Yaz 2015 - Sayı: 3 Edeple gelen, lütufla gider!.. EDEP Öğrencilerinin Ürdün’den Kudüs’e Uzanan Yaz Günlüğü Uluslararası İslamî İlimler Yaz Okulu’nun ilki gerçekleştirildi Zaytuna College-EDEP ı değişim programı imzaland Söyleşi Prof. Dr. Murteza Bedir: Son yüz elli yılda yaptığımız ilmi çalışmaların bir hesabının tutulması, verilmesi lazım. Bunlar tutarlı mıydı, eksiği neydi, buradaki sorular doğru sorular mıydı? EDEP İhtisas grubunun Karadeniz sergüzeşti Eğitime Destek Programları Merkezi Center for Excellence in Education مركز التميّز العلمي EDEP Onur Programı / 4 Niçin EDEP’e Geldik / 5 Modern Arapça Hocalarımız / 6 EDEP Konferansları / 7 Sultan Şimşek İle Danışmanlık Faaliyetlerimize Dair / 29 İhtisas Kadrosu / 32 Murteza Bedir Hocamızla Söyleşi / 34 Yaz Okulu Dosyası / 43 Hamza Yusuf’un EDEP Ziyareti / 52 İmam Afroz Ali ile Hasbihal / 58 Ürdün Dosyası / 62 Karadeniz Sergüzeşti / 69 YAZ 2015 YIL:1 SAYI:3 Editör: Betül Tarakçı Tashih: Nimet Küçük, Şeyma Özdemir Adres: Hırka-i Şerif Mah. Akseki Camii Sk. No:1 Fatih/İstanbul (Hırka-i Şerif Camii yanı - Muhafız Konağı) www.edepmerkezi.org • [email protected] Tel: 0212 532 04 08 Faks: 0212 532 04 07 Baskı&Cilt: Limit Ofset: Litros Yolu 2. Matbacılar Sit. ZA13 Topkapı - Zeytinburnu / İstanbul • Tel: +90 212 567 45 35 Yılda iki sayı olarak yayınlanır. Ücretsizdir. Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Editör’den Zamanı aşar, mekandan taşar, daha fazla dost arar olduk. Geçip dar boğazları, sürrelerin durağı caanım Üsküdar’a konar, Atîk Valide’den Cedîd Valide’ye sığınır olduk. Bırakmadılar bizi, Hüdaî Hazretleri’ne komşu olup çifte ezan duyar iken ilim tahsil eder olduk. Kimi vakit sancısını çeker, kimi vakit neş’esini taşır olduk. Hem misafir ettik, hem misafir olduk. Deniz aşırı gelenlere ayna tutar olduk. Kimilerine göre ‘biraz fazla’ da olduk hani. Fakat durmadık, ‘ol’maya ve ‘ol’durmaya hâzır ve nâzır olduk! İhtisas kadromuz sayesinde daha hareketli ve dahi bereketli bir bülten sizleri bekliyor. Âlîcenâbâne davranışlarına mukabelede aczimiz olsa da, her birine ayrı ayrı, kavlen ve fiilen desteklerini esirgemedikleri için teşekkürler ediyoruz. Ve biz içerideki bu netameli yolları alırken dışarıdaki yolları kolaylaştırdıkları için TÜRGEV’e de hayır duada bulunuyoruz. Siz teşehhüd miktarı göz atarken biz o tahiyyat hürmetine emn ü necat bulalım ve O’nun ihsanıyla nihaî gayemiz için çalışmaya başlayalım. Vesselam… BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP Onur Yaz Yoğun Programı Nilüfer Kalkan Akademik Koordinatör & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi EDEP, 10 Mayıs günü gerçekleştirilen mülakatlar neticesinde üniversitelerin farklı alanlarından 25 öğrencisini de programına eklemiş ve toplam 64 öğrencisi ile yaz programını 22 Haziran-11 Eylül tarihleri arasında iki aşamalı olarak gerçekleştirmiştir. Dokuz haftalık bu yaz programı çerçevesinde öğrenciler Klasik Arapça seminerlerini Yavuz Kamadan ve Mustafa Yavuz; Modern Arapça seminerlerini Zeynep Çilingir, Rissam Sreiwel, Ala Ghazzawi, Sawsan Bara, Sheza Hayyal, Safaa Dasouqi; Kur’an seminerlerini Ayşegül Işık ve Ala Ghazzawi; Mektubat seminerlerini Recep Şentürk; Kitap Müzakerelerini Neslihan Demirci; Hadis seminerlerini Nilüfer Kalkan, Kısasu’l-Enbiyâ seminerlerini Sümeyye Sarıtaş gibi alanında yetkin hocalardan almışlardır. Yaz Yoğun Programı devam ederken Üsküdar şubesinin de açılmasıyla birlikte güz dönemi için Ağustos ve Eylül aylarında yapılan mülakatlar neticesinde 180 kişi arasından seçilen 57 öğrencinin 24’ü Üsküdar şubesinde, 33’ü Fatih Şubesinde eğitim almaya hak kazanmıştır. EDEP Onur Programı yeni alımlarla bünyesine kattığı 121 öğrencisi ve yeni hocalarıyla ile Güz dönemi hazırlıklarını sürdürmektedir. EDEPBÜLTEN 4 Nicin EDEP’e Geldik ? Hatice Kübra Koca, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. Sınıf Girmek istediğiniz yerin kapısında “Niye geldin?” sorusuyla karşılanmak garip gelir, hevesinizi kırar şüphesiz. EDEP’te bu soru tam aksi bir etki yapıyor, size yöneltildikten hemen sonra önünüzdeki kağıdı doldurmak için ateşiniz çıkana kadar yazıyor da yazıyorsunuz. Benim o anda yardımıma Oğuz Atay koşmuştu: “Ben bir şeyin taklidiydim fakat aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim.” Aslımı öğrenmek için geldim. Kimin, neyin taklidi olduğumuz açık (taklit tabiri yerindeyse tabii) fakat ne aslımızı, ne de bizi birer taklit olarak yaratanı tanıyoruz yeterince. Pazarda annesini kaybetmiş çocuk gibi etrafımıza bakınıyoruz, onun kadar sebatlı değiliz tabii, bulamayınca ağlamıyor, hiç bulamayacakmışız gibi davranıp pes ediyoruz. Kendimize yetecek kadarından fazlasını bilmemize ne gerek var? Buraya gelmeden önce kafamı kurcalayan en önemli sorulardan biri buydu. Allah bana sadece beni soracaktı, ben de üzerime farz olan ibadetleri bilsem, onları uygulasam yeterdi, ne diye “âlime” olacaktım ki? EDEP’e başvurmama vesile olan arkadaşım bu fikrimi tamamen değiştirdi. Hayır, ben sadece kendimden sorumlu değildim. Ne yükler vardı sırtımda, ruhum bile duymadan taşıdığım. Halil Cibran’ın şu dizeleri düştü aklıma: “Günah işleyemez günahkar, hepinizde saklı olan günah işleme isteği olmasa.(…) Kaldırmasa da kalbiniz, bir de şunu söyleyeceğim: Maktul, hesap vermeyecek değildir katledilişinden dolayı. Soyulan, soyulmuş olmaktan sorumsuz değildir. Müttaki kişi, günahkarın işlediklerinden muaf değildir. Eli ak olan arınmamıştır aslında zalimin işlerinden.” Tebliğ, benim devamlı kendimle meşgul olurken unuttuğum bir sorumluluğumdu. Bittabi soracaktı bana Allah, evet bir Müslüman olarak okudun, bir şeyleri temsil ettin ama layıkıyla yerine getirdin mi görevini? Yalnızca kendi amelinden mi sorumlu olacağını sandın? Hayır, sen haklı ve iyi olabilirsin ama haksız ve kötü de senden sorulacak. Yapabilecekken niye yapmadın, neden başkalarının dertlerine de derman olmadın? Beni bulmaları için vesile kılmıştım halbuki seni, neden yan gelip yattın? Boş kalır yarınlar, eğer boyamazsa insan onu varlıkla. Ben EDEP’e görevimi yerine getirebilmek için geldim, bu sorular karşısında afallamayayım diye. Dört haftadır buradayım ve aradığımdan çok daha fazlasını buldum. Bu kadar çabuk kaynaşmayı inanın beklemiyordum, önümüzdeki bültenlerde sınıf arkadaşlarıma ve hocalarıma şiir yazarken bulursanız beni, şaşırmayın. Öteki tarafta gençliğini nerede harcadın diye sorulduğunda EDEP gibi bir yeri gösterip “İşte burada, senin rızan için çalışarak.” demek istiyorum. Bir şeyi yapmanın tek bir yolu yok, herkesin nasibi farklı yerlerde elbette. Fakat ben nasibime düşeni seviyorum. Sevdiğim işleri yaptıkça yaşadığımı ve bunun bir hak değil bir ayrıcalık ve armağan olduğunu hatırlıyorum. Bize hediye edilmiş bu hayatı hak etmeliyiz. “Yapmak olmaktır. Yapmış olmak değil, Yapmamak ölmektir.” EDEPBÜLTEN 5 BÜLTEN 2015 GÜZ Modern Arapça Hocalarımız Hayriye Kargı, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. sınıf taokul ve lise eğian Shaza Khayal or ızd ım lar ca ho rsi de sonra üniModern Arapça mini tamamladıktan iti eğ e lis da ın yıl 01 20 i. Lisans eğitimini timini Halep’te aldı. ye Şeria’da devam ett lliy Ku a k’t aş m Di e edreversite eğitimin ında İslamî Terbiye M yıl 08 20 k ara lay am tam in Kullanımı ko2005 yılında başarıyla ern Eğitimde Teknolojin od M a nd rfı za re sü Merkezi’nde sesi’ne geçti. Bu l’a geldi. Şu anda EDEP bu an İst da ın yıl 14 nusunda icazet aldı. 20 lığı yapmaktadır. Modern Arapça hoca Safaa Dasouqi 1992 yılında Şam’da doğdu. Aslen Filistinli olan hocamız bir süre Suriye’de de bulundu. İlk ve orta eğitimini 2009 yılında Unrwa Medresesi’nde tamamladıktan sonra Dimaşk Üniversitesi’nde Arap Dili Bölümü’nde üniversite eğitimine başladı. Lisans programını 2013 yılında tamamlayarak mezun oldu. Arap Dili ve Belagatı’nda yüksek lisans yapan hocamız savaş esnasında Unrwa Medresesi’nde öğretmen olarak calışmaya başladı. Daha sonra İstanbul’a taşınan hocamız halen EDEP Merkezi’nde Modern Arapça dersleri vermeye devam etmektedir. ersite eğitimini Dimaşk ÜniSawsan Bara 1993 yılında Şam’da doğdu. Üniv mız “Lise Eğitimi’nde Teknoloversitesi İktisat bölümünde tamamlayan hoca Şu an İstanbul Üniversitesi jinin Kullanımı” projesine katkıda bulundu. 2013 yılında Türkiye’ye İşletme Bölümü’nde üçüncü sınıf öğrencisidir. ve derslerin hazırlanmasıgelerek insan kaynakları alanında konferanslar Merkezi’nde Modern Arapna katkıda bulundu. Hocamız şu anda EDEP ça eğitimi vermektedir. EDEPBÜLTEN 6 BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RAN S L A R I 1 EDEP KONFERANSLARI İLİM VE EDEP İLİŞKİSİ Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan 24 Haziran 2015 /EDEP Konferans Salonu Ayşenur Erol, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. sınıf EDEP Konferansları’nın ilki “İlim ve Edep İlişkisi” hakkındaydı. Yaz dönemi programımızın ilk günü, konuğumuz Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan hoş üslubu ve meselleriyle bize ilmin önemi ve edeple ilişkisi hakkında bir konuşma yaptı. Hocamız edep kelimesinin sözlük anlamını ifade ettikten sonra ahlak ve edebin hayatının tamamını kuşatığını vurgulayarak ilmin amel haline gelmesi, gönlünde ilme karşı sevgi duyan birinin onu ziyadeleştirmek için var gücüyle çalışması, ilim yolculuğunda Allah (c.c.) rızasını kazanmanın hedeflenmesi, hayır işlerken harama bulaşmadan yapılması, ilim talep eden kişinin enaniyetten kurtulması gerektiği gibi pek çok nasihatta bulundu. Günümüzde üniversite mezunu sayısı arttı, eğitimin önündeki engeller kalktı, okuryazar oranımız arttı ama gelin görün ki ahlaki yönden istenilen seviyeye ulaşılamadı. Bunun sebebi ilme saygı gösterilmemesi mi, ilim yolculuğuna çıkarken taşınılan niyet mi, alınan ilmin amele dönüştürülemeyişi mi yoksa edep ve ilim arasındaki köprünün kurulamamış olması mı? Günümüzdeki bu manevi çöküşün çözümü yine Ahmet Turan Arslan 1949 yılında Sivas’ta doğdu. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “İmam Birgivî ve Arapça Tedrisatındaki Yeri” adlı tezi ile doktora derecesini aldı. 1983 yılında Tunus’ta Ma’hed Burgiba il’l-luğati’l-hayye’de Arapça eğitimi gördü. 1984’de M.Ü.Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanlığı’na atandı. 1992 yılında üç ay süre ile Londra’da ilmî çalışmalar yaptı. 1993 tarihinden itibaren araştırmalar yapmak üzere Malezya’da Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde görevlendirildi. Külliyetü Meârifi’l-vahyi ve’l-ulûmi’l-insâniyye’de yüksek lisans ve doktora dersleri verdi, tezler yönetti. Singapur ve Malezya’nın muhtelif şehirlerinde konferanslar verdi. 1995 yılında Malezya’daki görevini tamamlayarak geri döndü. Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan, ayrıca Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), Türkiye İlim, Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM), Dünya İslâmi Edebiyat Birliği ve İlmi ve İçtimai Hizmetler Vakfı gibi bilimsel kuruluşların üyesidir. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı Başkanlığı görevinden sonra hali hazırda aynı üniversitede İslami İlimler Fakültesi Dekanı olarak görev yapmaktadır. EDEPBÜLTEN 7 ilimde. Ama kuru kuruya bir ilim değil amele dönüşen bir ilim. Hocamızın da dediği gibi: “Oğlum, okumak okumak! Yok mu biraz da dokumak?” Ahlak ve edeple birlikte hayatta aksini bulmuş bir ilimdir bu. Çünkü ahlak ve edep hayatın tamamını kuşatır. Edep insana kendisini öğretir. Yunus Emre’ nin dediği gibi: “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Ya nice okumaktır” . Hocamızın tecrübe süzgecinden geçerek bize ulaşan bir diğer bilgi de niyetimizin kalbimizin kararı oluşudur. İlim yoluna çıkarken niyetimiz Allah rızasına yönelik olmalıdır. Bunu Hocamız: “Kişi hak ve hakikatin talibi olmalıdır. Eğri mistardan müstakim yol çıkmaz.” sözleriyle ifade etti. Eğer ilim talebi Allah’ın rızasını kazanmak için samimiyet, gayret ve azimle yapılmayıp sonunun her an gelebileceği ve içinde ne kadar kalınacağı belli olmayan bu dünya için yapılırsa hiç şüphesiz ilim, içi boş bir kavram olurdu. Çünkü ilim, talebi gönülden gelen ve sabırla elde edilen bir iştir. Zira bu işi sadece akıl işi olarak görmek yanlıştır. Meseleler sadece akıl ile çözülseydi vahye ve peygamber delaEDEPBÜLTEN 8 letine ne ihtiyaç vardı? İlim yolunda ilerlemek isteyen taliplerin en önemli vasıflarından birinin tevazu olması gerektiğini ifade eden hocamız, bir ilimde baş olmak isteyen kişinin öncelikle alçak gönüllülükle dost olması gerektiğini şu sözlerle vurguladı: “( ”من قال أنا عامل فهو جاهلHer kim ben biliyorum derse o cahildir). Cehaletten ilme gidebilmek için önce kibri kaldırmak gereklidir. “”أنا احلق demek kolay “”أناyi kırmak zordur. Ahmet Turan hocamızın konferansta dediği gibi: “ ‘Âdâb-ı İslamiye’yi yaşayan insanları görememiş olmak bizim şanssızlığımızdır.’ diyorum ancak hocalarımı ve EDEP’teki arkadaşlarımı gördükçe gelecek nesiller için umudum artıyor. Bir varıştan ziyade arayış olduğuna inandığım bu hayat yolunda EDEP ailesine katılmaktan dolayı mutluluk duyuyorum. Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) günümüze gelen bu manevî silsilede bir halka olmak niyetiyle çıktığımız ilim yolunda tüm kardeşlerime tevfîk-i kâmil nasip olması dualarım ile. Allah’a emanet olun.” BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RAN S L A R I 2 EDEP KONFERANSLARI OSMANLI FELSEFESİ Prof. Dr. Ömer Mahir Alper 1 Temmuz 2015 / EDEP Konferans Salonu Mihriye Nur Tüfenk, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. sınıf İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ömer Mahir Alper “Osmanlı Felsefesi” başlıklı konferansıyla EDEP Merkezi’nde konuğumuz oldu. ittiğini ileri sürdü. Bu görüşünü, gerekçesini de fikir dünyamızda yeni bir pencere açmamızı sağlayan ve aynı zamanda sorumluluklarımızı da hatırlatan şu sözleriyle dile getirdi: Ömer Mahir Hoca, EDEP’teki öğrencilere başarılar dileyerek konuşmasına başladı. Biz EDEP öğrencilerine konuya hakimiyeti ve akıcı üslûbuyla sohbet tadında bir konferans sundu. “Osmanlı felsefesi” kavramının kapsamına dair açıklamalarla konuya giriş yaptıktan sonra Batılı bilim adamlarının, Osmanlı’da belli bir felsefe ve bilim anlayışı olmadığına dair görüşlerinden bahsetti. Ömer Hoca haklı olarak Avrupa merkezci bir eğitimden geçmiş olmamızın farkında olmadan bizi de bu görüşü kabule “Batı, modern dönemde kendi tarihini tekrar üretti ve kendi ideolojilerine göre tasnif yaptı. Çünkü tarihi sonrakilere aktarmak için tarihi yaşamak yetmez, tarihi yazmak da gerekir. Bu sebeple Batı kendi dışındaki tüm toplumları ‘gelişmemiş toplum’ olarak nitelendirebildi. Osmanlı tarihini gerileme, çöküş gibi tasnif ederek bize sundu. Oysa ‘Ülkenin gelişmiş veya gelişmemişliğini belirlerken neyi temel olarak alacağız?’ sorusu çok önemliydi. Batı, İslam Felsefesi’nin 12. yy.dan sonra geçir- EDEPBÜLTEN 9 BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP KONFERANSLARI Ömer Mahir Alper İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi (1990). Mezuniyetinin ardından ilmî çalışmalar yapmak üzere bir yıl Mısır’da (Kahire) bulundu (1991-1992). Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı’nda yüksek lisansını (1993) ve doktorasını (1998) tamamladı. Doktora sürecinde sahasıyla ilgili araştırmalar yapmak üzere bir yıl İngiltere’de (Londra) bulundu (1995-1996). 2005’te İlahiyat (İslam Felsefesi) Bilim alanında doçent; 2011’de profesör oldu. 2001 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görevini sürdürmekte olan Alper, 20082009’da Yale University (New Haven, Connecticut), Near Eastern Languages and Civilizations Bölümü’nde bir akademik yıl misafir araştırmacı olarak bulundu. Uzmanlık ve ilgi alanları klasik ve modern İslâm felsefesinde metafizik ve epistemoloji, mukayeseli İslâm ve Batı felsefesi, Osmanlı düşünce geleneği ve meta-felsefedir. The International Society for Islamic Philosophy’nin (ISIP) kurucu üyeleri arasında yer alan Alper’in yayımlanmış kitaplarından bazıları şunlardır: Osmanlı Felsefesi: Seçme Metinler, İstanbul: Klasik Yayınları, 2015; Varlık ve İnsan: Kemalpaşazâde Bağlamında Bir Tasavvurun Yeniden İnşası (İstanbul: Klasik Yayınları, 2010; ikinci bs. 2013), İbn Sînâ (İstanbul: İSAM, 2008; dördüncü bs. 2014), Felsefenin Doğası (İstanbul: Litera Yayıncılık, 2012); Aklın Hazzı: İbn Kemmûne’de Bilgi Teorisi (İstanbul: Ayışığı Kitapları, 2004), İslâm Felsefesinden Akıl-Vahiy/Felsefe-Din İlişkisi: Kindî, Fârâbî ve İbn Sînâ Örneği (İstanbul: Ayışığı Kitapları, 2000; ikinci bs. 2008). diği süreci çöküş diye adlandırdığı için Osmanlı Felsefesi ve Bilimi’nden bahsedemiyoruz. Çünkü kendilerine göre o zamanlar Osmanlı’da felsefe, bilim tarihi vb. çalışmalar mevcud değil. Peki bizi geri kalmakla itham eden bu zihniyeti kendi içinde incelememiz gerekmez mi? Nükleer silah üreten, EDEPBÜLTEN 10 İnsan hakları ve feminizm gibi kavramları icat eden bir zihniyetin ne kadar geri olduğunu fark etmek lazım önce. Harita dahi dünya görüşüne göre çizilir. Avrupa’nın çizdiği haritalarda kendini üstte konumlandırması yaptıkları tasnifin, şekle bürünmüş halidir.” Ömer Hoca, söz konusu analizleriyle bizi Avrupa zihniyeti hakkında sorgulamaya iterek kendi kimliğimiz hakkında da zorunlu bir sorgulama yapmaya itti. Osmanlı Felsefesi’nin mevcudiyeti üzerine yaptığımız bu konferansta felsefenin doğası gereği mecbur kaldığımız sorgulamalar sohbetin devamı için zihnimizi canlı tutuyor ve merakımızı celb ediyordu. Ömer Hoca’nın devletleri birer insan gibi tahlil edişi konferansın bize en zevk verici anlarıydı. Şu tahlillerinde de bunun örneğini net bir şekilde görüyoruz: Osmanlı’da savaşlarda alınan üst üste yenilgiler devleti bir ‘travma’ya soktu ve travmanın etkileri hala devam ediyor. Batı 12. yy. dan yani Gazali’den sonra İslam dünyasında felsefenin tıkandığını söyler, Farabi ve İbn Sina’yı ise yorumcu olarak nitelendirir. 1960’lı yıllardan sonra Batı’da bu görüş değişmeye başlıyor. Örneğin Fransız Oryantalist Henry Corbin’in çalışmaları bu manada önemli. Ama maalesef, bu çöküş düşüncesini aşamamış insanlar hala mevcut. İnsanımıza Osmanlı’nın ekonomik, askeri vb. ıslahatlarını anlattığımızda onaylar fakat ürettiği felsefeden bahsettiğimizde şaşırırlar. Batılıların gözünden tarih okurken bizim ne yaptığımız önemli değildir. Fıkıh, bilim, tefsir tarihini Batı paradigmasından uzaklaşarak tekrar yazmalıyız. Ömer Hoca, bizim artık kendimizi üçüncü şahıs olarak görmekten kurtulmamız gerekir diyerek yeni kuşakları bu hususta îkaz etmeye devam ediyor. Ahmet Mithat Efendi’den yaptığı alıntı ise çok çarpıcıydı: “Batı bize bilim teknoloji vb. şeyle- Osmanlı Felsefesi’nin ana konusu ‘varlık-insan’dır. Yani metafizik ve insan konusu üzerinde yoğunlaşır. Varlık anlayışı diğer bütün meseleleri etkiler, o yüzden merkezdedir. Bu konular metin yazıldıktan sonra şerh, haşiye, telhis, ta’lik gibi türlerle zenginleşir. Bu tür metinler normal metinlerden daha üstündür. Bir toplumun çöküp çökmediği, canlılığı bunlarla belli olur. Filozoflarla diyaloğun en iyi örnekleridir. Örneğin; İbn Sina’nın “elİşârât ve’t-Tenbîhât”ına Fahreddin Razi bir şerh yazmıştır. Âmidi ve Tûsî ise Fahreddin Razi’nin eleştirisine haşiyeler yazmışlardır. Nasîrüddin Tûsî’nin Tecrîdü’l-Akâid adlı eserine dört yüze yakın şerh ve haşiye yazılmıştır. Seyyid Şerîf Cürcânî’nin Şerhu’l -Mevâkıf’ına yüzlerce haşiye var. Hocanın tabiriyle Bu eserlerle konunun ‘kılcal damarlar’ına kadar inilmiştir. Sürekli geliştirilen, ileri boyuta taşınan metinlerdir. Geleneksel İslam Felsefesi’ni yansıtır ama aynı zamanda yeni ve ciddi sorular üretir. Bu gelenek 20. yy’a kadar devam eder. 20. yüzyıldan sonra ise kelam ve tasavvuf eserleriyle sürdürülür. Ömer Hoca, geleneği devam ettirebilmemiz için gerekli olanın öncelikle oryantalist bakış açısından kurtulmak ve ikincisinin dil öğrenmek filoloji eğitimi almak olduğunun altını çizdi. Konuşmasını sonlandırırken insan hayatının felsefi boşluğu kabul etmeyeceği hususuna vurgu yaparak felsefenin öneminden bahsetti. “Tüm insanlar felsefe ile yaşar. Sorun şudur ‘Kimin felsefesine göre yaşıyoruz, düşünüyoruz?’ Hangi felsefeye uyacağımız burada önemlidir. İbn Rüşd ‘Kur’an felsefe yapmayı farz kılan bir kitaptır’ demiştir.’’ İnsanı değerli kılan onun muhakeme yeteneğidir. Bu yeteneğini kullanmadığı sürece yaşadıklarına hiçbir anlam yükleyemez. Anlamsızlaşan hayatının yönünü belirleyemez ve başkalarının belirlediği yönde yaşaması kaçınılmaz olur. Peki bir Müslüman ‘başkalarının’ belirlediği yönde mi yoksa Allah’ın onun için belirlediği yönde mi ilerlemelidir? Felsefe yapmadan hangi yönün Allah’a ait olduğunu ayırt edemeyiz. Kendini bilmeyen Allah’ı bilemez. Demek ki muhakeme yeteneğimizi Kur’an’ın rehberliğiyle geliştirirsek ‘İslam Felsefesi’ni anlamış ve yaşamış oluruz. Ömer Mahir Hocamız’a bizim için araladığı yeni ufuk kapıları için teşekkür ediyoruz. EDEPBÜLTEN 11 EDEP KONFERANSLARI Osmanlı Felsefesi, Osmanlı coğrafyası içerisinde ortaya konulmuş tüm felsefi ürünlerin genel adıdır. Osmanlı’nın topraklarının geniş olması, tek tip yapının olmaması, farklı anlayışların olması sebebiyle Osmanlı felsefesi şudur diyerek kesin bir şey söyleyemiyoruz. Fakat Taşköprülüzade bize dört yüze yakın Osmanlı filozofundan bahseder ve onlar için sadece ‘denizden bir katre’ benzetmesi yapar. Batı, İslam Felsefesi’nin 12. yy.dan sonra geçirdiği süreci sonra çöküş diye adlandırdığı için Osmanlı Felsefesi ve Bilimi’nden bahsedemiyoruz. Çünkü kendilerine göre o zamanlar Osmanlı’da felsefe, bilim tarihi vb. çalışmalar mevcud değil. Peki bizi geri kalmakla itham eden bu zihniyeti kendi içinde incelememiz gerekmez mi? BÜLTEN 2015 GÜZ ri sunsa beğendirebilir ama felsefe beğendiremez.” Yeni kuşaklar bunun bilincinde değiller. Çünkü yeni kuşak ilerlemeyi, felsefesi de dahil Batı’yı her yönüyle örnek almakta görüyor. Yeni kuşak içinde yer alıyor olmamızın bilinciyle Ömer Hoca’nın maalesef haklı olduğunu fark edişimiz düşündürücüydü. Hocamız bu noktadan sonra ‘Osmanlı Felsefesi’ kavramını açıklayarak bizim bilinçlenmemizi sağlıyor. BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RA N S L A R I 3 EDEP KONFERANSLARI OSMANLI’DA PADIŞAHLARIN TASAVVUFLA İLIŞKISI Prof. Dr. Reşat Öngören 8 Temmuz 2015 /EDEP Konferans Salonu Evren Erceylan, EDEP Hazırlık & FSM Üniversitesi MEDİT Yüksek Lisans Ramazan ayının manevî havasını teneffüs ettiğimiz günlerde, Reşat Öngören hocamız, Osmanlı’da padişahların tasavvuf ile olan İlişkisi hakkındaki kıymetli bilgilerini biz EDEP öğrencileriyle paylaştı. Hocamız konferansa, Osmanlı toplumundaki tasavvufî yapıyı bizlere kısaca tanıtarak başladı, zira Osmanlı padişahlarının tasavvuf ile olan ilişkisi o dönemdeki tasavvufî ortam ile doğrudan alakalı olduğundan atmosferi idrak etmemiz faydalı olacaktı. Reşat Öngören 1963 yılında Ünye’de doğdu. 1988 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı’nda 1990’da yüksek lisansını, 1996’da doktorasını tamamladı. 1992 yılında Londra’da Biritish Museum India Office Library and Records başta olmak üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar yaptı. 1996-2000 yılları arasında TDV İslâm Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı. Ayrıca İSAM’ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi’nin (DİA) telif heyetinde yer aldı. Ocak 2001’de İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne yardımcı doçent olarak atandı. Kasım 2001’de doçent oldu. Halen aynı fakültede öğretim üyesi ve Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak görevini sürdürmekte olan Öngören’in sahasıyla ilgili yayımlanmış birçok makalesi ve İnsan Yayınları’ndan çıkan “Tarihte Bir Aydın Tarîkatı Zeynîler” (İstanbul 2003) isimli kitabı bulunmaktadır. EDEPBÜLTEN 12 Hocamız, tasavvuf düşüncesini Anadolu’da kalıcı olarak ortaya koymuş iki şahsiyetin öneminden hususiyetle bahsetti. Bunlardan birincisi, Muhyiddin ibn Arabî’dir (ö. 1240). Yedi-sekiz sene boyunca Anadolu topraklarında (Konya-Malatya arasında) yaşamıştır. Osmanlı Devleti kurulmadan vefat etmiş olmasına rağmen, İbn Arabî’nin evlatlığı olan Sadreddin Konevî (ö. 1274) onun eserlerini şerh ederek onun düşüncesini devam ettirmiştir ve İbn Arabî’nin etkisinin kalıcı olmasını sağlamıştır. Anadolu’da yaşamış ve Osmanlı tasavvuf düşüncesi üzerinde kalıcı etkisi olan ikinci zat ise, hayatının büyük bir kısmını Konya’da geçirmiş olan Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’dir (ö. 1273). Mevlanâ’dan ilk bahseden Osmanlı’da Fusûs’un etkisi medreseler üzerinde de vuku bulmuştur. Şöyle ki; Osmanlı’da ilk medrese kurulduğunda Davud Kayserî (ö. 1350) ilk baş müderris olarak atanmıştır. Davud Kayserî felsefe ve matematik gibi alanlarda önemli bir âlim ve aynı zamanda Fusûs’u şerh eden büyük bir sufidir. Reşat Hocamız bunun önemini şöyle yorumluyor; Osmanlı Devleti’nin medrese teşkilatını oluştururken baş müderris olarak böyle bir şahsiyetin medreselerin Osmanlı medreselerinde etkili olan bir başka önemli şahsiyet Molla Fenarî’dir. 1390’larda Osmanlı Devleti’nin başkentinin Bursa olduğu dönemde baş kadı olan Molla Fenarî bir fıkıh ve hadis âlimidir. Yıldırım Beyazıt döneminden yani fetret döneminden sonra şeyhülislam olmuştur. Tasavvufî kimliği olan Molla Fenarî ilim alanında da kabul görmüş büyük bir âlimdir zira mantık alanında yazdığı Şemsiyye (asıl adı olan Mehmet Şemseddin’den adını alır) adlı kitabı medreselerde yıllarca okutulmuştur. Tasavvuf alanında ise Molla Fenarî, Sadreddin Konevî tarafından yazılan ve Fusûs şerhi olan Miftâhu’l-Gayb’ı, Misbâhu’l-Üns adıyla şerh etmiştir. Molla Fenarî’nın bu çalışması Fusûs’un Osmanlı entelektüeli ve yöneticileri tarafından anlaşılmasına yardımcı olan önemli eserlerden biridir. Molla Fenarî’nin yazdığı Fatiha süresi tefsiri de önemlidir (Aynu’l-A’yân). Kitabın ilk elli sayfası tefsir usulüyle alakalıdır ve Fatiha suresini tasavvufa göre şerh etmiştir. Molla Fenarî bu kitabında bir müfessirde olması gereken özelliklerden söz etmiştir. Bu özelliklerden bir tanesi de keşif bilgisidir. Müfessirin kalbinin keşif bilgisi gelecek kıvamda olması farz olduğundan, kalbin ilhama açık olması ehemmiyetini vurgulamıştır. Molla Fenarî’nin keşfî bilgiye verdiği önem, etkisini kendi talebelerinde göstermiştir. Bunlardan bir tanesi Muhyiddîn Kafiyeci’dir. Molla Fenarî’nin öğrencisidir ve tefsir usulü yazmıştır. Müfessirde olması gereken özellikleri on yedi madde halinde yazmıştır ve bunlardan bir tanesi de hocasından etkilenerek yer verdiği ilham bilgisidir. Hocamız Osmanlı’daki tasavvuf ortamı hakkında bizleri bilgilendirdikten sonra OsmanEDEPBÜLTEN 13 EDEP KONFERANSLARI İbn Arabî’nin 500’den fazla eseri olduğu bilinmektedir, kendisi eserlerini Arapça yazmıştır. En çok rağbet göreni el Futûhât-ı Mekkiyye ve Fusûsu’l-Hikem’dir. El Futûhât-ı Mekkiye 4 ciltten oluşur, Fusûsu’l-Hikem ise tek bir kitaptır. Bununla beraber, Fusûsu’l-Hikem İbn Arabî’nin tüm anlayışını öz olarak yansıtır ve bu sebeple, İbn Arabî’nin düşünceleri bu eser üzerinden takip edilmiştir. Reşat Hocamız, bu noktada bize günümüzden Fusûs’un etkisini gösteren ve Ahmet Avni Konuk (ö. 1938) tarafından yapılan bir çalışmadan örnek veriyor. Ahmet Avni Konuk, Osmanlı’nın son döneminde yaşamış hukukçu bir âlimdir ve aynı zamanda posta, telgraf kanununu hazırlayan kişidir. Üst düzey bir posta memuru olmasına rağmen Fusûs’u Osmanlıca harflerle tercüme edip şerh etmiştir. Tercümeyi yaptığı sırada Osmanlıca yasak olmasına rağmen 16 defterden oluşan bir şerh çalışması yapmıştır. Ahmet Avni Konuk aynı zamanda Mevlanâ’nın Mesnevîsi’ni de şerh etmiştir, yazılan şerh 32 defterden oluşmaktadır. Şerhleri içeren defterler 1980’lerde bulunmuş ve yayınlanmıştır. başında bulunması yapılanmayı etkilemiştir. Üstelik bu şahıs vefatına kadar yaklaşık yirmi beş yıl boyunca bu görevin başında kalmıştır. BÜLTEN 2015 GÜZ kişi Molla Fenarî’dir. İlerleyen dönemlerde II. Murat da Mesnevî’yi tercüme ettirmiştir. Mesnevî’yi takip etme süreci bu dönemde başlamış, Mesnevî ve Mevlanâ bundan sonra el üstünde tutulmuştur. BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP KONFERANSLARI lı sultanlarının tasavvuf ile olan alakalarına Mehmed’in hocası Akşemseddin’den halvete daha yakından bakmamızı sağladı. Medrese girmeyi talep ettiğini hepimiz biliriz. atamalarının Osmanlı yöneticileri tarafından Bunun dışında, Osmanlı sultanlarının tasavvuf yapıldığını düşünürsek tasavvuf düşüncesini ehline yakın ilgileri olmuştur. Kanuni Sultan benimsemiş kişilerin medreselere atandığı göSüleyman Zigetvar seferinde vefat ettiğinde rülür. Bunların bilinçli seçimler olduğuna dair yanında bulunan birkaç kişiden bir tanesi şeyhi alametlerin olması ilgimizi arttırdı. İlgimizi zirNûreddînzâde idi. Tesbihini vefatı üzerine geri veye çıkaran hiç şüphesiz Fatih almıştır. Naaşının başında buluSultan Mehmed’in tasavvufa nan üç kişiden biridir ve cenaze Molla Fenarî’nin olan alakasıdır. Fatih Sultan namazını kıldırmıştır. Mehmed bir kazaskerden bir yazdığı Fatiha süresi Tasavvuf ehline karşı olduğu talepte bulunmuştur; hakikati tefsiri de önemlidir bilinen padişah yoktur ama bir arayan farklı grupların oluştu(Aynu’l-Âyân). Kitaşeyhe intisap ettiği bilinen çok rulmasını ve bunların kendilebın ilk elli sayfası tefsayıda padişah vardır. İntisab rine göre usulleri hakkında bir sir usulüyle alakalıbilinen anlamda değil adaletle çalışma yapılmasını istemiştir. dır ve Fatiha suresini yöneterek intisab kast edilmekGeçmişte yaşanmış tartışmaları tasavvufa göre şerh tedir. Vaktin su gibi geçtiği tabilmesine rağmen Fatih Sultan dına doyamadığımız sohbetin etmiştir. Molla FeMehmed kazaskerden temel sonunda hocamız konuyu bağmeseleler üzerinde derli topnarî bu kitabında bir lamak maksadıyla Osmanlı’da lu bir çalışma yapmasını talep müfessirde olması zaman zaman ortaya çıkan ve etmiştir. Çalışmayı talep ettiği gereken maddelersayısı az olan tasavvuf karşıtı kazaskerinse Molla Fenarî’nin den söz etmiştir. Bu tutumlardan bahsediyor; 17. torunu olması ayrıca ilginç bir şartlardan bir tanesi yy. Osmanlı İmparatorluğu için husustur. Kazasker bu çalışmade keşif bilgisidir. pek çok alanda problemli bir nın o dönemde Molla Cami Müfessirin kalbinin asır olma özelliği gösteriyor. tarafından yapılabileceğine keşif bilgisi gelecek Tasavvuf açısından ise; bu asırkanaat getirmiştir. Zira kendida boy gösteren Kadızadeliler si edebiyatçı, âlim ve sufidir. kıvamda olması farz matematik, felsefe gibi ilimlerin Fatih Sultan Mehmed’in talebi olduğundan, kalbin medreselerde okutulmasının üzerine Molla Cami ed-Dürreilhama açık olması zararlı olduğunu düşünmüşlertü’l-Fâhire’yi yazmıştır. Bu kiehemmiyetini vurgudir ve tasavvufu bid’at olarak tap sekiz başlıktan oluşur. Molla lamıştır. kabul etmişlerdir. Kadızadeliler Cami, her bir başlık için felsefehareketi üç ayrı dönemde ortaciler, kelam âlimleri ve sufilerin ya çıkmışsa da tasavvuf ehli Osmanlı’da birinci görüşlerine tek tek yer vermiştir, görüşlerini derece önemli olmuştur. Ama padişahlar mevmukayese etmiştir. Ele alınan konuların birçocut yapıdan dolayı dengeli yönetime gitmişler ğunda sufilerin daha isabetli olduğunu söyleve ancak fikir almak suretiyle veya istişarelerle miştir. Bu çalışma Sultan’ın takdirini kazanmıştır. İstanbul fethi sonrasında da Fatih Sultan ilişkilerine devam etmişlerdir. EDEPBÜLTEN 14 BÜLTEN 2015 GÜZ ED E PKON FERAN S L A R I 4 Yrd. Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar 5 Ağustos 2015 / EDEP Konferans Salonu Esma Arıcıoğlu, EDEP 1.sınıf & 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı 3. Sınıf Yrd. Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar hocamızın EDEP’i teşrifleriyle gerçekleştirdiği İslam toplumunun oluşumunda kadın sahabeler hakkındaki sunumu EDEP bünyesinde kız öğrenciler için atılan adımın mahiyeti açısından önem arz etmektedir. Konferans ile EDEPli kız öğrenciler olarak Asr-ı saadet dönemine kapı aralayan hanım sahabelerin hayatını hedef rol olarak belirledik. Bu rotayı çizmemizde konferansın etkisi doğrusu yabana atılamaz. Cahiliye toplumunun kadını metalaştırması ve onu birey yerine dahi koymaması bize tanıdık geliyor. Hocamız cahiliye dönemi kadınlarına olan tavırlardan bahsettikçe, içimizde bulunduğumuz şu ‘yeni’ dünyada kadınlara yönelik tasavvurların aynı şekilde zuhur etmesini fark etmemek mümkün değil. Fakat bize düşen tıpkı o dönemdeki hanım sahabelerin yaptığı gibi bir şey öğrenirken utanmadan, çekinmeden, cesurca ve bütün algılarımızı açarak öğrenmek ve onu hayatımıza nakşetmektir. Şöyle ki hanım sahabeler, yeri gelmiş Rasulullah’tan belirli günlerde kendilerine dinlerini öğretmesini hatta özel durumları hakkındaki soruları için Ayşe Esra Şahyar Nisan 1975 tarihinde İstanbul’da doğan Ayşe Esra Şahyar, 1996 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1996-1998 yıllarında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Bilim Dalı’nda yüksek lisansını tamamladı. 2005 yılında aynı enstitü bünyesinde “Zayıf Hadis Rivayeti” konulu doktorasını tamamlayarak “doktor” ünvanını aldı. 1997-2005 yıllarında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olarak görev yapan Şahyar, 2011’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak atandı. Halen aynı fakültede Hadis Anabilim Dalı öğretim üyesidir. EDEPBÜLTEN 15 EDEP KONFERANSLARI CAHİLİYE’DEN İSLAM TOPLUMU’NA GEÇİŞTE HANIM SAHABİLERİN ROLÜ BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP KONFERANSLARI kendilerine vakit ayırmasını istemişlerdir. Yeri hanımların, dönemini ve toplumu yakından gelmiş cesurca sordukları sorular sayesinde takip edip çözüm üretebilecek düzeyde oldunice ayetler inmiş ve nice fıkhî hükümler çıkğunu göstermiştir. Bazen yeri gelmiş eşinden mıştır. Hukuksuz bir toplumdan hukukun boşanma hususundaki muallak durumu sebehakim olduğu bir topluma geçişte bu denli biyle, hanım sahabe Havle (ra) gibi Peygamönemli rol oynayan kadınların İslam topluber(sav) ile tartışmış hatta bu olay üzerine Mümuna kazandırdıkları hiç de göz ardı edilecek cadele süresi nazil olmuştur. Kadınlara bunun şeyler değil, bilakis hayatın üzerinden zulmedilmesi engeltam ortasında olan problemlenmiştir. Böylelikle kadınların Hanım sahabeler bir lere çözüm üretilmesine vesile cesur hareketleri pek çok koproblemin çözümünoldukları için hedef rol olmaya nuya açıklık getirilmesini sağde de etkin rol oynaşayandırlar. Bir sorun oldulamıştır. Tıpkı Ebu Seleme’nin mış ve aynı zamanda ğunda sineye çekmek yerine Rasulullah’a miras konusunda hanımların, dönemini çözüm üretmeyi tercih etmişsoru sorması gibi. Hz Aişe’ye ve toplumunu yakınlerdir. Özellikle kadınlarla ilgi(ra) iftira atılması sorununa li sorunlara açıklık getirmeleri dan takip edip çözüm açıklık getirmek için inen ayet hanım sahabelerin gerçekten üretebilecek düzeyde de bir başka açıdan ele alınabilir. öğrenme isteklerinden ve olduğunu göstermişBu şekilde iftira atanlara celde bundan hicap duymamalarıncezasının uygulanacağı da öğretir. Bazen yeri gelmiş dan kaynaklanmıştır. nilmiştir. eşinden boşanma Ayşe Esra Şahyar hocamız, kahususundaki muallak Son olarak bizi biraz tebessüm dınların ilmi alanda en çok yer durumu sebebiyle, ettiren durum ise hocamızın aldıkları dönem olarak diğer hanım sahabe Havle peygamber döneminde kadındönemlere kıyasla Peygamber lardan çekinildiğini söylemesi (ra) Peygamber(sav) dönemi olduğuna işaret etti. oldu. Sahabeler bir şey olur da ile tartışmış hatta bu Rasulullah’a peygamberliğin hanımlar sebebiyle kendilerine olay üzerine mücadile geldiği ilk günden itibaren kaayet iner diye çekinirler, hatta kisüresi nazil olmuştur. dın sahabelerin bu sahada akmileri yollarını değiştirirlermiş. tif bir yer aldıklarını ilk hanım Kadınların eşyadan farksız bir durumda oldusahabe Hz. Hatice’den (ra) anlayabiliriz. Ayşe ğu dönemden İslam’ın getirdiği değerlerle kıyhocamızın ilk şehit olarak hanım sahabelerden metlenmesi ve var olması açısından kadınları Sümeyye’yi (ra) zikretmesi de kadınların o dödeğerlendirdiğimizde cahiliye dönemi gelenenemde ne denli aktif olduklarını anlamamıza ğinin tekrar vuku bulmuş olması üzerimize bir yardımcı olacaktır. Yine hocamız, Hz. Osman sorumluluk yüklemiştir. Çizilecek rota bellidir; döneminde Kıbrıs seferine giderken şehit olan Hz. Ümeyye, Sümeyye, Hatice, Esma gibi haÜmmü Haram’ı (ra) zikretti. Hanım sahabeler nım sahabeleri hedef rol olarak seçmek ve onyeri gelmiş Ümmü Seleme’nin (ra) yapmış ollar gibi ilim aşığı olup çözümler üretmek, yeri duğu gibi gerçekten zor bir durum karşısında geldiğinde ise cesur ve kararlı şekilde hareket çözüm üreterek karışıklığı kolay bir şekilde gidermiştir. Yani hanım sahabeler aynı zamanda etmektir. EDEPBÜLTEN 16 BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RAN S L A R I 5 EDEP KONFERANSLARI TOPLUMSAL AHLAKIN İNŞASINDA SÜNNETİN ROLÜ Prof.Dr. Zekeriya Güler 12 Ağustos 2015 / EDEP Konferans Salonu Ayşe Esma Üstün, EDEP Hazırlık & Boğaziçi Üniversitesi Bilişim Bilimleri 4. Sınıf İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Zekeriya Güler, “Toplumsal Ahlakın İnşasında Sünnetin Rolü” isimli konferansla konuğumuz oldu. Hocamız kendisinin daha önce yayınlamış olduğu toplumsal ahlak ile alakalı makalesinden alıntılarla bizlere konuyu açıkladı ve merhalelerini izah etti. İlk olarak, toplumsal ve bireysel ahlakın tanımını yapan hocamız, Toplumsal ahlakı, “insanın diğer insanlara ve varlıklara yapmakla sorumlu ve yükümlü olduğu görevler dizisi”, Bireysel ahlakı ise, “insanın kendi iç dünyasından doğan ve Rabbiyle münasebetini ifade eden davranışlar bütünü” olarak ifade etti. Ahlakın genel olarak ise “iradeli davranışlar” olarak tanımlanabileceğini ifade etti. Zekeriya hocamız, Aziz Kuran’da Allahın yarattığı kullara çizdiği hedefi ve insanoğlunun var edilişini üç ayet ile üç ana maddede toplayabileceğimizi ifade etti. Bunlar; Zekeriya Güler 1959’da Adana’da doğdu. İlkokuldan sonra Kur’an hıfzını tamamladı. 1981’de Adana İmam-Hatip Lisesi’nden, 1986’da S.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1982-1987 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı taşra teşkilatında (Konya) çalıştı. 1987’de S.Ü. İlahiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak tayin edildi. 1993’te 5 ay Mısır’da araştırmalarda bulundu. Dönüşte askerlik görevini yaptı. 1993’te doktor, 1997’de doçent, 2003’de profesör oldu. 1998-2001’de Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde çalıştı. 2011 tarihinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Hadis Anabilim Dalına naklen profesör olarak atandı. Hadis ilmi üzerine basılmış kitapları ve çok sayıda makaleleri mevcuttur. Evli ve beş çocuk babasıdır. EDEPBÜLTEN 17 BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP KONFERANSLARI 1. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56); İnsanın Allah’ın büyüklüğünü bilip, kendi aczinin, kulluğun farkında olmasına ubudiyet denir. Ulûhiyet karşısında ubudiyet devam edecektir. Bu nedenle kulluk birinci ve en önemli nedendir. 2. “…Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka gerçek ilahınız yoktur. Sizi topraktan yaratıp geliştiren ve yeryüzünde sizin yaşamanızı veya orayı bayındır hale getirmenizi sağlayan O’dur…” (Hud 61); Ayetin içerisinde geçen, “sizleri yoktan var eden o kudret aynı zamanda sizin yaşa- nüştürülürse fazilettir. İtidale bir misal verecek olursak; savurganlık: ifrat, cimrilik: tefrit, bunların arasında cömertlik ise orta yoldur ve karaktere dönüşerek insanın fazileti haline gelir. Müslümanın edindiği bu faziletler ahlakını oluşturmaktadır. Hocamız, hadis ve sünnetin ahlak konusunda getirdiklerini ise üç ana başlıkta toplamanın mümkün olduğunu ve bunların da; aile, toplum ve devlet olduğunu ifade etti. Bu özelden genele olan sıralamanın önemli olduğunu ve en küçük birim olan ailenin rolünü “Aile küçük bir devlet, devlet de büyük bir ailedir” sözüyle belirtti. Müslümanın edindiği bu faziletler ahlakını oluşturmaktadır. Hocamız, hadis ve sünnetin ahlak konusunda getirdiklerini ise üç ana başlıkta toplamanın mümkün olduğunu ve bunların da; aile, toplum ve devlet olduğunu ifade etti. Bu özelden genele olan sıralamanın önemli olduğunu ve en küçük birim olan ailenin rolünü “Aile kü- yabileceğiniz bir kıvama getirmenizi istedi” kısmı medeniyeti işaret etmektedir. Buradan asayiş ve nizamın sağlanmasının, mabetlerin korunması gibi birlikte barış içerisinde yaşamanın önemini ve gerekliliğini anlıyoruz. Bu noktada hocamız bizlere “lâ ikrahe fi’d-dîn” (Bakara 256) ayetini hatırlattı. 3. İtidal çizgisi, muvazene ve dengenin sağlanmaya çabalanması ve sağlanması da müslümanların temel vazifelerindendir. “Orta yol” dengedir. Orta yolun ölçütleri, karaktere döEDEPBÜLTEN 18 çük bir devlet, devlet de büyük bir ailedir” sözüyle belirtti. Müslüman bir aile yapısında ayetlerle de belirtildiği gibi, eşler birbirine libastır. Yani birbirlerinin eksiklerini gidererek, muhabbetle birbirlerine destek olurlar diyen hocamız bu noktada: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kud- hatırlatan hocamız, müslümanın yaptığı fenalıklardan komşularının emin olma şartını bizlere sunan hadis çerçevesinde düşünüldüğünde İslam’ın bizlere çizdiği toplumsal yaşantının ölçüsünü aktardı. Hatta hadislerde, Hocamız konuşmasına “Usul-i sünen” olarak adlandırabileceğimiz, İslamın deveran ettiği noktalar olan 4 hadisi de bizlere aktararak konuşmasını nihayete erdirdi. Bu hadislerin konuları; niyetin halis olması, şüpheli şeylerden uzak durulması, takva ve kalbin önemi, kişinin sarf ettiği malayani sözler ve lüzumsuz işlerden kaçınması ve kendisi için istediğini başkaları için de istemesi. bina yapımı ve miTopluma gelindiğinde ise, İsmaride dahi komşu Daha sonra, bizlerin EDEP lam’ın aile bireylerinden sonra haklarının gözetilmerkezinde bulunmamızın hemen belirttiği komşu hakları mesi bizlere emroönemini ve mahiyetini kavraile ilgili hadisleri hatırlatan homamızın en mühim şey olduğulunmuştur diyerek, camız, müslümanın yaptığı fenu ifade eden hocamız, “Allah, İslamda insanî ilişnalıklardan komşularının emin ilme tevfik eder, yardım eder. olma şartını bizlere sunan hadis kilere ve toplumsal İlim en yüksek rütbedir. İlim saçerçevesinde düşünüldüğünde hoşgörüye verilen hibi olmak kolaydır, asıl mesele İslam’ın bizlere çizdiği toplumönemi belirtti. hikmeti sağlamaktır. Hikmet sal yaşantının ölçüsünü aktardı. ancak gerçek bilgidir” diyerek Hatta hadislerde, bina yapımı ve çıktığımız bu ilim yolculuğunda bizlere hikmemimaride dahi komşu haklarının gözetilmesi tin peşinde olmayı öğütledi. Allah kendisinden bizlere emrolunmuştur diyerek, İslamda insanî razı olsun, ve bizleri bu hikmete mazhar kullailişkilere ve toplumsal hoşgörüye verilen önemi belirtti. rından eylesin. Âmin. EDEPBÜLTEN 19 EDEP KONFERANSLARI Hocamız islam-gayrimüslim aile algısı ve kadın-erkek ilişkisinin kıyasını yaparken Batı’da ileri gelen eğitimci ve filozoflardan J.J.Rousseau’nun “Kadın eğitiminde daima erkek göz önünde bulundurulmalıdır; çünkü kadınlar erkekleri memnun etmelidir” düşüncesini ve Batı’nın aile algısını anlattı. Öte yandan İslam’da da bulunduğu öne sürülen ayrımcılığın yanlış anlatıldığını ve ayet-i kerimede geçen “”الرجال قوامون على النساء ifadesinin koruyucu ve kollayıcı olarak anlaşılması gerektiğini belirtti. Buradaki erkek rolünü hükmedici ve despot değil, sorumlu ve yükümlü yönetici olarak kendini tehlikeye atabilecek kişi şeklinde tanımladı. Hocamız üçüncü kısım olan devleti tanımlayıp önemini izah etti. “Devlet: toplumun sistem olmuş hali; bir ümmetin, vatandaş topluluğunun bir toprak parçasındaki insanların teşkilat olmuş halidir” Topluma gelindiderken “sistem ile devleti karışğinde ise, İslam’ın tırmamalıyız” dedi. Yani sistemaile bireylerinden lerin eleştirilebilir ve değiştirisonra hemen belirtlebilir olduğunu fakat devletin tiği komşu hakları varlığının hayati derecede önem ile ilgili hadisleri taşıdığını belirtti. BÜLTEN 2015 GÜZ retinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır” (Rum 21) ayet-i kerimesini tekrar bizlere hatırlattı. BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RA N S L A R I 6 EDEP KONFERANSLARI DÎNÎ HAYATIN FIKHÎ BOYUTU Murteza Bedir 19 Ağustos 2015 /EDEP Konferans Salonu Gülbeyaz Sevgi Yaman, EDEP Hazırlık&İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1.Sınıf Her birinde farkındalık kazandıran Edep Konferanslarımızın altıncısında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murteza BEDİR hocamızı konuk ettik. “Din nedir?” sorusuna Kur’an ve Sünnet ne ile ilgileniyorsa bu dindir.’’ cevabını vererek başladı hocamız. Akabinde dinin ne ile ilgilendiğini konuştuk. ‘Din hükümlerle ilgilenir ve hüküm va’z etmek için gelir. Dini kurallar koymaya da hüküm denir. İslam’ın sacayağı olan bu hükümler üç kısma ayrılır ve Kuran özü itibariyle bunlardan oluşur’. Murteza Bedir 1992 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Londra Üniversitesi’nde hukuk alanında tamamladı. Manchester Üniversitesi’nde yürüttüğü doktorasını ‘Early Development of Hanafi Usul Al-Fiqh Legal Theory’ teziyle yaptı. Bedir’in ‘İslam/Hanefî hukuk teorisi’, ‘mukayeseli hukuk’, ‘İslam hukuku ve modernleşme’, ‘fetva edebiyatı’ gibi farklı çalışma alanları yanında ‘vakıf hukuku’ ile ilgili çeşitli çalışmaları vardır. Murteza Bedir’in Buhara Hukuk Okulu: 10-13. Yüzyıllar Orta Asya Vakıf Hukuku Bağlamında Bir İnceleme; Kurban Kitabı; Hz. Peygamber’in Evrensel Mesajı: Sünnet; Fıkıh, Mezhep ve Sünnet: Hanefi Fıkıh Teorisinde Peygamber’in Otoritesi başlıklı kitapları yanında birçok çeviri, makale, tebliğ ve ansiklopedi maddeleri vardır. Murteza Bedir halen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği yanında İlahiyat Fakültesi’nin dekanlığını da yürütmektedir. EDEPBÜLTEN 20 İlk olarak itikadî boyut karşımıza çıkıyor. Biz “Nerden geldik? Nasıl yaratıldık? Niçin yaratıldık? Neye inanacağız? Nasıl inanacağız?” gibi soruların cevaplarını kapsayan bu alan aslında bizim dünya görüşümüzü oluşturan en can alıcı nokta. İnsan kendini anlama ve anlamlandırma yolculuğunun bu ilk aşamasında yalnız bırakılmıyor. Bir öte dünya kavramına inanan insan, hayat felsefesini bu yönde şekillendiriyor. İkinci boyut olarak inandıktan sonra başıboş olmadığımızı bir kez daha hatırlatan ve bizi yönlendiren bireysel ve toplumsal olarak nasıl hareket edeceğimizle ilgili, bir alan görüyoruz. Zaten “İnandıktan sonra başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz?” ayetinin gerçekliği bize söyleyecek söz bırakmıyor. İnsanın doğumundan ölümüne kadar nasıl davranacağı ile ilgi- Allah’ın vahyinde sabittir ve bu hükümleri ancak Allah koyabilir.” Yaratan’ın yarattıklarının üzerinde söz söyleme hakkı tabii olarak O’na aittir. Çünkü varlık sebebimiz O’dur. Hocamız tam da burada yine düşünmekten kaçındığımız bir hatırlatma yapıyor: “Biz bu dünyaya burayı daha yaşanabilir hale getirmek, imar etmek ve şehirler kurmak için gelmedik. Biz bu dünyaya kulluk etmek için geldik. Amaç kulluktur, bunun dışındaki her şey araçtır. Dolayısıyla biz Allah’ın kulu olarak asla amelî bir hüküm koyamayız. Amelî hükümler ği halde yoruma açık olan konular: Hz. Peygamber vefat ettiğinde sahabelerin kimin halife olacağını kendi aralarında tartışmış olmaları gibi. Sahabenin ittifakını ittifak, ihtilafını ihtilaf kabul eden ve tutarlı bir ictihad yapan imamların ictihadlarının ekolleşmesiyle de hak mezheblerin oluştuğunu söylüyor hocamız. Son olarak ‘Bir konunun yoruma açık olup olmadığını sahabenin o konuda ittifak veya ihtilaf etmiş olması belirler’ diyerek yorum konusuna noktayı koyuyor. EDEPBÜLTEN 21 EDEP KONFERANSLARI Ameli hükümlerin en önemlisi ibadetler ile ilgiÜçüncü boyut ise bâtınî hükümler içeren, inli olan hükümlerdir. Bunun nedeni kulluğun gesanın iç yapısını ve Allah ile olan ilişkilerini reğinin ve amelin önemli kısmının ibadet olmadüzene koymaya yönelik, aslında çoğu insanın sı. Fıkhın ilk beş bölümü ibadetlerden oluşuyor. dünyaya dalıp da unuttuğu önemli ahlakî meMuamelat bölümünde de nikah, talak, miras, seleleri içeriyor. Bu batınî hükümlere tasavvufalışveriş gibi aslında kullukla alakalı görünmese ta tasfiye yani iç arınma deniliyor. Bu noktada de hudûdullah sınırları içerisinde yer alan, doasıl önemli olan hedef, imânın ve amelin tahlaylı yoldan ibadet olan konular yer alıyor. kik mertebesine erişmesini ve insanın bunları kendi içinde hissedebilmesini sağAmelî planda İslam 610-632 yılları lamak. Tasfiye, imanımızı ve amelarasında Efendimiz ve çevresindelerimizi içimizde bize ait kılıyor ve “Amel nedir?” ki ashabının davranışlarının vahye konu olmasıyla birlikte başlıyor. içselleştiriyor. sorusuna başBu vahye konu olan davranışlar langıçta söyleHocamız özetle bu üç noktayı ise sahabenin üzerinde ittifak etdiklerimizden açıkladıktan sonra asıl konumuz tiği, tartışmaya ve yoruma kapalı farklı olarak olan fıkhî yani amelî boyuta tekkonular. Sahabenin arasında icma daha peşin bir rar dönüyoruz. Amel nedir peki? ile kabul edilen konularda kendi cevap aldık: “Din İçimizi Allah biliyor, aklımızdan yorumlarımızla hüküm veremiyosizin ne yapıp ve gönlümüzden geçenler Allah ruz. Kuran, sünnet ve icma ile bize ettiğinizle muile bizim aramızda. Ama bunları gelmiş konular ismete dayalı yani hakkak ilgilenir, davranışa döktüğümüzde dışarAllah’ın koruması ile bize gelmiş burada bir tereddan görülebilir hale geliyor. Sonra konular. ‘Yoruma açık konular da düt olmasın. biz bunlardan sorumlu oluyoruz. vardır’ diyerek devam ediyor hoAllah da bizim amellerimizi docamız. Kur’ân’da ve sünnette açık ğumdan ölüme kadar hayatımızın her anında, olarak geçtiği halde yoruma açık bırakılan koızdırarî fiillerimiz hariç tüm fiillerimizi birtanular, kurban ibadeti ve abdest. Mesela; “Kurkım kurallara tabii tutuyor. Şer’î hükümler deban vacip midir ya da sünnet midir?” veya “Abdiğimiz bu kuralları ise sadece Allah koyuyor. dest Kur’ân’daki sıraya göre mi alınmalıdır ya da farklı bir sırayla alınabilir mi?” gibi konular Neden bu hükümleri sadece Allah’ın koyduğuyoruma açık hale geliyor. nun cevabı İslam alimlerinin hükümle ilgili şu tanımında yatar: ‘Hüküm, Allah’ın hitabıdır.’ İkinci olarak ise Kur’ân’da ve sünnettte geçmedi- BÜLTEN 2015 GÜZ lenen dini kurallar ise fıkıh ilmi olarak amelî boyut kategorisinin içinde yer alıyor. BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RA N S L A R I EDEP KONFERANSLARI İLIM YOLUNDAKI TEHLIKELER Yrd. Doç. Dr. Abdullah Tırabzon 26 Ağustos 2015 / EDEP Konferans Salonu Hande Meliha İçaçan, EDEP 1. Sınıf& İstanbul Üniversitesi İngilizce İlahiyat 2. Sınıf bağlantısını ve kainatın olmazsa olmazı olduğunu bizlere hatırlattı. Öyle ki Allah (c.c.) ilk ayeti ile bizlere okumayı emredip ilimle bağımızı kurmuştur. Demek ki din ile olan bağımız ilim ile olan bağımızla yakından ilgidir. Hocamız ilim öğrenirken önümüze çıkacak engellerden akılda kolay kalabilmesi için maddeler halinde bahsetti. Bu maddeleri sizlere aktarmanın konferanstan istifade edebilme adına faydalı olacağını düşünüyorum. Abdullah Trabzon 1965 de Hatay’da doğan Abdullah Tırabzon, Ummu’l-Kura Üniversitesi mezunlarından olup yüksek lisansını Kelam, doktorasını da İslam Hukuku üzerine yapmıştır. Öğretmenlik ve STK yöneticiliği tecrübeleri bulunan Tırabzon, halen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku öğretim üyesi olup aynı zamanda dekan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Yayınlanmış eserleri arasında İslam Hukuku’nda Hac İbadeti (Hac Yasakları) ve Bir Fakih Mütekellim: İbn Hümam (El-Müsayere Adlı Eseri Bağlamında) kitapları bulunmaktadır. 26 Ağustos tarihinde EDEP Merkezi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Abdullah Tırabzon ‘’İlim Yolundaki Tehlikeler’’ başlıklı konferansına ev sahipliği yaptı. İlmin afetlerine geçmeden önce, evvela ilmi bilmemiz gerektiğine dikkat çeken hocamız, ilmin yüce Allah’ın el-Alîm sıfatıyla EDEPBÜLTEN 22 Hocamızın deyimi ile ilmin önündeki en büyük engel, biliyorum edasıyla hareket etmektir. Çünkü öğrenebilmek talep etmekten sonra gelir ki bu da ilmin ilk şartının istemek olduğunu gösterir. İlmin ikinci engeli rıza-ı İlâhiden uzaklaşmaktır ki Allah rızasını aklımızdan çıkardığımız an, ilim bir şey öğrenmekten ziyade adeta bize yük haline gelir. Bu hususta en önemli örnek şüphesiz birçok bilgiye sahip olan İblis’tir. Ancak kibri bilgisinin önüne geçmiş ve onu büyük yanlışlara sürüklemiştir. İlmin üçüncü afeti ise birçoğumuzun muzdarib olduğu nisyandır. İmam-ı Şâfiî Hazretleri bir gün hocasına hafızasının zayıflığından şikayet ettiğini ve hocasının “Ey oğul, ilim Allah’ın nurudur ve onu isyan edenlere vermez” dediğini anlatır ve asi olmanın burada helallerden uzaklaşıp haramlarla iştigal etmek olduğuna açıklık getirir. İlim yolunda dördüncü mühim mesele ihlas kavramıdır. İh- EDEP KONFERANSLARI EDEPBÜLTEN 23 BÜLTEN 2015 GÜZ las olmadan ilim öğrenemeyiz ve ihlasın olamaddemiz ise bildiğimiz halde ilmi kendimize bilmesi için ilmin ibadet boyutunu bilmemiz saklayıp insanlara aktarmamaktır. Kişi elinden gerekir. Bunu bizlere öğreten şüphesiz ayet geldiğince insanlara faydalı olmalı ve makam ve hadis-i şeriflerdir. Allahu Teala Kuran-ı mevki endişesi gibi dünyevi sebeplerle bilgisini Kerim’de “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler kendisine yük etmemelidir. bir olur mu?’’ buyurmuştur, Peygamberimiz Hocamız vaktimizi nasıl bereketli hale geti(s.a.v.) de bu konuya defaatle değinmiştir. İlrebiliriz sorusuna içtenlikle ve net bir şekilde min öğrenilmesinin vücubiyetinin bilinmesi cevap veriyor: “Günümüzde insanlar vakit sıbizleri ilme teşvik etmekle kalmayıp, ihlas ve kışıklığından çokça şikayetçi. Eski alimlerimisamimiyetimizi de artıracaktır. zin yazdığı eserlere baktığımızHocamız ilmin önündeki afetda vakitlerini ne denli verimli lere zamanın verimli kullanılmaEmin olmadığımız kullanabildiklerini görüyoruz. ması maddesini ekleyerek bizlekonular hakkında Madem böyle bir şey mümkün re plansız çalışmalardan ziyade bir bilene danışbiz niçin yapmayalım? Eğer Alişlerimizi planla yürütmemizi madan bir kitaba lah dilerse zamanımızın içinde tembihledi ve bizlere bu konuda bakmadan verilen zaman, mekanımızın içinde yardımcı olacağını düşündüğü cevaplar çok yanlış mekan yaratabilir. Evvela erken Abdulfettah Ebu Gudde’nin sonuçlar doğurabilir. kalkmak çok mühim. “Sabahın “Zamanın Kıymeti’’ adlı eseriFarkında olmadan erken vakti ümmetim için bereni tavsiye etti. Üzerinde tam ve insanları İslam’dan ketli kılınmıştır.” buyuran bir kesin bilgiye sahip olmadığımız soğutabiliriz ki bu konular hakkında konuşmak, peygamberin (s.a.v) ümmetiyiz. konuda çok dikkatli ilmin önemli afetlerinden biri Sabahın erken vaktinde öğrenolmamız gerekir. olup altıncı madde kapsamında diklerimiz kalıcı olur. Hatta halk değindiğimiz konuydu. Kişi ne arasında da “üzerinize güneşi kadar az şey bilirse o kadar çok bildiğini düşüdoğurmayın” tabiri kullanılır. Güneş doğarken nür ve her sorulan soruya kolaylıkla cevap verir işimizin başında olmalıyız. Allah-u Teala bizler fakat öğrendikçe daha öğrenmesi gereken çok için günü planlamış, “Geceyi (sizi örten) bir elbişey olduğunu fark edip daha temkinli davranır. se yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kılEmin olmadığımız konular hakkında bir biledık.” buyurmuştur. Bizler de bu plan dahilinde ne danışmadan bir kitaba bakmadan verilen vaktimizi değerlendirmeliyiz. cevaplar çok yanlış sonuçlar doğurabilir. FarSon olarak ilim yolunda daima özgüvenli olmakında olmadan insanları İslam’dan soğutabilimız, karşımızdaki engelleri yılmadan çalışarak riz ki bu konuda çok dikkatli olmamız gerekir. aşmamız gerektiğini vurgulayan hocamız; sabır Hanbel, kendisine sorulan 40 sorudan 36’sına her kapının anahtarıdır sözünü aklımızdan çı‘bilmiyorum’ yanıtını vermiştir. Alimler Ahmet karmamamız gerektiğinin de üzerinde durdu. b. Hanbel’in vermek istediği mesajın her soSabrı öğrendikten sonra öğrenilemeyecek hiçrulan soruya düşünmeden incelemeden cevap bir şey yoktur. Günlük hayatta sıkça karşılaşvermenin yanlışlığı olduğu kanaatindedirler. tığımız ilim engellerini ve çözüm yollarını bu Alimlerin temkinli davranışlarına yönelik birkonferans ve değerli hocamız vesilesi ile öğçok örnek daha zikretmek mümkün olup heprenmenin biz ilim talebeleri için güzel bir fırsat sinin ortak amacı ilmin değerini muhafaza edip onu korumaktır. Bir diğer önemli afet ve son olduğunu söylemek isterim. BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RA N S L A R I 8 EDEP KONFERANSLARI AMERIKA TECRÜBELERI Tuba Erkoç EDEP İhtisas Programı Koordinatör Yardımcısı 2 Eylül 2015 /EDEP Konferans Salonu Ayşenur Kabakçı, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat 1. Sınıf Tuba Erkoç Tatvan/Bitlis doğumlu olan Tuba Erkoç, 2009 yılında Uludağ Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi’nden lisans derecesi, Sosyal bilimlerden de yan dal derecesi ile mezun olmuştur. “Ebu İshak eş-Şirazi’nin Emir ve Nehiy hakkındaki görüşleri” teziyle 2011 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek lisansını tamamlamıştır. Aynı yıl Marmara Üniversitesi’nde İslam Hukuku alanında doktora programına başlayan Tuba Erkoç, halen aynı ana bilim dalında araştırma görevlisidir. “İslami Perspektiften Etik Bir Sorun Olarak Ötenazi ve Tedavinin Sonlandırılması” konusunu doktora tezi olarak çalışan Tuba Erkoç’un genel olarak ilgi alanları; Şafi fıkhı, fıkıh usulü, tıp etiği, biyoetik, ötenazi, tedavi ve yaşamın sonuna dair meselelerdir. Bursa’da klasik medrese sistemiyle başladığı eğitimine, İstanbul’da İSM çatısı altında devam etmiştir. Aynı zamanda İSAM’ın AYP programının araştırmacılığını da sürdürmektedir. Eğitim amaçlı Suriye ve Ürdün’de bulunan Tuba Erkoç, 2014 yılında Amerika’da Georgetown Üniversitesi Kennedy Etik Enstitüsün’de araştırma yapmak ve çeşitli derslere katılmak üzere bir yıl kalmıştır. EDEPBÜLTEN 24 EDEP yaz eğitim programının sonuna doğru yaklaşırken konferansların sekizinci haftasında EDEP ailesinden Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi ve EDEP İhtisas Koordinatörü Tuba ERKOÇ hocamızı “Amerika Tecrübeleri” başlıklı sunumu ile misafir ettik. Başka yurt dışı deneyimleri de bulunan hocamız, 2014 yılında Amerika’daki Georgetown Üniversitesi Kennedy Enstitüsü’nde bir yıl süre ile araştırmalarda bulunmuş ve çeşitli derslere iştirak etmiş. Burada edindiği tecrübelerini, yurt dışı eğitim imkanlarını ve neler yapılabileceğini bizimle paylaştı: MEB’in desteklediği YLSY adlı program ile yüksek lisans ve doktora yapmak için gidilebileceğini ve bu programın eğitim süresince bütün masrafları karşıladığını, ÖYP ile Türkiye’deki bir üniversiteden kadro kazanıp yurt dışında da yüksek lisans ve doktoraya devam edilebileceğini ve bitirdikten sonra ise üniversiteye Yrd.Doç. veya Doç. ünvanı ile geri International Institute of Islamic Thought Yapmış olduğu sunumla değerli tecrübelerini bize aktarıp yeni ufuklar açtığı için Tuba ERKOÇ hocamıza şahsım ve tüm arkadaşlarım adına teşekkürü bir borç bilirim. EDEPBÜLTEN 25 EDEP KONFERANSLARI lışmalarla ve kütüphanesiyle dünyada biyoetik alanında ikinci önemli merkez olmasının etkili olduğunu açıkladı. BÜLTEN 2015 GÜZ dönülebileceğini, Exchange veya ERASMUS (IIIT) adlı bir programdan daha bahsederek programları ile gidilebileceğini, TÜBİTAK’ın bu grubun Avrupa, Amerika ve Türkiye’de yaz 2214A adlı programı ile de yurt dışı eğitim hakokullarının mevcut olduğunu, bu programa dakının sunulduğunu belirterek program şartlarıhil olunması halinde öğrencilerin bütün masrafnın içeriğinden kısaca bahsetti. Bu programa larının karşılandığını aktardı. başvurmak için gerekli şartlardan biri doktora Son olarak hocamız Amerika’daki akademik yeterliliğini geçmiş olmak, diğeri ise TÜBİortamın standartlarından ve avantajlarından TAK’a yurt dışında yapılmayı gerektiren bir bahsetti. Ders notları öğrencilerin yazdıkları proje sunmaktır. Eğitim masraflarının TÜBİödevler üzerinden verildiği için her ders hakTAK tarafından karşılandığı bilkında küçük ödevler hazırlagisini verdikten sonra hocamız dıklarını ve interaktif bir eğitim International Insiyi bir akademisyen olmak için bulunduğunu, hocaların her yurt dışı tecrübesinin olması getitute of Islamic öğrencinin bireysel olarak gelirektiğini de vurgulayıp sözlerine Thought (IIIT) adlı şip gelişmediğini kontrol ederek Amerikada’ki eğitim hayatı tecbir programdan öğrencilere sürekli teşvik edici rübeleri ile devam etti. daha bahsederek davrandıklarını, derslerin küHocamız araştırmalarını yaptığı çük ders halkaları ve konferans bu grubun Avrupa, Washington DC’de bulunan Getarzında iki şekilde yapıldığını Amerika ve Türkiorgetown Üniversitesi hakkında ve bu derslerin karşılıklı konuşye’de yaz okullarının kısa bilgilendirmede bulundu. ma ve sunumlarla yürütüldüBu üniversitenin 1789 yılında mevcut olduğunu, ğünü, kütüphanelerin sınırsız tamamen dini eğitim amacı ile bu programa dahil kaynaklarından, Amerika ve bir rahip tarafından kurulan en olunması halinde Avrupada’ki diğer kütüphaneler eski Katolik üniversitesi olduile alışverişlerinin mümkün olöğrencilerin bütün ğunu ve eğitimin lisanstan çok duğundan ve bazı kısımlarında masraflarının karşıyüksek lisans ve doktora üzerine yeme içmenin hatta uyumanın verildiğini ifade etti. Kennedy landığını aktardı. serbest olup yirmi dört saatinizi Enstitüsü’nde de araştırmalar geçirecek şekilde çok iyi dizayn yaptığını, burayı seçme sebebinin biyoetik alaedilmiş olduğundan bahsetti. nında çalışması ve bu enstitünün de yaptığı ça- BÜLTEN 2015 GÜZ E D E P KON FE RA N S L A R I 9 EDEP KONFERANSLARI BİYOETİK ALANINDA GÜNCEL SORULAR Merve Özdemir EDEP İhtisas Programı Koordinatörü 9 Eylül 2015 /EDEP Konferans Salonu Hayriye Karğı, EDEP Hazırlık & İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1. Sınıf Yoğun ve bereketli geçen yaz programımızın son misafir ağırlama etkinliğinde Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi araştırma görevlisi ve EDEP İhtisas Koordinatörü Merve Özdemir’i Amerika‘ da ve İslam ‘da Biyoetik adlı konuşmasıyla ağırladık. Merve Özdemir Aralık 2014 itibariyle EDEP İhtisas Koordinatörlüğü görevini üstlenen Merve Özdemir aslen Ankaralıdır. İlahiyat lisans ve İslam hukuku yüksek lisans eğitimini Ankara Üniversitesi’nde tamamladı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde başladığı doktora eğitimine, araştırma görevlisi olarak atandığı Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde devam etmektedir. 2013 Eylül-2014 Eylül arasında Georgetown Üniversitesi’ne bağlı Kennedy Etik Enstitüsü’nde misafir araştırmacı olarak bulundu ve biyoetik eğitimi aldı. Muhtelif zamanlarda Mısır, Suriye ve Ürdün’de eğitim amaçlı bulundu. Halen “İslam Hukukuna Göre İnsan Bedeni Üzerinde Tasarruf ve Organ Nakli” konulu doktora tezini ve İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nda “Osmanlı Fetvalarında Tıp ve Beden” konulu yüksek lisans tezini hazırlamaktadır. İSM bünyesinde Valide Atik Medresesi’nde rahle-i tedrisinden geçtiği çok kıymetli hocalarından aldığı İslami İlimler eğitiminin bir benzerini EDEP ihtisas öğrencilerine de ulaştırabilmek ve ilim yolunda ilerleyip peygamberlere varis olabilmek için cehd ü gayret sarf etmektedir. EDEPBÜLTEN 26 Osmanlı Fetvalarında Tıp ve Bilim başlıklı yüksek lisans tezini hazırlamakta olan Merve Özdemir İslam dünyasında biyoetik alanındaki çalışmaların az olduğunu düşünerek İslam Hukuku ve Biyoetik alanlarının birleştirilmesi gerektiği kanaatine varıyor. Aslında Arap dünyasında bu anlamda ciddi anlamda çalışmalar mevcut fakat genellikle çalışmalar kopyala yapıştır usulüne dayandığı için pek göz önünde değil. İslam dünyasında bu çalışmalar Araplar ve batıda yaşayan Müslüman akademisyenler tarafından icra edilmekte. Peki hocamızın bu konuda çalışma isteği nasıl hasıl oluşuyor? Doktorasını sürdürürken İSAR’da ilahiyat hocalarının ve doktorların biyoetik üzerine gerçekleştirdiği sempozyumlara katılıyor ve biyoetik konusunu ilgi odağına yerleştiriyor. Müslümanların bugünkü en büyük problemlerinden biri modern konulara EDEPBÜLTEN 27 EDEP KONFERANSLARI arkasını toplama görevini üstlenir. Önce her şeyin pratiği olur ve sonra insanlar teorisini düşünmeye başlar. ‘Vahyin iniş sürecine vahyin inişi de planlanmış bir şey değildir. 23 yıllık bir sürece yayılmıştır ve insanın öğrendiği ayeti hayatında tatbik etme uğraşı günbegün vahyin insan hayatına etki ettiğini gösterir bizlere’ diyor hocamız. Hocamızın bu sözünün gerçekten çok yerinde olduğu kanaatine kapılıyorum sözlerini dinlerken. Tıpta mühendislikte bir şeyler oluyor ve Öncelikle Batıda biyoetiğin Organ naklinin ilk arkasından teorisi konuşuluyor gelişiminden söz etmek istiyor başta caiz olmadıuzun uzadıya. Tabi ki buradan hocamız. Tıp etiği kavramı her ğını düşünmemize tıp etiğine bağlayacak hocamız ne kadar Batı ile özdeşleştirilse rağmen geçen zasözlerini. de Batıda ortaya çıkmış bir kavman içerisinde bunu Biyoetik alanında da önü alıram değil. Tıbb-ı Nebevî gibi kabulleniyoruz ve namıyor böyle şeylerin. Hrıstibir literatürümüz olması böyle fetvalarda dönüyanların bu konuya yaklaşımları olmadığının en sağlam gerekçesi şümler yaşanıyor. kendi dinleri açısından oluyor, olsa gerek. Bir başka gerekçe ise Ve biyoetiği başka biz farklı bir açıdan bakıyoruz. Kitâbu’t-Tıbb adı altında Hadis bir açısından ele Organ naklinin ilk başta caiz olkitaplarında bulduğumuz tavsialarak batıdaki çamadığını düşünmemize rağmen yelerdir. İslam dünyasında her lışmalarda seküler geçen zaman içerisinde bunu zaman Tıp ahlakı ön plandaydı bir anlayışın mevcukabulleniyoruz ve fetvalarda dödiyor hocamız ve buna örnek diyetinden söz edinüşümler yaşanıyor. Ve biyoetiolarak orta çağda cüzzam hastaği başka bir açısından ele alarak yor Merve Özdemir. larına batıda çıngırak bağlamak batıdaki çalışmalarda seküler bir gibi insan onuruna aykırı bir Kimileri faydacılık anlayışın mevcudiyetinden söz hareket uygun görülürken bizde kimileri ilkecilik kiediyor Merve Özdemir. Kimileise cüzzam hastaları için Miskinmileri de deontolojik ri faydacılık kimileri ilkecilik kiler Tekkesi’nin mevcudiyetine bir anlayış ile ele mileri de deontolojik bir anlayış işaret ediyor. alıyor biyoetiği. ile ele alıyor biyoetiği. Mesela Tıp etiğinin tarihçesini dinlibenim için hekim karar veremez yoruz Merve hocamızdan. Birinci dünya savakararı verici olan benim diyen otonomi ilkeşında yaralananlara ve ölenlere yapılanlar tıp sinin vermiş olduğu özerkliği doğu toplumu etiğini aklımıza getiriyor. Buna mukabil olarak ile özdeşleştiremiyoruz. Batıda kişi hastaneye 1954’te ilk böbrek ve 1967’de ilk kalp naklinin kendisi gider ve kimseden habersiz tedavi olur yapılması sonrasında beyin ölümü diye bir kavbizde ise hastaneye tüm sülale ile birlikte gidilir ram çıkıyor ortaya. İnsanlar teknoloji ve tıptaki tabiri caizse. Aynı şekilde bizde hastanın sağlık gelişmelerin hızına yetişemiyor. Her zaman ahproblemi direkt kendisine değil ailesinden biri lak, hukuk ve felsefe bir araya gelerek insanın BÜLTEN 2015 GÜZ fazla yoğunlaşmayıp daha çok klasik şeyler üzerine çalışmaları olduğunu düşünüyor. ‘Biyoetik bizlere 21. yüzyılda yaşayan bir Müslüman olarak karşılaştığımız sorunlara nasıl ve hangi yöntemlerle çözüm bulmalıyız sorularının cevabını arama imkanı sunuyor. İnsanın bedene karşı sorumlulukları nelerdir? Beden insana emanet midir ve tedavinin sınırları nelerdir gibi sorular biyoetiğin cevap aradığı temel sorulardır’ diyor. BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP KONFERANSLARI Tıp etiği kavramı her ne kadar batı ile özdeşleştirilse de batıda ortaya çıkmış bir kavram değil. Tıbb-ı Nebevî gibi bir literatürümüz olması böyle olmadığının en sağlam gerekçesi olsa gerek. Bir başka gerekçe ise Kitâbu’t-Tıbb adı altında Hadis kitaplarında bulduğumuz tavsiyelerdir. İslam dünyasında her zaman Tıp ahlakı ön plandaydı diyor hocamız ve buna örnek olarak orta çağda cüzzam hastalarına batıda çıngırak bağlamak gibi insan onuruna aykırı bir hareket uygun görülürken bizde ise cüzzam hastaları için Miskinler Tekkesi’nin mevcudiyetine işaret ediyor. davet edilerek söylenmesine karşın batıda hastanın hastalığını bilme hakkına sahip olduğu düşüncesi hakimdir. Bugün bu kaynaklar tam da burada çözüm sunuyor bu sorunlarımıza. Batının da buna olan hayranlığı gayet aşikar. Bir başka prensip olarak biyoetikte adaleti ele alıp üzerine birkaç cümle eklemek istiyor hocamız. Mesela organ nakli için sıra bekleyen hastalar arasından bir hastayı seçerken alkol bağımlısı bir kişiyi sonlara mı almalı yoksa diğerleri ile eşit mi tutmalıyız sorusu kurcalar kafaları. Aslında biyoetik tam anlamıyla insanın doğum, yaşam ve ölüm kavramları üzerinde duruyor. Örneğin 21. yy. da bir ceninin göz rengini dahi bilme imkanına sahipsiniz. Peki mümkün olan her şey caiz midir? Mesela bir insan kendisine uygulanması gereken tedaviyi reddedebilir mi? Veya bitkisel hayatta olan bir hastaya yapılması gereken çok masraflı olan tedavisine son vermek mi yoksa küçük bir ihtimal da olsa uyanması ümidiyle tedavisine devam etmek midir? Pekala batının biyoetik alanında ilerlemesi ve bu alanda ciddi kurumların olması neye dayandırılabilir? Mesela biyoetikle ilgili 33.000 den fazla hepsi farklı dillerde olan hatta Türkçe kitapların da bulunduğu Kennedy Etik Enstitüsü bunlardan biridir. Batının bu ilerleyişinin sebebini batının kendi içindeki sorunlarla ilişkili görmekte hocamız. Bu noktada Medical School’un zenci öğrenciler üzerinde izinleri olmaksızın yaptığı deneylerden dolayı zencilerin Kolombiya Üniversitesini hiç sevmediğinden hatta nefret ettiğinden bahsediyor. Bir diğer önemli nokta da hekim hasta ilişkisidir. Şüphesiz ki Tıbb-ı Nebevî ve Edebu-t Tabîb bu noktada pek çok şey sunuyor bizlere. EDEPBÜLTEN 28 Dualarında hayırlı ve bereketli bir ömür isteyen hocamız Peygamberimiz’in(sas) ‘Rabbim bana hayırlı ve uzun bir ömür ver’ duasını duyunca uzun bir ömür istememiz gerektiği konusunda bizi ihtar ediyor. Çünkü yaşayacağımız her gün Rabbimize ibadet etmek için sunulmuş bir fırsat. Kazandığımız yeni bakış açıları ve zihinlerimizde beliren soru işaretleri ile noktalıyoruz konferansımızı ya da virgül koyuyoruz diyelim, heyecanla ikinci oturumunu temenni ederek. BÜLTEN 2015 GÜZ “ “ Söyleşi: Büşranur Kocaer, EDEP 1. Sınıf & Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler SULTAN ŞİMŞEK İLE DANIŞMANLIK FAALİYETLERİMİZE DAİR Atatürk Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatını fakülte birinciliği ile bitiren hocamız, yüksek lisansını “Abdülhamid b. Yahya ve Kitâbeti” başlıklı teziyle, doktorasını “Mehcer Edebiyatı’nda Din Anlayışı” başlıklı teziyle aynı bölümde tamamlamıştır. Doktora tezi Almanya’da uluslararası faaliyet gösteren Türkiye Alim Kitapları Yayınevi’nin teklifiyle 2015 Mayıs’ında kitap olarak tekrar basılmıştır. Arap Dili ve Edebiyatı ve Arapça Öğretimi alanında çeşitli akademik yayınları mevcuttur. Arap Dili Belagat İlimleri ve Arap Edebiyatı üzerine araştırmalarını sürdürmektedir. Halen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Arap Dili ve Belagatı bölümü öğretim üyesidir. Zülcenaheyn alimeler yetiştirmek maksadıyla kurulan EDEP Merkezi’nin öğrencilerine sunduğu hizmetler arasında “Eğitim Danışmanlığı” adında bir birim mevcut. Koordinatörü olduğunuz bu birimi bize tanıtabilir misiniz? EDEP’te yürütülen danışmanlık hizmetlerinin gayesi EDEP Onur Programı’nın sağlıklı ve düzenli bir şekilde uygulanmasına yardımcı olmak, programa tabi olan öğrencilerin belirlenen hedeflere ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları alanlarda rehberlik yapmak, motivasyon sağlamak ve öğrencilerin programdaki eğitimleriyle ilgili ortaya çıkabilecek sorunlara çözümler sunmaktır. EDEP‘te 2014 Güz döneminden beri danışmanlık faaliyetlerini sürdüren birimimiz hizmetlerini EDEP araştırmacı ve ihtisas kadrosuyla birlikte yürütmektedir. Temel hizmetler arasında öğrencilerle yapılan düzenli görüşmeler yer alır. Her bir danışmanın sorumluluğunda, belli sayıda bir öğrenci grubu bulunmaktadır. Eğitim danışmanlarımız kendi gruplarıyla haftada en az bir kez toplantı yaparak öğrencilerimizin eğitim durumlarını takip eder. Eğitim danışmanlığının diğer bir hizmeti periyodik konferanslar düzenlemektir. Bu konferanslarda çoğunlukla sosyal bilimler alanında çalışmalarıyla ön plana çıkmış değerli akademisyen, yazar ve araştırmacılar öğrencilerimizle bir araya getirilir. Konunun sunumunun ardından öğrencilerimiz konuklarımızla sohbet etme ve gerek anlatılan konu ile ilgili gerekse kendilerini bekEDEPBÜLTEN 29 BÜLTEN 2015 GÜZ Böyle durumlarda EDEP öğrencisi kendini yalnız hissetmez. Danışmanlık hizmetleri sayesinde sorunlarına çözüm bulmak için yardım alabileceği gibi eğitim danışmanlarımızın yakın ilgisi sayesinde motivasyonunu da diri tutabilir. EDEP’te görev yapan danışmanların tamamına yakını EDEP öğrencilerinin geçtiği eğitim süreçlerini bizzat tecrübe ettikleri için öğrencilerimizle rahatlıkla empati kurabilmekte, bu da verilen hizmetin niteliğini ve tesirini artırmaktadır. leyen akademik hayatla ilgili sorularını paylaşma imkanı bulur. Ayrıca bu konferanslarda her hafta bir grup öğrenci, misafirimizi ağırlamak ve ikram hazırlamakla mesuldür. Danışmanlık birimi bu iki temel hizmetin dışında, içinde bulunduğumuz çevreyi tanımak, genel kültürü artırmak ve grup içi bağları güçlendirmek maksadıyla bütün öğrencilere yönelik şehir içi ve şehir dışı geziler düzenler. Bunlar dışında önümüzdeki dönemlerde, yakın civardaki yetim çocuklarla ilgilenme, ilmî ve sosyal faaliyetler yapan sivil toplum kuruluşlarını ziyaret etme, bazı sosyal sorumluluk projeleri üretme ve uygulama gibi hususlarda ön çalışmalar yapılmaktadır. Kısa ve uzun vadede bu hizmetin EDEP öğrencilerine ne gibi faydalar sağlayacağını düşünüyorsunuz? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, EDEP’teki öğrencilerimiz akranlarına nazaran daha fazla çalışmayı, üzerlerine daha çok yük almayı kendi iradeleriyle seçmiş, hatta kendi bölümünün yanı sıra yan dal okurken EDEP programına da katılmış gayretli ve çalışkan kardeşlerimizdir. Böylesi yoğun bir programın içerisindeyken zaman zaman eğitim hayatıyla ilgili bazı yorgunlukların, sıkıntıların ve zorlukların ortaya çıkması kaçınılmazdır. EDEPBÜLTEN 30 Rehberlik hizmetlerinden yardım alarak yeteneğin keşfedilip doğru adreslerle buluşturulamaması eğitim hayatının en önemli problemlerinden biridir. bilim adamlığı, şairlik veya ressamlık istidadıyla doğan nice insan kendini gerçekleştiremeden dünyadan göçüp gitmiştir. İşte tam bu noktada EDEP Merkezi, bünyesindeki öğrencileri iyi tanımak ve onları yetenekleriyle, ilgileriyle, birikimleriyle uyumlu alanlarda akademik çalışma yapmaya yönlendirmek için danışmanlık hizmetleri sunar. Öğrencilerimiz çalışmak istedikleri alanlarla ilgili gelecekte kendilerini bekleyen şartlar hakkında rehberlik alabilir, kariyer planlarını danışmanlarımızın rehberliğinde yapabilirler. Bu hizmeti alan öğrencinin zaman kaybı yaşamadan, başka adreslerde oyalanmadan yolunda sabır ve sebatla yürüdüğü müddetçe uzun vadede, hedeflerine ulaşacağı öngörülür. Peki EDEP’teki eğitim danışmanlarının üniversitelerin kayıt olan her öğrencisine tahsis ettiği danışmanlardan farkı nedir? Bu noktada bütün üniversiteler hakkında genelleme yapmamız mümkün değil. Ancak gözlem yapma fırsatı bulduğum üniversitelerde kağıt üzerinde danışmanlara pek çok görev yüklenmekle birlikte uygulamada öğrenciler danışmanlarıyla resmî bir kaç işlem için yılda bir veya iki kez bir araya gelebilmekte, bu sınırlı görüşmelerde öğrencinin yakından tanınması mümkün olmamaktadır. Danışmanlık hizmetine ihtiyaç duyan öğrenciler ise kendilerine tahsis edilen danışmandan çok derslerine giren hocalardan yakın ve samimi gördüklerine danışmaktadır. Ancak bu düzenli bir danışmanlık hizmeti anlamına gelmemektedir. EDEP’teki danışmanlık sistemi öğrencinin yakından takibini ve danışmanla öğrenci arasında sıkı bir iletişim kurulmasını gerektirir. EDEP’te görev yapan danışmanların tamamına yakını EDEP öğrencilerinin geçtiği eğitim süreç- Bu birimde eğitim danışmanlığı yapan biri olarak EDEP öğrencilerine tavsiyeleriniz nelerdir? Gerek danışmanlık faaliyetleri esnasında gözlemlediğim bazı sıkıntılardan gerekse ilmî çevrelerde edindiğim bazı kanaatlerden yola çıkarak öncelikle kendi nefsime, sonra da değerli EDEP öğrencilerine bir kaç önemli hususu hatırlatmak isterim. İlim yolculuğunda özgüven duygularını zedeleyecek düşüncelerden uzak durmak sağlıklı bir seyir için oldukça önemlidir. ‘Ben bu konuyu anlamıyorum, kapasitem yetmiyor’ cümlesini kurmadan önce konuyu yeterince sorgulayıp sorgulamadığınızı, gerekli kaynaklara göz atıp atmadığınızı ve bununla ilgili hocalarınıza soru yöneltip yöneltmediğinizi gözden geçirin. Ve asla çekingen davranmayın. Öğrenmede çekingenlik, ilim yolunda yürüyen kişinin üzerinden atması gereken ilk özelliklerden biridir. Bununla beraber pek çok alimin artan ilmi nedeniyle kibir duygusuyla imtihan olunduğu unutulmamalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişi Cennet’e giremeyecektir.” buyurmuştur. İlim yolcusunun önündeki büyük tuzaklardan biri olan kibrin kalpte sinsice yer etmesinden sakınmak gerekir. Kibrin çirkinliği pek çok edibin kalemine de konu olmuş, mesela Modern Arap Edebiyatı’nın önemli temsilcilerinden Emîn er-Reyhanî Reyhaniyyât adlı eserinde ilmi ve bulunduğu mevki nedeniyle kibir sahibi olan insanların, kalbini yorduğunu ifade ederek güler yüzlü vasat bir insan olmayı asık suratlı, kibirli bir alim olmaya yeğlediğini söylemiştir. Topluma büyük hizmetleri geçen kişiler bulundukları makamın gölgesinde kalan ve o makamdan değer alan kişiler değil, hizmetleriyle o makamda değer üreten kişilerdir. Gençler, ileride ulaşacakları makam ve mevkilerin hakkını verebilmek için şimdiden kendilerini donanımlı bir şekilde geleceğe hazırlama sorumluluğunu içlerinde hissetmelidir. Öğrenilen konuları, kavramları, bahisleri imkan nispetinde tam olarak öğrenmeye çaba göstermek önemlidir. Bir şeyi yarım öğrenip de tam öğrendiğini varsaymak gerçek bilgiye ulaşma noktasında en büyük engel olabilir. Derslere sadece sınav dönemlerinde yoğunlaşarak çalışmak kalıcı öğrenmeler sağlayamaz. Aslolan, sınav olsa da olmasa da belirli bir çalışma düzenini kesintisiz devam ettirmektir. Daima gerçekleştirilmek istenen yüksek idealler bulunmalı ve bu ideallere ulaşmak için tam bir çaba sarfedilmelidir. Ayrıca bir taraftan ilim tahsil ederken diğer taraftan ahlakı güzelleştirecek ve şahsiyet gelişimini destekleyecek faaliyetlerde bulunmak asla ihmal edilmemesi gereken bir husustur. Edebin baş tacı edilerek yüründüğü ilim yolu ne mübarek bir yoldur. Bu yolda yaşanacak manevi hazların muştusu Alvarlı Muhammed Lutfî’nin “Olur isen ehl-i edep/ Edep saadete sebep” beytinin îcâzında hoş bir ifade bulmaktadır. Bunlar bir yana ilim yolculuğunda dikkat kesilmemiz gereken en önemli nokta ilmi tahsil etmedeki niyetimizdir. Mutlak başarı ve gerçek ilim halkın rızasını değil Hakk’ın rızasını gözetmekte yatar. İlim öğrencisinin kalbini ve zihnini açan en önemli unsur ihlas mefhumudur. İlmî faaliyetler de dahil olmak üzere bütün faaliyetlerimiz ancak ihlasla bir anlam kazanır. Bu noktada Bağdatlı Rûhî’nin çarpıcı bir beytini zikrederek sözlerime son vermek isterim: “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler” Teşekkür ederiz Hocam. Ben de teşekkür eder, halen tâlibesi olduğum ilim yolunda bütün öğrenci kardeşlerime muvaffakiyetler dilerim. EDEPBÜLTEN 31 BÜLTEN 2015 GÜZ lerini bizzat tecrübe ettikleri için öğrencilerimizle rahatlıkla empati kurabilmekte, bu da verilen hizmetin niteliğini ve tesirini artırmaktadır. EDEP eğitim danışmanlığı hizmeti, öğrencinin gerek lisans gerekse lisans-üstü eğitim sürecinde yürüyeceği uzun soluklu yolda ona kesintisiz ve titiz bir rehberlik hizmeti sunmayı hedefler. BÜLTEN 2015 GÜZ EDEP İhtisas Öğrencileri ve Araştırmacıları NİMET KÜÇÜK: Kadıköy/İstanbul doğumlu olup aslen Denizlilidir. 2009 senesinde Ümraniye Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden mezun olmuştur. Akabinde başladığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki eğitimini 2014 senesinde tamamlamıştır. Aynı zamanda, 2012 senesinde başladığı Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde devam ettiği yandal programından 2014 yılında mezun olmuştur. 2010’da başladığı İSM(İlimler ve Sanatlar Merkezi)’de dini ilimler ve sosyal bilimler seminerlerinin yanı sıra İngilizce seminerlerine de katılmıştır. Muhtelif zamanlarda eğitim amaçlı Ürdün ve Almanya’da bulunan Nimet Küçük 2014 senesinde başladığı Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk-İslam Edebiyatı anabilim dalındaki yüksek lisans eğitiminde çalışmalarına devam etmektedir. Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP) bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır. Arapça, İngilizce ve Farsça bilmektedir. ludur. Ortaokul ve liseye Kadıköy Anadolu İmam ÖZLEM KAHYA ÖNCEL: Aslen Kayserili olup Üsküdar doğum Lisesi’ne geçiş yapmış ve 2002 yılında aynı Hatip Lisesi’nde devam ettikten sonra son yıl Amasya İmam Hatip esi’nde başladığı eğitimini 2007 yılında deFakült t liseden ikincilikle mezun olmuştur. Marmara Üniversitesi İlahiya r Enstitüsü İslam Hukuku Bilim Dalı’nda Bilimle Sosyal rece ile tamamladıktan sonra aynı yıl Marmara Üniversitesi hazırladığı “İSLAM HUKUKUNDA MUHAYE’E” adlı tez yüksek lisans programına katılmaya hak kazanmış, 2009 yılında da İLADER (İlahiyat Araştırmaları Derneği)’de İslamî çalışması ile programı sonlandırmıştır. 2005-2010 yılları arasın im yılını Ürdün Üniversite’sinde doktora araşilimler, Arapça ve İngilizce eğitimi almış olup 2014-2015 eğitim-öğret i almak üzere Ürdün’de geçirmiştir. Marmara tırmaları yapmak ve QASID Dil Enstitüsü’nde Modern Arap Dili eğitim a başladığı doktora çalışmasına “ŞEYBÂNÎ’NİN Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku Bilim Dalı’nd ile halen devam etmektedir. EL-ASL ADLI ESERİNDE İSTİHSAN KAVRAMI” başlıklı tez konusu ŞEYMA NUR TEMEL: Şu anda Fatih’te araştırmacı olarak devam eden hayat yolculuğu yıllar önce yine Fatih’te başlamıştır. 2009 yılında Kadıköy Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun olmuştur. Akabinde Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamlamıştır. Aynı zamanda İlimler ve Sanatlar Merkezin in eğitim programına da devam etmiştir. Burada klasik İslami ilimlerin yanı sıra sosyal bilimler ile İngilizce ve Arapça dersleri almıştır. Arapça eğitimi için iki ay Ürdün’de, Din ve Eğitim alanındaki bir çalıştay kapsamında da Almanya’d a bulunmuştur. Şu an Şehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih bölümünde yüksek lisans yapmakta ve Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP) bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır. NEBİYE RAŞİT: Gümülcine/Yunanistanlı olan Nebiye Raşit 2009 yılında Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun olup aynı yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde eğitime başladı. Lisans eğitiminin yanı sıra İlimler ve Sanatlar Merkezinde Arapça, İngilizce, İslami İlimler ve Sosyal Bilimler alanlarında dersler aldı ve İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümündeki çift anadal programını tamamladı. 2012 yılında Arapça eğitimi için iki ay Ürdün’de bulundu. 2014 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi Anabilim dalında yüksek lisansa başlamış olup hâlen bu alandaki tez çalışmalarına devam etmektedir. Eğitime Destek Programları Merkezi’nde (EDEP) ihtisas öğrencisi olarak bulunmaktadır. EDEPBÜLTEN 32 Lisesi’nden 2009 e Çınar İstanbul’da doğdu. Üsküdar İmam Hatip HALİME ÇINAR: Aslen Konyalı olan Halim s eğitimi boLisan i İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimine başladı. yılında mezun olup aynı yıl Marmara Üniversites alanlarında zce) k İslami İlimler, Sosyal Bilimler ve Dil (Arapça, İngili yunca İlimler ve Sanatlar Merkezi’nde (İSM) Klasi nya’da Alma da da n’de, Din ve Eğitim alanındaki bir çalıştay kapsamın dersler aldı. Arapça eğitimi amacıyla iki ay Ürdü lisans a yılınd 2014 k Fakültesi’nde Yandal Programına başladı. Ünibulundu. 2012 yılında Marmara Üniversitesi Huku ara Marm dığı ndan mezun oldu. Şu anda 2014 yılında başla kte eğitiminden, 2015 yılının başında Yandal Programı etme m deva ine Anabilim Dalında başladığı Yüksek Lisans eğitim versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Hukuku bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır. ve Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP) ŞEYMA ÖZDEMİR: Aslen Ankaralı olan Şeyma Özdemir, lisans eğitimini Marmara Üniversit esi İlahiyat Fakültesi ve İktisat Fakültesi’nde çift anadal programıyla tamamladı. Fakülte tedrîsinin yanında İlimler ve Sanatlar Merkezi bünyesindeki Vâlide Atîk Medresesi’nde Klasik İslami ilimlerle beraber Sosyal Bilimler ve İngilizce seminerlerine iştirak etti. Değişim programı kapsamında bir dönem Malezya İslam Üniversitesi’nde eğitim gördü. Arapça tedrîsi amacıyla Ürdün’de bulundu. Hâlen Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Tarihi bölümünde yüksek lisansını ve EDEP Merkezi bünyesinde araştırmacı sıfatı altında talebeliğini idâme ettirmekt edir. FATMA ATEŞ: Fatma Ateş, 1990 yılında Almanya’nın Güneyinde Prien am Chiemsee’de doğmuş olup memleketi Ermenek’tir (Karaman-Konya). Almanya’da büyüyen Fatma Ateş, Ekonomi bölümünde okumuş, İktisat, İşletme, Hukuk ağırlıklı dersler almıştır. Mittlere Reife diplomasını derece ile alan Ateş, 2009 yılında Fachhoch schulreife diplomasını almıştır. Aynı yıl lisans öğrenimine Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde “Uluslara rası İlahiyat Programı” dalında başlamış ve buradan 2014 yılında mezun olmuştur. Üniversite öğreniminin yanısıra beş yıl İlimler ve Sanatlar Merkezine (İSM) devam etmiş, bu süreçte dil eğitimi için iki ay Ürdün’de bulunmuştur. Ateş, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde İslam Hukuku alanında yüksek lisans çalışmala rına devam etmekte ve aynı zamanda Eğitime Destek Programları (EDEP) Merkezinde İhtisas öğrencisi olarak bulunmaktadır. Almanca, İngilizce ve Arapça bilmektedir. Almanya’daki ESRA UKALLO: Almanya’da doğan Esra Ukallo aslen Kosovalıdır. 2009 yılında Bielefeld, Sciences (CNRS) CARL-SEVERING-BERUFSKOLLEG’de lise eğitimini tamamladı. Paris’te, Institute vegetal du yaptı. Akabinde staj hafta on olarak bursiyer da kapsamın Projesi Vinci da bünyesinde Avrupa birliği Leonardo yılında mezun 2014 ”ndan Programı İlahiyat rası “Uluslara ’ndeki Fakültesi başladığı Marmara Üniversitesi İlahiyat ve dil Bilimler Sosyal İlimler, İslami Klasik (İSM) de Merkezi’n Sanatlar ve oldu. Lisans eğitimi esnasında İlimler Enstitüsü’nde üç (Arapça, İngilizce) alanlarında dersler aldı. İki ay dil eğitimi amacıyla Ürdün’de bulundu. Goethe katıldı. Şu aylık Dinler arası dil iletişimi kursu aldı. 2014 yılında Muslims Societies konulu IIIT’nin Yaz Okulu’na BERLIN’de İslami an İSTANBUL 29MAYIS ÜNİVERSİTESİ İslam Hukuku alanında ve Berlin’deki FREIE UNIVERSITÄT de (EDEP) Merkezi’n arı Programl Destek Eğitime ve etmekte devam ine Bilimler alnında Yüksek Lisans eğitimler ir. bilmekted Fransızca Arapça, İngilizce, Almanca, Türkçe, İhtisas öğrencisi olarak bulunmaktadır. EDEPBÜLTEN 33 BÜLTEN 2015 GÜZ BİRNUR BÖLEN: Aslen Erzurumlu olan Birnur Bölen İstanbul’da doğdu. 2009 yılında lise eğitimini aldığı Kadıköy Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden mezun olup Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yüksek öğretimine başladı. İlahiyatın eğitimiyle beraber İlimler ve Sanatlar Merkezi’nin eğitim programına da devam eden Birnur, burada Arapça ve İngilizce derslerinin yanı sıra İslami ilimler, alet ilimleri ve sosyal bilimler alanında dersler aldı. Lisans öğrenimi sırasında dil öğrenimi maksadıyla iki ay Ürdün’de kaldı; İstanbul ile Almanya’da ilahiyat ve eğitim üzerine düzenlenen uluslararası akademik çalıştaya katıldı; Ankara ve İstanbul’da düzenlenen öğrenci sempozyu mlarında tebliğ sundu. Halihazırda 2014 yılında başladığı Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi İslam Hukuku Anabilim dalındaki yüksek lisans eğitiminde çalışmalarına devam etmekte ve Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP) bünyesinde Araştırmacı olarak çalışmaktadır. BÜLTEN 2015 GÜZ Murteza Bedir Hocamızla Söyleşi Birnur Bölen, Şeyma Nur Temel, Nimet Küçük EDEP Araştırmacıları Murteza Bedir ilim yoluna nasıl dahil olmuştur? Lise, üniversite ve lisansüstü sürecinde hangi ilimleri, hangi alimlerden okudunuz? Gençlik yıllarını bu yola vakfetmiş kıymetli bir akademisyen olarak bu yıllarınızdan biraz bahseder misiniz? Uzun yıllar önce, ilkokulu bitirdiğimde İmam-Hatip’e başlamıştım. Bakırköy İmam-Hatip Lisesi, o zaman Bağcılar’daydı. Orada iki sene okudum. Sonra amcamın oğlu vardı, hafızlık yapıyordu, bitirmişti hafızlığını. Bir gün geldi bana dedi ki ilim yoluna girmek istiyorsan, alim olmak istiyorsan böyle böyle bir yer kuruluyor diye bir kurstan bahsetti, Ahmet Vanlıoğlu’ndan bahsetti. İlginç bir şekilde o zaman o beni çok heyecanlandırmıştı, daha on iki on üç yaşında bir çocuğum. Çok iyi hatırlıyorum, oraya girebilme talebimi babama söyledim, babam da ‘nereye gidersen git, ben bu işlere karışmıyorum’ dedi. Hatta öyle EDEPBÜLTEN 34 ki tasdiknamemi bile almadı yani. Tasdiknameyi sonradan ben bir şekilde aldım ve ayrıldım imam-hatipten. Yani bıraktım ve hafızlık yapmaya gittim. Fatih Çarşamba, İsmailağa’da daha yeni kurulmuş, bir yıllık bir müesseseydi. Galiba yetmiş dokuzda kurulmuştu. Seksende de ben, Ahmet Vanlıoğlu’nun kurmuş olduğu o yerde başladım. Yedi yıl sürdü oradaki maceram. Orada, o dönemin şartlarına göre oldukça modernleştirilmiş bir medresede okudum. Pek çok hoca gördük, pek çok isimle tanıştık ve onlardan ders alma imkanımız oldu. Seksen ihtilalinin getirdiği demokratikleşme ile beraber İstanbul’a güneydoğudan, doğudan çokça göç oluyordu. O sırada Güneydoğu ulemasından bir çok alim de İstanbul’a geliyordu ve onlar medreselere de mutlaka bir uğramış oluyorlardı. Oralardan hocalarımız oldu. Hocalarımız ağırlıklı olarak Karedeniz ulemasındandı ama Güneydoğudan da katılanlar olmuştu. Önem- bir medreseydi. Bu yüzden de pek iyi gözle bakmazlardı bize zaten, bunlar bozulmuş şeyler diye bakarlardı. Sınıf arkadaşlarınızdan var mı hocam şimdi akademide olan? Benim gibi olan da var başka yerlerde olan da var. Yani o Çarşamba cemaatinin geleneksel yapısı içerisinde devam edenler de var. Bizim gibi formel eğitime geçip orada devam edenler de var. Rahmetli Ahmet Davudoğlu’nun öğrencisi Zeynelabidin hocadan ders aldık. Bayram Ali Karamustafaoğlu ve Bayram Ali Öztürk, bu şehit edilen, cami içerisinde öldürülmüştü. O hocamızdı mesela, Mahmut Efendi’nin damadı, Farsça hocamızdı. Çok değişik hocalardan dersler aldık. İmam-hatip hocaları vardı. Hatırlıyorum, Avrupa’dan gelmiş bir İngilizce hocamız vardı. Mekke’den mezun olmuş gelmiş bir modern Arapça hocamız vardı mesela. Bize neşid ezberletirdi. Resul Tosun, sonra milletvekili oldu, bir ara da Yörünge diye bir dergi çıkarmıştı, o işte ilk geldiğinde bize hocalık yaptı. Toplamda yedi sene orada kaldım. Dört sene temel eğitim, üç sene de ihtisas vardı fakat temel eğitimin bir senesini ben atladım. Yani toplamda üç sene temel eğitim, ihtisası da iki senede tamamladığımdan iki sene de ihtisasta eğitim gördüm. “ li kim var diye baktığımda rahmetli Nurettin Can var, güneydoğudan Tillo medresesinden gelmişti. O hocamız olmuştu. Onun vasıtasıyla gelen pek çok hocalar olmuştu. Ahmet Vanlıoğlu’nun kendisi tabii. Rahmetli Hasbi Hoca, çok öğrenci canlısı bir hoca idi. Hadis, usul-i hadis okuduğumuzu hatırlıyorum onunla. Tâc’ı okumuştuk, Dâvûd-i Karsî’yi okumuştuk. Birgivî şerhlerini okuduk. İlginç bir şekilde burası modern bir medreseydi. İmam-hatip öğretmenleri, İmam-hatipte öğretmenlik yaparken ayrılıp oraAhmet Özer, ya gelenler vardı. Onlar ağırlıkla Ahmet Fevzi Koç yönetimdeydi zaten. Dolayısıyla gibi hocaların daha formel bir yapısı vardı. Ahmet Özer, Ahmet Fevzi Koç gibi varlığıyla edebihocaların varlığıyla edebiyat, yat, İngilizce gibi İngilizce gibi dersler de vardı o dersler de vardı o medresede, düşünün yani. Ahmet Vanlıoğlu’nun vizyonu ile medresede, düşüorası Çarşamba’nın geleneksel nün yani. yapısıyla çok uyumlu olmayan Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandım, oraya geçtim. Bir yıl orada hazırlık okuduktan sonra İlahiyat’a dönmeye karar verdim. Daha doğrusu o sıralarda Ezher furyası vardı. Yavuz Kamadan hoca bize orayı anlatmıştı ben de kafaya koymuştum Ezher’de eş-Şerîa ve’l-Kânûn okumayı. Daha sonra babam frene bastı, olmaz dedi, gidemedik. Biz de direksiyonu ilahiyata kırdık. EDEPBÜLTEN 35 BÜLTEN 2015 GÜZ “ İlginç bir biçimde Avrupa’daki akademik, ilmi yaklaşımın medresedeki ilmi yaklaşıma daha yakın olduğunu fark ettim. Buna karşılık son yüz, yüz elli yılda İslam dünyasında oluşan yüksek dini öğretim kurumlarının ise bu ikisinin derinliğine, kalitesine ve tutarlılığına aslında sahip olmadığını fark ettim. BÜLTEN 2015 GÜZ Böylece Marmara İlahiyat’a geldim. Boğaziçi’nde İngilizce hazırlık gördüğüm için ve Arapça da gördüğüm için hazırlık okumadım. İngilizcelerden de muaf olunca toplamda üç, üç buçuk yılda Marmara İlahiyat’ı bitirdim doksan bir aralığında. Benim kafamda ihtisastayken de fakültede okurken de fıkıh okumak vardı. Felsefeye de merak salmıştım. Hatta efsane bir hoca vardır Necip Taylan diye. Ondan birinci sınıfta ders alırken bana hep derdi illa gel asistanım ol diye, vize kağıdımı çok beğenmiş. Ben de fıkıh çalışacağım deyince darebe zeydün amren ile ne yapacaksın, bırak bu işleri falan demişti. Yani hep kafamda en başından beri fıkıh uzmanlığı vardı. O sebeple de bir yandan da dilleri halletmek istiyordum. Dönmez de bunlardan biriydi. Yani bu hocalarla çok verimli derslerimiz geçti ama dediğim gibi bazı derslerle ilgilenmiyordum. Daha çok arka sıralara geçip kitaplar okuyordum devam mecburiyeti de olduğu için. Yüksek lisansımı Londra Üniversitesi School of African and Oriental Studies diye bir okul var, ikinci dünya savaşından sonra kurulan. Orada hukuk okulunda İslam hukuku masterı yaptım. Düşünce yönünden zayıf, çok somut bir hukuk okulu olduğu için devam etmemeye karar verdim orada. Manchester’da daha derin ve teorik konulara girebileceğim bir hoca vardı, doktora için de onun yanına geçtim. Doktoram, yüksek lisansım toplamda altı yıl sürdü. İngiltere’de yüksek lisans bir, bir buçuk yıldır. Doktorada ise ders dönemi yoktur, Okulu erken bitirince İngilteSonrasında Bodoğrudan hoca odaklıdır. Hoca re’ye gittim, orada altı ay kaldım. ğaziçi Üniversiararsınız, hoca bulursunuz, hoYüksek lisans, doktora ile ilgili caya gidersiniz. Ben de o yönden tesi’ni kazandım, bilgi aldım. Buraya gelmeli diye şanslıydım. Ben de iyi bir hocaya düşünürken o sırada da takdir-i oraya geçtim. Bir düştüm, yani onu tercih ettim, ilahî, Dünya Bankası’nın desteyıl orada hazırlık gittim. Norman Colder, namı ğiyle Özal bir proje başlatmıştı, okuduktan sonra iyi olmayan ama öğrencilere çok Çiller dönemiydi. Bin beş yüz faydalı olan bir hocaydı. İslam ile kişiyi yurtdışına gönderdiler eğiİlahiyat’a dönmealakalı yazıları yüzünden namı tim maksadıyla. Bunların içinde ye karar verdim. çok iyi değildi. Çünkü sceptic deon sekiz de ilahiyat kontenjanı nen bir yaklaşım geleneği vardır vardı. Sınava girdim, öylece bir Avrupa’da. Bunlara Goldziher-Scyurtdışı maceramız oldu. Ben hact geleneği deniyor. Benim hocam da ogeilahiyattayken dersleri çalışmadan, öylesine girip geçerdim. Sebebi ise zaten onları daha önce lenektendi. Hep böyle şüpheci bir tavır vardı görmemizdi. Mesela Şerhu’l-Akaid’i, Telhîs’i, ama öğrencilerle ilgilenme bakımından iyiydi, Molla Cami’yi, Kâfiye’yi ben ilahiyata gelmeöğretici bir adamdı. Bize akademik oryantasden önce okumuştum. Hatta ilahiyata gelmeyon manasında, tezin açılımları noktasında çok den Hidâye’yi, Serahsî’nin usûlünü bitirmiştik. büyük bir katkısı oldu. Ben doktorayı bitirmeCessâs’ın Ahkâmu’l-Kur’ân’ından, Sâbûnî’den den hoca, genç yaşta kanserden öldü. Benim şu çok farklı okuma alanlarımız olmuştu. O yüzanki yaşımdan bir iki yaş büyüktü herhalde ve den ilahiyata geldiğimde bana biraz basit doktorayı bitirmemiştim, daha bir buçuk yılım gelmişti ilahiyattaki dersler. Ama istifade ettivardı. Sonrasında ise başka bir hocayla süreci ğim dersler de oldu. Mesela felsefede Necip tamamladım. Taylan’dan çok şey öğrendim. İbrahim Kafi EDEPBÜLTEN 36 üstü biraz daha özcü bir yaklaşımla, kritik üzerine kurulu bir yapı var ilahiyatlarda. Gelenekselin tıkanmış yapısını gördüğünüzde bu çok Tabi, tabi. Ölümünden bir ay kadar önce son cazip geliyor size. Bir anda çok ilginç şeylermiş görüşmemizi yapmıştık. Orada benim hangi gibi hissediyorsunuz, ona kapılıyorsunuz. Bir danışmanla da çalışacağımı ayarlayıp öyle öldü. süre ben de kapıldım onlara. Avrupa’ya gittikCenazesine de katıldım, Katolik kilisesinde yaten sonra, altı-yedi yıl İngiltere, arkasından bir pılmıştı. Toprağı bol olsun, çokça Müslüman yıl Amerika, orada bazı hususları fark ettim. öğrencisi de vardı. Yaklaşık on beşe yakın MüsBunlardan en önemlisi şu oldu; aslında modern lüman doktora öğrencisi vardı. Türkiye’de de ilahiyat ve ya yüksek din eğitimi, medrese eğibirçok doktora öğrencisi var zannediyorum. timi ve Avrupa’daki din eğitimini alıp üçünü birden değerlendirdiHocam ben şunu merak Yani bu hocalarla ğinizde oldukça zıt şeylerle karşı ediyorum, İSM gibi yerlerde karşıya olduğunuzu fark ediyorçok verimli derskendi gittiğiniz medreseden sunuz. İlginç bir biçimde Avruilham aldınız mı? lerimiz geçti ama pa’daki akademik, ilmi yaklaşıdediğim gibi bazı Medrese ilim geleneğinde okumın medresedeki ilmi yaklaşıma yan her ilim talebesinin hep haderslerle ilgilendaha yakın olduğunu fark ettim. yalinde böyle bir medrese kurBuna karşılık son yüz, yüz elli yılmiyordum. Daha mak vardır. da İslam dünyasında oluşan yükçok arka sıralara sek dini öğretim kurumlarının ise geçip kitaplar Hocam siz İngiltere’de de bu ikisinin derinliğine, kalitesine okuyordum deuzun yıllar çalışmalarda buve tutarlılığına aslında sahip ollundunuz. Batı akademyası madığını fark ettim. Bu tabii büvam mecburiyeti ve onların paradigmaları ile yük bir şoktu. İlmî yaklaşım açıde olduğu için. bizim kendi ilim geleneğimizi sından modern ilahiyat, yüksek telif etmek noktasında karşıdin eğitimi ki modern dönemde laştığınız sıkıntılar, problemİslam dünyasındakiler de aşağı ler oldu mu? Bunları aşmak noktasında yukarı böyle aynıdır, medrese eğitimi ile kıyasneler yaptınız? landığında gerçekten çok zayıf geldi bana. En önemli fark ettiğim şeylerden birisi bu oldu. Bu Ben buna illa sıkıntı bağlamında değil de karşıaynı zamanda şu konuda da bana bir ışık yaklaştırma yapmak için genel bir cevap vereyim. mış oldu; her ne kadar ilahiyat, medrese gibi Klasik medresenin kendi anlayış dünyası var, geleneksel olana eleştirel bir gözle bakıp bizim bununla eğitim aldığınızda ve sonrasında ilahizihinlerimizi eleştiriye götüren bir şekilde yeyata başladığınızda yeni dini yaklaşımların catiştirmiş olsa da aslında geleneksel olanın ilmi zibesine kapılıyorsunuz, ilahiyat size farklı bir tutarlılığının daha güçlü olması benim geleneğe şey veriyor. Niye? Çünkü geleneksel medreseyi bakışımla ilgili çok daha farklı bir vizyon verdi eleştiren ve onun üstüne birtakım yeni şeyler bana. Bir yerde aslında ilginç bir biçimde Batı icad eden bir eğitim yapısı var ilahiyatlarda. üzerinden geleneğin ne kadar değerli olduğunu Bunu en somut olarak şöyle diyebiliriz; gelenekeşfettim. Bu ilginç bir şey. Bunu fark ettiğimde ği eleştiri üzerine kurulu, mezhepler ve ekoller EDEPBÜLTEN 37 BÜLTEN 2015 GÜZ Yani hasta olmasına rağmen size yardım edebiliyor muydu hocam? BÜLTEN 2015 GÜZ akademik tutarlılık ve akademik derinlik meselesinin burada belirleyici olduğunu söylemem lazım. Kaynaklara yaklaşmaları açısından mı benzerler? Geç olmuş olmuyor mu hocam? Mesela siz anlattığınız zaman Murteza Bedir oldunuz çünkü genç yaşta bu eğitimi alabilmişsiniz. Hayır, hayır. Bunlara tabii ki daha erken başlanabilir ama üniversitede başlanırsa da yapılabilir, yapılamaz diye bir şey yok yani. Bu konuda da yapılabilir olduğunu ispatladığımızı zannediyorum. Pek çok programlarda gördüğümüz ürünlere, ortaya çıkan insanlara baktığımız zaman bunun başarılabilir olduğunu zannediyorum. Kaynaklara yaklaşım ve kaynaklara tutarlı bir biçimde yaklaşmak suretiyle onları iyi bir biçimde analiz etme açısından. Ve bir de modern yüksek din öğretiminden mezun olmuş herhangi birisinin metnini alın, muhakkak her bir sayfasında üç beş tane çelişkiyi fark edersiniz, yani ilmi bir tutarlılık sorunu yaşar. Buna karşılık ne geleneksel ilmi üretimlerde ne de Yani bir üniversiteye, modern eğitimin modern akademik yaklaşımlarda, tabii ki hata içine sıkışmış insanlar olarak gördüğüçelişki herkeste olur da her sayfada üç beş tane müz zaman kendimizi sizin anlattığınız bulabileceğiniz kadar çelişkili bir metin bulaçelişkili çalışmalar yapmaya mecbur mazsınız. Orada bilinç vardır, ilmi tutarlılık gibi hissetmemeliyiz kendimizi değil mi bilinci vardır. Bu, benim kastettiğim. Mesela yani? söylediğinin nereye varacağını Yok, son yıllarda yükseköğreçok fazla hesaplamıyor. İlahitimin akademik kalitesi bizim Her ne kadar ilahiyatlardaki din söyleminin belokuduğumuz yıllardaki gibi ki de en büyük eksikliği işte bu yat, medrese gibi gedeğil. Gelişti, değişti. Daha felsefî, teorik derinliğinin ve leneksel olana eleşiyiye doğru gidiyor, onu kabul metodik derinliğinin olmamatirel bir gözle bakıp ediyorum ama bu teorik desı. Bu esas sorun yani. rinliğin, metodik bilincin yaybizim zihinlerimizi gınlaşmasıyla çok daha iyiye eleştiriye götüren bir Peki hocam, küçük yaşgidecektir. Fakat öyle kolay kaşekilde yetiştirmiş ta gittiniz medrese eğitimi zanılacak bir şey değil bu. Çünalmaya. Kendi projelerinizi olsa da aslında gelekü bizler, o dediğim geleneksel neden üniversite öğrencileilmî metodun tutarlılığını ve neksel olanın bu ilmi rine yönelik yaptınız? Lise felsefî perspektifini kaybetmiş tutarlılığının daha çağındaki çocuklar için ama yerine modern olanı da güçlü olması benim medrese açamaz mıydınız? tam olarak ikame edememiş Neden üniversite öğrencigeleneğe bakışımla insanlarız. Hala bunu tam olaleri için yaptınız projeleri? ilgili çok daha farkrak inşa edemedik. İnşa ettiğiİSM olsun, İSAR olsun. miz şey çok fazla üzerinde dülı bir vizyon verdi şünülüp, tefekkür edilip hesabı Yani biz üniversite hocasıyız, bana. başka nerede yapacağız. da verilmiş bir ameliye değil. EDEPBÜLTEN 38 EDEPBÜLTEN 39 BÜLTEN 2015 GÜZ Dolayısıyla bir kere bunlarla dern yükseköğretim denemesi Çünkü bizler, o oluyor, ilk denemesi oluyor. hesaplaşmak gerekiyor evvela. Ama Türkiye’deki tecrübesi dediğim geleneksel Son yüz elli yılda yaptığımız zaten çok kısıtlıdır biliyorsuilmi çalışmaların bir hesabıilmi metodun tutarnuz. Yani 1924- 1933 arasında nın tutulması, verilmesi lazım. lılığını ve felsefi persyaklaşık işte 9 yıl, bunun da Bunlar tutarlı mıydı, eksiği pektifini kaybetmiş bir kısmında öğrencisiz kaldı, neydi, buradaki sorular doğdönemin şartları öyle zorladı ama yerine modern ru sorular mıydı? Hatta bizzat diyelim. Bu arada mutlaka çok soruların kendisinde problem olanı da tam olarak iyi hocalar, çok iyi beyinler varvar yani. Bunun nedeni de ikame edememiş dı, özellikle Osmanlı medrese kendi entelektüel bilincini ve insanlarız. geleneğinden ve Dârulfünûn metodik derinliğini kaybetmiş geleneğinden beslenmiş iyi olan bir geleneğin özgüvenle hocalar vardı burada. Çok iyi isimler Seyyid başka medeniyetlere bakma şansının olmamaBey’den işte Elmalı’ya, İzmirli’den (İzmirli İssı. Dolayısıyla da ürettiği şeye çok güvenme mail Hakkı) Şerafettin Yaltkaya’ya bir çok isim şansı yok. Bunu telafi ettikçe o yönde daha iyivar orda. Yani bildiğimiz, meşhur alanlarda yaye doğru bir gidiş olacaktır ve ben o konuda zan çizen Fuad Köprülü gibi önemli isimler var. umutluyum. İyiye doğru gidiyoruz inşaallah. Bu ilk deneme tabi ki belki devam etseydi çok farklı olurdu, Türkiye’de ilahiyat bir derinliğe Fakülteden devam edelim. İstanbul Ünisahip olurdu. Bizim yeni yeni fark etmeye çaversitesi İlahiyat Fakültesi çok eski, köklü lıştığımız bazı problemleri daha erken fark edebir geçmişe sahip. İstanbul ilahiyatın bu bilirdik. Çünkü bu isimlerin akademik özgüreski geçmişine dokunan, onu ihya etmeye lük alanı açıldığı ve o süreklilik kazandığında yönelik projeleriniz var mıdır? oranın çok iyi bir yöne doğru evrilebileceğini Evet, İstanbul İlahiyat işte bu biraz önce söyzannediyorum ama tabi ki şartlar öyle gelişmelediğim modern ilahiyatın Türkiye’deki ilk di. İstanbul İlahiyat Fakültesi ise İstanbul Ünidenemesi. 1900 yılından 1914’e kadar bir deversitesi’ne bağlı İlahiyat Fakültesi ise bir daha neme var, sonra 1914’ten 24’e kadar bir kesinti 1992’de kuruluyor. O arada İstanbul Üniversivar galiba. Bizim zaten yüksek öğretimimiz tesi’nde yüksek din öğretimi ve araştırması yavar, medreseleri ihya edersek zaten bunu halpan öğretim yok ama araştırma yapan bir bilim lederiz gibi çıkışlar olduğu için Daru’l-fünûn kurulu var Edebiyat Fakültesi’nin içinde, İslam içerisinde İstanbul ilahiyatın yerini çok sorguAraştırmaları Merkezi ya da İslam Tetkikleri layan, o zamanki adıyla Ulûm-i Dîniyye şubeEnstitüsü adıyla. Hatta dergisi de var, ilmi dersine ne gerek var diyen birçok güçlü sesler var, gisi var ve Zeki Velîdî Togan’ın, Muhammed şeyhülislam en başta olmak üzere. Dolayısıyla Hamidullah’ın ders verdiği, bazı oryantalistmedreseler ihya edilmeye çalışılıyor ya da molerin gelip orada araştırmalar yaptığı, dersler dernize, reformize edilmeye çalışılıyor. 1924’te verdiği bir platform oluyor orası. Aslında İstabi medrese kapatıldığında tekke de var kapatanbul Üniversitesi bir yerde bir yandan katkı tılan, artık geriye ilahiyat kaldığı için ilahiyat vermeye devam ediyor ama ilahiyat anlamında fakültesi bir yerde modern denemenin, moyani daha formel ilahiyat eğitimi anlamında bir BÜLTEN 2015 GÜZ ilahiyat eğitimi yok İstanbul Üniversitesi’nde. İlahiyat aslında pek bir atılım içerisinde değil, Belki bazı hocalar var, bazı dersler var o kadar. gelişme kaydetme noktasında çok cılız kalıyor. Ama formel ilahiyat eğitimi yok. Formel ilahiAncak 2006-2007’den sonra İstanbul İlahiyat yat eğitimi bildiğiniz gibi Ankara’da kuruluyor yeniden İstanbul Üniversitesi’ne yaraşır bir sonra Yüksek İslam Enstitüleri kuruluyor Milplatform olmaya çalışıyor ve tabi bu tarihlerli Eğitim’e bağlı, onlar da üniversite değiller den itibaren hem öğrenci sayısı hem öğretim tam olarak. Ta 1982’ye kadar. 1982’de ancak üyesi sayısı olarak çok hızlı büyüyor. İşte yedi üniversite içerisine alındıktan yıl diyelim, yedi sekiz yıl. Yedi sonra fakülte ismi alıyorlar. sekiz yılda çok hızlı büyüyor ve Bir gelişme bir merİşte Ankara 1971’de veya 72’de bu büyüme ile beraber tabii ki hale kaydedildi diye Erzurum’daki İslami İlimler çok sorunları beraberinde getiFakültesi’nin denemeleri var. riyor. Biz bir yandan tabi Türdüşünüyorum ve Bu ikisi, ama esas Türkiye’de kiye’deki bütün ilahiyatlarda şimdi bazı şeylerin ilahiyat fakültelerinin başlanyapılan, yapılmakta olanlardan zamanı geldi argıcı aslında Türkiye Cumhubağımsız değiliz. Oralarda olan tık. Bu hem güncel riyeti içerisinde 1924’ten çok şeyler aşağı yukarı bizi de bağsorularla ilgilenme 1982’dir. 80 ihtilali sonrasınlıyor ama biz şu anda İstanbul daki 82’de alınan bir kararla Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hem de daha fazla bir gece bütün Yüksek İslam olarak Türkiye’nin herhalde toplumun beklentiEnstitüleri ilahiyata çevrildi, büyüklük olarak ya 2.si ya 3.süleri doğrultusunda oradaki hocalar ilahiyatlarda yüzdür. Bilmiyorum tam sırayı toplumun sorulaöğretim üyesi haline dönüştüama 1.si Marmara’dır sayı olarüldüler. Budur ilahiyatın başrak ama 2. biziz veya 3. olabirını ve sorunlarına langıcı. Dolayısıyla biz bugün liriz. Bir şekilde ilahiyat faküldaha içerden daha işte 2015. Kaç yıllık bir tarihiteleri arasında ilk beşteyiz, sayı kökten daha can miz var? Demek ki 33 yıllık bir olarak, öğrenci ve hoca olarak. alıcı cevaplar bulma tarihimiz var aslında ilahiyat faTabi görece tarihimizin yeni külteleri olarak. Tabi burada İsolmasından kaynaklı fiziksel yönünde bir duruş tanbul İlahiyat, Marmara, Konmekanlarımızla ilgili sıkıntılahaline geldi diye düya, Erzurum, Kayseri, Bursa rımız var. İşte bir yandan fizikşünüyorum. Uludağ, İzmir gibi önemli bazı sel kampüs alanımızın genişlefakültelere kıyasladığımızda tilmesi projelerimiz var. Ama daha yeni bir şey. Yani 1982’de bunun yanında da işte daha değil 92’de kuruluyor fakat 92’den itibaren de kadrosuna derinlik kazandırmak ve programlaİstanbul Üniversitesi’nde bir süre bir direnç rını çeşitlendirmek adına birçok projemiz var. var, açmak istemiyorlar. O zamanki yönetim Şu anda fiilen hayata geçirdiğimiz projeler var. 96’ya kadar da öğrenci almıyor. 96’da aldıkİngilizce ve Arapça yüksek lisans programları, tan sonra da hep gelişmesi önünde birtakım İslam iktisadı ve finansı yüksek lisansı, iktisat engeller var, işte 28 şubat giriyor araya falan. fakültesi ile ortak açtığımız programlar var. 2005-2006’lara belki 2007’lere kadar İstanbul Şimdi tıp fakültesiyle ortak bir biyoetik ve İslaEDEPBÜLTEN 40 EDEPBÜLTEN 41 BÜLTEN 2015 GÜZ mi açıdan eğitim sorunları gibi birtakım şeyler olmasa bile bir gelişme bir merhale kaydedildi diye düşünüyorum ve şimdi bazı şeylerin zadüşünüyoruz. İnşallah biraz daha kapsamlı bimanı geldi artık. Bu hem güncel sorularla ilgiyoetik, helal gıda konusunda da üniversitenin lenme hem de daha fazla toplumun beklentileri ilgili birimleriyle işbirliği yapma niyetimiz var. doğrultusunda toplumun sorularını ve sorunBununla ilgili birtakım planlar yürüyor. Bu tür larına daha içerden, daha kökten, daha can alıcı projelerle bir yandan hem fakültenin alt yapıcevaplar bulma yönünde bir duruş haline geldi sını hoca kadrosu anlamında zenginleştirmek diye düşünüyorum. Şimdi bu noktadan sonra ve öğrenci kalitesini artırmak bir yandan da bu belki de şu anda başlayan veya bir yandan yadeğişik programlarla program çeşitliliği sağlapılan veya yapılmakta olan şeylerden birisi işte yarak Türkiye’de ilahiyatın toplumun soruları bizim biraz önce söylediğimiz İslam iktisadı ve sorunlarıyla ile ilgilenir bir zemin haline ve finansı programımız. Megetirilmesi gibi birtakım çasela iktisat fakültesinden veya balarımız var. İnşallah başarılı değişik branşlardan öğrencileKadın akademisyen oluruz. rin İslam iktisadını öğrenmek olmak nasıl bir şey üzere doğrudan İslam hukuolacak bu camiada İnşallah. kunu ve İslamî temelleri, İslam onu bilmiyorum, alanlarını öğrenmeye yönelik Sizlerin de desteğiyle. yeni imkanları veren bir progonu göreceğiz hep ram oluşturmaya çalışıyoruz. Sonraki sorum şuydu asberaber yaşayarak Bu tabi inter-rdisiplinerlikte lında, Onu da cevaplamış göreceğiz. Ama ben somut adımlardan biri oldu gibi olduk. Son zamanlarda ama biraz önce söylediğim o çok olumlu katkılar yükselen inter-disipliner biyoetik ya da helal gıda üzeriakademik çalışma eğilimi sağlayacağını, bine mutlaka üniversitenin başka var. Bu bağlamda İslam zim fakültelerimize branşlarıyla ortaklaşa yapılhukukunun ilgi sahasına daha farklı bir renk ması gerekiyor. Şimdi ilahiyat hangi disiplinler girer ve fakültelerinin şöyle bir şeyi var. vereceğini diye düşüEDEP’e bu noktada hangi Yıllarca, ilahiyat üniversitenin görevler düşmektedir? nüyorum. adını taşısa da biraz dışarıda bıEvet rakılmışlık hali vardı. Şimdi ilahiyatın kendisini bir üniversite gibi en azından sosyal bilimler alanında, beşeri İktisat dedik, tıp dedik. bilimler alanında bir üniversite gibi -kendini İlahiyatlar şimdiye kadar daha çok İslam öğinşa ettiğini görüyoruz. Aslında hemen herencilerini yetiştirme üzerine odaklanmışlardı. men her alanda yani sosyal bilimlerin değişik Yani temel eğitim, temel formasyon bu bağbranşlarında; felsefe, eğitim, akla gelebilecek lamdaydı. Kaybedilen şeylerin kazanılmasına sosyal bilimlerin her alanını siz ilahiyatta okuodaklanmışlardı. Tabi bu yüzden de güncel yabiliyorsunuz. Bu mesela ilginç bir şey ama olaylar, sorular, sorunlar üzerine çok fazla eğilebu da bir yandan avantaj gibi görünse bile bir miyordu. Ama artık Türkiye’de ilahiyat eğitimi yandan dezavantajdır. Çünkü ilgili fakültelerin belli bir noktaya geldi. Bir olgunluk, olgunluk BÜLTEN 2015 GÜZ ilgili branşların her birini ilahiyat fakültesinin Efendim son olarak kadın akademisyeniçinde üretmek önemli, ilahiyat öğrencisine lik meselesine dair bir şeyler … bir katkı veriyor gibi görünebilir ama öte tarafNiye ben söyleyeyim, siz söyleyin. Kadın akatan o alanların çok sağlam ve kaliteli biçimde demisyenlik... Yani şimdi denenmemiş bir ilahiyatta verilmesinin önüne engel olabilir. şeyden bahsediyoruz. Tabi ilk defa İslam dünYani böyle bir risk de var, benim şu an yaşadıyasında ilahiyat alanında kadın akademisyen ğım şeylerden biri de bu. Yani kastım şu; din çok azdı, çok sınırlıydı. Son yıllarda biraz da psikolojisi, din sosyolojisi, din eğitimi, din fel28 Şubat’ın getirdiği şartların bir yerde etkisi sefesi gibi alanların bu ikinci kısmı yani psikodiyelim. Çok başarılı kız öğrencilerimiz oldu loji, sosyoloji, felsefe gibi alanlarda o branşlarla ilahiyatlarda ve Türkiye’deki değişime paralel bir işbirliği içinde, ilgili disiplinin öğretildiği olarak bu kızlarımız okuduktan sonra evlerine bölüm veya fakülteyle daha sıkı işbirliği içeridönmemeye karar verdiler. Türkiye’deki değisinde yürütülmesi lazım. Burada bir handikap şimin de bir uzantısı artık, aileler de böyle bir var, işte bunu aşmamız lazım. İnter-disiplinerbeklenti içerisinde. Yani daha önce aileler işte lik işte o açıdan çok önemli. Aslında ilahiyat eğitimimiz zaten inter-disipliner, bununla ilsen git oku ama hemen gel evlen, şunu yap, bunu gili hiçbir tereddüt yok yani yap, işte gel evinde veya daha hemen hemen Türkiye’deki özel bir alanda bir şey yap gibi Kadın akademisbütün eğitim ve bölümleri dübir yaklaşım içerisindeyken şünürseniz en inter-disipliner yenlik... Yani şimdi daha tutucuyken bugün aiprogram ilahiyat programı. leler çok daha farklı beklendenenmemmiş bir şeyAma inter-disiplinerlik aynı ti içinde, kız çocuklarından den bahsediyoruz. zamanda bu disiplinlerin her da fazla beklenti halindeler. birinin hakkını verme anlaDolayısıyla bizim camiada mında bir mana taşırsa o zada son yıllarda özellikle başörtülü hanımların man çok önemlidir. akademisyenliğe çok ilgi duyduklarını artık EDEP’e de bu anlamda ne düşüyor? EDEP vb. görüyoruz. İlahiyatta da oldukça sayıları artkurumlarda ilahiyat eğitiminde yeterince yatı, yani ilahiyatlarda herhalde zannediyorum pılamayan bazı şeyler var. Onlar da nedir? İşte yaklaşık beş, on yıla kadar yardımcı doçent, üniversitenin aslında yapması gereken araştırdoçent, profesör düzeyinde oldukça akademisma, birtakım projeler, atölye çalışmaları ve yeni yen göreceğiz ama bu bir ilk olacak, yani bu araştırma alanlarının açılması. Üniversitelerde, yaygınlıkta ilk defa karşılaşacağımız bir şey. Bu ilahiyat fakültelerinde bunu yapamıyoruz. Temel yüzden kadın akademisyen olmak nasıl bir şey sebebi de öğrenci sayısının artmış olması -bu olacak bu camiada onu bilmiyorum, onu göciddi bir problem- ders yüklerinin artmış olması receğiz hep beraber yaşayarak göreceğiz. Ama hocaları ciddi anlamda engelliyor. İşte belki bu ben çok olumlu katkılar sağlayacağını düşünüdışardan birtakım kaynaklar ve fonlar oluşturayorum. Bizim fakültelerimize daha farklı bir rak yeni alanlar, yeni projelerin geliştirilmesi inrenk verecektir diye düşünüyorum. ter-disipliner çalışma imkanlarının oluşturulması anlamında katkı verilebilir özellikle. Oralara odaklanılması gerektiğini düşünüyorum. Teşekkür ederiz hocam, sağolun. EDEPBÜLTEN 42 uluslararası islamî ilimler yaz okulu Tuba Erkoç & Merve Özdemir İhtisas Programı Koordinatörleri & M.Ü.İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Araştırma Görevlisi/ S.Ü.İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Araştırma Görevlisi EDEP Merkezi İhtisas Birimi 10 Ağustos-11 Eylül 2015 tarihleri arasında “Advanced Islamic Studies Summer School (Uluslararası İslami İlimler İhtisas Yaz Okulu)” adıyla yoğunlaştırılmış bir program tertip etmiştir. Türkiye, ABD, Mısır, Ürdün, Almanya ve Kanada gibi çeşitli ülkelerden 25 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen programda ileri düzeyde İslamî ilimler seminerleri verilmiştir. Eğitim dilinin Arapça olduğu bu yaz okulunda dersler hafta içi sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki bölüm halinde EDEP Merkezi’nde (Hırka-i Şerif) yapılmıştır. Organizatörlüğünü Mariam Sheibani’nin yaptığı, koordinasyonunu ise EDEP Merkezi İhtisas Birimi adına Tuba Erkoç ve Merve Özdemir’in sağladığı programda Türkiye ve Ürdün’den alanında öne çıkan Dr. Emced Reşit, Prof. Dr. Bilal Aybakan, Dr. Ahmed Snober, Maşuk Yamaç, Dr. Mahmud al-Mısri, Prof. Dr. Murteza Bedir, Prof. Dr. Recep Şentürk gibi hocalar ders vermiştir. Kelam alanında Şerhu’l-Akâid, hadis usulünde Tedrîbu’r-Râvî, furu fıkıhta el-Lübab ve el-Miftâh, usul-i fıkıhta Semtu’l-Vusûl ve Ğâyetu’l-Vusûl adlı klasik eserlerden bölümler okunmuştur. Ayrıca tahric, tasavvuf, İhya okumaları ve Osmanlı siyaset düşüncesi dersleri de yapılmıştır. Yine Abdülhakîm Enîs tarafından bir hadis dersi verilmiş ve ders sonunda katılımcılara icazet takdim edilmiştir. Bu programda Salih Ekinci Hocaefendi ile özel bir ders de gerçekleştirilmişir. Hafta sonları ise katılımcıların İslam medeniyeti ve kültürüne aşinalığını artırmak adına kültür gezileri düzenlenmiştir. Tarihi mekanların yanı sıra Valide Atik Medresesi, Özbekler Tekkesi, İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) gibi önemli ilmi mekanlar da ziyaret edilmiştir. Program sonunda ise bir kapanış toplantısı gerçekleştirilerek katılımcılara sertifikaları takdim edilmiştir. EDEPBÜLTEN 43 megapixelina - fotolia.com BÜLTEN 2015 GÜZ Bu yıl ilki gerçekleştirilen ve her yıl tekrarlanarak geleneksel hale gelmesi hedeflenen bu yaz okulu programının katılımcıları şu şekilde olmuştur: • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • EDEPBÜLTEN 44 Layan Abdulhadi, Ürdün Üniversitesi Niaz Ahmad, Bezmialem Üniversitesi Tabraze Azam, Leicester Üniversitesi Büşra Beşikçi, İstanbul Üniversitesi Naeel Cajee, Harvard Üniversitesi Tuba Erkoç, Marmara Üniversitesi Bassem Ghamian, McGill Üniversitesi Ibrahim Hourani, el-Ezher Üniversitesi Imtiyaaz Isaacs, el-Ezher Üniversitesi Said Salih Kaymakçı, Georgetown Üniversitesi Maariyah Lateef, Boston Üniversitesi Rosabel Martin-Ross, Georgetown Üniversitesi Khaled Mowad, Harvard Üniversitesi Mustafa Muse, el-Ezher Üniversitesi Merve Özdemir, Sakarya Üniversitesi Ebadur Rahman, Columbia Üniversitesi Hatice Sak, Sabahattin Zaim Üniversitesi Feryal Salem, Hartford Seminary Noura Shamma, Amman Teacher of Islamic Studies Mariam Sheibani, Chicago Üniversitesi Sohaira Siddiqui, Katar Georgetown Üniversitesi Yumna Siddique, Boston Üniversitesi Aaron Spevack, Colgate Üniversitesi Mustafa Styer, Oxford Üniversitesi Naoki Qayyim Yamamoto, Kyoto Üniversitesi BÜLTEN 2015 GÜZ Dr. Esra Albayrak’ın Açılış Konuşması Fatma Ateş, EDEP İhtisas Öğrencisi & Marmara Ünv. İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Yüksek Lisans Bu yaz EDEP Merkezi ilk defa düzenlenen Uluslararası İslami İlimler İhtisas Yaz Okulu sebebiyle daha da yoğundu. Çeşitli ülkelerden gelen katılımcıları ağırlamak ve yaz okulunun açılışını yapmak üzere Dr. Esra Albayrak EDEP’i teşrif etti. Hocamızın önemli hususlar içeren konuşmasını sizlerle paylaşalım istedik. Sayın Hocalarım, meslektaşlarım ve kıymetli arkadaşlar, Öncelikle Amerika, Japonya, Mısır, Suriye, Ürdün ve Katar gibi ülkelerden ilim öğrenme coşkusu ile gelen misafirlere hoş geldiniz deyip, EDEP ailesi olarak sizleri misafir etmekten onur duyduğumu ifade etmek istiyorum. Bu vesile ile yaz programının düzenlenmesinde emeği geçen EDEP ailesine ve bilhassa Prof. Dr. Recep Şentürk’e yoğun çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Sizlere onun selamını ve en kısa zamanda görüşme dileğini getirdim. Kendimi tanıtarak başlayayım. Ben bir sosyoloğum. Amerika’da İndiana Üniversitesi’nde Tarih ve Sosyoloji alanında master, California Üniversitesi’nde de yine Sosyoloji dalında Türk Seküler Devlet Politikasının Dini Eğitime Yansımaları üzerine doktoramı yaptıktan sonra bir süre akademiye ara verdim ve birtakım eğitim ve hayır vakıflarının yönetim kurulunda yer aldım. EDEP’in hamiliğini yapan TÜRGEV’in de kurucu üyelerinden biri olarak, asırlardır sevgili Peygamberimiz’in hırkasının muhafaza edildiği Hırka-ı Şerif Camii’nin hemen yanı başında böyle güzel bir programa ev sahipliği yapabilmekten dolayı Allah’a şükrediyorum. TÜRGEV, 1996 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, okumak üzere evlerinden ayrılmak zorunda kalan kız öğrenciler için güvenli ve konforlu bir barınma imkanı sağlama amacı ile kuruldu. Güvenli barınma imkanının olmaması, başta dindar ailelerde olmak üzere kızların okumalarının önünde bir engeldi. Bundan dolayı TÜRGEV, öğrencilerin entellektüel ve manevi ihtiyaçlarına yönelik faaliyetlerde bulunup, kariyer ve dini yaşantı arasında bir tercih yapmak zorunda kalmayan eğitimli hanımların sayısını arttırmayı amaçlamıştır. EDEPBÜLTEN 45 BÜLTEN 2015 GÜZ Son beş yılda TÜRGEV yeni eğitim faaliyetleri başlatmıştır. Bunlardan biri pilot uygulamada olan Montessori okulu, bir diğeri de 2013’te açılan EDEP programıdır. EDEP, kız öğrencilere yönelik olup, lisans ve lisansüstü çalışmalarının yanında İslamî ilimler ile sosyal bilimlerde eğitim görüp, geleneksel ve modern çalışmaları meczeden ve böylece güncel konulara ışık tutabilen akademisyenler yetiştirme gayesi güdüyor. TÜRGEV’in şu an üzerinde çalıştığı bir diğer proje ise Uluslararası İbn Haldun Üniversitesi’dir. Üniversite, toplumu kalkındırmak ve zamanın hastalıklarını iyileştirmek isteyen sosyal bilimci akademisyenlere hizmete yönelik olup iki sene içerisinde açılmayı beklemektedir. Bu yaz kampında tıp, hukuk, siyasal bilimler, İslamî ilimler gibi çeşitli alanlardan katılımcıların bulunmasına çok sevindim. Bu akademik ve kültürel çeşitlilik eminim derslerdeki tartışmalara ve müzakerelere bir derinlik katacak ve umarım gelecekte meslektaşlar arasında verimli bir dayanışmaya vesile olacaktır. Umarım bu yaz kampı klasik İslam kaynaklarında derinleşmenizi, ama aynı zamanda da hem İslam dünyasında, hem de genel olarak dünyamızda olan güncel meselelere ışık tutmanızı sağlar. Sizin de bildiğiniz gibi Allah (cc) ve Resul’u (sav) faydalı ilmi yüceltmiştir. Peki faydalı ilim nedir? Faydalı ilim yaratıcıya yakınlaştıran ilimdir, daha genel bir ifade ile günümüz manevi hastalıklarını tedavi eden ilimdir. Postmodern kadın ve erkekleri entellektüel çıkmazdan çıkaracak olan ilimdir. Bu yüzden unutulmuş olan ilim geleneğimizi tekrar hayata geçirme vakEDEPBÜLTEN 46 tinin geldiğini düşünüyorum. Önce geleneğimizle tekrar bağımızı kurmamız, sonrasında da güncel meselelerle yüzleşmemiz gerek. Radikalizmin İslam ile bağdaştırıldığı, DAESH adında bir terör örgütünün Müslümanların akıllarını ve duygularını yönlendirdiği bir dünyada, Müslüman öğrenciler ve akademisyenler olarak İslam’ın gerçek imajını göstermede üzerimize çok büyük sorumluluk düşüyor. Günümüz bilgi kaynaklarında İslam’ın hakiki yüzünü göstermek için yollar bulmamız lazım. Bizler uzun yıllar okuyarak, düşünerek, yazarak elde edilen bilgilerimize göre hareket eden bir akademisyen olmayı amaçlamalıyız. Öyle bir akademisyen ki, zamanının sorunları ile ilgilenen ve bunları gelenekten kopmadan ancak toplumsal gerçekleri de göz önünde bulundurarak gidermeye çalışan bir akademisyen. Bugün bizim için asıl zorluk, salt teorik çalışmalarla yetinmeyip, aynı zamanda var olan sosyal olgu ile de bağlantılı olmaktır. Benim size tavsiye edeceğim ise hikmet arayışıdır. Hikmet nedir? Hikmet, eşyanın hakikatini bilmek ve bunun ihtiyaçlarına göre hareket etmek. Bu nedenle hikmet nazarî ve amelî olarak ikiye ayrılmıştır. Bilgelik, bir şeyi yerli yerince yapmak olduğu kadar cahilce davranmaktan alıkoymaktır da. Elbette ki pratik, kişinin istidadına göredir. Benim niyazım, bu programın hikmetli, ilmi amel ile bütünleşmiş akademisyenler yetiştirmesidir. İstanbul’a bir kez daha hoş geldiniz. Buraya gelerek, 15. yüzyıldan beri Mısır, Suriye, İran, Türkistan gibi ilim ve kültür merkezi olan ülkelerden İstanbul’a ilim öğrenmeye gelen alimler halkasına sizler de dahil oldunuz. Buradaki zamanınızın güzel geçmesini diliyorum. İrtibatta kalmak ümidi ile Allah’a emanet olunuz. Şeyma Nur Temel, EDEP Araştırmacısı & Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi 10 Ağustos-11 Eylül tarihleri arasında EDEP’te Uluslararası İslami İlimler Yaz Okulu’nun ilki düzenlendi. Almanya, Amerika, Japonya, Katar, Kanada ve Mısır’dan, bir grup akademisyenin katıldığı bu yoğun programda hem yurt içinden hem yurtdışından, İslamî ilimlerde alanında öne çıkmış isimler dersler verdi. Merkezimizin hocalarından Recep Şentürk, Murteza Bedir ve Ahmed Snobar’ın yanı sıra bu program dâhilinde aşağıda kısaca tanıtılan kıymetleri hocaları misafir ettik. Maşuk Yamaç İslamî ilimlerde birçok önemli âlim ve şeyhten icazeti olan Maşuk Yamaç Hoca 1978’de Diyarbakır’da doğdu. İlk eğitimini babası Seyda Şeyh Nuri’den aldı ve eğitimine Diyarbakır Çelebi Eser Kuran Kursu’nda hafızlık yaparak devam etti. Konya’da medrese eğitimine başladı; Seyda Molla Muhammed Salih Ekinci Hoca’dan İslamî ilimleri, Diyarbakır’da Seyda Molla Muhammed Nur Orak hocadan da medrese müfredatındaki aklî ve naklî ilimlerde önemli ilmî kaynakları okudu ve burada hocası gözetiminde bir yıl ders verdi. Daha sonra Şam’da Şeriat Fakültesi’nde eğitim aldı. Seyda Şeyh Muhammed Emin Er hocanın irşad ve tevcihinden istifade ederek ondan tefsir, fıkıh ve tasavvuf metinleri okudu. Diyarbakır’a döndükten sonra kurduğu Dil, Bilim ve Kültür Araştırmaları Derneği bünyesinde kendi medresesini kurarak dersler verdi. 2009’da İstanbul’a yerleşip İSAR ve İSM’de dersler vermeye başladı. Hâlâ burada ilmî faaliyetlerini sürdürmektedir. Dr. Amjad Rashid Şâfiî mezhebi ve fıkıh usulü alanına eğilen Amjad Rashid, İslam Hukuku’nda ihtisas yaptı. Amman, Şam ve Tarim’de klasik ilimlerin peşinden koştu ve, İslam Hukuku, Arapça, Mantık gibi dersler aldı. Ürdün Üniversitesi’nde doktorasını tamamladıktan sonra Tarim’de, Hadramevt’te Şâfiîlerin müftüsü Şeyh Muhammed ibn Ali el-Hatip gibi önde gelen âlimlerden ders almaya devam etti. Yemen’de İslam hukuku bölümünün başkanlığını yaptığı Ahkaf Üniversitesi’nde sekiz yıl süresince İslam Hukuku ve Fıkıh Usulü alanında ders verdi. Halen İslamî İlimler Üniversitesi’nde ve kendi enstitüsü olan Babu’l-Kurb’da ders vermektedir. İslam Hukuku alanında yayınlanmış eserleri vardır. Prof. Dr. Bilal Aybakan 1963 yılında Şanlıurfa’da dünyaya geldi. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre Giresun’da öğretmenlik yaptı. 1989’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı. Aynı üniversitede 1990’da “İslam Hukuku’nda Vekâlet Sözleşmesi” başlıklı tez ile yüksek lisansını, 1996’da “İslam Hukukunda Borçların İfası” adlı tez ile de doktorasını tamamladı. 2002 yılında doçent, 2007’de profesör unvanını aldı. Halen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. İslam Hukuku’nda Borçların Îfâsı, İslam Hukuku’nun Oluşum Sürecinde İcma, İmam Şafi ve Fıkıh Düşüncesi’nin Mezhepleşmesi başlıklı eserleri yayımlanmıştır. Ayrıca TDV İslam Ansiklopedisinde pek çok maddenin yazarlığını yapmıştır. EDEPBÜLTEN 47 BÜLTEN 2015 GÜZ Yaz Okulu Hocalarımız BÜLTEN 2015 GÜZ Dr. Mahmud Masrî 1961’de dünyaya gelen Mahmud Mısrî Hoca, şeyh Abdurrahman Şağurî, muhaddis ve müfessir imam Abdullah Siracüddin, Dr. Nureddin Itr gibi pek çok önemli âlimin talebesi oldu. Lisan eğitimini Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde, yüksek lisansını da aynı üniversitede hadis ilimlerinde tamamladıktan sonra doktorasını Halep Üniversitesi’nde bilim tarihinden aldı. Aynı zamanda tıp eğitimini de tamamlayıp çocuk doktorluğunda uzmanlık elde etti. Halep Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde eğitim heyeti üyeliğinde ve vakıf ofisi müdürlüğünde bulundu. Şu an Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde öğretim üyesi, İSAM’da araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca, Kahire’de Arapça Eğitim ve Araştırma Merkezi’nde tez danışmanlığını sürdürmektedir. Tıp tarihine dair yayınlanmış eserleri ve tahkik çalışmaları vardır. Dr. Abdulhakim Muhammed Enis Abdulkerim Debban, Muhammed Yasin el-Fadanî ve Ebu’l-Hasen en-Nedvî gibi önemli âlimlerden ders aldı. Doktorasını Bağdad Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde Kuran ilimleri ve tefsir felsefesi üzerine tamamladı. İslam Üniversitesi’nde, San’a Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde, Bağdad Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde, Dubai’de İslami İlimler ve Arapça Fakültesi’nde ders verdi. Ahmediye dergisi yayın kurulu müdürlüğünü yapmaktadır. Ayrıca “Kur’ân-ı Kerîm surelerinin konulu tefsiri” başlıklı bir projenin takip ve planlamasından sorumlu heyetin bir üyesidir. İslamî ilimler alanında yayınlanmış pek çok eseri ve tahkik çalışması vardır. Mariam Sheibani (Koordinatör) Carleton Üniversitesi’nde İnsan Hakları bölümünde lisans, Hukuk bölümünde “Islam and Human Rights: Discursive Traditions in Dialogue” başlıklı teziyle de yüksek lisansını tamamladı. Şu an Chicago Üniversitesinde, Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri bölümünde doktora eğitimini sürdürmektedir. Dr. Feryal Salem (Koordinatör) Chicago Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Halen Hartford Seminary’de İslami Metinler ve Hukuk bölümünde doçenttir. İslamî Din Hizmetleri Eğitim Programı’nın yönetici yardımcılığını sürdürmektedir. EDEPBÜLTEN 48 Khaled Mowad, EDEP Summer School &Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2015 yazında EDEP’te aldığımız yaz okulu hayatımda tercübe ettiğim en memnuniyet verici şeylerden biriydi şüphesiz. Harvard Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun olmuş biri olarak Recep Şentürk’ün himayesinde edindiğim bu tecrübe hukukî eğitimimin en parlak anlarındandı. Hocalarımız, yalnızca gerçek mütehassıslarının yapabileceği şekilde İslamî ilimlerdeki sentezi vurgulayarak hukuk, teoloji, hadis alanlarında farklı konuları birbirine bağlıyorlardı. Ve böylece yazın sonunda her şey birbiriyle rabt olmuş şekilde İslamî ilimlerin derinliklerinde daha zengin, daha nâfiz bir anlayışa sahip oldum. Bu çalışma şer’î ilimlerin şeklî bir çalışmasından ibaret değildi elbette. Müslüman filozofların bilgi felsefesine yapılan bir atıfla başlayan günün, aynı gece insan hakları ve İslam konusundaki canlı tartışmalarla bitmesi işten bile değildi. Bunların pek tabi hiçbiri boşlukta kalmıyor, Fatih’teki şiirsel aynı zamanda tempolu gündelik yaşamın harmonisi içinde devam ediyordu. Aslına bakarsanız bu kozmopolit şehrin ortasında, manevî mirasına sahip insanlarla yaşamak bile tedrîsin bir parçasıydı. EDEP’teki bu yazı hayırla yad ediyor, Allah’ın izniyle kurulmuş bu bağların bereketinin bâkî kalmasını temenni ediyorum. Naoki Qayyim Yammamato, EDEP Summer School & Kyoto Üniversitesi, Asya ve Afrika Çalışmaları Doktora Öğrencisi Geleneksel ilmin macerası ilgimi çeken şeylerden biri. EDEP de klasik ilmin modern ilmin aslî bir unsuru olduğunun farkında olan enstitülerden. Buradaki derslere hoş bir Ağustos sabahı başladım. Ilık gün ışığı, Japonya’nın sıcağından kaçıştı benim için. Derslerden önce etrafa göz atarken ‘EDEP medeniyetimizi ihya projesidir’ sözü ilişti gözüme. Bu basit cümle, medeniyetimizin ne olduğunu sorgulamaya itti beni. Bundan kasıt Osmanlı ise eğer, ben bir yabancıydım. Madem uluslararası bir programdaydık; ben, Amerika’lı, Afrika’lı ve Alman arkadaşlarım bunun neresinde duruyorduk? Fakat açılış konuşmasında hoca, dünyanın her yerinden sayısız insanın İstanbul’a ilim öğrenmek için geldiğini ve bunu ihya etmek istediklerini söyleyince anladım ki yabancı değilim. Benim onların ilmine ihtiyacım olduğu kadar onların da bana ihtiyacı vardı… Aldığımız İslamî ilimlerin yanı sıra Recep Hoca, verdiği Osmanlı Siyasî Düşüncesi dersinde Silsile ve Fıkh’ın İslam medeniyetinin özü olduğundan bahsetti. İlim peşinde koşanlar bu kutlu ilim silsilesine dahil olarak bir hocanın himayesinde çalışmalıydı. Bununla beraber fıkh öğrenerek kendini anlamaya yönelen insan Rabbini anlayacaktı, ‘men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû’da olduğu gibi. Zira ilim; bütünü anlamak için dün, bugün ve geleceğin gözardı edilmediği küllî bir varlıktı. EDEPBÜLTEN 49 BÜLTEN 2015 GÜZ Yaz Okulu Deyince... BÜLTEN 2015 GÜZ Salih Ekinci Hoca’dan Akaid Dersi Şeyma Özdemir, EDEP Araştırmacısı & Marmara Üniversitesi İktisat Tarihi Yüksek Lisans EDEP Merkezi’nin düzenlediği ve yurtdışından pek çok akademisyenin katıldığı Yoğun Yaz Programı’na Salih Ekinci Hocaefendi de verdiği Akaid dersleriyle iştirak etti. 21-22 Ağustos’ta olmak üzere iki ayrı oturum halinde düzenlenen derslerden ilki Akaid meseleleri üzerine Salih Hoca’nın genel bir değerlendirmesi ve bunlara dair soru-cevap şeklinde gerçekleşirken ikinci oturum Eş’ariyye mezhebinin görüşlerini ihtiva eden Cevheretü’t-Tevhid metnini okuma ve şerh etme şeklinde gerçekleşti. İlk gün yaptığı konuşmasına Ehli Sünnet akidesinin tek oluşuna dair vurgusuyla başlayan Hocamız, İmam Maturidi’nin veya İmam Eş’ari’nin akidesinin olamayacağı; bilakis onların sadece Ehli Sünnet akidesinin yorumcuları, destekçileri ve açıklayıcıları olabileceğini belirtti. Bu bakımdan akidenin tek, meselelerin ise çok olduğuna dikkat çekti. Derse iştirak edenler; selefilik, mukallidin imanı, felsefe ve kelam, Allah’ın sıfatlarının akılla bilinmesi, Şia ile ilişkiler, hüsn-kubh gibi birçok mesele ile alakalı sorularına aldıkları cevaplardan ve Cevheretü’-t-Tevhid okumalarından hayli müstefîd oldular. Allah Salih Hoca’nın ilminden istifade edenlerin sayısını artırsın. EDEPBÜLTEN 50 BÜLTEN 2015 GÜZ Aclunî İcazeti Büşra Beşikçi, EDEP 2. Sınıf & 29 Mayıs Üniversitesi İslam Hukuku Yüksek Lisans Öğrencisi EDEP’in bu yaz gerçekleştirdiği eğitim programı çok çeşitlilik gösterir mahiyette idi. Arkadaşlarımızın bir kısmı Ürdün’e dil eğitimi amaçlı yolculuk yapmış iken bir diğer kısmı da mutad yoğun yaz programının takipçileri oldular. EDEP bünyesinde gerçekleştirilen bir diğer program ise ABD’den bir grup öğrencinin iştirakiyle gerçekleştirilen “Yaz Okulu” projesi idi. Yaz okulu beş haftadan oluşmak üzere iki bölüm şeklinde düzenlendi. Dersler Arapça olarak işlenip gerekli görülmesi durumunda İngilizce açıklamalarla desteklendi. İlk iki buçuk haftalık bölümde ağırlıklı olarak Kelam ve Usul-i Hadis ilimleri üzerine çalışmalar yapılıp Osmanlı Siyasî Düşüncesi ve Tasavvuf dersleri görüldü. Kelam dersinde Mâturîdî ve Eş’arî geleneğin bir arada sunulduğu Şerhu’l-Akaid ( Taftazani tarafından Ömer Nesefî’nin Metnü’l-Akaid‘ine yapılan bir şerhtir ) isimli eser ele alındı. Maşuk Yamaç Hoca denetiminde yönetilen dersler İlahiyyat bahsi kapsamında yürütüldü. Salih Ekinci Hoca ile Cevheretü’t-Tevhîd isimli kelamî manzume kısa izahlı bir şekilde okundu. Hadis Usulü dersinde ise Mahmud Mısrî Hoca’nın refakatinde Suyûtî’ye ait Tedrîbu’r-Ravi Şerh-i Takrîbi’n-Nevevî adlı eser takip edildi. Eser müellifin mukaddimesinden başlanarak Tedlîs bahsine kadar işlendi. Ayrıca Mahmud Mısrî Hoca ve Dr. Abdulhakim Muhammed Enis ile beraber Erbain-i Aclunî okundu ve bu kitabın rivayetine dair öğrencilere icazet veril- di. Tasavvuf dersleri de Mahmut Mısrî Hoca tarafından Özbekler Tekkesi’nde verildi. Dersler, hocanın İslam tasavvuf klasiklerinden kesitler eşliğinde ilerleyen sohbetiyle program boyunca devam etti. Osmanlı Siyasî Düşüncesi isimli ders Recep Şentürk Hoca tarafından verilip, soru cevaplı bir şekilde sohbet havasında gerçekleştirildi. Programın ikinci kısmı fıkıh merkezli bir seyir gösterdi. Katılımcılara kendi mezheplerine yönelik çalışma imkanı verilerek Şafii ve Hanefi eserlerin işlendiği müstakil sınıflar oluşturuldu. Hanefi furu’ fıkhı Bilal Aybakan Hoca’nın denetiminde el-Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb isimli eserin Buyu’ bahsi işlenerek gerçekleştirildi. Hanefi usulü ise Murteza Bedir Hoca tarafından Semtü’l-Vüsûl ila İlmi’l-Usûl isimli eserden hareketle işlendi. Şafii furu’ fıkhında Miftâh-ı Lübâbü’n-Nikah isimli eser bütünüyle, usul-i fıkıhta ise Ğayetü’l-Vusûl ila Lübbü’l-Usûl isimli eser Mukaddimât kısımlarıyla Amjad Rashid Hoca eşliğinde okundu. Ahmad Snobar Hoca ile beraber hadis tahrîc metodlarına yönelik çalışmalar yapıldı. Böylece yaz programı bol istifadeli bir şekilde hitama erdi. EDEPBÜLTEN 51 BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA Hamza Yusuf ’un EDEP Ziyareti Zeynep Çilingir, Modern Arapça Koordinatörü &Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Yüksek Lisans Hamza Yusuf: Elhamdülillahi rabbü’l-alemin, Recep Şentürk hocayla ilk defa İstanbul’da İSAR’da tanıştım. Kendisi doktorasını Columbia Üniversitesi’nde yapmıştır. Ve İstanbul’da EDEP gibi eğitim merkezlerini yaygınlaştırmaya çalıştırmaktadır. EDEP aslında çok önemli bir konsept. Edebin yok oluşu, toplumun öndersiz kalmasına sebep olmuştur ve dolayısıyla ilim de yapılamaz, üretilemez hale gelmiştir. Bilgi edinme araçları ve bilgi üretme konusunEDEPBÜLTEN 52 da bir krize girilmiştir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Recep Şentürk: Osmanlı kültüründe edebin ayrı bir yeri vardır. İlimden önce edep gelir ve bir ilim meclisine girilmeden önce edep öğrenilir. Celâleddin Rûmî mesnevisine “Bişnev” diye başlar, yani “dinle”. Bizim geleneğimizde dinleme âdâbı vardır, soru sormak ayrı bir edep ister. Bizim hedefimiz akademisyen yetiştir- BÜLTEN 2015 GÜZ mek değil alim yetiştirmektir ve ulema Rasûlullah’ı örnek alarak tam bir edep üzere olmalıdır. MİSAFİR AĞIRLAMA İsa Bey: Entelektüel ve alim arasındaki fark nedir? Recep Şentürk: Bu çok önemli bir konu. İlim adamları sınıf sı- Hamza Yusuf: EDEP aslında çok önemli bir konsept. Edebin yok oluşu, toplumun öndersiz kalmasına sebep olmuştur ve dolayısıyla ilim de yapılamaz, üretilemez hale gelmiştir. Bilgi edinme araçları ve bilgi üretme konusunda bir krize girilmiştir. nıftır. Öteden beri alim ve arif tesmiye edilen iki sınıf vardır. Alim ilimlerle, nazarla meşgul olur, arif ise tezkiye ve tasfiye ile ilgilenir. Osmanlı ulemasından Taşköprülü’ye göre ilim; nazar ve tasfiye ilmi olmak üzere ikiye ayrılır. Fıkıh, felsefe gibi ilimler nazarla ilgilidir; tasfiye ilmi ise edep, ahlak ve Allah’ı bilmekle alakalıdır ve bunların her biri bir diğerine ulaştıran ilimlerdir. Burada yapılan hata her iki ilmi birbirinden ayırmak ve birini diğerine üstün görmektir. Bu ilimleri elde etmeye başlayanlar daha ilim yolculuğunun başında diğer ilim türünü gereksiz bulurlar ama tamamladıklarında fark ederler ki ikisi de birbirini tamamlayıcıdır. Modern dönemin başlangıcıyla beraber yeni bir sınıf ortaya çıktı; entelektüeller. Eskiden medreselerde Rasûlullah’a kadar uzanan bir silsileyle amelî icaze alınırdı. Yani medreseden mezun olan bir zât hem ilimlere vakıf olur, hem tâlimde kendini kanıtlamış olur, hem de tasavvufi açıdan yetkinleşmiş olurdu. İslamî eğitimin sadece eğitim öğretime odaklanması bid’attir, sünnete uygun değildir. Aynı şekilde sadece tasavvufa odaklanan bir eğitim metodu da bid’attir, eksiktir. Ayet-i kerîmede model gayet açık bir şekilde ortaya konmuştur: “Onlara Allah’ın ayetlerini okur, tezkiye eder ve hikmeti öğretir..” 20. yüzyılın son yarısında ortaya çıkmaya başlayan entelektüeller denilen tabaka kendi kendilerine icazet vermiş ne medresede verilen disiplinli eğitimi almış ne de tasavvufî açıdan kendilerini beslemişlerdir. Orada burada birkaç ilimle meşgul olduktan sonra kendilerinde bir yetkinlik görmüş, hiçbir hocanın icazetini, onayını almadan kendilerini ilim adamı saymışlardır. Hamza Yusuf: Bugünün gazetecileri gibi… Recep Şentürk: Evet. Gazeteci nasıl ki hiçbir şey hakkında bilgisi olmamasına rağmen her şeyi yazar, entelektüeller de öyledir. Fakat çok iyi pazarlamacı olduklarından halkın saygısını kazanırlar. Alimlerimiz ise kendilerini pazarlamazlar bilakis onlar keşfedilmeyi bekleyenlerdir, tevazularından ötürü kendilerini ön planda göstermek istemezler. Hamza Yusuf: Şöyle bir söz vardır; EDEPBÜLTEN 53 BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA alim yetiştirmeyi, nazari ve tasfiye ilimlerini bünyesinde toplamış alimler yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Peygamber Efendimiz Allah’ın bir elçisidir ve İslam dini sadece akademik olarak ele alınacak bir konu değildir. O, dini tebliğ etmek, insanlara hem öğretmek hem de onları tezkiye etmekle görevlidir. Dolayısıyla müslümanların misyonu da bu olmalıdır. Recep Şentürk: Bizim öğrencimiz burada alim olma şuurunu kazanıyor. Aklındaki karışıklığı netleştirmeye çalışıyor. Bunu başarabilmek için usûle ihtiyaç var. Bizim metodumuz fıkıh usulüdür. Geleneğimizde alim ictihad eder ve hüküm çıkarır, akademisyen ve entelektüel ise teoriler üretir. Bir Müslüman alim olarak kendi usûlümüz ile bilgi üretmeliyiz. Alim olduğunun farkında olan alimden ilim alın Alim olduğu halde bundan gafil olanı uyarın (kendinin farkına varsın) Cahil olduğunu bilen cahile öğretin Cahil olduğunu bilmeyen cahili ise kendi haline bırakın… Recep Şentürk: Daha sonraları ise üniversitelerin açılmasıyla beraber akademisyenler denen bir ilmiye sınıfı ortaya çıkmıştır. Bunlar İslam toplumunda yenidirler. Şu anda hem akademisyen hem alim olan ya da kendini alim sanan akademisyenler türemiştir. Biz burada EDEPBÜLTEN 54 Hamza Yusuf: Kierkegaard şöyle diyor: Devlet adamlarının, sultanların, hakimlerin en çok korktuğu tipler filozoflardır. Çünkü onlar iktidar sahiplerinden korkmazlar. Onları dize getirebilmek ancak maaşa bağlayıp; Doktor, Profesör gibi unvanlar vermekle mümkün olmuştur. Oysa ki eskiden alimlerin geçimlerini sağlayan vakıflar vardı ve dolayısıyla alimler devletten ve hükümetlerden bağımsız olarak ilimle meşgul olabiliyorlardı. Fakat günümüzde bağımsızlıklarını kaybetmiş durumdalar. Recep Şentürk: Bizim öğrencimiz burada alim olma şuurunu kazanıyor. Aklındaki karışıklığı netleştirmeye çalışıyor. Bunu başarabilmek için usûle ihtiyaç var. Bizim metodumuz fıkıh usulüdür. Geleneğimizde alim ictihad eder ve hüküm çıkarır, akademisyen ve entelektüel ise teoriler üretir. Bir Müslüman alim olarak kendi usûlümüz ile bilgi üretmeliyiz. Hamza Yusuf: Özellikle bilgiye ulaşmanın yollarının bu kadar arttığı ve kolaylaştığı günümüzde bizim alimlerimizin her türlü yolu yöntemi kullanıp bilgi üretmesi gerekiyor. Örneğin bu gün istatistikler, bazı veriler yardımıyla bir savaş sonucunda kaç kişinin öleceğinin, hangi şehirlerin yok olacağının genel bir tablosunu çıkarabiliyor ve bir anlamda gaybtan haber veriyorlar. Bizim de hem geleneğimizi koruyup hem de asrın yenilikleriyle harmanlamayı ve yeni bir şey ortaya koymayı başarmamız gerekiyor. Recep Şentürk: “Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir” diye bir söz vardır. Bizim so- Hamza Yusuf: İsnad olmasaydı herkes herşeyi naklederdi ve hiçbir şeyi doğrulayamazdık. Âdâb’ul-bahs ve’l-münazara ilminde bir kural vardır; bir şey naklediyorsan delil ve isnadını açıklamalısın, diye. Yine Kur’an şöyle buyurmuyor mu? “Size bir fasık haber getirdiğinde onun doğruluğundan emin olun…” İsa Bey: Hocam, beşinci bir sınıf da var. Bunlar ilmi yetkinliğe tasavvufî açıdan gelişmeden ulaşan ve alim olanlar. Recep Şentürk: Bu çok tehlikeli bir durumdur. Böyle bir kişi ilmini kendi arzuları ve çıkarları için kullanır. Hamza Yusuf: Her kim onu (nefsi) tezkiye ederse felaha kavuşur, her kim onun kölesi olursa kaybedenlerden olur…Sanırım şeytan bu sınıfın en güzel örneğini teşkil ediyor. Tüm o ilmine rağmen hem sapmış hem saptırmıştır.. Recep Şentürk: Malesef bizim ilmî müessese- lerimiz sadece ilme, bilgiye önem veriyor tezkiye ve tasfiye ile uğraşmıyor, ilgilenmiyor. İhtiyacımız olmadığını düşünüyor. Fakat bu daha önce de dediğimiz gibi peygamberimizin sünnetine aykırıdır. En büyük bidattır, her Müslümanın nefis tezkiyesine ihtiyacı vardır. İşte bu eksiklikten dolayı biz alimler yetiştiremiyoruz. Çünkü bizim eğitim sistemimiz Avrupa’dan devşirme. Öğrenciler sadece iyi not alma ve sınavdan geçme derdinde, hocalar ise edindikleri bazı bilgileri onlara aktarma derdinde. Hamza Yusuf: Maalesef bu, genel tablo haline geldi. Tabi ki içlerinde saygıdeğer pek çok akademisyen var fakat çoğu akademisyen kuru kuruya bilgi aktarma vazifesinden daha öteye gidemiyor. Öğrencilere örnek olmak gibi bir hedef asla yok… Recep Şentürk: Biliyorsunuz benim isnad ilmiyle alakalı bir kitabım var. Ve bu kitap yüzünden Amerika’da pek çok seminere çağrıldım. Burada özellikle vurguladığım şey hadis ilminde bir ravinin cerhi yapılırken iki yönden incelendiği idi. Hem adalet hem de dirayet açısından. Adalet nedir? O kişinin karakteri, şahsiyetiyle alakalıdır, tamamen özel hayatıyla ilgilidir. Hamza Yusuf: Onlar bunu mantıksal bir karıştırma olarak görüyorlar. Özel hayata müdahale gibi… Halbuki kişiliğin ilim naklindeki rolü yadsınamaz. Recep Şentürk: Evet, bu söylemim herkeste EDEPBÜLTEN 55 MİSAFİR AĞIRLAMA runumuz asrın yeniliklerine adapte olmaya çalışırken geleneğimizden kopmak. Usulden saptığında akıl felç olur ve hiçbir neticeye ulaşamaz. Dolayısıyla öncelikli araştırma konumuz usuldür. Bu usûl bizim geleneğimizdir ve biz bu geleneği ihya etmeye çalışıyoruz. Sadece İslam medeniyetinde bulunan isnad ve fıkıh usulü ilimlerini ihya etmemiz gerekiyor. İsnad ilmi çok önemli, zira ilimlerin kaynaklarını doğrulamada büyük rol oynuyor. BÜLTEN 2015 GÜZ Hamza Yusuf: Kierkegaard şöyle diyor: Devlet adamlarının, sultanların, hakimlerin en çok korktuğu tipler filozoflardır. Çünkü onlar iktidar sahiplerinden korkmazlar. Onları dize getirebilmek ancak maaşa bağlayıp; Doktor, Profesör gibi unvanlar vermekle mümkün olmuştur. BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA büyük infiale yol açıyordu. Çünkü biz artık kişinin şahsiyetini, edebini, ahlakını ilminden tamamen ayrı olarak görüyoruz. Halbuki bu en büyük hatalardan biri… Hamza Yusuf: Bizzat Peygamber Efendimiz ilim ve onun hayata geçirilmesi/ uygulanması ile ilgili bizleri uyarmıştır: “Allah’ım bana hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasib eyle…”Size şunu sormak istiyorum: Siz dünyanın en önemli üniversitelerden birinde en yüksek ilmi mertebeyi (doktora) aldınız. Öğrendiğiniz en önemli şey nedir? Recep Şentürk: Yapabileceğim en iyi tahlil şu olabilir: Batı medeniyeti nefsü’l emmare medeniyetidir. Ahlak bile heva ve hevesler üzerine kurulmuştur. Her türlü iyiliği teşvik bile o iyiliğin kişide doğuracağı tatmin duygusu ve haz üzerinden yapılır. Şunu yaptığında kendini çok iyi hissedeceksin vs. gibi. Hamza Yusuf: Bu haz merkezli yaklaşımı ben en çok biz batılıların yemek esnasında “enjoy” diye iyi dilekte bulunmamızda gözlemliyorum. Halbuki siz Türkler ne diyorsunuz “afiyet olsun”, yine geleneğimizde “sağlık olsun” diyoruz. Onlar vesileyi amaç haline getirmişler. Oysaki yemek sadece hayatta kalmak için bir araçtır. Socrates’ten rivayet edildiğine göre bir gün kendisine akranlarından nasıl bu kadar önde olduğu sorulmuş. Onun cevabı ise “Ben yaşamak için yiyorum, siz yemek için yaşıyorsunuz”. Günümüzde vaziyet tam olarak bu şekilde. şey var. Şu anda Batı’da bir değer kalmadı, tabiri caizse cahiliye döneminin en karanlık günlerini yaşıyorlar. Dolayısıyla bu, İslam’ın oraya girişini kolaylaştırdı. Çünkü insanlar bu açlıkları- Recep Şentürk: Onların İslam’a ihtiyacı bizim batı medeniyetine olan ihtiyacımızdan kat kat fazla. Artık biz müslümanların “Batı’dan ne alabiliriz?” sorusunun yerine “Onlara ne verebiliriz?” sorusunu sormamız gerekiyor. Peygamberimiz asla Bizans’tan yahut Roma’dan ne alabiliriz, nasıl istifade edebiliriz diye sormamıştır. Bilakis onlara tebliğ göndermiş ve İslam’a davet etmiştir. nı bir şekilde gidermek istiyorlar ve aradıkları ahlakî değerleri İslam’da buluyorlar ve bu da İslam’ın yayılışına zemin sağlıyor. Bu insanların çoğu İslam’a felsefî ve kelamî tartışmalardan sonra, ilmî münazaralardan sonra değil, uhuvvet ve muhabbet esasları üzerinden giriyorlar. Recep Şentürk: Modern Batı toplumunu inceleyen pek çok araştırma var elbette ama benim tahlilim bu şekilde… Ben Fransa’da bir felsefeciyle karşılaştım. Bana müslüman olmak istediğini söylediğinde şaşırarak sebebini sordum. Bir gün metroda herkesin oraya buraya koşuşturduğu günlük işlerinin telaşında olduğu bir vakitte bir müslümanın huzur ve sükûnet içinde namaz kıldığını gördüğünü ve bundan çok etkilendiğini söyledi…Bu kadar basit…İslam’da huzuru, sukuneti buluyor. İkinci olarak İslam’ın evrensel bir din olduğunu gördüm. İslam’ın herkese söyleyeceği bir Hamza Yusuf: Müslümanlar İslam’ın cazibesinden bîhaberler. Onun insanları kendine çe- EDEPBÜLTEN 56 BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA kim gücünü unutmuş durumdalar. Namazın, Ramazan’ın, orucun... Recep Şentürk: Aslına bakarsanız Batılılar da artık nefsi emmare yolundan gitmekten bıkmış durumdalar. Nefsani zevk ve arzular bir zaman sonra tat vermemeye, yetmemeye başlıyor. Ve insanlar artık para peşinde koşmaktan, gönül eğlendirmekten sıkılmış ve yorulmuş hale geliyorlar. Bu sebeple onların İslam’a ihtiyacı bizim batı medeniyetine olan ihtiyacımızdan kat kat fazla. Artık biz müslümanların “Batı’dan ne alabiliriz?” sorusunun yerine “Onlara ne verebiliriz?” sorusunu sormamız gerekiyor. Peygamberimiz asla Bizans’tan yahut Roma’dan ne alabiliriz, nasıl istifade edebiliriz diye sormamıştır. Bilakis onlara tebliğ göndermiş ve İslam’a davet etmiştir. İsa Bey: Fakat hocam bu gün egemen olan batı medeniyeti… Hamza Yusuf: Batı medeniyeti şu anda bir rakibi olmadığı için güçlü ve ayaktadır. Ürettiği bir şey yoktur. Çok kompleks karmaşık ve ilgi çekici gözükebilir fakat nasıl çocuklar çok karmaşık ve pahalı bir oyuncaktan hemen sıkılıyor fakat basit oyuncaklarla saatlerce vakit geçirebiliyorsa, bu günün insanı da Batı medeniyetinin boşluklarını fark etmiş ve ondan sıkılmıştır. Sadeliğe, huzura, mutluluğa eriştiren bir medeniyet arayışı içindedir. Recep Şentürk: İşte bu yüzden günümüzde İslam dünyadaki en hızlı yayılan din. Batı’nın medeniyetten anladığı büyük binalar gösterişli mekanlar dikmek…Fakat İslam insan inşa etmeyi medeniyet kurmak olarak görüyor. Dolayısıyla Peygamberimizden kalma görkemli bir mescit veya saray göremezsiniz. Onun yetiştirdiği insan tipini görürsünüz. Bizim mutluluk tanımımız batı medeniyetinin tanımından çok farklıdır. Ancak bu konuda da müslümanların kafası karışık. Mutlu olmak için, gerçek mutluluğa ulaşmak için büyük günahları işlemek nefsin tüm arzularını tatmin etmek faydasız. Bilakis mutluluk peygamberimizin sünnetine tabi olmaktadır. İnsan tüm nefsî doygunluğa ulaşsa bile imâna sahip olmadığında, imânın halavetini tatmadığında, kanaatkâr olmadığında, gözünü topraktan başkası doyurmaz. Her türlü zenginlik ve doyuma rağmen mutlu olamaz. Hamza Yusuf: Ben daha fazla vaktinizi almayacağım. Sizi ve kurumunuzu ziyaret etmiş ve bilgi almış olduk. Bu kurumun güzel yanlardan biri, özel olarak kadınlarla ilgilenmesi. Malcolm X’in dediği gibi bir toplumun seviyesini görmek istersen, kadınlarına ne ölçüde değer verdiklerine bak. İnşallah siz de bu minval üzere devam edersiniz. Allah Türkiye’yi emin kılsın, korusun. Recep Şentürk: Amin inşallah…Biz de kurumlar arası yardımlaşmak ve sürekli bağlantıda kalmak isteriz. Zaytuna College’dan hanım öğrencilerimizi ağırlamak isteriz. EDEPBÜLTEN 57 BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA İmam Afroz Ali ile Hasbihal... Medine, Yemen, Moritanya ve Ezher’de eğitim halkalarına dahil olan Afroz Ali, Müslüman alim ve öğrencileri online buluşturan SeekersHub’da hocalık ve yöneticilik yapmaktadır. Sidney’deki Gazali Eğitim Merkezi’nin kurucu başkanı ve Küresel Isınma’ya karşı Dinî Bakış’ın kurucu üyesidir. Ayrıca Uluslararası Barış Elçisi ve Merhamet Bildirgesi Avustralya Elçisi ödülleri bulunmaktadır. 2012’de ‘500 Etkin Müslüman’ listesine alınmıştır. Seda Özalkan, EDEP Hazırlık, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri bölümü Yüksek Lisans Allah’ım faydasız ilimden sana sığınırım! (Hz.Muhammed s.a.v.) Modern teknolojinin sağladığı imkanlarla ilim öğrenmenin oldukça kolay olduğu bir bilgi çağında, modern bir cahiliye dönemi yaşamaktayız. Dünya tarihini Avrupa rönesansı (Protestan Reformu ve Fransız İhtilali dönemlerini kapsayarak) öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayırEDEPBÜLTEN 58 dığımızda şu gerçekle karşılaşıyoruz: Rönesans öncesi inanç sistemlerinde genel olarak üç temel vurgu vardı: Yaratıcı, ruh ve ahiret inancı. Bu üç konuyla ilgilenen din adamları ve alimler toplumun en üst sosyal tabakasını oluştururdu. Temel kaygısı dünyayı nasıl daha iyi bir yer haline getirebiliriz olan Rönesans sonrası dönemde ise bu vurgular Yaratıcı’dan kainata, ruhtan bedene, ahiretten dünyaya evrildi. Yaratıcı değil kainat, -E peki ya Yaratıcı, ruh ve ahiret... Yaşadığımız bilgi çağındaki cahilliğin sebebi ilimsizlik değil, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Allah’a sığındığı faydasız ilimlerden kaynaklanmaktadır. İlimden beklenen temel fonksiyon insanı Yüce Yaratıcı’ya götürmesidir. Bu, dünyevi ilimlerin mutlak faydasızlığı anlamına gelmemelidir. Bizatihi faydalı olsa bile, Rabbi’nin rızasını kazanma ve azabından sakınma çabası içermeyen ilim, sahibi için bir vebaldir. Faydasız ilim, ahireti unutturarak dünyaya bağlama potansiyeline sahipken; faydalı ilim, peşin olandan kalıcı olana, dünyadan ahirete çağırır, insanların çoğunun bu dünyadan beklediği sonsuz saadet ve huzur kapısını açar. Müslümanlar olarak bizi diğer insanlardan ayıran şeylerden biri de yaradılış amacımıza uygun yaşamak için ilim öğrenmektir. Peki faydalı ilimler nelerdir? Hangi ilimler kabirde ve ahirette bize yardımcı olacak? Bundan yaklaşık 900 sene önce aynı soruyu İmam Gazali’nin (r.a.) önde gelen talebelerinden biri sormuş. Bu talebe, yıllarca İmam Gazali’nin hizmetinde bulunmuş, ilimleri en ince ayrıntısına varıncaya kadar öğrenmiş, akli, ruhi ve ahlaki olgunluğa ulaşmış. Ve bir gün hocası Gazali’ye mektup yazmaya karar vermiş: “Senelerce zahmet çekip çok şey öğrendim. Bu kadar çok ilimden bana en lüzumlu ve faydalısı acaba hangisidir? Âhirette imdadıma yetişecek, mezarda dünya dostlarım beni yalnız bırakıp gittikleri zaman, bana arkadaş olacak, mezardan kalkınca, ananın evladından, kardeşin kar- Bu soruların cevaplarının hocasının diğer kitaplarında bulunduğunu bilmesine rağmen Gazali’den her zaman yanında taşıyabileceği, günümüz tabiriyle ‘konsantre’ bir risale talep etmiştir. İşte talebesinin mektubuna İmam Gazali’nin cevabı olan Ey Oğul! (Eyyuhe’l-Veled) isimli Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) nasihat ve tavsiyelerden oluşan kitap, EDEP’teki konferans etkinliğimizin bu haftaki konusu. Misafirimiz ise Avusturalya’da Al-Ghazzali Centre for Islamic Sciences & Human Development isimli eğitim merkezinin kurucusu ve başkanı İmam Afroz Ali. Gazali risalesine şöyle başlar: “Gerçek nasihat; peygamberlik nurunun, kaynağı Hz. Peygamber’e (s.a.v) ait olan ve ondan alınıp yazılanlardır. Eğer onlardan nasiplendiysen benim nasihatlerime ne ihtiyacın var! Şayet onlardan bir şey elde edemediysen bana söyle, bu kadar sene neyi tahsil ettin?’’ İngilizce yaptığı konuşmasına Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.), ashabına ve ümmetine selam ve dua ile başlayan İmam Afroz Ali, İmam Gazali’nin nasihatlarını bizlere hatırlattı ki bu nasihatlar Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) aittir. Aktarımdaki son halka olan İmam Afroz Ali, ilim öğrenmedeki amaç ve samimiyetimizin önemini vurguladı ve bu ilimle kendimizi ve çevremizi ‘temizlememiz’ gerektiğinden bahsetti. Bu nokEDEPBÜLTEN 59 MİSAFİR AĞIRLAMA Ve bu karmaşada insan yeniden sordu: deşinden, dünyadaki dostların birbirlerinden kaçıp, herkes başının çaresini aradığı vakit beni kurtaracak olan acaba hangisidir? Dünyada, ahirette faydası olmayan acaba hangileridir? Bilsem de bunlardan uzaklaşsam. Çünkü, Peygamberimiz (s.a.v.) ‘Faydasız ilmi öğrenmekten, Allah-ü Teâlâ’dan korkmayan kalpten, dünyaya doymayan nefsten, Allah için ağlamayan gözden ve kabule lâyık olmayan duâdan Allah-ü Teâlâ bizi korusun’’ buyurmuştur... Bana kısa, açık ve faydalı cevap veriniz de, her sabah okuyup, ona göre hareket edeyim...’’ BÜLTEN 2015 GÜZ ruh değil beden, ahiret değil; dünya merak edilmeye, araştırılmaya ve sevilmeye başlandı. Bu üç konuyla ilgilenen bilim adamları, doktorlar toplumun en üst tabakası haline geldi. Binalar, yollar, yeni icatlar yapıldı ve dünya ‘yaşanacak’ bir hal aldı. Önceden dünyanın yaşanacak bir yer olmadığından dolayı huzursuz olan insan dünyayı yaşanacak bir hale getirdi, ama hala huzursuz... BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA tada mütevaziliğin ilim öğretmenin önüne geçmemelidir diyen misafirimiz, sahip olduğumuz bilgiyi paylaşmadığımızda cimrileştiğimizi ve paylaşılmayan ilmin bizi zehirlediğini söyledi. İmam Afroz Ali’nin konuşmasını Gazali’nin kaleminden kısaca özetleyelim: -Ey Oğul! İlim öğrenmek ve kitap okumak için çok gecelerini feda ettin ve çok tatlı uykularını kendine haram eyledin. Bilmem ki, niçin kendini bu kadar harap ettin? İlim öğrenmekten maksadın eğer dünya menfaatlerini toplamak, şöhret, mevki’ sahibi olmak ve müslümanlara büyüklük göstermek idi ise, sana yazıklar olsun! Çok aldanmışsın, kendini azâba sürüklemişsin! Yok eğer maksadın İslâmiyet’e ve Muhammed aleyhisselâmın dînine yardım etmek ve ahlâkını temizlemek ve nefsini kırmak idi ise, sana müjdeler olsun! Kendine ne güzel ve ebedî istikbâl hazırlamışsın. İstikbâl, Saâdet-i Ebediyye’ye kavuşmaktır. -Ey Oğul! Îman edilecek şeyleri akla uydurmaya, beğendirmeye uğraşmak, dinsizlerle, cahillerle, münakaşa edip, onların bozuk düşünceleri ile uğraşmak ve Kur’an-ı kerimi öğrenmeden ve namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları okumadan, bilmeden para kazanmaya kalkışmak, herkesten fazla zengin olmak için doktorluk, mühendislik, edebiyat, hukuk ilimleriyle uğraşmak, ömrü boş yere harcamak olur. Allah-ü Teâlâ’ya yemin ederim ki, Îsa aleyhisselâmın İncîl’inde okudum; bir kimseyi tabuta koyduktan mezara bırakıncaya kadar; Allahü teâlâ ona kırk suâl soracaktır. Birincisi, (Ey kulum! Yaşadığın kadar hep dünya için süslendin, herkesin beğenmesi, hürmet etmesi için birçok şeyler öğrendin. Benim emrettiğim şeyleri de öğrendin mi, istediklerimi yapıp, haram ettiklerimden kaçındın mı?) -Resulullah Efendimizin (s.a.v) ümmetine yaptığı nasihatlerden birisi şudur: “Allah-u Teâlâ’nın kulundan yüz çevirmesinin EDEPBÜLTEN 60 alâmeti; onun kendisini ilgilendirmeyen boş şeylerle meşgul olmasıdır.” Eğer bir insanın ömrünün bir saati, yaratılma gayesi olan Hakk’ın rızâsının dışında geçerse, o kimse bu saati için uzun süre hasret ve pişmanlık çekecektir. “Kırk yaşını geçtiği hâlde, iyilikleri kötülüklerine galip gelmeyen kimse, cehenneme hazırlansın.” İlim ehline nasihat olarak bu yeter! -“Kıyamet gününde azabı en şiddetli olan kimse, Allah-u Teâlâ’nın kendisini ilmiyle faydalandırmadığı (ilmiyle amel etmeyen) âlimdir.” Anlatıldığına göre, Cüneyd’i-Bağdâdî (r.a.), vefatından sonra bazı salihler tarafından rüyada görüldü. Kendisine: “Ey Ebu’l-Kasım! Berzah aleminden ne haberler var (durumun nasıldır)?” diye soruldu. Cüneyd: “O faydasız ibare ve konuşmalar yok olup gitti; yaldızlı sözlerden bir eser kalmadı. Burada faydasını gördüğümüz ancak, gece yarısı kalkıp Allah için kıldığımız birkaç rekatlık namazdır” diye cevap verdi. -Ey Oğul! Keyfine göre yaşa! Fakat bu yaşaman uzun sürmeyecek, bir gün elbette öleceksin. Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın lezzetlerden elbette ayrılacaksın. Dünyanın nesini seversen sev, hepsine vedâ edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının Hesabını vereceksin! -Allahü Teâlâ sana her gün soruyor: “Başkaları için neye bu kadar uğraşıyorsun? Görmüyor musun ki, tepeden tırnağa kadar benim iyiliklerim ile, ihsânlarım ile örtülüsün?” Fakat sen bunu duymuyorsun. Çocuk oyuna dalıp etrafını görmediği gibi, dünya zevkleri, nefsin arzuları seni sağır ve kör eylemiş! -Bugün seni günahtan korumayan ve ibâdete sevketmeyen ilim, yarın Cehennem ateşinden de korumaz. İbâdet ederek geçmiş günahlarını affettiremezsen, kıyâmette elin ve dilin âciz kaldığı zaman, “Yâ Rabbi, bizi geri dünyaya gönder, bütün ömrümüzü ibâdetle geçireceğiz” diyenlerden olursun. Fakat “Ey ahmak! Oradan geldin ya!” cevabını alıp kalırsın! BÜLTEN 2015 GÜZ MİSAFİR AĞIRLAMA -O hâlde, bütün sözlerini ve bütün hareketlerini İslâmiyete uydur! Çünkü, kim olursa olsun, İslâmiyete uymıyan ilimler ve çalışmalar, doğru yoldan sapmaktır ve Allahü teâlâdan uzaklaşmaya sebep olurlar. Pey- Yaşadığımız bilgi çağındaki cahilliğin sebebi ilimsizlik değil, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Allah’a sığındığı faydasız ilimlerden kaynaklanmaktadır. İlimden beklenen temel fonksiyon insanı Yüce Yaratıcı’ya götürmesidir. gamberimiz işte bunun için, eskiden kalma ilimleri ve âdetleri neshetti, değiştirdi. O hâlde, İslâmiyetin müsâadesi olmadan ağzını açmamak lâzımdır ve iyi bil ki, senin öğrendiğin ilimlerle Allah yolunda gidilemez. Şunu da bil ki, bu yol, kendilerine sôfi, yâni tarikatçı ismini vererek, tarikat büyüklerinin yolunda olduklarını iddia eden câhillerin, mânalarını anlamadıkları, İslâmiyete uymayan sözleri ile de gidilemez. Bu yolda ancak, nefis ile mücadele edenler gidebilir. Nefsin arzularını, şehvetlerini İslâmiyetin dışına taşırmamak lâzımdır. Lâf ile gidilmez. İslâmiyette yeri olmayan sözler ve ilimler ve şehvet ile karışmış gâfil kalp, şekâvet ve felaket alâmetleridir. -Ey oğul! Heveslerine ve nefsine uyan aşağılık çukuruna yuvarlanır. Zarif görünümlü insanlar fazla ilgini çekmesin, dış görünüşe pek aldanma. Çünkü insan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle adamdır, kıyafetiyle değil. Benzi sarı, zayıf kimseleri hor görme. Çünkü insan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et, kan ve kemiktir. -Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse, nefsini ıslah edip, ölümden sonrası için çalışandır. Ahmak kimse ise, nefsine uyup Allahu Teâlâ’dan kendisini hayal ettiği şeylere kavuşturmasını bekleyendir.” -Allahu Teâlâ’nın yolunda yürümek istiyen bir kimseye evvelâ ne yapmak lâzımdır? diyorsun. Evvelâ Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun, temiz bir îtikat ve îman lâzımdır. Bundan sonra, tevbe-i nasûh, yâni daha işlememek üzere, günahlara tevbe etmek, üçüncüsü, herkes ile helâllaşmak, üzerinde hiçbir mahlûkun hakkı kalmamak, dördüncüsü, Allahü teâlânın emirlerini yapacak kadar, İslâmiyeti öğrenmektir. İslâmiyeti bundan fazla öğrenmek, herkese vâcib değildir. Diğer ilimleri lüzûmu kadar okumalıdır. Bu lüzûm, herkesin sanatına, mesleğine, ihtisasına göre değişir. Bizlere bu nasihatları hatırlatan İmam Afroz Ali’ye teşekkürlerimizi sunuyoruz ve Allah’ın merhametini ve rızasını diliyoruz. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır, onlar miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir.” (Ebû Davud, İlm, 1). “Allah, içinizden iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir.” (Mücadele, 58/15) Efendimiz Muhammed’e, âline ve bütün ashabına salât ü selâm ve âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun... EDEPBÜLTEN 61 BÜLTEN 2015 GÜZ ÜRDÜN GEZİSİ Ürdün Yoğun Arapça Programı Özlem Kahya, EDEP Araştırmacısı / Ürdün Yaz Programı Danışmanı & Marmara Üniversitesi İslam Hukuku Doktora Öğrencisi Eğitime Destek Programları Merkezi (EDEP), geçtiğimiz yıl birinci sınıfı başarıyla tamamlayan 14 öğrencisini iki aylık eğitim programı kapsamında Ürdün’e gönderdi. Öğrenciler kurumun anlaşmalı olduğu QASID dil enstitüsünde seviyelerine uygun olarak belirlenmiş muhtelif kurlarda 2 ay boyunca hafta içi her gün yoğunlaştırlmış dil eğitime tabi tutuldular. Edebiyat ve sahafe isimleri altında alanında uzman hocalardan dersler alan öğrencilerimiz gerek muhâdese gerek takdim gerekse kitâbe konusunda büyük ilerleme katettiler. QASID’da aldıkları dil eğitiminin yanı sıra islamî ilimler sahasında da yetkin hocalardan ders alma fırsatı yakalayan öğrencilerimiz Fatih Sultan Mehmet Üniversi’nde Yrd. Doç. olarak görev yapan Ali el-Ömeri’den kelam; İslamî İlimler Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Emced Reşid yönetiminde fıkıh; Ürdün Philadelphia Üniversitesi’nde görevini sürdüren Yrd. Doç Dr. Yusuf Rebâbe eşliğinde Ürdün Tarihi ve Kültürü alanında metin okumaları yaptılar. Ayrıca QASID’da tertip edilen konferanslar ve mekânlarında yapılan ziyaretlerle öğrencilerimizin Ürdün Üniversitesi Şeria Fakültesi’nde İslam Hukuku alanında eğitim veren Yrd. Doç. Dr. Arif İzzeddin Hassune, kelam alanındaki çalışmaları ile tanınan Dr. Said Fûde, dünyaca meşhur hadis âlimi muhakkik ve yazar Şuayb Arnavûtî gibi isimlerle tanışmalarına, engin bilgi ve tecrübelerinden istifade etmelerine de imkân sağlandı. EDEPBÜLTEN 62 Programa katılan her öğrenciden gerek dil gerekse ilmî araştırma sahasında yetişmelerine katkı sağlayacağı düşüncesiyle farklı konularda birer proje hazırlamaları talep edildi. Proje çerçevesinde Ürdün’ün farklı üniversitelerinde görev alan birçok öğretim görevlisi ile görüşüp Ürdün halkının muhtelif kesimleri ile anket yapan öğrenciler proje konuları ile ilgili olarak kalkınma ve turizm bakanlıkları, adliye, klinik gibi kurumlara, Engelli Vatandaşlar Yüksek Kurulu’na, Kültür ve Yazma Eserler Merkezi’ne, bazı hayır kurumlarına, Mülteci Kampları ve yetim yurtlarına, çeşitli enstitülere ziyarette bulundular. QASID Dil Enstitüsü hocalarından Halid Snober’in başkanlığını yaptığı bir komisyon önünde sunumu gerçekleştirilen projeler arasında en dikkat çeken başlıklar “Ürdün Toplumu’nda Kuşaklar Arası Çatışma (baba-oğul örneği)”, “Ürdün’de Suriyeli Mülteciler’in Eğitimi”, Ürdün’de Müslümanlar ve Hristiyanlar Arasındaki İlişki”, “Ürdünde Psikolojik Rahatszılıklar ve Sebepleri”, Ürdün’de Bahâîlik”, “Ürdün’de Yaşayan Gayr-ı Müslimlerin İslam Tasavvuru”, “Engelli Çocukların Geleceği” şeklinde sıralanabilir. Proje sunumları ve final imtihanları neticesinde her bir öğrencimiz QASID Dil Enstitüsü diplomalarını almaya hak kazanmış ve Ürdün programını başarıyla tamamlamışlardır. BÜLTEN 2015 GÜZ ÜRDÜN GEZİSİ Ürdün’de EDEP’li İlk Öğrenciler Süheyla Akçay, EDEP 2. sınıf & Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 3. Sınıf Ahmet Snobar hocamız gelip programdan bahsettikten sonra bazı garip tenbihlerde bulundu. ‘Ürdün’de İstanbul’daki gibi hassas temizlik anlayışı yok’ diye başlayıp sözlerine devam ederken biz çoktan beklentilerimizi alt seviyelere düşürmüştük bile. Efendim, iki aylık ilmî seferimiz için tam teşekkül câhizdik ve binnihaye teyeran ettik içimizde Hırka-i Şerif ’i terk etmenin burukluğuyla. Tebdil-i mekanda ferahlık vardır biliriz. Hiç şüphesiz bu tebdilin tek amacı da ilmî bir rıhle yapmaktı. Havaalanına iner inmez havanın kuraklığını hissettik, İstanbul’un masmavi de- nizini göremedik tabi. İstanbul’un celbeden ve dahi cezbeden görkemi ve cemali yerine bilakis kendi halinde sessizce usulca oturan çocuk misali bir hali vardı Ürdün’ün. Derslerimizi dünyada Arap dili öğretiminde başlıca merkezlerden biri olan Qasıd’da gördük. Derslerin tartışılarak işlenmesi ayrıca tek bir metodun değil, yerine göre farklı farklı oyunların da konulmasıyla Arapça’nın eğlenceli hale getirilmesinin faydalı olduğunu bizzat müşahede ettim. Fâidesini gördüğüm noktalardan biri de sınıf sayısının az olması. Böyle bir nimeti tatmanın lezzetini dile getirmemi maEDEPBÜLTEN 63 BÜLTEN 2015 GÜZ ÜRDÜN GEZİSİ zur görün, zira Türkiye’de çok alışkın olmadığıbir konuda muhadese yaptık. Muhadese esnamız şeyler bunlar. Şimdi efendim, az kişi olmasında yanlışımız varsa müdahale eder düzeltir, nın az olmayan tekellüfleri de yok değil. Çünkü daha beliğ bir ifade varsa onu önerirlerdi bize. bir kere öğrenci derse hazırlıklı gitmeli, derste Bu muhadesemizi bazen üniversitenin uzun işlenecek konuya hazırlanmalı, konuyla alakalı yolunda yürüyerek yapar, kendimizi sohbetin tartışma yapabilmek için mevzuyu araştırmalı. kollarına bırakırdık. Gerek eşsiz Arap yemekBurada konuşmama gibi bir lüksümüz yok, o lerinin olduğu lokantalarda gerekse kendi evlenedenle hazırlıklı gitmek rinde misafirleri olduk. hocadan gelecek ‘Bugün Can boğazdan gelir sen iyi değilsin, neyin var, Bir Arabın sizi gerç sözü mucibince Ürdün ekten neden konuşmuyorsun?’ yemeklerinden bahsetevinde ağırlayıp ağır baskısından evla olsa gelamak meden geçemeyeceğim. istemediğini şöyle an rek. Kendimce mühim Bir kere felafil ve humus layaolan en önemli hususlarcaksınız. Sadece lafta oranın peynir ekmeği olan dan biri orada herkesin gibi. Hem lezzetli hem davet ‘Aaa evime buyu tam olarak seviyesi neyse r gel de ucuz olması hasebiybe kl er im o sınıfta bulunması idi. gibi hoş laflardır le tam bir öğrenci yemeama gerçekten çağı Biz oraya giderken ayrı ği. Ürdün’ün belki de en rmak isteyen şu gün seni birer ferd olarak gitmemeşhuru mensefi. Bol baya da dik, yapbozun on dört haratların kullanıldığı ve sizi evimde bekl iyorum ayrı parçası olup ancak üzerinde badem ve özel buyrun gelin’ der ve birlikte bir araya gelince tüm sosun bulunduğu pilav yehazırlıklarını tam teşe bir anlam teşekkül ettimeği ile sanırım biz Türkkkül ğimiz bir aileydik. İlim lerin arası pek iyi değildi. techiz eder. talibeleri olduğumuzBir diğer yemeğimiz aslen dan ötürü melekler kaFilistinlilere ait olan musahnatlarını bize gerdiler bizim hendi. Bir tabun ekmeğin de birbirimize kanatlarımızı germemiz gerekiüstüne kızarmış tatlı soğan, sumak, yenibahar yordu ki, elhamdülillah, bu kenetlenmenin bizotu ve çam fıstığı parçaları ile kaplı kavrulmuş lerde açtığı müspet filizler yeşerdi ruhlarımızda. tavuk konulur ve afiyetle yenir. Diller ve külBunlardan bir örnek vermek istiyorum. Ailesi türler arasındaki etkileşimi bizatihi gördük ki İstanbul’da olan ve her hafta ailesini gören bir mesela etsiz yapılan yaprak sarmasına ‘yalanarkadaşım ilk defa yurt dışına çıkmasına rağmen ci’ diyorlar etli olanına ise ’devâli’.. Ayrıca bazı rıhlenin son gününde gözü yaşlı ‘Buradan ayTürkçe ekleri de kullanmaları hoşumuza gitrılmak istemiyorum keşke dört ay daha kalsak’ medi değil; kunduraci, kahveci gibi. diyordu. Rabbimize şükürler olsun ki Ürdün Yemek faslından sonra tatlı iyi gider, öyle değil deneyimimiz hayatımızda tertemiz, ilim dolu mi? Hoş ve komik bir hatıra olarak Yûnâniyye güzel sayfalar açtı. denilen içinde Halep fıstığının dolu olduğu Evet, bir başka menfezimiz adlarından da anlave küremsi olan çokça sevip yediğimiz tatlıya şılacağı üzere dilimizde bize ortak olan şerik lüMehmet abimiz şekli bombaya benziyor deyu gavîlerimiz. Onlarla haftada bir defa seçtiğimiz kumbule adını verdiği nimeti es geçmeyeyim. EDEPBÜLTEN 64 Qasıd’ın kuruluşundan beri hocalarından olan Amir hoca bizi evinde misafir etti bir gün. Güzel ikramlarından sonra çay faslında şöyle bir tavsiyede bulundu: Araplar mücameleyi çok sevdiklerinden herkesi evlerine kavlen buyur ederler. Tabi daha acemi olan bazı Türk ya da yabancılar bazen her buyur edenin evine gidebiliyorlar ama arada bir nüans var. Bir Arabın sizi gerçekten evinde ağırlayıp ağırlamak istemediğini şöyle anlayacaksınız. Sadece lafta olan davet ‘Aaa evime buyur gel beklerim’ gibi hoş laflardır ama gerçekten çağırmak isteyen ‘Şu gün seni ya da sizi evimde bekliyorum buyrun gelin’ der ve tüm hazırlıklarını tam teşekkül techiz eder. Eski rıhlelerin amacı devrin ulemasını ziyaret etme, onlardan dersler alma idi. Bizler de bu sünnet üzerine devrin hadis alimlerinden Kabe’nin billur sesli imamlarını aratmayan imamların kıraatıyla doyumsuz itikaflar ve her birimizin araştırma konusu vesilesiyle tanıştığımız ekabir, ilkleri yaşattı bize Ürdün’de ama siz yine de namaz çıkışı yalın ayak kalmaya ya da pencereden atılmış bir izmaritle tutuşmaya hazır olun. Ben yandım, siz yanmayın! EDEPBÜLTEN 65 ÜRDÜN GEZİSİ Bizler bu adı o kadar benimsemişiz ki ‘biz kumbule istiyoruz, kumbule yedik’ diye söylüyorduk. Tabi bunu duyan bir Arap bomba istediğimizi duyunca neye yoruyordu bilinmez. Ürdün tabi ki Qasıd’ın dört duvar arasından ibaret değildi. Gidip saatler boyu kaldığımız bir yer vardı, Vadi Mucip. Başlangıçta hemen hemen boyumuza ulaşan su seviyesini yüzerek geçtikten sonra suyun az olduğu bazı yerleri de yürüyerek geçtik. Öyle yerler de var ki keskin uzun kayalıkları halatlara tutunarak, tırmanarak aştık. Bir tırmanma ve suya karşı koyma mücadelesi vererek sonuçta hedefimize vardık ve en son noktada olan büyük şelaleye ulaşabildik. Çok garip değil mi bir yandan sessiz sakin hiç kımıldamayan bir Ölü Deniz öte yanda şarıl şarıl suların aktığı Vadi Mucip? Su faslını bitirmeden Kızıldeniz’de konakladığımızı da eklemiş olayım. Yalnız sudan çıkarken ayağınıza nüfuz etmiş simsiyah dikenlerle sarmaş dolaş bir şekilde çıkabilirsiniz. Aman dikkat! BÜLTEN 2015 GÜZ Eski rıhlelerin amacı devrin ulemasını ziyaret etme, onlardan dersler alma idi. Bizler de bu sünnet üzerine devrin hadis alimlerinden seksen yaşını aşmış, deyim yerindeyse bir asra merdiven dayamış, Şam doğumlu Şeyh Şuayb el-Arnavut’u ziyaret ettik. seksen yaşını aşmış, deyim yerindeyse bir asra merdiven dayamış, Şam doğumlu ama aslen Arap olmayan bir şeyhle hasbihal ettik. Bizleri evinde ağırlama ikramında bulunan Şeyh Şuayb el-Arnavut’u ziyaretimiz esnasında bizi kısa bir şefevî nahiv imtihanına tabi tuttu. Sohbetimizin ilerleyen dakikalarında Türklerin, Osmanlıların İslam dinine olan hizmetlerinden ötürü onlara duyduğu sevgi ve muhabbeti bizatihi kendisinden duyma fırsatı bulduk. Salih, tayyip bir Müslümanın ziyaret edilmesinde büyük bir ecir olduğunu söyledikten sonra, bazı temel eserlerin ezberlenmesinin faydalı olacağı tavsiyesinde bulundu. Güler yüzlü, sohbeti hoş bu şeyhin gerisinde 300 cilt bıraktığını ve bunun kendisi için en büyük nimet olduğunu yine kendisinden öğrendik. BÜLTEN 2015 GÜZ Hicaz Makamı ÜRDÜN GEZİSİ -Ürdün Hatıraları- Özlem Kahya, EDEP Araştırmacısı / Ürdün Yaz Programı Danışmanı & Marmara Üniversitesi İslam Hukuku Doktora Öğrencisi Hüznün neş’eye, endişenin sükûnete, dostluğun kardeşliğe dönüştüğü gurbette geçen sıla günlerimiz… Ürdün… Bir Ramazan günü idi öğrencilerle ilk tanışmamız. Gözlerdeki kaygı ve belirsizliğin bir vakit sonra ayrılığa direnen gözyaşları olarak dökülüp gideceğinden habersiz, görünmez mesafeleri kırmaya başlamıştık bile. Üniversite bahçesinde yüzlerce öğrencinin katıldığı barış iftarında kese kağıtları içerisinde yanan barış mumlarımızı Guinness Rekorlar Kitabı’na girme ümidi ile olanca gücümüzle havaya kaldırdığımız gün daha dün gibi. Çekilen kurada büyük ödülün bizden birine çıkışı ise aslında bereketli bir sürecin bizi beklediğinin ilk işareti idi. İftar ziyâfetleri, teravih namazları, itikâf programları ve sahabe kabirlerine yapılan ziyâretlerle zînetlendirmeye, nuruEDEPBÜLTEN 66 na nur katmaya çalıştığımız Ramazan ayı hızla geçip gidiyordu. Yuşa Peygamber’in (a.s.) kabri başında yaptığımız iftarın tadı, yağmur sonrası toprak kokusuna benzettiğimiz huzurun rayihâsı ve sessizliğin ruha şifa sırlı makamı tüm tazeliği ile zihnimde. Ramazan akşamlarımızı renklendiren, tatlı sohbetlerin yapıldığı, birbirimizi daha iyi tanıma fırsatı yakaladığımız Tatlıcı Necme’yi, vazgeçilmezimiz olan Yunânî (bizim verdiğimiz isimle kumbule) ve dondurma keyfimizi de eklemeden geçemeyeceğim. Ramazan’ın sonlarına yaklaştıkça bizi geçmişe götüren başka bir telaş sardı her birimizi. Sıra sıra hediyelik eşya dükkanlarının, göz alıcı yöresel kıyafetlerin, gökkuşağı misali renkli şalların, gösterişli takıların süslediği Vasatu’l-beled’de bayramlık alışverişi başlamıştı bile. BÜLTEN 2015 GÜZ Ve bayram sabahı… Mescid-i Fâruk’ta toplu olarak kıldığımız bayram namazı sonrası hep birlikte yine mescidde yaptığımız belki bir yanı buruk, gözlerimizde hafif nisan yağmuru ama yine de mutlu ve coşkulu kahvaltımız ile yeni bir döneme de adım atmış olduk. Artık bizi her cihetten yorucu ama bir o kadar da eğlenceli günler bekliyordu. İlk durağımız muhteşem doğa harikası Wadi Muceb… Yüksek kayalıklar arasında akan coşkun bir nehir ve yaratıcının kud- ÜRDÜN GEZİSİ Temmuz ayının son günü, gökte dolunay, kutlu bir yolculuğun ilk adımı, hüznün sevinçle harmanladığı o tarifi imkânsız heyecan; cennet kokulu Kudüs günleri… İlk olarak Zeytin Dağı’ndan selamladı bizleri Mescid-i Aksa ve ayın on dördü gibi avuçlarımızda parıldıyordu Kubbetü’s-Sahra. retinin yakından temâşası; bizim zorlu ve belki biraz da tehlikeli, uzunca bir yolun sonunda bulunan şelaleye ulaşma çabamız… İnsan bir gezide ne öğrenir? Biz azmi, kararlılığı, vazgeçmemeyi, korkmamayı ve sabrın sonunda gelenin tüm yorgunluğu nasıl unutturduğunu öğrendik. Girişte bize imzalatılan üzerinde “başınıza bir şey gelmesi halinde tüm sorumluluk size aittir” yazılı belgeyi ve hakkında yaptığımız konuşmaları tebessümle hatırlıyorum. İkinci ziyaret yerimiz vadinin hemen karşısında bulunan Bahru’l-meyyit (Ölü Deniz), bir EDEPBÜLTEN 67 BÜLTEN 2015 GÜZ ÜRDÜN GEZİSİ diğer adı ile Lut Gölü idi. Adından da tahmin edileceği üzere Lut kavmini hatırlayıp helâk oluşları üzerine bir miktar tartıştığımız, aşırı tuzluluğu sebebi ile içerisinde canlı barındırmadığını ve bu yüzden Ölü Deniz olarak isimlendirildiğini bilgi dağarcığımıza eklediğimiz ve tuzluluk oranını ölçme girişimleri ile kitâbî bilgiyi pratiğe dönüştürdüğümüz kısa süreli sahil gezimiz. Sanırım deveyi fotoğraf objesi değil de yaratılış gayelerinden biri olan binek unsuru olarak kullanma tecrübesini de ilk burada yaşadık. Günler geçiyor ve biz her geçen gün Ürdün hatıralarımıza bir yenisini ekliyorduk. Temmuz ayının ortaları çoktan geride kalmış, bizi ise kısa süreli bir yolculuğun heyecanı sarmıştı. Geçmişi M.Ö. 400’lü yıllara dayanan, Nebâtîler’e başkentlik yapmış, kum taşından oluşan kaya bloklarına ve kireç taşına oyularak inşa edilen tiyatro, tapınak, mezar ve ev gibi yapılardan müteşekkil dünyanın yedi harikasından biri olan antik kent Petra ilk istikâmetimizdi. Çeşitli binek hayvanlarını da kullanarak tamamladığımız Petra gezimizin ardından çöllere uzanan başka bir yolculuk başlamıştı. Ürdün’ün ay görünümlü vadisi, Wadi Rum… Artık şehir hayatından çok uzakta, çölde çadırlarda idik. Belki ilk defa ayın kayalıklar ardına batışını seyrettik. Kuma gömülü özel ocaklarda pişirilmiş yemeklerin tadı ise hala damağımızda. Gecemizi şenlendiren ûd ve defin hoş sedası, peçetelere yazdığımız istek parçalarımız, yüksek gökdelenlerin ışıklarına alışmış gözlerimizin gökte asılı nur parçalarını hayretle seyredişi, serâplarımızda beliren yakamozlar ve yıldızlar altında geçen bir gecenin sonunda güneşin doğuşunu dualarla seyreyleyişimiz belki en unutulmaz anılarımızdan sadece bir kaçı idi. Her köşesinde yaratıcının mükemmeliyetinin tecellî ettiği unutulmaz çöl EDEPBÜLTEN 68 gezimiz safari maceramızla son bulmuş, biz Ürdün’ün güneyinde yer alan liman şehri Akabe’ye doğru yola koyulmuştuk bile. Sahilde bir müddet vakit geçirdikten sonra bize tahsis edilen altı şeffaf yatlarla çıktığımız deniz yolculuğu, sular altında akıp giden rengarenk, rüya gibi bir âlemin de kapısını açmıştı. Bir de şu deniz kestaneleri olmasaydı! Temmuz ayının son günü, gökte dolunay, kutlu bir yolculuğun ilk adımı, hüznün sevinçle harmanladığı o tarifi imkânsız heyecan; cennet kokulu Kudüs günleri… İlk olarak Zeytin Dağı’ndan selamladı bizleri Mescid-i Aksa ve ayın on dördü gibi avuçlarımızda parıldıyordu Kubbetü’s-Sahra. Her karışı ayrı kutsal bu beldede, zulmün ortasında göğe ağan yüzlerce duanın rahmet olup yağışı için açtık bizler de ellerimizi. Onlarca Peygamber, sahabe kabri ve makamına yaptığımız ziyaretlerle bir kez daha iman ettik Kudüs’ün vazgeçilmezimiz oluşuna ve olması gerektiğine. Ardımızda ümmete muhtaç kardeşlerimizi bırakıp geri döndük Ürdün topraklarına. Geçip gitmez sandığımız günler birbirini kovalamış; gün, akşam vaktine dönmüştü bile. Gözlerde ayrılığın hüznü kavuşmanın heyecanı ile helalleşirken heybemiz de onlarca hatıra ve tecrübe ile dolup taşmıştı. Son kez “felâfil”in, “kumbule”nin tadına baktık, “mensef ”i hayırla yâd edip (!) üzerine tiyatro oyunları kurduğumuz minibüslere son kez bindik. Belki de bu işittiğimiz son taksici azarı idi ki bu defa sinirlenmeyip gülüp geçtik. Keşke her anımızı iki defa yaşama fırsatımız olsa idi diyerek geçmişe giden dualar gönderdik. Ne hüznün ne de neşenin aslında her ikisinin birden makamı, Hicaz makamı tadında Ürdün günlerimizi unutmamaya dair sözler verdik. Sahi unutur muyuz ya da unutabilir miyiz?! BÜLTEN 2015 GÜZ Karadeniz Sergüzeşti EDEP İhtisas Okuma Kampı Nimet Küçük, EDEP Araştırmacısı & Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslam Edebiyatı Yüksek Lisans Dilimizde yolu ifade eden pek çok deyim, vecize, atasözü, mesel, eşanlamlı kelime varken yolun önemi elbette göz ardı edilemezdi. Biz de yolu, birbirimizi daha iyi tanımamıza, meveddetin, muhabbetin artmasına vesile addedip EDEP ihtisas kamplarımızın ilkini gerçekleştirmek maksadıyla yola revan olduk. İlk istikamet Trabzon. Trabzon’a 14 Eylül pazartesi günü öğle vakti on ikide indik. Her ne kadar sonbaharda yağmurlu bir Karadenizle karşılaşmayı ummuş olsak ve buna göre hazırlanıp gelsek de yağmurun olmaması ve bunun ötesinde havanın güzel olması grubumuzda memnuniyet yarattı. Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe akşamları konaklamayı Artvin’deki TÜRGEV yurdumuzda yapacağımız için Trabzon’dan Artvin’e, Karadeniz’in tüm güzelliklerini göre izleye karaEDEPBÜLTEN 69 BÜLTEN 2015 GÜZ lak yasası” diyen Kant gibi sonsuz gökyüzünün altında Riyâzu’s-Sâlihîn’in ilk sekiz bâbını okuyarak geçirdik. Gün boyu burada okumalarımızı ve öğle yemeğinde de Recep Hocamızla muhabbetimizi yaptıktan sonra akşam yurtta doyurucu bir Rüyâzu’s-Sâlihîn sohbeti yaptık. Veren memnun alan daha da memnun, güzel yorgunluklarla ayrıldık. İhtisas öğrencileri Recep ho- camız eşi ve kızları ile Rize Güneysu Kıbledağı Camii’nde yolundan ulaştık. Öğle yemeğimizi Çayeli’nin meşhur kuru fasulyecisi Hüsrev Lokantası’nda eda eyledik. Daha sonra yine yola revan olup Artvin sınırları dâhilinde olan, XVII. asırdan kalma Çiftekemer ve doğasıyla bizi bizden alan Mençura Şelalesi’ni ziyaret ettik. Şelaleye altı yüz metre kadar ormanın içindeki keçi yolundan yürümek suretiyle zor bir parkuru aşarak ulaşsak da şelaleyi görür görmez endamıyla safâlandık, kendimize geldik. Hemen başta şunu ifade etmeliyim ki Karadeniz’in tabiatı daha ilk günden gönlümüzü fethetti. On beş Eylül Salı sabahı ise uyandığımız mutlu bir uykunun neşesi herkesin yüzünde âyândı. TÜRGEV yurdumuzdan sabah erken bir saatte ayrılıp Haziran ayında boğa güreşlerinin yapıldığı, İspanya’nın ülkemizdeki şubesi Kafkasör nam mahalde kahvaltımızı yaptık. Kahvaltının akabinde ilk gün okuma programımızı sabahtan akşama kadar bu tabiatla iç içe dil-ârâ mekanda gâh çimlerde oturarak gâh Karadeniz’in haşin ve bir o kadar da müşfik dağlarına dalarak gâhî de “üzerimde yıldızlı gök ve içerimde ahEDEPBÜLTEN 70 On altı Eylül çarşamba, bugün günlerden İhyâ! Serbest okuma günümüzü bazılarımız Artvin Çoruh Üniversitesi’nin kütüphanesinde, kimimiz kampüs bahçesinde bir çardakta, kimimiz yurtta değerlendirsek de “cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif” diyen şair gibi aynı hakikatin derinliklerine muhtelif mekanlarda ulaşmaya çalıştık. Akşam, yurdumuzda yaptığımız İhyâ etrafındaki sohbet ile de günümüzün nihayeti “hitâmuhu misk” oldu doğrusu. On yedi Eylül perşembe ise, günümüzün tamamını geçireceğimiz Şavşat-Karagöl’e gittik. Burada, san’at-i Hüdâ, derde şifâ bir manzar-ı hoş-nümâ karşısında Recep Şentürk hocamızın “Âdamiyyah and ‘Ismah: The Contested Relationship Between Humanity and Human Rights in Classical Islamic Law” makalesini okuduk. Her şeyin kağıdın yüzünde yazılı olandan ibaret olmadığını da bildiğimizden gölün etrafında teferrüce çıktık ki gören mestâne görmeyen divane, neler gördük neler. İkindi üstü min hüsni’s-sudfe, Artvinli Aşık Kara ile mülâkî olduk ki zuhûrâtın böylesi. Aşık Kara 1927 Şavşat doğumlu bâdeli bir aşık, on dört yaşında dili de gönlü de fetholup sazının teline vurmaya başlamış. Aşık Veysel’le aynı sahnede bulunan, Kars ve Konya’daki Aşıklar Bayramı’na da katılan Aşık Kara sözüyle, sohbetiyle bizleri coştururken anlattığı harp hikayeleri ile mahzun eyledi. Her güzel şeyin sonu var. On sekiz Eylül cuma günü bereketiyle geldi. Bir Aydın-Nazilli türküsünde geçtiği üzere Cumartesi günü ise Rize’deki Ziraat Botanik Bahçesi’nde demli çaylar eşliğinde hoş sohbetler ettik. Bir taraftan da Başlangıçtan Günümüze Mekke kitabının tahliline devam ettik. Rize merkezde serbest zaman geçirdikten sonra tüm şehir merkezlerinin aynılaştırıldığını bir kez daha ayne’l-yakîn gördük, üzüldük. Çay bahçelerinin aralarından çıkarak vâsıl olduğumuz Kıbledağı Camii’ne vardığımızda bir kere daha yoğun bir sisle karşılaştık, Karadeniz de demek böyleymiş. Bugün yine bizlere yol göründü, Uzungöl’e de uğrayarak Trabzon’a geçtik. Uzungöl’deki yabancılaşma, yapılaşma bizi üzdü. Hoş, bu iki şey olmasa belki de bizim de buradan haberimiz olmayacaktı. Biz modern insanların da dilemması bu olsa gerek, olanda BÜLTEN 2015 GÜZ “Yörük de Ali geliyor/Açıl Aydın yolları” diye nida edemesek de “Bizim kızlar geliyor/Açıl Rize yolları” demek aklımıza geldi doğrusu. Evet, bugün Rize’ye geçiyoruz lakin yolu öyle dümdüz geçip gitmiyoruz tabii. Evvela Rize’de bir köy camiinde cuma namazlarımızı eda eyledik. Sonrasında da “bunun raftingi var, zipline’ı var, var da var dedik” ve Rize-Fırtına Deresi’nden geçip de hiç bu işlere değmemek olmaz elbet deyu üstümüze düşeni îfâ eyledik; rafting ve zipline yaptık. Bu kadar kız, aa nasıl yaptınız ki onu diye soranlara da cevabımızdır; en zor ve en uzun parkuru seçtik hem de. Bugün Ayder Yaylası’na da çıktık lakin dağ başını duman aldığından kudreti temaşa edemedik, vâ esefâ deyip ayrıldık. Gece Rize Diyanet İhtisas Merkezi’nde konakladık ve ihtisas istişare toplantımızı da burada yaptık, fikir teâtîsinde bulunduk. Bunun yanı sıra Martin Lings’in Başlangıçtan Günümüze Mekke kitabının tahlilini yaptık, mebhût u hayrân ve dahi ta’bân odalarımıza çekildik. hayır vardır ya da var mıdır? Gece yine Diyanet’e ait Ortahisar Reyhan Kız Kuran Kursu’nda konakladık. Son günümüz olan Pazar günü ise yurtta misafirperver, güzel bir kahvaltının ardından Sümela’ya yollandık. Sümela’nın da son ziyaret gününde olması ve iki senelik bir restorasyona girecek olması bizleri şanslı hissettirdi. Trabzon’da ev sahibimiz KTÜ İlahiyat Fakültesi’nin dekanı Emin Aşıkkutlu hoca idi. Beraber yediğimiz öğle yemeğinden sonra hep beraber fakülteye geçtiğimizde Emin Aşıkkutlu hocamızın sıcak karşılamasıyla kendimizi gerçekten evimizde gibi hissettik, mutlu olduk. Karadeniz’e nazır bu güzel fakültede okumak güzel bir duygu olsa gerek, ve fakat “şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” kelâm-ı kibârı fakültenin güzelliği ile birleşince nurun ‘alâ nûr oldu desek sezadır. Ve ayrılma vakti gelir. Bir haftada gördüklerimizin, öğrendiklerimizin, gezdiklerimizin, sevdiklerimizin bereketi bize hayli yeter. Çoğumuzun ilk defa Karadeniz iklimini gördüğü bu gezide hayretimize birbirimizi ortak ettik, hayretimizi birbirimizle paylaştık. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Daha güzellerine ve nicelerine… EDEPBÜLTEN 71 Eğitime Destek Programları Merkezi Merkez: Hırka-i Şerif Mah. Akseki Camii Sk. No:1 Fatih/İstanbul (Hırka-i Şerif Camii yanı - Muhafız Konağı) Tel: 0212 532 04 08 Faks: 0212 532 04 07 Üsküdar: Aziz Mahmud Hüdayi Mah. Uncular Cad. Ahmet Çelebi Çıkmazı No:1/3 Üsküdar/İstanbul Tel: 0216 532 91 11 www.edepmerkezi.org • [email protected] /EdepMerkezi /EdepMerkezi EDEP Türgev bünyesinde hizmet veren bir kuruluştur