Bildiri Özetleri - Türk Hematoloji Derneği

advertisement
Bildiri Özetleri
189
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
KİT Ünitesinde 2005-2007 yılları arasında 19`u
kadın, 25`i erkek toplam 44 hastaya Allogeneik Periferik Kök Hücre Transplantasyonu (APKHT) yapılmıştır. (4 Aplastik anemia (AA), 2 Myelodisplastik
sendrom (MDS), 12 Akut Myelositik Lösemi (AML),
5 Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), 1 Hodgkin Lenfoma (HL), 1 Lenfoblastik lenfoma (LL). Hazırlama
rejimi olarak hastalara Busulphan-Cyclophosphamide rejimi, AA tanılı hastaya ATG+Siklofosfamid+
Prednol, HL tanılı hastaya non-myelo ablatif tedavi
rejimi olarak Busulfan- Cyclophosphamide-Fludarabin verildi.
Kan grubu uyuşmazlığı ile nakil yapılan hastaların median yaşı 23 (range: 17-40) olup, aritmetik ortalama 23,81’di. İnfüze edilen CD34+ hücre
sayısı median 5,5 106/kg (range:3.6 106/kg -6,35
106/kg) ortalama 5,14 106/kg hücre oldu.
44 hastanın 11’inde donör-alıcı kan grubu
uyuşmazlığı vardı. Bu hastaların 10’unda ABO
uyuşmazlığı (4 majör, 5 minör, 1 karma), 1’inde Rh
uygunsuz nakil kan uyuşmazlığı söz konusu idi.
Kan grubu uyuşmazlığında majör uyumsuzluk için
1/256 ve minör uyuşmazlık için 1/128 ak titresi
değeri eşik değer olarak kabul edildi. Hiçbir vakada
antikor tiresi bu değerlerin üzerinde değildi.
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
Uyuşmazlık
Tipi
ALL
23
24/08/05
4,78 106
B Rh (-)
0 Rh (-)
Minör
1/16
2
KML 40
09/02/06
3,6 106
0 Rh (+)
B Rh (+)
Majör
1/128
Titraj
Donör Kan
Grubu
1
Hasta Kan
Grubu
İnfüze
Edilen
Birçok seride kardeş vericiden yapılan kök
hücre nakillerinde donör-alıcı arasında %30-40
oranında kan grubu uyuşmazlığı olduğu bildirilmiştir. Bu oran akraba-dışı yapılan nakillerde
daha fazladır. ABO kan grubu uyuşmazlığı genellikle kök hücre naklinin başarısı açısından engel
değildir. Genellikle majör ve karma tip kan grubu
uyuşmazlığında erken hemoliz, minör tip uyuşmazlıklarda ise gecikmiş tipte hemoliz görülebilir.
Ayrıca majör kan grubu uyuşmazlığı olan hematopietik kök hücre nakillerinde isohemaglutininler
intramedüller öncülerin yıkımına neden olursa saf
eritroid aplazi (PRCA) gelişebilir. PRCA insidansı
non-myeloablatif nakillerde daha fazladır (%5-7’ye
karşılık %16-32).
Nakil Tarihi
1
Sema Güler, 1Meriç Küçükgüngör, 1Nurullah Zengin. 1Ankara Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi.
Hasta Yaşı
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ KEMİK İLİĞİ NAKİL ÜNİTESİNDE
VERİCİ ALICI KAN GRUBU UYUŞMAZLIĞI OLAN
HASTALARDA ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ
DENEYİMİ 1Simten Dağdaş, 1Halil Erişti, 1Gülsüm Özet, 1Funda Ceran,
Tanı
Poster No: 0001
10 hastada nakil sonrası belirgin bir hemolitik
reaksiyon gelişmedi. Ancak karma tip uyuşmazlığı
olan ve non myelo ablatif tip allogeneik kök hücre
nakli yapılan bir hastamızda gecikmiş tipte hemoliz
ortaya çıktı. Daha önceki serilerde bildirildiği gibi
donör-alıcı kan grubu uyuşmazlığı olan hastalarımızın hiçbirisinde nötrofil ve trombosit engraftmanında gecikme olmamıştır. Ek olarak Graft rejeksiyonu ya da GvHD insidansında da diğer hastalarla
karşılaştırıldığında artış söz konusu değildir.
Kişi
Akut Lösemi
3
MDS 20
10/03/06
4,35 106
0 Rh (-)
A Rh (+)
Majör
1/128
4
MDS 24
08/05/06
5,69 106
A Rh (+)
0 Rh (+)
Minör
1/64
5
AML 21
01/06/06
5,52 106
A Rh (+)
0 Rh (+)
Minör
1/64
6
AA
17
18/08/06
3,84 106
0 Rh (+)
A Rh (+)
Majör
1/64
7
AA
24
21/08/06
5,27 106
B Rh (+)
0 Rh (+)
Minör
1/128
0 Rh (+)
8
AML 20
03/04/07
6,35 106
A Rh (+)
Majör
1/128
9
AML 24
06/06/07
5,76 106 AB Rh (+) B Rh (+)
Minör
1/128
10
HL
30
22/11/07
5,86 106
A Rh (+)
B Rh(+)
Mix
1/64
1
ALL
19
12/09/06
5,50 106
0 Rh (-)
0 Rh (+)
Poster No: 0002
İNTENSİF KEMOTERAPİ REJİMLERİNDE OTOLOG KÖK HÜCRE DESTEĞİ 1Mahmut Yeral, 1Ilknur
Kozanoğlu, 1Süheyl Asma, 1Ebru Kızılkılıç, 1Can Boğa, 1Hakan Özdoğu 1Başkent Üniversitesi, Ankara
İleri yaş, genel performans durumu, ek hastalık
gibi birçok durumlar hematolojik malignensilerde intensif kemoterapi rejimlerinin uygulanabilirliğini kısıtlamaktadır. Kök hücre desteği ile bu
tip hastalarda hematopoietik sistemin daha rahat
toparlanacağı ve kemoterapi ile ilişkili sitototoksisite nedeni ile oluşabilecek komplikasyonarın
daha az olacağı beklenebilir. Önceden otolog kök
hücreleri saklanmış, kemoterapi ile ilişkili komplikasyon gelişebileceği, ya da tolere edemeyeceği
düşünülen 8 hastaya uygulanan kök hücre destekli
kemoterapi uygulamasının sonuçları bildirilmiştir.
Çalışma yaşlı, ya da daha önce birçok kez kemoterapi almış olan, kurtarma kemoterapi rejimlerinin
problem yaratabileceği düşünülen 8 hastayı kapsadı. Hastaların yaşları 33 ile 74 arasında idi. 5
hastada akut myeloid lösemi, 1 hastada anaplastik
T hücreli lenfoma, 2 hastada hodgkin lenfoma tanısı
mevcuttu. Lösemiler primer refrakter ya da relaps
olmuş olgular idi. Lenfomalar ise ilerleyici yada nüks
olmuş, ekstramedüller tutulumu olan ve daha önce
191
bir çok tedavi rejimi alan hastalardı. Hastalara verilen 11 kemoterapi küründen 3’ü FLAG, 2’si standart
remisyon indüksiyonu (Ida+ARA-C), 1’i yüksek doz
ARA-C, 4’ü ICE, 1’i EMA idi. Hastalarda ekstramedüller tutulum, kalp kapak hastalığı, kalp ritim problemleri, hepatit B ve daha önceden geçirilmiş akciğer mantar şüphesi gibi yan problemler mevcuttu.
Hastaların 3’ü 70 yaşın üzerinde idi. Olguların çoğu
çeşitli nedenlerden allogeneik ya da otolog kemik
iliği yapılamayan, ancak daha önceden remisyon
döneminde otolog kök hücre toplanan hastalardı.
Kök hücre toplama işleminde, devamlı akım santrifüj
tekniği ile çalışan Cobe Spectra versiyon 7.0 kullanıldı. Hastalara kemoterapiden 48 saat sonra ortalama
1,8x106/kg CD34 pozitif kök hücre desteği sağlandı.
71 yaşında AML hastası FLAG sonrası remisyona
girdi ve hastaya kök hücre destekli 2 kür uygulandı. Lökosit toparlanma zamanı kemoterapi sonrası
17 ve 18 günlerdi. 2. hasta FLAG refrakter idi. 74
yaşında olan hasta remisyona girmedi ancak kemoterapi ile ilgili komplikasyon görülmedi. EMA verilen
genç ancak kötü performanslı FLAG refrakter hasta;
EMA ile remisyona girdi. 19 günlük nötropenik
dönem sonunda nötropeniden çıktı. Geç relaps olan
2 hastaya standart remisyon indiksiyonu verildi.
Remisyona giren 1 hasta tedavi sonrası 15. günde
lökosit toparlaması oldu. Birçok kurtarma rejimine
rağmen progresyonu devam eden hastaya yüksek
doz ARA-C verildi. Hasta 15. günde nötropeniden
çıktı; ancak remisyona girmedi. 2 lenfoma hastasına ICE verilmesine rağmen progresyon devam
etti. Ancak kök hücre desteği ile hastaların birine
3., 4. ve 5. kür ICE tedavisi verilme olanağı sağladı
Bu çalışmadan elde edilen gözlemler; yaşlı ya da
daha önceden çok sayıda kemoterapi almış olan
ve kötü performanslı hastalarda otolog kök hücre
desteği ile intensif tedavilerin daha rahat tolere edilebilirliğini desteklemektedir.
Geç Yan Etkiler
Poster No: 0003
ABO UYUMU/ UYUMSUZLUĞUNUN ALLOJENİK
KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARINA ETKİSİNİN
ARAŞTIRILMASI 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Şahika Zeynep Akı, 1Zeynep Arzu Yeğin, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı
Amaç: Solid organ transplantasyonlarının aksine hematopoetik kök hücre nakli ABO uyumsuz kişilerde de yapılabilmekte ve ABO uyumsuz
donörlerden kök hücre naklinin hemolitik reaksiyon ve saf eritroid dizi aplazisi riskini artırmasına
rağmen sonuçta mortalite riskini değiştirmediği
192
genel kabul görmektedir. Bu çalışmanın amacı
ABO kan grubu uyumlu ve uyumsuz allojenik kök
hücre nakillerinin sonuçlarının araştırılmasıdır.
Yöntem: Kasım 2003 – Ocak 2008 tarihleri arasında
AKHN yapılan 110 hastanın (44 kadın, 76 erkek;
ortanca yaş 27,5 (16-63), 46 AML, 22 ALL, 5 multipl
myelom, 15 ağır aplastik anemi, 5 Hodgkin dışı lenfoma, 8 Hodgkin hastalığı, 6 KML ve 3 MDS) dosya
kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Çalışmada
hastalık yinelemesi veya engrafman kaybı nedeniyle
tekrarlanan 10 nakil dahil toplam 120 AKHN yer aldı.
Sonuçlar: Yapılan nakillerin 71’i (%59,2) ABO kan
grubu uyumlu, 49’u (%40,8) uyumsuzdu [ 19
(%15,8) major uyumsuz, 22 (%18,3) minor uyumsuz, 8 (%6,7) çift yönlü uyumsuz ]. Toplam sağ
kalım ilk otuz günde %86,7; ilk yüz günde %73,7;
ortanca 184 gün (1-1533) takip süresi sonunda
%46,7 hesaplandı. İlk 30 gün, 100 gün ve toplam
mortalite kan grubu uyumlu olan ve olmayan
hastalar arasında farksız (p>0,05) saptanmasına
karşın minor kan grubu uyumsuzluğu olan hastaların diğer hastalara göre ilk 30 günde, ilk 100
günde ve takip süresi sonunda daha sık kaybedildiği saptandı (p<0,05). Takip süresi sonunda
toplam sağ kalım minor kan grubu uyumsuzluğu
ve çift yönlü kan grubu uyumsuzluğu olan hastalarda anlamlı olarak daha az bulundu (p<0,01). 30.
günde ölçülen ferritin değerlerinin toplam sağ kalıma negatif etkisi olduğu saptandı (p<0,05). Major
kan grubu uyumsuzluğunda, diğer uyumsuzluk
tiplerine göre eritrosit engraftmanında gecikme
saptandı (p<0,01), nötrofil ve trombosit engraftman
günleri, ilk 30 günde eritrosit ve trombosit transfuzyonu gereksinimi farksız bulundu. Sinuzoidal
obstruksiyon sendromu (SOS) sıklığı minor kan
grubu uyumsuzluğu olanlarda daha sık saptanmasına karşın istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
Tartışma: Çift yönlü ve minor kan grubu uyumsuz
olan nakillerin sağ kalım süresine, major kan grubu
uyumsuzluğunun eritrosit engraftman süresine
olumsuz etkisi bulunmaktadır. 30. günde ölçülen
ferritin değerlerinin sağ kalımı kötü yönde etkilediği
dikkate alınırsa özellikle engrafman gecikmesi nedeni ile 30. gün sonrasında da transfüzyon gerektirebilen major kan grubu uyumsuzluğu olan hastalarda demir parametrelerinin dikkatli izlemi ve erken
eritropoetin + demir bağlayıcı tedavi ile sağ kalımda
etkili olabilecek bu risk faktörünün ortadan kaldırılması mümkün olabilir. Karaciğer sinüzoidlerinde
doku grubu antijenlerinin bulunduğu, SOS’ unun
ise sinusoid endotelinin zedelenmesi ile başladığı
bilinmektedir. Bu bağlamda SOS minör kan grubu
uyumsuzluğu arasındaki ilişkinin daha geniş olgu
sayıları ile irdelenmesi gerekmektedir.
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
ABO uyumlu
n=71
Eritrosit engraftmanında
gecikme (n/%)
0
ABO uyumsuz n=49
Major
n=19
Minor
n=22
Çift yönlü
n=8
9 (52,9)
1(6,7)
2 (25)
Nötrofil engraftmanı (gün)
18 (0-32) 18 (12-32) 17 (0-30) 18,5 (15-21)
Trombosit engraftmanı (gün)
14 (0-54)
19 (0-32) 13,5 (0-54) 17 (11-37)
İlk 30 gün eritrosit transfüzyonu (Ü)
5 (0-28)
3 (0-13)
6,5 (0-15)
6 (1-12)
İlk 30 gün trombosit transfüztonu (Ü)
8 (0-56)
6 (1-23)
9,5 (1-31)
7,5 (1-24)
SOS (n/%)
17 (23,9)
5 (26,3)
8 (36,4)
2 (25,0)
İlk otuz gün mortalite (n/%)
Kaybedilen
TİM/ relaps
İlk yüz gün mortalite (n/%)
Kaybedilen
TİM/ relaps
Toplam sağ kalım (%)
Kaybedilen (n/%)
TİM/ relaps
8 (11,3)
2 (10,5) 6 (27,3)
7/1 (9,8/1,5) 2/0 (100/0) 6/0 (100/0)
0
-
15 (21,1) 3 (15,8) 10 (45,5)
9/1
9/6
2/1
(12,6/8,5) (10,5/5,8) (40,9/4,6)
1 (12,5)
1/0
(100/0)
54,75
30,47
17,86
46,93
5 (62,5)
34 (47,9) 6 (31,6) 14 (63,7)
10/4
1/4
3/3
16/18
(22,5/25,4) (10,5/21,5) (45,5/18,2) (12,5/50,0)
Poster No: 0004
HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN
HASTALARDA DEMİR YÜKÜ İLE ERKEN DÖNEM
TOKSİSİTE VE SAĞKALIM İLİŞKİSİ 1Zeynep Arzu
Yegin, 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Şahika Zeynep Akı, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı
GİRİŞ: Hematopoietik kök hücre nakli (HKHN)
yapılan hastalarda demir yükü morbidite ve mortaliteyi arttırmaktadır. Bu çalışmada; HKHN yapılan
hastalarda demir yükünün erken dönem toksisite
ve sağkalım üzerine etkisi incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kök Hücre Nakli Biriminde 2003 – 2008
129 erkek, 71 kadın ;[yılları arasında KHN yapılan 200 hastaya uygulanan 81 otolog (%40,5) ve
119 allojeneik]ortanca yaş 33 (16-71) (%59,5) KHN
işlemi ile ilgili veriler geriye dönük olarak incelendi. Ortanca takip süresi 272 (1-1565) gün olarak
hesaplandı. Nakil öncesi bakılan serum ferritin
düzeyi ve transferrin saturasyonu (TS) ile nakil
sonrası ilk 30 günde oluşan erken dönem toksisite
ve sağkalım arasındaki ilişki geriye dönük olarak
incelendi.
SONUÇLAR: Hasta grubumuzda ortanca 272
(1-1565) günlük takip süresinde toplam sağkalım oranları OKHN için %73,5, AKHN için %43,2,
genel sağkalım oranı %66,7 olarak hesaplandı.
Yapılan sağkalım analizinde ; nakil öncesi ferritin düzeyleri ile 30 günlük sağkalım (p<0,05),
100 günlük sağkalım (p<0,01) ve toplam sağkalım
(p<0,001) arasında anlamlı negatif ilişki saptandı.
Nakil öncesi ferritin düzeyi ve TS ile mukozit
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
derecesi arasında anlamlı pozitif ilişki saptandı (p<0,001,r=0,321 ; p<0,05,r=0,167).Sinusoidal
obstrüksiyon sendromu (SOS) gelişen hasta grubunda geriye dönük olarak bakılan nakil öncesi
ferritin düzeyleri anlamlı yüksek bulundu (p<0,05).
Nakil öncesi bakılan ferritin ve TS ile ilk 30 günde
geçirilen ateşli gün sayısı arasında anlamlı pozitif
ilişki saptandı (p<0,001,r=0,355 ; p<0,01,r=0,242).
Nakil öncesi ferritin düzeyi ve TS yüksek olanlarda
pnömoni sıklığının daha yüksek olduğu görüldü
(p=0,001, p<0,05). Korelasyon analizinde anlamlı
çıkan değerler ile yapılan lojistik regresyon analizinde nakil öncesi bakılan ferritin düzeyinin mukozit derecesi (p<0,01), SOS (p<0,001) ve pnömoni
(p<0,001) gelişimi üzerine etkili olduğu gösterildi.
TARTIŞMA: Bu çalışmada, nakil öncesi artan
ferritin düzeyleri ile paralel olarak 30 ve 100 günlük
sağkalım oranlarının azaldığı gösterildi. Hasta grubumuzda ferritin ve TS yüksek olan hastalarda mukozitin daha sık ve daha ağır geliştiği görüldü. Hasta
grubumuzda ferritin düzeyi yüksek olan hastalarda
SOS gelişiminin daha sık olduğu görülmüştür. Ferritin ve TS yüksek olanlarda ateşli gün sayısının ve
pnömoni sıklığının daha yüksek olduğu görülmüştür.
Sonuç olarak ; KHN yapılan hastalarda artmış
demir yükü oksidatif strese neden olarak enfeksiyonlara yatkınlığı nakil ilişkili toksisiteyi ve morbiditeyi, buna bağımlı olarak mortaliteyi arttırmakta
; sağkalımı olumsuz yönde etkilemektedir. Nakil
öncesinde ve nakil sonrası takipte transferrin satürasyonu ve ferritin düzeyleri yüksek olgularda artmış demir yükünü azaltmak amacı ile uygulanacak
olan flebotomi + eritropoietin, demir bağlayıcı tedavilerin kısa ve uzun dönem komplikasyonlar ve sağkalım üzerindeki etkilerinin prospektif çalışmalar ile
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Poster No: 0005
HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN
HASTALARDA TROMBOFİLİK GEN MUTASYONLARI İLE TROMBOEMBOLİK OLAY VE SAĞKALIM İLİŞKİSİ 1Zeynep Arzu Yegin, 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Şahika
Zeynep Akı, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı
GİRİŞ: Hematopoietik kök hücre nakli (HKHN)
yapılan hastalarda trombofilik gen mutasyonları
(TGM) hiperkoagülabiliteye neden olabilmekte ve
tromboembolik komplikasyonlara eğilimi arttırabilmektedir. Bu çalışmada HKHN yapılan hastalarda
TGM’nın tromboembolik olaylar ve sağkalım üzerine
etkisi incelendi.
193
GEREÇ VE YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kök Hücre Nakli Biriminde 2003 – 2008
129 erkek, 71 kadın ;[yılları arasında KHN yapılan 200 hastaya uygulanan 81 otolog (%40,5) ve
119 allojeneik]ortanca yaş 33 (16-71) (%59,5) KHN
işlemi ile ilgili veriler geriye dönük olarak incelendi. Ortanca takip süresi 272 (1-1565) gün olarak
hesaplandı. KHN yapılan hastalarda nakil öncesi bakılan faktör V leiden 1691 G/A protrombin
G20210A ve metil tetrahidrofolat redüktaz (MTHFR)
C677T gen mutasyonu varlığı ile sinusoidal obstrüksiyon sendromu (SOS), kateter ilişkili tromboz,
kateter enfeksiyonu ve sağkalım ilişkisi incelendi.
SONUÇLAR: Otolog ve allojeneik KHN yapılan hastalarda faktör V leiden mutasyonu %10,3, protombin gen mutasyonu %2,8,
MTHFR gen mutasyonu %44,6 sıklıkta saptandı.
Yapılan sağkalım analizinde ; nakil öncesi bakılan
TGM ile 30 günlük sağkalım (p>0,05), 100 günlük
sağkalım (p>0,05) ve toplam sağkalım (p>0,05) arasında anlamlı ilişki saptanmadı. TGM ile kateter
ilişkili tromboz gelişimi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). TGM ile kateter enfeksiyonu gelişimi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05).
TGM ile SOS gelişimi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05).
TARTIŞMA: Trombofilik gen mutasyonları olarak
bilinen faktör V leiden, protrombin ve MTHFR gen
mutasyonlarının tek başına ya da birlikte bulunmaları değişen oranlarda tromboza yatkınlık yaratmakta ve eşlik eden çevresel faktörler ile birlikte
aşikar tromboz oluşumuna neden olabilmektedir.
Kök hücre nakli yapılan hastalarda uygulanan
hazırlama rejimi, altta yatan hastalık, immobilizasyon, kalıcı kateter takılması gibi invaziv girişimler
ve enfeksiyon gibi presipitan faktörlerin de etkisiyle tromboza yatkınlık oluşmaktadır. TGM’nın
eşlik etmesinin bu hasta grubunda mevcut hiperkoagülabiliteyi arttırabileceği ve tromboembolik olayları provake edebileceği düşünülmektedir.
TGM’nın tromboembolik komplikasyonları arttırarak nakil sonrası morbidite ve mortaliteyi etkileyebileceği düşünülerek yapılan sağkalım analizinde
ise sağkalım üzerine etkileri olmadığı görülmüştür.
Kök hücre nakli gerektiren hastalıkların ve kök
hücre nakli işleminin doğası gereği artmış olan
diğer hiperkoagulabilite etkeni faktörlerin trombofilik mutasyonların katkısını etkisiz hale getirmesi
muhtemeldir.
194
Poster No: 0006
ALLOJENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN VE
DEMİR BİRİKİMİ OLAN HASTALARDA DEFEROKSAMİN VE ERİTROPOİETİN 1Şahika Zeynep
Akı, 1Zeynep Arzu Yegin, 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz
Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı
GİRİŞ: Allojeneik kök hücre nakli (AKHN) yapılan
hastalarda demir birikimi nakil sonrası erken ve geç
dönemde önemli morbidite ve mortalite nedenidir.
Deferoksamin (DFS) gibi demir bağlayıcı tedaviler ile
demir atılımının arttırılması ve beraberinde eritropoietin (EPO) tedavisi ile demir kullanımının uyarılması sayesinde organizmada demir yükü azalmakta
ve demir kullanımı arttırılmaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 7 erkek ; ortanca yaş
27(23-55) [Allojeneik KHN yapılan yedi hastaya
nakil sonrası ortanca 142. günde (77-407) DFS
25 mg/kg /haftada 3 gün 4 erkek ;[dozunda başlandı. Allojeneik KHN yapılan dört hastaya nakil
sonrası ortanca 221. günde (70-287) EPO]ortanca
yaş 23,5(17-41) 200 U/kg/haftada 2 gün dozunda
başlandı. Tedavi öncesi ve sonrasında hastaların
hemoglobin (Hb) ferritin ve transferin saturasyon
(TS) değerleri geriye dönük olarak incelendi.
SONUÇLAR: DFS tedavisi uygulanan 7 hastada
tedaviye ortanca 223 (26-373) gün süreyle devam
edildi. Tedaviden önce Hb ortanca 9,86 (6,71-14,5)
g/dl, ferritin ortanca 2000 (1047-2000) ng/ml, TS
ortanca %85 (29-100) iken ; tedaviden sonra Hb
ortanca 11,6 (8,16-14,1) g/dl, ferritin ortanca 1829
(1290-2000) ng/ml, TS ortanca %47 (15-88) idi.
EPO tedavisi uygulanan 4 hastada tedaviye ortanca
88 (57-181) gün süreyle devam edildi. Tedaviden
önce Hb ortanca 7,25 (6,23-8,56) g/dl, ferritin tüm
hastalarda 2000 ng/ml, TS ortanca %86,5 (85-94)
idi. Tedaviden sonra Hb düzeyinde ortanca 5,29
(4,27-7,36) g/dl yükselme tespit edilirken ; ferritin
düzeyinde ortanca 189,5 (0-396) ng/ml ve TS’da
ortanca %46 (0-63) oranında azalma gözlendi.
TARTIŞMA: Allojeneik KHN yapılan hastalarda demir birikimi yaklaşık %90 oranında görülmektedir. Hematolojik maliniteli hastalarda önemli
bir sorun oluşturan yoğun kan transfüzyonundan
bağımsız olarak ; bu özellikli hasta grubunda artmış
demir emilimi ve inefektif eritropoez demir birikimine
neden olan önemli faktörler arasında yer almaktadır.
Demir yükünü azaltıcı tedaviler arasında flebotomi, demir bağlayıcılar ve EPO yer almaktadır.
Bu çalışmada allojeneik KHN yapılan hastalarda
demir düşürücü tedavi olarak tercih edilen DFS
ve EPO tedavileri ile hastalarda demir yükünde
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
azalma ve Hb değerlerinde belirgin yükselme sağlandığı gösterildi. DFS yan etki spektrumu dar,
iyi tolere edilen bir demir bağlayıcı ajan olmakla birlikte EPO ile eş zamanlı kullanımı demir
metabolizmasında sinerjistik etki elde edilmektedir.
Bu çalışmada sunulan az sayıda olgu ; DFS - EPO
tedavisinin demir yükünü azaltmada güvenle kullanılabilecek oldukça emniyetli ve etkili bir kombinasyon olduğunu düşündürmektedir. Bu konuda
daha çok sayıda olgu ile yapılacak, prospektif ve
randomize çalışmalara gereksinim vardır.
Poster No: 0007
ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI GELİŞEN RENAL HÜCRELİ KARSİNOM: OLGU SUNUMU 1Gül İlhan, 1Nurcan Alhan, 1Rahime Sezer, 1Neslihan Andıç, 1Sema
Karakuş 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Allojenik kök hücre nakli günümüzde aplastik
anemiler, akut ve kronik lösemiler, miyelodisplastik sendromlar, lenfoproliferatif hastalıklar, plazma
hücre hastalıkları ve bazı hemoglobinopatilerde
uygulanabilen ve küratif olabilen bir tedavi şeklidir. Bununla birlikte allojenik kök hücre alıcıları
uzun vadede normal populasyona göre sekonder
maligniteler açısından artmış risk altındadır. Primer
malign hastalık için ve hazırlama rejiminde kullanılan sitotoksik kemoterapiler ve iyonize radyasyon, immün sistemin toparlanmasındaki gecikmeler
veya yetersizlikler, graft versus host hastalığı nedeniyle immün stimülasyon ve immün supresyon,
onkojenik viral ajanlar ve genetik predispozisyon
etyolojide suçlanan nedenlerdir. Burada allojenik
kök hücre nakli sonrası renal hücreli karsinom
gelişen bir vaka sunulmuştur. On dört yaşında
Fankoni aplastik anemisi tanısı alarak yurt dışında
HLA uyumlu kız kardeşinden allojenik kök hücre
nakli yapılan ve 2 yıl süreyle immün supressif
tedavi alan hasta 28 yaşında kontrol için geldiğinde yapılan karın ultrasonografisi ve tomografisi ile
renal hücreli karsinom tanısı aldı. Hastaya parsiyel
nefrektomi yapıldı. Allojenik kök hücre nakli sonrası
gelişen sekonder maligniteler erken dönemde lenfoproliferatif hastalıklar, miyelodisplastik sendrom,
akut lösemiler, non Hodgkin lenfoma iken, daha
geç dönemde solid tümörlerdir. Literatürde bu solid
maligniteler cilt, oral kavite, tiroid, ösefagus, beyin
ve santral sinir sistemi, bağ dokusu kemik, serviks,
meme, kolon kanserleri olarak rapor edilmiştir.
Transplantasyondan 20 yıl sonra bile riskin devam
ettiği rapor edilmiştir. Allojenik kök hücre nakli
sonrasında renal hücreli karsinom gelişen başka bir
olguya rastlanmamıştır. Ancak allojenik kök hücre
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
naklinden uzun yıllar sonra da solid tümör gelişebilme riskinin devam etmesi nedeniyle hastaların
bu konuda bilgilendirilerek belli aralıklarla kontrole
gelmesi sağlanmalıdır.
Poster No: 0008
KEMİK İLİĞİ NAKLİ SONRASI GELİŞEN BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİDE
BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ BULGULARI 1Mustafa
Gulec, 1Ali Yıkılmaz, 4Sema Oymak, 1Turkan İkizcelı, 2Fatih Kurnaz, 3İsmail
Sarı, 2Leylagül Kaynar 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim
Dalı, 2Erciyes Üniversitesi Hematoloji Anabilim Dalı, 3Pamukkale Üniversitesi
Hematoloji Anabilim Dalı, 4Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
AMAÇ: Bu çalışmada; kemik iliği transplantasyonu yapılan olgularda uzun dönemde ortaya çıkan
non-infeksiyoz komplikasyonlarından bronşiolitis
obliterans organize pnömoni (BOOP) çok kesitli bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları ile tanımlandı.
MATERYAL ve METOD: Mayıs 2006 ve Ocak
2007 tarihleri arasında Erciyes Tıp Kapadokya
Transplant Merkezinde kemik iliği nakli yapılan
toplam 80 hastanın erken ve geç dönem ince kesit
ve yüksek çözünürlüklü toraks BT görüntüleri iki
farklı radyolog tarafından BOOP’un karakteristik
bulguları açısından (yamalı konsolidasyon alanları,
buzlu cam görünümü, nodül ve bant şeklinde opasite ) prospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Kemik iliği nakli yapılan 80 hastanın 4’ünde (%5) radyolojik olarak non-spesifik fakat
BOOP için karakteristik bulgular saptandı. Dört
hastada en sık gözlenen bulgu üç hastada izlenen
nodül ve bant şeklinde opasite idi. Dört hastanın
ikisinde yamalı konsolidasyon alanları ve buzlu
cam görünümleri izlendi. Hastaların tamamında
solunum fonksiyon testlerinde obstrüktif tip bozulma ve vücut pletismografisinde, reziduel akciğer
hacminde ve toplam akciğer kapasitesinde artma
izlendi. Bronkoalveoler lavaj bulguları nonspesifik
idi ve enfeksiyon ekarte edildi. Tedavide 3 gün pulse
steroid (prednison 1g/ 3 gün) tedavisi sonrası oral
idame (prednison 40-80mg) tedavisi verildi. Hastaların semptom ve klinik bulgularında tedavi sonrası
iyileşme izlendi. Radyolojik bulgularında da kontrol
BT tetkiklerinde belirgin düzelme gözlendi.
SONUÇ: BOOP kemik iliği transplantasyonu
yapılan hastalarda uzun dönemde ortaya çıkabilen
ve nadir olmayan bir komplikasyondur. İyi tanımlanmadığı takdirde birçok klinik antite ile karışabilen lezyonların saptanmasında nonspesifik BT
bulguları diğer bulgularla desteklendiğinde oldukça
yardımcı bir tetkiktir.
195
Poster No: 0009
AKUT MYELOİD LÖSEMİLİ HASTADA OTOLOG
KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU SONRASINDA GELİŞEN EVANS SENDROMU 2Hakan Özdoğu, 2Can
Boğa, 2Mutlu Kasar, 2Mahmut Yeral, 2Süheyl Asma 1Başkent Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara
Kemik iliği kaynaklı allojeneik ve otolog periferik
kök hücre transplantasyonları sonrasında immun
sapmaların meydana gelebileceği bilinmektedir.
Bunun sonucunda multiple immunolojik hastalıklar gelişebilir. Bu çalışmada otolog periferik
kök hücre transplantasyonu yapılan bir hastada
transplantasyon sonrası Evans sendromu gelişen
ve uygulanan steroid tedavisi sonrasında ise ortaya
çıkan sitomegalovirus reaktivasyonu tartışılmıştır.
Akut myeloblastik lösemi (FAB; M0) tanılı 27
yaşında, intermediyer risk grubunda, erkek hasta
standart indüksiyon ve konsolidasyon tedavileri
sonrası remisyona girdi. Allojeneik kardeş vericisi
olmadığı ve akraba dışı donör transplantını kabul
etmediği için busulfan ve siklofosfamid hazırlama rejimi kullanılarak otolog periferik kök hücre
transplantasyonu uygulandı. Hasta postransplant
11. günde lökosit engrafmanı oldu. Transplant
sonrası 55. günde genel durum bozukluğu, başağrısı ve sarılık tablosu ile acil servise başvurdu.
Akut hemoliz tespit edilen hastada direkt coombs
Ig G (4+), C3d (4+) ve indirekt coombs enzimli
ortamda (4+), coombs’lu ortamda negatif tespit
edildi. Hemolitik anemiyi açıklayacak enfeksiyon
veya sekonder bir neden tespit edilemedi. Plazma
değişimi uygulanan, steroid ve immünoglobulin
tedavisi başlanılan hastada klinik düzelme saptandı. Tedavinin 30. gününde hastanın yüksek ateşi
olunca yapılan tetkiklerinde CMV PP65 pozitif saptandı ve gansiklovir tedavisi başlandı. Takipte CMV
PP65 düzeyi negatifleşti.
Otolog periferik kök hücre nakilleri sonrasında
gelişen immun sitopenilerin olgu raporları şeklinde
daha çok akut myeloblastik lösemi hastalarında
tanımlanmış olması, hazırlama rejimleri ile olan
muhtemel ilişkisine dikkat çekebilir.
Poster No: 0010
PEDİATRİK OLGULARDA HEMATOPOETİK KÖK
HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONRASI ARTMIŞ
DEMİR YÜKÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ 1Talia
İleri, 1Mehmet Ertem, 1Tuğba Belgemen, 1Elif Unal İnce, 1Ayşe Sayılı, 1Zümrüt Uysal 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hkht Ünitesi
Thalasemi major hastalarında hematopoetik kök
hücre transplantasyonu (HKHT) öncesi var olan ve
HKHT sonrasında belirginleşen artmış demir yükü
dikkat çekici bir durumdur. Yapılan sınırlı sayıda
çalışmada artmış demir yükünün sadece bu hasta-
196
larda değil hematolojik malignite başta olmak üzere
diğer tanılar nedeniyle izlenmekte olan hastalarda da HKHT sonrası geliştiği gözlenmiştir. Artmış
demir yükü özellikle karaciğer fonksiyonları üzerine
olumsuz etkilere neden olarak morbidite ve mortaliteyi etkileyebileceğinden izlemde büyük önem taşır.
Biz çalışmamızda HKHT hastalarında gelişen demir
yükünün uzun dönemde klinik yansımasını ve kliniğimiz tarafından yapılan tedavi yaklaşımını değerlendirmeyi amaç edindik. Çalışmada hematolojik
hastalık nedeniyle Mayıs 2001-Nisan 2007 tarihleri
arasında HKHT uygulanan (allojenik: 45, otolog: 2)
ve uzun dönem izlenen [39 ay (9-80 ay)] 47 pediatrik
olgu dahil edildi. Olguların hastanede izlendikleri
dönemde haftada bir kere, taburcu olmalarını takiben ise her kontrolde ferritin düzeyleri, karaciğer
fonksiyon testleri değerlendirildi. Ortanca yaşı 9 yıl
(0,9-17,5 yıl) olan hastaların 26’sında primer hastalık thalasemi major, 14’ünde hematolojik malignite
ve 7’sinde aplastik anemi idi. Hastalardan 35’ine
HKHT öncesi eritrosit transfüzyonu uygulanmıştı
(<10 - >200 ünite) ve HKHT öncesi ortanca ferritin değeri 1227 ng/ml (24-4924 ng/ml) bulundu.
Transplantasyon sonrası hastanedeki izlem döneminde [ort: 39 gün (27-121 gün)] hastalara ortanca
4 ünite (0-9 Ü) eritrosit transfüzyonu uygulandı.
Uygulanan sınırlı sayıdaki transfüzyonlara karşın
HKHT sonrası ortanca 20.günde (4-270 gün), ferritin en yüksek değerine 4950 ng/ml (636-22638
ng/ml) ile ulaştı ve HKHT öncesi ile karşılaştırıldığında anlamlı farklılık bulundu (P<0,001). İki hasta
hariç diğer bütün hastalarda (%92) 1000 ng/ml
üzerinde seyreden ferritin değeri hastaların 33’ünde
(%70) ortanca 17. ayda (1,8-62 ay) 1000 ng/ml’nin
altına indi. Bu dönemde ortanca 6. ayda (3,5-48
ay) 27 hastaya demir şelasyonu ve/veya flebotomi
(desferoksamin:22, flebotomi:1, desferoksamin+fl
ebotomi:4) başlatıldı ve ferritin değerlerinin 1000
ng/ml altına düşmesi sonrasında ortanca 21. ayda
(14-54 ay) sonlandırıldı. Beş hastada hafif derecede
karaciğer fonksiyonlarında bozukluk, bir hastada
biyopsi ile desteklenen demir yüküne bağlı hepatik
yetmezlik gelişti ve etkin demir şelasyonu ile kontrol altına alındı. Az sayıda eritrosit transfüzyonu
sonrasında bile gelişebilen bu duruma normalde
hepsidin üretimini uyaran sitokinlerin salınımlarının azalmasının, bunun sonucunda intestinal
demir absorbsiyonunun artırmasının ve hepatosit
ile makrofajlardan artmış demir salınımının neden
olduğu düşünülmektedir. HKHT sonrası uygulanan
immunsupresif tedaviler ise bu disregülasyonun
en önemli nedeni olarak görülmektedir. Hastaların izleminde demir yükünün değerlendirilmesi ve
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
gerektiğinde uygulanacak etkin demir şelasyonu ile
gelişebilecek karaciğer etkilenimi erken dönemde
kontrol altına alınabilir.
Graft Versus Host Hastalığı
Poster No: 0011
GRAFT VERSUS HOST HASTALIĞINDA HEPATİK
VE MEZENTERİK ARTER İÇİ STEROİD UYGULAMASI 1Hakan Özdoğu, 1Can Boğa, 1Mahmut Yeral, 1Fahri Tercan, 1Ebru
Kızılkılıç, 1Süheyl Asma 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara
Graft versus host hastalığı (GVHH) allogeneik
kemik iliği ya da periferik kök hücre transplantasyonun korkulan komplikasyonlarından biridir.
Çalışmalarda sistemik immunosupressif ajanlar
ile kontrol altına alınamayan hepatik ve intestinal GVHH da kateter ile hepatik ve mezenterik
arterlere selektif prednizolon uygulamasının etkili
olabileceği bildirilmiştir. Bu çalışmada, sistemik
immunosupressif tedaviye rağmen kontrol altına alınamayan intestinal GVHH olan iki hastada selektif intra arteriyel steroid uygulamasının
sonuçları bildirilmiştir.
Olgu 1: 32 y, kadın hasta AML (M0) tanısı aldı.
Karyotipik incelemede monozomi 7 saptandı. Standart remisyon indüksiyon tedavisine refrakter olan
hasta FLAG kurtarma rejimi sonrasında remisyona
girdi. Tanıdan 9 ay sonra HLA identik kardeşinden
allogeneik. Periferik kök hücre transplantasyonu
yapıldı. Transplant sonrası 3. ayda erken relaps
oldu. FLAG-Ida sonrası aynı donörden kök hücre
desteği sonrasında remisyona girdi. Kimerizm
takiplerine göre uygulanan donör lenfosit infüzyonu sonrası 10. günde önce cilt bulguları, ardından
hızla gelişen gastrointestinal GVHH bulguları ile
başvurdu. Prednizolon ve siklosporin tedavisi başarısızdı. ATG uygulamasının ardından cilt bulguları
gerilemesine rağmen, hastanın gastrointestinal sistem bulguları şiddetlendi. Hastaya arter içi selektif
steroid tedavisi planlandı. Sağ ana femoral artere
USG eşliğinde girilerek superior mezenterik artere
100 ml SF içinde 40 mg metil prednizolon ve inferior mezenterik artere 60 mg prednizolon 3 dakika da
verildi. İşlem sırasında ve sonrasında komplikasyon
olmadı. İşlemden yaklaşık 1 hafta sonra dışkılama
sayısı günde 2 kez olmaya başladı. Ancak daha
sonra CMV enfeksiyonu geçiren hasta kaybedildi.
Olgu 2: 48 yaşında erkek hasta AML (M2) tanısı
aldı. Standart remisyon indüksiyon tedavisi sonrası remisyonda olan hastaya tedavi sonrası 6
ayda HLA identik kardeşinden allogeneik periferik
kök hücre transplantasyonu yapıldı. Transplant
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
sonrası 3. ayda hastada GVHH gelişti. Kolonoskopik biyopsi GVHH ile uyumlu idi. İntestinal ve
hepatik bulguların şiddetlenmesi üzerine splenogastrik trunkus ve süperior mezenterik arterlere selektif olarak girildi ve her iki artere benzer
şekilde lokal streoid uygulandı. Bir hafta sonra
sol gastrik arter ve hepatik arter içine doz tekrarlandı. İşlem öncesi total bil:17.7 mg/dl, direk
bil:12.6 mg/dl, GGT 153I U/L olan biokimyasal
değerler, işlem sonrası sırayla 11.1mg/dl, 8.2
mg/dl, 63’ ye geriledi. Hastanın ishal sayısı ortalama 6 /gün iken, işlem sonrası 2-3/gün oldu.
Bölgesel arter içi tedaviler birçok kanserlerde uygulanan tedavi yaklaşımlarından biridir. Tutulmuş
organla sınırlı, yüksek konsantrasyon ve düşük
sistemik yan etki sağladığı bilinmektedir. Steroid
dirençli olgularda prognoz genellikle kötüdür. Bu
raporda sunulan olgulara ait gözlemler, tedaviye
dirençli intestinal ve hepatik GVHH da arter içi
steroid uygulaması’nın etkili olabileceği fikrini destekler gibi görülmektedir.
Poster No: 0012
GVHD KONTROLÜNDE OTOLOG MEZENKİMAL
HÜCRE’NİN OLASI ROLÜ: TÜRKİYE VERİLERİ
1
Gülsan Sucak, 2Yener Koç, 3Mutlu Arat, 4Ali Ünal, 5Attila Tanyeli, 6Murat Ertürk, 6Serdar Bedii Omay, 6Ercüment Ovalı 1Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi, 2Yedi Tepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 3Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi, 4Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 5Çukurova Üniversitesi Tıp
Fakültesi, 6Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi
Akut ve kronik Graft versus host hastalığı allogeneik transplantlar sonrası görülme oranı risk faktörlerine bağlı olarak değişmekle birlikte %40 oranında
izlenmektedir. Özellikle akraba dışı kök hücre nakli
olguları arttıkça da görülme sıklığı ve şiddeti önemli
boyutlara çıkmaktadır. Steroide dirençli akut veya
yaygın kronik GVHD’de mortalite uzun dönemde her
türlü tedaviye rağmen %70-80’lere ulaşabilmektedir.
Mezenkimal kök hücrelerin(MKH) miks-tlenfosit kültürlerinde alloreaktiviteyi baskıladığının gösterilmesinden sonra klinikte GVHD kontrolünde kullanımı
gündeme gelmiş ve dünyadaki faz III çalışmaları
tamamlanmak üzeredir. Ülkemizde 2 yıldan bu yana
yapılan uygulamalar bu sunumda tartışılmıştır.
Değişik merkezlerden birinci ve ikinci basamak
GVHD tedavisine dirençli (6 akut 3 kronik) yaş ortalaması 21.3(5-34) 4 bayan 5 erkek toplam 9 hastaya donörlerinden alınan kemik iliğinden ortalama
3 hafta içinde GMP şartlarında MKH üretilmiştir.
Üretim sonrası sterilite pirojenite, tetstleri negatif
olan ürünlerde PHA (fitohemaglütinin) ile indüklenen lenfosit reaksiyon inhibisyon testi ile etkinlikleri
test edilen, canlılık oranları >% 95, saflığı %98 olan
197
MKH viallenerek +4°C de son kullanıcıya ulaştırılmış ve üretildikleri andan sonra 12 saat içinde intravenöz yoldan uygulanmaları sağlanmıştır.
Ortalama 1.44(1-3) uygulamada 0.54 x106/
kg(0.06-1x106/kg) hücre infüze edilmiştir. Bu
rapor hazırlanırken bir olgunun henüz verilerine
ulaşılamamış olup sonuçları elde edilen 8 olguda uygulama sonrası yanıtın ortaya çıkma süresi 10.7(4-21) gün olduğu gözlenmiştir. Olumlu
yanıt oranı %87.5(%12.5(1) tam yanıt,%75(6) kısmi
yanıt) olup, Bir olguda (%12.5) yanıt alınamamıştır.
Uygulamaya bağlı hiçbir yan etki gözlenmemiştir.
Bu veriler ikinci basamak tedaviye yanıtsız GVHD’nın
kontrolünde MKH uygulamasının emniyetli ve etkin
bir seçenek olduğunu telkin etmektedir. Grubumuz
uygulamanın sonuçlarının teyidi için daha büyük
bir grupta ve birinci basamak GVHD tedavisine
dirençli olgularda MKH çalışmalarının hızla yapılması gerektiğini inancındadır.
Graftın Tümöre Karşı Etkisi
Poster No: 0013
GRAFT VERSUS LÖSEMİ ETKİSİ İLE TEDAVİ BAŞARISI SAĞLANAN İZOLE PANKREASIN
GRANÜLOSİTİK SARKOMASI: OLGU SUNUMU
Ramazan Kurt, 1Sevgi Kalayoğlu Beşışık, 1Tülay Özçelik, 1Deniz Sargın
Istanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Hematoloji Bilim
Dalı, İstanbul
1
lama rejimini takiben KİT yapıldı. Graft versus host
hastalığı (GVHH) koruması olarak siklosporin (CsA) ve
metotreksat verildi. Erken dönem ciddi komplikasyon
gözlenmeyen hastada engrafman kimerizm gelişmesi
ile birlikte belirlendi. +30. günde görüntüleme kontrolünde kitlelerin aynı boyutlarda kaldığı gözlendi. CsA
kesildi. +33. günde akut GVHH deri tutulumu gelişti.
Metilprednizolon (MP) 2 mg/kg/gün başlanıp, CsA
tam doza yükseltildi. +60.günde görüntülemede kitle
boyutunda azalma tespit edildi. GVHH kontrol altına
alındı. MP azaltılarak kesildi. Kitleler +190.günde
tamamen kayboldu. +285. günde tam remisyonda
iken CMV infeksiyonu tedavisi sırasında gelişen invazif pulmoner aspergilloz infeksiyonu sırasında vefat
etti. Tartışma: Literatürde izole GS tedavisinde otolog
ya da miyeloablatif veya azaltılmış dozda hazırlama
rejimlerini takiben alojenik KİT nadir olup olgu bildirileri şeklinde yer alır. Bizim olgumuzda tümör kitlesi
alojenik KİT hazırlama rejiminde kullanılan miyeloablatif dozda kemoterapiye de dirençli kalmış immunsupresif tedavinin geri çekilmesi ile gelişen GVHH
sırasında küçülerek kaybolmuştur. Nitekim alojenik
KİT ile elde edilen başarıda GVL katkısının da olduğu
düşünülmektedir Ancak GVL etkisinin ekstramedüller hastalık üzerine zayıf olduğunu ileri süren gözleme
dayalı bilgi aktarımları da mevcuttur. Olgumuzda tam
yanıtlı halde vefat etmesi nedeni GVL etkisi
1
Granülositik sarkom (GS), extramedüller dokularda, granülositik öncül hücrelerden oluşan tümördür.
Sıklıkla akut lösemi, myelodisplastik sendrom (MDS)
veya miyeloproliferatif hastalıklar ile birlikte veya bu
hastalıkların seyri sırasında oluşur. Kemik iliği tutulumu olmadan ortaya çıkması halinde izole GS olarak
adlandırılır. Klinik seyir genellikle saldırgandır. Burada pankreas ve böbrekten kaynaklanan kemoterapiye
dirençli kalmış alojenik kemik iliği transplantasyonu
(KİT) sonrası graft versus lösemi (GVL) etkinliği ile
remisyon elde edilmiş GS olgusu sunuldu. Olgu: 19
yaşında erkek hasta karın ağrısı ve sarılık şikayetleri
ile değerlendirildiğinde BT’de pankreas başı ve sağ
böbrekte kitle saptandı. Histolojik incelemede MPO ve
CD68 pozitif, CD3, CD5, CD20 negatif mononükleer
hücre infiltrasyonu ile GS tanısı konuldu. Kemik iliği
tutulumu ve kromozomal anormallik tespit edilmedi.
İlk basamak remisyon indüksiyonu standart dozda
sitozin arabinozid (ARA-C) ve idarubicin ile yapıldı.
Bu tedavi altında progresyon olması nedeniyle ikinci
basamak remisyon indüksiyonu tek başına yüksek doz ARA-C ile yapıldı. Düzelme elde edilemeyen
hastaya HLA tam uyumlu kardeşinden busulfan ve
siklofosfamidden oluşan miyeloablatif dozda hazır-
198
Hazırlık Rejimleri ve Indirgenmiş Yoğun
Transplantasyon, Hazırlık Rejimi Toksisitesi
Poster No: 0014
HEMATOLOJİK MALİN HASTALIKLARDA PERİFERİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU
3 YILLIK KLİNİK DENEYİMİ: TEK MERKEZ
SONUÇLARI 1Hakan Özdogu, 1Can Boga, 1Ebru Kizilkilic, 1Ilknur
Kozanoglu, 1Sema Karakus, 1Feride Iffet Sahin, 1Dilek Unalan, 1Mehmet
Haberal 1Başkent Üniversitesi, Ankara
Multple myelomalı ve relaps / refrakter lenfomalı hastalarda otolog, kök hücre transplantasyonu günümüzde standart bir tedavi yaklaşımıdır.
Nonmyeloablatif stem cell transplantasyonu belirli
endikasyonlar ile bütün dünyada birçok transplant
merkezi tarafından uygulanmaktadır. Merkezimizde
2004-2007 yılları arasında yapılan transplant sonuçlarını değerlendirilmiştir. Altmışbeş yaş altı evre II/
III 10 multple myelomalı hasta otolog periferik kök
hücre destekli yüksek doz kemoterapi (melphalan
140 mg/m2) aldı. Bütün hastalarda komplet cevap
ve tumor yükünün % 75 den fazla azaldığı görüldü.
13.4 aylık ortalama takip süresinde 1 hasta relaps
oldu. Dokuz hasta hastalıksız idi. Akut myeloblastik
lösemisi olan 9 hastaya nonmyeloablatif allojene-
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
ik periferik kök hücre transplantasyonu yapıldı.
Ortalama yaş 37 olarak bulundu. Bir refrakter olgu
dışında hastalar hematolojik tam remisyonda idi.
Hastalar fludarabin bazlı hazırlama rejimi aldılar.
Bütün hastalara kemoterapiden 2 gün sonra tam
uyumlu kardeşden graft versus host hastalığı proflaksisi ile birlikte periferik kök hücre infüzyonu
yapıldı. Refrakter hastada geç olarak > %90 dan
fazla engrafment olmakla birlikte 3 ay sonra relaps
bulguları ile birlikte otolog rekontrüksiyon gelişti, 6.
ayda kaybedildi. Hastalar -22, -18, -10, -7, -3, ve -2.
aylarda hastalıksız idiler.Toksisite minimal idi. Hiç
bir hastada grade >II GVHD görülmedi. Bu sonuçlar transplantasyon endikasyonu olan hematolojik
malin hastalıklar için merkezimiz de uygulanan
transplant sonuçlarının sonraki nakiller için ümit
verici olduğuna işaret etmektedir.
Poster No: 0015
HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDA ANTİTİMOSİT GLOBULİN KULLANIMI
SONRASI SERUM HASTALIĞI KLİNİĞİ VE TEDAVİSİ 1Elif Ünal İnce, 1Mehmet Ertem, 1Ayşe Sayılı, 1Talia İleri, 1Zümrüt
Uysal 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji
Anti timosit globulin (ATG) özellikle aplastik
anemi ve talasemi majör sınıf III hastalarının hematopoetik kök hücre nakli (HKHT) öncesi hazırlama
rejimlerinde kullanılmaktadır. Anti timosit globuline
bağlı serum hastalığı iyi tanımlanmış bir yan etkidir
fakat literatürde HKHT sonrası serum hastalığı seyri
ayrıntılı bildirilmemiştir. Serum hastalığı klasik
olarak yabancı serum proteinlerinin kullanımından
sonra gelişen immün komplekse bağlı sistemik
hipersensitivite vaskülitidir. Ünitemizde HKHT olup
hazırlama rejiminde ATG kullanılan hastalar retrospektif olarak serum hastalığı kliniği ve tedavisi
yönünden değerlendirildi. Ocak 1998-Ocak 2008
tarihleri arasında HKHT uygulanmış ve hazırlama
rejiminde ATG bulunan 26 hasta değerlendirildi.
Hastaların 9’u kız 17’si erkekti. Ortanca yaş 11,5
yıldı (5-17,7yıl). Tanı, 16 hastada talasemi majör
(sınıf III), 7 hastada Fanconi aplastik anemisi ve 3
hastada ağır aplastik anemiydi. Hazırlama rejimleri
talasemi majör sınıf III hastalarda Pesaro Protokol
26+ATG, Fanconi aplastik anemisi olan 7 hastada fludarabin, siklofosfamid ve ATG, ağır aplastik
anemi olan 3 hastada ise siklofosfamid ve ATG idi.
Anti timosit globulin 16 hastaya Fresenius S (tavşan
kaynaklı) ve 6 hastaya Lymphoglobulin, PasteurMérieux (at kaynaklı) olarak 10 mg/kg/günden 4
gün, 4 hastaya ise Thymoglobulin, Pasteur-Mérieux
(tavşan kaynaklı) olarak 5 mg/kg/gün dozundan
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
4 gün olarak kullanıldı. Myeloid engrafman ortanca 13 (9-23) gündü. Hastaların %50’sinde serum
hastalığı ile uyumlu klinik bulgular görüldü. Tanı
zamanı ATG kullanımından ve kök hücre infüzyonundan sonra sırasıyla ortanca 15 gün (7-27
gün) ve 10 gündü (2-22 gün). Ateş, döküntü veya
artralji vakaların %53.5’inde vardı. Diğer semptomlar sırasıyla myalji (%46.1), gastrointestinal
semptomlar (%38.4), artrit (%30.7), parestezi ve baş
ağrısı (%7,6) idi. Hematüri ve proteinüri hastaların
sırasıyla %69.2 ve %46.1’inde vardı. Serum C3 ve
C4 düzeyi 4 hastada değerlendirildi ve, proteinuri ve hematurisi olan 2 hastada düşük bulundu.
Hastalardan sekizi kliniği daha ağır olması nedeniyle tedavi edildi. Bunlardan 7’sinde tedavi olarak
metilprednizolon 1-2 mg/kg/gün’den 4 ila 11 gün
kullanıldı. Bir hasta ise parenteral antihistaminikle tedavi edildi. Semptomlar tedavi almayanlarda
ortanca 6 gün (2-11 gün), tedavi alanlarda ise gene
ortanca 6 günde (3-12 gün) tamamen düzeldi. Literatürde HKHT sonrası serum hastalığının sıklığı ve
kliniği hakkında net bilgi yoktur. Aplastik anemi
tedavisi sonrasında ise sıklık %67-86 oranındadır.
Ünitemizde HKHT sonrası serum hastalığı %50
ile aplastik anemi tedavisi sonrasına kıyasla daha
düşük oranda bulunmuştur. Transplantasyon sonrası serum hastalığı, bazı semptomların engrafman
sendromu veya büyüme faktörü kullanımına bağlanması nedeniyle atlanabilir veya gecikebilir. Hazırlama rejiminde ATG kullanılan hastalarda serum
hastalığının akılda bulundurulması, ağır vakalarda
steroid başlanmasıyla semptomatik rahatlama sağlanmasına yardımcı olabilir.
İmmunobiyoloji ve İmmun Yeniden Yapılanma
Poster No: 0016
ALLOGENEİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU (ALLO-HKHT) SONRASI
DONÖR LENFOSİT İNFÜZYONU (DLI): ETKİN BİR
TEDAVİ SEÇENEĞİ MİDİR? 1Aynur Ugur Bilgin, 1Mutlu
Arat, 1Pervin Topçuoğlu, 1Ozan Yazıcı, 1Vildan Ozkocaman, 1Onder
Arslan, 1Muhit Ozcan, 1Osman İlhan, 1Meral Beksaç, 1Günhan Gürman
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre Transplantasyonu Ünitesi
Allo-HKHT sonrası altta yatan hastalığın nüksü
tedavi yetersizliğinin en önemli nedenlerinden biridir. Günümüzde bu hastalar için kullanılan tedavi
seçenekleri kemoterapi±DLI ve/veya 2. allo-HKHT,
kronik miyelositer lösemili (KML) hastalar için ise
DLI± imatinib mesylate (İM)’dır. Bu çalışmanın
amacı allo-HKHT sonrası nüks olan ve DLI uygulanan hastalarda, DLI’ın etkinliği, toksisitesi ve uzun
dönem sonuçlarının geriye dönük olarak değer-
199
lendirilmesidir. Mart 1996-Ağustos 2007 tarihleri
arasında DLI infüzyonu yapılan toplam 63 hastanın
ortanca yaşı: 31 yıl (14-64) olup kadın/erkek oranı:
28/35 idi. Akut lösemi:27 (AML:21, ALL:6), KML:27,
miyeloproliferatif hastalık (MPH):3, plazma hücre
hastalıklar (PHH):5 ve HL:1. Dokuz hastaya refrakter hastalık, 9’u nüks (moleküler relapslar dahil),
12’sine kimerik kayıp ve 2’sine altta yatan hastalığın
yüksek riskli olması nedeniyle profilaktik amaçlı
DLI uygulanmıştı. İmmunsupresif alan hastaların
tamamında ilaçlar DLI’ dan hemen önce kesilmişti.
Otuzaltı hasta 1, 16’sı 2, 6 hasta 3, 2 hasta 4 kez DLI
almıştı. Allo-HKHT sonrası hastalara ortanca: 172
(27-3452) günde DLI verilmişti. Yirmi hasta (Akut
lösemi:11, KML:6, MPH:1, PHH:2) DLI infüzyonundan önce kemoterapi, interferon veya İM tedavisi
uygulanmıştı. DLI infüzyonu sonrası 33 hastada
hematolojik ve moleküler yanıt elde edilmişti (Tam
yanıt: 32, kısmi yanıt: 1). İlk DLI uygulamasından
yanıta kadar geçen ortanca süre: 93.5 (24-634 )
gündü. Yanıt veren hastaların DLI öncesi hastalık
durumları; 12 nüks, 1 refrakter. Kırküç hastada
kimerizm analizi yapılmıştı ve 35’inde kimerik yanıt
(KY) (Tam:34; Miks:1) vardı. Tam KY’lı hastaların
hepsi tam klinik yanıtlıydı. DLI ilişkili aplazi, akut ve
kronik GvHH görülme sıklığı sırasıyla %4.3, %76.2
ve %73’dü. DLI sonrası GvHH görülme sıklığı ile
hastaların klinik ve KY’ları arasında ilişki saptanmadı. Akut lösemi ve KML’li hastalar DLI’ a cevap
için geçen ortanca süre, akut ve kronik GvHH ve
tam remisyona ulaşmak için geçen süre için karşılaştırıldığında gruplar arasında fark yoktu. DLI sonrası gelişen GvHH’nın cevap üzerine olan etkisi için
değerlendirildiğinde 2 grup arasında fark saptanmadı. Refrakter-nüks hastalık (n= 24), GvHH (n=7),
enfeksiyöz komplikasyonlar (n=3) ve diğer nedenler
(n=3) ile toplam 37 hasta (%58,7) kaybedilmişti.
Yirmialtı hastanın halen hayatta olduğu izlendi. Üç
yıllık toplam sağkalım süresi % 41,1±6,7 olduğu tespit edildi. Toplam sağkalım olasılığı akut lösemilerde
KML’ye oranla anlamlı olarak düşüktü (p=0.03).
DLI allo-HKHT sonrası nüks hastalık durumunda
1990’lı yıllardan bu yana etkin bir tedavi seçeneği
olarak kullanılmaktadır. DLI için uygun zamanlama,
hücre miktarı, kemoterapi veya İM gibi hedeflenmiş
tedavilerle ile birlikte verilmesi halen tartışmalıdır.
DLI ilişkili GvHH ve buna bağlı mortalite/morbidite
oranları halen yüksek olmasına rağmen bizim hastalarımızda toplam yanıt oranları görece iyi olup kabul
edilebilir sınırlar içerisindedir.
200
İnfeksiyoz Problemler, Damar Yolu, Diğer Destek
Tedavileri
Poster No: 0017
HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN HASTALARDA TOXOPLAZMA ENFEKSİYONU VE KLİNİK ÖNEMİ 1Ayşe Caner, 2Ayhan Dönmez, 1Mert
Döşkaya, 1Aysu Değirmenci, 2Murat Tombuloğlu, 2Seçkin Cağırgan, 1Edward
Guy, 1Janet Francis, 2Nur Akad Soyer, 1Yüksel Gürüz 1Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi Parazitoloji A.b.d, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji
B.d, 3Toxoplazma Referans Ünitesi, Mikrobiyoloji A.d., Singleton Hastanesi,
U.k
GİRİŞ ve AMAÇ: Toxoplazma, hematopoetik
kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalarda yaşamı
tehdit eden ciddi klinik tablo yaratabilmektedir.
İmmun baskılayıcı tedaviler ve “graft versus host”
hastalığı (GVHH) Toxoplazma reaktivasyonuna ve
nadiren primer enfeksiyona neden olabilir. Ateş,
ensafelopati, korioretinit, lenfadenopati, myokardit
ve pnömoni en sık karşılaşılan bulgulardır. Bu
bulgular genelde nonspesifik olup toxoplazmozis
tanısı güçtür. Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR)
sonuçlarının serolojik yöntemlerden daha güvenilir
olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada toxoplazmozis
açısından riskli hastalarda (HKHN öncesi seropozitif olan hastalar veya donörü seropozitif olan seronegatif alıcılar) iki farklı PZR yöntemi kullanılarak
enfeksiyon erken tanısı ve takibi amaçlanmış, PZR
sonuçları serolojik yöntemler ile karşılaştırılmıştır.
YÖNTEM: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Projeleri Alt Komisyonu tarafından
desteklenen bu prospektif çalışmada; Hematoloji
Bilim Dalında Nisan 2005 – Mayıs 2006 tarihleri arasında HKHN uygulanan 58 (37 otolog, 21
allojeneik) hasta toxoplazmozis riski yönünden
değerlendirilmiştir. Riskli kabul edilen 38 olgudan
çalışmaya katılmayı kabul eden 30 (12 otolog,
18 allojeneik) hastanın nakil öncesi ve sonrası
dört ay boyunca düzenli aralıklarla kan ve serum
örnekleri (her bir hasta için on, donörlerden bir)
toplanmıştır. Bu örneklere eşzamanlı olarak Real
Time PZR, Nested PZR, Sabin Feldman Dye Test,
EIA IgM ve ISAGA IgM testleri uygulanmıştır.
SONUÇLAR: Dördü allojeneik (%22,2; 4/18) ve üçü
otolog (%25; 3/12) HKHN uygulanan grupta olmak
üzere 7 (%23,3; 7/30) hastada PZR (üçünde Nested ve Real Time, ikisinde sadece Nested ve diğer
ikisinde sadece Real Time) ile Toxoplazma gondii
pozitifliği saptanmıştır. Serolojik yöntemler ile yedi
hastanın sadece ikisinde IgM (%28,5) pozitifliği
gösterilmiştir. Allojeneik HKHN uygulanan hastalarda PZR pozitifliği trimetoprim-sülfometaksazol
(TMP-SMX) profilaksisinin herhangi bir nedenle
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
kesilmesi (üçünde GVHH ve birinde nötropeni) sonrasında izlenmiş, profilaksiye tekrar başlanması ile
PZR pozitifliği ortadan kalkmıştır. Otolog HKHN
uygulanan grupta PZR pozitifliği saptanan üç hastanın kök hücre örneklerinde de PZR pozitif olarak
saptanmıştır. Çalışma grubumuzdaki en erken
PZR pozitifliği nakil sonrası 27. günde izlenmiştir.
TARTIŞMA: Çalışmamızda literatürden daha yüksek oranda (%23,3; 7/30) PZR pozitifliği saptadık.
Yüksek duyarlıklı iki farklı PZR yönteminin birlikte
kullanılması ve hastaların 120 gün boyunca düzenli
izlemlerinin yapılmış olması bunun gerekçesi olabilir. İki farklı PZR yönteminin düzenli aralıklarla
ve birlikte uygulanmasının; tek bir PZR yöntemi ve
özellikle serolojik yöntemlerden daha etkin olduğu
kanaatine varılmıştır. Allojeneik HKHN uygulanan
hastalarda TMP-SMX profilaksisinin kesilmesinin
ve otolog HKHN uygulanan grupta kök hücrede
PZR pozitifliğinin Toxoplazma enfeksiyonu gelişme
riskini arttırabileceği düşünülmüştür.
Poster No: 0018
OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HASTALARDA HEPATİT B VİRUSU REAKTİVASYONU
1
Zübeyde Nur Özkurt, 1Gülsan Türköz Sucak, 1Şahika Zeynep Akı, 1Münci
Yağcı, 1Zeynep Arzu Yeğin, 1Rauf Haznedar 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hematoloji Bilim Dalı
Amaç: Bu çalışmanın amacı otolog kök
hücre nakli (OKHN) yapılan hastalarda HBV
enfeksiyonu, reaktivasyonu ve serokonversiyonu sıklığını, reaktivasyon ile ilişkili risk faktörleri ve reaktivasyon seyrini belirlemektir.
Yöntem: Kasım 2003 – Ocak 2008 tarihleri arasında OKHN yapılan 75 hastanın (28 kadın, 47 erkek;
ortanca yaş 50 (16-71), 43 MM, 18 HH, 12 NHL,
2 AML, 1 ALL, 1 PNET) dosya kayıtları incelendi.
Çalışmada hastalık relapsı nedeniyle tekrar yapılan 2 nakil dahil toplam 77 OKHN yer aldı. Sonuçlar: Nakil öncesinde 3 (%3,9) hastada HBsAg, 24
(%31,2) hastada antiHBs, 18 (%23,4) hastada
antiHBc pozitifti (Tablo I). HBsAg pozitif bulunan
hastalara lamuvidin tedavisi altında OKHN yapıldı, bu hastaların nakil sonrası izlemlerinde HBV
reaktivasyonu saptanmadı. HBsAg negatif olan 3
hastada (3 MM) nakil sonrası izlemde HBsAg’de
pozitif saptandı. HBV reaktivasyonu MM’lı hastalarda ve nakil öncesi antiHBc pozitif olan hastalarda (2/18, 0/59) daha sık saptandı (p<0,05). Olgu
1: 55Y, MM, nakil öncesi değerlendirmede antiHBc
pozitifti. OKHN +110. günde HBsAg ve HBV-DNA
pozitifleşti, aynı gün lamuvidin tedavisi başlandı.
Transaminaz değerleri başlangıçta normal, +225.
günde ALT:590U/L ölçüldü, 2 hafta içinde normal
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
değerlere geriledi. OKHN 1. yıl takibinden itibaren
HBsAg ve HBV-DNA negatif, antiHBc pozitif olarak
takip edilmektedir. Olgu 2: 55Y, MM, nakil öncesinde antiHBc pozitif, OKHN +148. günde HBV
reaktivasyonu saptandı. Lamuvidin tedavisi verildi.
Reaktivasyon başlangıcında ALT normal iken +198.
günde 1157 U/L ölçüldü. 2 hafta içinde normal
değerlere geriledi. OKHN +225. günde HBsAg, 1.
yılda HBV-DNA negatifleşti. 18. ayda hastalık progresyonu nedeni ile yapılan 2. OKHN’nin 1. yılında
HBsAg pozitifleşti, HBV-DNA negatif izlenmektedir
ve lamuvidin tedavisi ile takip edilmektedir. Olgu 3:
47Y, MM, nakil öncesinde HBV serolojisi negatifti.
GVHH nedeniyle steroid alan hastada +210. günde
HBsAg, HBeAg ve HBV-DNA pozitifleşti, lamuvidin tedavisi başlandı. Başlangıçta transaminazları
normal olmasına rağmen +287. günde ALT: 534U/
L ölçüldü. Steroid kullanımı devam etmektedir.
+580. günde HBsAg, HBeAg ve HBV-DNA pozitifliği
(azalan titrelerde ve YMDD mutasyonu negatif) ile
takip edilmektedir. Bu olguların dışında 13 hastada (%20,8) antiHBs ve/veya antiHBc’nin negatifleşmesi ile HBV serokonversiyonu saptandı (11 MM,
1 HH, 1 PNET). HBV serokonversiyonu MM hastalarında anlamlı olarak daha sık saptandı (p<0,05).
Tartışma: OKHN yapılan hastalarda, özellikle MM’lı
hastalarda HBV reaktivasyonu ve serokonversiyonu gelişebilmektedir. OKHN sonrası lamivudin
kullanımı ile başlangıçta HBsAg pozitif olan hastalarda HBV reaktivasyonu sıklığı azaltılabilir veya
reaktive olan hastalarda lamuvidin kullanımı ile
fulminant hepatit gibi ağır komplikasyonlar önlenebilir. Bu nedenle OKHN yapılan hastalarda periyodik HBV serolojisi ve HBV DNA takibi ile gerektiğinde transaminaz artışı beklenmeden erken tedavi
başlanabilir.
HBsAg
AntiHBs
AntiHBc
Hasta n (%)
Reaktivasyon
negatif
negatif
negatif
42 (54,5)
1
Serokonversiyon
-
negatif
pozitif
negatif
15 (19,5)
2
9
negatif
negatif
pozitif
8 (10,4)
0
0
negatif
pozitif
pozitif
9 (11,7)
0
4
pozitif
negatif
negatif
2 (2,6)
0
-
pozitif
negatif
pozitif
1 (1,3)
0
0
201
Poster No: 0019
ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA
HASTANESİ KEMİK İLİĞİ NAKİL ÜNİTESİNDE
KATATERE BAĞLI TROMBOZ GELİŞEN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ 1Mehmet Karakoç, 1Funda
Ceran, 1Gülsüm Özet, 1Simten Dağdaş, 1Halil Erişti, 1Sema Güler, 1Meriç
Küçükgüngör, 1Nurullah Zengin 1Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi
ANEAH Kemik iliği nakil ünitesinde Ocak 2006 ile
Ocak 2008 tarihleri arasında toplam 96 hastaya 32’i
allojenik, 64’ü otolog periferik kök hücre nakli yapıldı.
Hastaların tanılarına göre dağılımı; 29 hasta Hodgkin Lenfoma(HL), 15 Non Hodgkin Lenfoma(NHL),
17 hasta Multipl Myelom(MM), 7 hasta Akut lenfoblastik lösemi(ALL), 15 hasta Akut myeloblastik
lösemi(AML), 5 hasta aplastik anemi(AA), 3 hasta
testis Ca, 3 hasta myelodisplastik sendrom(MDS),
2 hasta kronik myelositer lösemi(KML) idi. Hastaların 51’i erkek 45’i kadındı. Bu hastalara 92
juguler, 3 subklavien, 1 femoral katater takıldı. Kataterlerin 55’i kalıcı 41’i geçici kataterdi.
15 hastada katater yerinde, 3 hastada katater yeri
dışında ve 1 hastada da hem katater hem de katater
yeri dışında trombüs olmak üzere 19 hastada tromboz saptandı. Katater yerinde trombüs saptanan
hastaların 1’i kalıcı 14’ü geçici katatere sahipti. Bu
hastaların 8’i kadın, 7’i erkekti. Katater yeri dışında trombüs gelişenlerin 2’i kadın 1’i erkek, hem
katater yerinde hem de dışında tromboz gelişen 1
hasta erkekti. Genel toplamda erkek hasta sayısının
fazla olmasına rağmen kadın hastalarda trombozun
daha sık olduğu ve tromboz gelişimine kadınların hormonal farklılığı ve menstrüel kanamaların
önlenmesi için verilen hormon preperatlarının da
katkıda bulunabileceğini düşünmekteyiz. Geçici
kataterlerde tromboz sık görüldüğü için bu nedenle
ünitemizde geçici katater takılan hastalara profilaktik heparin tedavisi uygulamaktayız.
Poster No: 0020
ALLOJENİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU YAPILAN HASTALARDA GELİŞEN SİTOMEGALOVİRÜS ENFEKSİYONLARININ PREEMPTİF TEDAVİSİNDE ORAL VALGANSİKLOVİR VE
İNTRAVENÖZ GANSİKLOVİRİN KARŞILAŞTIRILMASI 1Orhan Yıldız, 2Leylagül Kaynar, 1Gökhan Metan, 2Fatih Kurnaz, 1Il-
yon oranları daha yüksektir. AKHT sonrası CMV
hastalığının önlenmesinde en etkin yaklaşım CMV
enfeksiyonunun preemptif tedavisidir. Bu amaçla
önerilen gansiklovir veya foskarnet tedavisinin klinik
olarak asemptomatik bir hastaya günlük intravenöz
olarak uygulanması güçtür. Valgansiklovir gansiklovirin oral ön-ilacıdır ve CMV enfeksiyonunun
preemptif tedavisinde daha uygun bir seçenektir.
Bu çalışmanın amacı AKHT sonrası CMV enfeksiyonunun preemptif tedavisinde valgansiklovirin
etkinliğini ve güvenilirliğini gansiklovirle karşılaştırmaktır. Bu amaçla Kasım 2006- Aralık 2007 tarihleri arasında AKHT yapılan 59 hastanın 24’ünde
(%41) CMV reaktivasyonu gelişti. Bir hasta tedavisini tamamlamadığı için çalışma dışı bırakıldı. CMV
reaktivasyonu bir veya iki ardışık pp65 antijenemi
testi veya CMV-polimeraz zincir reaksiyonu (CMVPZR) pozitifliği olarak tanımlandı. Toplam 13 hasta
gansiklovir (5 mg/kg, günde iki kez, intravenöz,
21 gün süreyle) ve 10 hasta valgansiklovir (450
mg, günde iki kez, oral, 21 gün süreyle) tedavisi
aldı. AKHT sonrası CMV reaktivasyonu saptanan
23 hastanın 17’sinde (%73.9) CMV-PZR pozitifliği
ortalama 44.3±19.7 günde (min-max 6-78 gün) ve
18’inde (%78.3) pp65 antijenemi pozitifliği ortalama
52.1±16.4 günde (min-max 30-90 gün) gelişti. Hastaların 11’inde (%47.8) her iki testin de pozitif olduğu
saptandı. Her iki tedavi grubunda da viral klirens
tam olarak başarıldı ve hiçbir hastada erken veya geç
dönem CMV hastalığı gelişmedi. İlaçlara bağlı yan
etkiler üç (%13) hastada gözlendi. Gansiklovir grubunda iki hastanın birinde nefrotoksisite ve diğerinde nötropeni/ trombositopeni gelişti. Valgansiklovir
grubundaki bir hastada ise nötropeni/ trombositopeni gelişti. Çalışmamızda gansiklovir grubunda iki
hasta (%8.7) öldü (biri primer hastalık, diğeri pulmoner aspergilloz nedeniyle). Sonuç olarak valgansiklovir AKHT hastalarında gelişen CMV enfeksiyonunun
preemptif tedavisinde gansiklovirle benzer etkinliğe
ve güvenilirliğe sahiptir.
Poster No: 0021
KEMİK İLİĞİ TRANSPLANT ALICILARINDA
CYTOMEGALOVIRUS TAYİNİNDE PP65 ANTİJENEMİ TESTİ VE ÜÇ FARKLI GERÇEK ZAMANLI
PCR YÖNTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI 1Selma
kay Bozkurt, 3Selma Gökahmetoğlu 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi
Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Ad, 2Erciyes Üniversitesi Tıp
Fakultesi Hematoloji Bd, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Mikrobiyoloji Ad
Gökahmetoğlu, 1Duygu Eşel, 1Gülhan Yağmur, 2Fatih Kurnaz, 2Leylagül Kaynar 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Mikrobiyoloji Ad, 2Erciyes Üniversitesi
Tıp Fakultesi Hematoloji Bd
Sitomegalovirüs (Cytomegalovirus, CMV) enfeksiyonu allojenik kök hücre transplantasyonu (AKHT)
yapılan yüksek riskli hastalarda mortalite ve morbiditenin en önemli nedenlerinden biridir. Graftversus-Host Hastalığı (GVHD) gelişen ve özellikle
kortikosteroid kullanan hastalarda CMV reaktivas-
AMAÇ:Immunsuprese hastalarda Cytomegalovirus (CMV) enfeksiyonlarının laboratuvar tanısında CMV antijenemi testi ve moleküler testler uygulanmaktadır. PCR ile CMV DNA araştırılırken farklı gen bölgeleri (DNA polimeraz, gli-
202
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
koprotein B gibi) çoğaltılmaktadır. Bu çalışmada antijenemi testi ile hedef bölgeleri glikoprotein
B (gB) ve DNA polimeraz olan 3 farklı gerçek
zamanlı PCR kitinin karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM:Çalışmaya 31 kemik iliği transplant alıcısından elde edilen 45 kan örneği dahil edildi. CMV
antijenemi testinde lökositlerde pp65 varlığı indirekt
immunofloresan yöntemi (Argene, Biosoft, Fransa )
ile, CMV DNA ise 3 farklı gerçek zamanlı PCR kiti
ile araştırıldı. Hedef bölgesi gB olan CMV QNP 2.0
(Fluorion, İontek, Türkiye), hedef bölgesi CMV DNA
polimeraz olan CMV QNP 3.0 (Fluorion, İontek, Türkiye) ve hedef bölgesi CMV DNA polimeraz olan Light
Cycler CMV Quant (Roche) kitleri kullanılarak CMV
DNA saptandı. CMV antijenemi testi altın standart
kabul edilerek gerçek zamanlı PCR kitlerinin duyarlılığı ve özgüllüğü hesaplandı. CMV QNP 3.0 ve Light
Cycler CMV Quant kitleriyle kantitatif sonuç alınan
örneklere Spearman korelasyon analizi uygulandı.
BULGULAR:Antijenemi testi 14(%31.1) örnekte pozitif bulunurken, 12 (%26.6) örnekte CMV QNP 2.0;
26 (%57.7) örnekte CMV QNP 3.0; 28 (%62.2) örnekte Light Cycler CMV Quant kiti ile CMV DNA pozitif
bulundu. CMV QNP 2.0 kitinin duyarlılığı %34,
özgüllüğü %74; CMV QNP 3.0 kitinin duyarlılığı
%92, özgüllüğü %58; Light Cycler CMV Quant kitinin duyarlılığı %100, özgüllüğü %54 olarak bulundu.
CMV QNP 3.0 ve Light Cycler CMV Quant kitleriyle
CMV DNA ve antijenemisi pozitif bulunan fakat CMV
QNP 2.0 kiti ile negatif sonuç alınan 2 hastadan elde
edilen örneklere dizi analizi ABI Prism 310 Genetic
Analyzer (Perkin Elmer, Abi Prism, Amerika) cihazında yapıldı ve CMV DNA pozitif bulundu. Örneklerin
dizi analizlerinin incelenmesiyle CMV QNP 2.0 kitinin prob bölgesinde mutasyon saptandı. CMV QNP
3.0 ve Light Cycler CMV Quant kitleriyle kantitatif
sonuç alınan 12 örneğin değerleri karşılaştırıldığında sonuçların birbiriyle uyumlu olduğu bulundu (Spearman korelasyon katsayısı:0.664, p<0.05).
SONUÇ:Sonuç olarak, CMV DNA polimeraz geninin
gB’ye göre daha konservatif bölge olduğu kanaatine
varıldı.
Poster No: 0022
PERİFERİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDA KULLANILAN ÇİFT LUMENLİ DİYALİZ
KATETERİ İLİŞKİLİ KOMPLİKASYONLAR 2Can
Boğa, 2Hakan Özdoğu, 2Mahmut Yeral, 2Süheyl Asma, 2Tuba Turunç, 2Fahri
Tercan 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi
Kateter infeksiyonların transplant ilişkili mortaliteyi arttırdığı bilinmektedir. Nötropenik hastalardaki kateter infeksiyonları konusundaki bilgiler
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
daha çok Hickman kateteri kullanımına aittir.
Kemik iliği transplant merkezin bazıları, Hickman
kateterleri yerine, muhtemel hemodiyaliz gereksinimlerine cevap verebilecek çift lümenli diyaliz kateterleri kullanmaktadır. Bu çalışmada, retrospektif
olarak 4 allojeneik ve 16 otolog transplantasyon
yapılan toplam 20 hastada kullanılan hemodiyaliz
kateterlerinin infeksiyon sıklığı ve klinik seyirleri
analiz edilmiştir. Allojeneik transplantasyon yapılan hastaların tamamında nonmyeloablatif hazırlama rejimleri kullanılmıştır. Ortalama 520 kateter
gününde 1 hastada (%5) çift lumenli hemodiyaliz
kateter infeksiyonu ortaya çıktı. Transplant sonra
ortaya çıkış zamanı 20. gün idi. Olguda etken izole
edildi (Metisiline dirençli stafilokok üredi. Hastanın
kateteri çekildi. Enfeksiyon vankomisin 2 gr/gün
tedavisi ile kontrol altına alındı. 2 hastada kateter girim yerlerinde lokal enfeksiyon tespit edildi.
Ancak ateş gözlemlenmedi. Hiçbir olguda engraftman gecikmesi olmadı. Diyaliz kateter infeksiyonları transplant sonrası 3 aylık mortalite ile ilişkili
bulunmadı. Hiçbir hastada kanama ya da trombus
komplikasyonları gelişmedi.
Kök hücre naklinde, diyaliz kateterlerinin kullanımı, diyaliz ihtiyacı gerekli olduğunda hasta yönetimi
bakımından kolaylık sağlayabilir. Komplikasyonları
kabul edilebilir gibi görülmektedir.
Poster No: 0023
BK VİRÜS İLİŞKİLİ HEMORAJİK SİSTİTDE CİDOFOVİR TEDAVİSİ 1Gülsün Tezcan Karasu, 1Vedat Uygun, 1Dilek
Çolak, 1Alphan Küpesiz, 1Volkan Hazar, 1M. Akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Hemorajik sistit (HS) transplantasyon sonrasında
sık görülen bir komplikasyondur. Erken dönemde
görülen hemorajik sistitte etken sıklıkla kemoterapi
ilaçları iken, geç dönem HS’de genellikle viral enfeksiyonlar sorumludur. Polyomavirus BK (BKV) primer
enfeksiyon sonrasında renal ve üroepitelyal hücrelerde latent olarak kalır ve transplantasyon sonrasında hücresel bağışıklıktaki değişiklik sonucu reaktivasyon gelişebilir. BKV reaktivasyonunun sıklıkla
neden olduğu klinik hastalık HS olup, tedavisinde
genellikle hiperhidrasyon, alkalinizasyon, mesane
irrigasyonu gibi destek tedavileri kullanılmaktadır.
Cidofovir (CDV) polyomavirüse karşı etkinliği bilinen
bir ilaç olmakla birlikte transplantasyon sonrası
BKV ilişkili HC’de kullanımı ile ilgili deneyimler sınırlıdır. Bu çalışmada merkezimizde hematopoietik kök
hücre nakli yapılan ve sonrasında BKV ilişkili HC
gelişip Cidofovir kullanılan iki olgu sunulmaktadır.
Olgu 1: Onbir yaşında kız olguya relaps AML-MDS
203
tanısı ile busulfan, siklofosfamid, melfelan ile hazırlayıcı rejimi takiben akraba dışı vericiden periferik kan
kök hücre nakli yapıldı. Posttransplant 33. günde
hematüri gelişti. Hidrasyon, irrigasyon, yoğun trombosit transfüzyonlarına rağmen hematürisi devam
eden olguda BKV düzeyi idrarda 2x1012 kopya/mL
olarak bulundu. İmmunsupresif tedavinin kesilmesine rağmen hematürisi devam etmesi nedeniyle
CDV kullanılması planlandı. Haftalık 5 mg/kg intravezikal uygulamayı takiben iki doz sonunda BKV
yükü idrarda 2x107 kopya/mL’ye geriledi. Sosyal
nedenlerle 3 hafta ara verildikten sonra tekrar başlandığında idrar BKV düzeyi 5x107 iken, takip edilen
dozlarda giderek arttı. 7. doz öncesinde idrar BKV
düzeyi 4.5x109 olarak bulundu. Yoğun kanaması
devam eden olguda intravezikal hyalurinik asit, traneksamik asit, Faktör VIIa tedavilerine yanıt alınamadı. Hasta kardiyak komplikasyonlar ile kaybedildi.
Olgu 2: Sekiz yaşında erkek hastaya adrenolökodistrofi tanısı ile busulfan, siklofosfamid ile hazırlayıcı
rejimi takiben annneden (9/10) kemik iliği nakli
yapıldı. Posttransplant 15. günde hematürisi gelişen olgunun idrar BKV düzeyi 11x1012 kopya/mL
olarak bulundu. Destek tedavilerle düzelme sağlanmayan olguda 3 doz intravezikal CDV kullanımını
takiben idrar BKV düzeyi 1x106 olarak saptandı
ancak hematürisi devam etti. İzlemde BKV negatifleşen olguda CDV tedavisine devam edilmedi
ancak intravezikal hyalurinik asit, traneksamik
asit, faktör VIIa tedavileri kullanıldı. Bu tedavilerle
kısmi yanıt alınan olgu sepsis nedeniyle kaybedildi.
İlk olguda BK virüs replikasyonunun düşmesi,
ikinci olguda negatif değerlere ulaşmış olmasına
karşın hematürinin devam etmiş olması intravezikal
cidofovir tedavisinin BKV ilişkili HS tedavisinde,
virüs yükünü azaltmakla birlikte hematüriyi kontrol
etmekte yeterli olmadığını, ek destek tedavilerinin
gerekli olduğunu düşündürmüştür.
Poster No: 0024
İKİ ÇOCUK OLGUDA ALLOJENEİK KÖK HÜCRE
NAKLİ SONRASI GELİŞEN PARVO VE BK VİRUS
1
Meryem Albayrak, 1Ülker Koçak, 1Zühre
ENFEKSİYONU
Kaya, Mehmet Yapar, Türkiz Gürsel Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk
Hematoloji, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi Mikrobiyoloji
2
1
1
Hematopoetik kök hücre nakli yapılan pediatrik hastalarda hücresel ve humoral immunitedeki bozulma yanı sıra graft versus host hastalığı (GVHH) korunma ve tedavisinde kullanılan
immun baskılayıcı ilaçlar nedeniyle artan viral
enfeksiyonlar klinik gidişi etkiler. CMV, adeno,
herpes, parvo ve BK virus gibi ajanlar ciddi sonuçları olabilen farklı klinik tablolara neden olabilir.
6 yaşında aplastik anemisi olan erkek hastaya anti-
204
timosit globulin ve siklofosfamid hazırlama rejimi
ile tam uyumlu kardeş vericisinden kemik iliği kaynaklı allojeneik kök hücre nakli yapıldı. Hastanın +
17. günde nötrofil, 32. günde trombosit engrafmanı
oldu ve 30. gün kimerizm % 100 bulundu. 100. gün
% 52 mikst kimerizm saptanan hasta daha sonraki
değerlendirmelerde stabl mikst kimerizm olarak
kabul edildi, nakil sonrası 5. aydan itibaren pansitopenisi gelişmeye başlayan hastanın kimerizm
kaybı olmadı. Parvovirus IgM ve PCR pozitif bulunan hastaya 10 gün süre ile 400mg/kg/gün intravenöz immunglobulin verildi. Tedavinin birinci ayında parvovirus IgM ve PCR negatif bulundu. Nakil
sonrası bir yılını dolduran hasta halen stabl mikst
kimerizm ile trombositopenik olarak izlenmektedir.
8 yaşında akut myeloblastik lösemili erkek hastaya
siklofosfamid ve busulfan hazırlama rejimi ile tam
uyumlu kardeş vericisinden kemik iliği kaynaklı
allojeneik kök hücre nakli yapıldı. Hastanın + 12.
günde nötrofil, 17. günde trombosit engrafmanı oldu
ve 28. gün Grade II-III GVHH gelişti. + 40. gün idrar
yaparken yanma ve idrardan kan gelme yakınması
oldu, BK virus PCR 2x109 kopya olarak saptandı.
Bir hafta arayla verilen iki doz cidofovir tedavisinden
sonra hematürisi kaybolan hastanın virus yükünde
de azalma saptandı (BK virus PCR 2x106 kopya). Dört
doz cidofovir tedavisini ve nakil sonrası 100 gününü
dolduran hasta halen yakınmasız izlenmektedir.
Çocuk hastalarda kök hücre nakli sonrası gelişen
viral enfeksiyonların farklı ve ciddi klinik tablolara
yol açtığı bilinmektedir. Tedavi konusunda da veriler sınırlı ve tartışmalı olmakla birlikte olgularımız,
kullanılan tedavi yöntemlerinden yarar sağlamış
olması nedeniyle sunulmuştur.
Poster No: 0025
HEPATİT B YÜZEY ANTİJENİ (HBSAG) POZİTİF
AML OLGUSUNDA ALLOGENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDAN
(ALLO-HKHT) SONRA HDV SÜPERENFEKSİYONU: FATAL HEPATİK YETMEZLİK NEDENİ MİDİR? 1Vildan Ozkocaman, 1Pervin Topçuoğlu, 1Aynur Uğur
Bilgin, 1Mutlu Arat, 2Ramazan Idilman, 2Hakan Bozkaya, 3Esra Erden, 1Onder
Arslan 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre
Transplantasyonu Ünitesi, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Hepatoloji Enstitüsü, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji
Anabilim Dalı
Allo-HKHT öncesi HBsAg (+) hastalarda transplantasyon sonrası izlenen immünsüpresif durum
HBV aktivasyonuna neden olabilmektedir. Literatürde sıklığı %14-50 arasında bildirilmiştir. HBV
aktivasyonu sonrası hastaların bir kısmında fulminan hepatit gelişebilmektedir. İnfeksiyonun klinik
seyrini etkileyen belli viral mutasyonlar gösterilmekle birlikte HBV aktivasyonunun fulminan
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
hepatite ilerleyişinin mekanizması henüz tam olarak açıklanamamıştır. Kliniğimizde allo-HKHT’dan
sonra delta virüsü süperenfeksiyonu saptanarak
klinik olarak fatal seyir gösteren 47 yaşında, erkek
hasta sunulmaktadır: Aralık 2005 tarihinde dış
merkezde Akut Myeloblastik Lösemi (AML-M4)
tanısı alan hasta erken nüks sonrası kliniğimize kabul edildi. İkinci tam remisyonda HLA tam
uygun kadın vericisinden (HBsAg-;AntiHBs+) myeloablatif hazırlık rejimi kullanılarak Nisan 2007’de
allo-HKHT yapıldı. Özgeçmişinde 2 yıldır HBsAg(+)
ve 3 aydır lamivudine kullanıyordu. İmmünsüpresif tedavi olarak siklosporin+metotreksat kullanıldı. Erken dönemde sinuzoidal obstriksiyon
sendromu ve GVHH izlenmedi. Transplantasyon dönemi ve sonrasında lamividune tedavisine devam edildi. Transplantasyon sonrası +4.
aydan itibaren karaciğer(KC) enzimlerinde artış
saptandı: AST:121U/L (3xN), ALT:103U/L (2.5xN),
GGT:268U/L (6xN), ALP:133U/L (2xN). Bilirubin,
albumin ve koagulasyon profili normal düzeylerde idi. Bu nedenle Ursodeoksikolik asit 1gr/gün
başlandı. Viral profil değerlendirmesinde delta
antikor pozitifliği(50CO/S) saptandı. Hepatoloji ile
konsulte edilerek KC biyopsisi ve HBV-DNA, HDVRNA değerlendirmesi yapıldı. KC biyopsisi sonucu
hepatositlerde HBsAg(+), grade III hemosiderozis ve
kronik GVHH lehine idi. PCR ile HDV-RNA pozitif
ve HBV-DNA negatif saptandı. Antiviral tedavisine
aynı devam edilmesi ve yeniden delta virusu kontrolü önerildi. KC biyopsisinde kronik GVHH lehine
bulguların da olması nedeni ile immunsupresif
tedavisine devam edildi. Transplantasyon sonrası
8.ayda halsizlik ve karında şişkinlik yakınması ile
başvuran hastanın fizik muayenesinde; Karnofsky
performansı %80, skleraları ikterik, pretibial +gode
bırakan ödem dışında patolojik bulgu saptanmadı. Laboratuvar sonuçlarında total bilirubin:
8.1mg/dl, direkt bilirubin:5.8mg/dl, AST:243U/L,
ALT:146 U/L, hipoalbuminemi, protrombin zamanında uzama, ferritin düzeyinde artış (3495 ng/
ml) gözlendi. Hepatoloji tarafından hastanın yeniden değerlendirilmesi sonucunda KC yetmezliğine
ilerleyişi olduğu düşünüldü, etyopatolojiye yönelik ileri tetkikler planlandı, ancak hastanın bu
durundan 1 hafta sonra acil servise hepato-renal
yetmezlik bulgularıyla başvurduğu ve ani kardiyopulmoner arrest nedeniyle öldüğü öğrenildi. Sonuç
olarak olgumuzdaki bu klinik durumun karaciğerdeki demir yükü (hemosiderosis) nün kronik KC
GVHH’ını taklit etmesi mi? yoksa kronik GVHH’nın
kendisi mi? ya da üzerine eklenen delta hepatitinin
KC hasarını hızlandırması mı? post-mortem KC
biyopsisi olmaması nedeniyle tartışmalı bir durum
olarak kalmaktadır.
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
Kordon Kanı Transplantasyonu
Poster No: 0026
DONDURULMUŞ KORDON KANI İLE YAPILAN
NAKİLLERDE HÜCRESEL CANLILIK VE KAYIP
ORANLARI 1Gülsün Tezcan Karasu, 1Vedat Uygun, 1Pınar Kurt, 1Zey-
nep Öztürk, 1Alphan Küpesiz, 1Volkan Hazar, 1M.akif Yeşilipek 1Akdeniz
Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı
Kök hücre kaynağı olarak kordon kanının
kullanıldığı hematopoetik kök hücre nakillerinde
(HKHT), diğer bilinen faktörlere ek olarak, başarıyı
etkileyen önemli bir faktör de dondurulmuş hücrelerin eritildikten sonraki sayısı ve canlılığıdır.
Hücrelerde, işleme, dondurma, transplantasyon
öncesinde eritme ve yıkama işlem basamakları sırasında kantitatif ve kalitatif kayıp olabileceği bilinmektedir. Dondurulmuş kordon kanı
hücrelerinin canlılık oranlarında yıllar içerisinde
kayıplar olabileceği bilinmekle birlikte, süreler
kesin olarak tanımlanmış değildir. Bu çalışmada;
merkezimizde akraba dışı kordon kanı nakli yapılan olgularda kullanılan kordon kanı ünitelerinin
canlılık oranları ve hücre sayılarının saklanma
süreleri yönünden karşılaştırılması planlanmıştır.
Merkezimizde Ağustos 2005- Aralık 2008 tarihleri
arasında 20 olguya 21 akraba dışı kordon kanı
ünitesi kullanılarak HKHT yapıldı. Kordon kanı
ünitelerinin saklanması ile kullanılması arasında
geçen süre median 62 ay (aralık15-103 ay) olarak
bulundu. Kordon kanı bankalarından bildirilen
median toplam çekirdekli hücre sayısı 10,1 (aralık:
3.1-28.7) x107/kg iken transfüzyon öncesi değerlendirmede hesaplanan median toplam çekirdekli
hücre sayısı 7,49 (aralık: 1.5-23.5) x107/kg olarak
bulundu. Median canlılık oranı %68 (aralık: 15-96)
idi. Toplam çekirdekli hücrelerdeki kayıplar açısından bakıldığında; ortanca %74.8 (aralık: %6.9%100) oranında hücrelerin sebat ettiği görüldü.
Saklanma süreleri ile hücrelerin canlılık oranları
ve toplam çekirdekli hücrelerdeki kayıplar karşılaştırıldığında anlamlı bir korrelasyon saptanmadı.
Çalışmamız eritme sonrasında kordon kanı toplam
çekirdekli hücre sayılarında ortanca %35 civarında
kayıp olduğunu göstermiştir. Saklanma zamanları
ile hücresel canlılık oranları ve hücre sayılarındaki
kayıp arasında korelasyon bulunamaması ünite
sayıları ile ilişkili olabilir. Daha geniş serilerde benzer değerlendirmelerin, kordon kanı seçimlerine
ışık tutacak veriler sağlayabileceği kanısındayız.
205
Poster No: 0028
Kök Hücre Donörleri ve Yaşam Kalitesi
Poster No: 0027
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KAN BANKASI VE AFEREZ ÜNİTESİ KÖK
HÜCRE TOPLAMA VE SAKLAMA DENEYİMİ 1Ayşe
Yetkin Caner, Hatice Uçkaya, Fatih Demirkan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kan Bankası Ve Aferez Ünitesi
1
1
1
Kemik iliği transplantasyonu malign ve malign
olmayan farklı birçok hastalık tedavisinde kullanılmaktadır. Son yıllarda ise kök hücreler transplantasyon için artan sıklıkta kullanılmakta olup kök
hücreler artık kemik iliğinin yerine geçmiştir. Kolay
hücre toplama ve hızlı hematopoietik toparlanma
nedeniyle otolog transplantasyonlarda periferik
kök hücre yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Allojenik girişimlerde ana hücre kaynağı olarak
perifer kanın kullanımı giderek artmaktadır. Ayrıca
kök hücre toplanması için anestezi ve ameliyathane ortamının gerekmemesi hem otolog kök hücre
toplanmasını kolaylaştırmış hem de allojenik vericiler için donörlüğü cazip hale getirmiştir. Bununla
birlikte ülkemizdeki periferik kök hücre transplantasyonu sayısı nüfusumuza oranla oldukça düşük
miktarda olmasına karşın, otolog ve allojenik
girişimlerde ana hücre kaynağı olarak başarı ile
kullanılmaktadır. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi bünyesinde hizmet veren Kan Bankası
ve Aferez Ünitesinde tromboferez, plazmaferez,
lökoferez ve periferik kök hücre toplama ve saklama işlemleri gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada
30.11.2006- 31.12.2007 yılları arasında kök hücre
aferezi yapılan hastalar değerlendirilmiştir. 42 (28
erkek- 14 kadın) otolog kök hücre ve 2 (1 kadın-1
erkek) allojenik kök hücre tranplantasyonu yapılacak hastadan toplam 57 otolog ve 4 allojenik işlem
sonucunda kök hücre toplanmıştır. Bunlardan 7
hastada iki kez otolog kök hücre, 4 hastada üç kez
otolog kök hücre ve bir hastada üç kez allojenik
kök hücre toplanmıştır. Kök hücre nakli uygulanacak hastaların tanılarına göre 4 ALL, 6 AML,
12 MM, 11 NHL, 6 HL, 3 lenfoma, 1 Nöroblastom,
1 Polisitemia Vera hastası bulunmakta olup, bu
hastaların % 67’sine kemoterapi uygulanmıştır.
Ürünler toplanmasında üç farklı cihaz kullanılmış
olup, tüm transplantasyon hasta ve donörlerin
büyük kısmında toplanan CD34 hücre sayısı, istenen değer olan 2.106/kg üstünde bulunmuştur.
Ürünler, kullanılıncaya kadar % 7.5 DMSO, % 30
HES ve % 12.5 otolog plazma olacak şekilde -80°C
veya -150°C sıvı azot tanklarında saklanmıştır.
206
İNSAN KEMİK İLİĞİ MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİN SİNİRSEL FARKLILAŞMASI ESNASINDA TOPOİZOMERAZ IIβ SEVİYESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN İNCELENMESİ 1Büşra Gürdoğan, 1Nihal
Karakaş, 1Sevim Işık 1Fatih Üniversitesi
DNA topoizomeraz II enzimi (topo II ) DNA
sarmalının her iki zincirinde de geçici kesikler
oluşturur ve diğer DNA sarmalının bu kesikten
geçmesini sağlar. Bu şekilde birbirinin içinden
geçerek kilitlenmiş DNA sarmallarını ayırır. Topo
II’nin memeli hücrelerinde iki farklı izozimi vardır
(α, β) Bu izozimlerden topo IIα mitozda homolog
kromozomların ayrılmasında önemli rol oynarken,
yapısal olarak benzer ancak işlevsel farklılıkları
bulunan ß izoformunun genel hücresel aktiviteler
yerine gen transkripsiyonu gibi daha özelleşmiş
işlevlere sahip olduğu düşünülmektedir. Topo
IIα’nın hücre içi işlevleri net olarak bilinmektedir
ancak son dönemlerde sinirsel farklılaşmada görevi
olduğu gösterilen ß izozimi hakkında yapılan çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. Son dönemde yapılan
çalışmalarla doğal sinirsel farklılaşma yolunda
bu izozimin rolüne dair sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Farklı gruplarca yürütülen çalışmalarla topo IIß’nın
granül sinir hücresi farklılaşmasının erken safhalarında nöral genlerin transkripsiyonunda(1)ve
akson oluşumunda önemli etkisi gösterilmiştir(2).
Bu çalışmalar sinir hücresi farklılaşmasında topo
IIß’nın rolü hakkında fikir verse de, mezenkimal
kök hücrelerin (MKH) sinirsel trans-farklılaşmasında topo IIß’nın etkisine dair yayınlanmış bir
çalışma yoktur.Bizim çalışmamızda bu sonuçlardan yola çıkarak insan kemik iliği mezenkimal kök
hücrelerin sinir hücrelerine trans-farklılaşmasında
topo IIß’nın rolünün belirlenmesi amaçlanmıştır.
Bu amaçla, kemik iliğinden Fikol ayırma metodu
ile izole edilen MKH’ler kültür ortamında çoğaltıldıktan sonra 14 gün boyunca retinoik asid (10
μM) muamelesiyle sinirsel farklılaşmaya maruz
bırakılmış ve 14 gün sonunda immunofloresan ve
western blot yöntemleri ile bu hücrelerdeki topo
IIß seviyesi tespit edilerek herhangi bir işleme tabi
tutulmayan kontrol MKHlerdeki topo IIß seviyesi
ile kıyaslanmıştır.Yaptığımız sinirsel farklılaşma
deneyleri sonucunda hücre içi topo IIß seviyesiyle
mezenkimal kök hücrelerin sinirsel farklılaşma
süreci arasında ilinti olduğu saptanmıştır. Çalışma sonucunda elde ettiğimiz sonuçlar daha önce
sinir hücrelerinde yapılan çalışmaların sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir. 14 günlük sinirsel
farklılaşma sonunda floresan boyama ve western
blot sonuçlarında MKH’lerdeki topo IIß seviyesinde
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
kontrol grubuna kıyasla önemli bir artış gözlenmiştir. Bu sonuç topo IIß’nın yalnız normal sinirsel
farklılaşmada değil, sinirsel trans-farklılaşmada da
-farklı germ tabakaları arası farklılaşma, mezodermal kökenli MKH’lerin ekdoderm kökenli sinir hücrelerine farklılaşması gibi- önemli rolü olduğunu
göstermiştir. Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmektedir (106S279 nolu proje). KTÜ Hematoloji Bölümü, Bölüm Başkanı Prof. Dr. Serdar
Bedii Omay’a sağladığı insan kemik iliği MKH’leri
için teşekkür ederiz. Referanslar 1. Tsutsui K.et
al. The J. of Biological Chemistry 2001; 276: 5769
- 5778. 2. Nur-E-Kamal A. et al. Brain Research
2007; 1154: 50 - 60.
14 günlük sinirsel farklılaşma sonucunda MKH’lerde topo IIbeta floresan
boyaması
Sinirsel farklılaşma sonunda hücrelerde yüksek miktarda topo IIbeta olduğu
saptanmıştır. Büyültme: 40X
Kontrol MKH’lerde topo IIbeta floresan boyaması
Kontrol hücrelerde topo IIbeta miktarının oldukça az olduğu gözlenmiştir.
Büyültme : 40X
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
Poster No: 0029
İNSAN KEMİK İLİĞİ MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİNİN NÖRAL FARKLILAŞMASINDA HÜCRE
YÜZEY RESEPTÖRLERİNDEN İNTEGRİN ALFA5/
BETA1’İN EKSPRESYONU VE LOKALİZASYONUNihal Karakaş, 1Sevim Işık, 1Büşra Gürdoğan 1Fatih Üniversitesi
1
Integrinler, bir çok insan ve hayvan hücre
membran yüzeyinde ekspres edilen hücre yüzey
reseptörleri olmakla birlikte hücre çoğalması,
hücre farklılaşması,hücre lokalizasyonu gibi önemli
hücre olaylarında fonksiyonel olarak görev almaktadırlar . Doku mühendisliği çalışmalarının başlıca
kaynaklarından olan Mezenkimal Kök Hücrelerin
(MKH)belirli dokulara multipotent farklılaşması
sürecinde hücre yüzey molekülleri etkin rol almaktadır.MKH’nın sinir hücrelerine farklılaşmasında
integrin alfa5/beta1 ‘in fonksiyonu daha önce incelenmemiştir. Bu çalışmada insan MKH’nın nöral
farklılaşma sürecine girmesiyle, adezyon moleküllerinden integrin alfa5/beta1 ekspresyonunun
ve hücre lokalizasyonunun belirgin oranda arttığı
ve hücrelerin farklılaşmaya integrin alfa5/beta1
üzerinden gittiği gösterilmiştir. İntegrinler,heterod
imerik formda olup iki farklı alt üniteden (alfa ve
beta)meydana gelirler[2].Hücre zarına gömülü olarak, hem hücre içinde hem de hücre dışında uzantıları bulunan integrinler, ekstraselüler madde ve
hücreler ile bağlantı bölgeleri oluşturur.Stoplazmada fokal adezyon bölgelerine tutunarak çeşitli hücresel mekanizmaların aktivitesi için sinyal yollarını
uyarırlar[1]. Ayrıca hücre iskeleti filamentlerinden aktin ile bağlantı yaparak hücre hareketinde
rol alırlar.Kök hücreleri,doku yenilenmesi diğer
vicut hücrelerine kıyasla düşük olan sinir hücresi
eldesinde çok önemli bir kaynaktır ve MKH ise
bu kaynağın önemli bir kısmını oluşturur. Hücre
farklılaşmasında multipotent özelliğe sahip olan
insan MKH ile yapılan çalışmalarda, integrinlerin
bu hücresel olaylarda etkin özelliğe sahip oldukarı
gösterilmiştir [1].Bu çalışmada,farklılaşma işleminde çok önemli bir role sahip olan adezyon moleküllerinden alfa5/beta1 integrinin lokalizasyon belirlemesi yapılarak,farklılaşmanın moleküler düzeyde
anlaşılmasına katkı sağlanması hedeflenmiştir.
Deneylerde kullanılan primer insan kemik iliği MKH
KTÜ Hematoloji Bölümü’nden temin edilmektedir.
Sinir hücrelerine farklılaşma retinoik asit ile yapılmaktadır.Nöral farklılaşma süreci,nörofilament
gibi nöral markerlar ile belirlenmiştir. Hücrelerarası matriks modellemesi olarak,ekim yüzeyi integrin alfa5/beta1’e spesifik ekstraselüler
matriks proteinlerinden fibronektin ile kaplanmıştır. Sonuçların eldesinde,SDS-PAGE,Western
207
blot,Immunofloresan boyama gibi moleküler teknikler kullanılmıştır.İnsan MKH’nın sinir hücrelerine farklılaşmasında,integrin alfa5/beta1 ekspresyon ve lokalizasyonunun arttığı,fibronektin
kaplamanın bu artışı yükselttiği ve MKH’nın nöral
farklılaşmasının inregrin alfa5/beta1 üzerinden
ilerlediği gösterilmiştir.MKH eldesine katkılarından dolayı KTÜ Hematoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr.Serdar Bedii Omay’ a teşekkür ederiz.
Referanslar:[1] Denitsa Docheva, at al. J.Cell.Mol.
Med. 2007; Vol II,No1 :21-38 [2] Luciana Marinelli
at al.J.Med.Chem.2005,48,4204-4207
Nöral farklılaşma öncesi integrin alpha5/beta1
Resim 1. Immünofloresan Boyama (Control-24sa-40X). Mavi, DAPI;
Kırmızı, Integrin alfa5/beta1
Nöral farklılaşma sonrası integrin alfa5/beta1
Resim 2. Immünofloresan Boyama (RA-24sa-40X). Mavi, DAPI; Kırmızı,
Integrin alfa5/beta1.
208
Poster No: 0030
ALLOJENİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUN
PRO-OKSİDATİF/ANTİOKSİDATİF DENGE ÜZERİNE ETKİSİ 1İsmail Sarı, 3Aysun Çetin, 2Leylagül Kaynar, 3Recep
Saraymen, 1Sibel Kabukçu Hacıoğlu, 4Ahmet Öztürk, 2İsmail Koçyiğit, 2Fevzi
Altuntaş, 2Bülent Eser 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim
Dalı, 2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Ve Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, 4Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı
GİRİŞ: Yüksek doz kemoterapi serbest radikallerin oluşumuna ve doku antioksidanlarının azalmasına neden olduğu bilinmektedir.
Bununla birlikte, Allojenik kök hücre transplan
tasyonu(AKHT)’nun oksidatif stres üzerine olan
etkisi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır.
AMAÇ: Bu çalışmada, hematolojik kanserli hastalarda (1) AKHT’nun oksidatif stres belirteçlerine ve plazma antioksidanlarına olan etkisi ve
(2) bu parametrelerin graft-versus-host hastalığı
(GVHH), hazırlama rejimleri ve transplant ilişkili mortalite (TİM) ile olan ilişkisi araştırıldı.
HASTALAR VE YÖNTEM: Çalışmaya HLA
tam uyumlu kardeşlerinden AKHT yapılan
25 hasta alındı. Plazma oksidan ve antioksidan durumuna transplantasyon öncesi -1. gün
ve transplantasyon sonrası +30. günde bakıldı.
BULGULAR: Hem myeloablatif (n=14) hem de nonmyeloablatif (n=11) transplant grubunda AKHT
sonrası plazma oksidatif stres belirteçleri olan
malondialdehid ve nitrik oksidin ortalama düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı
(p<0.01). Ayrıca transplant sonrası, plazma antioksidan enzimler olan süperoksid dismutaz,glutatyon
peroksidaz ve katalaz aktivitelerinde başlangıç
değerlerine göre tistatistiksel olarak anlamlı azalma izlendi(p<0.01). Her iki grup birlikte değerle
ndirildiğinde(n=25) pretransplant ve posttransplant oksidatif stres parametrelerinde belirgin olarak fark olduğu kaydedildi. Son olarak, oksidatif
stres parametrelerindeki değişiklikler ile GVHH
varlığı, transplantasyon tipi ve TİM arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı.
SONUÇ: Bu çalışma hazırlama rejiminin yoğunluğundan bağımsız olarak, AKHT yapılan hastalarda
pro-oksidatif-anti-oksidatif dengenin pro-oksidan
durum lehine bozulduğunu göstermektedir. AKHT
sonrasında izlenen oksidatif stresin patogenezi,
pro-oksidan durumun GVHH ile ilişkisi ve AKHT
sonrası antioksidan tedavinin klinik etkinliğini
aydınlatmak üzere daha fazla sayıda hasta üzerinde yapılacak çok merkezli çalışmalara ihtiyaç
vardır.
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
Poster No: 0031
ÖNCEKİ TEDAVİ DURUMU VE PERİFERİK KAN
CD34+ KÖK HÜCRE SAYIMI İLE KÖK HÜCRE
TOPLAMA ETKİNLİĞİNİN BELİRLENMESİ 1Didem
Aydın, 1Tuba Akdeniz, 1Sema Aktaş, 1Yener Koç 1Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Kök Hücre Transplantasyon Ünitesi
Otolog hematopoietik kök hücre transplantasyonu yapılacak hastaların önceden aldıkları
kemoterapi ve radyoterapilerin periferik kan kök
hücre toplamasının başarısını etkilediği düşünülmektedir. Yeterli sayıda CD34+ kök hücre
eldesi amacıyla toplama kararı verilebilmesi için,
toplama öncesi periferik kan mutlak CD34+ kök
hücre sayısı değerlendirilmelidir, ancak eşik değeri
konusunda tartışmalar mevcuttur. Bu retrospektif çalışmada toplama öncesi alınan tedaviler ile
periferik kan mutlak CD34+ kök hücre sayısının
toplama etkinliği üzerine etkisi araştırıldı. Hodgkin
Hastalığı, NonHodgkin Lenfoma, Multiple Myeloma ve Akut Myeloid Lösemi tanıları ile otolog
transplantasyon yapılmış 27 hastadan ve allojenik
transplantasyon amacıyla toplama yapılan 9 sağlıklı vericiden toplam 119 periferik kan örneği ve
aynı sayıda aferez örneği değerlendirildi. Toplama
öncesi alkilleyici ajan almış, multipl relaps nedeniyle çoklu tedavi almış, ve pelvik ve abdominal
bölgeye yoğun radyoterapi almış hastalar ağır tedavi almış olarak değerlendirildi. CD34+ kök hücre
analizi akım sitometri ile yapıldı. 27’si sağlıklı
vericiden, 92’si otolog transplant hastasından elde
edilen toplama ürünlerinin kilogram başına CD34+
kök hücre sayıları üzerinde yapılan Kruskal Wallis
analizi sonucunda ağır tedavi almış otolog grup
(n=25) ile almamış otolog grup (n=67) ve sağlıklı
verici grubu (n=27) arasında anlamlı fark bulundu (p=0.0003). Periferik kan CD34+ kök hücre
sayıları ile toplama sonucu elde edilen kilogram
başına CD34+ kök hücre sayıları arasında pozitif
korelasyon tespit edildi (p<0.0001). Transplantasyon için gerekli minimum 1.5x10^6/kg CD34+
kök hücre sayısına ulaşmak için, üç gün ardışık
toplama yapılması planlandığı ve toplama başına
0.5x10^6/kg ve üzeri CD34+ kök hücre eldesi
yeterli toplama olarak kabul edildiğinde, toplama
öncesi periferik kan kök hücre mutlak sayıları
yetersiz toplamalar (n=17) için ortalama 7/ul (min
1/ul, max 15/ul), yeterli toplamalar (n=102) için
45/ul (min 5/ul, max 189/ul) bulundu. Yetersiz
toplamaların %64.7’sinde, yeterli toplamaların ise
%6.8’inde periferik kan CD34+ kök hücre mutlak
sayısının 10/ul’nin altında olduğu belirlendi. Ayrıca 10/ul’nin altında yapılan toplamaların %61’inin
yetersiz (negatif tahmini değer), üzerinde yapılan
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
toplamaların %94’ünün yeterli (pozitif tahmini
değer) toplama olduğu tespit edildi. Kök hücre toplanması öncesinde, periferik kan CD34+ kök hücre
mutlak sayısının değerlendirilmesi gereklidir ve
bu çalışmada elde edilen sonuçlara göre toplama
kararı için eşik değeri 10/ul kabul edilebilir. Otolog
transplantasyon hastalarının önceki tedavileri kök
hücre toplama etkinliğini doğrudan etkilediği için
değerlendirmeye katılmalıdır.
Lenfomalar
Poster No: 0032
LENFOMALI OLGULARDA OTOLOG PERİFERİK
KÖK HÜCRE NAKLİ 1Selcen Karakaş, 1Elif Atağ, 1Leylagul
Kaynar, 1Fatih Kurnaz, 1Fevzi Altuntas, 1Bulent Eser, 1Mustafa Cetin, 1Ali Unal
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
1
Otolog periferik kök hücre nakli (OPKHN),
lenfomalarda, kemoterapiye duyarlı nüks veya
kısmi yanıtlı hastalar yanında birinci tam
remisyon (TR) sağlanan yüksek riskli hastalarda da geniş uygulama alanı bulmuştur.
OPKHN yapılan 28 nüks/dirençli Lenfomalı olgunun dosyaları incelenmiştir. Olguların 21’i erkek
(%75), 7’si (%25) kadın olup medyan yaş 43 idi
(19–70 yaş) idi. Olguların 15’i Hodgkin Lenfoma
(HL), 13 olgu NonHodgkin Lenfoma (NHL) idi. HL
olgularının alt tipleri, Nodüler Sklerozan tip (s:8),
Mikst sellüler tip (s:3), Lenfositten zengin tip (s: 2),
Lenfosit predominant Hodgkin Lenfoma (s: 2) idi.
NHL olguların histopatolojik tanıları, diffüz büyük
B hücreli lenfoma (s=7), anaplastik büyük T hücreli (n=1), periferal T hücreli lenfoma (s=1), mantle
hücreli lenfoma (s=3), lenfoblastik lenfoma (s=1)
şeklinde idi. Tanı sırasında hastalar ileri evre (IIIIV) ve 13 hasta IPI yüksek-orta/yüksek risk grubunda yer almaktaydı. Mobilizasyon rejimi olarak
siklofosfamid veya siklofosfamid/etoposid + G-CSF
uygulandı. Olguların 19’unda BEAM ve 9’unda
ICE yüksek doz tedavisi uygulandı. Ortalama toplanan MNH sayısı; 4.7 x 10*8 (2.9 – 15 x 10*8) idi.
Ortalama 4.5x106/kg (2.6 – 9.9 x106/kg) CD34
(+) hücre infüzyonu yapıldı. OPKHN sonrası nötrofil engraftmanı (>500/μL) ortanca 10 gün (6–26
gün), trombosit engraftmanı (>20.000/μL) ortanca
12 gün (8–26 gün) idi. OPKH Transplantasyonu
yapılan hastalardan 8’ i, nüks veya progresyon
nedeniyle ölmüş, 20 hasta ise halen yaşamaktadır.
OPKHN’in, kemoterapiye duyarlı nüks veya dirençli
HL ve NHL olgularında etkili bir tedavi seçeneği
olduğu sonucuna varılmıştır.
209
Poster No: 0033
2007 YILI ICE VE BEAM HAZIRLAMA REJİMİ
İLE OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN
HODGKİN VE NON HODGİN LENFOMA HASTALARININ DEĞERLENDİRİLME DENEYİMİ 1Simten
Dağdaş, 1Sema Keser Güler, 1Gülsüm Özet, 1Funda Ceran, 1Halil Erişti, 1Meriç Küçükgüngör, 1Nurullah Zengin 1Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi
Ocak-Aralık 2007 tarihleri arasında Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma hastanesi Kemik İliği
Nakli Ünitemizde otolog kök hücre nakli yapılan 20
Hodgkin Lenfoma (HL) (K:10, E:10) ve 8 Non Hodgkin Lenfoma (NHL) (K:5, E:3) tanılı olan 28 hasta
değerlendirildi.
Hodgkin Lenfoma hastalarında yaş ortalaması
33,5 (17-47) Non Hodgkin Lenfoma hastalarında
yaş ortalaması 42 (20-60) idi. ICE hazırlama rejimi alan hastalarda yaş ortalaması 35,4 (17-57)
BEAM hazırlama rejimi alan hastalarda yaş ortalaması 37,6 (26-60) idi. HL tanılı 20 hastanın 16’sına
hazırlama rejimi olarak ICE protokolü, 4’üne BEAM
protokolü uygulandı. NHL tanılı 8 hastanın 6’sında
ICE protokolü, 2’sinde BEAM protokolü uygulandı.
Otolog nakil öncesi HL hastalarının 4’ü kemorefrakter olup diğer HL ve NHL hastalarının tümü
kemosensitifti. Söz konusu hastaların karşılaştırmaları tablo 1’de yer almaktadır. BEAM ve ICE
tedavi rejimi alan hastalarda nötrofil ve trombosit
engraftmanı için geçen süreler arasında anlamlı
bir fark yoktu. Tüm hastalarda kemoterapi sonrası
febril nötropeni gelişti. Tablo 2’de BEAM ve ICE
hazırlama rejimi alan hastaların hepatotoksisite
ve nefrotoksisitelerine göre dağılımı gösterilmiştir.
BEAM hazırlama rejimi nefrotoksisite açısından ICE
hazırlama rejimine göre belirgin olarak daha güvenli
idi. Ancak hapatotoksisite açısından her iki rejim
açısından anlamlı bir fark gözlenmedi.
Tablo 1
Protokol
ICE
NHL
HL
210
Parsiyel Remisyon Complet Remisyon
5
1
Refrakter
-
BEAM
2
-
-
Toplam
7
1
-
ICE
12
1
3
BEAM
3
-
1
Toplam
15
1
4
Tablo 2
BEAM
ICE
4
21
3
5
2
-
8
3
1
8
4
-
-
-
10
1
-
2
2
-
5
3
-
2
4
-
1
Hepatotoksisite
1
Grade
Nefrotoksisite
Grade
Poster No: 0034
İLERİ EVRE “BULKY” BURKITT VE LENFOBLASTİK LENFOMA HASTALARINDA YÜKSEK
DOZ ARDIŞIK KEMOTERAPİ SONRASI OTOLOG
VEYA ALLOJENİK STEM HÜCRE TRANSPLANTASYONU İLE ELDE EDİLEN YÜKSEK YAŞAM
ORANI (LL-2001 PROTOKOLÜ) 1Sabiha Yüce, 2Evren
Özdemir, 1Başak Oyan, 1Yener Koc 1Yeditepe Üniversitesi Stem Hücre
Transplantasyon Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Stem Hücre Transplantasyon Ünitesi
Yüksek derecede agresif ve ileri evre (Evre III-IV)
Non-Hodgkin Lenfoma hastalarında konvansiyonel
kemoterapi ile uzun süreli yaşam sağlanma oranı
düşük olup, yüksek doz kemoterapi ve stem hücre
transplantasyonu ile başarılı sonuçlar almak amacı
ile kısıtlı sayıda hastada çeşitli tedavi protokolleri
rapor edilmesine rağmen, Burkitt ve Lenfoblastik lenfoma grubunda standart sayılacak yerleşmiş tedavi
yöntemi henüz bulunmamaktadır. Bu çalışmada
Otolog veya Allojenik stem hücre transplantasyonu
(SCT) ile biten özgün bir tedavi rejimi (LL-2001)yeni
tanı almış 13 Lenfoblastik, 10 Burkitt olmak üzere
toplam 23 hastaya uygulanarak uzun dönem hastalıksız ve genel yaşam oranları rapor edilmektedir.
LL-2001 rejimi yeni tanı alan Evre III-IV Lenfoblastik
ve Burkitt Lenfoma hastalarında indüksiyon şeması ile başlayan (CTX+DOX+VCR+PRED), CR elde
edildikten sonra 2 kür yüksek doz Ara-C ve MTX,
1 kür IIVP rejimi ile devam eden, L-asparaginase,
intratekal MTX ve Ara-C profilaksi tedavilerini içeren, stem hücre koleksiyonunu takiben yüksek doz
VP16 ve hazırlayıcı rejim olarak yüksek doz MTZ-60
ve MEL-180’den oluşan otolog SCT ile sonlanan, Bhücreli alt gruplarda Rituximab ile in vivo purging
işlemini de kapsayan, SSS tutulumu veya relaps
durumunda allojenik SCT ile sonlanan orijinal bir
tedavi protokolüdür. Tedaviye katılan hastaların yaş
ortalaması 30.5 olup 19 hasta tedavi protokolünü
tamamlamıştır (16 otolog, 2 Allojenik, 1 MUD SCT).
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
Hastaların %87’sinde “bulky” hastalık mevcut olup
(20/23), %83’ünde kemik iliği tutulumu saptandı
(Evre IV). 10 hastada (%44) T-hücre fenotipi gösterildi. İndüksiyon sonrası hastaların %91’inde CR elde
edilmiş olup (n=21) 2 hastaya refrakter lenfoma, 2
hastaya sosyal nedenlerle transplant yapılamamıştır (n=4).Komplikasyon olarak tümör lizis (2), fungal
pnömoni (1), VZV reaktivasyonu (2),VCI trombozu
(1), HSV keratiti (1), aseptik femur başı nekrozu
(2), sepsis (3), akut GVHD (3), kronik GVHD (3),
CMV reaktivasyonu (2), nötropenik ateş (23) gözlendi. Relaps/refrakter hastalık nedeni ile 4, sepsis
nedeni ile 2, cGVHD nedeni ile 1 hasta kaybedildi.
Kaplan-Meier metodu ile “intent to treat” prensibi ile
analiz edildiğinde tüm grup için 6. yılda hastalıksız
yaşam %62 (Burkitt %78, Lenfoblastik %47, p=0.6),
genel yaşam %66 (Burkitt %90, Lenfoblastik %54, p
=0.15)olarak saptandı. Tüm hasta grubunda 3. yıldan sonra relaps gözlenmedi. Sonuç olarak LL-2001
protokolü ileri evre “bulky” Burkitt ve Lenfoblastik
lenfomada yüksek oranda uzun süreli yaşam ve
hastalıksız yaşam oranları sağlayabilen küratif ve
uygulanabilir bir tedavi rejimidir.
OS - “Intent to treat”
Genel Sağkalım - LL2001 protokolü
Mezenkimal Kök Hücreler ve Diğer Kök Hücre
Tedavileri
lerin, vasküler endotelyal hücrelere ve epidermal hücrelere dönüştüğü, yara iyileşme hızını ve
epidermis kalınlığını artırdığı gösterilmiştir. Bu
amaçla, Burger hastalığı tanısı ile takip edilen,
cerrahi ve tıbbi tedavilere rağmen yara iyileşmesi sağlanamayan bir hastaya, Mezenkimal Kök
Hücre tedavisi uygulanarak, yeni damar oluşumu ve klinik düzelme üzerindeki etkisi incelendi.
Olgu: 34 Yaşında erkek hasta. Altı yıl önce Burger Hastalığı tanısı konulmuş ve vasküler yetersizlik nedeniyle gelişen kangren sonucu 4 yıl
önce sağ ayak 3,4 ve 5. parmakları ile sol ayak
2. parmağı ampüte edilmişti. Tıbbi tedavi olarak
aspirin, heparin ve dipridamol tedavisi verildi.
İki yıl önce her iki bacaktaki, Femoral ve popliteal arterlere By Pass operasyonu uygulandı. Bu tedavilere rağmen, klinik
ve laboratuar olarak yeterli sonuç alınamadı.
Her iki ayağında ülserasyonları olan hastanın sol
bacağına, bir yıl önce mezenkimal kök hücre tedavisi uygulandı. Mezenkimal kök hücreler, kemik
iliğinden ATİ teknoloji Laboratuarında üretildi.
Mezenkimal Kök Hücre tedavisi öncesi ve sonrası, klinik ve radyolojik bulgular karşılaştırıldı.
Mezenkimal kök hücre tedavisinden sonra; Sol
bacaktaki ülserasyonların kaybolduğu gözlendi.
Sağ bacakta ve ayakta ülsere lezyonlar devam
ediyordu. Anjiografi ile kök hücre tedavisi uygulanan sol bacakta yeni damar oluşumu tesbit
edildi. Hastanın, sağ bacağında, ağrı ve yürüme güçlüğü devam ediyordu. Mezenkimal kök
hücre tedavisi uygulanan sol bacakta, yürüme ile
gelişen ağrı ve krampların azaldığı tesbit edildi.
Sonuç: Mezenkimal kök hücre tedavisi; Burger
hastalığında, bacaklarda yeni damar oluşumu
ile birlikte, ülserlerin iyileşmesi ve semptomların
düzelmesi yönünde etkin bir tedavi yöntemidir.
Kök Hücre tedavisinde, kemik iliği veya periferik
kan kök hücre yerine, mezenkimal kök hücrelerin
kullanılması ile daha iyi sonuçlar alınacaktır.
Poster No: 0035
TROMBOANJİTİS OBLİTERANS’LI HASTADA,
MEZENKİMAL KÖK HÜCRE TEDAVİSİNİN, YENİ
DAMAR OLUŞUMU VE YARA İYİLEŞMESİ ÜZERİNE ETKİNLİĞİ 1Ali Ünal, 1Leylagül Kaynar, 1Ertuğrul Mavili, 1Naci
Emiroğulları, 1Nevzat Özcan, 1Nurdan Bulut Çomu, 1Fevzi Altıntaş, 1Bülent
Eser, 1Mustafa Çetin 1Erciyes Üniversitesi
Giriş: Tromboangiitis obliterans (Burger Hastalığı) küçük ve orta çaplı arter ve venleri tutan
nonaterosklerotik, segmental, inflamatuar, obliteratif bir damar hastalığıdır. Kemik İliği, Periferik kan kök hücre ve mezenkimal kök hücre-
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
Resim 1 kök hücre tedavisi uygulanan ayakta yara iyileşmesi
Resim 2 kök hücre tedavisi uygulanmayan ayakta yara ve ülserasyonlar
görülüyor.
211
Poster No: 0037
Multipl Miyelom
Poster No: 0036
OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI MAKSİLLOFASİYAL BÖLGEDE EKSTRAMEDULLER RELASPS İLE GÖRÜLEN İKİ REFRAKTER MULTİPL MYELOM OLGUSU 1Funda Ceran, 1Sim-
ten Dağdaş, 1Gülsüm Özet, 1Mesude Yılmaz, 1Neşe Koyuncu, 1Meriç
Küçükgüngör, 1Halil Erişti, 1Sema Güler 1Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi
Ekstrameduller
plazmasitomalar
Multipl
myelomun(MM) nadir bulgusudur. Kök hücre nakli
sonrası ekstrameduller relaps da yaygın değildir.
İzole ekstrameduller relapsta radyoterapi(RT) yapılabileceği gibi VAD(Vinkristin, adriamisin, deksametazon), bortezomib, talidomid vb tedavilerle de
başarılı sonuçlar bildirilmektedir. Biz de otolog
kök hücre nakli sonrası kemik iliği ve maksillofasiyal bölgede lezyonlar ile relaps olan iki refrakter MM olgusunu sunmayı uygun bulduk.
Olgu 1: 35 yaşında erkek hasta 2 yıl önce MM
tanısı almış ve 5 kür VAD ve ardından Talidomid
tedavisi aldıktan sonra refrakter kabul edilerek
otolog kök hücre nakli için merkezimize refere edilmiş. Ünitemizde hastaya otolog periferik kök hücre
nakli yapıldıktan sonra 2.ayda maksillofasiyal bölgede kitle gelişti aynı zamanda kemik iliği relapsı
da vardı. Bortezomib+deksametazon tedavisi ve
ardından RT uygulandı. Takibinde kitlede gerileme izlendi ancak tamamen kaybolmadı. Hastaya
hızla ikinci otolog kök hücre nakli yapıldı fakat
sonrasında bir ay içinde kitlede ilerleme görüldü.
Olgu 2: 50 yaşında bayan hasta MM tanısı ile 3
yıl önce otolog kök hücre nakli yapıldı. Ekim 2007
de bel ağrısı ile başvurdu. Magnetik resonans
incelemede(MRI) sol böbreği iten, sol psoas kasına
invazyon gösteren T12-L1 seviyesinde kitle lezyonu
izlendi aynı dönemde kemik iliği relapsı da mevcuttu. Hastaya Bortezomib tedavisi ve RT uygulandı.
Bu tedavi sonrası kitle gerilerken sağ üst damakta
vegatasyon gösteren kitle ile tekrar başvurdu. MRI
de sağ orbita tavanından köken alıp intraorbital, ekstrakoronal bölgeye uzanan 12x19x22 mm,
sağda sfenoid kemik büyük kanadı komşuluğunda 15x20 mm, sağda mandibula komşuluğunda
13x20 mm boyutlarında multipl solid kitle lezyonları izlendi. Hastaya siklofosfamid içeren CVAD
tedavisi verildi ve RT planlandı.
212
MULTIPLE MYELOM HASTALARINDA MİKRO
DAMAR YOĞUNLUĞUNUN OTOLOG KÖK HÜCRE
NAKLİ SONRASI İZLEMDE PROGNOSTİK ÖNEMİ
Gülsan Türköz Sucak, 1Sahika Zeynep Akı, 1Bilgehan Yüzbaşıoğlu, 2Nalan
Akyürek, 1Münci Yağcı, 1Rauf Haznedar 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hematoloji B.d, 2Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Abd
1
Amaç: Multiple myelom hastalarında yeni damar
oluşumu hastalık seyri üzerinde olumsuz etkileri
olan bir parametre olup kemik iliği plazma hücrelerinden ve kemik iliği mikroçevresinden salgılanan
uyarıcı ve baskılayıcı faktörler tarafından kontrol
edilmektedir. Yeni damar oluşumu üzerinde etkili
olabilecek sitokinler arasında vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF), interlökin- 6 (IL- 6),
interlökin- 1 beta (IL- 1β) ve fibroblast büyüme
faktörü (FGF) yer almaktadır. Kemik iliği biyopsi
preparatlarında yeni damar oluşumunu yansıtan
bir parametre olarak mikro damar yoğunluğu
(MDY) kullanılabilmektedir. Bu çalışmada multiple
myelom hastalarında tanı anında, otolog kök hücre
nakli (OKHN) öncesi ve nakil sonrasında MDY,
damar oluşumunu uyaran sitokinler ve büyüme
faktörlerinin hastalık seyri üzerinde etkilerinin
araştırılması amaçlanmaktadır.
Hastalar ve Yöntem: Multiple myelom tanısı ile
takip edilen, Eylül 2003- Temmuz 2006 arasında OKHN yapılan toplam 29 hasta [16 kadın, 13
erkek; ortanca yaş 52 (aralık 35- 68)] çalışmaya
dahil edilmiştir. Kemik iliği mikrodamar yoğunluğu değerlendirilmesi için 10 sağlıklı kontrol kullanılmıştır. Hastaların tanı anında, OKHN öncesi,
nakil sonrası 3. ay ve nakil sonrası 6. ayda elde
edilen sonuçları ortanca 36 ay (aralık 6- 54 ay)
takip sürecinde değerlendirilmiştir. Sağlıklı kontrol
grubu ile karşılaştırıldığında MDY multiple myelom
hastalarında anlamlı olarak yüksek bulundu (6,6
vs 23,5, p< 0,0001). Multiple myelom hastalarında
MDY tedavi süreci boyunca incelendiğinde tanı
anında elde edilen değerlerin nakil öncesinde,
nakil sonrası 3. ayda ve 6. ayda giderek azaldığı
tespit edilmiştir (p< 0,0001)(Tablo- 1). Bu değişim
nakil öncesinde sadece VAD kemoterapi rejimini
alan hastalarda VAD ardından Thalidomid-deksametazon (Thal/Dex) alan hastalara göre daha
belirgindir (p< 0,001 vs p=0,02). Tanı anına göre
nakil öncesinde MDY’da azalma arttıkça nakil
öncesinde elde edilen hastalık yanıtının iyileştiği
saptandı. Aynı değerlendirme nakil sonrası 3. ve
6. ayda istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
Ortanca 36 ay takip sonunda MDY ve sitokin
düzeyleri ile toplam sağ kalım (TSK) ve olaysız
sağ kalım (OSK) arasında ilişki bulunmazken
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
β2M ile TSK arasında anlamlılığa yakın ilişki
bulundu (p= 0,07) (TSK % 75,86 ve OSK % 37,6).
Sonuç: Multiple myelom hastalarında tanı anına
göre tedavi sonrasında MDY’da azalma olmaktadır.
OKHN öncesinde VAD ardışık Thal/Dex tedavisi
almış olan hastalarda MDY açısından elde edilen
yanıtın sadece VAD tedavisi almış hastalara göre
daha düşük olması bu tedavi seçeneğinin VAD
yanıtsız hastalara uygulanmış olması olabileceği
gibi kısa süreli thalidomid kullanılmasına da bağlı
olabilir. Tedavi yanıtı ile MDY arasında gözlenen
ilişki yeni damar oluşumuna neden olan sitokinler
ve büyüme faktörleri açısından anlamlı bulunmamıştır.
Tanı
OKHN öncesi
OKHN 3. ay
OKHN 6. ay
p
Mdy
24,37±7,44
18,03±5,50
11,89±5,32
9,19±6,23
0,0001
IL-1
3,58±4,37
0,62±1,97
1,24±2,85
8,73±28,28
0,07*
6,76±22,42
27,10±82,14 0,0001
IL-6
34,54±43,26
8,78±22,42
VEGF
81,04±99,02
80,27±81,22 91,22±105,67 90,38±109,66 > 0,05
FGF
31,60±37,92
18,10±25,92
8,41±16,15
Β2M
3,90±4,44
1,19±2,11
0,62±0,92
1,07±1,30
0,0001
CRP
12,71±19,36
5,60±16,48
4,13±12,69
6,82±11,69
0,008
55,64±108,29 0,07*
Poster No: 0038
MULTİPL MYELOMLU HASTALARDA, MOBİLİZASYON REJİMİNE ETOPOSİD EKLENMESİNİN,
TOPLANAN KÖK HÜCRE SAYISI VE ENGRAFTMAN ÜZERİNE ETKİSİ 1Elif Atag, 1Selcen Karakas, 1Leylagul
Kaynar, 1Fatih Kurnaz, 1Fevzi Altuntas, 1Bulent Eser, 1Özlem Canöz, 1Olgun
Kontaş, 1Mustafa Çetin, 1Ali Unal 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Erciyes Üniversitesi, Kapadokya Kemik İliği
Nakli Merkezinde, Otolog kök hücre nakli (OKİT)
yapılan Multipl Myelom hastalarında, uygulanan iki
farklı mobilizasyon rejiminin; Toplanan kök hücre
sayısı (MNH)ve engraftman üzerine etkisi incelendi.
Multipl Myelom tanısı alan 65 yaş altındaki 21 hastaya 4 Kür VAD sonrası, Kök Hücre Mobilizasyonu
için iki farklı rejim uygulandı. Tam remisyon elde
edilen hastalara (birinci grup), Cyclophosphamide + G-CSF, kısmi remisyon elde edilen hastalara
(ikinci grup), Cyclophosphamide + Etoposide + GCSF uygulandı. Yaşları 40 ve 59 arasında (ort: 57 )
15 erkek 6 kadın 21 hastaya OKİT yapıldı. Birinci
grupta 14, ikinci grupta 7 hasta yer aldı. 1. grupta, toplanan MNH sayısı ortalama 4.3 x 10*8 ( 2.4
– 12 x 10* 8 ), ikinci grupta 6.5 x 10*8 (3.1- 6.9 x
10*8) MNH toplandı. 1. gurup hastalarda, engraftman süresi nötrofil için 10.6 (9-17) gün, trombosit
için 12.8 (9-19) gün bulundu. 2. grup hastalarda
nötrofil engraftman süresi 12.6 (9-18) gün, trombosit engraftman süresi 15.4 (12-22) gün bulundu.
Sonuç olarak; Kısmi Remisyon elde edilen multipl
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
myelomlu hastalarda, mobilizasyon rejimine Etoposid eklenmesinin, toksisiteyi artırmadığı; Toplanan
MNH sayısı daha fazla, fakat engraftman yönünden
anlamlı fark bulunmadığı gözlendi.
Pediatrik Transplantasyon
Poster No: 0039
SMARTRANS (STATE-OF-THE-ART): HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU KARAR DESTEK SİSTEMİ 1Barış Kuşkonmaz, 2Mert
Yegül, 2Güçlü Ongun, 3Altan Koçyiğit, 4Salih Aksu, 4Hakan Göker, 1Duygu
Uçkan Çetinkaya 1Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Ana Bilim
Dalı, Kemik İliği Transplantasyon Bölümü, 2Hemosoft Bilişim Ve Eğitim
Hizmetleri, 3Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Enformatif Enstitüsü, 4Hacettepe
Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dahiliye Ana Bilim Dalı, Hematoloji Ünitesi
Hematopoetik kök hücre transplantasyonu
(HKHT) hematolojik, immünolojik hastalıklar ve
diğer kalıtsal hastalıklarda yaşam kurtarıcı, ancak
morbidite ve mortalitesi yüksek olan bir işlemdir.
Bir çok kompleks faktörün karar verme ve takip
sürecinde etkin olduğundan HKHT safhalarında
sağlık personelinin karşılaştığı problemlere bulduğu
çözümler ve uygulamalar hataya açık olmaktadır.
HKHT merkezlerinde tedavi başarısının arttırılabilmesi için (1)sağlıklı bir kayıt sistemi oluşturulması,
(2)hazırlık rejimi ve tedavi protokollerinin eksiksiz
olarak uygulanmasını denetleyecek bir mekanizmanın yapılandırılması, (3)hastalık prognozuna etki
edebilecek hastanın sağlık durumunu gösterir kritik parametrelerin sürekli takibinin yapılması, ve
(4)HKHT sürecindeki kompleks faktörleri dikkate
alarak bu parametrelerdeki değişime zamanında ve
etkin müdahale edilebilmesini sağlayacak bir karar
mekanizmasının oluşturulması önemlidir. HKHT
merkezlerinde etkin bir kayıt, takip ve karar mekanizmasının oluşturulabilmesine katkıda bulunulması amacıyla HÜTF Erişkin ve Pediatrik Hematoloji bünyesindeki HKHT Üniteleri ve Hacettepe
Teknokent’te konumlandırılmış Hemosoft Bilişim ve
Eğitim Hizmetleri firması işbirliğinde TÜBİTAK tarafından desteklenen “SmARTrans-Kemik İliği Transplantasyonu Karar Destek Sistemi Projesi” geliştirilmiştir. SmARTrans, (i)risk skorlamasına temel oluşturacak hasta başvuru öncesi öyküsünden başlayarak, donör bilgileri, HKHT öncesi hazırlık rejimleri,
HKHT işlemi, HKHT sonrası erken ve uzun dönem
takibi içeren tüm süreçlerin uluslararası standartlar doğrultusunda kaydı ve takibinin yapılabildiği,
(ii)standartlara aykırı değerler ve uygulamalar olduğunda sesli ve görsel uyarı ile yönlendirme mekanizmalarına sahip, (iii)hastalara ve hastalığa spesifik
protokollerin uygulanmasında, komplikasyonlara
karşı önlemler geliştirilmesinde uzman doktorlara ve konuya yönelik sağlık personeline alternatif
213
çözüm önerileri sunan web tabanlı bir karar destek
sisteminin oluşturulması projesidir. Karar destek
Sistemi, veri girişlerinin hatasız ve kolay bir şekilde
yapılmasını sağlayacak El Bilgisayarı Uygulaması ve
sürekli eğitim, bilgilendirme olanakları sağlayacak
Web Portalı bileşenleri de içermektedir. SmARTrans
yazılımının pediatrik ve erişkin KİT merkezlerinde
kullanılmaya başlanması ile (I)tedavi başarısı ve
hizmet kalitesinin arttırılmasına, (II)multi-disipliner
çalışma ekiplerinin koordinasyonunun iyileştirilmesine, (III)Ar-Ge çalışmaları ve bilimsel yayınlara
temel oluşturacak verilerin elde edilmesine, (IV)KİT
hastaları, hasta aileleri, sağlık personeli ve uzmanlar
için eğitim ve bilgilendirme olanaklarının arttırılmasına, (V)JACIE akreditasyonu için talep edilen kriterlerinin yerine getirilmesine katkı sağlanabilecektir.
Sistemi kullanan uzmanlar tarafından yeni veri
alanları ve bu alanlarla ilişkili karar destek kuralları
tanımlanmasına olanak sağlaması sistemin teknik
açıdan yenilik getiren ve dinamiklik sağlayan özellikleri arasında sayılabilir.
Poster No: 0040
PEDİATRİK KÖK HÜCRE NAKLİ: KLİNİK SONUÇLARIMIZ 1İbrahim Bayram, 1Fatih Erbey, 1Atila Tanyeli, 1Birol Güvenç
1
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kök Hücre Ve Kemik İliği Nakli
Ünitesi Ve Aferez Ünitesi
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik
Kök Hücre ve Kemik İliği Nakli Ünitesi fiziki şartlarını düzenleyerek 2006 yılından itibaren tekrar faliyete geçti. Şimdiye kadar ikisi aplastik anemi (birisi
fankoni), ikisi myelodisplastik sendromlu, birisi kronik myeloid lösemili, birisi evre-IV nöroblastomlu,
birisi non-Hodgkin’s lenfomalı ve santral sinir sistemi tutulumu olan ve beşi ise talasemi majorlu hasta
olarak, toplam 12 hastaya kök hücre nakli yapıldı.
Hastaların sekizi erkek, dördü ise kız çocuğu idi ve
yaşları 4-16 yaş arasında değişmekteydi. Nöroblastomalı hastaya otolog nakil yapılırken, diğerlerine
allojenik nakil yapıldı. Kök hücre kaynağı olarak
iki hastada kemik iliği, bir hastada kemik iliği ve
periferik kök hücre, sekiz hastaya ise periferik kök
hücre toplanarak nakil edildi. Allojenik nakil yapılan hastaların üçünde donör anne iken, sekizinde
ise kardeşleriydi. GVHD proflaksisi metotreksat ve
siklosporin-A ile yapıldı. Buna rağmen dört hastada
akut GVHD (evre 2-4), bir hastada ise kronik GVHD
gelişti. Trombosit engraftı 13-36 gün arasında, lökosit engraftı ise 11-26 gün arasında oldu. İki hastada
CMV, iki hastada bakteri, bir hastada ise mantar
enfeksiyonu gelişti ve iki hastada pnömoni, iki hastada sepsis meydana geldi. Overal survival 12 ve 24
ay için %47,5 olduğu saptandı.
214
Poster No: 0041
ÇOCUKLARDA AKRABA DIŞI KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU: TEK MERKEZ DENEYİMİ
Gülsün Tezcan Karasu, 1Vedat Uygun, 1Pınar Kurt, 1Zeynep Öztürk, 1Alphan
Küpesiz, 1Volkan Hazar, 1M.akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı
1
Geçmişte akut lösemi, ağır aplastik anemi
gibi değişik hematolojik bozukluklar ölümcül
kabul edilirken, hematopoietik kök hücre nakli
konusundaki gelişmeler bu sonucu değiştirmiştir. Bu alandaki ilerlemeler, başlangıçta yalnızca HLA uyumlu kardeşi olanlara sunulan bu
tedavi şeklini, kök hücre kaynağı olarak kordon
kanı ya da akraba dışı vericilerin kullanılması
sayesinde, diğer hastalar için de olası kılmıştır.
Çalışmamızda, merkezimizde hematopoietik kök
hücre naklinde kök hücre kaynağı olarak akraba
dışı donor ya da kordon kanı kullanılan olguların retrospektif değerlendirmesi yapılmaktadır.
Haziran 2005- Ocak 2008 tarihleri arasında merkezimizde 36 olguya 37 akraba dışı kök hücre
kaynağı kullanılarak nakil yapıldı. Hastaların tanı
dağılımları; 6 olgu metabolik hastalık, 5 olgu SCID,
5 olgu AML, 3 olgu ALL, 6 olgu kemik iliği yetmezliği, 3 olgu HLH, 3 olgu KML, 2 olgu Kostmann, 1’er
olgu da WAS, JMML ve ALCL idi. Median yaş 4.5
yıl (aralık:8 ay- 17.5 yaş) idi. 20 transplantasyonda
kordon kanı (KK), 11’inde periferik kan kök hücre
(PKKH), 6’sınde kemik iliği (Kİ) kullanıldı. 17.5
yaşındaki olguya çift ünite KK ile transplantasyon
yapıldı. HLA uyumu KK transplantasyonu yapılan
olgulardan 9 olguda 6/6, 10 olguda 5/6, 1 olguda 4/6 idi. PKKH kullanılan 11 olgunun 10’unda
10/10, 1 olguda 9/10 uyumlu, Kİ olgularında ise
tam uyumlu idi. Hazırlayıcı rejim olarak SCID ve
FA olgulara nonmyeloablatif, diğer olgulara busulfan ağırlıklı myeloablatif rejim kullanıldı. GVHH
profilaksisi siklosporin A ve metotrexate ile yapıldı,
KK kullanılan olgularda metotrexate kullanılmadı.
KK nakli yapılan hastalara verilen ortalama çekirdekli hücre sayısı 7,49 (aralık: 1.5-23.5) x107/kg
CD34+ hücre sayısı 1,38 (aralık: 0.2-8,97) x105/
kg, median canlılık oranı %68 (15-96) idi. PKKH
olgularında ortalama çekirdekli hücre sayısı 17.6
(aralık: 6.2-31.6) x108/kg CD34+ hücre sayısı 14.1
(aralık: 7.7-26.3) x106/kg, Kİ olgularında ortalama
çekirdekli hücre sayısı 2.3 (aralık 1.5-8.6) x108/kg,
CD34+ hücre sayısı 0.83 (aralık: 0.23-1.2) x106/kg
olarak bulundu. Median nötrofil engrafman süresi
KK nakli yapılan olgular için 23 gün (aralık 8-66
gün), trombosit engrafman süresi 34 gün (aralık:
12-49 gün ) iken donorden transplant yapılan
olgularda median nötrofil engrafman süresi 12 gün
(aralık 8-16 gün), trombosit engrafman süresi 14
gün (aralık: 6-130 gün ) olarak belirlendi. SCID
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
ve ALD tanıları ile transplant yapılan 2 olgu, AML
tanısı ile transplant yapılmış 1 olgu posttransplant
erken dönemde kaybedildi. 1-36 aylık izlem süresinde transplant ilişkili mortalite %13, hastalıksız sağ
kalım %64 olarak bulundu.
olmakla beraber, transplantasyon öncesi değerlere göre istatistiksel olarak yükseklik saptanmadı.
Sonuç: HKHT yapılan pediatrik olgularda, böbrek
glomerüler ve tübüler fonksiyonlarının belirli aralıklarla değerlendirilmesi bu olguların uzun dönem
takipleri açısından gereklidir.
Poster No: 0042
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
Aktürk, 1Mualla Çetin, 1Duygu Uçkan Çetinkaya 1Hacettepe Ün. Pediatrik
Hematoloji Ve Pediatrik Kemik İliği Nakli Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kan Bankası
1 3/E Talasemi Busulfan
major Endoksan
ATG
2 10/E
FAA
Sepsis
EColi
Enfex. Sonuç
Granulosit Verilme
Zamanı(gün)
Granulosit Sayısı
Tedavi
Klebsiella Meropen 12
EColi
Teikop
+2 İyileşme
AmfB 2
Variko
Meropen
+16 İyileşme
3 3/E JMML
Busulfan Kateter Entero- Meropen 4
Endoksan Enfeksiyo bacter Teikop
Melfalan
ATG
+27 İyileşme
4 5/K MHCII
Eksikli
Busulfan AcEnfex Aspergill
Endoksan
2
+30 İyileşme
olmadı
5 16/E
Busulfan AcEnfex Aspergill AmfB 21
Endoksan
V-fend
Vepesid
+74 İyileşme
6 1/K Osteo- Busulfan Kateter
E.Coli Meropen 4
petrozis Endoksan Enfeksiyo Acineto Sulper
ATG
bacter Teikop
+3 İyileşme
HLH
Fludarabin AcEnfex
Endoksan Sepsis
ATG
Etyoloji
Klinik
Hazırlık Rejimi
Allojenik hematopoetik kök hücre transplantasyonlarında nötropenik dönemde gelişen enfeksiyonlar, mortalite ve morbiditenin en önemli nedenidir.
Uygun antibiyotik ve antifungal tedavilerin yanında granülosit süspansiyonu verilmesi, enfeksiyon
sağaltımında önemli katkılarda bulunmaktadır.
Yeterli donör bulunamaması, donöre G-CSF ve steroid uygulanması, ürün toplamadaki teknik zorluklar ve etkinliğinin tartışmalı olması 1990’lı yıllarda
granülosit kullanımını azaltmıştır. Fakat, enfeksiyöz
ajanların çeşitliliği ve tedaviye direnç nedeniyle granülosit transfüzyonu son yıllarda tekrar gündeme
gelmiştir. Burada Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesinde kök hücre transplantasyonu yapılan hastalarda,
enfeksiyon seyrinde granülosit süspansiyonu uygulamalarının sonuçları sunulmuştur.
Tanı
Hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) sonrası böbrek glomerüler ve tübüler fonksiyon bozukluklarıyla ilişkili veriler çok kısıtlıdır. Bu çalışmada; pediatrik olgularda HKHT’nun glomerüler ve tübüler böbrek
fonksiyonlarına etkilerinin çeşitli parametreler kullanılarak araştırılması planlanmıştır.
Yöntem: Çalışmada 34 olgu (21 kız, 13 erkek, ortalama yaş 8.2 yıl) prospektif olarak böbrek fonksiyonları
açısından izlendi. Renal fonksiyonlar HKHT öncesi
10. günde, posttransplant 30., 100. günde ve transplantasyon sonrası 6. ayda değerlendirildi. Kreatinin
klirensi (CrCL), sistatin C temelli formul ve 99mTcDTPA ile glomerüler filtrasyon hızı, idrar beta2-mikroglobulin (B2M) ve beta-N-asetilglukozaminidaz
(B-NAG) ekskresyonu, fraksiyone sodyom ekskresyonu (FENa) ve fraksiyone tübüler fosfat reabsorbsiyonu (TP/ClCr) belirtilen günler için hesaplandı.
Sonuçlar: Transplantasyonu takiben ilk 100 gün
içinde 9 olguda (%26.4) akut böbrek yetmezliği
gelişti ve tüm olgular destek tedavileri ile düzeldi. Akut böbrek yetmezliği açısından yaş, cinsiyet, primer hastalık, sepsis, venookluzif hastalık
varlığı, akut graft versus host hastalığı ve vankomisin kullanımı risk faktörü olarak saptanmadı. 99mTc-DTPA ile hesaplanan GFR değerlerinde
HKHT sonrasında, transplantasyon öncesi değerlere
göre istatistiksel olarak azalma saptandı. Renal
tübüler fonksiyonlar açısından; %35 olguda BNAG ekskresyonunda, %63 olguda B2M ekskresyonunda artış saptanırken, FeNa’da artış %15,
TP/ClCr’de artış %4 olguda saptandı. TP/ClCr için
olan değişiklik anlamlı bulunmadı. Transplantasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldığında β-NAG
ekskresyonundaki artışın 30. günde belirgin olduğu
görüldü. Benzer şekilde B2M düzeylerindeki artış
da ilk dönemlerde belirgin olarak saptandı. FENa
için median değerler transplantasyon sonrası erken
ve geç dönemlerde normal değerlerden yüksek
PEDİATRİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU YAPILAN HASTALARDA UYGULANAN GRANÜLOSİT TRANSFÜZYON
SONUÇLARI: 1Güliz Karataş, 1Yasemin Işık Balcı, 2Salih Aksu, 2Ergan
Yaş/Cins
Karasu, 5Ayfer Gür Güven, 1Vedat Uygun, 4Fırat Güngör, 3Halide Akbaş, 1M.
akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı, 3Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Bilim Dalı, 4Akdeniz
Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, 5Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesi Pediatrik Nefroloji Bilim Dalı
Poster No: 0043
n
ÇOCUKLARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONU
SONRASI
BÖBREK
FONKSİYONLARI 2Özgül Güngör, 1Volkan Hazar, 1Gülsün Tezcan
AmfB
215
Poster No: 0044
PEDİATRİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE
TRANSPLANTASYONUNDA ORAL SİKLOSPORİN
KULLANIMI, 0. VE 2. SAAT DÜZEYLERİ 1Yasemin Işık Balcı, 2Erdem Karabulut, 1Barış Kuşkonmaz, 1Fatma Akyol, 1Mualla
Çetin, 1Murat Tuncer, 3İlhan Tezcan, 1Duygu Uçkan Çetinkaya 1Hacettepe Ün.
Pediatrik Hematoloji Ve Pediatrik Kemik İliği Nakli Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü, 3Hacettepe Üniversitesi Pediatrik İmmünoloji
Siklosporin(CsA), kalsinorin inhibisyonu yaparak immunsupresif etki gösteren, hematopoetik
kök hücre transplantasyonunda(HKHT) kullanılan
önemli ilaçlardan biridir. Tedavi edici aralığı dardır. Düşük dozda kullanıldığında graft versus host
hastalığına(GVHH), yüksek dozda kullanıldığında
ise başta hepatik ve renal olmak üzere toksisiteye
yol açmaktadır. Ayrıca, gingival hipertrofi, jinekomasti, hipertrikoz gibi yan etkileri vardır. Bu
nedenle CsAnın monitorizasyonu oldukça önemlidir. HKHT yapılan hastalarda, sıklıkla CsAnın
0.saat(C0) kan düzeyine göre doz ayarlaması yapılmaktadır. Ancak, C0 düzeyi ile yan etkiler arasındaki çelişkili sonuçlar, hasta izleminde C0 düzey
yararının kısıtlı olduğunu düşündürmektedir.
n
%
C0(ng/ml)
C2(ng/ml)
Organ transplantasyonunda CsA’nın 2. saat
kan düzey(C2) monitorizasyonunun hasta izleminde olumlu yansımaları olmuştur.Pediatrik HKHTu
yapılan hastalarda C2 düzey ölçümünün etkileri
araştırılmamıştır. Bu çalışmada, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kemik İliği Transplantasyonu Ünitesinde 2004-2007 yılları arasında
HKHT u yapılan ve oral CsA kullanılan dönemde
C0 ve C2 düzey monitorizasyonu yapılan 28 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
Sonuç: C0, C2 düzeyi ve C/2 oranının jinekomasti,
gingival hipertrofi, hipertrikozis ile ilişkisi saptanmamış, CsA dozunun akut GVHH’da C0 düzeyine
göre ayarlandığı görülmüştür. Serum kreatinin
düzeyi ile CsA düzeyi arasında pozitif ilişki saptanırken, beklenilenin aksine CsA düzeyi ile serum K
düzeyi arasında negatif ilişki dikkat çekmiştir.
Na
C0 (ng/ml)
P
0,96
C2 (ng/ml)
P
0,285
C2/0
P
0,51
K
-0,026*
0,000*
0,072
0,67
0,95
0,35
Kreatinin
0,038*
0,02*
0,49
Ürik asit
0,4
0,35
0,96
Üre
C2/0
Akut GVHH
Var
8
28,5
195,3±58,3
792,6±230
4,3±0,8
Poster No: 0045
Yok
20
71,5
136,4±50,06
623,9±260,5
5,0±1,2
0,013*
0,127
0,115
EVRE IV NÖROBLASTOMLU OLGULARDA OTOLOG HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ
p
Kronik GVHH
Var
5
17,8
195,5±58,
811,54±263,5
42,8±0,5
Yok
23
82,2
144,1±54,9
641,8±254,6
5,0±1,2
0,087
0,197
0,267
p
VOH
Var
3
10,7
103,4±19,8
544,4±161,6
5,3±0,9
Yok
25
89,3
159,3±58,4
687±267,3
4,8±1,2
0,081
0,281
0,393
p
Mukozit
Var
13
46,5
162,9±59,4
693±267,4
4,7±1,3
Yok
15
53,5
144,9±57,6
653,9±260,9
4,9±1
0,42
0,87
0,9
p
Hipertrikozis
Var
20
71,5
144,3±58,8
674,3±246,5
5,1±0,9
Yok
8
28,5
141,1±44,9
612,4±259,0
4,9±1,1
0,6
0,88
0,71
p
Gingival hipertrofi
Var
11
39
133,4±43,3
559,46±232,7
4,6±1,4
Yok
17
61
166,1±63,0
745,0±256,3
5,0±1,0
0,16
0,13
0,29
p
Jinekomasti
Var
4
14
137,0±28,3
571,1±248,6
4,8±2,0
Yok
24
86
156,0±61,7
688,9±262,8
4,8±1,0
0,79
0,47
0,69
p
216
1
Emel Ünal, 1Nurdan Taçyıldız, 1Gülsan Yavuz, 1Handan Dinçaslan, 1Erol
Ayyıldız*, 1Aydan Ikincioğulları, 1Mutlu Arat*, 1Osman Ilhan* 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Saglıgı Ve Hastalıkları Abd, Hematoloji Bilim
Dalı Aferez Ünitesi*
Nöral krest hücrelerinden köken alan ve tüm
çocukluk çağı malign hastalıklarının %8-10’unu
oluşturan bir solid tümör olan nöroblastomda
tümör biyolojisi hakkında bilgilerimizin artmasına
ve lokalize hastalıkta yoğun ve kombine tedaviler
ile başarı sağlanmasına karşın,özellikle 1 yaş üzeri
ve ileri evre hastaların prognozunda belirgin bir
iyileşme sağlanamamıştır.Evre 4 hastalar konvansiyonel tedavi yöntemleriyle uzun dönemde
%10-15 sağkalım oranlarına sahiptir.Olguların
%85’inin E3 ve E4’de tanı aldığı gözönüne alınırsa nöroblastomalı hastaların büyük bir kısmında
bugünkü intensif protokoller, kök hücre desteği ve
immunoterapi yaklaşımlarına rağmen halen istenen başarı elde edilememektedir. Pediatrik Kemik
iliği Transplantasyon ünitesinde 2003 Ocak-2008
Şubat döneminde otolog periferik kök hücre nakli
gerçekleştirdiğimiz 12 olguyu bildirmek istiyoruz.
Olguların 6’sı erkek,6’sı kız olup yaşları 16 ay-6
yaş arasında idi (median 3.5y). Olgular evre 4 olup
5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ
hepsinde sürrenal lojda kitle varlığının yanı sıra
kemik iliği ve kemik tutulumları ayrıca 2 olguda
orbital metastaz, 1 olguda SSS metastazı vardı.
Tanıda serumda NSE, ve ferritin düzeyleri, idrarda
VMA düzeyleri yüksek bulundu.MYC-N amplifikasyonu 3 hastanın 2 sinde yüksek kopya sayılı idi.
Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Nöroblastom tedavi
protokoluna göre tedavi edilen hastalar dönüşümlü olarak A3 (Vinkristin 1.5 mg/m2 (1.ve 5.g), Ifosfamid 1.8g/m2 (1-5 g)+ mesna DTIC 250 mg/m2 15g, Adriamisin 20 mg/m2 (1-3 g ) ve A5 (Cisplatin
30mg/m2 1-5 gün, Siklofosfamid 300mg/m2 (1-5
g), VP-16 150mg/m2 (4.ve 5.g) kemoterapi bloklarını alan hastalar 2 blok tedaviden sonra değerlendirildi. Sürrenal loj kitlelerine yönelik cerrahi girişimlerden sonra 2 hastaya primer bölgeye yönelik
radyoterapi uygulandı, 1 hastaya ayrıca kraniyospinal radyoterapi uygulandı ve ardından kemoterapi blokları tamamlandı. Periferik CD34 mobilizasyonu için Siklofosfamid 1.8-2.2g/m2 dozda verildi
kemoterapi sonrası 24. saatte başlanan G-CSF
ile mobilizasyon rejimi uygulandı ortalama 7-10.
günde aferez yapılan hastalarda toplanan CD34
sayısı 3.73x106/kg- 5.81x106/kg arasında değişmekte olup ortalama CD34 sayısı 4.76x106/kg idi.
Aferez sayısı 2-4 arasında değişim gösterdi.Aferez
işleminden 4-6 hafta sonra kök hücre transplantasyonu uygulandı.Rezidüel hastalığı ve MYC-N
amplifikasyonu olan 2 hastaya MIBG tedavisi
uygulandı Hazırlama rejimi olarak Carboplatin 300
mg/m2/g VP-16 200mg/m2/g, Melfelan 50mg/
m2/g (-7,-6,-5,-4 günlerde) uygulandı. Üç gün aradan sonra 0.gün infüzyon yapıldı.Antimikrobiyal
profilaksi ve TPN desteği sağlanan hastalarda nakil
sonrası ortalama +13de myeloid,+18de eritroid ve
+23de trombosit engraftmanı gerçekleşti.Olgulara
+90 günde 160mg/m2/g dozda p.o 2 hafta 13-cis
retinoik asit 6 kür 6 ay süreyle başlandı.Bir hasta
posttranplant +100 günü geçmediği için değerlendirme dışı bırakıldı,11 hastanın 4’ünde biri 1.ayda
2 si +6.ayda, biri +4.senede nüks etti.Yedi olgu 2057 aydır tam remisyondadır.
Poster No: 0046
PEDİATRİK CROHN HASTALIĞINDA OTOLOG
HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ (OKİT)
1
Emel Ünal, 1Zarife Kuloğlu, 1Gülsan Yavuz, 1Ceyda Tuna Kırsaçlıoğlu, 1Nuri
Alaçakır, 1Nurdan Taçyıldız, 1Erol Ayyıldız*, 1Aydan Kansu, 1Osman
Ilhan*, 1Nurten Girgin 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve
Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı Aferez Ünitesi*
Onbeş yaşında kız hasta 2002 yılında kanlı,
mukuslu dışkılama, kilo kaybı yakınmasıyla Anabilim Dalımız Pediatrik Gastroenteroloji bilim dalı-
06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA
na başvurmuş. Gelişme geriliği,solukluk,çomak
parmak,anal fissür saptanmış.Rektosigmoidoskopi
ve kolonoskopide barsak mukozası Crohn hastalığı
ile uyumlu olup biyopsi ile kesin tanı konulan hastaya Sulfasalazin başlanmış, ancak cevap alınamamış ve Meselamine geçilmiş. 5 ay meselamin kullanmış. Buna da cevap vermeyip pediatrik Crohn
hastalığı aktivite indeksi yüksek bulununca Ocak
2003’te Steroid başlanmış. Steroid ile hastalık
aktivasyonu baskılanmış ve dozu 5 ayda azaltılarak kesilirken meselamin başlanmış, ancak steroid
kesildikten 1 ay sonra tekrar alevlenme olması
nedeniyle steroid tekrar tedaviye eklenmiş.Ocak
2004te ishalinin tekrar başlaması sonrası steroid
bağımlı olduğu düşünülerek 1 yıl süreyle aylık 12
doz anti-TNF-alfa (infliximab) verilmiş, meselamin
kesilmiş. Ancak 6 ay süreyle tek başına infliximab
tedavisi ile hastalık kontrol altına alınamayınca
Haziran 2004’da steroid ve azotiyopürin tekrar
başlanmış.Ocak 2007 tarihine kadar 10 mg/gün
steroid ve azatiyopürin kullanan hastanın aralıklı olarak karın ağrısı sulu mukuslu dışkılaması
olması nedeni ile yapılan kolonoskopide tüm kolon
mukozasında ve terminal ileumda aktif Crohn
hastalığı ile uyumlu görünüm izlenmiş.Hastaya
yapılan karaciğer biyopsisi sonucu 2 adet solid
granulom varlığı dikkat çekmiş(Granülomatoz iltihap ve hepatoselluler reaktif değişiklikler).Hastada
medikal tedavi ile yeterli yanıt alınamaması, Crohn
hastalığında cerrahi tedavi başarısının sonradan
görülebilecek komplikasyonlara bağlı olarak sınırlı kalması nedeniyle Nisan 2007 tarihinde OKİT
planlandı.Periferik kanda CD34 mobilizasyonu için
2g/m2 siklofosfamid + ürometaksan verildi 24 saat
sonra 10mcg/kg/gün G-CSF başlandı. Aferezle
6,3x106/kg CD34(+) hücre toplandı. Hastaya EBMT
otoimmun hastalıklar protokoluna göre -10. günde
antimikrobiyal profilaksi başlandı.Hazırlama rejimi
olarak Siklofosfamid 50mg/kg/g(-5,-4,-3,-2de ),
Tavşan ATG 12mg/kg/g (-4-3-2 de) ve ATG dozlarıyla birlikte metilprednisolon 20mg/kg/g verildi.
Son siklofosfamid dozundan 48 saat sonra 0.günde
5,6x106/kg CD 34(+)hücre infuze edildi. Aynı gün
G-CSF başlandı. Kan ürünleri ve TPN desteğiyle
hasta izlendi.+9. gün myeloıid egraftman, +10. gün
eritroit engraftman +17 . gün trombosit engraftman
gelişti. Otolog kök hücre nakli komplikasyonsuz
tamamlandı. Hastanın semptomları baskılandı,
şekilli dışkılamaya başladı, kilo artışı oldu ancak
posttransplant 3.ayda ishalleri başladı, Hastalığı
aktivasyon gösterdi. Halen steroid ve FK506 tedavisi almakta olan bu olgu ülkemizde OKİT yapılan
ilk pediatrik Crohn olgusu,literatürde 12 olguluk
217
Download