Bildiri Özetleri 189 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi KİT Ünitesinde 2005-2007 yılları arasında 19`u kadın, 25`i erkek toplam 44 hastaya Allogeneik Periferik Kök Hücre Transplantasyonu (APKHT) yapılmıştır. (4 Aplastik anemia (AA), 2 Myelodisplastik sendrom (MDS), 12 Akut Myelositik Lösemi (AML), 5 Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), 1 Hodgkin Lenfoma (HL), 1 Lenfoblastik lenfoma (LL). Hazırlama rejimi olarak hastalara Busulphan-Cyclophosphamide rejimi, AA tanılı hastaya ATG+Siklofosfamid+ Prednol, HL tanılı hastaya non-myelo ablatif tedavi rejimi olarak Busulfan- Cyclophosphamide-Fludarabin verildi. Kan grubu uyuşmazlığı ile nakil yapılan hastaların median yaşı 23 (range: 17-40) olup, aritmetik ortalama 23,81’di. İnfüze edilen CD34+ hücre sayısı median 5,5 106/kg (range:3.6 106/kg -6,35 106/kg) ortalama 5,14 106/kg hücre oldu. 44 hastanın 11’inde donör-alıcı kan grubu uyuşmazlığı vardı. Bu hastaların 10’unda ABO uyuşmazlığı (4 majör, 5 minör, 1 karma), 1’inde Rh uygunsuz nakil kan uyuşmazlığı söz konusu idi. Kan grubu uyuşmazlığında majör uyumsuzluk için 1/256 ve minör uyuşmazlık için 1/128 ak titresi değeri eşik değer olarak kabul edildi. Hiçbir vakada antikor tiresi bu değerlerin üzerinde değildi. 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA Uyuşmazlık Tipi ALL 23 24/08/05 4,78 106 B Rh (-) 0 Rh (-) Minör 1/16 2 KML 40 09/02/06 3,6 106 0 Rh (+) B Rh (+) Majör 1/128 Titraj Donör Kan Grubu 1 Hasta Kan Grubu İnfüze Edilen Birçok seride kardeş vericiden yapılan kök hücre nakillerinde donör-alıcı arasında %30-40 oranında kan grubu uyuşmazlığı olduğu bildirilmiştir. Bu oran akraba-dışı yapılan nakillerde daha fazladır. ABO kan grubu uyuşmazlığı genellikle kök hücre naklinin başarısı açısından engel değildir. Genellikle majör ve karma tip kan grubu uyuşmazlığında erken hemoliz, minör tip uyuşmazlıklarda ise gecikmiş tipte hemoliz görülebilir. Ayrıca majör kan grubu uyuşmazlığı olan hematopietik kök hücre nakillerinde isohemaglutininler intramedüller öncülerin yıkımına neden olursa saf eritroid aplazi (PRCA) gelişebilir. PRCA insidansı non-myeloablatif nakillerde daha fazladır (%5-7’ye karşılık %16-32). Nakil Tarihi 1 Sema Güler, 1Meriç Küçükgüngör, 1Nurullah Zengin. 1Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi. Hasta Yaşı ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KEMİK İLİĞİ NAKİL ÜNİTESİNDE VERİCİ ALICI KAN GRUBU UYUŞMAZLIĞI OLAN HASTALARDA ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ DENEYİMİ 1Simten Dağdaş, 1Halil Erişti, 1Gülsüm Özet, 1Funda Ceran, Tanı Poster No: 0001 10 hastada nakil sonrası belirgin bir hemolitik reaksiyon gelişmedi. Ancak karma tip uyuşmazlığı olan ve non myelo ablatif tip allogeneik kök hücre nakli yapılan bir hastamızda gecikmiş tipte hemoliz ortaya çıktı. Daha önceki serilerde bildirildiği gibi donör-alıcı kan grubu uyuşmazlığı olan hastalarımızın hiçbirisinde nötrofil ve trombosit engraftmanında gecikme olmamıştır. Ek olarak Graft rejeksiyonu ya da GvHD insidansında da diğer hastalarla karşılaştırıldığında artış söz konusu değildir. Kişi Akut Lösemi 3 MDS 20 10/03/06 4,35 106 0 Rh (-) A Rh (+) Majör 1/128 4 MDS 24 08/05/06 5,69 106 A Rh (+) 0 Rh (+) Minör 1/64 5 AML 21 01/06/06 5,52 106 A Rh (+) 0 Rh (+) Minör 1/64 6 AA 17 18/08/06 3,84 106 0 Rh (+) A Rh (+) Majör 1/64 7 AA 24 21/08/06 5,27 106 B Rh (+) 0 Rh (+) Minör 1/128 0 Rh (+) 8 AML 20 03/04/07 6,35 106 A Rh (+) Majör 1/128 9 AML 24 06/06/07 5,76 106 AB Rh (+) B Rh (+) Minör 1/128 10 HL 30 22/11/07 5,86 106 A Rh (+) B Rh(+) Mix 1/64 1 ALL 19 12/09/06 5,50 106 0 Rh (-) 0 Rh (+) Poster No: 0002 İNTENSİF KEMOTERAPİ REJİMLERİNDE OTOLOG KÖK HÜCRE DESTEĞİ 1Mahmut Yeral, 1Ilknur Kozanoğlu, 1Süheyl Asma, 1Ebru Kızılkılıç, 1Can Boğa, 1Hakan Özdoğu 1Başkent Üniversitesi, Ankara İleri yaş, genel performans durumu, ek hastalık gibi birçok durumlar hematolojik malignensilerde intensif kemoterapi rejimlerinin uygulanabilirliğini kısıtlamaktadır. Kök hücre desteği ile bu tip hastalarda hematopoietik sistemin daha rahat toparlanacağı ve kemoterapi ile ilişkili sitototoksisite nedeni ile oluşabilecek komplikasyonarın daha az olacağı beklenebilir. Önceden otolog kök hücreleri saklanmış, kemoterapi ile ilişkili komplikasyon gelişebileceği, ya da tolere edemeyeceği düşünülen 8 hastaya uygulanan kök hücre destekli kemoterapi uygulamasının sonuçları bildirilmiştir. Çalışma yaşlı, ya da daha önce birçok kez kemoterapi almış olan, kurtarma kemoterapi rejimlerinin problem yaratabileceği düşünülen 8 hastayı kapsadı. Hastaların yaşları 33 ile 74 arasında idi. 5 hastada akut myeloid lösemi, 1 hastada anaplastik T hücreli lenfoma, 2 hastada hodgkin lenfoma tanısı mevcuttu. Lösemiler primer refrakter ya da relaps olmuş olgular idi. Lenfomalar ise ilerleyici yada nüks olmuş, ekstramedüller tutulumu olan ve daha önce 191 bir çok tedavi rejimi alan hastalardı. Hastalara verilen 11 kemoterapi küründen 3’ü FLAG, 2’si standart remisyon indüksiyonu (Ida+ARA-C), 1’i yüksek doz ARA-C, 4’ü ICE, 1’i EMA idi. Hastalarda ekstramedüller tutulum, kalp kapak hastalığı, kalp ritim problemleri, hepatit B ve daha önceden geçirilmiş akciğer mantar şüphesi gibi yan problemler mevcuttu. Hastaların 3’ü 70 yaşın üzerinde idi. Olguların çoğu çeşitli nedenlerden allogeneik ya da otolog kemik iliği yapılamayan, ancak daha önceden remisyon döneminde otolog kök hücre toplanan hastalardı. Kök hücre toplama işleminde, devamlı akım santrifüj tekniği ile çalışan Cobe Spectra versiyon 7.0 kullanıldı. Hastalara kemoterapiden 48 saat sonra ortalama 1,8x106/kg CD34 pozitif kök hücre desteği sağlandı. 71 yaşında AML hastası FLAG sonrası remisyona girdi ve hastaya kök hücre destekli 2 kür uygulandı. Lökosit toparlanma zamanı kemoterapi sonrası 17 ve 18 günlerdi. 2. hasta FLAG refrakter idi. 74 yaşında olan hasta remisyona girmedi ancak kemoterapi ile ilgili komplikasyon görülmedi. EMA verilen genç ancak kötü performanslı FLAG refrakter hasta; EMA ile remisyona girdi. 19 günlük nötropenik dönem sonunda nötropeniden çıktı. Geç relaps olan 2 hastaya standart remisyon indiksiyonu verildi. Remisyona giren 1 hasta tedavi sonrası 15. günde lökosit toparlaması oldu. Birçok kurtarma rejimine rağmen progresyonu devam eden hastaya yüksek doz ARA-C verildi. Hasta 15. günde nötropeniden çıktı; ancak remisyona girmedi. 2 lenfoma hastasına ICE verilmesine rağmen progresyon devam etti. Ancak kök hücre desteği ile hastaların birine 3., 4. ve 5. kür ICE tedavisi verilme olanağı sağladı Bu çalışmadan elde edilen gözlemler; yaşlı ya da daha önceden çok sayıda kemoterapi almış olan ve kötü performanslı hastalarda otolog kök hücre desteği ile intensif tedavilerin daha rahat tolere edilebilirliğini desteklemektedir. Geç Yan Etkiler Poster No: 0003 ABO UYUMU/ UYUMSUZLUĞUNUN ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONUÇLARINA ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Şahika Zeynep Akı, 1Zeynep Arzu Yeğin, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Amaç: Solid organ transplantasyonlarının aksine hematopoetik kök hücre nakli ABO uyumsuz kişilerde de yapılabilmekte ve ABO uyumsuz donörlerden kök hücre naklinin hemolitik reaksiyon ve saf eritroid dizi aplazisi riskini artırmasına rağmen sonuçta mortalite riskini değiştirmediği 192 genel kabul görmektedir. Bu çalışmanın amacı ABO kan grubu uyumlu ve uyumsuz allojenik kök hücre nakillerinin sonuçlarının araştırılmasıdır. Yöntem: Kasım 2003 – Ocak 2008 tarihleri arasında AKHN yapılan 110 hastanın (44 kadın, 76 erkek; ortanca yaş 27,5 (16-63), 46 AML, 22 ALL, 5 multipl myelom, 15 ağır aplastik anemi, 5 Hodgkin dışı lenfoma, 8 Hodgkin hastalığı, 6 KML ve 3 MDS) dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Çalışmada hastalık yinelemesi veya engrafman kaybı nedeniyle tekrarlanan 10 nakil dahil toplam 120 AKHN yer aldı. Sonuçlar: Yapılan nakillerin 71’i (%59,2) ABO kan grubu uyumlu, 49’u (%40,8) uyumsuzdu [ 19 (%15,8) major uyumsuz, 22 (%18,3) minor uyumsuz, 8 (%6,7) çift yönlü uyumsuz ]. Toplam sağ kalım ilk otuz günde %86,7; ilk yüz günde %73,7; ortanca 184 gün (1-1533) takip süresi sonunda %46,7 hesaplandı. İlk 30 gün, 100 gün ve toplam mortalite kan grubu uyumlu olan ve olmayan hastalar arasında farksız (p>0,05) saptanmasına karşın minor kan grubu uyumsuzluğu olan hastaların diğer hastalara göre ilk 30 günde, ilk 100 günde ve takip süresi sonunda daha sık kaybedildiği saptandı (p<0,05). Takip süresi sonunda toplam sağ kalım minor kan grubu uyumsuzluğu ve çift yönlü kan grubu uyumsuzluğu olan hastalarda anlamlı olarak daha az bulundu (p<0,01). 30. günde ölçülen ferritin değerlerinin toplam sağ kalıma negatif etkisi olduğu saptandı (p<0,05). Major kan grubu uyumsuzluğunda, diğer uyumsuzluk tiplerine göre eritrosit engraftmanında gecikme saptandı (p<0,01), nötrofil ve trombosit engraftman günleri, ilk 30 günde eritrosit ve trombosit transfuzyonu gereksinimi farksız bulundu. Sinuzoidal obstruksiyon sendromu (SOS) sıklığı minor kan grubu uyumsuzluğu olanlarda daha sık saptanmasına karşın istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Tartışma: Çift yönlü ve minor kan grubu uyumsuz olan nakillerin sağ kalım süresine, major kan grubu uyumsuzluğunun eritrosit engraftman süresine olumsuz etkisi bulunmaktadır. 30. günde ölçülen ferritin değerlerinin sağ kalımı kötü yönde etkilediği dikkate alınırsa özellikle engrafman gecikmesi nedeni ile 30. gün sonrasında da transfüzyon gerektirebilen major kan grubu uyumsuzluğu olan hastalarda demir parametrelerinin dikkatli izlemi ve erken eritropoetin + demir bağlayıcı tedavi ile sağ kalımda etkili olabilecek bu risk faktörünün ortadan kaldırılması mümkün olabilir. Karaciğer sinüzoidlerinde doku grubu antijenlerinin bulunduğu, SOS’ unun ise sinusoid endotelinin zedelenmesi ile başladığı bilinmektedir. Bu bağlamda SOS minör kan grubu uyumsuzluğu arasındaki ilişkinin daha geniş olgu sayıları ile irdelenmesi gerekmektedir. 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ ABO uyumlu n=71 Eritrosit engraftmanında gecikme (n/%) 0 ABO uyumsuz n=49 Major n=19 Minor n=22 Çift yönlü n=8 9 (52,9) 1(6,7) 2 (25) Nötrofil engraftmanı (gün) 18 (0-32) 18 (12-32) 17 (0-30) 18,5 (15-21) Trombosit engraftmanı (gün) 14 (0-54) 19 (0-32) 13,5 (0-54) 17 (11-37) İlk 30 gün eritrosit transfüzyonu (Ü) 5 (0-28) 3 (0-13) 6,5 (0-15) 6 (1-12) İlk 30 gün trombosit transfüztonu (Ü) 8 (0-56) 6 (1-23) 9,5 (1-31) 7,5 (1-24) SOS (n/%) 17 (23,9) 5 (26,3) 8 (36,4) 2 (25,0) İlk otuz gün mortalite (n/%) Kaybedilen TİM/ relaps İlk yüz gün mortalite (n/%) Kaybedilen TİM/ relaps Toplam sağ kalım (%) Kaybedilen (n/%) TİM/ relaps 8 (11,3) 2 (10,5) 6 (27,3) 7/1 (9,8/1,5) 2/0 (100/0) 6/0 (100/0) 0 - 15 (21,1) 3 (15,8) 10 (45,5) 9/1 9/6 2/1 (12,6/8,5) (10,5/5,8) (40,9/4,6) 1 (12,5) 1/0 (100/0) 54,75 30,47 17,86 46,93 5 (62,5) 34 (47,9) 6 (31,6) 14 (63,7) 10/4 1/4 3/3 16/18 (22,5/25,4) (10,5/21,5) (45,5/18,2) (12,5/50,0) Poster No: 0004 HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HASTALARDA DEMİR YÜKÜ İLE ERKEN DÖNEM TOKSİSİTE VE SAĞKALIM İLİŞKİSİ 1Zeynep Arzu Yegin, 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Şahika Zeynep Akı, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı GİRİŞ: Hematopoietik kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalarda demir yükü morbidite ve mortaliteyi arttırmaktadır. Bu çalışmada; HKHN yapılan hastalarda demir yükünün erken dönem toksisite ve sağkalım üzerine etkisi incelendi. GEREÇ VE YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kök Hücre Nakli Biriminde 2003 – 2008 129 erkek, 71 kadın ;[yılları arasında KHN yapılan 200 hastaya uygulanan 81 otolog (%40,5) ve 119 allojeneik]ortanca yaş 33 (16-71) (%59,5) KHN işlemi ile ilgili veriler geriye dönük olarak incelendi. Ortanca takip süresi 272 (1-1565) gün olarak hesaplandı. Nakil öncesi bakılan serum ferritin düzeyi ve transferrin saturasyonu (TS) ile nakil sonrası ilk 30 günde oluşan erken dönem toksisite ve sağkalım arasındaki ilişki geriye dönük olarak incelendi. SONUÇLAR: Hasta grubumuzda ortanca 272 (1-1565) günlük takip süresinde toplam sağkalım oranları OKHN için %73,5, AKHN için %43,2, genel sağkalım oranı %66,7 olarak hesaplandı. Yapılan sağkalım analizinde ; nakil öncesi ferritin düzeyleri ile 30 günlük sağkalım (p<0,05), 100 günlük sağkalım (p<0,01) ve toplam sağkalım (p<0,001) arasında anlamlı negatif ilişki saptandı. Nakil öncesi ferritin düzeyi ve TS ile mukozit 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA derecesi arasında anlamlı pozitif ilişki saptandı (p<0,001,r=0,321 ; p<0,05,r=0,167).Sinusoidal obstrüksiyon sendromu (SOS) gelişen hasta grubunda geriye dönük olarak bakılan nakil öncesi ferritin düzeyleri anlamlı yüksek bulundu (p<0,05). Nakil öncesi bakılan ferritin ve TS ile ilk 30 günde geçirilen ateşli gün sayısı arasında anlamlı pozitif ilişki saptandı (p<0,001,r=0,355 ; p<0,01,r=0,242). Nakil öncesi ferritin düzeyi ve TS yüksek olanlarda pnömoni sıklığının daha yüksek olduğu görüldü (p=0,001, p<0,05). Korelasyon analizinde anlamlı çıkan değerler ile yapılan lojistik regresyon analizinde nakil öncesi bakılan ferritin düzeyinin mukozit derecesi (p<0,01), SOS (p<0,001) ve pnömoni (p<0,001) gelişimi üzerine etkili olduğu gösterildi. TARTIŞMA: Bu çalışmada, nakil öncesi artan ferritin düzeyleri ile paralel olarak 30 ve 100 günlük sağkalım oranlarının azaldığı gösterildi. Hasta grubumuzda ferritin ve TS yüksek olan hastalarda mukozitin daha sık ve daha ağır geliştiği görüldü. Hasta grubumuzda ferritin düzeyi yüksek olan hastalarda SOS gelişiminin daha sık olduğu görülmüştür. Ferritin ve TS yüksek olanlarda ateşli gün sayısının ve pnömoni sıklığının daha yüksek olduğu görülmüştür. Sonuç olarak ; KHN yapılan hastalarda artmış demir yükü oksidatif strese neden olarak enfeksiyonlara yatkınlığı nakil ilişkili toksisiteyi ve morbiditeyi, buna bağımlı olarak mortaliteyi arttırmakta ; sağkalımı olumsuz yönde etkilemektedir. Nakil öncesinde ve nakil sonrası takipte transferrin satürasyonu ve ferritin düzeyleri yüksek olgularda artmış demir yükünü azaltmak amacı ile uygulanacak olan flebotomi + eritropoietin, demir bağlayıcı tedavilerin kısa ve uzun dönem komplikasyonlar ve sağkalım üzerindeki etkilerinin prospektif çalışmalar ile değerlendirilmesi gerekmektedir. Poster No: 0005 HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HASTALARDA TROMBOFİLİK GEN MUTASYONLARI İLE TROMBOEMBOLİK OLAY VE SAĞKALIM İLİŞKİSİ 1Zeynep Arzu Yegin, 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Şahika Zeynep Akı, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı GİRİŞ: Hematopoietik kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalarda trombofilik gen mutasyonları (TGM) hiperkoagülabiliteye neden olabilmekte ve tromboembolik komplikasyonlara eğilimi arttırabilmektedir. Bu çalışmada HKHN yapılan hastalarda TGM’nın tromboembolik olaylar ve sağkalım üzerine etkisi incelendi. 193 GEREÇ VE YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kök Hücre Nakli Biriminde 2003 – 2008 129 erkek, 71 kadın ;[yılları arasında KHN yapılan 200 hastaya uygulanan 81 otolog (%40,5) ve 119 allojeneik]ortanca yaş 33 (16-71) (%59,5) KHN işlemi ile ilgili veriler geriye dönük olarak incelendi. Ortanca takip süresi 272 (1-1565) gün olarak hesaplandı. KHN yapılan hastalarda nakil öncesi bakılan faktör V leiden 1691 G/A protrombin G20210A ve metil tetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T gen mutasyonu varlığı ile sinusoidal obstrüksiyon sendromu (SOS), kateter ilişkili tromboz, kateter enfeksiyonu ve sağkalım ilişkisi incelendi. SONUÇLAR: Otolog ve allojeneik KHN yapılan hastalarda faktör V leiden mutasyonu %10,3, protombin gen mutasyonu %2,8, MTHFR gen mutasyonu %44,6 sıklıkta saptandı. Yapılan sağkalım analizinde ; nakil öncesi bakılan TGM ile 30 günlük sağkalım (p>0,05), 100 günlük sağkalım (p>0,05) ve toplam sağkalım (p>0,05) arasında anlamlı ilişki saptanmadı. TGM ile kateter ilişkili tromboz gelişimi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). TGM ile kateter enfeksiyonu gelişimi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). TGM ile SOS gelişimi arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). TARTIŞMA: Trombofilik gen mutasyonları olarak bilinen faktör V leiden, protrombin ve MTHFR gen mutasyonlarının tek başına ya da birlikte bulunmaları değişen oranlarda tromboza yatkınlık yaratmakta ve eşlik eden çevresel faktörler ile birlikte aşikar tromboz oluşumuna neden olabilmektedir. Kök hücre nakli yapılan hastalarda uygulanan hazırlama rejimi, altta yatan hastalık, immobilizasyon, kalıcı kateter takılması gibi invaziv girişimler ve enfeksiyon gibi presipitan faktörlerin de etkisiyle tromboza yatkınlık oluşmaktadır. TGM’nın eşlik etmesinin bu hasta grubunda mevcut hiperkoagülabiliteyi arttırabileceği ve tromboembolik olayları provake edebileceği düşünülmektedir. TGM’nın tromboembolik komplikasyonları arttırarak nakil sonrası morbidite ve mortaliteyi etkileyebileceği düşünülerek yapılan sağkalım analizinde ise sağkalım üzerine etkileri olmadığı görülmüştür. Kök hücre nakli gerektiren hastalıkların ve kök hücre nakli işleminin doğası gereği artmış olan diğer hiperkoagulabilite etkeni faktörlerin trombofilik mutasyonların katkısını etkisiz hale getirmesi muhtemeldir. 194 Poster No: 0006 ALLOJENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN VE DEMİR BİRİKİMİ OLAN HASTALARDA DEFEROKSAMİN VE ERİTROPOİETİN 1Şahika Zeynep Akı, 1Zeynep Arzu Yegin, 1Zübeyde Nur Özkurt, 1Münci Yağcı, 1Gülsan Türköz Sucak 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı GİRİŞ: Allojeneik kök hücre nakli (AKHN) yapılan hastalarda demir birikimi nakil sonrası erken ve geç dönemde önemli morbidite ve mortalite nedenidir. Deferoksamin (DFS) gibi demir bağlayıcı tedaviler ile demir atılımının arttırılması ve beraberinde eritropoietin (EPO) tedavisi ile demir kullanımının uyarılması sayesinde organizmada demir yükü azalmakta ve demir kullanımı arttırılmaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: 7 erkek ; ortanca yaş 27(23-55) [Allojeneik KHN yapılan yedi hastaya nakil sonrası ortanca 142. günde (77-407) DFS 25 mg/kg /haftada 3 gün 4 erkek ;[dozunda başlandı. Allojeneik KHN yapılan dört hastaya nakil sonrası ortanca 221. günde (70-287) EPO]ortanca yaş 23,5(17-41) 200 U/kg/haftada 2 gün dozunda başlandı. Tedavi öncesi ve sonrasında hastaların hemoglobin (Hb) ferritin ve transferin saturasyon (TS) değerleri geriye dönük olarak incelendi. SONUÇLAR: DFS tedavisi uygulanan 7 hastada tedaviye ortanca 223 (26-373) gün süreyle devam edildi. Tedaviden önce Hb ortanca 9,86 (6,71-14,5) g/dl, ferritin ortanca 2000 (1047-2000) ng/ml, TS ortanca %85 (29-100) iken ; tedaviden sonra Hb ortanca 11,6 (8,16-14,1) g/dl, ferritin ortanca 1829 (1290-2000) ng/ml, TS ortanca %47 (15-88) idi. EPO tedavisi uygulanan 4 hastada tedaviye ortanca 88 (57-181) gün süreyle devam edildi. Tedaviden önce Hb ortanca 7,25 (6,23-8,56) g/dl, ferritin tüm hastalarda 2000 ng/ml, TS ortanca %86,5 (85-94) idi. Tedaviden sonra Hb düzeyinde ortanca 5,29 (4,27-7,36) g/dl yükselme tespit edilirken ; ferritin düzeyinde ortanca 189,5 (0-396) ng/ml ve TS’da ortanca %46 (0-63) oranında azalma gözlendi. TARTIŞMA: Allojeneik KHN yapılan hastalarda demir birikimi yaklaşık %90 oranında görülmektedir. Hematolojik maliniteli hastalarda önemli bir sorun oluşturan yoğun kan transfüzyonundan bağımsız olarak ; bu özellikli hasta grubunda artmış demir emilimi ve inefektif eritropoez demir birikimine neden olan önemli faktörler arasında yer almaktadır. Demir yükünü azaltıcı tedaviler arasında flebotomi, demir bağlayıcılar ve EPO yer almaktadır. Bu çalışmada allojeneik KHN yapılan hastalarda demir düşürücü tedavi olarak tercih edilen DFS ve EPO tedavileri ile hastalarda demir yükünde 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ azalma ve Hb değerlerinde belirgin yükselme sağlandığı gösterildi. DFS yan etki spektrumu dar, iyi tolere edilen bir demir bağlayıcı ajan olmakla birlikte EPO ile eş zamanlı kullanımı demir metabolizmasında sinerjistik etki elde edilmektedir. Bu çalışmada sunulan az sayıda olgu ; DFS - EPO tedavisinin demir yükünü azaltmada güvenle kullanılabilecek oldukça emniyetli ve etkili bir kombinasyon olduğunu düşündürmektedir. Bu konuda daha çok sayıda olgu ile yapılacak, prospektif ve randomize çalışmalara gereksinim vardır. Poster No: 0007 ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI GELİŞEN RENAL HÜCRELİ KARSİNOM: OLGU SUNUMU 1Gül İlhan, 1Nurcan Alhan, 1Rahime Sezer, 1Neslihan Andıç, 1Sema Karakuş 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Allojenik kök hücre nakli günümüzde aplastik anemiler, akut ve kronik lösemiler, miyelodisplastik sendromlar, lenfoproliferatif hastalıklar, plazma hücre hastalıkları ve bazı hemoglobinopatilerde uygulanabilen ve küratif olabilen bir tedavi şeklidir. Bununla birlikte allojenik kök hücre alıcıları uzun vadede normal populasyona göre sekonder maligniteler açısından artmış risk altındadır. Primer malign hastalık için ve hazırlama rejiminde kullanılan sitotoksik kemoterapiler ve iyonize radyasyon, immün sistemin toparlanmasındaki gecikmeler veya yetersizlikler, graft versus host hastalığı nedeniyle immün stimülasyon ve immün supresyon, onkojenik viral ajanlar ve genetik predispozisyon etyolojide suçlanan nedenlerdir. Burada allojenik kök hücre nakli sonrası renal hücreli karsinom gelişen bir vaka sunulmuştur. On dört yaşında Fankoni aplastik anemisi tanısı alarak yurt dışında HLA uyumlu kız kardeşinden allojenik kök hücre nakli yapılan ve 2 yıl süreyle immün supressif tedavi alan hasta 28 yaşında kontrol için geldiğinde yapılan karın ultrasonografisi ve tomografisi ile renal hücreli karsinom tanısı aldı. Hastaya parsiyel nefrektomi yapıldı. Allojenik kök hücre nakli sonrası gelişen sekonder maligniteler erken dönemde lenfoproliferatif hastalıklar, miyelodisplastik sendrom, akut lösemiler, non Hodgkin lenfoma iken, daha geç dönemde solid tümörlerdir. Literatürde bu solid maligniteler cilt, oral kavite, tiroid, ösefagus, beyin ve santral sinir sistemi, bağ dokusu kemik, serviks, meme, kolon kanserleri olarak rapor edilmiştir. Transplantasyondan 20 yıl sonra bile riskin devam ettiği rapor edilmiştir. Allojenik kök hücre nakli sonrasında renal hücreli karsinom gelişen başka bir olguya rastlanmamıştır. Ancak allojenik kök hücre 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA naklinden uzun yıllar sonra da solid tümör gelişebilme riskinin devam etmesi nedeniyle hastaların bu konuda bilgilendirilerek belli aralıklarla kontrole gelmesi sağlanmalıdır. Poster No: 0008 KEMİK İLİĞİ NAKLİ SONRASI GELİŞEN BRONŞİOLİTİS OBLİTERANS ORGANİZE PNÖMONİDE BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ BULGULARI 1Mustafa Gulec, 1Ali Yıkılmaz, 4Sema Oymak, 1Turkan İkizcelı, 2Fatih Kurnaz, 3İsmail Sarı, 2Leylagül Kaynar 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, 2Erciyes Üniversitesi Hematoloji Anabilim Dalı, 3Pamukkale Üniversitesi Hematoloji Anabilim Dalı, 4Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı AMAÇ: Bu çalışmada; kemik iliği transplantasyonu yapılan olgularda uzun dönemde ortaya çıkan non-infeksiyoz komplikasyonlarından bronşiolitis obliterans organize pnömoni (BOOP) çok kesitli bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları ile tanımlandı. MATERYAL ve METOD: Mayıs 2006 ve Ocak 2007 tarihleri arasında Erciyes Tıp Kapadokya Transplant Merkezinde kemik iliği nakli yapılan toplam 80 hastanın erken ve geç dönem ince kesit ve yüksek çözünürlüklü toraks BT görüntüleri iki farklı radyolog tarafından BOOP’un karakteristik bulguları açısından (yamalı konsolidasyon alanları, buzlu cam görünümü, nodül ve bant şeklinde opasite ) prospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Kemik iliği nakli yapılan 80 hastanın 4’ünde (%5) radyolojik olarak non-spesifik fakat BOOP için karakteristik bulgular saptandı. Dört hastada en sık gözlenen bulgu üç hastada izlenen nodül ve bant şeklinde opasite idi. Dört hastanın ikisinde yamalı konsolidasyon alanları ve buzlu cam görünümleri izlendi. Hastaların tamamında solunum fonksiyon testlerinde obstrüktif tip bozulma ve vücut pletismografisinde, reziduel akciğer hacminde ve toplam akciğer kapasitesinde artma izlendi. Bronkoalveoler lavaj bulguları nonspesifik idi ve enfeksiyon ekarte edildi. Tedavide 3 gün pulse steroid (prednison 1g/ 3 gün) tedavisi sonrası oral idame (prednison 40-80mg) tedavisi verildi. Hastaların semptom ve klinik bulgularında tedavi sonrası iyileşme izlendi. Radyolojik bulgularında da kontrol BT tetkiklerinde belirgin düzelme gözlendi. SONUÇ: BOOP kemik iliği transplantasyonu yapılan hastalarda uzun dönemde ortaya çıkabilen ve nadir olmayan bir komplikasyondur. İyi tanımlanmadığı takdirde birçok klinik antite ile karışabilen lezyonların saptanmasında nonspesifik BT bulguları diğer bulgularla desteklendiğinde oldukça yardımcı bir tetkiktir. 195 Poster No: 0009 AKUT MYELOİD LÖSEMİLİ HASTADA OTOLOG KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU SONRASINDA GELİŞEN EVANS SENDROMU 2Hakan Özdoğu, 2Can Boğa, 2Mutlu Kasar, 2Mahmut Yeral, 2Süheyl Asma 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Kemik iliği kaynaklı allojeneik ve otolog periferik kök hücre transplantasyonları sonrasında immun sapmaların meydana gelebileceği bilinmektedir. Bunun sonucunda multiple immunolojik hastalıklar gelişebilir. Bu çalışmada otolog periferik kök hücre transplantasyonu yapılan bir hastada transplantasyon sonrası Evans sendromu gelişen ve uygulanan steroid tedavisi sonrasında ise ortaya çıkan sitomegalovirus reaktivasyonu tartışılmıştır. Akut myeloblastik lösemi (FAB; M0) tanılı 27 yaşında, intermediyer risk grubunda, erkek hasta standart indüksiyon ve konsolidasyon tedavileri sonrası remisyona girdi. Allojeneik kardeş vericisi olmadığı ve akraba dışı donör transplantını kabul etmediği için busulfan ve siklofosfamid hazırlama rejimi kullanılarak otolog periferik kök hücre transplantasyonu uygulandı. Hasta postransplant 11. günde lökosit engrafmanı oldu. Transplant sonrası 55. günde genel durum bozukluğu, başağrısı ve sarılık tablosu ile acil servise başvurdu. Akut hemoliz tespit edilen hastada direkt coombs Ig G (4+), C3d (4+) ve indirekt coombs enzimli ortamda (4+), coombs’lu ortamda negatif tespit edildi. Hemolitik anemiyi açıklayacak enfeksiyon veya sekonder bir neden tespit edilemedi. Plazma değişimi uygulanan, steroid ve immünoglobulin tedavisi başlanılan hastada klinik düzelme saptandı. Tedavinin 30. gününde hastanın yüksek ateşi olunca yapılan tetkiklerinde CMV PP65 pozitif saptandı ve gansiklovir tedavisi başlandı. Takipte CMV PP65 düzeyi negatifleşti. Otolog periferik kök hücre nakilleri sonrasında gelişen immun sitopenilerin olgu raporları şeklinde daha çok akut myeloblastik lösemi hastalarında tanımlanmış olması, hazırlama rejimleri ile olan muhtemel ilişkisine dikkat çekebilir. Poster No: 0010 PEDİATRİK OLGULARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONRASI ARTMIŞ DEMİR YÜKÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ 1Talia İleri, 1Mehmet Ertem, 1Tuğba Belgemen, 1Elif Unal İnce, 1Ayşe Sayılı, 1Zümrüt Uysal 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hkht Ünitesi Thalasemi major hastalarında hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) öncesi var olan ve HKHT sonrasında belirginleşen artmış demir yükü dikkat çekici bir durumdur. Yapılan sınırlı sayıda çalışmada artmış demir yükünün sadece bu hasta- 196 larda değil hematolojik malignite başta olmak üzere diğer tanılar nedeniyle izlenmekte olan hastalarda da HKHT sonrası geliştiği gözlenmiştir. Artmış demir yükü özellikle karaciğer fonksiyonları üzerine olumsuz etkilere neden olarak morbidite ve mortaliteyi etkileyebileceğinden izlemde büyük önem taşır. Biz çalışmamızda HKHT hastalarında gelişen demir yükünün uzun dönemde klinik yansımasını ve kliniğimiz tarafından yapılan tedavi yaklaşımını değerlendirmeyi amaç edindik. Çalışmada hematolojik hastalık nedeniyle Mayıs 2001-Nisan 2007 tarihleri arasında HKHT uygulanan (allojenik: 45, otolog: 2) ve uzun dönem izlenen [39 ay (9-80 ay)] 47 pediatrik olgu dahil edildi. Olguların hastanede izlendikleri dönemde haftada bir kere, taburcu olmalarını takiben ise her kontrolde ferritin düzeyleri, karaciğer fonksiyon testleri değerlendirildi. Ortanca yaşı 9 yıl (0,9-17,5 yıl) olan hastaların 26’sında primer hastalık thalasemi major, 14’ünde hematolojik malignite ve 7’sinde aplastik anemi idi. Hastalardan 35’ine HKHT öncesi eritrosit transfüzyonu uygulanmıştı (<10 - >200 ünite) ve HKHT öncesi ortanca ferritin değeri 1227 ng/ml (24-4924 ng/ml) bulundu. Transplantasyon sonrası hastanedeki izlem döneminde [ort: 39 gün (27-121 gün)] hastalara ortanca 4 ünite (0-9 Ü) eritrosit transfüzyonu uygulandı. Uygulanan sınırlı sayıdaki transfüzyonlara karşın HKHT sonrası ortanca 20.günde (4-270 gün), ferritin en yüksek değerine 4950 ng/ml (636-22638 ng/ml) ile ulaştı ve HKHT öncesi ile karşılaştırıldığında anlamlı farklılık bulundu (P<0,001). İki hasta hariç diğer bütün hastalarda (%92) 1000 ng/ml üzerinde seyreden ferritin değeri hastaların 33’ünde (%70) ortanca 17. ayda (1,8-62 ay) 1000 ng/ml’nin altına indi. Bu dönemde ortanca 6. ayda (3,5-48 ay) 27 hastaya demir şelasyonu ve/veya flebotomi (desferoksamin:22, flebotomi:1, desferoksamin+fl ebotomi:4) başlatıldı ve ferritin değerlerinin 1000 ng/ml altına düşmesi sonrasında ortanca 21. ayda (14-54 ay) sonlandırıldı. Beş hastada hafif derecede karaciğer fonksiyonlarında bozukluk, bir hastada biyopsi ile desteklenen demir yüküne bağlı hepatik yetmezlik gelişti ve etkin demir şelasyonu ile kontrol altına alındı. Az sayıda eritrosit transfüzyonu sonrasında bile gelişebilen bu duruma normalde hepsidin üretimini uyaran sitokinlerin salınımlarının azalmasının, bunun sonucunda intestinal demir absorbsiyonunun artırmasının ve hepatosit ile makrofajlardan artmış demir salınımının neden olduğu düşünülmektedir. HKHT sonrası uygulanan immunsupresif tedaviler ise bu disregülasyonun en önemli nedeni olarak görülmektedir. Hastaların izleminde demir yükünün değerlendirilmesi ve 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ gerektiğinde uygulanacak etkin demir şelasyonu ile gelişebilecek karaciğer etkilenimi erken dönemde kontrol altına alınabilir. Graft Versus Host Hastalığı Poster No: 0011 GRAFT VERSUS HOST HASTALIĞINDA HEPATİK VE MEZENTERİK ARTER İÇİ STEROİD UYGULAMASI 1Hakan Özdoğu, 1Can Boğa, 1Mahmut Yeral, 1Fahri Tercan, 1Ebru Kızılkılıç, 1Süheyl Asma 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara Graft versus host hastalığı (GVHH) allogeneik kemik iliği ya da periferik kök hücre transplantasyonun korkulan komplikasyonlarından biridir. Çalışmalarda sistemik immunosupressif ajanlar ile kontrol altına alınamayan hepatik ve intestinal GVHH da kateter ile hepatik ve mezenterik arterlere selektif prednizolon uygulamasının etkili olabileceği bildirilmiştir. Bu çalışmada, sistemik immunosupressif tedaviye rağmen kontrol altına alınamayan intestinal GVHH olan iki hastada selektif intra arteriyel steroid uygulamasının sonuçları bildirilmiştir. Olgu 1: 32 y, kadın hasta AML (M0) tanısı aldı. Karyotipik incelemede monozomi 7 saptandı. Standart remisyon indüksiyon tedavisine refrakter olan hasta FLAG kurtarma rejimi sonrasında remisyona girdi. Tanıdan 9 ay sonra HLA identik kardeşinden allogeneik. Periferik kök hücre transplantasyonu yapıldı. Transplant sonrası 3. ayda erken relaps oldu. FLAG-Ida sonrası aynı donörden kök hücre desteği sonrasında remisyona girdi. Kimerizm takiplerine göre uygulanan donör lenfosit infüzyonu sonrası 10. günde önce cilt bulguları, ardından hızla gelişen gastrointestinal GVHH bulguları ile başvurdu. Prednizolon ve siklosporin tedavisi başarısızdı. ATG uygulamasının ardından cilt bulguları gerilemesine rağmen, hastanın gastrointestinal sistem bulguları şiddetlendi. Hastaya arter içi selektif steroid tedavisi planlandı. Sağ ana femoral artere USG eşliğinde girilerek superior mezenterik artere 100 ml SF içinde 40 mg metil prednizolon ve inferior mezenterik artere 60 mg prednizolon 3 dakika da verildi. İşlem sırasında ve sonrasında komplikasyon olmadı. İşlemden yaklaşık 1 hafta sonra dışkılama sayısı günde 2 kez olmaya başladı. Ancak daha sonra CMV enfeksiyonu geçiren hasta kaybedildi. Olgu 2: 48 yaşında erkek hasta AML (M2) tanısı aldı. Standart remisyon indüksiyon tedavisi sonrası remisyonda olan hastaya tedavi sonrası 6 ayda HLA identik kardeşinden allogeneik periferik kök hücre transplantasyonu yapıldı. Transplant 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA sonrası 3. ayda hastada GVHH gelişti. Kolonoskopik biyopsi GVHH ile uyumlu idi. İntestinal ve hepatik bulguların şiddetlenmesi üzerine splenogastrik trunkus ve süperior mezenterik arterlere selektif olarak girildi ve her iki artere benzer şekilde lokal streoid uygulandı. Bir hafta sonra sol gastrik arter ve hepatik arter içine doz tekrarlandı. İşlem öncesi total bil:17.7 mg/dl, direk bil:12.6 mg/dl, GGT 153I U/L olan biokimyasal değerler, işlem sonrası sırayla 11.1mg/dl, 8.2 mg/dl, 63’ ye geriledi. Hastanın ishal sayısı ortalama 6 /gün iken, işlem sonrası 2-3/gün oldu. Bölgesel arter içi tedaviler birçok kanserlerde uygulanan tedavi yaklaşımlarından biridir. Tutulmuş organla sınırlı, yüksek konsantrasyon ve düşük sistemik yan etki sağladığı bilinmektedir. Steroid dirençli olgularda prognoz genellikle kötüdür. Bu raporda sunulan olgulara ait gözlemler, tedaviye dirençli intestinal ve hepatik GVHH da arter içi steroid uygulaması’nın etkili olabileceği fikrini destekler gibi görülmektedir. Poster No: 0012 GVHD KONTROLÜNDE OTOLOG MEZENKİMAL HÜCRE’NİN OLASI ROLÜ: TÜRKİYE VERİLERİ 1 Gülsan Sucak, 2Yener Koç, 3Mutlu Arat, 4Ali Ünal, 5Attila Tanyeli, 6Murat Ertürk, 6Serdar Bedii Omay, 6Ercüment Ovalı 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2Yedi Tepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 4Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 5Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, 6Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Akut ve kronik Graft versus host hastalığı allogeneik transplantlar sonrası görülme oranı risk faktörlerine bağlı olarak değişmekle birlikte %40 oranında izlenmektedir. Özellikle akraba dışı kök hücre nakli olguları arttıkça da görülme sıklığı ve şiddeti önemli boyutlara çıkmaktadır. Steroide dirençli akut veya yaygın kronik GVHD’de mortalite uzun dönemde her türlü tedaviye rağmen %70-80’lere ulaşabilmektedir. Mezenkimal kök hücrelerin(MKH) miks-tlenfosit kültürlerinde alloreaktiviteyi baskıladığının gösterilmesinden sonra klinikte GVHD kontrolünde kullanımı gündeme gelmiş ve dünyadaki faz III çalışmaları tamamlanmak üzeredir. Ülkemizde 2 yıldan bu yana yapılan uygulamalar bu sunumda tartışılmıştır. Değişik merkezlerden birinci ve ikinci basamak GVHD tedavisine dirençli (6 akut 3 kronik) yaş ortalaması 21.3(5-34) 4 bayan 5 erkek toplam 9 hastaya donörlerinden alınan kemik iliğinden ortalama 3 hafta içinde GMP şartlarında MKH üretilmiştir. Üretim sonrası sterilite pirojenite, tetstleri negatif olan ürünlerde PHA (fitohemaglütinin) ile indüklenen lenfosit reaksiyon inhibisyon testi ile etkinlikleri test edilen, canlılık oranları >% 95, saflığı %98 olan 197 MKH viallenerek +4°C de son kullanıcıya ulaştırılmış ve üretildikleri andan sonra 12 saat içinde intravenöz yoldan uygulanmaları sağlanmıştır. Ortalama 1.44(1-3) uygulamada 0.54 x106/ kg(0.06-1x106/kg) hücre infüze edilmiştir. Bu rapor hazırlanırken bir olgunun henüz verilerine ulaşılamamış olup sonuçları elde edilen 8 olguda uygulama sonrası yanıtın ortaya çıkma süresi 10.7(4-21) gün olduğu gözlenmiştir. Olumlu yanıt oranı %87.5(%12.5(1) tam yanıt,%75(6) kısmi yanıt) olup, Bir olguda (%12.5) yanıt alınamamıştır. Uygulamaya bağlı hiçbir yan etki gözlenmemiştir. Bu veriler ikinci basamak tedaviye yanıtsız GVHD’nın kontrolünde MKH uygulamasının emniyetli ve etkin bir seçenek olduğunu telkin etmektedir. Grubumuz uygulamanın sonuçlarının teyidi için daha büyük bir grupta ve birinci basamak GVHD tedavisine dirençli olgularda MKH çalışmalarının hızla yapılması gerektiğini inancındadır. Graftın Tümöre Karşı Etkisi Poster No: 0013 GRAFT VERSUS LÖSEMİ ETKİSİ İLE TEDAVİ BAŞARISI SAĞLANAN İZOLE PANKREASIN GRANÜLOSİTİK SARKOMASI: OLGU SUNUMU Ramazan Kurt, 1Sevgi Kalayoğlu Beşışık, 1Tülay Özçelik, 1Deniz Sargın Istanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul 1 lama rejimini takiben KİT yapıldı. Graft versus host hastalığı (GVHH) koruması olarak siklosporin (CsA) ve metotreksat verildi. Erken dönem ciddi komplikasyon gözlenmeyen hastada engrafman kimerizm gelişmesi ile birlikte belirlendi. +30. günde görüntüleme kontrolünde kitlelerin aynı boyutlarda kaldığı gözlendi. CsA kesildi. +33. günde akut GVHH deri tutulumu gelişti. Metilprednizolon (MP) 2 mg/kg/gün başlanıp, CsA tam doza yükseltildi. +60.günde görüntülemede kitle boyutunda azalma tespit edildi. GVHH kontrol altına alındı. MP azaltılarak kesildi. Kitleler +190.günde tamamen kayboldu. +285. günde tam remisyonda iken CMV infeksiyonu tedavisi sırasında gelişen invazif pulmoner aspergilloz infeksiyonu sırasında vefat etti. Tartışma: Literatürde izole GS tedavisinde otolog ya da miyeloablatif veya azaltılmış dozda hazırlama rejimlerini takiben alojenik KİT nadir olup olgu bildirileri şeklinde yer alır. Bizim olgumuzda tümör kitlesi alojenik KİT hazırlama rejiminde kullanılan miyeloablatif dozda kemoterapiye de dirençli kalmış immunsupresif tedavinin geri çekilmesi ile gelişen GVHH sırasında küçülerek kaybolmuştur. Nitekim alojenik KİT ile elde edilen başarıda GVL katkısının da olduğu düşünülmektedir Ancak GVL etkisinin ekstramedüller hastalık üzerine zayıf olduğunu ileri süren gözleme dayalı bilgi aktarımları da mevcuttur. Olgumuzda tam yanıtlı halde vefat etmesi nedeni GVL etkisi 1 Granülositik sarkom (GS), extramedüller dokularda, granülositik öncül hücrelerden oluşan tümördür. Sıklıkla akut lösemi, myelodisplastik sendrom (MDS) veya miyeloproliferatif hastalıklar ile birlikte veya bu hastalıkların seyri sırasında oluşur. Kemik iliği tutulumu olmadan ortaya çıkması halinde izole GS olarak adlandırılır. Klinik seyir genellikle saldırgandır. Burada pankreas ve böbrekten kaynaklanan kemoterapiye dirençli kalmış alojenik kemik iliği transplantasyonu (KİT) sonrası graft versus lösemi (GVL) etkinliği ile remisyon elde edilmiş GS olgusu sunuldu. Olgu: 19 yaşında erkek hasta karın ağrısı ve sarılık şikayetleri ile değerlendirildiğinde BT’de pankreas başı ve sağ böbrekte kitle saptandı. Histolojik incelemede MPO ve CD68 pozitif, CD3, CD5, CD20 negatif mononükleer hücre infiltrasyonu ile GS tanısı konuldu. Kemik iliği tutulumu ve kromozomal anormallik tespit edilmedi. İlk basamak remisyon indüksiyonu standart dozda sitozin arabinozid (ARA-C) ve idarubicin ile yapıldı. Bu tedavi altında progresyon olması nedeniyle ikinci basamak remisyon indüksiyonu tek başına yüksek doz ARA-C ile yapıldı. Düzelme elde edilemeyen hastaya HLA tam uyumlu kardeşinden busulfan ve siklofosfamidden oluşan miyeloablatif dozda hazır- 198 Hazırlık Rejimleri ve Indirgenmiş Yoğun Transplantasyon, Hazırlık Rejimi Toksisitesi Poster No: 0014 HEMATOLOJİK MALİN HASTALIKLARDA PERİFERİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU 3 YILLIK KLİNİK DENEYİMİ: TEK MERKEZ SONUÇLARI 1Hakan Özdogu, 1Can Boga, 1Ebru Kizilkilic, 1Ilknur Kozanoglu, 1Sema Karakus, 1Feride Iffet Sahin, 1Dilek Unalan, 1Mehmet Haberal 1Başkent Üniversitesi, Ankara Multple myelomalı ve relaps / refrakter lenfomalı hastalarda otolog, kök hücre transplantasyonu günümüzde standart bir tedavi yaklaşımıdır. Nonmyeloablatif stem cell transplantasyonu belirli endikasyonlar ile bütün dünyada birçok transplant merkezi tarafından uygulanmaktadır. Merkezimizde 2004-2007 yılları arasında yapılan transplant sonuçlarını değerlendirilmiştir. Altmışbeş yaş altı evre II/ III 10 multple myelomalı hasta otolog periferik kök hücre destekli yüksek doz kemoterapi (melphalan 140 mg/m2) aldı. Bütün hastalarda komplet cevap ve tumor yükünün % 75 den fazla azaldığı görüldü. 13.4 aylık ortalama takip süresinde 1 hasta relaps oldu. Dokuz hasta hastalıksız idi. Akut myeloblastik lösemisi olan 9 hastaya nonmyeloablatif allojene- 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ ik periferik kök hücre transplantasyonu yapıldı. Ortalama yaş 37 olarak bulundu. Bir refrakter olgu dışında hastalar hematolojik tam remisyonda idi. Hastalar fludarabin bazlı hazırlama rejimi aldılar. Bütün hastalara kemoterapiden 2 gün sonra tam uyumlu kardeşden graft versus host hastalığı proflaksisi ile birlikte periferik kök hücre infüzyonu yapıldı. Refrakter hastada geç olarak > %90 dan fazla engrafment olmakla birlikte 3 ay sonra relaps bulguları ile birlikte otolog rekontrüksiyon gelişti, 6. ayda kaybedildi. Hastalar -22, -18, -10, -7, -3, ve -2. aylarda hastalıksız idiler.Toksisite minimal idi. Hiç bir hastada grade >II GVHD görülmedi. Bu sonuçlar transplantasyon endikasyonu olan hematolojik malin hastalıklar için merkezimiz de uygulanan transplant sonuçlarının sonraki nakiller için ümit verici olduğuna işaret etmektedir. Poster No: 0015 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDA ANTİTİMOSİT GLOBULİN KULLANIMI SONRASI SERUM HASTALIĞI KLİNİĞİ VE TEDAVİSİ 1Elif Ünal İnce, 1Mehmet Ertem, 1Ayşe Sayılı, 1Talia İleri, 1Zümrüt Uysal 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Anti timosit globulin (ATG) özellikle aplastik anemi ve talasemi majör sınıf III hastalarının hematopoetik kök hücre nakli (HKHT) öncesi hazırlama rejimlerinde kullanılmaktadır. Anti timosit globuline bağlı serum hastalığı iyi tanımlanmış bir yan etkidir fakat literatürde HKHT sonrası serum hastalığı seyri ayrıntılı bildirilmemiştir. Serum hastalığı klasik olarak yabancı serum proteinlerinin kullanımından sonra gelişen immün komplekse bağlı sistemik hipersensitivite vaskülitidir. Ünitemizde HKHT olup hazırlama rejiminde ATG kullanılan hastalar retrospektif olarak serum hastalığı kliniği ve tedavisi yönünden değerlendirildi. Ocak 1998-Ocak 2008 tarihleri arasında HKHT uygulanmış ve hazırlama rejiminde ATG bulunan 26 hasta değerlendirildi. Hastaların 9’u kız 17’si erkekti. Ortanca yaş 11,5 yıldı (5-17,7yıl). Tanı, 16 hastada talasemi majör (sınıf III), 7 hastada Fanconi aplastik anemisi ve 3 hastada ağır aplastik anemiydi. Hazırlama rejimleri talasemi majör sınıf III hastalarda Pesaro Protokol 26+ATG, Fanconi aplastik anemisi olan 7 hastada fludarabin, siklofosfamid ve ATG, ağır aplastik anemi olan 3 hastada ise siklofosfamid ve ATG idi. Anti timosit globulin 16 hastaya Fresenius S (tavşan kaynaklı) ve 6 hastaya Lymphoglobulin, PasteurMérieux (at kaynaklı) olarak 10 mg/kg/günden 4 gün, 4 hastaya ise Thymoglobulin, Pasteur-Mérieux (tavşan kaynaklı) olarak 5 mg/kg/gün dozundan 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA 4 gün olarak kullanıldı. Myeloid engrafman ortanca 13 (9-23) gündü. Hastaların %50’sinde serum hastalığı ile uyumlu klinik bulgular görüldü. Tanı zamanı ATG kullanımından ve kök hücre infüzyonundan sonra sırasıyla ortanca 15 gün (7-27 gün) ve 10 gündü (2-22 gün). Ateş, döküntü veya artralji vakaların %53.5’inde vardı. Diğer semptomlar sırasıyla myalji (%46.1), gastrointestinal semptomlar (%38.4), artrit (%30.7), parestezi ve baş ağrısı (%7,6) idi. Hematüri ve proteinüri hastaların sırasıyla %69.2 ve %46.1’inde vardı. Serum C3 ve C4 düzeyi 4 hastada değerlendirildi ve, proteinuri ve hematurisi olan 2 hastada düşük bulundu. Hastalardan sekizi kliniği daha ağır olması nedeniyle tedavi edildi. Bunlardan 7’sinde tedavi olarak metilprednizolon 1-2 mg/kg/gün’den 4 ila 11 gün kullanıldı. Bir hasta ise parenteral antihistaminikle tedavi edildi. Semptomlar tedavi almayanlarda ortanca 6 gün (2-11 gün), tedavi alanlarda ise gene ortanca 6 günde (3-12 gün) tamamen düzeldi. Literatürde HKHT sonrası serum hastalığının sıklığı ve kliniği hakkında net bilgi yoktur. Aplastik anemi tedavisi sonrasında ise sıklık %67-86 oranındadır. Ünitemizde HKHT sonrası serum hastalığı %50 ile aplastik anemi tedavisi sonrasına kıyasla daha düşük oranda bulunmuştur. Transplantasyon sonrası serum hastalığı, bazı semptomların engrafman sendromu veya büyüme faktörü kullanımına bağlanması nedeniyle atlanabilir veya gecikebilir. Hazırlama rejiminde ATG kullanılan hastalarda serum hastalığının akılda bulundurulması, ağır vakalarda steroid başlanmasıyla semptomatik rahatlama sağlanmasına yardımcı olabilir. İmmunobiyoloji ve İmmun Yeniden Yapılanma Poster No: 0016 ALLOGENEİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU (ALLO-HKHT) SONRASI DONÖR LENFOSİT İNFÜZYONU (DLI): ETKİN BİR TEDAVİ SEÇENEĞİ MİDİR? 1Aynur Ugur Bilgin, 1Mutlu Arat, 1Pervin Topçuoğlu, 1Ozan Yazıcı, 1Vildan Ozkocaman, 1Onder Arslan, 1Muhit Ozcan, 1Osman İlhan, 1Meral Beksaç, 1Günhan Gürman 1 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre Transplantasyonu Ünitesi Allo-HKHT sonrası altta yatan hastalığın nüksü tedavi yetersizliğinin en önemli nedenlerinden biridir. Günümüzde bu hastalar için kullanılan tedavi seçenekleri kemoterapi±DLI ve/veya 2. allo-HKHT, kronik miyelositer lösemili (KML) hastalar için ise DLI± imatinib mesylate (İM)’dır. Bu çalışmanın amacı allo-HKHT sonrası nüks olan ve DLI uygulanan hastalarda, DLI’ın etkinliği, toksisitesi ve uzun dönem sonuçlarının geriye dönük olarak değer- 199 lendirilmesidir. Mart 1996-Ağustos 2007 tarihleri arasında DLI infüzyonu yapılan toplam 63 hastanın ortanca yaşı: 31 yıl (14-64) olup kadın/erkek oranı: 28/35 idi. Akut lösemi:27 (AML:21, ALL:6), KML:27, miyeloproliferatif hastalık (MPH):3, plazma hücre hastalıklar (PHH):5 ve HL:1. Dokuz hastaya refrakter hastalık, 9’u nüks (moleküler relapslar dahil), 12’sine kimerik kayıp ve 2’sine altta yatan hastalığın yüksek riskli olması nedeniyle profilaktik amaçlı DLI uygulanmıştı. İmmunsupresif alan hastaların tamamında ilaçlar DLI’ dan hemen önce kesilmişti. Otuzaltı hasta 1, 16’sı 2, 6 hasta 3, 2 hasta 4 kez DLI almıştı. Allo-HKHT sonrası hastalara ortanca: 172 (27-3452) günde DLI verilmişti. Yirmi hasta (Akut lösemi:11, KML:6, MPH:1, PHH:2) DLI infüzyonundan önce kemoterapi, interferon veya İM tedavisi uygulanmıştı. DLI infüzyonu sonrası 33 hastada hematolojik ve moleküler yanıt elde edilmişti (Tam yanıt: 32, kısmi yanıt: 1). İlk DLI uygulamasından yanıta kadar geçen ortanca süre: 93.5 (24-634 ) gündü. Yanıt veren hastaların DLI öncesi hastalık durumları; 12 nüks, 1 refrakter. Kırküç hastada kimerizm analizi yapılmıştı ve 35’inde kimerik yanıt (KY) (Tam:34; Miks:1) vardı. Tam KY’lı hastaların hepsi tam klinik yanıtlıydı. DLI ilişkili aplazi, akut ve kronik GvHH görülme sıklığı sırasıyla %4.3, %76.2 ve %73’dü. DLI sonrası GvHH görülme sıklığı ile hastaların klinik ve KY’ları arasında ilişki saptanmadı. Akut lösemi ve KML’li hastalar DLI’ a cevap için geçen ortanca süre, akut ve kronik GvHH ve tam remisyona ulaşmak için geçen süre için karşılaştırıldığında gruplar arasında fark yoktu. DLI sonrası gelişen GvHH’nın cevap üzerine olan etkisi için değerlendirildiğinde 2 grup arasında fark saptanmadı. Refrakter-nüks hastalık (n= 24), GvHH (n=7), enfeksiyöz komplikasyonlar (n=3) ve diğer nedenler (n=3) ile toplam 37 hasta (%58,7) kaybedilmişti. Yirmialtı hastanın halen hayatta olduğu izlendi. Üç yıllık toplam sağkalım süresi % 41,1±6,7 olduğu tespit edildi. Toplam sağkalım olasılığı akut lösemilerde KML’ye oranla anlamlı olarak düşüktü (p=0.03). DLI allo-HKHT sonrası nüks hastalık durumunda 1990’lı yıllardan bu yana etkin bir tedavi seçeneği olarak kullanılmaktadır. DLI için uygun zamanlama, hücre miktarı, kemoterapi veya İM gibi hedeflenmiş tedavilerle ile birlikte verilmesi halen tartışmalıdır. DLI ilişkili GvHH ve buna bağlı mortalite/morbidite oranları halen yüksek olmasına rağmen bizim hastalarımızda toplam yanıt oranları görece iyi olup kabul edilebilir sınırlar içerisindedir. 200 İnfeksiyoz Problemler, Damar Yolu, Diğer Destek Tedavileri Poster No: 0017 HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ UYGULANAN HASTALARDA TOXOPLAZMA ENFEKSİYONU VE KLİNİK ÖNEMİ 1Ayşe Caner, 2Ayhan Dönmez, 1Mert Döşkaya, 1Aysu Değirmenci, 2Murat Tombuloğlu, 2Seçkin Cağırgan, 1Edward Guy, 1Janet Francis, 2Nur Akad Soyer, 1Yüksel Gürüz 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji A.b.d, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji B.d, 3Toxoplazma Referans Ünitesi, Mikrobiyoloji A.d., Singleton Hastanesi, U.k GİRİŞ ve AMAÇ: Toxoplazma, hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalarda yaşamı tehdit eden ciddi klinik tablo yaratabilmektedir. İmmun baskılayıcı tedaviler ve “graft versus host” hastalığı (GVHH) Toxoplazma reaktivasyonuna ve nadiren primer enfeksiyona neden olabilir. Ateş, ensafelopati, korioretinit, lenfadenopati, myokardit ve pnömoni en sık karşılaşılan bulgulardır. Bu bulgular genelde nonspesifik olup toxoplazmozis tanısı güçtür. Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) sonuçlarının serolojik yöntemlerden daha güvenilir olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada toxoplazmozis açısından riskli hastalarda (HKHN öncesi seropozitif olan hastalar veya donörü seropozitif olan seronegatif alıcılar) iki farklı PZR yöntemi kullanılarak enfeksiyon erken tanısı ve takibi amaçlanmış, PZR sonuçları serolojik yöntemler ile karşılaştırılmıştır. YÖNTEM: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Projeleri Alt Komisyonu tarafından desteklenen bu prospektif çalışmada; Hematoloji Bilim Dalında Nisan 2005 – Mayıs 2006 tarihleri arasında HKHN uygulanan 58 (37 otolog, 21 allojeneik) hasta toxoplazmozis riski yönünden değerlendirilmiştir. Riskli kabul edilen 38 olgudan çalışmaya katılmayı kabul eden 30 (12 otolog, 18 allojeneik) hastanın nakil öncesi ve sonrası dört ay boyunca düzenli aralıklarla kan ve serum örnekleri (her bir hasta için on, donörlerden bir) toplanmıştır. Bu örneklere eşzamanlı olarak Real Time PZR, Nested PZR, Sabin Feldman Dye Test, EIA IgM ve ISAGA IgM testleri uygulanmıştır. SONUÇLAR: Dördü allojeneik (%22,2; 4/18) ve üçü otolog (%25; 3/12) HKHN uygulanan grupta olmak üzere 7 (%23,3; 7/30) hastada PZR (üçünde Nested ve Real Time, ikisinde sadece Nested ve diğer ikisinde sadece Real Time) ile Toxoplazma gondii pozitifliği saptanmıştır. Serolojik yöntemler ile yedi hastanın sadece ikisinde IgM (%28,5) pozitifliği gösterilmiştir. Allojeneik HKHN uygulanan hastalarda PZR pozitifliği trimetoprim-sülfometaksazol (TMP-SMX) profilaksisinin herhangi bir nedenle 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ kesilmesi (üçünde GVHH ve birinde nötropeni) sonrasında izlenmiş, profilaksiye tekrar başlanması ile PZR pozitifliği ortadan kalkmıştır. Otolog HKHN uygulanan grupta PZR pozitifliği saptanan üç hastanın kök hücre örneklerinde de PZR pozitif olarak saptanmıştır. Çalışma grubumuzdaki en erken PZR pozitifliği nakil sonrası 27. günde izlenmiştir. TARTIŞMA: Çalışmamızda literatürden daha yüksek oranda (%23,3; 7/30) PZR pozitifliği saptadık. Yüksek duyarlıklı iki farklı PZR yönteminin birlikte kullanılması ve hastaların 120 gün boyunca düzenli izlemlerinin yapılmış olması bunun gerekçesi olabilir. İki farklı PZR yönteminin düzenli aralıklarla ve birlikte uygulanmasının; tek bir PZR yöntemi ve özellikle serolojik yöntemlerden daha etkin olduğu kanaatine varılmıştır. Allojeneik HKHN uygulanan hastalarda TMP-SMX profilaksisinin kesilmesinin ve otolog HKHN uygulanan grupta kök hücrede PZR pozitifliğinin Toxoplazma enfeksiyonu gelişme riskini arttırabileceği düşünülmüştür. Poster No: 0018 OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HASTALARDA HEPATİT B VİRUSU REAKTİVASYONU 1 Zübeyde Nur Özkurt, 1Gülsan Türköz Sucak, 1Şahika Zeynep Akı, 1Münci Yağcı, 1Zeynep Arzu Yeğin, 1Rauf Haznedar 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Amaç: Bu çalışmanın amacı otolog kök hücre nakli (OKHN) yapılan hastalarda HBV enfeksiyonu, reaktivasyonu ve serokonversiyonu sıklığını, reaktivasyon ile ilişkili risk faktörleri ve reaktivasyon seyrini belirlemektir. Yöntem: Kasım 2003 – Ocak 2008 tarihleri arasında OKHN yapılan 75 hastanın (28 kadın, 47 erkek; ortanca yaş 50 (16-71), 43 MM, 18 HH, 12 NHL, 2 AML, 1 ALL, 1 PNET) dosya kayıtları incelendi. Çalışmada hastalık relapsı nedeniyle tekrar yapılan 2 nakil dahil toplam 77 OKHN yer aldı. Sonuçlar: Nakil öncesinde 3 (%3,9) hastada HBsAg, 24 (%31,2) hastada antiHBs, 18 (%23,4) hastada antiHBc pozitifti (Tablo I). HBsAg pozitif bulunan hastalara lamuvidin tedavisi altında OKHN yapıldı, bu hastaların nakil sonrası izlemlerinde HBV reaktivasyonu saptanmadı. HBsAg negatif olan 3 hastada (3 MM) nakil sonrası izlemde HBsAg’de pozitif saptandı. HBV reaktivasyonu MM’lı hastalarda ve nakil öncesi antiHBc pozitif olan hastalarda (2/18, 0/59) daha sık saptandı (p<0,05). Olgu 1: 55Y, MM, nakil öncesi değerlendirmede antiHBc pozitifti. OKHN +110. günde HBsAg ve HBV-DNA pozitifleşti, aynı gün lamuvidin tedavisi başlandı. Transaminaz değerleri başlangıçta normal, +225. günde ALT:590U/L ölçüldü, 2 hafta içinde normal 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA değerlere geriledi. OKHN 1. yıl takibinden itibaren HBsAg ve HBV-DNA negatif, antiHBc pozitif olarak takip edilmektedir. Olgu 2: 55Y, MM, nakil öncesinde antiHBc pozitif, OKHN +148. günde HBV reaktivasyonu saptandı. Lamuvidin tedavisi verildi. Reaktivasyon başlangıcında ALT normal iken +198. günde 1157 U/L ölçüldü. 2 hafta içinde normal değerlere geriledi. OKHN +225. günde HBsAg, 1. yılda HBV-DNA negatifleşti. 18. ayda hastalık progresyonu nedeni ile yapılan 2. OKHN’nin 1. yılında HBsAg pozitifleşti, HBV-DNA negatif izlenmektedir ve lamuvidin tedavisi ile takip edilmektedir. Olgu 3: 47Y, MM, nakil öncesinde HBV serolojisi negatifti. GVHH nedeniyle steroid alan hastada +210. günde HBsAg, HBeAg ve HBV-DNA pozitifleşti, lamuvidin tedavisi başlandı. Başlangıçta transaminazları normal olmasına rağmen +287. günde ALT: 534U/ L ölçüldü. Steroid kullanımı devam etmektedir. +580. günde HBsAg, HBeAg ve HBV-DNA pozitifliği (azalan titrelerde ve YMDD mutasyonu negatif) ile takip edilmektedir. Bu olguların dışında 13 hastada (%20,8) antiHBs ve/veya antiHBc’nin negatifleşmesi ile HBV serokonversiyonu saptandı (11 MM, 1 HH, 1 PNET). HBV serokonversiyonu MM hastalarında anlamlı olarak daha sık saptandı (p<0,05). Tartışma: OKHN yapılan hastalarda, özellikle MM’lı hastalarda HBV reaktivasyonu ve serokonversiyonu gelişebilmektedir. OKHN sonrası lamivudin kullanımı ile başlangıçta HBsAg pozitif olan hastalarda HBV reaktivasyonu sıklığı azaltılabilir veya reaktive olan hastalarda lamuvidin kullanımı ile fulminant hepatit gibi ağır komplikasyonlar önlenebilir. Bu nedenle OKHN yapılan hastalarda periyodik HBV serolojisi ve HBV DNA takibi ile gerektiğinde transaminaz artışı beklenmeden erken tedavi başlanabilir. HBsAg AntiHBs AntiHBc Hasta n (%) Reaktivasyon negatif negatif negatif 42 (54,5) 1 Serokonversiyon - negatif pozitif negatif 15 (19,5) 2 9 negatif negatif pozitif 8 (10,4) 0 0 negatif pozitif pozitif 9 (11,7) 0 4 pozitif negatif negatif 2 (2,6) 0 - pozitif negatif pozitif 1 (1,3) 0 0 201 Poster No: 0019 ANKARA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KEMİK İLİĞİ NAKİL ÜNİTESİNDE KATATERE BAĞLI TROMBOZ GELİŞEN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ 1Mehmet Karakoç, 1Funda Ceran, 1Gülsüm Özet, 1Simten Dağdaş, 1Halil Erişti, 1Sema Güler, 1Meriç Küçükgüngör, 1Nurullah Zengin 1Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi ANEAH Kemik iliği nakil ünitesinde Ocak 2006 ile Ocak 2008 tarihleri arasında toplam 96 hastaya 32’i allojenik, 64’ü otolog periferik kök hücre nakli yapıldı. Hastaların tanılarına göre dağılımı; 29 hasta Hodgkin Lenfoma(HL), 15 Non Hodgkin Lenfoma(NHL), 17 hasta Multipl Myelom(MM), 7 hasta Akut lenfoblastik lösemi(ALL), 15 hasta Akut myeloblastik lösemi(AML), 5 hasta aplastik anemi(AA), 3 hasta testis Ca, 3 hasta myelodisplastik sendrom(MDS), 2 hasta kronik myelositer lösemi(KML) idi. Hastaların 51’i erkek 45’i kadındı. Bu hastalara 92 juguler, 3 subklavien, 1 femoral katater takıldı. Kataterlerin 55’i kalıcı 41’i geçici kataterdi. 15 hastada katater yerinde, 3 hastada katater yeri dışında ve 1 hastada da hem katater hem de katater yeri dışında trombüs olmak üzere 19 hastada tromboz saptandı. Katater yerinde trombüs saptanan hastaların 1’i kalıcı 14’ü geçici katatere sahipti. Bu hastaların 8’i kadın, 7’i erkekti. Katater yeri dışında trombüs gelişenlerin 2’i kadın 1’i erkek, hem katater yerinde hem de dışında tromboz gelişen 1 hasta erkekti. Genel toplamda erkek hasta sayısının fazla olmasına rağmen kadın hastalarda trombozun daha sık olduğu ve tromboz gelişimine kadınların hormonal farklılığı ve menstrüel kanamaların önlenmesi için verilen hormon preperatlarının da katkıda bulunabileceğini düşünmekteyiz. Geçici kataterlerde tromboz sık görüldüğü için bu nedenle ünitemizde geçici katater takılan hastalara profilaktik heparin tedavisi uygulamaktayız. Poster No: 0020 ALLOJENİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU YAPILAN HASTALARDA GELİŞEN SİTOMEGALOVİRÜS ENFEKSİYONLARININ PREEMPTİF TEDAVİSİNDE ORAL VALGANSİKLOVİR VE İNTRAVENÖZ GANSİKLOVİRİN KARŞILAŞTIRILMASI 1Orhan Yıldız, 2Leylagül Kaynar, 1Gökhan Metan, 2Fatih Kurnaz, 1Il- yon oranları daha yüksektir. AKHT sonrası CMV hastalığının önlenmesinde en etkin yaklaşım CMV enfeksiyonunun preemptif tedavisidir. Bu amaçla önerilen gansiklovir veya foskarnet tedavisinin klinik olarak asemptomatik bir hastaya günlük intravenöz olarak uygulanması güçtür. Valgansiklovir gansiklovirin oral ön-ilacıdır ve CMV enfeksiyonunun preemptif tedavisinde daha uygun bir seçenektir. Bu çalışmanın amacı AKHT sonrası CMV enfeksiyonunun preemptif tedavisinde valgansiklovirin etkinliğini ve güvenilirliğini gansiklovirle karşılaştırmaktır. Bu amaçla Kasım 2006- Aralık 2007 tarihleri arasında AKHT yapılan 59 hastanın 24’ünde (%41) CMV reaktivasyonu gelişti. Bir hasta tedavisini tamamlamadığı için çalışma dışı bırakıldı. CMV reaktivasyonu bir veya iki ardışık pp65 antijenemi testi veya CMV-polimeraz zincir reaksiyonu (CMVPZR) pozitifliği olarak tanımlandı. Toplam 13 hasta gansiklovir (5 mg/kg, günde iki kez, intravenöz, 21 gün süreyle) ve 10 hasta valgansiklovir (450 mg, günde iki kez, oral, 21 gün süreyle) tedavisi aldı. AKHT sonrası CMV reaktivasyonu saptanan 23 hastanın 17’sinde (%73.9) CMV-PZR pozitifliği ortalama 44.3±19.7 günde (min-max 6-78 gün) ve 18’inde (%78.3) pp65 antijenemi pozitifliği ortalama 52.1±16.4 günde (min-max 30-90 gün) gelişti. Hastaların 11’inde (%47.8) her iki testin de pozitif olduğu saptandı. Her iki tedavi grubunda da viral klirens tam olarak başarıldı ve hiçbir hastada erken veya geç dönem CMV hastalığı gelişmedi. İlaçlara bağlı yan etkiler üç (%13) hastada gözlendi. Gansiklovir grubunda iki hastanın birinde nefrotoksisite ve diğerinde nötropeni/ trombositopeni gelişti. Valgansiklovir grubundaki bir hastada ise nötropeni/ trombositopeni gelişti. Çalışmamızda gansiklovir grubunda iki hasta (%8.7) öldü (biri primer hastalık, diğeri pulmoner aspergilloz nedeniyle). Sonuç olarak valgansiklovir AKHT hastalarında gelişen CMV enfeksiyonunun preemptif tedavisinde gansiklovirle benzer etkinliğe ve güvenilirliğe sahiptir. Poster No: 0021 KEMİK İLİĞİ TRANSPLANT ALICILARINDA CYTOMEGALOVIRUS TAYİNİNDE PP65 ANTİJENEMİ TESTİ VE ÜÇ FARKLI GERÇEK ZAMANLI PCR YÖNTEMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI 1Selma kay Bozkurt, 3Selma Gökahmetoğlu 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Ad, 2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Hematoloji Bd, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Mikrobiyoloji Ad Gökahmetoğlu, 1Duygu Eşel, 1Gülhan Yağmur, 2Fatih Kurnaz, 2Leylagül Kaynar 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Mikrobiyoloji Ad, 2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakultesi Hematoloji Bd Sitomegalovirüs (Cytomegalovirus, CMV) enfeksiyonu allojenik kök hücre transplantasyonu (AKHT) yapılan yüksek riskli hastalarda mortalite ve morbiditenin en önemli nedenlerinden biridir. Graftversus-Host Hastalığı (GVHD) gelişen ve özellikle kortikosteroid kullanan hastalarda CMV reaktivas- AMAÇ:Immunsuprese hastalarda Cytomegalovirus (CMV) enfeksiyonlarının laboratuvar tanısında CMV antijenemi testi ve moleküler testler uygulanmaktadır. PCR ile CMV DNA araştırılırken farklı gen bölgeleri (DNA polimeraz, gli- 202 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ koprotein B gibi) çoğaltılmaktadır. Bu çalışmada antijenemi testi ile hedef bölgeleri glikoprotein B (gB) ve DNA polimeraz olan 3 farklı gerçek zamanlı PCR kitinin karşılaştırılması amaçlandı. YÖNTEM:Çalışmaya 31 kemik iliği transplant alıcısından elde edilen 45 kan örneği dahil edildi. CMV antijenemi testinde lökositlerde pp65 varlığı indirekt immunofloresan yöntemi (Argene, Biosoft, Fransa ) ile, CMV DNA ise 3 farklı gerçek zamanlı PCR kiti ile araştırıldı. Hedef bölgesi gB olan CMV QNP 2.0 (Fluorion, İontek, Türkiye), hedef bölgesi CMV DNA polimeraz olan CMV QNP 3.0 (Fluorion, İontek, Türkiye) ve hedef bölgesi CMV DNA polimeraz olan Light Cycler CMV Quant (Roche) kitleri kullanılarak CMV DNA saptandı. CMV antijenemi testi altın standart kabul edilerek gerçek zamanlı PCR kitlerinin duyarlılığı ve özgüllüğü hesaplandı. CMV QNP 3.0 ve Light Cycler CMV Quant kitleriyle kantitatif sonuç alınan örneklere Spearman korelasyon analizi uygulandı. BULGULAR:Antijenemi testi 14(%31.1) örnekte pozitif bulunurken, 12 (%26.6) örnekte CMV QNP 2.0; 26 (%57.7) örnekte CMV QNP 3.0; 28 (%62.2) örnekte Light Cycler CMV Quant kiti ile CMV DNA pozitif bulundu. CMV QNP 2.0 kitinin duyarlılığı %34, özgüllüğü %74; CMV QNP 3.0 kitinin duyarlılığı %92, özgüllüğü %58; Light Cycler CMV Quant kitinin duyarlılığı %100, özgüllüğü %54 olarak bulundu. CMV QNP 3.0 ve Light Cycler CMV Quant kitleriyle CMV DNA ve antijenemisi pozitif bulunan fakat CMV QNP 2.0 kiti ile negatif sonuç alınan 2 hastadan elde edilen örneklere dizi analizi ABI Prism 310 Genetic Analyzer (Perkin Elmer, Abi Prism, Amerika) cihazında yapıldı ve CMV DNA pozitif bulundu. Örneklerin dizi analizlerinin incelenmesiyle CMV QNP 2.0 kitinin prob bölgesinde mutasyon saptandı. CMV QNP 3.0 ve Light Cycler CMV Quant kitleriyle kantitatif sonuç alınan 12 örneğin değerleri karşılaştırıldığında sonuçların birbiriyle uyumlu olduğu bulundu (Spearman korelasyon katsayısı:0.664, p<0.05). SONUÇ:Sonuç olarak, CMV DNA polimeraz geninin gB’ye göre daha konservatif bölge olduğu kanaatine varıldı. Poster No: 0022 PERİFERİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDA KULLANILAN ÇİFT LUMENLİ DİYALİZ KATETERİ İLİŞKİLİ KOMPLİKASYONLAR 2Can Boğa, 2Hakan Özdoğu, 2Mahmut Yeral, 2Süheyl Asma, 2Tuba Turunç, 2Fahri Tercan 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Adana Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kateter infeksiyonların transplant ilişkili mortaliteyi arttırdığı bilinmektedir. Nötropenik hastalardaki kateter infeksiyonları konusundaki bilgiler 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA daha çok Hickman kateteri kullanımına aittir. Kemik iliği transplant merkezin bazıları, Hickman kateterleri yerine, muhtemel hemodiyaliz gereksinimlerine cevap verebilecek çift lümenli diyaliz kateterleri kullanmaktadır. Bu çalışmada, retrospektif olarak 4 allojeneik ve 16 otolog transplantasyon yapılan toplam 20 hastada kullanılan hemodiyaliz kateterlerinin infeksiyon sıklığı ve klinik seyirleri analiz edilmiştir. Allojeneik transplantasyon yapılan hastaların tamamında nonmyeloablatif hazırlama rejimleri kullanılmıştır. Ortalama 520 kateter gününde 1 hastada (%5) çift lumenli hemodiyaliz kateter infeksiyonu ortaya çıktı. Transplant sonra ortaya çıkış zamanı 20. gün idi. Olguda etken izole edildi (Metisiline dirençli stafilokok üredi. Hastanın kateteri çekildi. Enfeksiyon vankomisin 2 gr/gün tedavisi ile kontrol altına alındı. 2 hastada kateter girim yerlerinde lokal enfeksiyon tespit edildi. Ancak ateş gözlemlenmedi. Hiçbir olguda engraftman gecikmesi olmadı. Diyaliz kateter infeksiyonları transplant sonrası 3 aylık mortalite ile ilişkili bulunmadı. Hiçbir hastada kanama ya da trombus komplikasyonları gelişmedi. Kök hücre naklinde, diyaliz kateterlerinin kullanımı, diyaliz ihtiyacı gerekli olduğunda hasta yönetimi bakımından kolaylık sağlayabilir. Komplikasyonları kabul edilebilir gibi görülmektedir. Poster No: 0023 BK VİRÜS İLİŞKİLİ HEMORAJİK SİSTİTDE CİDOFOVİR TEDAVİSİ 1Gülsün Tezcan Karasu, 1Vedat Uygun, 1Dilek Çolak, 1Alphan Küpesiz, 1Volkan Hazar, 1M. Akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Hemorajik sistit (HS) transplantasyon sonrasında sık görülen bir komplikasyondur. Erken dönemde görülen hemorajik sistitte etken sıklıkla kemoterapi ilaçları iken, geç dönem HS’de genellikle viral enfeksiyonlar sorumludur. Polyomavirus BK (BKV) primer enfeksiyon sonrasında renal ve üroepitelyal hücrelerde latent olarak kalır ve transplantasyon sonrasında hücresel bağışıklıktaki değişiklik sonucu reaktivasyon gelişebilir. BKV reaktivasyonunun sıklıkla neden olduğu klinik hastalık HS olup, tedavisinde genellikle hiperhidrasyon, alkalinizasyon, mesane irrigasyonu gibi destek tedavileri kullanılmaktadır. Cidofovir (CDV) polyomavirüse karşı etkinliği bilinen bir ilaç olmakla birlikte transplantasyon sonrası BKV ilişkili HC’de kullanımı ile ilgili deneyimler sınırlıdır. Bu çalışmada merkezimizde hematopoietik kök hücre nakli yapılan ve sonrasında BKV ilişkili HC gelişip Cidofovir kullanılan iki olgu sunulmaktadır. Olgu 1: Onbir yaşında kız olguya relaps AML-MDS 203 tanısı ile busulfan, siklofosfamid, melfelan ile hazırlayıcı rejimi takiben akraba dışı vericiden periferik kan kök hücre nakli yapıldı. Posttransplant 33. günde hematüri gelişti. Hidrasyon, irrigasyon, yoğun trombosit transfüzyonlarına rağmen hematürisi devam eden olguda BKV düzeyi idrarda 2x1012 kopya/mL olarak bulundu. İmmunsupresif tedavinin kesilmesine rağmen hematürisi devam etmesi nedeniyle CDV kullanılması planlandı. Haftalık 5 mg/kg intravezikal uygulamayı takiben iki doz sonunda BKV yükü idrarda 2x107 kopya/mL’ye geriledi. Sosyal nedenlerle 3 hafta ara verildikten sonra tekrar başlandığında idrar BKV düzeyi 5x107 iken, takip edilen dozlarda giderek arttı. 7. doz öncesinde idrar BKV düzeyi 4.5x109 olarak bulundu. Yoğun kanaması devam eden olguda intravezikal hyalurinik asit, traneksamik asit, Faktör VIIa tedavilerine yanıt alınamadı. Hasta kardiyak komplikasyonlar ile kaybedildi. Olgu 2: Sekiz yaşında erkek hastaya adrenolökodistrofi tanısı ile busulfan, siklofosfamid ile hazırlayıcı rejimi takiben annneden (9/10) kemik iliği nakli yapıldı. Posttransplant 15. günde hematürisi gelişen olgunun idrar BKV düzeyi 11x1012 kopya/mL olarak bulundu. Destek tedavilerle düzelme sağlanmayan olguda 3 doz intravezikal CDV kullanımını takiben idrar BKV düzeyi 1x106 olarak saptandı ancak hematürisi devam etti. İzlemde BKV negatifleşen olguda CDV tedavisine devam edilmedi ancak intravezikal hyalurinik asit, traneksamik asit, faktör VIIa tedavileri kullanıldı. Bu tedavilerle kısmi yanıt alınan olgu sepsis nedeniyle kaybedildi. İlk olguda BK virüs replikasyonunun düşmesi, ikinci olguda negatif değerlere ulaşmış olmasına karşın hematürinin devam etmiş olması intravezikal cidofovir tedavisinin BKV ilişkili HS tedavisinde, virüs yükünü azaltmakla birlikte hematüriyi kontrol etmekte yeterli olmadığını, ek destek tedavilerinin gerekli olduğunu düşündürmüştür. Poster No: 0024 İKİ ÇOCUK OLGUDA ALLOJENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI GELİŞEN PARVO VE BK VİRUS 1 Meryem Albayrak, 1Ülker Koçak, 1Zühre ENFEKSİYONU Kaya, Mehmet Yapar, Türkiz Gürsel Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi Mikrobiyoloji 2 1 1 Hematopoetik kök hücre nakli yapılan pediatrik hastalarda hücresel ve humoral immunitedeki bozulma yanı sıra graft versus host hastalığı (GVHH) korunma ve tedavisinde kullanılan immun baskılayıcı ilaçlar nedeniyle artan viral enfeksiyonlar klinik gidişi etkiler. CMV, adeno, herpes, parvo ve BK virus gibi ajanlar ciddi sonuçları olabilen farklı klinik tablolara neden olabilir. 6 yaşında aplastik anemisi olan erkek hastaya anti- 204 timosit globulin ve siklofosfamid hazırlama rejimi ile tam uyumlu kardeş vericisinden kemik iliği kaynaklı allojeneik kök hücre nakli yapıldı. Hastanın + 17. günde nötrofil, 32. günde trombosit engrafmanı oldu ve 30. gün kimerizm % 100 bulundu. 100. gün % 52 mikst kimerizm saptanan hasta daha sonraki değerlendirmelerde stabl mikst kimerizm olarak kabul edildi, nakil sonrası 5. aydan itibaren pansitopenisi gelişmeye başlayan hastanın kimerizm kaybı olmadı. Parvovirus IgM ve PCR pozitif bulunan hastaya 10 gün süre ile 400mg/kg/gün intravenöz immunglobulin verildi. Tedavinin birinci ayında parvovirus IgM ve PCR negatif bulundu. Nakil sonrası bir yılını dolduran hasta halen stabl mikst kimerizm ile trombositopenik olarak izlenmektedir. 8 yaşında akut myeloblastik lösemili erkek hastaya siklofosfamid ve busulfan hazırlama rejimi ile tam uyumlu kardeş vericisinden kemik iliği kaynaklı allojeneik kök hücre nakli yapıldı. Hastanın + 12. günde nötrofil, 17. günde trombosit engrafmanı oldu ve 28. gün Grade II-III GVHH gelişti. + 40. gün idrar yaparken yanma ve idrardan kan gelme yakınması oldu, BK virus PCR 2x109 kopya olarak saptandı. Bir hafta arayla verilen iki doz cidofovir tedavisinden sonra hematürisi kaybolan hastanın virus yükünde de azalma saptandı (BK virus PCR 2x106 kopya). Dört doz cidofovir tedavisini ve nakil sonrası 100 gününü dolduran hasta halen yakınmasız izlenmektedir. Çocuk hastalarda kök hücre nakli sonrası gelişen viral enfeksiyonların farklı ve ciddi klinik tablolara yol açtığı bilinmektedir. Tedavi konusunda da veriler sınırlı ve tartışmalı olmakla birlikte olgularımız, kullanılan tedavi yöntemlerinden yarar sağlamış olması nedeniyle sunulmuştur. Poster No: 0025 HEPATİT B YÜZEY ANTİJENİ (HBSAG) POZİTİF AML OLGUSUNDA ALLOGENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDAN (ALLO-HKHT) SONRA HDV SÜPERENFEKSİYONU: FATAL HEPATİK YETMEZLİK NEDENİ MİDİR? 1Vildan Ozkocaman, 1Pervin Topçuoğlu, 1Aynur Uğur Bilgin, 1Mutlu Arat, 2Ramazan Idilman, 2Hakan Bozkaya, 3Esra Erden, 1Onder Arslan 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre Transplantasyonu Ünitesi, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Hepatoloji Enstitüsü, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Allo-HKHT öncesi HBsAg (+) hastalarda transplantasyon sonrası izlenen immünsüpresif durum HBV aktivasyonuna neden olabilmektedir. Literatürde sıklığı %14-50 arasında bildirilmiştir. HBV aktivasyonu sonrası hastaların bir kısmında fulminan hepatit gelişebilmektedir. İnfeksiyonun klinik seyrini etkileyen belli viral mutasyonlar gösterilmekle birlikte HBV aktivasyonunun fulminan 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ hepatite ilerleyişinin mekanizması henüz tam olarak açıklanamamıştır. Kliniğimizde allo-HKHT’dan sonra delta virüsü süperenfeksiyonu saptanarak klinik olarak fatal seyir gösteren 47 yaşında, erkek hasta sunulmaktadır: Aralık 2005 tarihinde dış merkezde Akut Myeloblastik Lösemi (AML-M4) tanısı alan hasta erken nüks sonrası kliniğimize kabul edildi. İkinci tam remisyonda HLA tam uygun kadın vericisinden (HBsAg-;AntiHBs+) myeloablatif hazırlık rejimi kullanılarak Nisan 2007’de allo-HKHT yapıldı. Özgeçmişinde 2 yıldır HBsAg(+) ve 3 aydır lamivudine kullanıyordu. İmmünsüpresif tedavi olarak siklosporin+metotreksat kullanıldı. Erken dönemde sinuzoidal obstriksiyon sendromu ve GVHH izlenmedi. Transplantasyon dönemi ve sonrasında lamividune tedavisine devam edildi. Transplantasyon sonrası +4. aydan itibaren karaciğer(KC) enzimlerinde artış saptandı: AST:121U/L (3xN), ALT:103U/L (2.5xN), GGT:268U/L (6xN), ALP:133U/L (2xN). Bilirubin, albumin ve koagulasyon profili normal düzeylerde idi. Bu nedenle Ursodeoksikolik asit 1gr/gün başlandı. Viral profil değerlendirmesinde delta antikor pozitifliği(50CO/S) saptandı. Hepatoloji ile konsulte edilerek KC biyopsisi ve HBV-DNA, HDVRNA değerlendirmesi yapıldı. KC biyopsisi sonucu hepatositlerde HBsAg(+), grade III hemosiderozis ve kronik GVHH lehine idi. PCR ile HDV-RNA pozitif ve HBV-DNA negatif saptandı. Antiviral tedavisine aynı devam edilmesi ve yeniden delta virusu kontrolü önerildi. KC biyopsisinde kronik GVHH lehine bulguların da olması nedeni ile immunsupresif tedavisine devam edildi. Transplantasyon sonrası 8.ayda halsizlik ve karında şişkinlik yakınması ile başvuran hastanın fizik muayenesinde; Karnofsky performansı %80, skleraları ikterik, pretibial +gode bırakan ödem dışında patolojik bulgu saptanmadı. Laboratuvar sonuçlarında total bilirubin: 8.1mg/dl, direkt bilirubin:5.8mg/dl, AST:243U/L, ALT:146 U/L, hipoalbuminemi, protrombin zamanında uzama, ferritin düzeyinde artış (3495 ng/ ml) gözlendi. Hepatoloji tarafından hastanın yeniden değerlendirilmesi sonucunda KC yetmezliğine ilerleyişi olduğu düşünüldü, etyopatolojiye yönelik ileri tetkikler planlandı, ancak hastanın bu durundan 1 hafta sonra acil servise hepato-renal yetmezlik bulgularıyla başvurduğu ve ani kardiyopulmoner arrest nedeniyle öldüğü öğrenildi. Sonuç olarak olgumuzdaki bu klinik durumun karaciğerdeki demir yükü (hemosiderosis) nün kronik KC GVHH’ını taklit etmesi mi? yoksa kronik GVHH’nın kendisi mi? ya da üzerine eklenen delta hepatitinin KC hasarını hızlandırması mı? post-mortem KC biyopsisi olmaması nedeniyle tartışmalı bir durum olarak kalmaktadır. 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA Kordon Kanı Transplantasyonu Poster No: 0026 DONDURULMUŞ KORDON KANI İLE YAPILAN NAKİLLERDE HÜCRESEL CANLILIK VE KAYIP ORANLARI 1Gülsün Tezcan Karasu, 1Vedat Uygun, 1Pınar Kurt, 1Zey- nep Öztürk, 1Alphan Küpesiz, 1Volkan Hazar, 1M.akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı Kök hücre kaynağı olarak kordon kanının kullanıldığı hematopoetik kök hücre nakillerinde (HKHT), diğer bilinen faktörlere ek olarak, başarıyı etkileyen önemli bir faktör de dondurulmuş hücrelerin eritildikten sonraki sayısı ve canlılığıdır. Hücrelerde, işleme, dondurma, transplantasyon öncesinde eritme ve yıkama işlem basamakları sırasında kantitatif ve kalitatif kayıp olabileceği bilinmektedir. Dondurulmuş kordon kanı hücrelerinin canlılık oranlarında yıllar içerisinde kayıplar olabileceği bilinmekle birlikte, süreler kesin olarak tanımlanmış değildir. Bu çalışmada; merkezimizde akraba dışı kordon kanı nakli yapılan olgularda kullanılan kordon kanı ünitelerinin canlılık oranları ve hücre sayılarının saklanma süreleri yönünden karşılaştırılması planlanmıştır. Merkezimizde Ağustos 2005- Aralık 2008 tarihleri arasında 20 olguya 21 akraba dışı kordon kanı ünitesi kullanılarak HKHT yapıldı. Kordon kanı ünitelerinin saklanması ile kullanılması arasında geçen süre median 62 ay (aralık15-103 ay) olarak bulundu. Kordon kanı bankalarından bildirilen median toplam çekirdekli hücre sayısı 10,1 (aralık: 3.1-28.7) x107/kg iken transfüzyon öncesi değerlendirmede hesaplanan median toplam çekirdekli hücre sayısı 7,49 (aralık: 1.5-23.5) x107/kg olarak bulundu. Median canlılık oranı %68 (aralık: 15-96) idi. Toplam çekirdekli hücrelerdeki kayıplar açısından bakıldığında; ortanca %74.8 (aralık: %6.9%100) oranında hücrelerin sebat ettiği görüldü. Saklanma süreleri ile hücrelerin canlılık oranları ve toplam çekirdekli hücrelerdeki kayıplar karşılaştırıldığında anlamlı bir korrelasyon saptanmadı. Çalışmamız eritme sonrasında kordon kanı toplam çekirdekli hücre sayılarında ortanca %35 civarında kayıp olduğunu göstermiştir. Saklanma zamanları ile hücresel canlılık oranları ve hücre sayılarındaki kayıp arasında korelasyon bulunamaması ünite sayıları ile ilişkili olabilir. Daha geniş serilerde benzer değerlendirmelerin, kordon kanı seçimlerine ışık tutacak veriler sağlayabileceği kanısındayız. 205 Poster No: 0028 Kök Hücre Donörleri ve Yaşam Kalitesi Poster No: 0027 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KAN BANKASI VE AFEREZ ÜNİTESİ KÖK HÜCRE TOPLAMA VE SAKLAMA DENEYİMİ 1Ayşe Yetkin Caner, Hatice Uçkaya, Fatih Demirkan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kan Bankası Ve Aferez Ünitesi 1 1 1 Kemik iliği transplantasyonu malign ve malign olmayan farklı birçok hastalık tedavisinde kullanılmaktadır. Son yıllarda ise kök hücreler transplantasyon için artan sıklıkta kullanılmakta olup kök hücreler artık kemik iliğinin yerine geçmiştir. Kolay hücre toplama ve hızlı hematopoietik toparlanma nedeniyle otolog transplantasyonlarda periferik kök hücre yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Allojenik girişimlerde ana hücre kaynağı olarak perifer kanın kullanımı giderek artmaktadır. Ayrıca kök hücre toplanması için anestezi ve ameliyathane ortamının gerekmemesi hem otolog kök hücre toplanmasını kolaylaştırmış hem de allojenik vericiler için donörlüğü cazip hale getirmiştir. Bununla birlikte ülkemizdeki periferik kök hücre transplantasyonu sayısı nüfusumuza oranla oldukça düşük miktarda olmasına karşın, otolog ve allojenik girişimlerde ana hücre kaynağı olarak başarı ile kullanılmaktadır. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde hizmet veren Kan Bankası ve Aferez Ünitesinde tromboferez, plazmaferez, lökoferez ve periferik kök hücre toplama ve saklama işlemleri gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada 30.11.2006- 31.12.2007 yılları arasında kök hücre aferezi yapılan hastalar değerlendirilmiştir. 42 (28 erkek- 14 kadın) otolog kök hücre ve 2 (1 kadın-1 erkek) allojenik kök hücre tranplantasyonu yapılacak hastadan toplam 57 otolog ve 4 allojenik işlem sonucunda kök hücre toplanmıştır. Bunlardan 7 hastada iki kez otolog kök hücre, 4 hastada üç kez otolog kök hücre ve bir hastada üç kez allojenik kök hücre toplanmıştır. Kök hücre nakli uygulanacak hastaların tanılarına göre 4 ALL, 6 AML, 12 MM, 11 NHL, 6 HL, 3 lenfoma, 1 Nöroblastom, 1 Polisitemia Vera hastası bulunmakta olup, bu hastaların % 67’sine kemoterapi uygulanmıştır. Ürünler toplanmasında üç farklı cihaz kullanılmış olup, tüm transplantasyon hasta ve donörlerin büyük kısmında toplanan CD34 hücre sayısı, istenen değer olan 2.106/kg üstünde bulunmuştur. Ürünler, kullanılıncaya kadar % 7.5 DMSO, % 30 HES ve % 12.5 otolog plazma olacak şekilde -80°C veya -150°C sıvı azot tanklarında saklanmıştır. 206 İNSAN KEMİK İLİĞİ MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİN SİNİRSEL FARKLILAŞMASI ESNASINDA TOPOİZOMERAZ IIβ SEVİYESİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN İNCELENMESİ 1Büşra Gürdoğan, 1Nihal Karakaş, 1Sevim Işık 1Fatih Üniversitesi DNA topoizomeraz II enzimi (topo II ) DNA sarmalının her iki zincirinde de geçici kesikler oluşturur ve diğer DNA sarmalının bu kesikten geçmesini sağlar. Bu şekilde birbirinin içinden geçerek kilitlenmiş DNA sarmallarını ayırır. Topo II’nin memeli hücrelerinde iki farklı izozimi vardır (α, β) Bu izozimlerden topo IIα mitozda homolog kromozomların ayrılmasında önemli rol oynarken, yapısal olarak benzer ancak işlevsel farklılıkları bulunan ß izoformunun genel hücresel aktiviteler yerine gen transkripsiyonu gibi daha özelleşmiş işlevlere sahip olduğu düşünülmektedir. Topo IIα’nın hücre içi işlevleri net olarak bilinmektedir ancak son dönemlerde sinirsel farklılaşmada görevi olduğu gösterilen ß izozimi hakkında yapılan çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. Son dönemde yapılan çalışmalarla doğal sinirsel farklılaşma yolunda bu izozimin rolüne dair sonuçlar ortaya çıkmıştır. Farklı gruplarca yürütülen çalışmalarla topo IIß’nın granül sinir hücresi farklılaşmasının erken safhalarında nöral genlerin transkripsiyonunda(1)ve akson oluşumunda önemli etkisi gösterilmiştir(2). Bu çalışmalar sinir hücresi farklılaşmasında topo IIß’nın rolü hakkında fikir verse de, mezenkimal kök hücrelerin (MKH) sinirsel trans-farklılaşmasında topo IIß’nın etkisine dair yayınlanmış bir çalışma yoktur.Bizim çalışmamızda bu sonuçlardan yola çıkarak insan kemik iliği mezenkimal kök hücrelerin sinir hücrelerine trans-farklılaşmasında topo IIß’nın rolünün belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla, kemik iliğinden Fikol ayırma metodu ile izole edilen MKH’ler kültür ortamında çoğaltıldıktan sonra 14 gün boyunca retinoik asid (10 μM) muamelesiyle sinirsel farklılaşmaya maruz bırakılmış ve 14 gün sonunda immunofloresan ve western blot yöntemleri ile bu hücrelerdeki topo IIß seviyesi tespit edilerek herhangi bir işleme tabi tutulmayan kontrol MKHlerdeki topo IIß seviyesi ile kıyaslanmıştır.Yaptığımız sinirsel farklılaşma deneyleri sonucunda hücre içi topo IIß seviyesiyle mezenkimal kök hücrelerin sinirsel farklılaşma süreci arasında ilinti olduğu saptanmıştır. Çalışma sonucunda elde ettiğimiz sonuçlar daha önce sinir hücrelerinde yapılan çalışmaların sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir. 14 günlük sinirsel farklılaşma sonunda floresan boyama ve western blot sonuçlarında MKH’lerdeki topo IIß seviyesinde 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ kontrol grubuna kıyasla önemli bir artış gözlenmiştir. Bu sonuç topo IIß’nın yalnız normal sinirsel farklılaşmada değil, sinirsel trans-farklılaşmada da -farklı germ tabakaları arası farklılaşma, mezodermal kökenli MKH’lerin ekdoderm kökenli sinir hücrelerine farklılaşması gibi- önemli rolü olduğunu göstermiştir. Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmektedir (106S279 nolu proje). KTÜ Hematoloji Bölümü, Bölüm Başkanı Prof. Dr. Serdar Bedii Omay’a sağladığı insan kemik iliği MKH’leri için teşekkür ederiz. Referanslar 1. Tsutsui K.et al. The J. of Biological Chemistry 2001; 276: 5769 - 5778. 2. Nur-E-Kamal A. et al. Brain Research 2007; 1154: 50 - 60. 14 günlük sinirsel farklılaşma sonucunda MKH’lerde topo IIbeta floresan boyaması Sinirsel farklılaşma sonunda hücrelerde yüksek miktarda topo IIbeta olduğu saptanmıştır. Büyültme: 40X Kontrol MKH’lerde topo IIbeta floresan boyaması Kontrol hücrelerde topo IIbeta miktarının oldukça az olduğu gözlenmiştir. Büyültme : 40X 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA Poster No: 0029 İNSAN KEMİK İLİĞİ MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİNİN NÖRAL FARKLILAŞMASINDA HÜCRE YÜZEY RESEPTÖRLERİNDEN İNTEGRİN ALFA5/ BETA1’İN EKSPRESYONU VE LOKALİZASYONUNihal Karakaş, 1Sevim Işık, 1Büşra Gürdoğan 1Fatih Üniversitesi 1 Integrinler, bir çok insan ve hayvan hücre membran yüzeyinde ekspres edilen hücre yüzey reseptörleri olmakla birlikte hücre çoğalması, hücre farklılaşması,hücre lokalizasyonu gibi önemli hücre olaylarında fonksiyonel olarak görev almaktadırlar . Doku mühendisliği çalışmalarının başlıca kaynaklarından olan Mezenkimal Kök Hücrelerin (MKH)belirli dokulara multipotent farklılaşması sürecinde hücre yüzey molekülleri etkin rol almaktadır.MKH’nın sinir hücrelerine farklılaşmasında integrin alfa5/beta1 ‘in fonksiyonu daha önce incelenmemiştir. Bu çalışmada insan MKH’nın nöral farklılaşma sürecine girmesiyle, adezyon moleküllerinden integrin alfa5/beta1 ekspresyonunun ve hücre lokalizasyonunun belirgin oranda arttığı ve hücrelerin farklılaşmaya integrin alfa5/beta1 üzerinden gittiği gösterilmiştir. İntegrinler,heterod imerik formda olup iki farklı alt üniteden (alfa ve beta)meydana gelirler[2].Hücre zarına gömülü olarak, hem hücre içinde hem de hücre dışında uzantıları bulunan integrinler, ekstraselüler madde ve hücreler ile bağlantı bölgeleri oluşturur.Stoplazmada fokal adezyon bölgelerine tutunarak çeşitli hücresel mekanizmaların aktivitesi için sinyal yollarını uyarırlar[1]. Ayrıca hücre iskeleti filamentlerinden aktin ile bağlantı yaparak hücre hareketinde rol alırlar.Kök hücreleri,doku yenilenmesi diğer vicut hücrelerine kıyasla düşük olan sinir hücresi eldesinde çok önemli bir kaynaktır ve MKH ise bu kaynağın önemli bir kısmını oluşturur. Hücre farklılaşmasında multipotent özelliğe sahip olan insan MKH ile yapılan çalışmalarda, integrinlerin bu hücresel olaylarda etkin özelliğe sahip oldukarı gösterilmiştir [1].Bu çalışmada,farklılaşma işleminde çok önemli bir role sahip olan adezyon moleküllerinden alfa5/beta1 integrinin lokalizasyon belirlemesi yapılarak,farklılaşmanın moleküler düzeyde anlaşılmasına katkı sağlanması hedeflenmiştir. Deneylerde kullanılan primer insan kemik iliği MKH KTÜ Hematoloji Bölümü’nden temin edilmektedir. Sinir hücrelerine farklılaşma retinoik asit ile yapılmaktadır.Nöral farklılaşma süreci,nörofilament gibi nöral markerlar ile belirlenmiştir. Hücrelerarası matriks modellemesi olarak,ekim yüzeyi integrin alfa5/beta1’e spesifik ekstraselüler matriks proteinlerinden fibronektin ile kaplanmıştır. Sonuçların eldesinde,SDS-PAGE,Western 207 blot,Immunofloresan boyama gibi moleküler teknikler kullanılmıştır.İnsan MKH’nın sinir hücrelerine farklılaşmasında,integrin alfa5/beta1 ekspresyon ve lokalizasyonunun arttığı,fibronektin kaplamanın bu artışı yükselttiği ve MKH’nın nöral farklılaşmasının inregrin alfa5/beta1 üzerinden ilerlediği gösterilmiştir.MKH eldesine katkılarından dolayı KTÜ Hematoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.Serdar Bedii Omay’ a teşekkür ederiz. Referanslar:[1] Denitsa Docheva, at al. J.Cell.Mol. Med. 2007; Vol II,No1 :21-38 [2] Luciana Marinelli at al.J.Med.Chem.2005,48,4204-4207 Nöral farklılaşma öncesi integrin alpha5/beta1 Resim 1. Immünofloresan Boyama (Control-24sa-40X). Mavi, DAPI; Kırmızı, Integrin alfa5/beta1 Nöral farklılaşma sonrası integrin alfa5/beta1 Resim 2. Immünofloresan Boyama (RA-24sa-40X). Mavi, DAPI; Kırmızı, Integrin alfa5/beta1. 208 Poster No: 0030 ALLOJENİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUN PRO-OKSİDATİF/ANTİOKSİDATİF DENGE ÜZERİNE ETKİSİ 1İsmail Sarı, 3Aysun Çetin, 2Leylagül Kaynar, 3Recep Saraymen, 1Sibel Kabukçu Hacıoğlu, 4Ahmet Öztürk, 2İsmail Koçyiğit, 2Fevzi Altuntaş, 2Bülent Eser 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, 2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Ve Klinik Biyokimya Anabilim Dalı, 4Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı GİRİŞ: Yüksek doz kemoterapi serbest radikallerin oluşumuna ve doku antioksidanlarının azalmasına neden olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, Allojenik kök hücre transplan tasyonu(AKHT)’nun oksidatif stres üzerine olan etkisi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. AMAÇ: Bu çalışmada, hematolojik kanserli hastalarda (1) AKHT’nun oksidatif stres belirteçlerine ve plazma antioksidanlarına olan etkisi ve (2) bu parametrelerin graft-versus-host hastalığı (GVHH), hazırlama rejimleri ve transplant ilişkili mortalite (TİM) ile olan ilişkisi araştırıldı. HASTALAR VE YÖNTEM: Çalışmaya HLA tam uyumlu kardeşlerinden AKHT yapılan 25 hasta alındı. Plazma oksidan ve antioksidan durumuna transplantasyon öncesi -1. gün ve transplantasyon sonrası +30. günde bakıldı. BULGULAR: Hem myeloablatif (n=14) hem de nonmyeloablatif (n=11) transplant grubunda AKHT sonrası plazma oksidatif stres belirteçleri olan malondialdehid ve nitrik oksidin ortalama düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı (p<0.01). Ayrıca transplant sonrası, plazma antioksidan enzimler olan süperoksid dismutaz,glutatyon peroksidaz ve katalaz aktivitelerinde başlangıç değerlerine göre tistatistiksel olarak anlamlı azalma izlendi(p<0.01). Her iki grup birlikte değerle ndirildiğinde(n=25) pretransplant ve posttransplant oksidatif stres parametrelerinde belirgin olarak fark olduğu kaydedildi. Son olarak, oksidatif stres parametrelerindeki değişiklikler ile GVHH varlığı, transplantasyon tipi ve TİM arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı. SONUÇ: Bu çalışma hazırlama rejiminin yoğunluğundan bağımsız olarak, AKHT yapılan hastalarda pro-oksidatif-anti-oksidatif dengenin pro-oksidan durum lehine bozulduğunu göstermektedir. AKHT sonrasında izlenen oksidatif stresin patogenezi, pro-oksidan durumun GVHH ile ilişkisi ve AKHT sonrası antioksidan tedavinin klinik etkinliğini aydınlatmak üzere daha fazla sayıda hasta üzerinde yapılacak çok merkezli çalışmalara ihtiyaç vardır. 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ Poster No: 0031 ÖNCEKİ TEDAVİ DURUMU VE PERİFERİK KAN CD34+ KÖK HÜCRE SAYIMI İLE KÖK HÜCRE TOPLAMA ETKİNLİĞİNİN BELİRLENMESİ 1Didem Aydın, 1Tuba Akdeniz, 1Sema Aktaş, 1Yener Koç 1Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Kök Hücre Transplantasyon Ünitesi Otolog hematopoietik kök hücre transplantasyonu yapılacak hastaların önceden aldıkları kemoterapi ve radyoterapilerin periferik kan kök hücre toplamasının başarısını etkilediği düşünülmektedir. Yeterli sayıda CD34+ kök hücre eldesi amacıyla toplama kararı verilebilmesi için, toplama öncesi periferik kan mutlak CD34+ kök hücre sayısı değerlendirilmelidir, ancak eşik değeri konusunda tartışmalar mevcuttur. Bu retrospektif çalışmada toplama öncesi alınan tedaviler ile periferik kan mutlak CD34+ kök hücre sayısının toplama etkinliği üzerine etkisi araştırıldı. Hodgkin Hastalığı, NonHodgkin Lenfoma, Multiple Myeloma ve Akut Myeloid Lösemi tanıları ile otolog transplantasyon yapılmış 27 hastadan ve allojenik transplantasyon amacıyla toplama yapılan 9 sağlıklı vericiden toplam 119 periferik kan örneği ve aynı sayıda aferez örneği değerlendirildi. Toplama öncesi alkilleyici ajan almış, multipl relaps nedeniyle çoklu tedavi almış, ve pelvik ve abdominal bölgeye yoğun radyoterapi almış hastalar ağır tedavi almış olarak değerlendirildi. CD34+ kök hücre analizi akım sitometri ile yapıldı. 27’si sağlıklı vericiden, 92’si otolog transplant hastasından elde edilen toplama ürünlerinin kilogram başına CD34+ kök hücre sayıları üzerinde yapılan Kruskal Wallis analizi sonucunda ağır tedavi almış otolog grup (n=25) ile almamış otolog grup (n=67) ve sağlıklı verici grubu (n=27) arasında anlamlı fark bulundu (p=0.0003). Periferik kan CD34+ kök hücre sayıları ile toplama sonucu elde edilen kilogram başına CD34+ kök hücre sayıları arasında pozitif korelasyon tespit edildi (p<0.0001). Transplantasyon için gerekli minimum 1.5x10^6/kg CD34+ kök hücre sayısına ulaşmak için, üç gün ardışık toplama yapılması planlandığı ve toplama başına 0.5x10^6/kg ve üzeri CD34+ kök hücre eldesi yeterli toplama olarak kabul edildiğinde, toplama öncesi periferik kan kök hücre mutlak sayıları yetersiz toplamalar (n=17) için ortalama 7/ul (min 1/ul, max 15/ul), yeterli toplamalar (n=102) için 45/ul (min 5/ul, max 189/ul) bulundu. Yetersiz toplamaların %64.7’sinde, yeterli toplamaların ise %6.8’inde periferik kan CD34+ kök hücre mutlak sayısının 10/ul’nin altında olduğu belirlendi. Ayrıca 10/ul’nin altında yapılan toplamaların %61’inin yetersiz (negatif tahmini değer), üzerinde yapılan 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA toplamaların %94’ünün yeterli (pozitif tahmini değer) toplama olduğu tespit edildi. Kök hücre toplanması öncesinde, periferik kan CD34+ kök hücre mutlak sayısının değerlendirilmesi gereklidir ve bu çalışmada elde edilen sonuçlara göre toplama kararı için eşik değeri 10/ul kabul edilebilir. Otolog transplantasyon hastalarının önceki tedavileri kök hücre toplama etkinliğini doğrudan etkilediği için değerlendirmeye katılmalıdır. Lenfomalar Poster No: 0032 LENFOMALI OLGULARDA OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ 1Selcen Karakaş, 1Elif Atağ, 1Leylagul Kaynar, 1Fatih Kurnaz, 1Fevzi Altuntas, 1Bulent Eser, 1Mustafa Cetin, 1Ali Unal Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi 1 Otolog periferik kök hücre nakli (OPKHN), lenfomalarda, kemoterapiye duyarlı nüks veya kısmi yanıtlı hastalar yanında birinci tam remisyon (TR) sağlanan yüksek riskli hastalarda da geniş uygulama alanı bulmuştur. OPKHN yapılan 28 nüks/dirençli Lenfomalı olgunun dosyaları incelenmiştir. Olguların 21’i erkek (%75), 7’si (%25) kadın olup medyan yaş 43 idi (19–70 yaş) idi. Olguların 15’i Hodgkin Lenfoma (HL), 13 olgu NonHodgkin Lenfoma (NHL) idi. HL olgularının alt tipleri, Nodüler Sklerozan tip (s:8), Mikst sellüler tip (s:3), Lenfositten zengin tip (s: 2), Lenfosit predominant Hodgkin Lenfoma (s: 2) idi. NHL olguların histopatolojik tanıları, diffüz büyük B hücreli lenfoma (s=7), anaplastik büyük T hücreli (n=1), periferal T hücreli lenfoma (s=1), mantle hücreli lenfoma (s=3), lenfoblastik lenfoma (s=1) şeklinde idi. Tanı sırasında hastalar ileri evre (IIIIV) ve 13 hasta IPI yüksek-orta/yüksek risk grubunda yer almaktaydı. Mobilizasyon rejimi olarak siklofosfamid veya siklofosfamid/etoposid + G-CSF uygulandı. Olguların 19’unda BEAM ve 9’unda ICE yüksek doz tedavisi uygulandı. Ortalama toplanan MNH sayısı; 4.7 x 10*8 (2.9 – 15 x 10*8) idi. Ortalama 4.5x106/kg (2.6 – 9.9 x106/kg) CD34 (+) hücre infüzyonu yapıldı. OPKHN sonrası nötrofil engraftmanı (>500/μL) ortanca 10 gün (6–26 gün), trombosit engraftmanı (>20.000/μL) ortanca 12 gün (8–26 gün) idi. OPKH Transplantasyonu yapılan hastalardan 8’ i, nüks veya progresyon nedeniyle ölmüş, 20 hasta ise halen yaşamaktadır. OPKHN’in, kemoterapiye duyarlı nüks veya dirençli HL ve NHL olgularında etkili bir tedavi seçeneği olduğu sonucuna varılmıştır. 209 Poster No: 0033 2007 YILI ICE VE BEAM HAZIRLAMA REJİMİ İLE OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HODGKİN VE NON HODGİN LENFOMA HASTALARININ DEĞERLENDİRİLME DENEYİMİ 1Simten Dağdaş, 1Sema Keser Güler, 1Gülsüm Özet, 1Funda Ceran, 1Halil Erişti, 1Meriç Küçükgüngör, 1Nurullah Zengin 1Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi Ocak-Aralık 2007 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma hastanesi Kemik İliği Nakli Ünitemizde otolog kök hücre nakli yapılan 20 Hodgkin Lenfoma (HL) (K:10, E:10) ve 8 Non Hodgkin Lenfoma (NHL) (K:5, E:3) tanılı olan 28 hasta değerlendirildi. Hodgkin Lenfoma hastalarında yaş ortalaması 33,5 (17-47) Non Hodgkin Lenfoma hastalarında yaş ortalaması 42 (20-60) idi. ICE hazırlama rejimi alan hastalarda yaş ortalaması 35,4 (17-57) BEAM hazırlama rejimi alan hastalarda yaş ortalaması 37,6 (26-60) idi. HL tanılı 20 hastanın 16’sına hazırlama rejimi olarak ICE protokolü, 4’üne BEAM protokolü uygulandı. NHL tanılı 8 hastanın 6’sında ICE protokolü, 2’sinde BEAM protokolü uygulandı. Otolog nakil öncesi HL hastalarının 4’ü kemorefrakter olup diğer HL ve NHL hastalarının tümü kemosensitifti. Söz konusu hastaların karşılaştırmaları tablo 1’de yer almaktadır. BEAM ve ICE tedavi rejimi alan hastalarda nötrofil ve trombosit engraftmanı için geçen süreler arasında anlamlı bir fark yoktu. Tüm hastalarda kemoterapi sonrası febril nötropeni gelişti. Tablo 2’de BEAM ve ICE hazırlama rejimi alan hastaların hepatotoksisite ve nefrotoksisitelerine göre dağılımı gösterilmiştir. BEAM hazırlama rejimi nefrotoksisite açısından ICE hazırlama rejimine göre belirgin olarak daha güvenli idi. Ancak hapatotoksisite açısından her iki rejim açısından anlamlı bir fark gözlenmedi. Tablo 1 Protokol ICE NHL HL 210 Parsiyel Remisyon Complet Remisyon 5 1 Refrakter - BEAM 2 - - Toplam 7 1 - ICE 12 1 3 BEAM 3 - 1 Toplam 15 1 4 Tablo 2 BEAM ICE 4 21 3 5 2 - 8 3 1 8 4 - - - 10 1 - 2 2 - 5 3 - 2 4 - 1 Hepatotoksisite 1 Grade Nefrotoksisite Grade Poster No: 0034 İLERİ EVRE “BULKY” BURKITT VE LENFOBLASTİK LENFOMA HASTALARINDA YÜKSEK DOZ ARDIŞIK KEMOTERAPİ SONRASI OTOLOG VEYA ALLOJENİK STEM HÜCRE TRANSPLANTASYONU İLE ELDE EDİLEN YÜKSEK YAŞAM ORANI (LL-2001 PROTOKOLÜ) 1Sabiha Yüce, 2Evren Özdemir, 1Başak Oyan, 1Yener Koc 1Yeditepe Üniversitesi Stem Hücre Transplantasyon Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Stem Hücre Transplantasyon Ünitesi Yüksek derecede agresif ve ileri evre (Evre III-IV) Non-Hodgkin Lenfoma hastalarında konvansiyonel kemoterapi ile uzun süreli yaşam sağlanma oranı düşük olup, yüksek doz kemoterapi ve stem hücre transplantasyonu ile başarılı sonuçlar almak amacı ile kısıtlı sayıda hastada çeşitli tedavi protokolleri rapor edilmesine rağmen, Burkitt ve Lenfoblastik lenfoma grubunda standart sayılacak yerleşmiş tedavi yöntemi henüz bulunmamaktadır. Bu çalışmada Otolog veya Allojenik stem hücre transplantasyonu (SCT) ile biten özgün bir tedavi rejimi (LL-2001)yeni tanı almış 13 Lenfoblastik, 10 Burkitt olmak üzere toplam 23 hastaya uygulanarak uzun dönem hastalıksız ve genel yaşam oranları rapor edilmektedir. LL-2001 rejimi yeni tanı alan Evre III-IV Lenfoblastik ve Burkitt Lenfoma hastalarında indüksiyon şeması ile başlayan (CTX+DOX+VCR+PRED), CR elde edildikten sonra 2 kür yüksek doz Ara-C ve MTX, 1 kür IIVP rejimi ile devam eden, L-asparaginase, intratekal MTX ve Ara-C profilaksi tedavilerini içeren, stem hücre koleksiyonunu takiben yüksek doz VP16 ve hazırlayıcı rejim olarak yüksek doz MTZ-60 ve MEL-180’den oluşan otolog SCT ile sonlanan, Bhücreli alt gruplarda Rituximab ile in vivo purging işlemini de kapsayan, SSS tutulumu veya relaps durumunda allojenik SCT ile sonlanan orijinal bir tedavi protokolüdür. Tedaviye katılan hastaların yaş ortalaması 30.5 olup 19 hasta tedavi protokolünü tamamlamıştır (16 otolog, 2 Allojenik, 1 MUD SCT). 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ Hastaların %87’sinde “bulky” hastalık mevcut olup (20/23), %83’ünde kemik iliği tutulumu saptandı (Evre IV). 10 hastada (%44) T-hücre fenotipi gösterildi. İndüksiyon sonrası hastaların %91’inde CR elde edilmiş olup (n=21) 2 hastaya refrakter lenfoma, 2 hastaya sosyal nedenlerle transplant yapılamamıştır (n=4).Komplikasyon olarak tümör lizis (2), fungal pnömoni (1), VZV reaktivasyonu (2),VCI trombozu (1), HSV keratiti (1), aseptik femur başı nekrozu (2), sepsis (3), akut GVHD (3), kronik GVHD (3), CMV reaktivasyonu (2), nötropenik ateş (23) gözlendi. Relaps/refrakter hastalık nedeni ile 4, sepsis nedeni ile 2, cGVHD nedeni ile 1 hasta kaybedildi. Kaplan-Meier metodu ile “intent to treat” prensibi ile analiz edildiğinde tüm grup için 6. yılda hastalıksız yaşam %62 (Burkitt %78, Lenfoblastik %47, p=0.6), genel yaşam %66 (Burkitt %90, Lenfoblastik %54, p =0.15)olarak saptandı. Tüm hasta grubunda 3. yıldan sonra relaps gözlenmedi. Sonuç olarak LL-2001 protokolü ileri evre “bulky” Burkitt ve Lenfoblastik lenfomada yüksek oranda uzun süreli yaşam ve hastalıksız yaşam oranları sağlayabilen küratif ve uygulanabilir bir tedavi rejimidir. OS - “Intent to treat” Genel Sağkalım - LL2001 protokolü Mezenkimal Kök Hücreler ve Diğer Kök Hücre Tedavileri lerin, vasküler endotelyal hücrelere ve epidermal hücrelere dönüştüğü, yara iyileşme hızını ve epidermis kalınlığını artırdığı gösterilmiştir. Bu amaçla, Burger hastalığı tanısı ile takip edilen, cerrahi ve tıbbi tedavilere rağmen yara iyileşmesi sağlanamayan bir hastaya, Mezenkimal Kök Hücre tedavisi uygulanarak, yeni damar oluşumu ve klinik düzelme üzerindeki etkisi incelendi. Olgu: 34 Yaşında erkek hasta. Altı yıl önce Burger Hastalığı tanısı konulmuş ve vasküler yetersizlik nedeniyle gelişen kangren sonucu 4 yıl önce sağ ayak 3,4 ve 5. parmakları ile sol ayak 2. parmağı ampüte edilmişti. Tıbbi tedavi olarak aspirin, heparin ve dipridamol tedavisi verildi. İki yıl önce her iki bacaktaki, Femoral ve popliteal arterlere By Pass operasyonu uygulandı. Bu tedavilere rağmen, klinik ve laboratuar olarak yeterli sonuç alınamadı. Her iki ayağında ülserasyonları olan hastanın sol bacağına, bir yıl önce mezenkimal kök hücre tedavisi uygulandı. Mezenkimal kök hücreler, kemik iliğinden ATİ teknoloji Laboratuarında üretildi. Mezenkimal Kök Hücre tedavisi öncesi ve sonrası, klinik ve radyolojik bulgular karşılaştırıldı. Mezenkimal kök hücre tedavisinden sonra; Sol bacaktaki ülserasyonların kaybolduğu gözlendi. Sağ bacakta ve ayakta ülsere lezyonlar devam ediyordu. Anjiografi ile kök hücre tedavisi uygulanan sol bacakta yeni damar oluşumu tesbit edildi. Hastanın, sağ bacağında, ağrı ve yürüme güçlüğü devam ediyordu. Mezenkimal kök hücre tedavisi uygulanan sol bacakta, yürüme ile gelişen ağrı ve krampların azaldığı tesbit edildi. Sonuç: Mezenkimal kök hücre tedavisi; Burger hastalığında, bacaklarda yeni damar oluşumu ile birlikte, ülserlerin iyileşmesi ve semptomların düzelmesi yönünde etkin bir tedavi yöntemidir. Kök Hücre tedavisinde, kemik iliği veya periferik kan kök hücre yerine, mezenkimal kök hücrelerin kullanılması ile daha iyi sonuçlar alınacaktır. Poster No: 0035 TROMBOANJİTİS OBLİTERANS’LI HASTADA, MEZENKİMAL KÖK HÜCRE TEDAVİSİNİN, YENİ DAMAR OLUŞUMU VE YARA İYİLEŞMESİ ÜZERİNE ETKİNLİĞİ 1Ali Ünal, 1Leylagül Kaynar, 1Ertuğrul Mavili, 1Naci Emiroğulları, 1Nevzat Özcan, 1Nurdan Bulut Çomu, 1Fevzi Altıntaş, 1Bülent Eser, 1Mustafa Çetin 1Erciyes Üniversitesi Giriş: Tromboangiitis obliterans (Burger Hastalığı) küçük ve orta çaplı arter ve venleri tutan nonaterosklerotik, segmental, inflamatuar, obliteratif bir damar hastalığıdır. Kemik İliği, Periferik kan kök hücre ve mezenkimal kök hücre- 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA Resim 1 kök hücre tedavisi uygulanan ayakta yara iyileşmesi Resim 2 kök hücre tedavisi uygulanmayan ayakta yara ve ülserasyonlar görülüyor. 211 Poster No: 0037 Multipl Miyelom Poster No: 0036 OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI MAKSİLLOFASİYAL BÖLGEDE EKSTRAMEDULLER RELASPS İLE GÖRÜLEN İKİ REFRAKTER MULTİPL MYELOM OLGUSU 1Funda Ceran, 1Sim- ten Dağdaş, 1Gülsüm Özet, 1Mesude Yılmaz, 1Neşe Koyuncu, 1Meriç Küçükgüngör, 1Halil Erişti, 1Sema Güler 1Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Nakil Ünitesi Ekstrameduller plazmasitomalar Multipl myelomun(MM) nadir bulgusudur. Kök hücre nakli sonrası ekstrameduller relaps da yaygın değildir. İzole ekstrameduller relapsta radyoterapi(RT) yapılabileceği gibi VAD(Vinkristin, adriamisin, deksametazon), bortezomib, talidomid vb tedavilerle de başarılı sonuçlar bildirilmektedir. Biz de otolog kök hücre nakli sonrası kemik iliği ve maksillofasiyal bölgede lezyonlar ile relaps olan iki refrakter MM olgusunu sunmayı uygun bulduk. Olgu 1: 35 yaşında erkek hasta 2 yıl önce MM tanısı almış ve 5 kür VAD ve ardından Talidomid tedavisi aldıktan sonra refrakter kabul edilerek otolog kök hücre nakli için merkezimize refere edilmiş. Ünitemizde hastaya otolog periferik kök hücre nakli yapıldıktan sonra 2.ayda maksillofasiyal bölgede kitle gelişti aynı zamanda kemik iliği relapsı da vardı. Bortezomib+deksametazon tedavisi ve ardından RT uygulandı. Takibinde kitlede gerileme izlendi ancak tamamen kaybolmadı. Hastaya hızla ikinci otolog kök hücre nakli yapıldı fakat sonrasında bir ay içinde kitlede ilerleme görüldü. Olgu 2: 50 yaşında bayan hasta MM tanısı ile 3 yıl önce otolog kök hücre nakli yapıldı. Ekim 2007 de bel ağrısı ile başvurdu. Magnetik resonans incelemede(MRI) sol böbreği iten, sol psoas kasına invazyon gösteren T12-L1 seviyesinde kitle lezyonu izlendi aynı dönemde kemik iliği relapsı da mevcuttu. Hastaya Bortezomib tedavisi ve RT uygulandı. Bu tedavi sonrası kitle gerilerken sağ üst damakta vegatasyon gösteren kitle ile tekrar başvurdu. MRI de sağ orbita tavanından köken alıp intraorbital, ekstrakoronal bölgeye uzanan 12x19x22 mm, sağda sfenoid kemik büyük kanadı komşuluğunda 15x20 mm, sağda mandibula komşuluğunda 13x20 mm boyutlarında multipl solid kitle lezyonları izlendi. Hastaya siklofosfamid içeren CVAD tedavisi verildi ve RT planlandı. 212 MULTIPLE MYELOM HASTALARINDA MİKRO DAMAR YOĞUNLUĞUNUN OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI İZLEMDE PROGNOSTİK ÖNEMİ Gülsan Türköz Sucak, 1Sahika Zeynep Akı, 1Bilgehan Yüzbaşıoğlu, 2Nalan Akyürek, 1Münci Yağcı, 1Rauf Haznedar 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji B.d, 2Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Abd 1 Amaç: Multiple myelom hastalarında yeni damar oluşumu hastalık seyri üzerinde olumsuz etkileri olan bir parametre olup kemik iliği plazma hücrelerinden ve kemik iliği mikroçevresinden salgılanan uyarıcı ve baskılayıcı faktörler tarafından kontrol edilmektedir. Yeni damar oluşumu üzerinde etkili olabilecek sitokinler arasında vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF), interlökin- 6 (IL- 6), interlökin- 1 beta (IL- 1β) ve fibroblast büyüme faktörü (FGF) yer almaktadır. Kemik iliği biyopsi preparatlarında yeni damar oluşumunu yansıtan bir parametre olarak mikro damar yoğunluğu (MDY) kullanılabilmektedir. Bu çalışmada multiple myelom hastalarında tanı anında, otolog kök hücre nakli (OKHN) öncesi ve nakil sonrasında MDY, damar oluşumunu uyaran sitokinler ve büyüme faktörlerinin hastalık seyri üzerinde etkilerinin araştırılması amaçlanmaktadır. Hastalar ve Yöntem: Multiple myelom tanısı ile takip edilen, Eylül 2003- Temmuz 2006 arasında OKHN yapılan toplam 29 hasta [16 kadın, 13 erkek; ortanca yaş 52 (aralık 35- 68)] çalışmaya dahil edilmiştir. Kemik iliği mikrodamar yoğunluğu değerlendirilmesi için 10 sağlıklı kontrol kullanılmıştır. Hastaların tanı anında, OKHN öncesi, nakil sonrası 3. ay ve nakil sonrası 6. ayda elde edilen sonuçları ortanca 36 ay (aralık 6- 54 ay) takip sürecinde değerlendirilmiştir. Sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında MDY multiple myelom hastalarında anlamlı olarak yüksek bulundu (6,6 vs 23,5, p< 0,0001). Multiple myelom hastalarında MDY tedavi süreci boyunca incelendiğinde tanı anında elde edilen değerlerin nakil öncesinde, nakil sonrası 3. ayda ve 6. ayda giderek azaldığı tespit edilmiştir (p< 0,0001)(Tablo- 1). Bu değişim nakil öncesinde sadece VAD kemoterapi rejimini alan hastalarda VAD ardından Thalidomid-deksametazon (Thal/Dex) alan hastalara göre daha belirgindir (p< 0,001 vs p=0,02). Tanı anına göre nakil öncesinde MDY’da azalma arttıkça nakil öncesinde elde edilen hastalık yanıtının iyileştiği saptandı. Aynı değerlendirme nakil sonrası 3. ve 6. ayda istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Ortanca 36 ay takip sonunda MDY ve sitokin düzeyleri ile toplam sağ kalım (TSK) ve olaysız sağ kalım (OSK) arasında ilişki bulunmazken 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ β2M ile TSK arasında anlamlılığa yakın ilişki bulundu (p= 0,07) (TSK % 75,86 ve OSK % 37,6). Sonuç: Multiple myelom hastalarında tanı anına göre tedavi sonrasında MDY’da azalma olmaktadır. OKHN öncesinde VAD ardışık Thal/Dex tedavisi almış olan hastalarda MDY açısından elde edilen yanıtın sadece VAD tedavisi almış hastalara göre daha düşük olması bu tedavi seçeneğinin VAD yanıtsız hastalara uygulanmış olması olabileceği gibi kısa süreli thalidomid kullanılmasına da bağlı olabilir. Tedavi yanıtı ile MDY arasında gözlenen ilişki yeni damar oluşumuna neden olan sitokinler ve büyüme faktörleri açısından anlamlı bulunmamıştır. Tanı OKHN öncesi OKHN 3. ay OKHN 6. ay p Mdy 24,37±7,44 18,03±5,50 11,89±5,32 9,19±6,23 0,0001 IL-1 3,58±4,37 0,62±1,97 1,24±2,85 8,73±28,28 0,07* 6,76±22,42 27,10±82,14 0,0001 IL-6 34,54±43,26 8,78±22,42 VEGF 81,04±99,02 80,27±81,22 91,22±105,67 90,38±109,66 > 0,05 FGF 31,60±37,92 18,10±25,92 8,41±16,15 Β2M 3,90±4,44 1,19±2,11 0,62±0,92 1,07±1,30 0,0001 CRP 12,71±19,36 5,60±16,48 4,13±12,69 6,82±11,69 0,008 55,64±108,29 0,07* Poster No: 0038 MULTİPL MYELOMLU HASTALARDA, MOBİLİZASYON REJİMİNE ETOPOSİD EKLENMESİNİN, TOPLANAN KÖK HÜCRE SAYISI VE ENGRAFTMAN ÜZERİNE ETKİSİ 1Elif Atag, 1Selcen Karakas, 1Leylagul Kaynar, 1Fatih Kurnaz, 1Fevzi Altuntas, 1Bulent Eser, 1Özlem Canöz, 1Olgun Kontaş, 1Mustafa Çetin, 1Ali Unal 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Erciyes Üniversitesi, Kapadokya Kemik İliği Nakli Merkezinde, Otolog kök hücre nakli (OKİT) yapılan Multipl Myelom hastalarında, uygulanan iki farklı mobilizasyon rejiminin; Toplanan kök hücre sayısı (MNH)ve engraftman üzerine etkisi incelendi. Multipl Myelom tanısı alan 65 yaş altındaki 21 hastaya 4 Kür VAD sonrası, Kök Hücre Mobilizasyonu için iki farklı rejim uygulandı. Tam remisyon elde edilen hastalara (birinci grup), Cyclophosphamide + G-CSF, kısmi remisyon elde edilen hastalara (ikinci grup), Cyclophosphamide + Etoposide + GCSF uygulandı. Yaşları 40 ve 59 arasında (ort: 57 ) 15 erkek 6 kadın 21 hastaya OKİT yapıldı. Birinci grupta 14, ikinci grupta 7 hasta yer aldı. 1. grupta, toplanan MNH sayısı ortalama 4.3 x 10*8 ( 2.4 – 12 x 10* 8 ), ikinci grupta 6.5 x 10*8 (3.1- 6.9 x 10*8) MNH toplandı. 1. gurup hastalarda, engraftman süresi nötrofil için 10.6 (9-17) gün, trombosit için 12.8 (9-19) gün bulundu. 2. grup hastalarda nötrofil engraftman süresi 12.6 (9-18) gün, trombosit engraftman süresi 15.4 (12-22) gün bulundu. Sonuç olarak; Kısmi Remisyon elde edilen multipl 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA myelomlu hastalarda, mobilizasyon rejimine Etoposid eklenmesinin, toksisiteyi artırmadığı; Toplanan MNH sayısı daha fazla, fakat engraftman yönünden anlamlı fark bulunmadığı gözlendi. Pediatrik Transplantasyon Poster No: 0039 SMARTRANS (STATE-OF-THE-ART): HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU KARAR DESTEK SİSTEMİ 1Barış Kuşkonmaz, 2Mert Yegül, 2Güçlü Ongun, 3Altan Koçyiğit, 4Salih Aksu, 4Hakan Göker, 1Duygu Uçkan Çetinkaya 1Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Ana Bilim Dalı, Kemik İliği Transplantasyon Bölümü, 2Hemosoft Bilişim Ve Eğitim Hizmetleri, 3Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Enformatif Enstitüsü, 4Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dahiliye Ana Bilim Dalı, Hematoloji Ünitesi Hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) hematolojik, immünolojik hastalıklar ve diğer kalıtsal hastalıklarda yaşam kurtarıcı, ancak morbidite ve mortalitesi yüksek olan bir işlemdir. Bir çok kompleks faktörün karar verme ve takip sürecinde etkin olduğundan HKHT safhalarında sağlık personelinin karşılaştığı problemlere bulduğu çözümler ve uygulamalar hataya açık olmaktadır. HKHT merkezlerinde tedavi başarısının arttırılabilmesi için (1)sağlıklı bir kayıt sistemi oluşturulması, (2)hazırlık rejimi ve tedavi protokollerinin eksiksiz olarak uygulanmasını denetleyecek bir mekanizmanın yapılandırılması, (3)hastalık prognozuna etki edebilecek hastanın sağlık durumunu gösterir kritik parametrelerin sürekli takibinin yapılması, ve (4)HKHT sürecindeki kompleks faktörleri dikkate alarak bu parametrelerdeki değişime zamanında ve etkin müdahale edilebilmesini sağlayacak bir karar mekanizmasının oluşturulması önemlidir. HKHT merkezlerinde etkin bir kayıt, takip ve karar mekanizmasının oluşturulabilmesine katkıda bulunulması amacıyla HÜTF Erişkin ve Pediatrik Hematoloji bünyesindeki HKHT Üniteleri ve Hacettepe Teknokent’te konumlandırılmış Hemosoft Bilişim ve Eğitim Hizmetleri firması işbirliğinde TÜBİTAK tarafından desteklenen “SmARTrans-Kemik İliği Transplantasyonu Karar Destek Sistemi Projesi” geliştirilmiştir. SmARTrans, (i)risk skorlamasına temel oluşturacak hasta başvuru öncesi öyküsünden başlayarak, donör bilgileri, HKHT öncesi hazırlık rejimleri, HKHT işlemi, HKHT sonrası erken ve uzun dönem takibi içeren tüm süreçlerin uluslararası standartlar doğrultusunda kaydı ve takibinin yapılabildiği, (ii)standartlara aykırı değerler ve uygulamalar olduğunda sesli ve görsel uyarı ile yönlendirme mekanizmalarına sahip, (iii)hastalara ve hastalığa spesifik protokollerin uygulanmasında, komplikasyonlara karşı önlemler geliştirilmesinde uzman doktorlara ve konuya yönelik sağlık personeline alternatif 213 çözüm önerileri sunan web tabanlı bir karar destek sisteminin oluşturulması projesidir. Karar destek Sistemi, veri girişlerinin hatasız ve kolay bir şekilde yapılmasını sağlayacak El Bilgisayarı Uygulaması ve sürekli eğitim, bilgilendirme olanakları sağlayacak Web Portalı bileşenleri de içermektedir. SmARTrans yazılımının pediatrik ve erişkin KİT merkezlerinde kullanılmaya başlanması ile (I)tedavi başarısı ve hizmet kalitesinin arttırılmasına, (II)multi-disipliner çalışma ekiplerinin koordinasyonunun iyileştirilmesine, (III)Ar-Ge çalışmaları ve bilimsel yayınlara temel oluşturacak verilerin elde edilmesine, (IV)KİT hastaları, hasta aileleri, sağlık personeli ve uzmanlar için eğitim ve bilgilendirme olanaklarının arttırılmasına, (V)JACIE akreditasyonu için talep edilen kriterlerinin yerine getirilmesine katkı sağlanabilecektir. Sistemi kullanan uzmanlar tarafından yeni veri alanları ve bu alanlarla ilişkili karar destek kuralları tanımlanmasına olanak sağlaması sistemin teknik açıdan yenilik getiren ve dinamiklik sağlayan özellikleri arasında sayılabilir. Poster No: 0040 PEDİATRİK KÖK HÜCRE NAKLİ: KLİNİK SONUÇLARIMIZ 1İbrahim Bayram, 1Fatih Erbey, 1Atila Tanyeli, 1Birol Güvenç 1 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kök Hücre Ve Kemik İliği Nakli Ünitesi Ve Aferez Ünitesi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kök Hücre ve Kemik İliği Nakli Ünitesi fiziki şartlarını düzenleyerek 2006 yılından itibaren tekrar faliyete geçti. Şimdiye kadar ikisi aplastik anemi (birisi fankoni), ikisi myelodisplastik sendromlu, birisi kronik myeloid lösemili, birisi evre-IV nöroblastomlu, birisi non-Hodgkin’s lenfomalı ve santral sinir sistemi tutulumu olan ve beşi ise talasemi majorlu hasta olarak, toplam 12 hastaya kök hücre nakli yapıldı. Hastaların sekizi erkek, dördü ise kız çocuğu idi ve yaşları 4-16 yaş arasında değişmekteydi. Nöroblastomalı hastaya otolog nakil yapılırken, diğerlerine allojenik nakil yapıldı. Kök hücre kaynağı olarak iki hastada kemik iliği, bir hastada kemik iliği ve periferik kök hücre, sekiz hastaya ise periferik kök hücre toplanarak nakil edildi. Allojenik nakil yapılan hastaların üçünde donör anne iken, sekizinde ise kardeşleriydi. GVHD proflaksisi metotreksat ve siklosporin-A ile yapıldı. Buna rağmen dört hastada akut GVHD (evre 2-4), bir hastada ise kronik GVHD gelişti. Trombosit engraftı 13-36 gün arasında, lökosit engraftı ise 11-26 gün arasında oldu. İki hastada CMV, iki hastada bakteri, bir hastada ise mantar enfeksiyonu gelişti ve iki hastada pnömoni, iki hastada sepsis meydana geldi. Overal survival 12 ve 24 ay için %47,5 olduğu saptandı. 214 Poster No: 0041 ÇOCUKLARDA AKRABA DIŞI KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU: TEK MERKEZ DENEYİMİ Gülsün Tezcan Karasu, 1Vedat Uygun, 1Pınar Kurt, 1Zeynep Öztürk, 1Alphan Küpesiz, 1Volkan Hazar, 1M.akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı 1 Geçmişte akut lösemi, ağır aplastik anemi gibi değişik hematolojik bozukluklar ölümcül kabul edilirken, hematopoietik kök hücre nakli konusundaki gelişmeler bu sonucu değiştirmiştir. Bu alandaki ilerlemeler, başlangıçta yalnızca HLA uyumlu kardeşi olanlara sunulan bu tedavi şeklini, kök hücre kaynağı olarak kordon kanı ya da akraba dışı vericilerin kullanılması sayesinde, diğer hastalar için de olası kılmıştır. Çalışmamızda, merkezimizde hematopoietik kök hücre naklinde kök hücre kaynağı olarak akraba dışı donor ya da kordon kanı kullanılan olguların retrospektif değerlendirmesi yapılmaktadır. Haziran 2005- Ocak 2008 tarihleri arasında merkezimizde 36 olguya 37 akraba dışı kök hücre kaynağı kullanılarak nakil yapıldı. Hastaların tanı dağılımları; 6 olgu metabolik hastalık, 5 olgu SCID, 5 olgu AML, 3 olgu ALL, 6 olgu kemik iliği yetmezliği, 3 olgu HLH, 3 olgu KML, 2 olgu Kostmann, 1’er olgu da WAS, JMML ve ALCL idi. Median yaş 4.5 yıl (aralık:8 ay- 17.5 yaş) idi. 20 transplantasyonda kordon kanı (KK), 11’inde periferik kan kök hücre (PKKH), 6’sınde kemik iliği (Kİ) kullanıldı. 17.5 yaşındaki olguya çift ünite KK ile transplantasyon yapıldı. HLA uyumu KK transplantasyonu yapılan olgulardan 9 olguda 6/6, 10 olguda 5/6, 1 olguda 4/6 idi. PKKH kullanılan 11 olgunun 10’unda 10/10, 1 olguda 9/10 uyumlu, Kİ olgularında ise tam uyumlu idi. Hazırlayıcı rejim olarak SCID ve FA olgulara nonmyeloablatif, diğer olgulara busulfan ağırlıklı myeloablatif rejim kullanıldı. GVHH profilaksisi siklosporin A ve metotrexate ile yapıldı, KK kullanılan olgularda metotrexate kullanılmadı. KK nakli yapılan hastalara verilen ortalama çekirdekli hücre sayısı 7,49 (aralık: 1.5-23.5) x107/kg CD34+ hücre sayısı 1,38 (aralık: 0.2-8,97) x105/ kg, median canlılık oranı %68 (15-96) idi. PKKH olgularında ortalama çekirdekli hücre sayısı 17.6 (aralık: 6.2-31.6) x108/kg CD34+ hücre sayısı 14.1 (aralık: 7.7-26.3) x106/kg, Kİ olgularında ortalama çekirdekli hücre sayısı 2.3 (aralık 1.5-8.6) x108/kg, CD34+ hücre sayısı 0.83 (aralık: 0.23-1.2) x106/kg olarak bulundu. Median nötrofil engrafman süresi KK nakli yapılan olgular için 23 gün (aralık 8-66 gün), trombosit engrafman süresi 34 gün (aralık: 12-49 gün ) iken donorden transplant yapılan olgularda median nötrofil engrafman süresi 12 gün (aralık 8-16 gün), trombosit engrafman süresi 14 gün (aralık: 6-130 gün ) olarak belirlendi. SCID 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ ve ALD tanıları ile transplant yapılan 2 olgu, AML tanısı ile transplant yapılmış 1 olgu posttransplant erken dönemde kaybedildi. 1-36 aylık izlem süresinde transplant ilişkili mortalite %13, hastalıksız sağ kalım %64 olarak bulundu. olmakla beraber, transplantasyon öncesi değerlere göre istatistiksel olarak yükseklik saptanmadı. Sonuç: HKHT yapılan pediatrik olgularda, böbrek glomerüler ve tübüler fonksiyonlarının belirli aralıklarla değerlendirilmesi bu olguların uzun dönem takipleri açısından gereklidir. Poster No: 0042 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA Aktürk, 1Mualla Çetin, 1Duygu Uçkan Çetinkaya 1Hacettepe Ün. Pediatrik Hematoloji Ve Pediatrik Kemik İliği Nakli Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kan Bankası 1 3/E Talasemi Busulfan major Endoksan ATG 2 10/E FAA Sepsis EColi Enfex. Sonuç Granulosit Verilme Zamanı(gün) Granulosit Sayısı Tedavi Klebsiella Meropen 12 EColi Teikop +2 İyileşme AmfB 2 Variko Meropen +16 İyileşme 3 3/E JMML Busulfan Kateter Entero- Meropen 4 Endoksan Enfeksiyo bacter Teikop Melfalan ATG +27 İyileşme 4 5/K MHCII Eksikli Busulfan AcEnfex Aspergill Endoksan 2 +30 İyileşme olmadı 5 16/E Busulfan AcEnfex Aspergill AmfB 21 Endoksan V-fend Vepesid +74 İyileşme 6 1/K Osteo- Busulfan Kateter E.Coli Meropen 4 petrozis Endoksan Enfeksiyo Acineto Sulper ATG bacter Teikop +3 İyileşme HLH Fludarabin AcEnfex Endoksan Sepsis ATG Etyoloji Klinik Hazırlık Rejimi Allojenik hematopoetik kök hücre transplantasyonlarında nötropenik dönemde gelişen enfeksiyonlar, mortalite ve morbiditenin en önemli nedenidir. Uygun antibiyotik ve antifungal tedavilerin yanında granülosit süspansiyonu verilmesi, enfeksiyon sağaltımında önemli katkılarda bulunmaktadır. Yeterli donör bulunamaması, donöre G-CSF ve steroid uygulanması, ürün toplamadaki teknik zorluklar ve etkinliğinin tartışmalı olması 1990’lı yıllarda granülosit kullanımını azaltmıştır. Fakat, enfeksiyöz ajanların çeşitliliği ve tedaviye direnç nedeniyle granülosit transfüzyonu son yıllarda tekrar gündeme gelmiştir. Burada Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesinde kök hücre transplantasyonu yapılan hastalarda, enfeksiyon seyrinde granülosit süspansiyonu uygulamalarının sonuçları sunulmuştur. Tanı Hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) sonrası böbrek glomerüler ve tübüler fonksiyon bozukluklarıyla ilişkili veriler çok kısıtlıdır. Bu çalışmada; pediatrik olgularda HKHT’nun glomerüler ve tübüler böbrek fonksiyonlarına etkilerinin çeşitli parametreler kullanılarak araştırılması planlanmıştır. Yöntem: Çalışmada 34 olgu (21 kız, 13 erkek, ortalama yaş 8.2 yıl) prospektif olarak böbrek fonksiyonları açısından izlendi. Renal fonksiyonlar HKHT öncesi 10. günde, posttransplant 30., 100. günde ve transplantasyon sonrası 6. ayda değerlendirildi. Kreatinin klirensi (CrCL), sistatin C temelli formul ve 99mTcDTPA ile glomerüler filtrasyon hızı, idrar beta2-mikroglobulin (B2M) ve beta-N-asetilglukozaminidaz (B-NAG) ekskresyonu, fraksiyone sodyom ekskresyonu (FENa) ve fraksiyone tübüler fosfat reabsorbsiyonu (TP/ClCr) belirtilen günler için hesaplandı. Sonuçlar: Transplantasyonu takiben ilk 100 gün içinde 9 olguda (%26.4) akut böbrek yetmezliği gelişti ve tüm olgular destek tedavileri ile düzeldi. Akut böbrek yetmezliği açısından yaş, cinsiyet, primer hastalık, sepsis, venookluzif hastalık varlığı, akut graft versus host hastalığı ve vankomisin kullanımı risk faktörü olarak saptanmadı. 99mTc-DTPA ile hesaplanan GFR değerlerinde HKHT sonrasında, transplantasyon öncesi değerlere göre istatistiksel olarak azalma saptandı. Renal tübüler fonksiyonlar açısından; %35 olguda BNAG ekskresyonunda, %63 olguda B2M ekskresyonunda artış saptanırken, FeNa’da artış %15, TP/ClCr’de artış %4 olguda saptandı. TP/ClCr için olan değişiklik anlamlı bulunmadı. Transplantasyon öncesi değerlerle karşılaştırıldığında β-NAG ekskresyonundaki artışın 30. günde belirgin olduğu görüldü. Benzer şekilde B2M düzeylerindeki artış da ilk dönemlerde belirgin olarak saptandı. FENa için median değerler transplantasyon sonrası erken ve geç dönemlerde normal değerlerden yüksek PEDİATRİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU YAPILAN HASTALARDA UYGULANAN GRANÜLOSİT TRANSFÜZYON SONUÇLARI: 1Güliz Karataş, 1Yasemin Işık Balcı, 2Salih Aksu, 2Ergan Yaş/Cins Karasu, 5Ayfer Gür Güven, 1Vedat Uygun, 4Fırat Güngör, 3Halide Akbaş, 1M. akif Yeşilipek 1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, 2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı, 3Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Bilim Dalı, 4Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, 5Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nefroloji Bilim Dalı Poster No: 0043 n ÇOCUKLARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONRASI BÖBREK FONKSİYONLARI 2Özgül Güngör, 1Volkan Hazar, 1Gülsün Tezcan AmfB 215 Poster No: 0044 PEDİATRİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONUNDA ORAL SİKLOSPORİN KULLANIMI, 0. VE 2. SAAT DÜZEYLERİ 1Yasemin Işık Balcı, 2Erdem Karabulut, 1Barış Kuşkonmaz, 1Fatma Akyol, 1Mualla Çetin, 1Murat Tuncer, 3İlhan Tezcan, 1Duygu Uçkan Çetinkaya 1Hacettepe Ün. Pediatrik Hematoloji Ve Pediatrik Kemik İliği Nakli Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü, 3Hacettepe Üniversitesi Pediatrik İmmünoloji Siklosporin(CsA), kalsinorin inhibisyonu yaparak immunsupresif etki gösteren, hematopoetik kök hücre transplantasyonunda(HKHT) kullanılan önemli ilaçlardan biridir. Tedavi edici aralığı dardır. Düşük dozda kullanıldığında graft versus host hastalığına(GVHH), yüksek dozda kullanıldığında ise başta hepatik ve renal olmak üzere toksisiteye yol açmaktadır. Ayrıca, gingival hipertrofi, jinekomasti, hipertrikoz gibi yan etkileri vardır. Bu nedenle CsAnın monitorizasyonu oldukça önemlidir. HKHT yapılan hastalarda, sıklıkla CsAnın 0.saat(C0) kan düzeyine göre doz ayarlaması yapılmaktadır. Ancak, C0 düzeyi ile yan etkiler arasındaki çelişkili sonuçlar, hasta izleminde C0 düzey yararının kısıtlı olduğunu düşündürmektedir. n % C0(ng/ml) C2(ng/ml) Organ transplantasyonunda CsA’nın 2. saat kan düzey(C2) monitorizasyonunun hasta izleminde olumlu yansımaları olmuştur.Pediatrik HKHTu yapılan hastalarda C2 düzey ölçümünün etkileri araştırılmamıştır. Bu çalışmada, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kemik İliği Transplantasyonu Ünitesinde 2004-2007 yılları arasında HKHT u yapılan ve oral CsA kullanılan dönemde C0 ve C2 düzey monitorizasyonu yapılan 28 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Sonuç: C0, C2 düzeyi ve C/2 oranının jinekomasti, gingival hipertrofi, hipertrikozis ile ilişkisi saptanmamış, CsA dozunun akut GVHH’da C0 düzeyine göre ayarlandığı görülmüştür. Serum kreatinin düzeyi ile CsA düzeyi arasında pozitif ilişki saptanırken, beklenilenin aksine CsA düzeyi ile serum K düzeyi arasında negatif ilişki dikkat çekmiştir. Na C0 (ng/ml) P 0,96 C2 (ng/ml) P 0,285 C2/0 P 0,51 K -0,026* 0,000* 0,072 0,67 0,95 0,35 Kreatinin 0,038* 0,02* 0,49 Ürik asit 0,4 0,35 0,96 Üre C2/0 Akut GVHH Var 8 28,5 195,3±58,3 792,6±230 4,3±0,8 Poster No: 0045 Yok 20 71,5 136,4±50,06 623,9±260,5 5,0±1,2 0,013* 0,127 0,115 EVRE IV NÖROBLASTOMLU OLGULARDA OTOLOG HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ p Kronik GVHH Var 5 17,8 195,5±58, 811,54±263,5 42,8±0,5 Yok 23 82,2 144,1±54,9 641,8±254,6 5,0±1,2 0,087 0,197 0,267 p VOH Var 3 10,7 103,4±19,8 544,4±161,6 5,3±0,9 Yok 25 89,3 159,3±58,4 687±267,3 4,8±1,2 0,081 0,281 0,393 p Mukozit Var 13 46,5 162,9±59,4 693±267,4 4,7±1,3 Yok 15 53,5 144,9±57,6 653,9±260,9 4,9±1 0,42 0,87 0,9 p Hipertrikozis Var 20 71,5 144,3±58,8 674,3±246,5 5,1±0,9 Yok 8 28,5 141,1±44,9 612,4±259,0 4,9±1,1 0,6 0,88 0,71 p Gingival hipertrofi Var 11 39 133,4±43,3 559,46±232,7 4,6±1,4 Yok 17 61 166,1±63,0 745,0±256,3 5,0±1,0 0,16 0,13 0,29 p Jinekomasti Var 4 14 137,0±28,3 571,1±248,6 4,8±2,0 Yok 24 86 156,0±61,7 688,9±262,8 4,8±1,0 0,79 0,47 0,69 p 216 1 Emel Ünal, 1Nurdan Taçyıldız, 1Gülsan Yavuz, 1Handan Dinçaslan, 1Erol Ayyıldız*, 1Aydan Ikincioğulları, 1Mutlu Arat*, 1Osman Ilhan* 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakultesi Çocuk Saglıgı Ve Hastalıkları Abd, Hematoloji Bilim Dalı Aferez Ünitesi* Nöral krest hücrelerinden köken alan ve tüm çocukluk çağı malign hastalıklarının %8-10’unu oluşturan bir solid tümör olan nöroblastomda tümör biyolojisi hakkında bilgilerimizin artmasına ve lokalize hastalıkta yoğun ve kombine tedaviler ile başarı sağlanmasına karşın,özellikle 1 yaş üzeri ve ileri evre hastaların prognozunda belirgin bir iyileşme sağlanamamıştır.Evre 4 hastalar konvansiyonel tedavi yöntemleriyle uzun dönemde %10-15 sağkalım oranlarına sahiptir.Olguların %85’inin E3 ve E4’de tanı aldığı gözönüne alınırsa nöroblastomalı hastaların büyük bir kısmında bugünkü intensif protokoller, kök hücre desteği ve immunoterapi yaklaşımlarına rağmen halen istenen başarı elde edilememektedir. Pediatrik Kemik iliği Transplantasyon ünitesinde 2003 Ocak-2008 Şubat döneminde otolog periferik kök hücre nakli gerçekleştirdiğimiz 12 olguyu bildirmek istiyoruz. Olguların 6’sı erkek,6’sı kız olup yaşları 16 ay-6 yaş arasında idi (median 3.5y). Olgular evre 4 olup 5. ULUSAL KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU ve KÖK HÜCRE TEDAVİLERİ KONGRESİ hepsinde sürrenal lojda kitle varlığının yanı sıra kemik iliği ve kemik tutulumları ayrıca 2 olguda orbital metastaz, 1 olguda SSS metastazı vardı. Tanıda serumda NSE, ve ferritin düzeyleri, idrarda VMA düzeyleri yüksek bulundu.MYC-N amplifikasyonu 3 hastanın 2 sinde yüksek kopya sayılı idi. Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Nöroblastom tedavi protokoluna göre tedavi edilen hastalar dönüşümlü olarak A3 (Vinkristin 1.5 mg/m2 (1.ve 5.g), Ifosfamid 1.8g/m2 (1-5 g)+ mesna DTIC 250 mg/m2 15g, Adriamisin 20 mg/m2 (1-3 g ) ve A5 (Cisplatin 30mg/m2 1-5 gün, Siklofosfamid 300mg/m2 (1-5 g), VP-16 150mg/m2 (4.ve 5.g) kemoterapi bloklarını alan hastalar 2 blok tedaviden sonra değerlendirildi. Sürrenal loj kitlelerine yönelik cerrahi girişimlerden sonra 2 hastaya primer bölgeye yönelik radyoterapi uygulandı, 1 hastaya ayrıca kraniyospinal radyoterapi uygulandı ve ardından kemoterapi blokları tamamlandı. Periferik CD34 mobilizasyonu için Siklofosfamid 1.8-2.2g/m2 dozda verildi kemoterapi sonrası 24. saatte başlanan G-CSF ile mobilizasyon rejimi uygulandı ortalama 7-10. günde aferez yapılan hastalarda toplanan CD34 sayısı 3.73x106/kg- 5.81x106/kg arasında değişmekte olup ortalama CD34 sayısı 4.76x106/kg idi. Aferez sayısı 2-4 arasında değişim gösterdi.Aferez işleminden 4-6 hafta sonra kök hücre transplantasyonu uygulandı.Rezidüel hastalığı ve MYC-N amplifikasyonu olan 2 hastaya MIBG tedavisi uygulandı Hazırlama rejimi olarak Carboplatin 300 mg/m2/g VP-16 200mg/m2/g, Melfelan 50mg/ m2/g (-7,-6,-5,-4 günlerde) uygulandı. Üç gün aradan sonra 0.gün infüzyon yapıldı.Antimikrobiyal profilaksi ve TPN desteği sağlanan hastalarda nakil sonrası ortalama +13de myeloid,+18de eritroid ve +23de trombosit engraftmanı gerçekleşti.Olgulara +90 günde 160mg/m2/g dozda p.o 2 hafta 13-cis retinoik asit 6 kür 6 ay süreyle başlandı.Bir hasta posttranplant +100 günü geçmediği için değerlendirme dışı bırakıldı,11 hastanın 4’ünde biri 1.ayda 2 si +6.ayda, biri +4.senede nüks etti.Yedi olgu 2057 aydır tam remisyondadır. Poster No: 0046 PEDİATRİK CROHN HASTALIĞINDA OTOLOG HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ (OKİT) 1 Emel Ünal, 1Zarife Kuloğlu, 1Gülsan Yavuz, 1Ceyda Tuna Kırsaçlıoğlu, 1Nuri Alaçakır, 1Nurdan Taçyıldız, 1Erol Ayyıldız*, 1Aydan Kansu, 1Osman Ilhan*, 1Nurten Girgin 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı Aferez Ünitesi* Onbeş yaşında kız hasta 2002 yılında kanlı, mukuslu dışkılama, kilo kaybı yakınmasıyla Anabilim Dalımız Pediatrik Gastroenteroloji bilim dalı- 06 - 09 Mart 2008, XANADU RESORT HOTEL - BELEK ANTALYA na başvurmuş. Gelişme geriliği,solukluk,çomak parmak,anal fissür saptanmış.Rektosigmoidoskopi ve kolonoskopide barsak mukozası Crohn hastalığı ile uyumlu olup biyopsi ile kesin tanı konulan hastaya Sulfasalazin başlanmış, ancak cevap alınamamış ve Meselamine geçilmiş. 5 ay meselamin kullanmış. Buna da cevap vermeyip pediatrik Crohn hastalığı aktivite indeksi yüksek bulununca Ocak 2003’te Steroid başlanmış. Steroid ile hastalık aktivasyonu baskılanmış ve dozu 5 ayda azaltılarak kesilirken meselamin başlanmış, ancak steroid kesildikten 1 ay sonra tekrar alevlenme olması nedeniyle steroid tekrar tedaviye eklenmiş.Ocak 2004te ishalinin tekrar başlaması sonrası steroid bağımlı olduğu düşünülerek 1 yıl süreyle aylık 12 doz anti-TNF-alfa (infliximab) verilmiş, meselamin kesilmiş. Ancak 6 ay süreyle tek başına infliximab tedavisi ile hastalık kontrol altına alınamayınca Haziran 2004’da steroid ve azotiyopürin tekrar başlanmış.Ocak 2007 tarihine kadar 10 mg/gün steroid ve azatiyopürin kullanan hastanın aralıklı olarak karın ağrısı sulu mukuslu dışkılaması olması nedeni ile yapılan kolonoskopide tüm kolon mukozasında ve terminal ileumda aktif Crohn hastalığı ile uyumlu görünüm izlenmiş.Hastaya yapılan karaciğer biyopsisi sonucu 2 adet solid granulom varlığı dikkat çekmiş(Granülomatoz iltihap ve hepatoselluler reaktif değişiklikler).Hastada medikal tedavi ile yeterli yanıt alınamaması, Crohn hastalığında cerrahi tedavi başarısının sonradan görülebilecek komplikasyonlara bağlı olarak sınırlı kalması nedeniyle Nisan 2007 tarihinde OKİT planlandı.Periferik kanda CD34 mobilizasyonu için 2g/m2 siklofosfamid + ürometaksan verildi 24 saat sonra 10mcg/kg/gün G-CSF başlandı. Aferezle 6,3x106/kg CD34(+) hücre toplandı. Hastaya EBMT otoimmun hastalıklar protokoluna göre -10. günde antimikrobiyal profilaksi başlandı.Hazırlama rejimi olarak Siklofosfamid 50mg/kg/g(-5,-4,-3,-2de ), Tavşan ATG 12mg/kg/g (-4-3-2 de) ve ATG dozlarıyla birlikte metilprednisolon 20mg/kg/g verildi. Son siklofosfamid dozundan 48 saat sonra 0.günde 5,6x106/kg CD 34(+)hücre infuze edildi. Aynı gün G-CSF başlandı. Kan ürünleri ve TPN desteğiyle hasta izlendi.+9. gün myeloıid egraftman, +10. gün eritroit engraftman +17 . gün trombosit engraftman gelişti. Otolog kök hücre nakli komplikasyonsuz tamamlandı. Hastanın semptomları baskılandı, şekilli dışkılamaya başladı, kilo artışı oldu ancak posttransplant 3.ayda ishalleri başladı, Hastalığı aktivasyon gösterdi. Halen steroid ve FK506 tedavisi almakta olan bu olgu ülkemizde OKİT yapılan ilk pediatrik Crohn olgusu,literatürde 12 olguluk 217