Kayserî felsefe ve matematik gibi alanlarda
önemli bir âlim ve aynı zamanda Fusûs’u şerh
eden büyük bir sufidir. Reşat Hocamız bunun
önemini şöyle yorumluyor; Osmanlı Devleti’nin medrese teşkilatını oluştururken baş müderris olarak böyle bir şahsiyetin medreselerin
Osmanlı medreselerinde etkili olan bir başka
önemli şahsiyet Molla Fenarî’dir. 1390’larda
Osmanlı Devleti’nin başkentinin Bursa olduğu
dönemde baş kadı olan Molla Fenarî bir fıkıh
ve hadis âlimidir. Yıldırım Beyazıt döneminden
yani fetret döneminden sonra şeyhülislam olmuştur. Tasavvufî kimliği olan Molla Fenarî ilim
alanında da kabul görmüş büyük bir âlimdir zira
mantık alanında yazdığı Şemsiyye (asıl adı olan
Mehmet Şemseddin’den adını alır) adlı kitabı
medreselerde yıllarca okutulmuştur. Tasavvuf
alanında ise Molla Fenarî, Sadreddin Konevî
tarafından yazılan ve Fusûs şerhi olan Miftâhu’l-Gayb’ı, Misbâhu’l-Üns adıyla şerh etmiştir.
Molla Fenarî’nın bu çalışması Fusûs’un Osmanlı entelektüeli ve yöneticileri tarafından anlaşılmasına yardımcı olan önemli eserlerden biridir.
Molla Fenarî’nin yazdığı Fatiha süresi tefsiri de
önemlidir (Aynu’l-A’yân). Kitabın ilk elli sayfası tefsir usulüyle alakalıdır ve Fatiha suresini
tasavvufa göre şerh etmiştir. Molla Fenarî bu
kitabında bir müfessirde olması gereken özelliklerden söz etmiştir. Bu özelliklerden bir tanesi de keşif bilgisidir. Müfessirin kalbinin keşif
bilgisi gelecek kıvamda olması farz olduğundan,
kalbin ilhama açık olması ehemmiyetini vurgulamıştır. Molla Fenarî’nin keşfî bilgiye verdiği
önem, etkisini kendi talebelerinde göstermiştir.
Bunlardan bir tanesi Muhyiddîn Kafiyeci’dir.
Molla Fenarî’nin öğrencisidir ve tefsir usulü
yazmıştır. Müfessirde olması gereken özellikleri
on yedi madde halinde yazmıştır ve bunlardan
bir tanesi de hocasından etkilenerek yer verdiği
ilham bilgisidir.
Hocamız Osmanlı’daki tasavvuf ortamı hakkında bizleri bilgilendirdikten sonra OsmanEDEPBÜLTEN 13
EDEP KONFERANSLARI
İbn Arabî’nin 500’den fazla eseri olduğu bilinmektedir, kendisi eserlerini Arapça yazmıştır.
En çok rağbet göreni el Futûhât-ı Mekkiyye
ve Fusûsu’l-Hikem’dir. El Futûhât-ı Mekkiye
4 ciltten oluşur, Fusûsu’l-Hikem ise tek bir kitaptır. Bununla beraber, Fusûsu’l-Hikem İbn
Arabî’nin tüm anlayışını öz olarak yansıtır ve
bu sebeple, İbn Arabî’nin düşünceleri bu eser
üzerinden takip edilmiştir. Reşat Hocamız, bu
noktada bize günümüzden Fusûs’un etkisini
gösteren ve Ahmet Avni Konuk (ö. 1938) tarafından yapılan bir çalışmadan örnek veriyor.
Ahmet Avni Konuk, Osmanlı’nın son döneminde yaşamış hukukçu bir âlimdir ve aynı
zamanda posta, telgraf kanununu hazırlayan
kişidir. Üst düzey bir posta memuru olmasına
rağmen Fusûs’u Osmanlıca harflerle tercüme
edip şerh etmiştir. Tercümeyi yaptığı sırada
Osmanlıca yasak olmasına rağmen 16 defterden oluşan bir şerh çalışması yapmıştır. Ahmet
Avni Konuk aynı zamanda Mevlanâ’nın Mesnevîsi’ni de şerh etmiştir, yazılan şerh 32 defterden oluşmaktadır. Şerhleri içeren defterler
1980’lerde bulunmuş ve yayınlanmıştır.
başında bulunması yapılanmayı etkilemiştir.
Üstelik bu şahıs vefatına kadar yaklaşık yirmi
beş yıl boyunca bu görevin başında kalmıştır.
BÜLTEN 2015 GÜZ
kişi Molla Fenarî’dir. İlerleyen dönemlerde
II. Murat da Mesnevî’yi tercüme ettirmiştir.
Mesnevî’yi takip etme süreci bu dönemde
başlamış, Mesnevî ve Mevlanâ bundan sonra
el üstünde tutulmuştur.
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP KONFERANSLARI
lı sultanlarının tasavvuf ile olan alakalarına
Mehmed’in hocası Akşemseddin’den halvete
daha yakından bakmamızı sağladı. Medrese
girmeyi talep ettiğini hepimiz biliriz.
atamalarının Osmanlı yöneticileri tarafından
Bunun dışında, Osmanlı sultanlarının tasavvuf
yapıldığını düşünürsek tasavvuf düşüncesini
ehline yakın ilgileri olmuştur. Kanuni Sultan
benimsemiş kişilerin medreselere atandığı göSüleyman Zigetvar seferinde vefat ettiğinde
rülür. Bunların bilinçli seçimler olduğuna dair
yanında bulunan birkaç kişiden bir tanesi şeyhi
alametlerin olması ilgimizi arttırdı. İlgimizi zirNûreddînzâde idi. Tesbihini vefatı üzerine geri
veye çıkaran hiç şüphesiz Fatih
almıştır. Naaşının başında buluSultan Mehmed’in tasavvufa
nan üç kişiden biridir ve cenaze
Molla Fenarî’nin
olan alakasıdır. Fatih Sultan
namazını kıldırmıştır.
Mehmed bir kazaskerden bir
yazdığı Fatiha süresi
Tasavvuf ehline karşı olduğu
talepte bulunmuştur; hakikati
tefsiri de önemlidir
bilinen padişah yoktur ama bir
arayan farklı grupların oluştu(Aynu’l-Âyân). Kitaşeyhe intisap ettiği bilinen çok
rulmasını ve bunların kendilebın ilk elli sayfası tefsayıda padişah vardır. İntisab
rine göre usulleri hakkında bir
sir usulüyle alakalıbilinen anlamda değil adaletle
çalışma yapılmasını istemiştir.
dır
ve
Fatiha
suresini
yöneterek intisab kast edilmekGeçmişte yaşanmış tartışmaları
tasavvufa
göre
şerh
tedir. Vaktin su gibi geçtiği tabilmesine rağmen Fatih Sultan
dına doyamadığımız sohbetin
etmiştir.
Molla
FeMehmed kazaskerden temel
sonunda hocamız konuyu bağmeseleler üzerinde derli topnarî bu kitabında bir
lamak maksadıyla Osmanlı’da
lu bir çalışma yapmasını talep
müfessirde olması
zaman zaman ortaya çıkan ve
etmiştir. Çalışmayı talep ettiği
gereken maddelersayısı az olan tasavvuf karşıtı
kazaskerinse Molla Fenarî’nin
den söz etmiştir. Bu
tutumlardan bahsediyor; 17.
torunu olması ayrıca ilginç bir
şartlardan bir tanesi
yy. Osmanlı İmparatorluğu için
husustur. Kazasker bu çalışmade
keşif
bilgisidir.
pek çok alanda problemli bir
nın o dönemde Molla Cami
Müfessirin
kalbinin
asır olma özelliği gösteriyor.
tarafından
yapılabileceğine
keşif
bilgisi
gelecek
Tasavvuf açısından ise; bu asırkanaat getirmiştir. Zira kendida boy gösteren Kadızadeliler
si edebiyatçı, âlim ve sufidir.
kıvamda olması farz
matematik, felsefe gibi ilimlerin
Fatih Sultan Mehmed’in talebi
olduğundan, kalbin
medreselerde okutulmasının
üzerine Molla Cami ed-Dürreilhama açık olması
zararlı olduğunu düşünmüşlertü’l-Fâhire’yi yazmıştır. Bu kiehemmiyetini vurgudir ve tasavvufu bid’at olarak
tap sekiz başlıktan oluşur. Molla
lamıştır.
kabul etmişlerdir. Kadızadeliler
Cami, her bir başlık için felsefehareketi üç ayrı dönemde ortaciler, kelam âlimleri ve sufilerin
ya çıkmışsa da tasavvuf ehli Osmanlı’da birinci
görüşlerine tek tek yer vermiştir, görüşlerini
derece önemli olmuştur. Ama padişahlar mevmukayese etmiştir. Ele alınan konuların birçocut yapıdan dolayı dengeli yönetime gitmişler
ğunda sufilerin daha isabetli olduğunu söyleve ancak fikir almak suretiyle veya istişarelerle
miştir. Bu çalışma Sultan’ın takdirini kazanmıştır. İstanbul fethi sonrasında da Fatih Sultan
ilişkilerine devam etmişlerdir.
EDEPBÜLTEN 14
BÜLTEN 2015 GÜZ
ED E PKON FERAN S L A R I 4
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar
5 Ağustos 2015 / EDEP Konferans Salonu
Esma Arıcıoğlu, EDEP 1.sınıf & 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı 3. Sınıf
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar hocamızın
EDEP’i teşrifleriyle gerçekleştirdiği İslam toplumunun oluşumunda kadın sahabeler hakkındaki sunumu EDEP bünyesinde kız öğrenciler
için atılan adımın mahiyeti açısından önem arz
etmektedir. Konferans ile EDEPli kız öğrenciler olarak Asr-ı saadet dönemine kapı aralayan
hanım sahabelerin hayatını hedef rol olarak
belirledik. Bu rotayı çizmemizde konferansın
etkisi doğrusu yabana atılamaz.
Cahiliye toplumunun kadını metalaştırması ve
onu birey yerine dahi koymaması bize tanıdık
geliyor. Hocamız cahiliye dönemi kadınlarına
olan tavırlardan bahsettikçe, içimizde bulunduğumuz şu ‘yeni’ dünyada kadınlara yönelik
tasavvurların aynı şekilde zuhur etmesini fark
etmemek mümkün değil. Fakat bize düşen tıpkı o dönemdeki hanım sahabelerin yaptığı gibi
bir şey öğrenirken utanmadan, çekinmeden,
cesurca ve bütün algılarımızı açarak öğrenmek
ve onu hayatımıza nakşetmektir. Şöyle ki hanım sahabeler, yeri gelmiş Rasulullah’tan belirli günlerde kendilerine dinlerini öğretmesini
hatta özel durumları hakkındaki soruları için
Ayşe Esra Şahyar
Nisan 1975 tarihinde İstanbul’da doğan Ayşe Esra Şahyar,
1996 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden
mezun oldu. 1996-1998 yıllarında Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Bilim Dalı’nda yüksek lisansını
tamamladı. 2005 yılında aynı enstitü bünyesinde “Zayıf Hadis
Rivayeti” konulu doktorasını tamamlayarak “doktor” ünvanını aldı. 1997-2005 yıllarında Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olarak görev yapan
Şahyar, 2011’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis
Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak atandı. Halen aynı
fakültede Hadis Anabilim Dalı öğretim üyesidir.
EDEPBÜLTEN 15
EDEP KONFERANSLARI
CAHİLİYE’DEN İSLAM TOPLUMU’NA GEÇİŞTE
HANIM SAHABİLERİN ROLÜ
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP KONFERANSLARI
kendilerine vakit ayırmasını istemişlerdir. Yeri
hanımların, dönemini ve toplumu yakından
gelmiş cesurca sordukları sorular sayesinde
takip edip çözüm üretebilecek düzeyde oldunice ayetler inmiş ve nice fıkhî hükümler çıkğunu göstermiştir. Bazen yeri gelmiş eşinden
mıştır. Hukuksuz bir toplumdan hukukun
boşanma hususundaki muallak durumu sebehakim olduğu bir topluma geçişte bu denli
biyle, hanım sahabe Havle (ra) gibi Peygamönemli rol oynayan kadınların İslam topluber(sav) ile tartışmış hatta bu olay üzerine Mümuna kazandırdıkları hiç de göz ardı edilecek
cadele süresi nazil olmuştur. Kadınlara bunun
şeyler değil, bilakis hayatın
üzerinden zulmedilmesi engeltam ortasında olan problemlenmiştir. Böylelikle kadınların
Hanım sahabeler bir
lere çözüm üretilmesine vesile
cesur hareketleri pek çok koproblemin çözümünoldukları için hedef rol olmaya
nuya açıklık getirilmesini sağde
de
etkin
rol
oynaşayandırlar. Bir sorun oldulamıştır. Tıpkı Ebu Seleme’nin
mış ve aynı zamanda
ğunda sineye çekmek yerine
Rasulullah’a miras konusunda
hanımların, dönemini
çözüm üretmeyi tercih etmişsoru sorması gibi. Hz Aişe’ye
ve toplumunu yakınlerdir. Özellikle kadınlarla ilgi(ra) iftira atılması sorununa
li sorunlara açıklık getirmeleri
dan takip edip çözüm
açıklık getirmek için inen ayet
hanım sahabelerin gerçekten
üretebilecek düzeyde
de bir başka açıdan ele alınabilir.
öğrenme isteklerinden ve
olduğunu göstermişBu şekilde iftira atanlara celde
bundan hicap duymamalarıncezasının uygulanacağı da öğretir. Bazen yeri gelmiş
dan kaynaklanmıştır.
nilmiştir.
eşinden boşanma
Ayşe Esra Şahyar hocamız, kahususundaki muallak
Son olarak bizi biraz tebessüm
dınların ilmi alanda en çok yer
durumu sebebiyle,
ettiren durum ise hocamızın
aldıkları dönem olarak diğer
hanım sahabe Havle
peygamber döneminde kadındönemlere kıyasla Peygamber
lardan çekinildiğini söylemesi
(ra) Peygamber(sav)
dönemi olduğuna işaret etti.
oldu. Sahabeler bir şey olur da
ile tartışmış hatta bu
Rasulullah’a peygamberliğin
hanımlar sebebiyle kendilerine
olay üzerine mücadile
geldiği ilk günden itibaren kaayet iner diye çekinirler, hatta kisüresi nazil olmuştur.
dın sahabelerin bu sahada akmileri yollarını değiştirirlermiş.
tif bir yer aldıklarını ilk hanım
Kadınların eşyadan farksız bir durumda oldusahabe Hz. Hatice’den (ra) anlayabiliriz. Ayşe
ğu dönemden İslam’ın getirdiği değerlerle kıyhocamızın ilk şehit olarak hanım sahabelerden
metlenmesi ve var olması açısından kadınları
Sümeyye’yi (ra) zikretmesi de kadınların o dödeğerlendirdiğimizde cahiliye dönemi gelenenemde ne denli aktif olduklarını anlamamıza
ğinin tekrar vuku bulmuş olması üzerimize bir
yardımcı olacaktır. Yine hocamız, Hz. Osman
sorumluluk yüklemiştir. Çizilecek rota bellidir;
döneminde Kıbrıs seferine giderken şehit olan
Hz. Ümeyye, Sümeyye, Hatice, Esma gibi haÜmmü Haram’ı (ra) zikretti. Hanım sahabeler
nım sahabeleri hedef rol olarak seçmek ve onyeri gelmiş Ümmü Seleme’nin (ra) yapmış ollar gibi ilim aşığı olup çözümler üretmek, yeri
duğu gibi gerçekten zor bir durum karşısında
geldiğinde ise cesur ve kararlı şekilde hareket
çözüm üreterek karışıklığı kolay bir şekilde gidermiştir. Yani hanım sahabeler aynı zamanda
etmektir.
EDEPBÜLTEN 16
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RAN S L A R I 5
EDEP KONFERANSLARI
TOPLUMSAL AHLAKIN İNŞASINDA
SÜNNETİN ROLÜ
Prof.Dr. Zekeriya Güler
12 Ağustos 2015 / EDEP Konferans Salonu
Ayşe Esma Üstün, EDEP Hazırlık & Boğaziçi Üniversitesi Bilişim Bilimleri 4. Sınıf
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis
Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Zekeriya
Güler, “Toplumsal Ahlakın İnşasında Sünnetin Rolü” isimli konferansla konuğumuz oldu. Hocamız kendisinin daha önce yayınlamış olduğu toplumsal ahlak ile alakalı makalesinden
alıntılarla bizlere konuyu açıkladı ve merhalelerini izah etti.
İlk olarak, toplumsal ve bireysel ahlakın tanımını yapan hocamız, Toplumsal ahlakı, “insanın
diğer insanlara ve varlıklara yapmakla sorumlu
ve yükümlü olduğu görevler dizisi”, Bireysel
ahlakı ise, “insanın kendi iç dünyasından doğan ve Rabbiyle münasebetini ifade eden davranışlar bütünü” olarak ifade etti. Ahlakın genel
olarak ise “iradeli davranışlar” olarak tanımlanabileceğini ifade etti.
Zekeriya hocamız, Aziz Kuran’da Allahın yarattığı kullara çizdiği hedefi ve insanoğlunun var
edilişini üç ayet ile üç ana maddede toplayabileceğimizi ifade etti. Bunlar;
Zekeriya Güler
1959’da Adana’da doğdu. İlkokuldan sonra Kur’an hıfzını tamamladı. 1981’de Adana İmam-Hatip Lisesi’nden, 1986’da
S.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1982-1987 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı taşra teşkilatında (Konya) çalıştı.
1987’de S.Ü. İlahiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak
tayin edildi. 1993’te 5 ay Mısır’da araştırmalarda bulundu.
Dönüşte askerlik görevini yaptı. 1993’te doktor, 1997’de doçent, 2003’de profesör oldu. 1998-2001’de Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde çalıştı. 2011 tarihinde İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü
Hadis Anabilim Dalına naklen profesör olarak atandı. Hadis
ilmi üzerine basılmış kitapları ve çok sayıda makaleleri mevcuttur. Evli ve beş çocuk babasıdır.
EDEPBÜLTEN 17
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP KONFERANSLARI
1. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56); İnsanın
Allah’ın büyüklüğünü bilip, kendi aczinin,
kulluğun farkında olmasına ubudiyet denir.
Ulûhiyet karşısında ubudiyet devam edecektir. Bu nedenle kulluk birinci ve en önemli
nedendir.
2. “…Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka
gerçek ilahınız yoktur. Sizi topraktan yaratıp geliştiren ve yeryüzünde sizin yaşamanızı veya orayı bayındır hale getirmenizi sağlayan O’dur…”
(Hud 61); Ayetin içerisinde geçen, “sizleri yoktan var eden o kudret aynı zamanda sizin yaşa-
nüştürülürse fazilettir. İtidale bir misal verecek
olursak; savurganlık: ifrat, cimrilik: tefrit, bunların arasında cömertlik ise orta yoldur ve karaktere dönüşerek insanın fazileti haline gelir.
Müslümanın edindiği bu faziletler ahlakını
oluşturmaktadır. Hocamız, hadis ve sünnetin
ahlak konusunda getirdiklerini ise üç ana başlıkta toplamanın mümkün olduğunu ve bunların da; aile, toplum ve devlet olduğunu ifade
etti. Bu özelden genele olan sıralamanın önemli olduğunu ve en küçük birim olan ailenin rolünü “Aile küçük bir devlet, devlet de büyük bir
ailedir” sözüyle belirtti.
Müslümanın edindiği bu faziletler
ahlakını oluşturmaktadır. Hocamız, hadis ve sünnetin ahlak konusunda getirdiklerini ise üç ana
başlıkta toplamanın mümkün olduğunu ve bunların da; aile, toplum ve devlet olduğunu ifade etti.
Bu özelden genele olan sıralamanın önemli olduğunu ve en küçük
birim olan ailenin rolünü “Aile kü-
yabileceğiniz bir kıvama getirmenizi istedi” kısmı
medeniyeti işaret etmektedir. Buradan asayiş
ve nizamın sağlanmasının, mabetlerin korunması gibi birlikte barış içerisinde yaşamanın
önemini ve gerekliliğini anlıyoruz. Bu noktada hocamız bizlere “lâ ikrahe fi’d-dîn” (Bakara
256) ayetini hatırlattı.
3. İtidal çizgisi, muvazene ve dengenin sağlanmaya çabalanması ve sağlanması da müslümanların temel vazifelerindendir. “Orta yol”
dengedir. Orta yolun ölçütleri, karaktere döEDEPBÜLTEN 18
çük bir devlet, devlet de büyük bir
ailedir” sözüyle belirtti.
Müslüman bir aile yapısında ayetlerle de belirtildiği gibi, eşler birbirine libastır. Yani birbirlerinin eksiklerini gidererek, muhabbetle birbirlerine destek olurlar diyen hocamız bu noktada:
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve
merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kud-
hatırlatan hocamız,
müslümanın yaptığı
fenalıklardan komşularının emin olma
şartını bizlere sunan
hadis çerçevesinde
düşünüldüğünde İslam’ın bizlere çizdiği
toplumsal yaşantının
ölçüsünü aktardı.
Hatta hadislerde,
Hocamız konuşmasına “Usul-i
sünen” olarak adlandırabileceğimiz, İslamın deveran ettiği
noktalar olan 4 hadisi de bizlere
aktararak konuşmasını nihayete
erdirdi. Bu hadislerin konuları; niyetin halis olması, şüpheli
şeylerden uzak durulması, takva
ve kalbin önemi, kişinin sarf ettiği malayani sözler ve lüzumsuz işlerden kaçınması ve kendisi için istediğini başkaları için
de istemesi.
bina yapımı ve miTopluma gelindiğinde ise, İsmaride dahi komşu
Daha sonra, bizlerin EDEP
lam’ın aile bireylerinden sonra
haklarının gözetilmerkezinde
bulunmamızın
hemen belirttiği komşu hakları
mesi bizlere emroönemini ve mahiyetini kavraile ilgili hadisleri hatırlatan homamızın en mühim şey olduğulunmuştur diyerek,
camız, müslümanın yaptığı fenu ifade eden hocamız, “Allah,
İslamda insanî ilişnalıklardan komşularının emin
ilme tevfik eder, yardım eder.
olma şartını bizlere sunan hadis
kilere ve toplumsal
İlim en yüksek rütbedir. İlim saçerçevesinde düşünüldüğünde
hoşgörüye verilen
hibi olmak kolaydır, asıl mesele
İslam’ın bizlere çizdiği toplumönemi belirtti.
hikmeti sağlamaktır. Hikmet
sal yaşantının ölçüsünü aktardı.
ancak gerçek bilgidir” diyerek
Hatta hadislerde, bina yapımı ve
çıktığımız
bu
ilim
yolculuğunda bizlere hikmemimaride dahi komşu haklarının gözetilmesi
tin peşinde olmayı öğütledi. Allah kendisinden
bizlere emrolunmuştur diyerek, İslamda insanî
razı olsun, ve bizleri bu hikmete mazhar kullailişkilere ve toplumsal hoşgörüye verilen önemi belirtti.
rından eylesin. Âmin.
EDEPBÜLTEN 19
EDEP KONFERANSLARI
Hocamız islam-gayrimüslim
aile algısı ve kadın-erkek ilişkisinin kıyasını yaparken Batı’da
ileri gelen eğitimci ve filozoflardan J.J.Rousseau’nun “Kadın eğitiminde daima erkek göz
önünde bulundurulmalıdır;
çünkü kadınlar erkekleri memnun etmelidir” düşüncesini ve
Batı’nın aile algısını anlattı. Öte
yandan İslam’da da bulunduğu
öne sürülen ayrımcılığın yanlış
anlatıldığını ve ayet-i kerimede
geçen “‫”الرجال قوامون على النساء‬
ifadesinin koruyucu ve kollayıcı olarak anlaşılması gerektiğini
belirtti. Buradaki erkek rolünü
hükmedici ve despot değil,
sorumlu ve yükümlü yönetici
olarak kendini tehlikeye atabilecek kişi şeklinde tanımladı.
Hocamız üçüncü kısım olan devleti tanımlayıp
önemini izah etti. “Devlet: toplumun sistem
olmuş hali; bir ümmetin, vatandaş topluluğunun bir toprak parçasındaki insanların teşkilat olmuş halidir”
Topluma gelindiderken “sistem ile devleti karışğinde ise, İslam’ın
tırmamalıyız” dedi. Yani sistemaile bireylerinden
lerin eleştirilebilir ve değiştirisonra hemen belirtlebilir olduğunu fakat devletin
tiği komşu hakları
varlığının hayati derecede önem
ile ilgili hadisleri
taşıdığını belirtti.
BÜLTEN 2015 GÜZ
retinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen
bir toplum için elbette ibretler vardır” (Rum 21)
ayet-i kerimesini tekrar bizlere hatırlattı.
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RA N S L A R I 6
EDEP KONFERANSLARI
DÎNÎ HAYATIN FIKHÎ BOYUTU
Murteza Bedir
19 Ağustos 2015 /EDEP Konferans Salonu
Gülbeyaz Sevgi Yaman, EDEP Hazırlık&İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1.Sınıf
Her birinde farkındalık kazandıran Edep Konferanslarımızın altıncısında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murteza
BEDİR hocamızı konuk ettik. “Din nedir?” sorusuna Kur’an ve Sünnet ne ile ilgileniyorsa bu
dindir.’’ cevabını vererek başladı hocamız. Akabinde dinin ne ile ilgilendiğini konuştuk. ‘Din
hükümlerle ilgilenir ve hüküm va’z etmek için
gelir. Dini kurallar koymaya da hüküm denir. İslam’ın sacayağı olan bu hükümler üç kısma ayrılır ve Kuran özü itibariyle bunlardan oluşur’.
Murteza Bedir
1992 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun
oldu. Yüksek lisansını Londra Üniversitesi’nde hukuk alanında
tamamladı. Manchester Üniversitesi’nde yürüttüğü doktorasını
‘Early Development of Hanafi Usul Al-Fiqh Legal Theory’ teziyle
yaptı. Bedir’in ‘İslam/Hanefî hukuk teorisi’, ‘mukayeseli hukuk’,
‘İslam hukuku ve modernleşme’, ‘fetva edebiyatı’ gibi farklı çalışma alanları yanında ‘vakıf hukuku’ ile ilgili çeşitli çalışmaları vardır.
Murteza Bedir’in Buhara Hukuk Okulu: 10-13. Yüzyıllar Orta Asya
Vakıf Hukuku Bağlamında Bir İnceleme; Kurban Kitabı; Hz. Peygamber’in Evrensel Mesajı: Sünnet; Fıkıh, Mezhep ve Sünnet: Hanefi Fıkıh
Teorisinde Peygamber’in Otoritesi başlıklı kitapları yanında birçok
çeviri, makale, tebliğ ve ansiklopedi maddeleri vardır. Murteza Bedir halen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği yanında İlahiyat Fakültesi’nin dekanlığını da yürütmektedir.
EDEPBÜLTEN 20
İlk olarak itikadî boyut karşımıza çıkıyor. Biz
“Nerden geldik? Nasıl yaratıldık? Niçin yaratıldık? Neye inanacağız? Nasıl inanacağız?” gibi
soruların cevaplarını kapsayan bu alan aslında
bizim dünya görüşümüzü oluşturan en can alıcı
nokta. İnsan kendini anlama ve anlamlandırma
yolculuğunun bu ilk aşamasında yalnız bırakılmıyor. Bir öte dünya kavramına inanan insan,
hayat felsefesini bu yönde şekillendiriyor.
İkinci boyut olarak inandıktan sonra başıboş
olmadığımızı bir kez daha hatırlatan ve bizi
yönlendiren bireysel ve toplumsal olarak nasıl
hareket edeceğimizle ilgili, bir alan görüyoruz.
Zaten “İnandıktan sonra başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz?” ayetinin gerçekliği bize
söyleyecek söz bırakmıyor. İnsanın doğumundan ölümüne kadar nasıl davranacağı ile ilgi-
Allah’ın vahyinde sabittir ve bu hükümleri ancak
Allah koyabilir.”
Yaratan’ın yarattıklarının üzerinde söz söyleme
hakkı tabii olarak O’na aittir. Çünkü varlık sebebimiz O’dur. Hocamız tam da burada yine
düşünmekten kaçındığımız bir hatırlatma yapıyor: “Biz bu dünyaya burayı daha yaşanabilir hale getirmek, imar etmek ve şehirler kurmak
için gelmedik. Biz bu dünyaya kulluk etmek için
geldik. Amaç kulluktur, bunun dışındaki her şey
araçtır. Dolayısıyla biz Allah’ın kulu olarak asla
amelî bir hüküm koyamayız. Amelî hükümler
ği halde yoruma açık olan konular: Hz. Peygamber vefat ettiğinde sahabelerin kimin halife olacağını kendi aralarında tartışmış olmaları gibi.
Sahabenin ittifakını ittifak, ihtilafını ihtilaf kabul
eden ve tutarlı bir ictihad yapan imamların ictihadlarının ekolleşmesiyle de hak mezheblerin
oluştuğunu söylüyor hocamız. Son olarak ‘Bir
konunun yoruma açık olup olmadığını sahabenin
o konuda ittifak veya ihtilaf etmiş olması belirler’
diyerek yorum konusuna noktayı koyuyor.
EDEPBÜLTEN 21
EDEP KONFERANSLARI
Ameli hükümlerin en önemlisi ibadetler ile ilgiÜçüncü boyut ise bâtınî hükümler içeren, inli olan hükümlerdir. Bunun nedeni kulluğun gesanın iç yapısını ve Allah ile olan ilişkilerini
reğinin ve amelin önemli kısmının ibadet olmadüzene koymaya yönelik, aslında çoğu insanın
sı. Fıkhın ilk beş bölümü ibadetlerden oluşuyor.
dünyaya dalıp da unuttuğu önemli ahlakî meMuamelat bölümünde de nikah, talak, miras,
seleleri içeriyor. Bu batınî hükümlere tasavvufalışveriş gibi aslında kullukla alakalı görünmese
ta tasfiye yani iç arınma deniliyor. Bu noktada
de hudûdullah sınırları içerisinde yer alan, doasıl önemli olan hedef, imânın ve amelin tahlaylı yoldan ibadet olan konular yer alıyor.
kik mertebesine erişmesini ve insanın bunları
kendi içinde hissedebilmesini sağAmelî planda İslam 610-632 yılları
lamak. Tasfiye, imanımızı ve amelarasında Efendimiz ve çevresindelerimizi içimizde bize ait kılıyor ve
“Amel nedir?”
ki ashabının davranışlarının vahye
konu olmasıyla birlikte başlıyor.
içselleştiriyor.
sorusuna başBu vahye konu olan davranışlar
langıçta söyleHocamız özetle bu üç noktayı
ise sahabenin üzerinde ittifak etdiklerimizden
açıkladıktan sonra asıl konumuz
tiği, tartışmaya ve yoruma kapalı
farklı olarak
olan fıkhî yani amelî boyuta tekkonular. Sahabenin arasında icma
daha peşin bir
rar dönüyoruz. Amel nedir peki?
ile kabul edilen konularda kendi
cevap aldık: “Din
İçimizi Allah biliyor, aklımızdan
yorumlarımızla hüküm veremiyosizin ne yapıp
ve gönlümüzden geçenler Allah
ruz. Kuran, sünnet ve icma ile bize
ettiğinizle muile bizim aramızda. Ama bunları
gelmiş konular ismete dayalı yani
hakkak ilgilenir,
davranışa döktüğümüzde dışarAllah’ın koruması ile bize gelmiş
burada bir tereddan görülebilir hale geliyor. Sonra
konular. ‘Yoruma açık konular da
düt olmasın.
biz bunlardan sorumlu oluyoruz.
vardır’ diyerek devam ediyor hoAllah da bizim amellerimizi docamız. Kur’ân’da ve sünnette açık
ğumdan ölüme kadar hayatımızın her anında,
olarak geçtiği halde yoruma açık bırakılan koızdırarî fiillerimiz hariç tüm fiillerimizi birtanular, kurban ibadeti ve abdest. Mesela; “Kurkım kurallara tabii tutuyor. Şer’î hükümler deban vacip midir ya da sünnet midir?” veya “Abdiğimiz bu kuralları ise sadece Allah koyuyor.
dest Kur’ân’daki sıraya göre mi alınmalıdır ya
da farklı bir sırayla alınabilir mi?” gibi konular
Neden bu hükümleri sadece Allah’ın koyduğuyoruma açık hale geliyor.
nun cevabı İslam alimlerinin hükümle ilgili şu
tanımında yatar: ‘Hüküm, Allah’ın hitabıdır.’
İkinci olarak ise Kur’ân’da ve sünnettte geçmedi-
BÜLTEN 2015 GÜZ
lenen dini kurallar ise fıkıh ilmi olarak amelî
boyut kategorisinin içinde yer alıyor.
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RA N S L A R I
EDEP KONFERANSLARI
İLIM YOLUNDAKI TEHLIKELER
Yrd. Doç. Dr. Abdullah Tırabzon
26 Ağustos 2015 / EDEP Konferans Salonu
Hande Meliha İçaçan, EDEP 1. Sınıf& İstanbul Üniversitesi İngilizce İlahiyat 2. Sınıf
bağlantısını ve kainatın olmazsa olmazı olduğunu bizlere hatırlattı. Öyle ki Allah (c.c.) ilk
ayeti ile bizlere okumayı emredip ilimle bağımızı kurmuştur. Demek ki din ile olan bağımız
ilim ile olan bağımızla yakından ilgidir. Hocamız ilim öğrenirken önümüze çıkacak engellerden akılda kolay kalabilmesi için maddeler halinde bahsetti. Bu maddeleri sizlere aktarmanın
konferanstan istifade edebilme adına faydalı
olacağını düşünüyorum.
Abdullah Trabzon
1965 de Hatay’da doğan Abdullah Tırabzon, Ummu’l-Kura
Üniversitesi mezunlarından olup yüksek lisansını Kelam, doktorasını da İslam Hukuku üzerine yapmıştır. Öğretmenlik ve
STK yöneticiliği tecrübeleri bulunan Tırabzon, halen İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku öğretim üyesi olup
aynı zamanda dekan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Yayınlanmış eserleri arasında İslam Hukuku’nda Hac İbadeti (Hac
Yasakları) ve Bir Fakih Mütekellim: İbn Hümam (El-Müsayere
Adlı Eseri Bağlamında) kitapları bulunmaktadır.
26 Ağustos tarihinde EDEP Merkezi, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Abdullah Tırabzon ‘’İlim Yolundaki Tehlikeler’’ başlıklı konferansına ev sahipliği yaptı. İlmin afetlerine geçmeden önce,
evvela ilmi bilmemiz gerektiğine dikkat çeken
hocamız, ilmin yüce Allah’ın el-Alîm sıfatıyla
EDEPBÜLTEN 22
Hocamızın deyimi ile ilmin önündeki en büyük engel, biliyorum edasıyla hareket etmektir.
Çünkü öğrenebilmek talep etmekten sonra gelir ki bu da ilmin ilk şartının istemek olduğunu
gösterir. İlmin ikinci engeli rıza-ı İlâhiden uzaklaşmaktır ki Allah rızasını aklımızdan çıkardığımız an, ilim bir şey öğrenmekten ziyade adeta
bize yük haline gelir. Bu hususta en önemli örnek şüphesiz birçok bilgiye sahip olan İblis’tir.
Ancak kibri bilgisinin önüne geçmiş ve onu büyük yanlışlara sürüklemiştir. İlmin üçüncü afeti
ise birçoğumuzun muzdarib olduğu nisyandır.
İmam-ı Şâfiî Hazretleri bir gün hocasına hafızasının zayıflığından şikayet ettiğini ve hocasının “Ey oğul, ilim Allah’ın nurudur ve onu isyan
edenlere vermez” dediğini anlatır ve asi olmanın
burada helallerden uzaklaşıp haramlarla iştigal
etmek olduğuna açıklık getirir. İlim yolunda
dördüncü mühim mesele ihlas kavramıdır. İh-
EDEP KONFERANSLARI
EDEPBÜLTEN 23
BÜLTEN 2015 GÜZ
las olmadan ilim öğrenemeyiz ve ihlasın olamaddemiz ise bildiğimiz halde ilmi kendimize
bilmesi için ilmin ibadet boyutunu bilmemiz
saklayıp insanlara aktarmamaktır. Kişi elinden
gerekir. Bunu bizlere öğreten şüphesiz ayet
geldiğince insanlara faydalı olmalı ve makam
ve hadis-i şeriflerdir. Allahu Teala Kuran-ı
mevki endişesi gibi dünyevi sebeplerle bilgisini
Kerim’de “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler
kendisine yük etmemelidir.
bir olur mu?’’ buyurmuştur, Peygamberimiz
Hocamız vaktimizi nasıl bereketli hale geti(s.a.v.) de bu konuya defaatle değinmiştir. İlrebiliriz sorusuna içtenlikle ve net bir şekilde
min öğrenilmesinin vücubiyetinin bilinmesi
cevap veriyor: “Günümüzde insanlar vakit sıbizleri ilme teşvik etmekle kalmayıp, ihlas ve
kışıklığından çokça şikayetçi. Eski alimlerimisamimiyetimizi de artıracaktır.
zin yazdığı eserlere baktığımızHocamız ilmin önündeki afetda vakitlerini ne denli verimli
lere zamanın verimli kullanılmaEmin olmadığımız
kullanabildiklerini görüyoruz.
ması maddesini ekleyerek bizlekonular hakkında
Madem böyle bir şey mümkün
re plansız çalışmalardan ziyade
bir bilene danışbiz niçin yapmayalım? Eğer Alişlerimizi planla yürütmemizi
madan bir kitaba
lah dilerse zamanımızın içinde
tembihledi ve bizlere bu konuda
bakmadan verilen
zaman, mekanımızın içinde
yardımcı olacağını düşündüğü
cevaplar çok yanlış
mekan yaratabilir. Evvela erken
Abdulfettah Ebu Gudde’nin
sonuçlar doğurabilir.
kalkmak çok mühim. “Sabahın
“Zamanın Kıymeti’’ adlı eseriFarkında olmadan
erken vakti ümmetim için bereni tavsiye etti. Üzerinde tam ve
insanları İslam’dan
ketli kılınmıştır.” buyuran bir
kesin bilgiye sahip olmadığımız
soğutabiliriz ki bu
konular hakkında konuşmak,
peygamberin (s.a.v) ümmetiyiz.
konuda çok dikkatli
ilmin önemli afetlerinden biri
Sabahın erken vaktinde öğrenolmamız gerekir.
olup altıncı madde kapsamında
diklerimiz kalıcı olur. Hatta halk
değindiğimiz konuydu. Kişi ne
arasında da “üzerinize güneşi
kadar az şey bilirse o kadar çok bildiğini düşüdoğurmayın” tabiri kullanılır. Güneş doğarken
nür ve her sorulan soruya kolaylıkla cevap verir
işimizin başında olmalıyız. Allah-u Teala bizler
fakat öğrendikçe daha öğrenmesi gereken çok
için günü planlamış, “Geceyi (sizi örten) bir elbişey olduğunu fark edip daha temkinli davranır.
se yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kılEmin olmadığımız konular hakkında bir biledık.” buyurmuştur. Bizler de bu plan dahilinde
ne danışmadan bir kitaba bakmadan verilen
vaktimizi değerlendirmeliyiz.
cevaplar çok yanlış sonuçlar doğurabilir. FarSon olarak ilim yolunda daima özgüvenli olmakında olmadan insanları İslam’dan soğutabilimız, karşımızdaki engelleri yılmadan çalışarak
riz ki bu konuda çok dikkatli olmamız gerekir.
aşmamız gerektiğini vurgulayan hocamız; sabır
Hanbel, kendisine sorulan 40 sorudan 36’sına
her kapının anahtarıdır sözünü aklımızdan çı‘bilmiyorum’ yanıtını vermiştir. Alimler Ahmet
karmamamız gerektiğinin de üzerinde durdu.
b. Hanbel’in vermek istediği mesajın her soSabrı öğrendikten sonra öğrenilemeyecek hiçrulan soruya düşünmeden incelemeden cevap
bir şey yoktur. Günlük hayatta sıkça karşılaşvermenin yanlışlığı olduğu kanaatindedirler.
tığımız ilim engellerini ve çözüm yollarını bu
Alimlerin temkinli davranışlarına yönelik birkonferans ve değerli hocamız vesilesi ile öğçok örnek daha zikretmek mümkün olup heprenmenin biz ilim talebeleri için güzel bir fırsat
sinin ortak amacı ilmin değerini muhafaza edip
onu korumaktır. Bir diğer önemli afet ve son
olduğunu söylemek isterim.
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RA N S L A R I 8
EDEP KONFERANSLARI
AMERIKA
TECRÜBELERI
Tuba Erkoç
EDEP İhtisas Programı Koordinatör Yardımcısı
2 Eylül 2015 /EDEP Konferans Salonu
Ayşenur Kabakçı, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat 1. Sınıf
Tuba Erkoç
Tatvan/Bitlis doğumlu olan Tuba Erkoç, 2009 yılında Uludağ Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi’nden lisans derecesi, Sosyal bilimlerden de yan
dal derecesi ile mezun olmuştur. “Ebu İshak eş-Şirazi’nin Emir ve Nehiy
hakkındaki görüşleri” teziyle 2011 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamlamıştır. Aynı yıl Marmara Üniversitesi’nde İslam Hukuku alanında doktora programına başlayan Tuba
Erkoç, halen aynı ana bilim dalında araştırma görevlisidir. “İslami Perspektiften Etik Bir Sorun Olarak Ötenazi ve Tedavinin Sonlandırılması” konusunu doktora tezi olarak çalışan Tuba Erkoç’un genel olarak ilgi alanları; Şafi fıkhı, fıkıh usulü, tıp etiği, biyoetik, ötenazi, tedavi ve yaşamın
sonuna dair meselelerdir. Bursa’da klasik medrese sistemiyle başladığı
eğitimine, İstanbul’da İSM çatısı altında devam etmiştir. Aynı zamanda
İSAM’ın AYP programının araştırmacılığını da sürdürmektedir. Eğitim
amaçlı Suriye ve Ürdün’de bulunan Tuba Erkoç, 2014 yılında Amerika’da
Georgetown Üniversitesi Kennedy Etik Enstitüsün’de araştırma yapmak
ve çeşitli derslere katılmak üzere bir yıl kalmıştır.
EDEPBÜLTEN 24
EDEP yaz eğitim programının sonuna doğru
yaklaşırken konferansların sekizinci haftasında
EDEP ailesinden Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi ve EDEP
İhtisas Koordinatörü Tuba ERKOÇ hocamızı “Amerika Tecrübeleri” başlıklı sunumu ile
misafir ettik. Başka yurt dışı deneyimleri de
bulunan hocamız, 2014 yılında Amerika’daki
Georgetown Üniversitesi Kennedy Enstitüsü’nde bir yıl süre ile araştırmalarda bulunmuş
ve çeşitli derslere iştirak etmiş. Burada edindiği tecrübelerini, yurt dışı eğitim imkanlarını ve
neler yapılabileceğini bizimle paylaştı:
MEB’in desteklediği YLSY adlı program ile
yüksek lisans ve doktora yapmak için gidilebileceğini ve bu programın eğitim süresince
bütün masrafları karşıladığını, ÖYP ile Türkiye’deki bir üniversiteden kadro kazanıp yurt
dışında da yüksek lisans ve doktoraya devam
edilebileceğini ve bitirdikten sonra ise üniversiteye Yrd.Doç. veya Doç. ünvanı ile geri
International Institute of Islamic Thought
Yapmış olduğu sunumla değerli tecrübelerini
bize aktarıp yeni ufuklar açtığı için Tuba ERKOÇ hocamıza şahsım ve tüm arkadaşlarım
adına teşekkürü bir borç bilirim.
EDEPBÜLTEN 25
EDEP KONFERANSLARI
lışmalarla ve kütüphanesiyle dünyada biyoetik
alanında ikinci önemli merkez olmasının etkili
olduğunu açıkladı.
BÜLTEN 2015 GÜZ
dönülebileceğini, Exchange veya ERASMUS
(IIIT) adlı bir programdan daha bahsederek
programları ile gidilebileceğini, TÜBİTAK’ın
bu grubun Avrupa, Amerika ve Türkiye’de yaz
2214A adlı programı ile de yurt dışı eğitim hakokullarının mevcut olduğunu, bu programa dakının sunulduğunu belirterek program şartlarıhil olunması halinde öğrencilerin bütün masrafnın içeriğinden kısaca bahsetti. Bu programa
larının karşılandığını aktardı.
başvurmak için gerekli şartlardan biri doktora
Son olarak hocamız Amerika’daki akademik
yeterliliğini geçmiş olmak, diğeri ise TÜBİortamın standartlarından ve avantajlarından
TAK’a yurt dışında yapılmayı gerektiren bir
bahsetti. Ders notları öğrencilerin yazdıkları
proje sunmaktır. Eğitim masraflarının TÜBİödevler üzerinden verildiği için her ders hakTAK tarafından karşılandığı bilkında küçük ödevler hazırlagisini verdikten sonra hocamız
dıklarını ve interaktif bir eğitim
International Insiyi bir akademisyen olmak için
bulunduğunu, hocaların her
yurt dışı tecrübesinin olması getitute of Islamic
öğrencinin bireysel olarak gelirektiğini de vurgulayıp sözlerine
Thought (IIIT) adlı
şip gelişmediğini kontrol ederek
Amerikada’ki eğitim hayatı tecbir programdan
öğrencilere sürekli teşvik edici
rübeleri ile devam etti.
daha bahsederek
davrandıklarını, derslerin küHocamız araştırmalarını yaptığı
çük ders halkaları ve konferans
bu grubun Avrupa,
Washington DC’de bulunan Getarzında iki şekilde yapıldığını
Amerika ve Türkiorgetown Üniversitesi hakkında
ve bu derslerin karşılıklı konuşye’de yaz okullarının
kısa bilgilendirmede bulundu.
ma ve sunumlarla yürütüldüBu üniversitenin 1789 yılında
mevcut olduğunu,
ğünü, kütüphanelerin sınırsız
tamamen dini eğitim amacı ile
bu programa dahil
kaynaklarından, Amerika ve
bir rahip tarafından kurulan en
olunması halinde
Avrupada’ki diğer kütüphaneler
eski Katolik üniversitesi olduile alışverişlerinin mümkün olöğrencilerin bütün
ğunu ve eğitimin lisanstan çok
duğundan ve bazı kısımlarında
masraflarının karşıyüksek lisans ve doktora üzerine
yeme içmenin hatta uyumanın
verildiğini ifade etti. Kennedy
landığını aktardı.
serbest olup yirmi dört saatinizi
Enstitüsü’nde de araştırmalar
geçirecek şekilde çok iyi dizayn
yaptığını, burayı seçme sebebinin biyoetik alaedilmiş olduğundan bahsetti.
nında çalışması ve bu enstitünün de yaptığı ça-
BÜLTEN 2015 GÜZ
E D E P KON FE RA N S L A R I 9
EDEP KONFERANSLARI
BİYOETİK ALANINDA
GÜNCEL SORULAR
Merve Özdemir
EDEP İhtisas Programı Koordinatörü
9 Eylül 2015 /EDEP Konferans Salonu
Hayriye Karğı, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. Sınıf
Yoğun ve bereketli geçen yaz programımızın
son misafir ağırlama etkinliğinde Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi araştırma görevlisi
ve EDEP İhtisas Koordinatörü Merve Özdemir’i Amerika‘ da ve İslam ‘da Biyoetik adlı
konuşmasıyla ağırladık.
Merve Özdemir
Aralık 2014 itibariyle EDEP İhtisas Koordinatörlüğü görevini üstlenen Merve Özdemir aslen Ankaralıdır. İlahiyat lisans ve İslam
hukuku yüksek lisans eğitimini Ankara Üniversitesi’nde tamamladı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde başladığı doktora
eğitimine, araştırma görevlisi olarak atandığı Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde devam etmektedir. 2013 Eylül-2014
Eylül arasında Georgetown Üniversitesi’ne bağlı Kennedy Etik
Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak bulundu ve biyoetik eğitimi aldı. Muhtelif zamanlarda Mısır, Suriye ve Ürdün’de eğitim
amaçlı bulundu. Halen “İslam Hukukuna Göre İnsan Bedeni Üzerinde Tasarruf ve Organ Nakli” konulu doktora tezini ve İstanbul
Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda “Osmanlı Fetvalarında Tıp ve Beden” konulu yüksek lisans tezini hazırlamaktadır.
İSM bünyesinde Valide Atik Medresesi’nde rahle-i tedrisinden
geçtiği çok kıymetli hocalarından aldığı İslami İlimler eğitiminin
bir benzerini EDEP ihtisas öğrencilerine de ulaştırabilmek ve ilim
yolunda ilerleyip peygamberlere varis olabilmek için cehd ü gayret sarf etmektedir.
EDEPBÜLTEN 26
Osmanlı Fetvalarında Tıp ve Bilim başlıklı yüksek lisans tezini hazırlamakta olan Merve Özdemir İslam dünyasında biyoetik alanındaki
çalışmaların az olduğunu düşünerek İslam
Hukuku ve Biyoetik alanlarının birleştirilmesi
gerektiği kanaatine varıyor. Aslında Arap dünyasında bu anlamda ciddi anlamda çalışmalar
mevcut fakat genellikle çalışmalar kopyala yapıştır usulüne dayandığı için pek göz önünde
değil. İslam dünyasında bu çalışmalar Araplar
ve batıda yaşayan Müslüman akademisyenler
tarafından icra edilmekte.
Peki hocamızın bu konuda çalışma isteği nasıl hasıl oluşuyor? Doktorasını sürdürürken
İSAR’da ilahiyat hocalarının ve doktorların
biyoetik üzerine gerçekleştirdiği sempozyumlara katılıyor ve biyoetik konusunu ilgi odağına yerleştiriyor. Müslümanların bugünkü en
büyük problemlerinden biri modern konulara
EDEPBÜLTEN 27
EDEP KONFERANSLARI
arkasını toplama görevini üstlenir. Önce her
şeyin pratiği olur ve sonra insanlar teorisini düşünmeye başlar. ‘Vahyin iniş sürecine vahyin
inişi de planlanmış bir şey değildir. 23 yıllık bir
sürece yayılmıştır ve insanın öğrendiği ayeti
hayatında tatbik etme uğraşı günbegün vahyin
insan hayatına etki ettiğini gösterir bizlere’ diyor hocamız. Hocamızın bu sözünün gerçekten çok yerinde olduğu kanaatine kapılıyorum
sözlerini dinlerken. Tıpta mühendislikte bir şeyler oluyor ve
Öncelikle Batıda biyoetiğin
Organ naklinin ilk
arkasından teorisi konuşuluyor
gelişiminden söz etmek istiyor
başta caiz olmadıuzun uzadıya. Tabi ki buradan
hocamız. Tıp etiği kavramı her
ğını düşünmemize
tıp etiğine bağlayacak hocamız
ne kadar Batı ile özdeşleştirilse
rağmen geçen zasözlerini.
de Batıda ortaya çıkmış bir kavman içerisinde bunu
Biyoetik alanında da önü alıram değil. Tıbb-ı Nebevî gibi
kabulleniyoruz ve
namıyor böyle şeylerin. Hrıstibir literatürümüz olması böyle
fetvalarda
dönüyanların bu konuya yaklaşımları
olmadığının en sağlam gerekçesi
şümler
yaşanıyor.
kendi dinleri açısından oluyor,
olsa gerek. Bir başka gerekçe ise
Ve biyoetiği başka
biz farklı bir açıdan bakıyoruz.
Kitâbu’t-Tıbb adı altında Hadis
bir
açısından
ele
Organ naklinin ilk başta caiz olkitaplarında bulduğumuz tavsialarak
batıdaki
çamadığını düşünmemize rağmen
yelerdir. İslam dünyasında her
lışmalarda seküler
geçen zaman içerisinde bunu
zaman Tıp ahlakı ön plandaydı
bir
anlayışın
mevcukabulleniyoruz ve fetvalarda dödiyor hocamız ve buna örnek
diyetinden söz edinüşümler yaşanıyor. Ve biyoetiolarak orta çağda cüzzam hastaği başka bir açısından ele alarak
yor Merve Özdemir.
larına batıda çıngırak bağlamak
batıdaki çalışmalarda seküler bir
gibi insan onuruna aykırı bir
Kimileri faydacılık
anlayışın mevcudiyetinden söz
hareket uygun görülürken bizde
kimileri ilkecilik kiediyor Merve Özdemir. Kimileise cüzzam hastaları için Miskinmileri de deontolojik
ri faydacılık kimileri ilkecilik kiler Tekkesi’nin mevcudiyetine
bir anlayış ile ele
mileri de deontolojik bir anlayış
işaret ediyor.
alıyor biyoetiği.
ile ele alıyor biyoetiği. Mesela
Tıp etiğinin tarihçesini dinlibenim için hekim karar veremez
yoruz Merve hocamızdan. Birinci dünya savakararı verici olan benim diyen otonomi ilkeşında yaralananlara ve ölenlere yapılanlar tıp
sinin vermiş olduğu özerkliği doğu toplumu
etiğini aklımıza getiriyor. Buna mukabil olarak
ile özdeşleştiremiyoruz. Batıda kişi hastaneye
1954’te ilk böbrek ve 1967’de ilk kalp naklinin
kendisi gider ve kimseden habersiz tedavi olur
yapılması sonrasında beyin ölümü diye bir kavbizde ise hastaneye tüm sülale ile birlikte gidilir
ram çıkıyor ortaya. İnsanlar teknoloji ve tıptaki
tabiri caizse. Aynı şekilde bizde hastanın sağlık
gelişmelerin hızına yetişemiyor. Her zaman ahproblemi direkt kendisine değil ailesinden biri
lak, hukuk ve felsefe bir araya gelerek insanın
BÜLTEN 2015 GÜZ
fazla yoğunlaşmayıp daha çok klasik şeyler üzerine çalışmaları olduğunu düşünüyor. ‘Biyoetik
bizlere 21. yüzyılda yaşayan bir Müslüman
olarak karşılaştığımız sorunlara nasıl ve hangi
yöntemlerle çözüm bulmalıyız sorularının cevabını arama imkanı sunuyor. İnsanın bedene
karşı sorumlulukları nelerdir? Beden insana
emanet midir ve tedavinin sınırları nelerdir gibi
sorular biyoetiğin cevap aradığı temel sorulardır’ diyor.
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP KONFERANSLARI
Tıp etiği kavramı her ne kadar batı ile özdeşleştirilse de batıda ortaya çıkmış bir kavram değil. Tıbb-ı
Nebevî gibi bir literatürümüz olması böyle olmadığının en sağlam gerekçesi olsa gerek. Bir başka
gerekçe ise Kitâbu’t-Tıbb adı altında Hadis kitaplarında bulduğumuz tavsiyelerdir. İslam dünyasında
her zaman Tıp ahlakı ön plandaydı diyor hocamız ve buna örnek olarak orta çağda cüzzam hastalarına batıda çıngırak bağlamak gibi insan onuruna aykırı bir hareket uygun görülürken bizde ise
cüzzam hastaları için Miskinler Tekkesi’nin mevcudiyetine işaret ediyor.
davet edilerek söylenmesine karşın batıda hastanın hastalığını bilme hakkına sahip olduğu
düşüncesi hakimdir.
Bugün bu kaynaklar tam da burada çözüm sunuyor bu sorunlarımıza. Batının da buna olan
hayranlığı gayet aşikar.
Bir başka prensip olarak biyoetikte adaleti ele
alıp üzerine birkaç cümle eklemek istiyor hocamız. Mesela organ nakli için sıra bekleyen hastalar arasından bir hastayı seçerken alkol bağımlısı bir kişiyi sonlara mı almalı yoksa diğerleri ile
eşit mi tutmalıyız sorusu kurcalar kafaları.
Aslında biyoetik tam anlamıyla insanın doğum,
yaşam ve ölüm kavramları üzerinde duruyor.
Örneğin 21. yy. da bir ceninin göz rengini dahi
bilme imkanına sahipsiniz. Peki mümkün olan
her şey caiz midir? Mesela bir insan kendisine
uygulanması gereken tedaviyi reddedebilir mi?
Veya bitkisel hayatta olan bir hastaya yapılması
gereken çok masraflı olan tedavisine son vermek mi yoksa küçük bir ihtimal da olsa uyanması ümidiyle tedavisine devam etmek midir?
Pekala batının biyoetik alanında ilerlemesi ve
bu alanda ciddi kurumların olması neye dayandırılabilir? Mesela biyoetikle ilgili 33.000
den fazla hepsi farklı dillerde olan hatta Türkçe
kitapların da bulunduğu Kennedy Etik Enstitüsü bunlardan biridir. Batının bu ilerleyişinin
sebebini batının kendi içindeki sorunlarla ilişkili görmekte hocamız. Bu noktada Medical
School’un zenci öğrenciler üzerinde izinleri olmaksızın yaptığı deneylerden dolayı zencilerin
Kolombiya Üniversitesini hiç sevmediğinden
hatta nefret ettiğinden bahsediyor.
Bir diğer önemli nokta da hekim hasta ilişkisidir. Şüphesiz ki Tıbb-ı Nebevî ve Edebu-t
Tabîb bu noktada pek çok şey sunuyor bizlere.
EDEPBÜLTEN 28
Dualarında hayırlı ve bereketli bir ömür isteyen
hocamız Peygamberimiz’in(sas) ‘Rabbim bana
hayırlı ve uzun bir ömür ver’ duasını duyunca
uzun bir ömür istememiz gerektiği konusunda
bizi ihtar ediyor. Çünkü yaşayacağımız her gün
Rabbimize ibadet etmek için sunulmuş bir fırsat.
Kazandığımız yeni bakış açıları ve zihinlerimizde beliren soru işaretleri ile noktalıyoruz
konferansımızı ya da virgül koyuyoruz diyelim,
heyecanla ikinci oturumunu temenni ederek.
BÜLTEN 2015 GÜZ
“
“
Söyleşi: Büşranur Kocaer,
EDEP 1. Sınıf & Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü
Yüksek Lisans
Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler
SULTAN ŞİMŞEK
İLE DANIŞMANLIK FAALİYETLERİMİZE DAİR
Atatürk Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatını fakülte birinciliği ile bitiren hocamız, yüksek lisansını “Abdülhamid b. Yahya ve Kitâbeti”
başlıklı teziyle, doktorasını “Mehcer Edebiyatı’nda Din Anlayışı” başlıklı teziyle aynı bölümde tamamlamıştır. Doktora tezi Almanya’da
uluslararası faaliyet gösteren Türkiye Alim Kitapları Yayınevi’nin teklifiyle 2015 Mayıs’ında kitap olarak tekrar basılmıştır. Arap Dili ve
Edebiyatı ve Arapça Öğretimi alanında çeşitli akademik yayınları mevcuttur. Arap Dili Belagat İlimleri ve Arap Edebiyatı üzerine araştırmalarını sürdürmektedir. Halen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Arap Dili ve Belagatı bölümü öğretim üyesidir.
Zülcenaheyn alimeler yetiştirmek maksadıyla
kurulan EDEP Merkezi’nin öğrencilerine sunduğu hizmetler arasında “Eğitim Danışmanlığı” adında bir birim mevcut. Koordinatörü olduğunuz bu birimi bize tanıtabilir misiniz?
EDEP’te yürütülen danışmanlık hizmetlerinin
gayesi EDEP Onur Programı’nın sağlıklı ve düzenli bir şekilde uygulanmasına yardımcı olmak,
programa tabi olan öğrencilerin belirlenen hedeflere ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları alanlarda rehberlik yapmak, motivasyon sağlamak
ve öğrencilerin programdaki eğitimleriyle ilgili
ortaya çıkabilecek sorunlara çözümler sunmaktır.
EDEP‘te 2014 Güz döneminden beri danışmanlık faaliyetlerini sürdüren birimimiz hizmetlerini
EDEP araştırmacı ve ihtisas kadrosuyla birlikte
yürütmektedir. Temel hizmetler arasında öğrencilerle yapılan düzenli görüşmeler yer alır. Her
bir danışmanın sorumluluğunda, belli sayıda bir
öğrenci grubu bulunmaktadır. Eğitim danışmanlarımız kendi gruplarıyla haftada en az bir kez
toplantı yaparak öğrencilerimizin eğitim durumlarını takip eder.
Eğitim danışmanlığının diğer bir hizmeti periyodik konferanslar düzenlemektir. Bu konferanslarda çoğunlukla sosyal bilimler alanında çalışmalarıyla ön plana çıkmış değerli akademisyen,
yazar ve araştırmacılar öğrencilerimizle bir araya
getirilir. Konunun sunumunun ardından öğrencilerimiz konuklarımızla sohbet etme ve gerek
anlatılan konu ile ilgili gerekse kendilerini bekEDEPBÜLTEN 29
BÜLTEN 2015 GÜZ
Böyle durumlarda EDEP öğrencisi kendini yalnız
hissetmez. Danışmanlık hizmetleri sayesinde sorunlarına çözüm bulmak için yardım alabileceği
gibi eğitim danışmanlarımızın yakın ilgisi sayesinde motivasyonunu da diri tutabilir.
EDEP’te görev yapan danışmanların
tamamına yakını EDEP öğrencilerinin
geçtiği eğitim süreçlerini bizzat tecrübe
ettikleri için öğrencilerimizle rahatlıkla
empati kurabilmekte, bu da verilen hizmetin niteliğini ve tesirini artırmaktadır.
leyen akademik hayatla ilgili sorularını paylaşma
imkanı bulur. Ayrıca bu konferanslarda her hafta
bir grup öğrenci, misafirimizi ağırlamak ve ikram
hazırlamakla mesuldür.
Danışmanlık birimi bu iki temel hizmetin dışında, içinde bulunduğumuz çevreyi tanımak, genel
kültürü artırmak ve grup içi bağları güçlendirmek maksadıyla bütün öğrencilere yönelik şehir
içi ve şehir dışı geziler düzenler. Bunlar dışında
önümüzdeki dönemlerde, yakın civardaki yetim
çocuklarla ilgilenme, ilmî ve sosyal faaliyetler yapan sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etme, bazı
sosyal sorumluluk projeleri üretme ve uygulama
gibi hususlarda ön çalışmalar yapılmaktadır.
Kısa ve uzun vadede bu hizmetin EDEP öğrencilerine ne gibi faydalar sağlayacağını
düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, EDEP’teki
öğrencilerimiz akranlarına nazaran daha fazla çalışmayı, üzerlerine daha çok yük almayı kendi iradeleriyle seçmiş, hatta kendi bölümünün yanı sıra
yan dal okurken EDEP programına da katılmış
gayretli ve çalışkan kardeşlerimizdir. Böylesi yoğun bir programın içerisindeyken zaman zaman
eğitim hayatıyla ilgili bazı yorgunlukların, sıkıntıların ve zorlukların ortaya çıkması kaçınılmazdır.
EDEPBÜLTEN 30
Rehberlik hizmetlerinden yardım alarak yeteneğin keşfedilip doğru adreslerle buluşturulamaması eğitim hayatının en önemli problemlerinden
biridir. bilim adamlığı, şairlik veya ressamlık istidadıyla doğan nice insan kendini gerçekleştiremeden dünyadan göçüp gitmiştir. İşte tam bu
noktada EDEP Merkezi, bünyesindeki öğrencileri iyi tanımak ve onları yetenekleriyle, ilgileriyle,
birikimleriyle uyumlu alanlarda akademik çalışma yapmaya yönlendirmek için danışmanlık hizmetleri sunar. Öğrencilerimiz çalışmak istedikleri
alanlarla ilgili gelecekte kendilerini bekleyen şartlar hakkında rehberlik alabilir, kariyer planlarını
danışmanlarımızın rehberliğinde yapabilirler. Bu
hizmeti alan öğrencinin zaman kaybı yaşamadan,
başka adreslerde oyalanmadan yolunda sabır ve
sebatla yürüdüğü müddetçe uzun vadede, hedeflerine ulaşacağı öngörülür.
Peki EDEP’teki eğitim danışmanlarının üniversitelerin kayıt olan her öğrencisine tahsis ettiği danışmanlardan farkı nedir?
Bu noktada bütün üniversiteler hakkında genelleme yapmamız mümkün değil. Ancak gözlem
yapma fırsatı bulduğum üniversitelerde kağıt
üzerinde danışmanlara pek çok görev yüklenmekle birlikte uygulamada öğrenciler danışmanlarıyla resmî bir kaç işlem için yılda bir veya iki
kez bir araya gelebilmekte, bu sınırlı görüşmelerde öğrencinin yakından tanınması mümkün
olmamaktadır. Danışmanlık hizmetine ihtiyaç
duyan öğrenciler ise kendilerine tahsis edilen danışmandan çok derslerine giren hocalardan yakın
ve samimi gördüklerine danışmaktadır. Ancak bu
düzenli bir danışmanlık hizmeti anlamına gelmemektedir. EDEP’teki danışmanlık sistemi öğrencinin yakından takibini ve danışmanla öğrenci
arasında sıkı bir iletişim kurulmasını gerektirir.
EDEP’te görev yapan danışmanların tamamına
yakını EDEP öğrencilerinin geçtiği eğitim süreç-
Bu birimde eğitim danışmanlığı yapan biri
olarak EDEP öğrencilerine tavsiyeleriniz
nelerdir?
Gerek danışmanlık faaliyetleri esnasında gözlemlediğim bazı sıkıntılardan gerekse ilmî çevrelerde
edindiğim bazı kanaatlerden yola çıkarak öncelikle kendi nefsime, sonra da değerli EDEP öğrencilerine bir kaç önemli hususu hatırlatmak isterim.
İlim yolculuğunda özgüven duygularını zedeleyecek düşüncelerden uzak durmak sağlıklı bir seyir
için oldukça önemlidir. ‘Ben bu konuyu anlamıyorum, kapasitem yetmiyor’ cümlesini kurmadan
önce konuyu yeterince sorgulayıp sorgulamadığınızı, gerekli kaynaklara göz atıp atmadığınızı ve
bununla ilgili hocalarınıza soru yöneltip yöneltmediğinizi gözden geçirin. Ve asla çekingen davranmayın. Öğrenmede çekingenlik, ilim yolunda
yürüyen kişinin üzerinden atması gereken ilk
özelliklerden biridir.
Bununla beraber pek çok alimin artan ilmi nedeniyle kibir duygusuyla imtihan olunduğu
unutulmamalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi Cennet’e
giremeyecektir.” buyurmuştur. İlim yolcusunun
önündeki büyük tuzaklardan biri olan kibrin
kalpte sinsice yer etmesinden sakınmak gerekir. Kibrin çirkinliği pek çok edibin kalemine de
konu olmuş, mesela Modern Arap Edebiyatı’nın
önemli temsilcilerinden Emîn er-Reyhanî Reyhaniyyât adlı eserinde ilmi ve bulunduğu mevki
nedeniyle kibir sahibi olan insanların, kalbini yorduğunu ifade ederek güler yüzlü vasat bir insan
olmayı asık suratlı, kibirli bir alim olmaya yeğlediğini söylemiştir.
Topluma büyük hizmetleri geçen kişiler bulundukları makamın gölgesinde kalan ve o makamdan
değer alan kişiler değil, hizmetleriyle o makamda
değer üreten kişilerdir. Gençler, ileride ulaşacakları makam ve mevkilerin hakkını verebilmek için
şimdiden kendilerini donanımlı bir şekilde geleceğe
hazırlama sorumluluğunu içlerinde hissetmelidir.
Öğrenilen konuları, kavramları, bahisleri imkan
nispetinde tam olarak öğrenmeye çaba göstermek önemlidir. Bir şeyi yarım öğrenip de tam
öğrendiğini varsaymak gerçek bilgiye ulaşma
noktasında en büyük engel olabilir. Derslere sadece sınav dönemlerinde yoğunlaşarak çalışmak
kalıcı öğrenmeler sağlayamaz. Aslolan, sınav olsa
da olmasa da belirli bir çalışma düzenini kesintisiz devam ettirmektir. Daima gerçekleştirilmek
istenen yüksek idealler bulunmalı ve bu ideallere
ulaşmak için tam bir çaba sarfedilmelidir.
Ayrıca bir taraftan ilim tahsil ederken diğer taraftan ahlakı güzelleştirecek ve şahsiyet gelişimini
destekleyecek faaliyetlerde bulunmak asla ihmal
edilmemesi gereken bir husustur. Edebin baş tacı
edilerek yüründüğü ilim yolu ne mübarek bir
yoldur. Bu yolda yaşanacak manevi hazların muştusu Alvarlı Muhammed Lutfî’nin “Olur isen ehl-i
edep/ Edep saadete sebep” beytinin îcâzında hoş
bir ifade bulmaktadır.
Bunlar bir yana ilim yolculuğunda dikkat kesilmemiz gereken en önemli nokta ilmi tahsil etmedeki niyetimizdir. Mutlak başarı ve gerçek ilim
halkın rızasını değil Hakk’ın rızasını gözetmekte
yatar. İlim öğrencisinin kalbini ve zihnini açan en
önemli unsur ihlas mefhumudur. İlmî faaliyetler
de dahil olmak üzere bütün faaliyetlerimiz ancak
ihlasla bir anlam kazanır. Bu noktada Bağdatlı
Rûhî’nin çarpıcı bir beytini zikrederek sözlerime
son vermek isterim:
“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler”
Teşekkür ederiz Hocam.
Ben de teşekkür eder, halen tâlibesi olduğum ilim
yolunda bütün öğrenci kardeşlerime muvaffakiyetler dilerim.
EDEPBÜLTEN 31
BÜLTEN 2015 GÜZ
lerini bizzat tecrübe ettikleri için öğrencilerimizle
rahatlıkla empati kurabilmekte, bu da verilen hizmetin niteliğini ve tesirini artırmaktadır. EDEP
eğitim danışmanlığı hizmeti, öğrencinin gerek
lisans gerekse lisans-üstü eğitim sürecinde yürüyeceği uzun soluklu yolda ona kesintisiz ve titiz
bir rehberlik hizmeti sunmayı hedefler.
BÜLTEN 2015 GÜZ
EDEP İhtisas Öğrencileri
ve Araştırmacıları
NİMET KÜÇÜK: Kadıköy/İstanbul doğumlu olup aslen Denizlilidir. 2009 senesinde Ümraniye Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden mezun olmuştur. Akabinde başladığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki eğitimini 2014
senesinde tamamlamıştır. Aynı zamanda, 2012 senesinde başladığı Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde devam ettiği yandal programından 2014 yılında mezun olmuştur. 2010’da başladığı
İSM(İlimler ve Sanatlar Merkezi)’de dini ilimler ve sosyal bilimler seminerlerinin yanı sıra İngilizce seminerlerine de
katılmıştır. Muhtelif zamanlarda eğitim amaçlı Ürdün ve Almanya’da bulunan Nimet Küçük 2014 senesinde başladığı
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk-İslam Edebiyatı anabilim dalındaki yüksek lisans eğitiminde
çalışmalarına devam etmektedir. Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP) bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır. Arapça, İngilizce ve Farsça bilmektedir.
ludur. Ortaokul ve liseye Kadıköy Anadolu İmam
ÖZLEM KAHYA ÖNCEL: Aslen Kayserili olup Üsküdar doğum
Lisesi’ne geçiş yapmış ve 2002 yılında aynı
Hatip Lisesi’nde devam ettikten sonra son yıl Amasya İmam Hatip
esi’nde başladığı eğitimini 2007 yılında deFakült
t
liseden ikincilikle mezun olmuştur. Marmara Üniversitesi İlahiya
r Enstitüsü İslam Hukuku Bilim Dalı’nda
Bilimle
Sosyal
rece ile tamamladıktan sonra aynı yıl Marmara Üniversitesi
hazırladığı “İSLAM HUKUKUNDA MUHAYE’E” adlı tez
yüksek lisans programına katılmaya hak kazanmış, 2009 yılında
da İLADER (İlahiyat Araştırmaları Derneği)’de İslamî
çalışması ile programı sonlandırmıştır. 2005-2010 yılları arasın
im yılını Ürdün Üniversite’sinde doktora araşilimler, Arapça ve İngilizce eğitimi almış olup 2014-2015 eğitim-öğret
i almak üzere Ürdün’de geçirmiştir. Marmara
tırmaları yapmak ve QASID Dil Enstitüsü’nde Modern Arap Dili eğitim
a başladığı doktora çalışmasına “ŞEYBÂNÎ’NİN
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku Bilim Dalı’nd
ile halen devam etmektedir.
EL-ASL ADLI ESERİNDE İSTİHSAN KAVRAMI” başlıklı tez konusu
ŞEYMA NUR TEMEL: Şu anda Fatih’te araştırmacı olarak devam eden hayat yolculuğu yıllar
önce yine Fatih’te
başlamıştır. 2009 yılında Kadıköy Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun olmuştur. Akabinde
Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamlamıştır. Aynı zamanda İlimler ve Sanatlar Merkezin
in eğitim programına
da devam etmiştir. Burada klasik İslami ilimlerin yanı sıra sosyal bilimler ile İngilizce ve Arapça
dersleri almıştır.
Arapça eğitimi için iki ay Ürdün’de, Din ve Eğitim alanındaki bir çalıştay kapsamında da Almanya’d
a bulunmuştur. Şu
an Şehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih bölümünde yüksek lisans yapmakta ve Eğitime
Destek Programları Merkezi (EDEP) bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır.
NEBİYE RAŞİT: Gümülcine/Yunanistanlı olan Nebiye Raşit 2009 yılında Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesinden
mezun olup aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde eğitime başladı. Lisans eğitiminin yanı sıra İlimler ve
Sanatlar Merkezinde Arapça, İngilizce, İslami İlimler ve Sosyal Bilimler alanlarında dersler aldı ve İletişim Fakültesi
Radyo Televizyon ve Sinema bölümündeki çift anadal programını tamamladı. 2012 yılında Arapça eğitimi için iki ay
Ürdün’de bulundu. 2014 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi Anabilim dalında yüksek
lisansa başlamış olup hâlen bu alandaki tez çalışmalarına devam etmektedir. Eğitime Destek Programları Merkezi’nde (EDEP) ihtisas öğrencisi olarak bulunmaktadır.
EDEPBÜLTEN 32
Lisesi’nden 2009
e Çınar İstanbul’da doğdu. Üsküdar İmam Hatip
HALİME ÇINAR: Aslen Konyalı olan Halim
s eğitimi boLisan
i İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimine başladı.
yılında mezun olup aynı yıl Marmara Üniversites
alanlarında
zce)
k İslami İlimler, Sosyal Bilimler ve Dil (Arapça, İngili
yunca İlimler ve Sanatlar Merkezi’nde (İSM) Klasi
nya’da
Alma
da
da
n’de, Din ve Eğitim alanındaki bir çalıştay kapsamın
dersler aldı. Arapça eğitimi amacıyla iki ay Ürdü
lisans
a
yılınd
2014
k Fakültesi’nde Yandal Programına başladı.
Ünibulundu. 2012 yılında Marmara Üniversitesi Huku
ara
Marm
dığı
ndan mezun oldu. Şu anda 2014 yılında başla
kte
eğitiminden, 2015 yılının başında Yandal Programı
etme
m
deva
ine
Anabilim Dalında başladığı Yüksek Lisans eğitim
versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku
bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır.
ve Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP)
ŞEYMA ÖZDEMİR: Aslen Ankaralı olan Şeyma Özdemir, lisans eğitimini Marmara Üniversit
esi İlahiyat Fakültesi ve İktisat Fakültesi’nde çift anadal programıyla tamamladı. Fakülte tedrîsinin yanında
İlimler ve Sanatlar
Merkezi bünyesindeki Vâlide Atîk Medresesi’nde Klasik İslami ilimlerle beraber Sosyal Bilimler
ve İngilizce seminerlerine iştirak etti. Değişim programı kapsamında bir dönem Malezya İslam Üniversitesi’nde
eğitim gördü.
Arapça tedrîsi amacıyla Ürdün’de bulundu. Hâlen Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat
Tarihi bölümünde
yüksek lisansını ve EDEP Merkezi bünyesinde araştırmacı sıfatı altında talebeliğini idâme ettirmekt
edir.
FATMA ATEŞ: Fatma Ateş, 1990 yılında Almanya’nın Güneyinde Prien am Chiemsee’de doğmuş
olup memleketi
Ermenek’tir (Karaman-Konya). Almanya’da büyüyen Fatma Ateş, Ekonomi bölümünde okumuş,
İktisat, İşletme,
Hukuk ağırlıklı dersler almıştır. Mittlere Reife diplomasını derece ile alan Ateş, 2009 yılında Fachhoch
schulreife
diplomasını almıştır. Aynı yıl lisans öğrenimine Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde “Uluslara
rası İlahiyat
Programı” dalında başlamış ve buradan 2014 yılında mezun olmuştur. Üniversite öğreniminin
yanısıra beş yıl
İlimler ve Sanatlar Merkezine (İSM) devam etmiş, bu süreçte dil eğitimi için iki ay Ürdün’de
bulunmuştur. Ateş,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde İslam Hukuku alanında yüksek lisans çalışmala
rına devam
etmekte ve aynı zamanda Eğitime Destek Programları (EDEP) Merkezinde İhtisas öğrencisi olarak
bulunmaktadır.
Almanca, İngilizce ve Arapça bilmektedir.
Almanya’daki
ESRA UKALLO: Almanya’da doğan Esra Ukallo aslen Kosovalıdır. 2009 yılında Bielefeld,
Sciences (CNRS)
CARL-SEVERING-BERUFSKOLLEG’de lise eğitimini tamamladı. Paris’te, Institute vegetal du
yaptı. Akabinde
staj
hafta
on
olarak
bursiyer
da
kapsamın
Projesi
Vinci
da
bünyesinde Avrupa birliği Leonardo
yılında mezun
2014
”ndan
Programı
İlahiyat
rası
“Uluslara
’ndeki
Fakültesi
başladığı Marmara Üniversitesi İlahiyat
ve dil
Bilimler
Sosyal
İlimler,
İslami
Klasik
(İSM)
de
Merkezi’n
Sanatlar
ve
oldu. Lisans eğitimi esnasında İlimler
Enstitüsü’nde üç
(Arapça, İngilizce) alanlarında dersler aldı. İki ay dil eğitimi amacıyla Ürdün’de bulundu. Goethe
katıldı. Şu
aylık Dinler arası dil iletişimi kursu aldı. 2014 yılında Muslims Societies konulu IIIT’nin Yaz Okulu’na
BERLIN’de İslami
an İSTANBUL 29MAYIS ÜNİVERSİTESİ İslam Hukuku alanında ve Berlin’deki FREIE UNIVERSITÄT
de (EDEP)
Merkezi’n
arı
Programl
Destek
Eğitime
ve
etmekte
devam
ine
Bilimler alnında Yüksek Lisans eğitimler
ir.
bilmekted
Fransızca
Arapça,
İngilizce,
Almanca,
Türkçe,
İhtisas öğrencisi olarak bulunmaktadır.
EDEPBÜLTEN 33
BÜLTEN 2015 GÜZ
BİRNUR BÖLEN: Aslen Erzurumlu olan Birnur Bölen İstanbul’da doğdu. 2009 yılında lise
eğitimini aldığı Kadıköy
Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden mezun olup Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek
öğretimine başladı.
İlahiyatın eğitimiyle beraber İlimler ve Sanatlar Merkezi’nin eğitim programına da devam eden
Birnur, burada Arapça
ve İngilizce derslerinin yanı sıra İslami ilimler, alet ilimleri ve sosyal bilimler alanında dersler
aldı. Lisans öğrenimi
sırasında dil öğrenimi maksadıyla iki ay Ürdün’de kaldı; İstanbul ile Almanya’da ilahiyat ve eğitim
üzerine düzenlenen
uluslararası akademik çalıştaya katıldı; Ankara ve İstanbul’da düzenlenen öğrenci sempozyu
mlarında tebliğ sundu.
Halihazırda 2014 yılında başladığı Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi İslam Hukuku
Anabilim dalındaki
yüksek lisans eğitiminde çalışmalarına devam etmekte ve Eğitime Destek Programları Merkezi
(EDEP) bünyesinde
Araştırmacı olarak çalışmaktadır.
BÜLTEN 2015 GÜZ
Murteza Bedir
Hocamızla
Söyleşi
Birnur Bölen, Şeyma Nur Temel, Nimet Küçük EDEP Araştırmacıları
Murteza Bedir ilim yoluna nasıl dahil olmuştur? Lise, üniversite ve lisansüstü
sürecinde hangi ilimleri, hangi alimlerden
okudunuz? Gençlik yıllarını bu yola vakfetmiş kıymetli bir akademisyen olarak bu
yıllarınızdan biraz bahseder misiniz?
Uzun yıllar önce, ilkokulu bitirdiğimde İmam-Hatip’e başlamıştım. Bakırköy
İmam-Hatip Lisesi, o zaman Bağcılar’daydı.
Orada iki sene okudum. Sonra amcamın oğlu
vardı, hafızlık yapıyordu, bitirmişti hafızlığını.
Bir gün geldi bana dedi ki ilim yoluna girmek
istiyorsan, alim olmak istiyorsan böyle böyle bir yer kuruluyor diye bir kurstan bahsetti,
Ahmet Vanlıoğlu’ndan bahsetti. İlginç bir şekilde o zaman o beni çok heyecanlandırmıştı,
daha on iki on üç yaşında bir çocuğum. Çok
iyi hatırlıyorum, oraya girebilme talebimi babama söyledim, babam da ‘nereye gidersen git,
ben bu işlere karışmıyorum’ dedi. Hatta öyle
EDEPBÜLTEN 34
ki tasdiknamemi bile almadı yani. Tasdiknameyi sonradan ben bir şekilde aldım ve ayrıldım imam-hatipten. Yani bıraktım ve hafızlık
yapmaya gittim. Fatih Çarşamba, İsmailağa’da
daha yeni kurulmuş, bir yıllık bir müesseseydi.
Galiba yetmiş dokuzda kurulmuştu. Seksende
de ben, Ahmet Vanlıoğlu’nun kurmuş olduğu
o yerde başladım. Yedi yıl sürdü oradaki maceram. Orada, o dönemin şartlarına göre oldukça
modernleştirilmiş bir medresede okudum. Pek
çok hoca gördük, pek çok isimle tanıştık ve
onlardan ders alma imkanımız oldu. Seksen ihtilalinin getirdiği demokratikleşme ile beraber
İstanbul’a güneydoğudan, doğudan çokça göç
oluyordu. O sırada Güneydoğu ulemasından
bir çok alim de İstanbul’a geliyordu ve onlar
medreselere de mutlaka bir uğramış oluyorlardı. Oralardan hocalarımız oldu. Hocalarımız
ağırlıklı olarak Karedeniz ulemasındandı ama
Güneydoğudan da katılanlar olmuştu. Önem-
bir medreseydi. Bu yüzden de pek iyi gözle
bakmazlardı bize zaten, bunlar bozulmuş şeyler
diye bakarlardı.
Sınıf arkadaşlarınızdan var mı hocam
şimdi akademide olan?
Benim gibi olan da var başka yerlerde olan da
var. Yani o Çarşamba cemaatinin geleneksel
yapısı içerisinde devam edenler de var. Bizim
gibi formel eğitime geçip orada devam edenler
de var. Rahmetli Ahmet Davudoğlu’nun öğrencisi Zeynelabidin hocadan ders aldık. Bayram
Ali Karamustafaoğlu ve Bayram Ali Öztürk, bu
şehit edilen, cami içerisinde öldürülmüştü. O
hocamızdı mesela, Mahmut Efendi’nin damadı, Farsça hocamızdı. Çok değişik hocalardan
dersler aldık. İmam-hatip hocaları vardı. Hatırlıyorum, Avrupa’dan gelmiş bir İngilizce hocamız vardı. Mekke’den mezun olmuş gelmiş bir
modern Arapça hocamız vardı mesela. Bize neşid ezberletirdi. Resul Tosun, sonra milletvekili
oldu, bir ara da Yörünge diye bir dergi çıkarmıştı, o işte ilk geldiğinde bize hocalık yaptı. Toplamda yedi sene orada kaldım. Dört sene temel
eğitim, üç sene de ihtisas vardı fakat temel eğitimin bir senesini ben atladım. Yani toplamda üç
sene temel eğitim, ihtisası da iki senede tamamladığımdan iki sene de ihtisasta eğitim gördüm.
“
li kim var diye baktığımda rahmetli Nurettin
Can var, güneydoğudan Tillo medresesinden
gelmişti. O hocamız olmuştu. Onun vasıtasıyla gelen pek çok hocalar olmuştu. Ahmet
Vanlıoğlu’nun kendisi tabii. Rahmetli Hasbi
Hoca, çok öğrenci canlısı bir hoca idi. Hadis,
usul-i hadis okuduğumuzu hatırlıyorum onunla. Tâc’ı okumuştuk, Dâvûd-i Karsî’yi okumuştuk. Birgivî şerhlerini okuduk. İlginç bir şekilde burası modern bir medreseydi. İmam-hatip
öğretmenleri, İmam-hatipte öğretmenlik yaparken ayrılıp oraAhmet Özer,
ya gelenler vardı. Onlar ağırlıkla
Ahmet Fevzi Koç
yönetimdeydi zaten. Dolayısıyla
gibi hocaların
daha formel bir yapısı vardı. Ahmet Özer, Ahmet Fevzi Koç gibi
varlığıyla edebihocaların varlığıyla edebiyat,
yat, İngilizce gibi
İngilizce gibi dersler de vardı o
dersler de vardı o
medresede, düşünün yani. Ahmet Vanlıoğlu’nun vizyonu ile
medresede, düşüorası Çarşamba’nın geleneksel
nün yani.
yapısıyla çok uyumlu olmayan
Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandım, oraya geçtim.
Bir yıl orada hazırlık okuduktan
sonra İlahiyat’a dönmeye karar
verdim. Daha doğrusu o sıralarda Ezher furyası vardı. Yavuz
Kamadan hoca bize orayı anlatmıştı ben de kafaya koymuştum
Ezher’de eş-Şerîa ve’l-Kânûn okumayı. Daha sonra babam frene
bastı, olmaz dedi, gidemedik. Biz
de direksiyonu ilahiyata kırdık.
EDEPBÜLTEN 35
BÜLTEN 2015 GÜZ
“
İlginç bir biçimde Avrupa’daki akademik, ilmi
yaklaşımın medresedeki
ilmi yaklaşıma daha yakın
olduğunu fark ettim. Buna
karşılık son yüz, yüz elli
yılda İslam dünyasında
oluşan yüksek dini öğretim
kurumlarının ise bu ikisinin
derinliğine, kalitesine ve
tutarlılığına aslında sahip
olmadığını fark ettim.
BÜLTEN 2015 GÜZ
Böylece Marmara İlahiyat’a geldim. Boğaziçi’nde İngilizce hazırlık gördüğüm için ve Arapça
da gördüğüm için hazırlık okumadım. İngilizcelerden de muaf olunca toplamda üç, üç buçuk yılda Marmara İlahiyat’ı bitirdim doksan
bir aralığında. Benim kafamda ihtisastayken
de fakültede okurken de fıkıh okumak vardı.
Felsefeye de merak salmıştım. Hatta efsane
bir hoca vardır Necip Taylan diye. Ondan birinci sınıfta ders alırken bana hep derdi illa gel
asistanım ol diye, vize kağıdımı çok beğenmiş.
Ben de fıkıh çalışacağım deyince darebe zeydün
amren ile ne yapacaksın, bırak bu işleri falan demişti. Yani hep kafamda en başından beri fıkıh
uzmanlığı vardı. O sebeple de bir yandan da
dilleri halletmek istiyordum.
Dönmez de bunlardan biriydi. Yani bu hocalarla çok verimli derslerimiz geçti ama dediğim
gibi bazı derslerle ilgilenmiyordum. Daha çok
arka sıralara geçip kitaplar okuyordum devam
mecburiyeti de olduğu için. Yüksek lisansımı
Londra Üniversitesi School of African and Oriental Studies diye bir okul var, ikinci dünya savaşından sonra kurulan. Orada hukuk okulunda
İslam hukuku masterı yaptım. Düşünce yönünden zayıf, çok somut bir hukuk okulu olduğu
için devam etmemeye karar verdim orada.
Manchester’da daha derin ve teorik konulara
girebileceğim bir hoca vardı, doktora için de
onun yanına geçtim. Doktoram, yüksek lisansım toplamda altı yıl sürdü. İngiltere’de yüksek
lisans bir, bir buçuk yıldır. Doktorada ise ders dönemi yoktur,
Okulu erken bitirince İngilteSonrasında Bodoğrudan hoca odaklıdır. Hoca
re’ye gittim, orada altı ay kaldım.
ğaziçi
Üniversiararsınız, hoca bulursunuz, hoYüksek lisans, doktora ile ilgili
caya gidersiniz. Ben de o yönden
tesi’ni kazandım,
bilgi aldım. Buraya gelmeli diye
şanslıydım. Ben de iyi bir hocaya
düşünürken o sırada da takdir-i
oraya geçtim. Bir
düştüm, yani onu tercih ettim,
ilahî, Dünya Bankası’nın desteyıl
orada
hazırlık
gittim. Norman Colder, namı
ğiyle Özal bir proje başlatmıştı,
okuduktan sonra
iyi olmayan ama öğrencilere çok
Çiller dönemiydi. Bin beş yüz
faydalı olan bir hocaydı. İslam ile
kişiyi yurtdışına gönderdiler eğiİlahiyat’a dönmealakalı yazıları yüzünden namı
tim maksadıyla. Bunların içinde
ye karar verdim.
çok iyi değildi. Çünkü sceptic deon sekiz de ilahiyat kontenjanı
nen bir yaklaşım geleneği vardır
vardı. Sınava girdim, öylece bir
Avrupa’da. Bunlara Goldziher-Scyurtdışı maceramız oldu. Ben
hact geleneği deniyor. Benim hocam da ogeilahiyattayken dersleri çalışmadan, öylesine girip geçerdim. Sebebi ise zaten onları daha önce
lenektendi. Hep böyle şüpheci bir tavır vardı
görmemizdi. Mesela Şerhu’l-Akaid’i, Telhîs’i,
ama öğrencilerle ilgilenme bakımından iyiydi,
Molla Cami’yi, Kâfiye’yi ben ilahiyata gelmeöğretici bir adamdı. Bize akademik oryantasden önce okumuştum. Hatta ilahiyata gelmeyon manasında, tezin açılımları noktasında çok
den Hidâye’yi, Serahsî’nin usûlünü bitirmiştik.
büyük bir katkısı oldu. Ben doktorayı bitirmeCessâs’ın Ahkâmu’l-Kur’ân’ından, Sâbûnî’den
den hoca, genç yaşta kanserden öldü. Benim şu
çok farklı okuma alanlarımız olmuştu. O yüzanki yaşımdan bir iki yaş büyüktü herhalde ve
den ilahiyata geldiğimde bana biraz basit
doktorayı bitirmemiştim, daha bir buçuk yılım
gelmişti ilahiyattaki dersler. Ama istifade ettivardı. Sonrasında ise başka bir hocayla süreci
ğim dersler de oldu. Mesela felsefede Necip
tamamladım.
Taylan’dan çok şey öğrendim. İbrahim Kafi
EDEPBÜLTEN 36
üstü biraz daha özcü bir yaklaşımla, kritik üzerine kurulu bir yapı var ilahiyatlarda. Gelenekselin tıkanmış yapısını gördüğünüzde bu çok
Tabi, tabi. Ölümünden bir ay kadar önce son
cazip geliyor size. Bir anda çok ilginç şeylermiş
görüşmemizi yapmıştık. Orada benim hangi
gibi hissediyorsunuz, ona kapılıyorsunuz. Bir
danışmanla da çalışacağımı ayarlayıp öyle öldü.
süre ben de kapıldım onlara. Avrupa’ya gittikCenazesine de katıldım, Katolik kilisesinde yaten sonra, altı-yedi yıl İngiltere, arkasından bir
pılmıştı. Toprağı bol olsun, çokça Müslüman
yıl Amerika, orada bazı hususları fark ettim.
öğrencisi de vardı. Yaklaşık on beşe yakın MüsBunlardan en önemlisi şu oldu; aslında modern
lüman doktora öğrencisi vardı. Türkiye’de de
ilahiyat ve ya yüksek din eğitimi, medrese eğibirçok doktora öğrencisi var zannediyorum.
timi ve Avrupa’daki din eğitimini
alıp üçünü birden değerlendirdiHocam ben şunu merak
Yani
bu
hocalarla
ğinizde oldukça zıt şeylerle karşı
ediyorum, İSM gibi yerlerde
karşıya olduğunuzu fark ediyorçok verimli derskendi gittiğiniz medreseden
sunuz. İlginç bir biçimde Avruilham aldınız mı?
lerimiz geçti ama
pa’daki akademik, ilmi yaklaşıdediğim gibi bazı
Medrese ilim geleneğinde okumın medresedeki ilmi yaklaşıma
yan her ilim talebesinin hep haderslerle ilgilendaha yakın olduğunu fark ettim.
yalinde böyle bir medrese kurBuna karşılık son yüz, yüz elli yılmiyordum. Daha
mak vardır.
da İslam dünyasında oluşan yükçok arka sıralara
sek dini öğretim kurumlarının ise
geçip kitaplar
Hocam siz İngiltere’de de
bu ikisinin derinliğine, kalitesine
okuyordum deuzun yıllar çalışmalarda buve tutarlılığına aslında sahip ollundunuz. Batı akademyası
madığını fark ettim. Bu tabii büvam mecburiyeti
ve onların paradigmaları ile
yük bir şoktu. İlmî yaklaşım açıde
olduğu
için.
bizim kendi ilim geleneğimizi
sından modern ilahiyat, yüksek
telif etmek noktasında karşıdin eğitimi ki modern dönemde
laştığınız sıkıntılar, problemİslam dünyasındakiler de aşağı
ler oldu mu? Bunları aşmak noktasında
yukarı böyle aynıdır, medrese eğitimi ile kıyasneler yaptınız?
landığında gerçekten çok zayıf geldi bana. En
önemli fark ettiğim şeylerden birisi bu oldu. Bu
Ben buna illa sıkıntı bağlamında değil de karşıaynı zamanda şu konuda da bana bir ışık yaklaştırma yapmak için genel bir cevap vereyim.
mış oldu; her ne kadar ilahiyat, medrese gibi
Klasik medresenin kendi anlayış dünyası var,
geleneksel olana eleştirel bir gözle bakıp bizim
bununla eğitim aldığınızda ve sonrasında ilahizihinlerimizi eleştiriye götüren bir şekilde yeyata başladığınızda yeni dini yaklaşımların catiştirmiş olsa da aslında geleneksel olanın ilmi
zibesine kapılıyorsunuz, ilahiyat size farklı bir
tutarlılığının daha güçlü olması benim geleneğe
şey veriyor. Niye? Çünkü geleneksel medreseyi
bakışımla ilgili çok daha farklı bir vizyon verdi
eleştiren ve onun üstüne birtakım yeni şeyler
bana. Bir yerde aslında ilginç bir biçimde Batı
icad eden bir eğitim yapısı var ilahiyatlarda.
üzerinden geleneğin ne kadar değerli olduğunu
Bunu en somut olarak şöyle diyebiliriz; gelenekeşfettim. Bu ilginç bir şey. Bunu fark ettiğimde
ği eleştiri üzerine kurulu, mezhepler ve ekoller
EDEPBÜLTEN 37
BÜLTEN 2015 GÜZ
Yani hasta olmasına rağmen size yardım
edebiliyor muydu hocam?
BÜLTEN 2015 GÜZ
akademik tutarlılık ve akademik derinlik meselesinin burada belirleyici olduğunu söylemem
lazım.
Kaynaklara yaklaşmaları açısından mı
benzerler?
Geç olmuş olmuyor mu hocam? Mesela
siz anlattığınız zaman Murteza Bedir oldunuz çünkü genç yaşta bu eğitimi alabilmişsiniz.
Hayır, hayır. Bunlara tabii ki daha erken başlanabilir ama üniversitede başlanırsa da yapılabilir, yapılamaz diye bir şey yok yani. Bu konuda
da yapılabilir olduğunu ispatladığımızı zannediyorum. Pek çok programlarda gördüğümüz
ürünlere, ortaya çıkan insanlara baktığımız
zaman bunun başarılabilir olduğunu zannediyorum.
Kaynaklara yaklaşım ve kaynaklara tutarlı bir
biçimde yaklaşmak suretiyle onları iyi bir biçimde analiz etme açısından. Ve bir de modern yüksek din öğretiminden mezun olmuş
herhangi birisinin metnini alın, muhakkak her
bir sayfasında üç beş tane çelişkiyi fark edersiniz, yani ilmi bir tutarlılık sorunu yaşar. Buna
karşılık ne geleneksel ilmi üretimlerde ne de
Yani bir üniversiteye, modern eğitimin
modern akademik yaklaşımlarda, tabii ki hata
içine sıkışmış insanlar olarak gördüğüçelişki herkeste olur da her sayfada üç beş tane
müz zaman kendimizi sizin anlattığınız
bulabileceğiniz kadar çelişkili bir metin bulaçelişkili çalışmalar yapmaya mecbur
mazsınız. Orada bilinç vardır, ilmi tutarlılık
gibi hissetmemeliyiz kendimizi değil mi
bilinci vardır. Bu, benim kastettiğim. Mesela
yani?
söylediğinin nereye varacağını
Yok, son yıllarda yükseköğreçok fazla hesaplamıyor. İlahitimin akademik kalitesi bizim
Her ne kadar ilahiyatlardaki din söyleminin belokuduğumuz yıllardaki gibi
ki de en büyük eksikliği işte bu
yat, medrese gibi gedeğil. Gelişti, değişti. Daha
felsefî, teorik derinliğinin ve
leneksel olana eleşiyiye doğru gidiyor, onu kabul
metodik derinliğinin olmamatirel
bir
gözle
bakıp
ediyorum ama bu teorik desı. Bu esas sorun yani.
rinliğin, metodik bilincin yaybizim zihinlerimizi
gınlaşmasıyla çok daha iyiye
eleştiriye götüren bir
Peki hocam, küçük yaşgidecektir. Fakat öyle kolay kaşekilde yetiştirmiş
ta gittiniz medrese eğitimi
zanılacak bir şey değil bu. Çünalmaya. Kendi projelerinizi
olsa da aslında gelekü bizler, o dediğim geleneksel
neden üniversite öğrencileilmî metodun tutarlılığını ve
neksel olanın bu ilmi
rine yönelik yaptınız? Lise
felsefî perspektifini kaybetmiş
tutarlılığının daha
çağındaki çocuklar için
ama yerine modern olanı da
güçlü olması benim
medrese açamaz mıydınız?
tam olarak ikame edememiş
Neden üniversite öğrencigeleneğe bakışımla
insanlarız. Hala bunu tam olaleri için yaptınız projeleri?
ilgili çok daha farkrak inşa edemedik. İnşa ettiğiİSM olsun, İSAR olsun.
miz şey çok fazla üzerinde dülı bir vizyon verdi
şünülüp, tefekkür edilip hesabı
Yani biz üniversite hocasıyız,
bana.
başka nerede yapacağız.
da verilmiş bir ameliye değil.
EDEPBÜLTEN 38
EDEPBÜLTEN 39
BÜLTEN 2015 GÜZ
Dolayısıyla bir kere bunlarla
dern yükseköğretim denemesi
Çünkü
bizler,
o
oluyor, ilk denemesi oluyor.
hesaplaşmak gerekiyor evvela.
Ama Türkiye’deki tecrübesi
dediğim geleneksel
Son yüz elli yılda yaptığımız
zaten çok kısıtlıdır biliyorsuilmi çalışmaların bir hesabıilmi metodun tutarnuz. Yani 1924- 1933 arasında
nın tutulması, verilmesi lazım.
lılığını ve felsefi persyaklaşık işte 9 yıl, bunun da
Bunlar tutarlı mıydı, eksiği
pektifini
kaybetmiş
bir kısmında öğrencisiz kaldı,
neydi, buradaki sorular doğdönemin şartları öyle zorladı
ama yerine modern
ru sorular mıydı? Hatta bizzat
diyelim. Bu arada mutlaka çok
soruların kendisinde problem
olanı da tam olarak
iyi hocalar, çok iyi beyinler varvar yani. Bunun nedeni de
ikame edememiş
dı, özellikle Osmanlı medrese
kendi entelektüel bilincini ve
insanlarız.
geleneğinden ve Dârulfünûn
metodik derinliğini kaybetmiş
geleneğinden beslenmiş iyi
olan bir geleneğin özgüvenle
hocalar vardı burada. Çok iyi isimler Seyyid
başka medeniyetlere bakma şansının olmamaBey’den işte Elmalı’ya, İzmirli’den (İzmirli İssı. Dolayısıyla da ürettiği şeye çok güvenme
mail Hakkı) Şerafettin Yaltkaya’ya bir çok isim
şansı yok. Bunu telafi ettikçe o yönde daha iyivar orda. Yani bildiğimiz, meşhur alanlarda yaye doğru bir gidiş olacaktır ve ben o konuda
zan çizen Fuad Köprülü gibi önemli isimler var.
umutluyum. İyiye doğru gidiyoruz inşaallah. Bu ilk deneme tabi ki belki devam etseydi çok
farklı olurdu, Türkiye’de ilahiyat bir derinliğe
Fakülteden devam edelim. İstanbul Ünisahip olurdu. Bizim yeni yeni fark etmeye çaversitesi İlahiyat Fakültesi çok eski, köklü
lıştığımız bazı problemleri daha erken fark edebir geçmişe sahip. İstanbul ilahiyatın bu
bilirdik. Çünkü bu isimlerin akademik özgüreski geçmişine dokunan, onu ihya etmeye
lük alanı açıldığı ve o süreklilik kazandığında
yönelik projeleriniz var mıdır?
oranın çok iyi bir yöne doğru evrilebileceğini
Evet, İstanbul İlahiyat işte bu biraz önce söyzannediyorum ama tabi ki şartlar öyle gelişmelediğim modern ilahiyatın Türkiye’deki ilk
di. İstanbul İlahiyat Fakültesi ise İstanbul Ünidenemesi. 1900 yılından 1914’e kadar bir deversitesi’ne bağlı İlahiyat Fakültesi ise bir daha
neme var, sonra 1914’ten 24’e kadar bir kesinti
1992’de kuruluyor. O arada İstanbul Üniversivar galiba. Bizim zaten yüksek öğretimimiz
tesi’nde yüksek din öğretimi ve araştırması yavar, medreseleri ihya edersek zaten bunu halpan öğretim yok ama araştırma yapan bir bilim
lederiz gibi çıkışlar olduğu için Daru’l-fünûn
kurulu var Edebiyat Fakültesi’nin içinde, İslam
içerisinde İstanbul ilahiyatın yerini çok sorguAraştırmaları Merkezi ya da İslam Tetkikleri
layan, o zamanki adıyla Ulûm-i Dîniyye şubeEnstitüsü adıyla. Hatta dergisi de var, ilmi dersine ne gerek var diyen birçok güçlü sesler var,
gisi var ve Zeki Velîdî Togan’ın, Muhammed
şeyhülislam en başta olmak üzere. Dolayısıyla
Hamidullah’ın ders verdiği, bazı oryantalistmedreseler ihya edilmeye çalışılıyor ya da molerin gelip orada araştırmalar yaptığı, dersler
dernize, reformize edilmeye çalışılıyor. 1924’te
verdiği bir platform oluyor orası. Aslında İstabi medrese kapatıldığında tekke de var kapatanbul Üniversitesi bir yerde bir yandan katkı
tılan, artık geriye ilahiyat kaldığı için ilahiyat
vermeye devam ediyor ama ilahiyat anlamında
fakültesi bir yerde modern denemenin, moyani daha formel ilahiyat eğitimi anlamında bir
BÜLTEN 2015 GÜZ
ilahiyat eğitimi yok İstanbul Üniversitesi’nde.
İlahiyat aslında pek bir atılım içerisinde değil,
Belki bazı hocalar var, bazı dersler var o kadar.
gelişme kaydetme noktasında çok cılız kalıyor.
Ama formel ilahiyat eğitimi yok. Formel ilahiAncak 2006-2007’den sonra İstanbul İlahiyat
yat eğitimi bildiğiniz gibi Ankara’da kuruluyor
yeniden İstanbul Üniversitesi’ne yaraşır bir
sonra Yüksek İslam Enstitüleri kuruluyor Milplatform olmaya çalışıyor ve tabi bu tarihlerli Eğitim’e bağlı, onlar da üniversite değiller
den itibaren hem öğrenci sayısı hem öğretim
tam olarak. Ta 1982’ye kadar. 1982’de ancak
üyesi sayısı olarak çok hızlı büyüyor. İşte yedi
üniversite içerisine alındıktan
yıl diyelim, yedi sekiz yıl. Yedi
sonra fakülte ismi alıyorlar.
sekiz yılda çok hızlı büyüyor ve
Bir
gelişme
bir
merİşte Ankara 1971’de veya 72’de
bu büyüme ile beraber tabii ki
hale kaydedildi diye
Erzurum’daki İslami İlimler
çok sorunları beraberinde getiFakültesi’nin denemeleri var.
riyor. Biz bir yandan tabi Türdüşünüyorum ve
Bu ikisi, ama esas Türkiye’de
kiye’deki bütün ilahiyatlarda
şimdi bazı şeylerin
ilahiyat fakültelerinin başlanyapılan, yapılmakta olanlardan
zamanı
geldi
argıcı aslında Türkiye Cumhubağımsız değiliz. Oralarda olan
tık.
Bu
hem
güncel
riyeti içerisinde 1924’ten çok
şeyler aşağı yukarı bizi de bağsorularla ilgilenme
1982’dir. 80 ihtilali sonrasınlıyor ama biz şu anda İstanbul
daki 82’de alınan bir kararla
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
hem de daha fazla
bir gece bütün Yüksek İslam
olarak Türkiye’nin herhalde
toplumun beklentiEnstitüleri ilahiyata çevrildi,
büyüklük olarak ya 2.si ya 3.süleri
doğrultusunda
oradaki hocalar ilahiyatlarda
yüzdür. Bilmiyorum tam sırayı
toplumun
sorulaöğretim üyesi haline dönüştüama 1.si Marmara’dır sayı olarüldüler. Budur ilahiyatın başrak ama 2. biziz veya 3. olabirını ve sorunlarına
langıcı. Dolayısıyla biz bugün
liriz. Bir şekilde ilahiyat faküldaha içerden daha
işte 2015. Kaç yıllık bir tarihiteleri arasında ilk beşteyiz, sayı
kökten daha can
miz var? Demek ki 33 yıllık bir
olarak, öğrenci ve hoca olarak.
alıcı
cevaplar
bulma
tarihimiz var aslında ilahiyat faTabi görece tarihimizin yeni
külteleri olarak. Tabi burada İsolmasından kaynaklı fiziksel
yönünde bir duruş
tanbul İlahiyat, Marmara, Konmekanlarımızla ilgili sıkıntılahaline geldi diye düya, Erzurum, Kayseri, Bursa
rımız var. İşte bir yandan fizikşünüyorum.
Uludağ, İzmir gibi önemli bazı
sel kampüs alanımızın genişlefakültelere kıyasladığımızda
tilmesi projelerimiz var. Ama
daha yeni bir şey. Yani 1982’de
bunun yanında da işte daha
değil 92’de kuruluyor fakat 92’den itibaren de
kadrosuna derinlik kazandırmak ve programlaİstanbul Üniversitesi’nde bir süre bir direnç
rını çeşitlendirmek adına birçok projemiz var.
var, açmak istemiyorlar. O zamanki yönetim
Şu anda fiilen hayata geçirdiğimiz projeler var.
96’ya kadar da öğrenci almıyor. 96’da aldıkİngilizce ve Arapça yüksek lisans programları,
tan sonra da hep gelişmesi önünde birtakım
İslam iktisadı ve finansı yüksek lisansı, iktisat
engeller var, işte 28 şubat giriyor araya falan.
fakültesi ile ortak açtığımız programlar var.
2005-2006’lara belki 2007’lere kadar İstanbul
Şimdi tıp fakültesiyle ortak bir biyoetik ve İslaEDEPBÜLTEN 40
EDEPBÜLTEN 41
BÜLTEN 2015 GÜZ
mi açıdan eğitim sorunları gibi birtakım şeyler
olmasa bile bir gelişme bir merhale kaydedildi
diye düşünüyorum ve şimdi bazı şeylerin zadüşünüyoruz. İnşallah biraz daha kapsamlı bimanı geldi artık. Bu hem güncel sorularla ilgiyoetik, helal gıda konusunda da üniversitenin
lenme hem de daha fazla toplumun beklentileri
ilgili birimleriyle işbirliği yapma niyetimiz var.
doğrultusunda toplumun sorularını ve sorunBununla ilgili birtakım planlar yürüyor. Bu tür
larına daha içerden, daha kökten, daha can alıcı
projelerle bir yandan hem fakültenin alt yapıcevaplar bulma yönünde bir duruş haline geldi
sını hoca kadrosu anlamında zenginleştirmek
diye düşünüyorum. Şimdi bu noktadan sonra
ve öğrenci kalitesini artırmak bir yandan da bu
belki de şu anda başlayan veya bir yandan yadeğişik programlarla program çeşitliliği sağlapılan veya yapılmakta olan şeylerden birisi işte
yarak Türkiye’de ilahiyatın toplumun soruları
bizim biraz önce söylediğimiz İslam iktisadı
ve sorunlarıyla ile ilgilenir bir zemin haline
ve finansı programımız. Megetirilmesi gibi birtakım çasela iktisat fakültesinden veya
balarımız var. İnşallah başarılı
değişik branşlardan öğrencileKadın akademisyen
oluruz.
rin İslam iktisadını öğrenmek
olmak nasıl bir şey
üzere doğrudan İslam hukuolacak
bu
camiada
İnşallah.
kunu ve İslamî temelleri, İslam
onu
bilmiyorum,
alanlarını öğrenmeye yönelik
Sizlerin de desteğiyle.
yeni imkanları veren bir progonu göreceğiz hep
ram oluşturmaya çalışıyoruz.
Sonraki sorum şuydu asberaber yaşayarak
Bu tabi inter-rdisiplinerlikte
lında, Onu da cevaplamış
göreceğiz. Ama ben
somut adımlardan biri oldu
gibi olduk. Son zamanlarda
ama biraz önce söylediğim o
çok
olumlu
katkılar
yükselen inter-disipliner
biyoetik ya da helal gıda üzeriakademik çalışma eğilimi
sağlayacağını, bine mutlaka üniversitenin başka
var. Bu bağlamda İslam
zim fakültelerimize
branşlarıyla ortaklaşa yapılhukukunun ilgi sahasına
daha
farklı
bir
renk
ması gerekiyor. Şimdi ilahiyat
hangi disiplinler girer ve
fakültelerinin şöyle bir şeyi var.
vereceğini diye düşüEDEP’e bu noktada hangi
Yıllarca, ilahiyat üniversitenin
görevler düşmektedir?
nüyorum.
adını taşısa da biraz dışarıda bıEvet
rakılmışlık hali vardı. Şimdi ilahiyatın kendisini bir üniversite
gibi en azından sosyal bilimler alanında, beşeri
İktisat dedik, tıp dedik.
bilimler alanında bir üniversite gibi -kendini
İlahiyatlar şimdiye kadar daha çok İslam öğinşa ettiğini görüyoruz. Aslında hemen herencilerini yetiştirme üzerine odaklanmışlardı.
men her alanda yani sosyal bilimlerin değişik
Yani temel eğitim, temel formasyon bu bağbranşlarında; felsefe, eğitim, akla gelebilecek
lamdaydı. Kaybedilen şeylerin kazanılmasına
sosyal bilimlerin her alanını siz ilahiyatta okuodaklanmışlardı. Tabi bu yüzden de güncel
yabiliyorsunuz. Bu mesela ilginç bir şey ama
olaylar, sorular, sorunlar üzerine çok fazla eğilebu da bir yandan avantaj gibi görünse bile bir
miyordu. Ama artık Türkiye’de ilahiyat eğitimi
yandan dezavantajdır. Çünkü ilgili fakültelerin
belli bir noktaya geldi. Bir olgunluk, olgunluk
BÜLTEN 2015 GÜZ
ilgili branşların her birini ilahiyat fakültesinin
Efendim son olarak kadın akademisyeniçinde üretmek önemli, ilahiyat öğrencisine
lik meselesine dair bir şeyler …
bir katkı veriyor gibi görünebilir ama öte tarafNiye ben söyleyeyim, siz söyleyin. Kadın akatan o alanların çok sağlam ve kaliteli biçimde
demisyenlik... Yani şimdi denenmemiş bir
ilahiyatta verilmesinin önüne engel olabilir.
şeyden bahsediyoruz. Tabi ilk defa İslam dünYani böyle bir risk de var, benim şu an yaşadıyasında ilahiyat alanında kadın akademisyen
ğım şeylerden biri de bu. Yani kastım şu; din
çok azdı, çok sınırlıydı. Son yıllarda biraz da
psikolojisi, din sosyolojisi, din eğitimi, din fel28 Şubat’ın getirdiği şartların bir yerde etkisi
sefesi gibi alanların bu ikinci kısmı yani psikodiyelim. Çok başarılı kız öğrencilerimiz oldu
loji, sosyoloji, felsefe gibi alanlarda o branşlarla
ilahiyatlarda ve Türkiye’deki değişime paralel
bir işbirliği içinde, ilgili disiplinin öğretildiği
olarak bu kızlarımız okuduktan sonra evlerine
bölüm veya fakülteyle daha sıkı işbirliği içeridönmemeye karar verdiler. Türkiye’deki değisinde yürütülmesi lazım. Burada bir handikap
şimin de bir uzantısı artık, aileler de böyle bir
var, işte bunu aşmamız lazım. İnter-disiplinerbeklenti içerisinde. Yani daha önce aileler işte
lik işte o açıdan çok önemli. Aslında ilahiyat
eğitimimiz zaten inter-disipliner, bununla ilsen git oku ama hemen gel evlen, şunu yap, bunu
gili hiçbir tereddüt yok yani
yap, işte gel evinde veya daha
hemen hemen Türkiye’deki
özel bir alanda bir şey yap gibi
Kadın akademisbütün eğitim ve bölümleri dübir yaklaşım içerisindeyken
şünürseniz en inter-disipliner
yenlik... Yani şimdi
daha tutucuyken bugün aiprogram ilahiyat programı.
leler çok daha farklı beklendenenmemmiş bir şeyAma inter-disiplinerlik aynı
ti içinde, kız çocuklarından
den bahsediyoruz.
zamanda bu disiplinlerin her
da fazla beklenti halindeler.
birinin hakkını verme anlaDolayısıyla bizim camiada
mında bir mana taşırsa o zada son yıllarda özellikle başörtülü hanımların
man çok önemlidir.
akademisyenliğe çok ilgi duyduklarını artık
EDEP’e de bu anlamda ne düşüyor? EDEP vb.
görüyoruz. İlahiyatta da oldukça sayıları artkurumlarda ilahiyat eğitiminde yeterince yatı, yani ilahiyatlarda herhalde zannediyorum
pılamayan bazı şeyler var. Onlar da nedir? İşte
yaklaşık beş, on yıla kadar yardımcı doçent,
üniversitenin aslında yapması gereken araştırdoçent, profesör düzeyinde oldukça akademisma, birtakım projeler, atölye çalışmaları ve yeni
yen göreceğiz ama bu bir ilk olacak, yani bu
araştırma alanlarının açılması. Üniversitelerde,
yaygınlıkta ilk defa karşılaşacağımız bir şey. Bu
ilahiyat fakültelerinde bunu yapamıyoruz. Temel
yüzden kadın akademisyen olmak nasıl bir şey
sebebi de öğrenci sayısının artmış olması -bu
olacak bu camiada onu bilmiyorum, onu göciddi bir problem- ders yüklerinin artmış olması
receğiz hep beraber yaşayarak göreceğiz. Ama
hocaları ciddi anlamda engelliyor. İşte belki bu
ben çok olumlu katkılar sağlayacağını düşünüdışardan birtakım kaynaklar ve fonlar oluşturayorum. Bizim fakültelerimize daha farklı bir
rak yeni alanlar, yeni projelerin geliştirilmesi inrenk verecektir diye düşünüyorum.
ter-disipliner çalışma imkanlarının oluşturulması anlamında katkı verilebilir özellikle. Oralara
odaklanılması gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederiz hocam, sağolun.
EDEPBÜLTEN 42
uluslararası
islamî
ilimler
yaz
okulu
Tuba Erkoç & Merve Özdemir
İhtisas Programı Koordinatörleri & M.Ü.İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Araştırma Görevlisi/
S.Ü.İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Araştırma Görevlisi
EDEP Merkezi İhtisas Birimi 10 Ağustos-11 Eylül 2015 tarihleri arasında “Advanced
Islamic Studies Summer School (Uluslararası İslami İlimler İhtisas Yaz Okulu)” adıyla yoğunlaştırılmış bir program tertip etmiştir. Türkiye, ABD, Mısır, Ürdün, Almanya ve Kanada gibi çeşitli ülkelerden 25 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen programda
ileri düzeyde İslamî ilimler seminerleri verilmiştir. Eğitim dilinin Arapça olduğu bu
yaz okulunda dersler hafta içi sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki bölüm halinde
EDEP Merkezi’nde (Hırka-i Şerif) yapılmıştır. Organizatörlüğünü Mariam Sheibani’nin yaptığı, koordinasyonunu ise EDEP Merkezi İhtisas Birimi adına Tuba Erkoç ve
Merve Özdemir’in sağladığı programda Türkiye ve Ürdün’den alanında öne çıkan Dr.
Emced Reşit, Prof. Dr. Bilal Aybakan, Dr. Ahmed Snober, Maşuk Yamaç, Dr. Mahmud
al-Mısri, Prof. Dr. Murteza Bedir, Prof. Dr. Recep Şentürk gibi hocalar ders vermiştir.
Kelam alanında Şerhu’l-Akâid, hadis usulünde Tedrîbu’r-Râvî, furu fıkıhta el-Lübab ve
el-Miftâh, usul-i fıkıhta Semtu’l-Vusûl ve Ğâyetu’l-Vusûl adlı klasik eserlerden bölümler okunmuştur. Ayrıca tahric, tasavvuf, İhya okumaları ve Osmanlı siyaset düşüncesi
dersleri de yapılmıştır. Yine Abdülhakîm Enîs tarafından bir hadis dersi verilmiş ve
ders sonunda katılımcılara icazet takdim edilmiştir. Bu programda Salih Ekinci Hocaefendi ile özel bir ders de gerçekleştirilmişir. Hafta sonları ise katılımcıların İslam
medeniyeti ve kültürüne aşinalığını artırmak adına kültür gezileri düzenlenmiştir. Tarihi mekanların yanı sıra Valide Atik Medresesi, Özbekler Tekkesi, İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) gibi önemli ilmi mekanlar da ziyaret edilmiştir. Program sonunda
ise bir kapanış toplantısı gerçekleştirilerek katılımcılara sertifikaları takdim edilmiştir.
EDEPBÜLTEN 43
megapixelina - fotolia.com
BÜLTEN 2015 GÜZ
Bu yıl ilki gerçekleştirilen ve her yıl tekrarlanarak geleneksel hale gelmesi hedeflenen bu yaz okulu programının katılımcıları şu şekilde olmuştur:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
EDEPBÜLTEN 44
Layan Abdulhadi, Ürdün Üniversitesi
Niaz Ahmad, Bezmialem Üniversitesi
Tabraze Azam, Leicester Üniversitesi
Büşra Beşikçi, İstanbul Üniversitesi
Naeel Cajee, Harvard Üniversitesi
Tuba Erkoç, Marmara Üniversitesi
Bassem Ghamian, McGill Üniversitesi
Ibrahim Hourani, el-Ezher Üniversitesi
Imtiyaaz Isaacs, el-Ezher Üniversitesi
Said Salih Kaymakçı, Georgetown Üniversitesi
Maariyah Lateef, Boston Üniversitesi
Rosabel Martin-Ross, Georgetown Üniversitesi
Khaled Mowad, Harvard Üniversitesi
Mustafa Muse, el-Ezher Üniversitesi
Merve Özdemir, Sakarya Üniversitesi
Ebadur Rahman, Columbia Üniversitesi
Hatice Sak, Sabahattin Zaim Üniversitesi
Feryal Salem, Hartford Seminary
Noura Shamma, Amman Teacher of Islamic Studies
Mariam Sheibani, Chicago Üniversitesi
Sohaira Siddiqui, Katar Georgetown Üniversitesi
Yumna Siddique, Boston Üniversitesi
Aaron Spevack, Colgate Üniversitesi
Mustafa Styer, Oxford Üniversitesi
Naoki Qayyim Yamamoto, Kyoto Üniversitesi
BÜLTEN 2015 GÜZ
Dr. Esra Albayrak’ın
Açılış Konuşması
Fatma Ateş, EDEP İhtisas Öğrencisi & Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Yüksek Lisans
Bu yaz EDEP Merkezi ilk defa düzenlenen Uluslararası İslami İlimler İhtisas Yaz Okulu sebebiyle daha da yoğundu. Çeşitli ülkelerden gelen
katılımcıları ağırlamak ve yaz okulunun açılışını yapmak üzere Dr. Esra Albayrak EDEP’i teşrif etti. Hocamızın önemli hususlar içeren konuşmasını sizlerle paylaşalım istedik.
Sayın Hocalarım, meslektaşlarım ve kıymetli
arkadaşlar,
Öncelikle Amerika, Japonya, Mısır, Suriye,
Ürdün ve Katar gibi ülkelerden ilim öğrenme
coşkusu ile gelen misafirlere hoş geldiniz deyip, EDEP ailesi olarak sizleri misafir etmekten
onur duyduğumu ifade etmek istiyorum. Bu
vesile ile yaz programının düzenlenmesinde
emeği geçen EDEP ailesine ve bilhassa Prof.
Dr. Recep Şentürk’e yoğun çalışmalarından
dolayı teşekkür ediyorum. Sizlere onun selamını ve en kısa zamanda görüşme dileğini getirdim.
Kendimi tanıtarak başlayayım. Ben bir sosyoloğum. Amerika’da İndiana Üniversitesi’nde
Tarih ve Sosyoloji alanında master, California Üniversitesi’nde de yine Sosyoloji dalında
Türk Seküler Devlet Politikasının Dini Eğitime
Yansımaları üzerine doktoramı yaptıktan sonra
bir süre akademiye ara verdim ve birtakım eğitim ve hayır vakıflarının yönetim kurulunda yer
aldım. EDEP’in hamiliğini yapan TÜRGEV’in
de kurucu üyelerinden biri olarak, asırlardır
sevgili Peygamberimiz’in hırkasının muhafaza
edildiği Hırka-ı Şerif Camii’nin hemen yanı
başında böyle güzel bir programa ev sahipliği
yapabilmekten dolayı Allah’a şükrediyorum.
TÜRGEV, 1996 yılında Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan tarafından, okumak üzere evlerinden ayrılmak zorunda kalan kız öğrenciler
için güvenli ve konforlu bir barınma imkanı sağlama amacı ile kuruldu. Güvenli barınma imkanının olmaması, başta dindar ailelerde olmak
üzere kızların okumalarının önünde bir engeldi.
Bundan dolayı TÜRGEV, öğrencilerin entellektüel ve manevi ihtiyaçlarına yönelik faaliyetlerde bulunup, kariyer ve dini yaşantı arasında
bir tercih yapmak zorunda kalmayan eğitimli
hanımların sayısını arttırmayı amaçlamıştır.
EDEPBÜLTEN 45
BÜLTEN 2015 GÜZ
Son beş yılda TÜRGEV yeni eğitim faaliyetleri başlatmıştır. Bunlardan biri pilot uygulamada olan Montessori okulu, bir diğeri de
2013’te açılan EDEP programıdır. EDEP, kız
öğrencilere yönelik olup, lisans ve lisansüstü
çalışmalarının yanında İslamî ilimler ile sosyal
bilimlerde eğitim görüp, geleneksel ve modern
çalışmaları meczeden ve böylece güncel konulara ışık tutabilen akademisyenler yetiştirme
gayesi güdüyor.
TÜRGEV’in şu an üzerinde çalıştığı bir diğer
proje ise Uluslararası İbn Haldun Üniversitesi’dir. Üniversite, toplumu kalkındırmak ve zamanın hastalıklarını iyileştirmek isteyen sosyal
bilimci akademisyenlere hizmete yönelik olup
iki sene içerisinde açılmayı beklemektedir.
Bu yaz kampında tıp, hukuk, siyasal bilimler,
İslamî ilimler gibi çeşitli alanlardan katılımcıların bulunmasına çok sevindim. Bu akademik
ve kültürel çeşitlilik eminim derslerdeki tartışmalara ve müzakerelere bir derinlik katacak ve
umarım gelecekte meslektaşlar arasında verimli bir dayanışmaya vesile olacaktır. Umarım bu yaz kampı klasik İslam
kaynaklarında derinleşmenizi,
ama aynı zamanda da hem
İslam dünyasında, hem de
genel olarak dünyamızda
olan güncel meselelere
ışık tutmanızı sağlar.
Sizin de bildiğiniz gibi
Allah (cc) ve Resul’u (sav)
faydalı ilmi yüceltmiştir.
Peki faydalı ilim nedir?
Faydalı ilim yaratıcıya yakınlaştıran ilimdir, daha genel
bir ifade ile günümüz manevi
hastalıklarını tedavi eden ilimdir.
Postmodern kadın ve erkekleri entellektüel çıkmazdan çıkaracak olan
ilimdir. Bu yüzden unutulmuş olan ilim
geleneğimizi tekrar hayata geçirme vakEDEPBÜLTEN 46
tinin geldiğini düşünüyorum. Önce geleneğimizle tekrar bağımızı kurmamız, sonrasında da
güncel meselelerle yüzleşmemiz gerek.
Radikalizmin İslam ile bağdaştırıldığı, DAESH
adında bir terör örgütünün Müslümanların
akıllarını ve duygularını yönlendirdiği bir dünyada, Müslüman öğrenciler ve akademisyenler
olarak İslam’ın gerçek imajını göstermede üzerimize çok büyük sorumluluk düşüyor. Günümüz bilgi kaynaklarında İslam’ın hakiki yüzünü göstermek için yollar bulmamız lazım.
Bizler uzun yıllar okuyarak, düşünerek, yazarak
elde edilen bilgilerimize göre hareket eden bir
akademisyen olmayı amaçlamalıyız. Öyle bir
akademisyen ki, zamanının sorunları ile ilgilenen ve bunları gelenekten kopmadan ancak
toplumsal gerçekleri de göz önünde bulundurarak gidermeye çalışan bir akademisyen. Bugün bizim için asıl zorluk, salt teorik çalışmalarla yetinmeyip, aynı zamanda var olan sosyal
olgu ile de bağlantılı olmaktır.
Benim size tavsiye edeceğim ise hikmet arayışıdır. Hikmet nedir? Hikmet, eşyanın hakikatini
bilmek ve bunun ihtiyaçlarına göre hareket etmek. Bu nedenle hikmet nazarî ve amelî olarak
ikiye ayrılmıştır. Bilgelik, bir şeyi yerli yerince
yapmak olduğu kadar cahilce davranmaktan
alıkoymaktır da. Elbette ki pratik, kişinin istidadına göredir. Benim niyazım, bu programın hikmetli, ilmi amel ile bütünleşmiş akademisyenler
yetiştirmesidir.
İstanbul’a bir kez daha hoş geldiniz. Buraya
gelerek, 15. yüzyıldan beri Mısır, Suriye, İran,
Türkistan gibi ilim ve kültür merkezi olan ülkelerden İstanbul’a ilim öğrenmeye gelen alimler
halkasına sizler de dahil oldunuz. Buradaki zamanınızın güzel geçmesini diliyorum. İrtibatta
kalmak ümidi ile Allah’a emanet olunuz.
Şeyma Nur Temel, EDEP Araştırmacısı & Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi
10 Ağustos-11 Eylül tarihleri arasında EDEP’te Uluslararası İslami İlimler Yaz Okulu’nun ilki düzenlendi. Almanya, Amerika, Japonya, Katar,
Kanada ve Mısır’dan, bir grup akademisyenin katıldığı bu yoğun programda hem yurt içinden hem yurtdışından, İslamî ilimlerde alanında öne
çıkmış isimler dersler verdi. Merkezimizin hocalarından Recep Şentürk, Murteza Bedir ve Ahmed Snobar’ın yanı sıra bu program dâhilinde
aşağıda kısaca tanıtılan kıymetleri hocaları misafir ettik.
Maşuk Yamaç
İslamî ilimlerde birçok önemli âlim ve şeyhten icazeti olan Maşuk Yamaç Hoca 1978’de
Diyarbakır’da doğdu. İlk eğitimini babası Seyda Şeyh Nuri’den aldı ve eğitimine Diyarbakır
Çelebi Eser Kuran Kursu’nda hafızlık yaparak devam etti. Konya’da medrese eğitimine başladı;
Seyda Molla Muhammed Salih Ekinci Hoca’dan İslamî ilimleri, Diyarbakır’da Seyda Molla
Muhammed Nur Orak hocadan da medrese müfredatındaki aklî ve naklî ilimlerde önemli ilmî
kaynakları okudu ve burada hocası gözetiminde bir yıl ders verdi. Daha sonra Şam’da Şeriat Fakültesi’nde eğitim
aldı. Seyda Şeyh Muhammed Emin Er hocanın irşad ve tevcihinden istifade ederek ondan tefsir, fıkıh ve tasavvuf
metinleri okudu. Diyarbakır’a döndükten sonra kurduğu Dil, Bilim ve Kültür Araştırmaları Derneği bünyesinde
kendi medresesini kurarak dersler verdi. 2009’da İstanbul’a yerleşip İSAR ve İSM’de dersler vermeye başladı.
Hâlâ burada ilmî faaliyetlerini sürdürmektedir.
Dr. Amjad Rashid
Şâfiî mezhebi ve fıkıh usulü alanına eğilen Amjad Rashid, İslam Hukuku’nda ihtisas yaptı.
Amman, Şam ve Tarim’de klasik ilimlerin peşinden koştu ve, İslam Hukuku, Arapça, Mantık
gibi dersler aldı. Ürdün Üniversitesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra Tarim’de, Hadramevt’te Şâfiîlerin müftüsü Şeyh Muhammed ibn Ali el-Hatip gibi önde gelen âlimlerden ders
almaya devam etti. Yemen’de İslam hukuku bölümünün başkanlığını yaptığı Ahkaf Üniversitesi’nde
sekiz yıl süresince İslam Hukuku ve Fıkıh Usulü alanında ders verdi. Halen İslamî İlimler Üniversitesi’nde ve
kendi enstitüsü olan Babu’l-Kurb’da ders vermektedir. İslam Hukuku alanında yayınlanmış eserleri vardır.
Prof. Dr. Bilal Aybakan
1963 yılında Şanlıurfa’da dünyaya geldi. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden
mezun oldu. Bir süre Giresun’da öğretmenlik yaptı. 1989’da Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı. Aynı üniversitede 1990’da “İslam Hukuku’nda Vekâlet Sözleşmesi” başlıklı tez ile yüksek lisansını, 1996’da “İslam Hukukunda Borçların İfası” adlı tez ile de doktorasını tamamladı. 2002 yılında doçent,
2007’de profesör unvanını aldı. Halen Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. İslam Hukuku’nda Borçların Îfâsı, İslam
Hukuku’nun Oluşum Sürecinde İcma, İmam Şafi ve
Fıkıh Düşüncesi’nin Mezhepleşmesi başlıklı eserleri
yayımlanmıştır. Ayrıca TDV İslam Ansiklopedisinde
pek çok maddenin yazarlığını yapmıştır.
EDEPBÜLTEN 47
BÜLTEN 2015 GÜZ
Yaz Okulu Hocalarımız
BÜLTEN 2015 GÜZ
Dr. Mahmud Masrî
1961’de dünyaya gelen Mahmud Mısrî Hoca, şeyh Abdurrahman Şağurî, muhaddis
ve müfessir imam Abdullah Siracüddin, Dr. Nureddin Itr gibi pek çok önemli âlimin
talebesi oldu. Lisan eğitimini Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde, yüksek lisansını da
aynı üniversitede hadis ilimlerinde tamamladıktan sonra doktorasını Halep Üniversitesi’nde bilim tarihinden aldı. Aynı zamanda tıp eğitimini de tamamlayıp çocuk doktorluğunda uzmanlık elde etti. Halep Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde eğitim heyeti üyeliğinde ve vakıf ofisi müdürlüğünde bulundu. Şu an Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde öğretim üyesi, İSAM’da araştırmacı olarak görev
yapmaktadır. Ayrıca, Kahire’de Arapça Eğitim ve Araştırma Merkezi’nde tez danışmanlığını sürdürmektedir. Tıp
tarihine dair yayınlanmış eserleri ve tahkik çalışmaları vardır.
Dr. Abdulhakim Muhammed Enis
Abdulkerim Debban, Muhammed Yasin el-Fadanî ve Ebu’l-Hasen en-Nedvî gibi
önemli âlimlerden ders aldı. Doktorasını Bağdad Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde Kuran ilimleri ve tefsir felsefesi üzerine tamamladı. İslam Üniversitesi’nde, San’a
Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde, Bağdad Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde,
Dubai’de İslami İlimler ve Arapça Fakültesi’nde ders verdi. Ahmediye dergisi yayın kurulu
müdürlüğünü yapmaktadır. Ayrıca “Kur’ân-ı Kerîm surelerinin konulu tefsiri” başlıklı bir projenin takip ve planlamasından sorumlu heyetin bir üyesidir. İslamî ilimler alanında yayınlanmış pek çok eseri ve tahkik çalışması
vardır.
Mariam Sheibani (Koordinatör)
Carleton Üniversitesi’nde İnsan Hakları bölümünde lisans,
Hukuk bölümünde “Islam and Human Rights: Discursive
Traditions in Dialogue” başlıklı teziyle de yüksek lisansını
tamamladı. Şu an Chicago Üniversitesinde, Yakın Doğu Dilleri ve
Medeniyetleri bölümünde doktora eğitimini sürdürmektedir.
Dr. Feryal Salem (Koordinatör)
Chicago Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Halen
Hartford Seminary’de İslami Metinler ve Hukuk bölümünde doçenttir. İslamî Din Hizmetleri Eğitim Programı’nın yönetici yardımcılığını
sürdürmektedir.
EDEPBÜLTEN 48
Khaled Mowad, EDEP Summer School &Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi
2015 yazında EDEP’te aldığımız yaz okulu hayatımda tercübe ettiğim en memnuniyet verici şeylerden biriydi şüphesiz. Harvard Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun
olmuş biri olarak Recep Şentürk’ün himayesinde edindiğim bu tecrübe hukukî
eğitimimin en parlak anlarındandı. Hocalarımız, yalnızca gerçek mütehassıslarının yapabileceği şekilde İslamî ilimlerdeki sentezi vurgulayarak hukuk, teoloji, hadis alanlarında farklı konuları birbirine bağlıyorlardı. Ve böylece yazın sonunda her
şey birbiriyle rabt olmuş şekilde İslamî ilimlerin derinliklerinde daha zengin, daha nâfiz
bir anlayışa sahip oldum. Bu çalışma şer’î ilimlerin şeklî bir çalışmasından ibaret değildi elbette. Müslüman filozofların bilgi felsefesine yapılan bir atıfla başlayan günün, aynı gece insan hakları ve İslam
konusundaki canlı tartışmalarla bitmesi işten bile değildi. Bunların pek tabi hiçbiri boşlukta kalmıyor,
Fatih’teki şiirsel aynı zamanda tempolu gündelik yaşamın harmonisi içinde devam ediyordu. Aslına
bakarsanız bu kozmopolit şehrin ortasında, manevî mirasına sahip insanlarla yaşamak bile tedrîsin bir
parçasıydı.
EDEP’teki bu yazı hayırla yad ediyor, Allah’ın izniyle kurulmuş bu bağların bereketinin bâkî kalmasını
temenni ediyorum.
Naoki Qayyim Yammamato, EDEP Summer School & Kyoto Üniversitesi,
Asya ve Afrika Çalışmaları Doktora Öğrencisi
Geleneksel ilmin macerası ilgimi çeken şeylerden biri. EDEP de klasik ilmin modern
ilmin aslî bir unsuru olduğunun farkında olan enstitülerden.
Buradaki derslere hoş bir Ağustos sabahı başladım. Ilık gün ışığı, Japonya’nın sıcağından kaçıştı benim için. Derslerden önce etrafa göz atarken ‘EDEP medeniyetimizi ihya projesidir’ sözü ilişti gözüme. Bu basit cümle, medeniyetimizin ne olduğunu sorgulamaya itti beni. Bundan kasıt Osmanlı ise eğer, ben bir yabancıydım.
Madem uluslararası bir programdaydık; ben, Amerika’lı, Afrika’lı ve Alman arkadaşlarım bunun neresinde duruyorduk? Fakat açılış konuşmasında hoca, dünyanın her yerinden sayısız
insanın İstanbul’a ilim öğrenmek için geldiğini ve bunu ihya etmek istediklerini söyleyince
anladım ki yabancı değilim. Benim onların ilmine ihtiyacım olduğu kadar onların da
bana ihtiyacı vardı…
Aldığımız İslamî ilimlerin yanı sıra Recep Hoca, verdiği Osmanlı Siyasî Düşüncesi
dersinde Silsile ve Fıkh’ın İslam medeniyetinin özü olduğundan bahsetti. İlim peşinde koşanlar bu kutlu ilim silsilesine dahil olarak bir hocanın himayesinde çalışmalıydı. Bununla beraber fıkh öğrenerek kendini anlamaya yönelen insan Rabbini anlayacaktı, ‘men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû’da olduğu gibi. Zira ilim; bütünü anlamak
için dün, bugün ve geleceğin gözardı edilmediği küllî bir varlıktı.
EDEPBÜLTEN 49
BÜLTEN 2015 GÜZ
Yaz Okulu Deyince...
BÜLTEN 2015 GÜZ
Salih Ekinci Hoca’dan
Akaid Dersi
Şeyma Özdemir, EDEP Araştırmacısı & Marmara Üniversitesi İktisat Tarihi Yüksek Lisans
EDEP Merkezi’nin düzenlediği ve yurtdışından pek çok akademisyenin katıldığı Yoğun Yaz Programı’na Salih Ekinci Hocaefendi de verdiği Akaid dersleriyle iştirak
etti. 21-22 Ağustos’ta olmak üzere iki ayrı oturum halinde düzenlenen derslerden ilki Akaid meseleleri üzerine Salih Hoca’nın genel bir değerlendirmesi ve bunlara dair soru-cevap şeklinde gerçekleşirken ikinci oturum Eş’ariyye
mezhebinin görüşlerini ihtiva eden Cevheretü’t-Tevhid metnini okuma ve şerh
etme şeklinde gerçekleşti. İlk gün yaptığı konuşmasına Ehli Sünnet akidesinin
tek oluşuna dair vurgusuyla başlayan Hocamız, İmam Maturidi’nin veya İmam
Eş’ari’nin akidesinin olamayacağı; bilakis onların sadece Ehli Sünnet akidesinin yorumcuları, destekçileri ve açıklayıcıları olabileceğini belirtti. Bu bakımdan akidenin tek,
meselelerin ise çok olduğuna dikkat çekti. Derse iştirak edenler; selefilik, mukallidin imanı,
felsefe ve kelam, Allah’ın sıfatlarının akılla bilinmesi, Şia ile ilişkiler, hüsn-kubh gibi birçok
mesele ile alakalı sorularına aldıkları cevaplardan ve Cevheretü’-t-Tevhid okumalarından
hayli müstefîd oldular. Allah Salih Hoca’nın ilminden istifade edenlerin sayısını artırsın.
EDEPBÜLTEN 50
BÜLTEN 2015 GÜZ
Aclunî İcazeti
Büşra Beşikçi, EDEP 2. Sınıf & 29 Mayıs Üniversitesi İslam Hukuku Yüksek Lisans Öğrencisi
EDEP’in bu yaz gerçekleştirdiği eğitim programı çok çeşitlilik
gösterir mahiyette idi. Arkadaşlarımızın bir kısmı Ürdün’e dil
eğitimi amaçlı yolculuk yapmış
iken bir diğer kısmı da mutad yoğun yaz programının takipçileri
oldular. EDEP bünyesinde gerçekleştirilen bir diğer program ise
ABD’den bir grup öğrencinin iştirakiyle gerçekleştirilen “Yaz Okulu” projesi idi.
Yaz okulu beş haftadan oluşmak üzere iki bölüm şeklinde düzenlendi. Dersler Arapça olarak
işlenip gerekli görülmesi durumunda İngilizce
açıklamalarla desteklendi. İlk iki buçuk haftalık
bölümde ağırlıklı olarak Kelam ve Usul-i Hadis ilimleri üzerine çalışmalar yapılıp Osmanlı
Siyasî Düşüncesi ve Tasavvuf dersleri görüldü.
Kelam dersinde Mâturîdî ve Eş’arî geleneğin
bir arada sunulduğu Şerhu’l-Akaid ( Taftazani
tarafından Ömer Nesefî’nin Metnü’l-Akaid‘ine
yapılan bir şerhtir ) isimli eser ele alındı. Maşuk Yamaç Hoca denetiminde yönetilen dersler İlahiyyat bahsi kapsamında yürütüldü. Salih
Ekinci Hoca ile Cevheretü’t-Tevhîd isimli kelamî
manzume kısa izahlı bir şekilde okundu.
Hadis Usulü dersinde ise Mahmud Mısrî Hoca’nın refakatinde Suyûtî’ye ait Tedrîbu’r-Ravi
Şerh-i Takrîbi’n-Nevevî adlı eser takip edildi.
Eser müellifin mukaddimesinden başlanarak
Tedlîs bahsine kadar işlendi. Ayrıca Mahmud
Mısrî Hoca ve Dr. Abdulhakim Muhammed
Enis ile beraber Erbain-i Aclunî okundu ve bu
kitabın rivayetine dair öğrencilere icazet veril-
di. Tasavvuf dersleri de Mahmut
Mısrî Hoca tarafından Özbekler
Tekkesi’nde verildi. Dersler, hocanın İslam tasavvuf klasiklerinden
kesitler eşliğinde ilerleyen sohbetiyle program boyunca devam etti.
Osmanlı Siyasî Düşüncesi isimli
ders Recep Şentürk Hoca tarafından verilip, soru cevaplı bir şekilde
sohbet havasında gerçekleştirildi.
Programın ikinci kısmı fıkıh merkezli bir seyir
gösterdi. Katılımcılara kendi mezheplerine yönelik çalışma imkanı verilerek Şafii ve Hanefi
eserlerin işlendiği müstakil sınıflar oluşturuldu.
Hanefi furu’ fıkhı Bilal Aybakan Hoca’nın denetiminde el-Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb isimli eserin
Buyu’ bahsi işlenerek gerçekleştirildi. Hanefi
usulü ise Murteza Bedir Hoca tarafından Semtü’l-Vüsûl ila İlmi’l-Usûl isimli eserden hareketle işlendi. Şafii
furu’ fıkhında Miftâh-ı Lübâbü’n-Nikah isimli eser
bütünüyle, usul-i fıkıhta ise Ğayetü’l-Vusûl ila
Lübbü’l-Usûl isimli eser
Mukaddimât kısımlarıyla
Amjad Rashid Hoca eşliğinde okundu.
Ahmad Snobar Hoca ile beraber
hadis tahrîc metodlarına yönelik çalışmalar yapıldı.
Böylece yaz programı bol istifadeli
bir şekilde hitama erdi.
EDEPBÜLTEN 51
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
Hamza Yusuf ’un
EDEP Ziyareti
Zeynep Çilingir, Modern Arapça Koordinatörü &Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Yüksek Lisans
Hamza Yusuf: Elhamdülillahi rabbü’l-alemin,
Recep Şentürk hocayla ilk defa İstanbul’da
İSAR’da tanıştım. Kendisi doktorasını Columbia Üniversitesi’nde yapmıştır. Ve İstanbul’da
EDEP gibi eğitim merkezlerini yaygınlaştırmaya çalıştırmaktadır. EDEP aslında çok önemli
bir konsept. Edebin yok oluşu, toplumun öndersiz kalmasına sebep olmuştur ve dolayısıyla
ilim de yapılamaz, üretilemez hale gelmiştir.
Bilgi edinme araçları ve bilgi üretme konusunEDEPBÜLTEN 52
da bir krize girilmiştir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Recep Şentürk: Osmanlı kültüründe edebin
ayrı bir yeri vardır. İlimden önce edep gelir ve
bir ilim meclisine girilmeden önce edep öğrenilir. Celâleddin Rûmî mesnevisine “Bişnev”
diye başlar, yani “dinle”. Bizim geleneğimizde
dinleme âdâbı vardır, soru sormak ayrı bir edep
ister. Bizim hedefimiz akademisyen yetiştir-
BÜLTEN 2015 GÜZ
mek değil alim yetiştirmektir ve
ulema Rasûlullah’ı örnek alarak
tam bir edep üzere olmalıdır.
MİSAFİR AĞIRLAMA
İsa Bey: Entelektüel ve alim
arasındaki fark nedir?
Recep Şentürk: Bu çok önemli
bir konu. İlim adamları sınıf sı-
Hamza Yusuf: EDEP aslında çok önemli
bir konsept. Edebin yok oluşu, toplumun
öndersiz kalmasına sebep olmuştur ve
dolayısıyla ilim de yapılamaz, üretilemez
hale gelmiştir. Bilgi edinme araçları ve bilgi
üretme konusunda bir krize girilmiştir.
nıftır. Öteden beri alim ve arif tesmiye edilen iki
sınıf vardır. Alim ilimlerle, nazarla meşgul olur,
arif ise tezkiye ve tasfiye ile ilgilenir. Osmanlı
ulemasından Taşköprülü’ye göre ilim; nazar
ve tasfiye ilmi olmak üzere ikiye ayrılır. Fıkıh,
felsefe gibi ilimler nazarla ilgilidir; tasfiye ilmi
ise edep, ahlak ve Allah’ı bilmekle alakalıdır ve
bunların her biri bir diğerine ulaştıran ilimlerdir. Burada yapılan hata her iki ilmi birbirinden
ayırmak ve birini diğerine üstün görmektir. Bu
ilimleri elde etmeye başlayanlar daha ilim yolculuğunun başında diğer ilim türünü gereksiz
bulurlar ama tamamladıklarında fark ederler ki
ikisi de birbirini tamamlayıcıdır.
Modern dönemin başlangıcıyla beraber yeni
bir sınıf ortaya çıktı; entelektüeller. Eskiden
medreselerde Rasûlullah’a kadar uzanan bir
silsileyle amelî icaze alınırdı. Yani medreseden mezun olan bir zât hem ilimlere vakıf olur,
hem tâlimde kendini kanıtlamış olur, hem de
tasavvufi açıdan yetkinleşmiş olurdu. İslamî
eğitimin sadece eğitim öğretime odaklanması
bid’attir, sünnete uygun değildir. Aynı
şekilde sadece tasavvufa odaklanan bir
eğitim metodu da bid’attir, eksiktir.
Ayet-i kerîmede model gayet açık bir
şekilde ortaya konmuştur: “Onlara Allah’ın ayetlerini okur, tezkiye eder ve hikmeti
öğretir..”
20. yüzyılın son yarısında ortaya çıkmaya başlayan entelektüeller denilen tabaka kendi kendilerine icazet vermiş ne medresede verilen
disiplinli eğitimi almış ne de tasavvufî açıdan
kendilerini beslemişlerdir. Orada burada birkaç ilimle meşgul olduktan sonra kendilerinde
bir yetkinlik görmüş, hiçbir hocanın icazetini,
onayını almadan kendilerini ilim adamı saymışlardır.
Hamza Yusuf: Bugünün gazetecileri gibi…
Recep Şentürk: Evet. Gazeteci nasıl ki hiçbir
şey hakkında bilgisi olmamasına rağmen her
şeyi yazar, entelektüeller de öyledir. Fakat çok
iyi pazarlamacı olduklarından halkın saygısını
kazanırlar. Alimlerimiz ise kendilerini pazarlamazlar bilakis onlar keşfedilmeyi bekleyenlerdir, tevazularından ötürü kendilerini ön planda
göstermek istemezler.
Hamza Yusuf: Şöyle bir söz vardır;
EDEPBÜLTEN 53
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
alim yetiştirmeyi, nazari ve tasfiye ilimlerini bünyesinde toplamış alimler yetiştirmeyi
amaçlıyoruz. Peygamber Efendimiz Allah’ın
bir elçisidir ve İslam dini sadece akademik olarak ele alınacak bir konu değildir. O, dini tebliğ
etmek, insanlara hem öğretmek hem de onları
tezkiye etmekle görevlidir. Dolayısıyla müslümanların misyonu da bu olmalıdır.
Recep Şentürk: Bizim öğrencimiz burada alim olma şuurunu
kazanıyor. Aklındaki karışıklığı
netleştirmeye çalışıyor. Bunu
başarabilmek için usûle ihtiyaç
var. Bizim metodumuz fıkıh
usulüdür. Geleneğimizde alim
ictihad eder ve hüküm çıkarır,
akademisyen ve entelektüel ise
teoriler üretir. Bir Müslüman
alim olarak kendi usûlümüz ile
bilgi üretmeliyiz.
Alim olduğunun farkında olan alimden ilim
alın
Alim olduğu halde bundan gafil olanı uyarın
(kendinin farkına varsın)
Cahil olduğunu bilen cahile öğretin
Cahil olduğunu bilmeyen cahili ise kendi haline bırakın…
Recep Şentürk: Daha sonraları ise üniversitelerin açılmasıyla beraber akademisyenler
denen bir ilmiye sınıfı ortaya çıkmıştır. Bunlar İslam toplumunda yenidirler. Şu anda hem
akademisyen hem alim olan ya da kendini alim
sanan akademisyenler türemiştir. Biz burada
EDEPBÜLTEN 54
Hamza Yusuf: Kierkegaard şöyle diyor: Devlet adamlarının, sultanların, hakimlerin en çok
korktuğu tipler filozoflardır. Çünkü onlar iktidar sahiplerinden korkmazlar. Onları dize getirebilmek ancak maaşa bağlayıp; Doktor, Profesör gibi unvanlar vermekle mümkün olmuştur.
Oysa ki eskiden alimlerin geçimlerini sağlayan
vakıflar vardı ve dolayısıyla alimler devletten ve
hükümetlerden bağımsız olarak ilimle meşgul
olabiliyorlardı. Fakat günümüzde bağımsızlıklarını kaybetmiş durumdalar.
Recep Şentürk: Bizim öğrencimiz burada alim
olma şuurunu kazanıyor. Aklındaki karışıklığı netleştirmeye çalışıyor. Bunu başarabilmek
için usûle ihtiyaç var. Bizim metodumuz fıkıh
usulüdür. Geleneğimizde alim ictihad eder ve
hüküm çıkarır, akademisyen ve entelektüel ise
teoriler üretir. Bir Müslüman alim olarak kendi
usûlümüz ile bilgi üretmeliyiz.
Hamza Yusuf: Özellikle bilgiye ulaşmanın yollarının bu kadar arttığı ve kolaylaştığı günümüzde bizim alimlerimizin her türlü yolu yöntemi
kullanıp bilgi üretmesi gerekiyor. Örneğin bu
gün istatistikler, bazı veriler yardımıyla bir savaş
sonucunda kaç kişinin öleceğinin, hangi şehirlerin yok olacağının genel bir tablosunu çıkarabiliyor ve bir anlamda gaybtan haber veriyorlar.
Bizim de hem geleneğimizi koruyup hem de asrın yenilikleriyle harmanlamayı ve yeni bir şey
ortaya koymayı başarmamız gerekiyor.
Recep Şentürk: “Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” diye bir söz vardır. Bizim so-
Hamza Yusuf: İsnad olmasaydı herkes herşeyi naklederdi ve hiçbir şeyi doğrulayamazdık.
Âdâb’ul-bahs ve’l-münazara ilminde bir kural
vardır; bir şey naklediyorsan delil ve isnadını
açıklamalısın, diye. Yine Kur’an şöyle buyurmuyor mu? “Size bir fasık haber getirdiğinde
onun doğruluğundan emin olun…”
İsa Bey: Hocam, beşinci bir sınıf da var. Bunlar ilmi yetkinliğe tasavvufî açıdan gelişmeden
ulaşan ve alim olanlar.
Recep Şentürk: Bu çok tehlikeli bir durumdur. Böyle bir kişi ilmini kendi arzuları ve çıkarları için kullanır.
Hamza Yusuf: Her kim onu (nefsi) tezkiye
ederse felaha kavuşur, her kim onun kölesi
olursa kaybedenlerden olur…Sanırım şeytan
bu sınıfın en güzel örneğini teşkil ediyor. Tüm
o ilmine rağmen hem sapmış hem saptırmıştır..
Recep Şentürk: Malesef bizim ilmî müessese-
lerimiz sadece ilme, bilgiye önem veriyor tezkiye ve tasfiye ile uğraşmıyor, ilgilenmiyor. İhtiyacımız olmadığını düşünüyor. Fakat bu daha
önce de dediğimiz gibi peygamberimizin sünnetine aykırıdır. En büyük bidattır, her Müslümanın nefis tezkiyesine ihtiyacı vardır. İşte bu
eksiklikten dolayı biz alimler yetiştiremiyoruz.
Çünkü bizim eğitim sistemimiz Avrupa’dan
devşirme. Öğrenciler sadece iyi not alma ve sınavdan geçme derdinde, hocalar ise edindikleri
bazı bilgileri onlara aktarma derdinde.
Hamza Yusuf: Maalesef bu, genel tablo haline geldi. Tabi ki içlerinde saygıdeğer pek çok
akademisyen var fakat çoğu akademisyen kuru
kuruya bilgi aktarma vazifesinden daha öteye
gidemiyor. Öğrencilere örnek olmak gibi bir
hedef asla yok…
Recep Şentürk: Biliyorsunuz benim isnad ilmiyle alakalı bir kitabım var. Ve bu kitap yüzünden Amerika’da pek çok seminere çağrıldım.
Burada özellikle vurguladığım şey hadis ilminde
bir ravinin cerhi yapılırken iki yönden incelendiği idi. Hem adalet hem de dirayet açısından.
Adalet nedir? O kişinin karakteri, şahsiyetiyle
alakalıdır, tamamen özel hayatıyla ilgilidir.
Hamza Yusuf: Onlar bunu mantıksal bir karıştırma olarak görüyorlar. Özel hayata müdahale
gibi… Halbuki kişiliğin ilim naklindeki rolü
yadsınamaz.
Recep Şentürk: Evet, bu söylemim herkeste
EDEPBÜLTEN 55
MİSAFİR AĞIRLAMA
runumuz asrın yeniliklerine adapte olmaya
çalışırken geleneğimizden kopmak. Usulden
saptığında akıl felç olur ve hiçbir neticeye ulaşamaz. Dolayısıyla öncelikli araştırma konumuz usuldür. Bu usûl bizim geleneğimizdir ve
biz bu geleneği ihya etmeye çalışıyoruz. Sadece
İslam medeniyetinde bulunan isnad ve fıkıh
usulü ilimlerini ihya etmemiz gerekiyor. İsnad
ilmi çok önemli, zira ilimlerin kaynaklarını
doğrulamada büyük rol oynuyor.
BÜLTEN 2015 GÜZ
Hamza Yusuf: Kierkegaard şöyle diyor: Devlet adamlarının, sultanların,
hakimlerin en çok korktuğu tipler
filozoflardır. Çünkü onlar iktidar sahiplerinden korkmazlar. Onları dize
getirebilmek ancak maaşa bağlayıp;
Doktor, Profesör gibi unvanlar vermekle mümkün olmuştur.
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
büyük infiale yol açıyordu.
Çünkü biz artık kişinin şahsiyetini, edebini, ahlakını
ilminden tamamen ayrı olarak görüyoruz. Halbuki bu
en büyük hatalardan biri…
Hamza Yusuf: Bizzat Peygamber Efendimiz ilim ve
onun hayata geçirilmesi/
uygulanması ile ilgili bizleri
uyarmıştır: “Allah’ım bana
hakkı hak olarak göster ve
ona uymayı nasib eyle…”Size şunu sormak istiyorum: Siz dünyanın en
önemli üniversitelerden birinde en yüksek ilmi
mertebeyi (doktora) aldınız. Öğrendiğiniz en
önemli şey nedir?
Recep Şentürk: Yapabileceğim en iyi tahlil şu
olabilir: Batı medeniyeti nefsü’l emmare medeniyetidir. Ahlak bile heva ve hevesler üzerine
kurulmuştur. Her türlü iyiliği teşvik bile o iyiliğin kişide doğuracağı tatmin duygusu ve haz
üzerinden yapılır. Şunu yaptığında kendini çok
iyi hissedeceksin vs. gibi.
Hamza Yusuf: Bu haz merkezli yaklaşımı ben
en çok biz batılıların yemek esnasında “enjoy”
diye iyi dilekte bulunmamızda gözlemliyorum.
Halbuki siz Türkler ne diyorsunuz “afiyet olsun”, yine geleneğimizde “sağlık olsun” diyoruz.
Onlar vesileyi amaç haline getirmişler. Oysaki
yemek sadece hayatta kalmak için bir araçtır.
Socrates’ten rivayet edildiğine göre bir gün
kendisine akranlarından nasıl bu kadar önde olduğu sorulmuş. Onun cevabı ise “Ben yaşamak
için yiyorum, siz yemek için yaşıyorsunuz”. Günümüzde vaziyet tam olarak bu şekilde.
şey var. Şu anda Batı’da bir
değer kalmadı, tabiri caizse cahiliye döneminin en
karanlık günlerini yaşıyorlar. Dolayısıyla bu, İslam’ın
oraya girişini kolaylaştırdı.
Çünkü insanlar bu açlıkları-
Recep Şentürk: Onların İslam’a
ihtiyacı bizim batı medeniyetine
olan ihtiyacımızdan kat kat fazla.
Artık biz müslümanların “Batı’dan ne alabiliriz?” sorusunun
yerine “Onlara ne verebiliriz?” sorusunu sormamız gerekiyor. Peygamberimiz asla Bizans’tan yahut
Roma’dan ne alabiliriz, nasıl istifade edebiliriz diye sormamıştır.
Bilakis onlara tebliğ göndermiş ve
İslam’a davet etmiştir.
nı bir şekilde gidermek istiyorlar ve aradıkları
ahlakî değerleri İslam’da buluyorlar ve bu da İslam’ın yayılışına zemin sağlıyor. Bu insanların
çoğu İslam’a felsefî ve kelamî tartışmalardan
sonra, ilmî münazaralardan sonra değil, uhuvvet ve muhabbet esasları üzerinden giriyorlar.
Recep Şentürk: Modern Batı toplumunu inceleyen pek çok araştırma var elbette ama benim tahlilim bu şekilde…
Ben Fransa’da bir felsefeciyle karşılaştım. Bana
müslüman olmak istediğini söylediğinde şaşırarak sebebini sordum. Bir gün metroda herkesin
oraya buraya koşuşturduğu günlük işlerinin telaşında olduğu bir vakitte bir müslümanın huzur
ve sükûnet içinde namaz kıldığını gördüğünü ve
bundan çok etkilendiğini söyledi…Bu kadar
basit…İslam’da huzuru, sukuneti buluyor.
İkinci olarak İslam’ın evrensel bir din olduğunu gördüm. İslam’ın herkese söyleyeceği bir
Hamza Yusuf: Müslümanlar İslam’ın cazibesinden bîhaberler. Onun insanları kendine çe-
EDEPBÜLTEN 56
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
kim gücünü unutmuş durumdalar. Namazın,
Ramazan’ın, orucun...
Recep Şentürk: Aslına bakarsanız Batılılar da
artık nefsi emmare yolundan gitmekten bıkmış
durumdalar. Nefsani zevk ve arzular bir zaman
sonra tat vermemeye, yetmemeye başlıyor. Ve
insanlar artık para peşinde koşmaktan, gönül
eğlendirmekten sıkılmış ve yorulmuş hale geliyorlar. Bu sebeple onların İslam’a ihtiyacı bizim batı medeniyetine olan ihtiyacımızdan kat
kat fazla. Artık biz müslümanların “Batı’dan ne
alabiliriz?” sorusunun yerine “Onlara ne verebiliriz?” sorusunu sormamız gerekiyor. Peygamberimiz asla Bizans’tan yahut Roma’dan
ne alabiliriz, nasıl istifade edebiliriz diye sormamıştır. Bilakis onlara tebliğ göndermiş ve
İslam’a davet etmiştir.
İsa Bey: Fakat hocam bu gün egemen olan batı
medeniyeti…
Hamza Yusuf: Batı medeniyeti şu anda bir rakibi olmadığı için güçlü ve ayaktadır. Ürettiği
bir şey yoktur. Çok kompleks karmaşık ve ilgi
çekici gözükebilir fakat nasıl çocuklar çok karmaşık ve pahalı bir oyuncaktan hemen sıkılıyor
fakat basit oyuncaklarla saatlerce vakit geçirebiliyorsa, bu günün insanı da Batı medeniyetinin boşluklarını fark etmiş ve ondan sıkılmıştır.
Sadeliğe, huzura, mutluluğa eriştiren bir medeniyet arayışı içindedir.
Recep Şentürk: İşte bu yüzden günümüzde
İslam dünyadaki en hızlı yayılan din. Batı’nın
medeniyetten anladığı büyük binalar gösterişli
mekanlar dikmek…Fakat İslam insan inşa etmeyi medeniyet kurmak olarak görüyor. Dolayısıyla Peygamberimizden kalma görkemli bir
mescit veya saray göremezsiniz. Onun yetiştirdiği insan tipini görürsünüz.
Bizim mutluluk tanımımız batı medeniyetinin
tanımından çok farklıdır. Ancak bu konuda
da müslümanların kafası karışık. Mutlu olmak
için, gerçek mutluluğa ulaşmak için büyük günahları işlemek nefsin tüm arzularını tatmin etmek faydasız. Bilakis mutluluk peygamberimizin sünnetine tabi olmaktadır. İnsan tüm nefsî
doygunluğa ulaşsa bile imâna sahip olmadığında, imânın halavetini tatmadığında, kanaatkâr
olmadığında, gözünü topraktan başkası doyurmaz. Her türlü zenginlik ve doyuma rağmen
mutlu olamaz.
Hamza Yusuf: Ben daha fazla vaktinizi almayacağım. Sizi ve kurumunuzu ziyaret etmiş ve
bilgi almış olduk. Bu kurumun güzel yanlardan
biri, özel olarak kadınlarla ilgilenmesi. Malcolm X’in dediği gibi bir toplumun seviyesini
görmek istersen, kadınlarına ne ölçüde değer
verdiklerine bak. İnşallah siz de bu minval üzere devam edersiniz. Allah Türkiye’yi emin kılsın, korusun.
Recep Şentürk: Amin inşallah…Biz de kurumlar arası yardımlaşmak ve sürekli bağlantıda kalmak isteriz. Zaytuna College’dan hanım
öğrencilerimizi ağırlamak isteriz.
EDEPBÜLTEN 57
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
İmam Afroz Ali ile Hasbihal...
Medine, Yemen, Moritanya ve Ezher’de eğitim halkalarına dahil olan Afroz Ali, Müslüman
alim ve öğrencileri online buluşturan SeekersHub’da hocalık ve yöneticilik yapmaktadır.
Sidney’deki Gazali Eğitim Merkezi’nin kurucu başkanı ve Küresel Isınma’ya karşı Dinî Bakış’ın kurucu üyesidir. Ayrıca Uluslararası Barış Elçisi ve Merhamet Bildirgesi Avustralya
Elçisi ödülleri bulunmaktadır. 2012’de ‘500 Etkin Müslüman’ listesine alınmıştır.
Seda Özalkan, EDEP Hazırlık, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü
Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri bölümü Yüksek Lisans
Allah’ım faydasız ilimden sana sığınırım!
(Hz.Muhammed s.a.v.)
Modern teknolojinin sağladığı imkanlarla ilim
öğrenmenin oldukça kolay olduğu bir bilgi çağında, modern bir cahiliye dönemi yaşamaktayız.
Dünya tarihini Avrupa rönesansı (Protestan
Reformu ve Fransız İhtilali dönemlerini kapsayarak) öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayırEDEPBÜLTEN 58
dığımızda şu gerçekle karşılaşıyoruz: Rönesans
öncesi inanç sistemlerinde genel olarak üç temel
vurgu vardı: Yaratıcı, ruh ve ahiret inancı. Bu üç
konuyla ilgilenen din adamları ve alimler toplumun en üst sosyal tabakasını oluştururdu. Temel
kaygısı dünyayı nasıl daha iyi bir yer haline getirebiliriz olan Rönesans sonrası dönemde ise
bu vurgular Yaratıcı’dan kainata, ruhtan bedene,
ahiretten dünyaya evrildi. Yaratıcı değil kainat,
-E peki ya Yaratıcı, ruh ve ahiret...
Yaşadığımız bilgi çağındaki cahilliğin sebebi
ilimsizlik değil, Peygamber Efendimizin (s.a.v.)
Allah’a sığındığı faydasız ilimlerden kaynaklanmaktadır. İlimden beklenen temel fonksiyon
insanı Yüce Yaratıcı’ya götürmesidir. Bu, dünyevi ilimlerin mutlak faydasızlığı anlamına gelmemelidir. Bizatihi faydalı olsa bile, Rabbi’nin
rızasını kazanma ve azabından sakınma çabası
içermeyen ilim, sahibi için bir vebaldir. Faydasız
ilim, ahireti unutturarak dünyaya bağlama potansiyeline sahipken; faydalı ilim, peşin olandan
kalıcı olana, dünyadan ahirete çağırır, insanların
çoğunun bu dünyadan beklediği sonsuz saadet
ve huzur kapısını açar. Müslümanlar olarak bizi
diğer insanlardan ayıran şeylerden biri de yaradılış amacımıza uygun yaşamak için ilim öğrenmektir. Peki faydalı ilimler nelerdir? Hangi
ilimler kabirde ve ahirette bize yardımcı olacak?
Bundan yaklaşık 900 sene önce aynı soruyu
İmam Gazali’nin (r.a.) önde gelen talebelerinden biri sormuş. Bu talebe, yıllarca İmam Gazali’nin hizmetinde bulunmuş, ilimleri en ince
ayrıntısına varıncaya kadar öğrenmiş, akli, ruhi
ve ahlaki olgunluğa ulaşmış. Ve bir gün hocası
Gazali’ye mektup yazmaya karar vermiş:
“Senelerce zahmet çekip çok şey öğrendim. Bu
kadar çok ilimden bana en lüzumlu ve faydalısı
acaba hangisidir? Âhirette imdadıma yetişecek,
mezarda dünya dostlarım beni yalnız bırakıp
gittikleri zaman, bana arkadaş olacak, mezardan kalkınca, ananın evladından, kardeşin kar-
Bu soruların cevaplarının hocasının diğer kitaplarında bulunduğunu bilmesine rağmen
Gazali’den her zaman yanında taşıyabileceği,
günümüz tabiriyle ‘konsantre’ bir risale talep
etmiştir.
İşte talebesinin mektubuna İmam Gazali’nin
cevabı olan Ey Oğul! (Eyyuhe’l-Veled) isimli
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) nasihat ve tavsiyelerden oluşan kitap, EDEP’teki konferans
etkinliğimizin bu haftaki konusu. Misafirimiz ise
Avusturalya’da Al-Ghazzali Centre for Islamic
Sciences & Human Development isimli eğitim
merkezinin kurucusu ve başkanı İmam Afroz Ali.
Gazali risalesine şöyle başlar:
“Gerçek nasihat; peygamberlik nurunun, kaynağı Hz. Peygamber’e (s.a.v) ait olan ve ondan
alınıp yazılanlardır. Eğer onlardan nasiplendiysen benim nasihatlerime ne ihtiyacın var! Şayet
onlardan bir şey elde edemediysen bana söyle,
bu kadar sene neyi tahsil ettin?’’
İngilizce yaptığı konuşmasına Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.), ashabına ve ümmetine selam ve
dua ile başlayan İmam Afroz Ali, İmam Gazali’nin nasihatlarını bizlere hatırlattı ki bu nasihatlar Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) aittir. Aktarımdaki son halka olan İmam Afroz Ali, ilim
öğrenmedeki amaç ve samimiyetimizin önemini vurguladı ve bu ilimle kendimizi ve çevremizi
‘temizlememiz’ gerektiğinden bahsetti. Bu nokEDEPBÜLTEN 59
MİSAFİR AĞIRLAMA
Ve bu karmaşada insan yeniden sordu:
deşinden, dünyadaki dostların birbirlerinden
kaçıp, herkes başının çaresini aradığı vakit beni
kurtaracak olan acaba hangisidir? Dünyada,
ahirette faydası olmayan acaba hangileridir?
Bilsem de bunlardan uzaklaşsam. Çünkü, Peygamberimiz (s.a.v.) ‘Faydasız ilmi öğrenmekten,
Allah-ü Teâlâ’dan korkmayan kalpten, dünyaya
doymayan nefsten, Allah için ağlamayan gözden
ve kabule lâyık olmayan duâdan Allah-ü Teâlâ
bizi korusun’’ buyurmuştur... Bana kısa, açık ve
faydalı cevap veriniz de, her sabah okuyup, ona
göre hareket edeyim...’’
BÜLTEN 2015 GÜZ
ruh değil beden, ahiret değil; dünya merak edilmeye, araştırılmaya ve sevilmeye başlandı. Bu
üç konuyla ilgilenen bilim adamları, doktorlar
toplumun en üst tabakası haline geldi. Binalar,
yollar, yeni icatlar yapıldı ve dünya ‘yaşanacak’
bir hal aldı. Önceden dünyanın yaşanacak bir yer
olmadığından dolayı huzursuz olan insan dünyayı yaşanacak bir hale getirdi, ama hala huzursuz...
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
tada mütevaziliğin ilim öğretmenin önüne geçmemelidir diyen misafirimiz, sahip olduğumuz
bilgiyi paylaşmadığımızda cimrileştiğimizi ve
paylaşılmayan ilmin bizi zehirlediğini söyledi.
İmam Afroz Ali’nin konuşmasını Gazali’nin kaleminden kısaca özetleyelim:
-Ey Oğul! İlim öğrenmek ve kitap okumak için
çok gecelerini feda ettin ve çok tatlı uykularını
kendine haram eyledin. Bilmem ki, niçin kendini bu kadar harap ettin? İlim öğrenmekten
maksadın eğer dünya menfaatlerini toplamak,
şöhret, mevki’ sahibi olmak ve müslümanlara
büyüklük göstermek idi ise, sana yazıklar olsun!
Çok aldanmışsın, kendini azâba sürüklemişsin!
Yok eğer maksadın İslâmiyet’e ve Muhammed
aleyhisselâmın dînine yardım etmek ve ahlâkını
temizlemek ve nefsini kırmak idi ise, sana müjdeler olsun! Kendine ne güzel ve ebedî istikbâl
hazırlamışsın. İstikbâl, Saâdet-i Ebediyye’ye kavuşmaktır.
-Ey Oğul! Îman edilecek şeyleri akla uydurmaya, beğendirmeye uğraşmak, dinsizlerle, cahillerle, münakaşa edip, onların bozuk düşünceleri
ile uğraşmak ve Kur’an-ı kerimi öğrenmeden ve
namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları okumadan, bilmeden para kazanmaya kalkışmak,
herkesten fazla zengin olmak için doktorluk,
mühendislik, edebiyat, hukuk ilimleriyle uğraşmak, ömrü boş yere harcamak olur.
Allah-ü Teâlâ’ya yemin ederim ki, Îsa aleyhisselâmın İncîl’inde okudum; bir kimseyi tabuta
koyduktan mezara bırakıncaya kadar; Allahü
teâlâ ona kırk suâl soracaktır. Birincisi, (Ey kulum! Yaşadığın kadar hep dünya için süslendin,
herkesin beğenmesi, hürmet etmesi için birçok
şeyler öğrendin. Benim emrettiğim şeyleri de
öğrendin mi, istediklerimi yapıp, haram ettiklerimden kaçındın mı?)
-Resulullah Efendimizin (s.a.v) ümmetine yaptığı nasihatlerden birisi şudur:
“Allah-u Teâlâ’nın kulundan yüz çevirmesinin
EDEPBÜLTEN 60
alâmeti; onun kendisini ilgilendirmeyen boş
şeylerle meşgul olmasıdır.” Eğer bir insanın ömrünün bir saati, yaratılma gayesi olan Hakk’ın
rızâsının dışında geçerse, o kimse bu saati için
uzun süre hasret ve pişmanlık çekecektir. “Kırk
yaşını geçtiği hâlde, iyilikleri kötülüklerine galip
gelmeyen kimse, cehenneme hazırlansın.”
İlim ehline nasihat olarak bu yeter!
-“Kıyamet gününde azabı en şiddetli olan kimse,
Allah-u Teâlâ’nın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı (ilmiyle amel etmeyen) âlimdir.” Anlatıldığına göre, Cüneyd’i-Bağdâdî (r.a.), vefatından
sonra bazı salihler tarafından rüyada görüldü.
Kendisine: “Ey Ebu’l-Kasım! Berzah aleminden
ne haberler var (durumun nasıldır)?” diye soruldu. Cüneyd: “O faydasız ibare ve konuşmalar
yok olup gitti; yaldızlı sözlerden bir eser kalmadı. Burada faydasını gördüğümüz ancak, gece
yarısı kalkıp Allah için kıldığımız birkaç rekatlık
namazdır” diye cevap verdi.
-Ey Oğul! Keyfine göre yaşa! Fakat bu yaşaman
uzun sürmeyecek, bir gün elbette öleceksin.
Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın
lezzetlerden elbette ayrılacaksın. Dünyanın nesini seversen sev, hepsine vedâ edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının
Hesabını vereceksin!
-Allahü Teâlâ sana her gün soruyor: “Başkaları
için neye bu kadar uğraşıyorsun? Görmüyor
musun ki, tepeden tırnağa kadar benim iyiliklerim ile, ihsânlarım ile örtülüsün?” Fakat sen
bunu duymuyorsun. Çocuk oyuna dalıp etrafını
görmediği gibi, dünya zevkleri, nefsin arzuları
seni sağır ve kör eylemiş!
-Bugün seni günahtan korumayan ve ibâdete
sevketmeyen ilim, yarın Cehennem ateşinden
de korumaz. İbâdet ederek geçmiş günahlarını affettiremezsen, kıyâmette elin ve dilin âciz
kaldığı zaman, “Yâ Rabbi, bizi geri dünyaya
gönder, bütün ömrümüzü ibâdetle geçireceğiz”
diyenlerden olursun. Fakat “Ey ahmak! Oradan
geldin ya!” cevabını alıp kalırsın!
BÜLTEN 2015 GÜZ
MİSAFİR AĞIRLAMA
-O hâlde, bütün sözlerini ve
bütün hareketlerini İslâmiyete
uydur! Çünkü, kim olursa olsun, İslâmiyete uymıyan ilimler ve çalışmalar, doğru yoldan
sapmaktır ve Allahü teâlâdan
uzaklaşmaya sebep olurlar. Pey-
Yaşadığımız bilgi çağındaki cahilliğin
sebebi ilimsizlik değil, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Allah’a sığındığı faydasız
ilimlerden kaynaklanmaktadır. İlimden
beklenen temel fonksiyon insanı Yüce Yaratıcı’ya götürmesidir.
gamberimiz işte bunun için, eskiden kalma ilimleri ve âdetleri neshetti, değiştirdi. O hâlde, İslâmiyetin müsâadesi olmadan ağzını açmamak
lâzımdır ve iyi bil ki, senin öğrendiğin ilimlerle
Allah yolunda gidilemez. Şunu da bil ki, bu yol,
kendilerine sôfi, yâni tarikatçı ismini vererek,
tarikat büyüklerinin yolunda olduklarını iddia
eden câhillerin, mânalarını anlamadıkları, İslâmiyete uymayan sözleri ile de gidilemez. Bu
yolda ancak, nefis ile mücadele edenler gidebilir. Nefsin arzularını, şehvetlerini İslâmiyetin
dışına taşırmamak lâzımdır. Lâf ile gidilmez.
İslâmiyette yeri olmayan sözler ve ilimler ve
şehvet ile karışmış gâfil kalp, şekâvet ve felaket
alâmetleridir.
-Ey oğul! Heveslerine ve nefsine uyan aşağılık
çukuruna yuvarlanır. Zarif görünümlü insanlar
fazla ilgini çekmesin, dış görünüşe pek aldanma.
Çünkü insan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle
adamdır, kıyafetiyle değil.
Benzi sarı, zayıf kimseleri hor görme. Çünkü insan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili.
Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et, kan ve kemiktir.
-Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse, nefsini ıslah edip,
ölümden sonrası için çalışandır. Ahmak kimse ise, nefsine uyup Allahu
Teâlâ’dan kendisini hayal ettiği şeylere
kavuşturmasını bekleyendir.”
-Allahu Teâlâ’nın yolunda yürümek
istiyen bir kimseye evvelâ ne yapmak lâzımdır?
diyorsun. Evvelâ Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun, temiz bir îtikat ve îman lâzımdır. Bundan sonra, tevbe-i nasûh, yâni daha
işlememek üzere, günahlara tevbe etmek, üçüncüsü, herkes ile helâllaşmak, üzerinde hiçbir
mahlûkun hakkı kalmamak, dördüncüsü, Allahü teâlânın emirlerini yapacak kadar, İslâmiyeti
öğrenmektir. İslâmiyeti bundan fazla öğrenmek,
herkese vâcib değildir. Diğer ilimleri lüzûmu kadar okumalıdır. Bu lüzûm, herkesin sanatına,
mesleğine, ihtisasına göre değişir.
Bizlere bu nasihatları hatırlatan İmam Afroz
Ali’ye teşekkürlerimizi sunuyoruz ve Allah’ın
merhametini ve rızasını diliyoruz. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır, onlar
miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim
ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir.” (Ebû Davud, İlm, 1). “Allah, içinizden
iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir.” (Mücadele, 58/15)
Efendimiz Muhammed’e, âline ve bütün ashabına salât ü selâm ve âlemlerin Rabbi Allah’a
hamd olsun...
EDEPBÜLTEN 61
BÜLTEN 2015 GÜZ
ÜRDÜN GEZİSİ
Ürdün Yoğun Arapça Programı
Özlem Kahya, EDEP Araştırmacısı / Ürdün Yaz Programı Danışmanı & Marmara Üniversitesi
İslam Hukuku Doktora Öğrencisi
Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP),
geçtiğimiz yıl birinci sınıfı başarıyla tamamlayan
14 öğrencisini iki aylık eğitim programı kapsamında Ürdün’e gönderdi. Öğrenciler kurumun
anlaşmalı olduğu QASID dil enstitüsünde seviyelerine uygun olarak belirlenmiş muhtelif kurlarda
2 ay boyunca hafta içi her gün yoğunlaştırlmış dil
eğitime tabi tutuldular. Edebiyat ve sahafe isimleri altında alanında uzman hocalardan dersler alan
öğrencilerimiz gerek muhâdese gerek takdim gerekse kitâbe konusunda büyük ilerleme katettiler.
QASID’da aldıkları dil eğitiminin yanı sıra islamî ilimler sahasında da yetkin hocalardan ders
alma fırsatı yakalayan öğrencilerimiz Fatih Sultan
Mehmet Üniversi’nde Yrd. Doç. olarak görev yapan Ali el-Ömeri’den kelam; İslamî İlimler Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Emced Reşid
yönetiminde fıkıh; Ürdün Philadelphia Üniversitesi’nde görevini sürdüren Yrd. Doç Dr. Yusuf Rebâbe eşliğinde Ürdün Tarihi ve Kültürü alanında
metin okumaları yaptılar. Ayrıca QASID’da tertip edilen konferanslar ve mekânlarında yapılan
ziyaretlerle öğrencilerimizin Ürdün Üniversitesi
Şeria Fakültesi’nde İslam Hukuku alanında eğitim veren Yrd. Doç. Dr. Arif İzzeddin Hassune,
kelam alanındaki çalışmaları ile tanınan Dr. Said
Fûde, dünyaca meşhur hadis âlimi muhakkik ve
yazar Şuayb Arnavûtî gibi isimlerle tanışmalarına,
engin bilgi ve tecrübelerinden istifade etmelerine
de imkân sağlandı.
EDEPBÜLTEN 62
Programa katılan her öğrenciden gerek dil gerekse ilmî araştırma sahasında yetişmelerine katkı
sağlayacağı düşüncesiyle farklı konularda birer
proje hazırlamaları talep edildi. Proje çerçevesinde Ürdün’ün farklı üniversitelerinde görev alan
birçok öğretim görevlisi ile görüşüp Ürdün halkının muhtelif kesimleri ile anket yapan öğrenciler proje konuları ile ilgili olarak kalkınma ve
turizm bakanlıkları, adliye, klinik gibi kurumlara,
Engelli Vatandaşlar Yüksek Kurulu’na, Kültür ve
Yazma Eserler Merkezi’ne, bazı hayır kurumlarına, Mülteci Kampları ve yetim yurtlarına, çeşitli
enstitülere ziyarette bulundular. QASID Dil Enstitüsü hocalarından Halid Snober’in başkanlığını
yaptığı bir komisyon önünde sunumu gerçekleştirilen projeler arasında en dikkat çeken başlıklar
“Ürdün Toplumu’nda Kuşaklar Arası Çatışma
(baba-oğul örneği)”, “Ürdün’de Suriyeli Mülteciler’in Eğitimi”, Ürdün’de Müslümanlar ve Hristiyanlar Arasındaki İlişki”, “Ürdünde Psikolojik
Rahatszılıklar ve Sebepleri”, Ürdün’de Bahâîlik”,
“Ürdün’de Yaşayan Gayr-ı Müslimlerin İslam Tasavvuru”, “Engelli Çocukların Geleceği” şeklinde
sıralanabilir.
Proje sunumları ve final imtihanları neticesinde
her bir öğrencimiz QASID Dil Enstitüsü diplomalarını almaya hak kazanmış ve Ürdün programını başarıyla tamamlamışlardır.
BÜLTEN 2015 GÜZ
ÜRDÜN GEZİSİ
Ürdün’de EDEP’li
İlk Öğrenciler
Süheyla Akçay, EDEP 2. sınıf & Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 3. Sınıf
Ahmet Snobar hocamız gelip programdan bahsettikten sonra bazı garip tenbihlerde bulundu.
‘Ürdün’de İstanbul’daki gibi hassas temizlik anlayışı yok’ diye başlayıp sözlerine devam ederken biz çoktan beklentilerimizi alt seviyelere
düşürmüştük bile.
Efendim, iki aylık ilmî seferimiz için tam teşekkül câhizdik ve binnihaye teyeran ettik içimizde Hırka-i Şerif ’i terk etmenin burukluğuyla.
Tebdil-i mekanda ferahlık vardır biliriz. Hiç
şüphesiz bu tebdilin tek amacı da ilmî bir rıhle yapmaktı. Havaalanına iner inmez havanın
kuraklığını hissettik, İstanbul’un masmavi de-
nizini göremedik tabi. İstanbul’un celbeden ve
dahi cezbeden görkemi ve cemali yerine bilakis
kendi halinde sessizce usulca oturan çocuk misali bir hali vardı Ürdün’ün.
Derslerimizi dünyada Arap dili öğretiminde
başlıca merkezlerden biri olan Qasıd’da gördük. Derslerin tartışılarak işlenmesi ayrıca
tek bir metodun değil, yerine göre farklı farklı
oyunların da konulmasıyla Arapça’nın eğlenceli hale getirilmesinin faydalı olduğunu bizzat
müşahede ettim. Fâidesini gördüğüm noktalardan biri de sınıf sayısının az olması. Böyle bir
nimeti tatmanın lezzetini dile getirmemi maEDEPBÜLTEN 63
BÜLTEN 2015 GÜZ
ÜRDÜN GEZİSİ
zur görün, zira Türkiye’de çok alışkın olmadığıbir konuda muhadese yaptık. Muhadese esnamız şeyler bunlar. Şimdi efendim, az kişi olmasında yanlışımız varsa müdahale eder düzeltir,
nın az olmayan tekellüfleri de yok değil. Çünkü
daha beliğ bir ifade varsa onu önerirlerdi bize.
bir kere öğrenci derse hazırlıklı gitmeli, derste
Bu muhadesemizi bazen üniversitenin uzun
işlenecek konuya hazırlanmalı, konuyla alakalı
yolunda yürüyerek yapar, kendimizi sohbetin
tartışma yapabilmek için mevzuyu araştırmalı.
kollarına bırakırdık. Gerek eşsiz Arap yemekBurada konuşmama gibi bir lüksümüz yok, o
lerinin olduğu lokantalarda gerekse kendi evlenedenle hazırlıklı gitmek
rinde misafirleri olduk.
hocadan gelecek ‘Bugün
Can boğazdan gelir
sen iyi değilsin, neyin var,
Bir Arabın sizi gerç
sözü mucibince Ürdün
ekten
neden konuşmuyorsun?’
yemeklerinden
bahsetevinde ağırlayıp ağır
baskısından evla olsa gelamak
meden geçemeyeceğim.
istemediğini şöyle an
rek. Kendimce mühim
Bir kere felafil ve humus
layaolan en önemli hususlarcaksınız. Sadece lafta
oranın peynir ekmeği
olan
dan biri orada herkesin
gibi. Hem lezzetli hem
davet ‘Aaa evime buyu
tam olarak seviyesi neyse
r gel
de ucuz olması hasebiybe
kl
er
im
o sınıfta bulunması idi.
gibi hoş laflardır
le tam bir öğrenci yemeama gerçekten çağı
Biz oraya giderken ayrı
ği. Ürdün’ün belki de en
rmak
isteyen şu gün seni
birer ferd olarak gitmemeşhuru mensefi. Bol baya da
dik, yapbozun on dört
haratların kullanıldığı ve
sizi evimde bekl
iyorum
ayrı parçası olup ancak
üzerinde badem ve özel
buyrun gelin’ der ve
birlikte bir araya gelince
tüm
sosun bulunduğu pilav yehazırlıklarını tam teşe
bir anlam teşekkül ettimeği ile sanırım biz Türkkkül
ğimiz bir aileydik. İlim
lerin arası pek iyi değildi.
techiz eder.
talibeleri olduğumuzBir diğer yemeğimiz aslen
dan ötürü melekler kaFilistinlilere ait olan musahnatlarını bize gerdiler bizim
hendi. Bir tabun ekmeğin
de birbirimize kanatlarımızı germemiz gerekiüstüne kızarmış tatlı soğan, sumak, yenibahar
yordu ki, elhamdülillah, bu kenetlenmenin bizotu ve çam fıstığı parçaları ile kaplı kavrulmuş
lerde açtığı müspet filizler yeşerdi ruhlarımızda.
tavuk konulur ve afiyetle yenir. Diller ve külBunlardan bir örnek vermek istiyorum. Ailesi
türler arasındaki etkileşimi bizatihi gördük ki
İstanbul’da olan ve her hafta ailesini gören bir
mesela etsiz yapılan yaprak sarmasına ‘yalanarkadaşım ilk defa yurt dışına çıkmasına rağmen
ci’ diyorlar etli olanına ise ’devâli’.. Ayrıca bazı
rıhlenin son gününde gözü yaşlı ‘Buradan ayTürkçe ekleri de kullanmaları hoşumuza gitrılmak istemiyorum keşke dört ay daha kalsak’
medi değil; kunduraci, kahveci gibi.
diyordu. Rabbimize şükürler olsun ki Ürdün
Yemek faslından sonra tatlı iyi gider, öyle değil
deneyimimiz hayatımızda tertemiz, ilim dolu
mi? Hoş ve komik bir hatıra olarak Yûnâniyye
güzel sayfalar açtı.
denilen içinde Halep fıstığının dolu olduğu
Evet, bir başka menfezimiz adlarından da anlave küremsi olan çokça sevip yediğimiz tatlıya
şılacağı üzere dilimizde bize ortak olan şerik lüMehmet abimiz şekli bombaya benziyor deyu
gavîlerimiz. Onlarla haftada bir defa seçtiğimiz
kumbule adını verdiği nimeti es geçmeyeyim.
EDEPBÜLTEN 64
Qasıd’ın kuruluşundan beri hocalarından olan
Amir hoca bizi evinde misafir etti bir gün. Güzel ikramlarından sonra çay faslında şöyle bir
tavsiyede bulundu: Araplar mücameleyi çok
sevdiklerinden herkesi evlerine kavlen buyur
ederler. Tabi daha acemi olan bazı Türk ya da
yabancılar bazen her buyur edenin evine gidebiliyorlar ama arada bir nüans var. Bir Arabın sizi
gerçekten evinde ağırlayıp ağırlamak istemediğini şöyle anlayacaksınız. Sadece lafta olan davet
‘Aaa evime buyur gel beklerim’ gibi hoş laflardır
ama gerçekten çağırmak isteyen ‘Şu gün seni ya
da sizi evimde bekliyorum buyrun gelin’ der ve
tüm hazırlıklarını tam teşekkül techiz eder.
Eski rıhlelerin amacı devrin ulemasını ziyaret etme, onlardan dersler alma idi. Bizler de
bu sünnet üzerine devrin hadis alimlerinden
Kabe’nin billur sesli imamlarını aratmayan
imamların kıraatıyla doyumsuz itikaflar ve her
birimizin araştırma konusu vesilesiyle tanıştığımız ekabir, ilkleri yaşattı bize Ürdün’de ama
siz yine de namaz çıkışı yalın ayak kalmaya ya
da pencereden atılmış bir izmaritle tutuşmaya
hazır olun. Ben yandım, siz yanmayın!
EDEPBÜLTEN 65
ÜRDÜN GEZİSİ
Bizler bu adı o kadar benimsemişiz ki ‘biz kumbule istiyoruz, kumbule yedik’ diye söylüyorduk. Tabi bunu duyan bir Arap bomba istediğimizi duyunca neye yoruyordu bilinmez.
Ürdün tabi ki Qasıd’ın dört duvar arasından
ibaret değildi. Gidip saatler boyu kaldığımız
bir yer vardı, Vadi Mucip. Başlangıçta hemen
hemen boyumuza ulaşan su seviyesini yüzerek
geçtikten sonra suyun az olduğu bazı yerleri de
yürüyerek geçtik. Öyle yerler de var ki keskin
uzun kayalıkları halatlara tutunarak, tırmanarak aştık. Bir tırmanma ve suya karşı koyma
mücadelesi vererek sonuçta hedefimize vardık
ve en son noktada olan büyük şelaleye ulaşabildik. Çok garip değil mi bir yandan sessiz sakin
hiç kımıldamayan bir Ölü Deniz öte yanda şarıl
şarıl suların aktığı Vadi Mucip? Su faslını bitirmeden Kızıldeniz’de konakladığımızı da eklemiş olayım. Yalnız sudan çıkarken ayağınıza
nüfuz etmiş simsiyah dikenlerle sarmaş dolaş
bir şekilde çıkabilirsiniz. Aman dikkat!
BÜLTEN 2015 GÜZ
Eski rıhlelerin amacı devrin
ulemasını ziyaret etme, onlardan dersler alma idi. Bizler de
bu sünnet üzerine devrin hadis
alimlerinden seksen yaşını aşmış, deyim yerindeyse bir asra
merdiven dayamış, Şam doğumlu
Şeyh Şuayb el-Arnavut’u ziyaret ettik.
seksen yaşını aşmış, deyim yerindeyse bir asra
merdiven dayamış, Şam doğumlu ama aslen
Arap olmayan bir şeyhle hasbihal ettik. Bizleri evinde ağırlama ikramında bulunan Şeyh
Şuayb el-Arnavut’u ziyaretimiz esnasında bizi
kısa bir şefevî nahiv imtihanına tabi tuttu. Sohbetimizin ilerleyen dakikalarında Türklerin,
Osmanlıların İslam dinine olan hizmetlerinden
ötürü onlara duyduğu sevgi ve muhabbeti bizatihi kendisinden duyma fırsatı bulduk. Salih,
tayyip bir Müslümanın ziyaret edilmesinde büyük bir ecir olduğunu söyledikten sonra, bazı
temel eserlerin ezberlenmesinin faydalı olacağı tavsiyesinde bulundu. Güler yüzlü, sohbeti
hoş bu şeyhin gerisinde 300 cilt bıraktığını ve
bunun kendisi için en büyük nimet olduğunu
yine kendisinden öğrendik.
BÜLTEN 2015 GÜZ
Hicaz Makamı
ÜRDÜN GEZİSİ
-Ürdün Hatıraları-
Özlem Kahya, EDEP Araştırmacısı / Ürdün Yaz Programı Danışmanı & Marmara Üniversitesi
İslam Hukuku Doktora Öğrencisi
Hüznün neş’eye, endişenin sükûnete, dostluğun kardeşliğe dönüştüğü gurbette geçen
sıla günlerimiz… Ürdün…
Bir Ramazan günü idi öğrencilerle ilk tanışmamız. Gözlerdeki kaygı ve belirsizliğin
bir vakit sonra ayrılığa direnen gözyaşları olarak dökülüp gideceğinden habersiz,
görünmez mesafeleri kırmaya başlamıştık
bile. Üniversite bahçesinde yüzlerce öğrencinin katıldığı barış iftarında kese kağıtları içerisinde yanan barış mumlarımızı
Guinness Rekorlar Kitabı’na girme ümidi
ile olanca gücümüzle havaya kaldırdığımız
gün daha dün gibi. Çekilen kurada büyük
ödülün bizden birine çıkışı ise aslında bereketli bir sürecin bizi beklediğinin ilk işareti idi. İftar ziyâfetleri, teravih namazları,
itikâf programları ve sahabe kabirlerine
yapılan ziyâretlerle zînetlendirmeye, nuruEDEPBÜLTEN 66
na nur katmaya çalıştığımız Ramazan ayı
hızla geçip gidiyordu. Yuşa Peygamber’in
(a.s.) kabri başında yaptığımız iftarın tadı,
yağmur sonrası toprak kokusuna benzettiğimiz huzurun rayihâsı ve sessizliğin ruha
şifa sırlı makamı tüm tazeliği ile zihnimde.
Ramazan akşamlarımızı renklendiren, tatlı
sohbetlerin yapıldığı, birbirimizi daha iyi
tanıma fırsatı yakaladığımız Tatlıcı Necme’yi, vazgeçilmezimiz olan Yunânî (bizim
verdiğimiz isimle kumbule) ve dondurma
keyfimizi de eklemeden geçemeyeceğim.
Ramazan’ın sonlarına yaklaştıkça bizi geçmişe götüren başka bir telaş sardı her birimizi. Sıra sıra hediyelik eşya dükkanlarının,
göz alıcı yöresel kıyafetlerin, gökkuşağı misali renkli şalların, gösterişli takıların süslediği Vasatu’l-beled’de bayramlık alışverişi
başlamıştı bile.
BÜLTEN 2015 GÜZ
Ve bayram sabahı… Mescid-i Fâruk’ta toplu olarak kıldığımız bayram namazı sonrası
hep birlikte yine mescidde yaptığımız belki bir yanı buruk, gözlerimizde hafif nisan
yağmuru ama yine de mutlu ve coşkulu
kahvaltımız ile yeni bir döneme de adım
atmış olduk. Artık bizi her cihetten yorucu
ama bir o kadar da eğlenceli günler bekliyordu.
İlk durağımız muhteşem doğa harikası
Wadi Muceb… Yüksek kayalıklar arasında
akan coşkun bir nehir ve yaratıcının kud-
ÜRDÜN GEZİSİ
Temmuz ayının son günü, gökte dolunay, kutlu bir
yolculuğun ilk adımı, hüznün sevinçle harmanladığı
o tarifi imkânsız heyecan; cennet kokulu Kudüs
günleri… İlk olarak Zeytin Dağı’ndan selamladı
bizleri Mescid-i Aksa ve ayın on dördü gibi
avuçlarımızda parıldıyordu Kubbetü’s-Sahra.
retinin yakından temâşası; bizim zorlu ve
belki biraz da tehlikeli, uzunca bir yolun sonunda bulunan şelaleye ulaşma çabamız…
İnsan bir gezide ne öğrenir? Biz azmi, kararlılığı, vazgeçmemeyi, korkmamayı ve
sabrın sonunda gelenin tüm yorgunluğu
nasıl unutturduğunu öğrendik. Girişte bize
imzalatılan üzerinde “başınıza bir şey gelmesi halinde tüm sorumluluk size aittir”
yazılı belgeyi ve hakkında yaptığımız konuşmaları tebessümle hatırlıyorum. İkinci
ziyaret yerimiz vadinin hemen karşısında
bulunan Bahru’l-meyyit (Ölü Deniz), bir
EDEPBÜLTEN 67
BÜLTEN 2015 GÜZ
ÜRDÜN GEZİSİ
diğer adı ile Lut Gölü idi. Adından da tahmin edileceği üzere Lut kavmini hatırlayıp
helâk oluşları üzerine bir miktar tartıştığımız, aşırı tuzluluğu sebebi ile içerisinde
canlı barındırmadığını ve bu yüzden Ölü
Deniz olarak isimlendirildiğini bilgi dağarcığımıza eklediğimiz ve tuzluluk oranını
ölçme girişimleri ile kitâbî bilgiyi pratiğe
dönüştürdüğümüz kısa süreli sahil gezimiz.
Sanırım deveyi fotoğraf objesi değil de yaratılış gayelerinden biri olan binek unsuru
olarak kullanma tecrübesini de ilk burada
yaşadık.
Günler geçiyor ve biz her geçen gün Ürdün
hatıralarımıza bir yenisini ekliyorduk. Temmuz ayının ortaları çoktan geride kalmış,
bizi ise kısa süreli bir yolculuğun heyecanı
sarmıştı. Geçmişi M.Ö. 400’lü yıllara dayanan, Nebâtîler’e başkentlik yapmış, kum
taşından oluşan kaya bloklarına ve kireç
taşına oyularak inşa edilen tiyatro, tapınak, mezar ve ev gibi yapılardan müteşekkil dünyanın yedi harikasından biri olan
antik kent Petra ilk istikâmetimizdi. Çeşitli
binek hayvanlarını da kullanarak tamamladığımız Petra gezimizin ardından çöllere
uzanan başka bir yolculuk başlamıştı. Ürdün’ün ay görünümlü vadisi, Wadi Rum…
Artık şehir hayatından çok uzakta, çölde
çadırlarda idik. Belki ilk defa ayın kayalıklar ardına batışını seyrettik. Kuma gömülü
özel ocaklarda pişirilmiş yemeklerin tadı
ise hala damağımızda. Gecemizi şenlendiren ûd ve defin hoş sedası, peçetelere
yazdığımız istek parçalarımız, yüksek gökdelenlerin ışıklarına alışmış gözlerimizin
gökte asılı nur parçalarını hayretle seyredişi, serâplarımızda beliren yakamozlar ve
yıldızlar altında geçen bir gecenin sonunda
güneşin doğuşunu dualarla seyreyleyişimiz
belki en unutulmaz anılarımızdan sadece
bir kaçı idi. Her köşesinde yaratıcının mükemmeliyetinin tecellî ettiği unutulmaz çöl
EDEPBÜLTEN 68
gezimiz safari maceramızla son bulmuş, biz
Ürdün’ün güneyinde yer alan liman şehri
Akabe’ye doğru yola koyulmuştuk bile. Sahilde bir müddet vakit geçirdikten sonra
bize tahsis edilen altı şeffaf yatlarla çıktığımız deniz yolculuğu, sular altında akıp
giden rengarenk, rüya gibi bir âlemin de
kapısını açmıştı. Bir de şu deniz kestaneleri
olmasaydı!
Temmuz ayının son günü, gökte dolunay,
kutlu bir yolculuğun ilk adımı, hüznün sevinçle harmanladığı o tarifi imkânsız heyecan; cennet kokulu Kudüs günleri… İlk
olarak Zeytin Dağı’ndan selamladı bizleri
Mescid-i Aksa ve ayın on dördü gibi avuçlarımızda parıldıyordu Kubbetü’s-Sahra.
Her karışı ayrı kutsal bu beldede, zulmün
ortasında göğe ağan yüzlerce duanın rahmet olup yağışı için açtık bizler de ellerimizi. Onlarca Peygamber, sahabe kabri ve
makamına yaptığımız ziyaretlerle bir kez
daha iman ettik Kudüs’ün vazgeçilmezimiz
oluşuna ve olması gerektiğine. Ardımızda
ümmete muhtaç kardeşlerimizi bırakıp geri
döndük Ürdün topraklarına.
Geçip gitmez sandığımız günler birbirini
kovalamış; gün, akşam vaktine dönmüştü
bile. Gözlerde ayrılığın hüznü kavuşmanın
heyecanı ile helalleşirken heybemiz de onlarca hatıra ve tecrübe ile dolup taşmıştı.
Son kez “felâfil”in, “kumbule”nin tadına
baktık, “mensef ”i hayırla yâd edip (!) üzerine tiyatro oyunları kurduğumuz minibüslere son kez bindik. Belki de bu işittiğimiz
son taksici azarı idi ki bu defa sinirlenmeyip gülüp geçtik. Keşke her anımızı iki defa
yaşama fırsatımız olsa idi diyerek geçmişe
giden dualar gönderdik. Ne hüznün ne de
neşenin aslında her ikisinin birden makamı, Hicaz makamı tadında Ürdün günlerimizi unutmamaya dair sözler verdik. Sahi
unutur muyuz ya da unutabilir miyiz?!
BÜLTEN 2015 GÜZ
Karadeniz
Sergüzeşti
EDEP İhtisas Okuma Kampı
Nimet Küçük, EDEP Araştırmacısı & Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı Yüksek Lisans
Dilimizde yolu ifade eden pek çok deyim, vecize, atasözü, mesel, eşanlamlı kelime varken yolun önemi elbette göz ardı edilemezdi. Biz de
yolu, birbirimizi daha iyi tanımamıza, meveddetin, muhabbetin artmasına vesile addedip
EDEP ihtisas kamplarımızın ilkini gerçekleştirmek maksadıyla yola revan olduk. İlk istikamet
Trabzon.
Trabzon’a 14 Eylül pazartesi günü öğle vakti on
ikide indik. Her ne kadar sonbaharda yağmurlu bir Karadenizle karşılaşmayı ummuş olsak
ve buna göre hazırlanıp gelsek de yağmurun
olmaması ve bunun ötesinde havanın güzel olması grubumuzda memnuniyet yarattı. Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe akşamları konaklamayı Artvin’deki TÜRGEV yurdumuzda
yapacağımız için Trabzon’dan Artvin’e, Karadeniz’in tüm güzelliklerini göre izleye karaEDEPBÜLTEN 69
BÜLTEN 2015 GÜZ
lak yasası” diyen Kant gibi sonsuz gökyüzünün
altında Riyâzu’s-Sâlihîn’in ilk sekiz bâbını okuyarak geçirdik. Gün boyu burada okumalarımızı ve öğle yemeğinde de Recep Hocamızla
muhabbetimizi yaptıktan sonra akşam yurtta
doyurucu bir Rüyâzu’s-Sâlihîn sohbeti yaptık.
Veren memnun alan daha da memnun, güzel
yorgunluklarla ayrıldık.
İhtisas öğrencileri Recep ho-
camız eşi ve kızları ile Rize
Güneysu Kıbledağı Camii’nde
yolundan ulaştık. Öğle yemeğimizi Çayeli’nin
meşhur kuru fasulyecisi Hüsrev Lokantası’nda
eda eyledik. Daha sonra yine yola revan olup
Artvin sınırları dâhilinde olan, XVII. asırdan
kalma Çiftekemer ve doğasıyla bizi bizden alan
Mençura Şelalesi’ni ziyaret ettik. Şelaleye altı
yüz metre kadar ormanın içindeki keçi yolundan yürümek suretiyle zor bir parkuru aşarak
ulaşsak da şelaleyi görür görmez endamıyla
safâlandık, kendimize geldik. Hemen başta
şunu ifade etmeliyim ki Karadeniz’in tabiatı
daha ilk günden gönlümüzü fethetti.
On beş Eylül Salı sabahı ise uyandığımız mutlu
bir uykunun neşesi herkesin yüzünde âyândı.
TÜRGEV yurdumuzdan sabah erken bir saatte
ayrılıp Haziran ayında boğa güreşlerinin yapıldığı, İspanya’nın ülkemizdeki şubesi Kafkasör
nam mahalde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltının
akabinde ilk gün okuma programımızı sabahtan akşama kadar bu tabiatla iç içe dil-ârâ mekanda gâh çimlerde oturarak gâh Karadeniz’in
haşin ve bir o kadar da müşfik dağlarına dalarak
gâhî de “üzerimde yıldızlı gök ve içerimde ahEDEPBÜLTEN 70
On altı Eylül çarşamba, bugün günlerden İhyâ!
Serbest okuma günümüzü bazılarımız Artvin
Çoruh Üniversitesi’nin kütüphanesinde, kimimiz kampüs bahçesinde bir çardakta, kimimiz
yurtta değerlendirsek de “cümlenin maksudu
bir amma rivayet muhtelif” diyen şair gibi aynı
hakikatin derinliklerine muhtelif mekanlarda
ulaşmaya çalıştık. Akşam, yurdumuzda yaptığımız İhyâ etrafındaki sohbet ile de günümüzün
nihayeti “hitâmuhu misk” oldu doğrusu.
On yedi Eylül perşembe ise, günümüzün tamamını geçireceğimiz Şavşat-Karagöl’e gittik.
Burada, san’at-i Hüdâ, derde şifâ bir manzar-ı
hoş-nümâ karşısında Recep Şentürk hocamızın “Âdamiyyah and ‘Ismah: The Contested
Relationship Between Humanity and Human
Rights in Classical Islamic Law” makalesini okuduk. Her şeyin kağıdın yüzünde yazılı
olandan ibaret olmadığını da bildiğimizden
gölün etrafında teferrüce çıktık ki gören mestâne görmeyen divane, neler gördük neler. İkindi
üstü min hüsni’s-sudfe, Artvinli Aşık Kara ile
mülâkî olduk ki zuhûrâtın böylesi. Aşık Kara
1927 Şavşat doğumlu bâdeli bir aşık, on dört
yaşında dili de gönlü de fetholup sazının teline
vurmaya başlamış. Aşık Veysel’le aynı sahnede
bulunan, Kars ve Konya’daki Aşıklar Bayramı’na da katılan Aşık Kara sözüyle, sohbetiyle
bizleri coştururken anlattığı harp hikayeleri ile
mahzun eyledi. Her güzel şeyin sonu var.
On sekiz Eylül cuma günü bereketiyle geldi.
Bir Aydın-Nazilli türküsünde geçtiği üzere
Cumartesi günü ise Rize’deki Ziraat Botanik
Bahçesi’nde demli çaylar eşliğinde hoş sohbetler ettik. Bir taraftan da Başlangıçtan Günümüze Mekke kitabının tahliline devam ettik. Rize
merkezde serbest zaman geçirdikten sonra
tüm şehir merkezlerinin aynılaştırıldığını bir
kez daha ayne’l-yakîn gördük, üzüldük. Çay
bahçelerinin aralarından çıkarak vâsıl olduğumuz Kıbledağı Camii’ne vardığımızda bir kere
daha yoğun bir sisle karşılaştık, Karadeniz de
demek böyleymiş. Bugün yine bizlere yol göründü, Uzungöl’e de uğrayarak Trabzon’a geçtik. Uzungöl’deki yabancılaşma, yapılaşma bizi
üzdü. Hoş, bu iki şey olmasa belki de bizim de
buradan haberimiz olmayacaktı. Biz modern
insanların da dilemması bu olsa gerek, olanda
BÜLTEN 2015 GÜZ
“Yörük de Ali geliyor/Açıl Aydın
yolları” diye nida edemesek de “Bizim kızlar geliyor/Açıl Rize yolları”
demek aklımıza geldi doğrusu. Evet,
bugün Rize’ye geçiyoruz lakin yolu
öyle dümdüz geçip gitmiyoruz tabii. Evvela Rize’de bir köy camiinde
cuma namazlarımızı eda eyledik.
Sonrasında da “bunun raftingi var,
zipline’ı var, var da var dedik” ve
Rize-Fırtına Deresi’nden geçip de
hiç bu işlere değmemek olmaz elbet
deyu üstümüze düşeni îfâ eyledik;
rafting ve zipline yaptık. Bu kadar
kız, aa nasıl yaptınız ki onu diye soranlara da cevabımızdır; en zor ve en uzun parkuru seçtik hem de. Bugün Ayder Yaylası’na da
çıktık lakin dağ başını duman aldığından kudreti temaşa edemedik, vâ esefâ deyip ayrıldık.
Gece Rize Diyanet İhtisas Merkezi’nde konakladık ve ihtisas istişare toplantımızı da burada
yaptık, fikir teâtîsinde bulunduk. Bunun yanı
sıra Martin Lings’in Başlangıçtan Günümüze
Mekke kitabının tahlilini yaptık, mebhût u hayrân ve dahi ta’bân odalarımıza çekildik.
hayır vardır ya da var mıdır? Gece yine Diyanet’e ait Ortahisar Reyhan Kız Kuran Kursu’nda konakladık.
Son günümüz olan Pazar günü ise yurtta misafirperver, güzel bir kahvaltının ardından Sümela’ya yollandık. Sümela’nın da son ziyaret
gününde olması ve iki senelik bir restorasyona
girecek olması bizleri şanslı hissettirdi. Trabzon’da ev sahibimiz KTÜ İlahiyat Fakültesi’nin
dekanı Emin Aşıkkutlu hoca idi. Beraber yediğimiz öğle yemeğinden sonra hep beraber
fakülteye geçtiğimizde Emin Aşıkkutlu hocamızın sıcak karşılamasıyla kendimizi gerçekten
evimizde gibi hissettik, mutlu olduk. Karadeniz’e nazır bu güzel fakültede okumak güzel
bir duygu olsa gerek, ve fakat “şerefü’l-mekân
bi’l-mekîn” kelâm-ı kibârı fakültenin güzelliği
ile birleşince nurun ‘alâ nûr oldu desek sezadır.
Ve ayrılma vakti gelir.
Bir haftada gördüklerimizin, öğrendiklerimizin, gezdiklerimizin, sevdiklerimizin bereketi
bize hayli yeter. Çoğumuzun ilk defa Karadeniz iklimini gördüğü bu gezide hayretimize
birbirimizi ortak ettik, hayretimizi birbirimizle
paylaştık. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Daha güzellerine ve nicelerine…
EDEPBÜLTEN 71
Eğitime Destek Programları Merkezi
Merkez: Hırka-i Şerif Mah. Akseki Camii Sk. No:1 Fatih/İstanbul
(Hırka-i Şerif Camii yanı - Muhafız Konağı)
Tel: 0212 532 04 08 Faks: 0212 532 04 07
Üsküdar: Aziz Mahmud Hüdayi Mah. Uncular Cad.
Ahmet Çelebi Çıkmazı No:1/3 Üsküdar/İstanbul
Tel: 0216 532 91 11
www.edepmerkezi.org • [email protected]
/EdepMerkezi
/EdepMerkezi
EDEP Türgev bünyesinde
hizmet veren bir kuruluştur
Download