27.08.2017 Sayı -23- Sedasyon » 3 Derginin amacı içeriği ve iletişim bilgileri... » Bilim 4-5 Bilimsel faaliyetler ve sağlıklı yaşam üzerine... » Felsefe 6-7 Düşünce tarihi ve filozoflar üzerine... » Kültür Sanat 8-9 Sanatsal faaliyetler ve eşsiz örnekleri üzerine... » Edebiyat 10-11 Edebiyat tarihinden örnekler ve incelemeler üzerine... » Sinema 12 Keşfedilmeyi bekleyen ve iz bırakan filmler üzerine... » Teknoloji 13-14 Güncel web siteleri ve yazılım incelemeleri üzerine... » Kaynakça 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] Sedasyon, güncellendiği süre boyunca ücretsiz olarak yayımlanmayı kendisine amaç edinmiş bir internet dergisidir ve editörü tektir. Bu dergi, okuyucunun dikkatini dağıtma ihtimali olan tüm kirlilikten arındırılarak minimal bir tarzda tasarlanmıştır. Sedasyon’un pdf formatında paylaşılmasının temel nedeni, derginin çıktısının kolaylıkla alınabilmesine ve okuyucunun evinde veya işyerinde fiziksel basılı bir materyal olarak farklı insanlarla paylaşabilmesine olanak sağlamaktır. Dergide yayınlanan her türlü bilginin kaynağı, kaynakça kısmında belirtilecektir. Sağlığı tartışmalı olan hiçbir bilgiye yer verilmemesine dikkat edilecek ve okuyucu tarafından tespit edilen hatalı bilgiler bir sonraki sayıda düzeltilmiş şekilde okuyucularla paylaşılacaktır. Sedasyon, paylaşılması, araştırılması ve incelenmesi istenen konuları ve okuyucu tarafından gönderilmiş, yayıma uygun her türlü bilgiyi araştırmaya veya paylaşmaya daima açıktır. Dergi hiçbir okuyucuya kesinlikle abonelik usulü ücretli olarak satılmayacağı gibi, varlığının mevcudiyetini koruyabilmek için bağış ve minimal tarzda tasarlanacak reklamlara da açıktır. Görüş ve önerileriniz derginin mevcudiyeti için önemlidir. Her geçen günün sağlık, huzur, mutluluk getirmesi dileği ve de dost sevgilerimle. Editör -3web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Mineraller Mineral: Doğal yoldan oluşmuş, inorganik, karakteristik bir atomik iç yapısı (kristal yapısı), belli bir kimyasal bileşimi (formülü) olan, sabit veya belli sınırlar içinde değişebilen fiziksel özellikleri olan maddelere mineral denir. Doğal Olarak Oluşan İnorganik Maddeler Doğal olma ölçütü mineralleri insanın ürettiği tüm maddelerden ayrı tutar. Bu nedenle sentetik elmaslar ve yakutlar ile yapay olarak üretilen diğer maddeler mineral olarak değerlendirilemez. Mineralin tanımına göre hayvansal ve bitkisel maddelerin mineral olmaması gerekir. Ancak, mercanlar, midyeler ve çok sayıda diğer hayvan ve bitkileri de içine alan bazı organizmalar kavkılarını ya aragonit ya da kalsit minerali olan kalsiyum karbonat (CaCO3) bileşiğinden ya da kuvars mineralindeki silisyum dioksitten (SiO2) oluşturur. Kristal Yapısı: Mineraller, kendini oluşturan atomlarının, halit mineralindeki gibi düzenli, üç boyutlu bir çatıda dizildiği kristalin katılardır. Boşluktaki gibi ideal koşullar altında mineral kristalleri gelişerek düzlemsel yüzeylere (kristal yüzleri), keskin köşelere ve düz kenarlara sahip mükemmel kristaller oluşturur. Bir başka deyişle düzgün geometrik şekilli iyi oluşmuş bir mineral kristali, düzenli bir iç atomik yapının dışa yansımasıdır. Tüm katı maddeler, kristal yapılı değildir; örneğin doğal ve yapay cam, düzenli atom diziliminden yoksundur ve “şekilsiz” anlamına gelen amorf olarak adlandırılır. Atomların düzenli iç yapıda çatıya sahip olduğu bir katı için kristalin kullanılırken kristal, düzlemsel yüzeylere (kristal yüzleri), keskin köşelere ve düz kenarlara sahip bir geometrik şekildir. Bu yüzden kristal, kristalin bir yapının dışa vurumudur. Kristalin katılar olan mineraller her zaman iyi oluşmuş kristaller ortaya çıkarmaz. 1669 yılında Danimarkalı bilim adamı Nicolas Steno farklı kuvars örneklerindeki eşdeğer kristal yüzeylerinin kesişim açılarının aynı olduğunu belirledi. O zamandan beri bu yüzeylerarası açıların değişmezliği yasası boyutlarına, şekillerine, yaşlarına ve coğrafi konumlarına bakılmaksızın diğer pek çok mineralde de kanıtlanmıştır. Steno, mineral kristallerinin çok küçük, benzer yapı bloklarından yapıldığını ve bu yapı bloklarının diziliminin mineral kristallerinin dış şeklini belirlediğini vurguladı. Kısacası Steno’nun minerallerin dış görünüşünün kristalin iç yapısından kaynaklandığını ortaya atmış ve bu daha sonra kanıtlanmıştır. Minerallerin Kimyasal Bileşimi: Kimyasal bir formülle gösterilen mineral bileşimi, minerali oluşturan farklı elementlerin atom sayılarını göstermenin pratik bir şeklidir. Kuvars minerali her iki oksijen (O) atomuna karşılık bir silisyum (Si) atomu içerir ve bu yüzden SiO2 formüllüdür. Ortoklaz bir potasyum, bir aluminyum, üç silisyum ve sekiz oksijen atomundan oluşur (KAlSi3O8). Doğal elementler olarak bilinen birkaç mineral tek bir elementten oluşur. Grafit ile elmas karbon (C); gümüş (Ag), platin (Pt) ve altın (Au) ile temsil edilir. Birçok mineralin kimyasal bileşimi değişmez. Kuvars hep silisyum ve oksijenden (SiO2) oluşur, halit yalnızca sodyum ve klor içerir (NaCl). İki ya da daha çok elementin atomları yaklaşık aynı büyüklük ve yükte ise bir element diğerinin yerini alabileceğinden diğer mineraller bir bileşim aralığına sahip olur. -4web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Mineraller Demir ve magnezyum atomlarının yaklaşık aynı büyüklükte olduğuna dikkat edin; bu nedenle birbirlerinin yerlerini alabilirler. Olivin mineralinin silisyum ve oksijenle birlikte sadece magnezyum, sadece demir ya da her ikisini birden içerdiği anlamına gelen kimyasal formülü (Mg,Fe)2 SiO4’dur. Aslına bakılırsa olivin terimi genellikle hem demir hem de magnezyum içeren minerallerde kullanılırken forsterit sadece magnezyum iceren olivin (Mg2SiO4), sadece demir iceren olivin (Fe2SiO4) fayalit olarak bilinir. Çok sayıda başka mineralin de bileşim aralıkları dizileri olduğundan bunlar gerçekte birkaç üyeli mineral gruplarıdır. Parlaklık: Parlaklık (renkle karıştırılmamalı), mineralin yüzeyinden yansıyan ışığın niteliği ve şiddetidir. İki temel parlaklık tipi vardır: metal görünümüne sahip olan metalik (galen) ve metalik olmayan parlaklık. Camsı ya da cama benzer (kuvarstaki gibi), donuk ya da topraksı, mumsu, yağsı ve parıltılı (elmastaki gibi) parlaklıklar, metalik olmayan birkaç parlaklık tipi arasındadır. Renk: Bazı minerallerin tanımlanmasında en belirgin fiziksel özellik olan renk tüm mineraller için geçerli değildir. Buna rağmen minerallerin tanımlanmasına yardımcı olan renk üzerine bazı genellemeler yapılabilir. Olivin zeytin yeşili renkte olmasına rağmen ferromagnezyen silikatlar tipik biçimde siyah, kahverengi ya da koyu yeşildir. Öte yandan ferromagnezyen olmayan silikatların renkleri epey değişir ama nadiren koyudur. Bu silikatların cok daha tipik olan renkleri beyaz, krem, renksiz, pembenin tonları ile soluk yeşildir. Metal parlaklığına sahip minerallerin renginin metal olmayan minerallerin renginden daha tutarlıdır. Örneğin galen hep kurşun grisi renkteyken pirit pirinc sarısı rengindedir Aksine metal olmayan bir mineral olan kuvarsın rengi renksiz, dumansı kahverengiden siyaha, pembe, sarı– kahverengi, süt beyazı, mavi ya da menekşeden mora kadar değişir. Sertlik: Sertlik, aşınmaya karşı mineralin direnci olarak tanımlanır ve çoğunlukla iç yapısı ile denetlenir. Örneğin grafit ve elmasın her ikisi de karbondan oluştuğu halde grafitin sertliği 1-2, elmasınki ise 10’dur. Avusturyalı bir jeolog olan Friedrich Mohs, 10 mineral için göreli bir sertlik ölçeği geliştirdi. Bilinen en sert mineral olan elmasa 10 öteki minerallere de daha düşük değerler vermiştir. Göreli sertlik Mohs sertlik ölçeğiyle kolaylıkla belirlenebilir. Kuvars fluoriti çizerken fluoritle çizilmez, jips tırnakla çizilebilir vb. Özgül Ağırlık: Burada aşağı yukarı eşlanlamlı kullanmamıza rağmen özgül ağırlık ve yoğunluk ayrı kavramlardır. Bir mineralin özgül ağırlğı, ağırlığının eşit hacimdeki saf suyun ağırlığına olan oranıdır. Dolayısıyla özgül ağırllığı 3 olan bir mineral, sudan 3 kat daha ağırdır. Tüm oranlarda olduğu gibi özgül ağırlık da gr/ cm3 olarak ifade edilmez, boyutsuz bir sayıdır. Aksine yoğunluk, birim hacim başına mineralin kütlesi (ağırlığı) olup gr/cm3 cinsinden ifade edilir. Böylece galenin özgül ağırlığı 7.58 ve yoğunluğu da 7.58 gr/cm3 dür. Özgül ağırlık ve yoğunluk, mineralin bileşimine ve yapısına göre değişir Dilinim (foliasyon): Tüm minerallerin sahip olmadığı dilinim, bir mineral kristalinde bağların kuvvetiyle belirlenen yumuşak bir zayıflık düzlemi ya da düzlemleri boyunca kırılma ya da ayrılma eğilimi göstermeözelliğidir. Dilinim, niteliği (mükemmel, iyi, zayıf), yönü ve dilinim düzlemlerinin kesişme açılarına göre belirtilir. -5web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » İslam Felsefesi Ortaçağ felsefesinin bir diğer önemli ve özgün felsefe geleneği İslam felsefesidir. İslam felsefesi, Batı’nın Patristik felsefenin ardından ağır bir “Karanlık Çağ”a girdiği sırada, kültür tarihinde özellikle bilginin sadece korunmasına değil fakat yeni katkılarla zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuş; bu anlamda, antik felsefe ile 12. yüzyıl sonrası Skolastik Hıristiyan felsefesi arasında köprü görevi yerine getirmiş bir felsefe geleneği olarak ortaya çıkmıştır. İslam felsefesine Müslümanlar dışında da katkıda bulunanlar olduğu ve İslam felsefesi sadece Arap dilinde ifade edilmediği için İslam felsefesi çok genel bir biçimde, bir bütün olarak İslam kültüründen doğmuş olan felsefe geleneği diye tanımlanabilir. Felasife ve Hikmet: İslam felsefesi, elbette, değişmez bir gündemi ve belli amaçları olan standart ve yekpare bir felsefe geleneğini ifade etmez. Söz konusu felsefe içinde çok çeşitli felsefe akımları, alternatif felsefe tasavvurları bulunur. Sözgelimi, Meşşai felsefe Yunan tarzı felsefeyi önemli ölçüde takip eder, buna mukabil tasavvufi felsefe, kendisine belirleyici ilke veya harekete geçirici düşünce olarak, mistik bilgi ilkesini alır. Sadece bu iki ayrı felsefe akımı ya da tarzı bile, Ortaçağ İslam felsefesi’nde, farklı felsefe kavrayış ya da tasavvurlarının serpilmiş olduğunu göstermeye fazlasıyla yeter. Buna göre, 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar yaklaşık üç yüzyıl boyunca temsil edilen Meşşai felsefe, İslam dünyasında Grekçe philosophianın karşılığı olan felasifeyi ifade eder. Başka bir deyişle, Antik Yunan’a özgü felsefe tarzının veya akılyürütme biçiminin geleneksel İslami metodolojilerinden olan farklılığına işaret edilmek üzere, onda Batılı anlamda rasyonel felsefeye karşılık gelecek şekilde, felasife deyimi kullanılmıştır. Tasavvufi ya da İşraki felsefe tarafından temsil edilen alternatif felsefe tasavvuru ise hikmet olarak tanımlanmış veya sınıflanmıştır. Buna göre, felasife ya da felsefenin varolanların bilgisini ifade ettiği yerde, çok daha geniş bir anlamda kullanılan hikmet, gerçeklikle ilgili ruhu dönüştürmeye yarayan araştırmayı ifade eder. Gerek Kuran’ı ve gerekse evreni ilahi vahyin, yorumlanmaya muhtaç veçheleri ya da temel unsurları olarak gören söz konusu hikmet olarak felsefe anlayışı, doğallıkla İslam felsefesini, vahyin sonucu olan kutsal metin üzerine hermeneutik bir araştırmaya dayanan bir “peygamber felsefesi” haline getirir. Bu felsefe türü, dolayısıyla daha geniş bir konular yelpazesini, sözgelimi insan varlıklarını, Bir Olan’ı ya da Saf Varlığı, evrensel varlık hiyerarşisinin derecelerini, evrenin bir bütün olarak kendisini ve nihayet, Tanrıya dönüşü ele alır. Söz konusu felsefenin amacı, evrendeki tözlerin ve arazların kuramsal bilgisi yanında, bütün bu varlıkların mevcudiyetini, ruha evrenin sınırlarından kurtulma imkânı verecek şekilde deneyimlemek olarak ortaya çıkar. Bu çok daha genel felsefe tasavvurunda, evren bireye dışsal ve yabancı bir şey olarak değil fakat ruhun yaptığı seyahatte geçtiği evrelerin bir dizisi olarak değerlendirilir; bu yüzden, o evreni rasyonel bir biçimde anlamaya çalışmak yerine, insanın evrendeki ilahi gizemi temaşa ederken, yaşadığı derin şaşkınlık ve aczi analiz etmeye çalışır. Söz konusu hikmet olarak felsefe tasavvurunun veya İslam felsefesini dar felasife anlayışından ziyade hikmetle karakterize olan bir düşünce geleneği olarak görmenin en büyük avantajı, onun İslam felsefesini hiçbir özgünlüğü olmayan, onu sadece yabancı bir kültürden aktarılmış bir düşünce formu olarak değerlendirme hatasından bağışık olmasından kaynaklanır. -6web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » İslam Felsefesi Yunan felsefesi İslam felsefesinin gelişiminde hiç kuşku yok ki çok büyük ve önemli bir rol oynamıştır. Nitekim İslam felsefesi Meşşai felsefe geleneği içinde en az üç yüzyıl boyunca Yunan felsefesine özgü ilgilerle, Yunan felsefesinin temin ettiği kavramsal araçlarla çalışmıştır. Fakat İslam felsefesi salt Yunan felsefesine özgü ilgilerle belirlenen bir felsefe olmadığı gibi, felasife anlamında Meşşai felsefe bile, Yunanlıya ait düşüncelerin İslami konu ve problemlere olduğu gibi uygulanmasından oluşmaz. Meşşai felsefenin ana ilkeleri Antik Yunan felsefesinde bulunsa bile, bu ilke Müslüman filozoflar tarafından radikal bir biçimde dönüştürülüp, ayrıntılı olarak geliştirilmişlerdir. Buradan yola çıkarak, İslam felsefesinin farklı felsefe tasavvurlarını, çeşitli entelektüel, politik ve manevi hareketleri kuşatan oldukça kompleks bir düşünce fenomenine karşılık geldiğini söyleyebiliriz. İslam felsefesinin doğuşuna etki yapmış olan üç önemli tarihsel faktör olduğu kabul edilir. Bunlardan birincisi, İslami kültürün, başlangıçta kendisine yabancı kültürel kaynakların etkisinde kalması olgusu ve farklı dini ve entelektüel topluluklar arasındaki entelektüel rekabettir. Gerçekten de İslam uygarlığı 622’deki doğuşu ve yaklaşık seksen yıl süren çok hızlı yayılışı boyunca, Arap yarımadasını kuşatan hayli gelişmiş kültürlerle karşı karşıya kalmıştı. Sözgelimi hayli rafine kültürleri ve yerleşik dini yapılarıyla Pers ve Bizans imparatorlukları, İslam uygarlığı için gerçek bir tehdit ve meydan okuma oluşturdu. Müslüman yöneticilerin, daha önce bu imparatorlukların bünyesinde yer alan milletler sonradan İslam’a dönüp kendi kültürel kazanımlarını İslami dünya görüşüne dahil edince, ayrı hukuki sistemlere, eğitim anlayışı ve sanatsal ifade biçimlerine sahip olan bu milletlerin geleneksel ardalanlarını İslam kültürüyle ahenkli hale getirmede, İslam diniyle Arapçanın temin ettiği politik birliğe rağmen çok zorlandıkları söylenebilir. Yine, yeni sosyoekonomik koşulların yol açtığı problemlerin çözüm bekliyor oluşu da düşüncenin yüzünü başka dünyalara çevirmesi ve gelişimi açısından önemli bir faktör olmuştur. Nitekim Emeviler, bu ilk kuruluş döneminde, sadece Kuran’ın ve Hadis’ten çıkartılacak derslerin veya ilkelerin toplumsal ve politik hayatta karşılaşılan bütün problemleri, hatta dini ve ahlaki konularla ilgili meselelerin tümünü çözemeyeceğini açıklıkla gördüler. Bu yüzden, Emeviler ve İslam dünyasının idaresini yedinci yüzyıldan itibaren onlardan devralan Abbasiler, İslam kültürüne yabancı kaynak ve yöntemlerin, hiç olmazsa bu dünyada karşılaşılan çok çeşitli problemlere uygulanabilirlikleri açısından incelenip değerlendirilmesinin kaçınılmaz olduğu sonucuna vardılar. İslam bilgiye dayanan bir din olduğu için İslami olmayan bu kaynak ve belgelerin incelenmesi hiçbir zaman bir tehdit olarak görülmedi. İşte bu durum ya da faktör, elbette başkaca unsurlarla birlikte İslam felsefesinin doğuşuna önemli bir katkı yapan Yunan felsefesinin çeviriler yoluyla İslam dünyasına naklinde, hiç kuşku yok ki en belirleyici rolü oynamıştır. Öte yandan, politik ve etik alanda gerekli kuramsal ilkelerden yoksun olma tercüme faaliyetini hareket geçiren en önemli faktör olmakla birlikte, bunda 7. yüzyılda İslam dünyasının entelektüel potansiyelini eski kültürler karşısında sınamak ya da ölçmek için sabırsızlanan yükseliş halindeki bir kültürü temsil etmekte olmasının da belli bir rol oynadığını unutmamak gerekir. Devamı Sayı -24- 7web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu, 1299 yılında OSMAN BEY tarafından kurulmuştur. Osman Bey’in 1299’da bağımsızlığını ilan etmesine zemin hazırlayan gelişme; Moğol-İlhanlıların,Anadolu Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubad’ı İran’a götürmeleri üzerine Anadolu’da ortaya çıkan otorite boşluğudur. Osman Bey; Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin ve Mu’înüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey olarak anılmıştır; vefatından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur. OSMANLI DEVLETİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ · Tek bir hanedanın hüküm sürdüğü en uzun ömürlü devlettir. · Türk devletleri içinde en uzun süre yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşanıdır. · Türk devletleri içinde merkezi otoritesi en güçlü olanıdır. · Kültür ve uygarlık alanında en ileri olan Türk devletidir. · Mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullanır. Ancak, I.Ahmet dönemine kadar veraset yasası belirgin değildir. · Şeriat hukuku ile yönetildiğinden teokratik, mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullandığından monarşik devlet yapısı görülür. · Fetih temeline dayandığından askeri; etnik yapı çeşitli olduğundan çok uluslu bir imparatorluktur. Ancak sömürgeci olmamıştır. OSMANLI SİYASİ TARİHİNİN DÖNEMLERE AYRILMASI a. KURULUŞ (1299–1453) Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu - İstanbul’un Fethi b. YÜKSELME (1453–1579) İstanbul’un Fethi - Sokullu’nun Ölümü c. DURAKLAMA (1579–1699) Sokullu’nun Ölümü - Karlofça Antlaşması d. GERİLEME (1699–1792) Karlofça Antlaşması- Yaş Antlaşması e. DAĞILMA-YIKILIŞ (1792–1922) Yaş Antlaşması-Saltanatın kaldırılması Teşkilatlanması açısından Kuruluş Döneminde izlediği seyir Ertuğrul Gazi Osman Gazi Orhan Gazi I. Murat Fatih S. Mehmet Aşiret yapısı Aşiret’ten Beyliğe geçiş dönemi Beylikten Devlet’e geçiş dönemi Devlet teşkilatlanmasının tamamlanması Mutlak Merkeziyetçi İmparatorluk halini alış dönemi KURULUŞ DÖNEMİ PADİŞAHLARI 1) I.Osman (1281–1326) 2) Orhan Bey (1326–1362) 3) I.Murat (Hüdavendigar) (1362–1389) 4) I.Bayezid (Yıldırım) (1389–1402) 5) 1.Mehmet (Çelebi) (1413–1421) 6) II.Murat (1421–1451) 7) II.Mehmet(Fatih) in ilk iki yılı (1451–1453...) -8web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Osmanlı İmparatorluğu YÜKSELME DÖNEMİ PADİŞAHLARI (1453–1579) Fatih (II.Mehmet) II.Bayezid Yavuz Sultan Selim (I.Selim) Kanuni Sultan Süleyman (I.) II.Selim II.Murat (1453 - 1481) (1481 - 1512) (1512 - 1520) (1520 - 1566) (1566 - 1574) (1574 - 1595) DURAKLAMA DÖNEMİ PADİŞAHLARI (1579-1699) 1- III.Murat 2- III.Mehmet 3- I.Ahmet 4- I.Mustafa 5- II.Osman (Genç) 6- IV.Murat 7- I.İbrahim 8- IV.Mehmet 9- II.Süleyman 10- II.Ahmet 11- II.Mustafa (1574-1595) (1595-1603) (1603-1617) (1617-1618/1622-1623) (1618-1622) (1623-1640) (1640-1648) (1648-1687) (1687-1691) (1691-1695) (1695-1703) GERİLEME DÖNEMİ (1600-1792) 1- II.Mustafa (1695-1703) (IV. Mehmet’in oğlu) Karlofça’yı imzalayan 2- III.Ahmet (1703-1730) (IV. Mehmet’in oğlu) Lale Devri 3- I.Mahmut 1730-1754) (II. Mustafa’nın oğlu) Kapitülasyonlar 4- III.Osman (1754-1757) (II. Mustafa’nın oğlu) Nur-u Osmaniye Camii 5- III.Mustafa (1757-1774) (III.Ahmet’in oğlu) Cülus Bahşişini son dağıtan 6- I.Abdülhamit (1774-1789) (III.Ahmet’in oğlu)-Küçük Kaynarca’yı imzalayan 7- III.Selim (1789-1807) (III.Mustafa’nın oğlu) Nizam-ı Cedit’i kuran DAĞILMA DÖNEMİ (1792-1918) II.Mahmut Abdulmecit Abdulaziz V. Murat II. Abdulhamit V. Mehmet(Reşat) (1808-1839) (1839-1861) (1861-1876) (1876) (1876-1909) (1909-1918) -9web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Edebiyat Akımları · Hümanizm Lâtince “homo”(insan) veya “humanus”tan (insan) gelen “hümanizm” kelimesi, Batı dillerinde XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren görülmekle birlikte, 1850’lerde yaygın bir biçimde ve bugünkü anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hümanizm’in genel anlamı; “insanlık aşkı, insaniyete muhabbet, insancıllık/insancılık; insanı, renk, ırk, din ve mevkiini dikkate almadan sevmek, onun hayrını düşünmek özel anlamı; “Rönesans çağında Eski Yunayı ve Lâtin edebiyatına dönüp ona değer vereyi, tanıtan, araştıran öğreti”; felsefî anlamı ise; “insanî değerlerin savunulmasını esas alayı dünya görüşü”., veya “Genel olarak, akıllı insan varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâkî gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü alana hiç başvurmadan, doğal yoldan gerçekleştirebileceğini belirten ve bu çerçeve içinde insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plâna çıkartan felsefî akımdır. Hümanist Edebiyatın İlke ve Nitelikleri: Hümanist felsefe ile Rönesans ve reform hareketlerinin yaşandığı dönemin elbette ki kendine has bir sanat/edebiyat anlayışı ve bu anlayışa göre şekillenmiş bir sanat/edebiyatı vardır. XV. asrın sonundan XVII. asrın başlarına kadarki dönemde esas olan hümanist sanat/edebiyat veya Rönesans dönemi sanat/edebiyatının temel ilke ve niteliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Antik Yunan ve Lâtin Sanat/Edebiyatını Örnek Alma: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, hümanizm gücünü Antik Çağa dönüşten almaktadır. Hümanist sanatkâr, Antik Yunan ve Lâtin kültür ve sanatına dönerek onu kendine örnek alır. Dogal olarak bu tavır, An- tik Yunan ve Lâtin kültürünün estetik ideallerini bağlanmayı ve bu kültürün eserlerini ihtiva ettikleri dünya görüşü, konusu, biçimi, dil ve üslûptan açılarından örnek almayı ve -bir anlamdataklit etmeyi beraberinde getirmiştir. Ancak bunun basit bir taklit olmadığını söylemek gerekir. Hümanist sanatkâr, Antik dönem sanatkâr ve eserlerinin üstün yanlarını alıp kendi sanat ve zevk potasında yeniden yoğurarak eserini yazmaya çalışır. Hümanist edebiyat, Eflâtun’dan ziyade Aristo’nun sanat ile ilgili görüşleri; bu görüşlerin yeniden yorumu üzerine oturur. Yani sanatta asıl olan kural, mimesis (taklit, yansıtma) dir. Bununla birlikte Hıristiyanlık, hümanist sanatta varlığını korur. Ancak sanatın Orta Çağa göre çok daha dünyevî, beşerî ve aklî olduğu da bir gerçektir. Hıristiyanlık öğretisinin dünyevi gerçeklikle karşılaştıran dönemin en tipik eserinin Boccaccio’nun “Decameron”u olduğu söylenebilir. İnsanı Sanatın Konusu Yapma: Hümanist sanat/edebiyatın asıl konusu insandır. Elbette bu insan, evrensel insandır. Hümanistlere göre, doğuştan birtakım zaaflara sahip olan insan, eğitimle belli bir ruh-beden dengesine ulaşabilecek potansiyele sahiptir. Zira insan, bir Tanrı melekesi olan akla sahip ve bu aklı sayesinde Tanrı’ya en yakın varlıktır. Bu sebeple o sorumluluk sahibidir, iyi insan, inançları ile aklı arasında bir denge kurabilmiş; iradesini Tanrı iradesinin emrine verebilmiş olandır. Hümanist sanat/edebiyatın amacı, insanı cennetteki kusursuzluğuna doğru götürmektir. Bu sebeple bu sanatın muhtevası, rasyonalizm, denge ve düzen kavramları çerçevesinde ifadesini bulur. Amacı da zevk vererek eğitmektir. - 10 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Edebiyat Akımları · Hümanizm Evrensel Olma: Hümanizm, adı üstünde insancıllığı esas aldığı; yani bütün insanları veya insanlığı kucaklama arzusunda olduğu, Eski Yunan ve Lâtin’i örnek ve ideal kabul ettiği için, sanatkârın içinde yaşadığı çağa, topluma ve bunların millî ve mahallî değerlerine uzak kalmıştır. Önemli olan şu veya bu toplumun, zamanın, mekânın şu veya bu insanı değil, genel ve evrensel olanın anlatılmasıdır. Bu sebeple hümanistler millî değil, evrenselcidir. Aristokrat Olma: Hümanist sanat/edebiyat, büyük ölçüde aristokrattır. Sanatkârların büyük bir kısmı asilzade ve askerdir. Daha da önemlisi, sanatkârların önemli bir kısmı değişik sıfat veya görevlerle kralların, derebeylerin, kilisenin hizmetinde bulunan insanlardır. Kral ve soyluların kanatlan akındaki sanatkâr, sanatını saray ortamında ve efendisinin zevki çerçevesinde şekillendirir. Hümanist sanatın söz konusu aristokratlığındaki bir başka sebep, dayandığı ve örnek aldığı kaynaktır. Çünkü Lâtinceyi belli bir kesimin dışındaki halk bilmez. Dil, Üslûp ve Şekil Endişesi: Hümanist sanat/edebiyat, her geçen gün biraz daha güçlenen ve belirginleşen bir dil, üslûp ve şekil endişesine sahiptir. Söz konusu endişe, hem esas olan kaynak ve o kaynağın eserlerinden hem de eserin içinde hayat bulduğu ortamdan kaynaklanır. HÜMANİSTLER VE ESERLERİ Dante Alighieri (1265-1321): İtalyan edebiyatının kurucusu ve Rönesans’ın hazırlayıcısı şair. Eserleri: İlâhî Komedya, Yeni Hayat, Canzoniere. Francesco Petrarca (1304-1374): İtalyan şairi. Eserleri: Canzoniere, Trionfi, Le Rirne. Giovanni Boccacio (1313-1375): Hikâye türünün yaratıcısı ve ilk yazarı, İtalyan asıllı yazar hikâyelerini “Decamerone” adlı kitabında toplamıştır. Eserleri: Flostirato, Ameto, Flocolo. François Rabelais (1490-1553): Fransız yazar ve düşünürü. Eserleri: Pantagruel, Gargantua, Üçüncü Kitap, Dördüncü Kitap, Beşinci Kitap. Pierre de Ronsard (1524-1585): Rönasans devrinin Dante’den sonra en ünlü Fransız asıllı şairidir. Eserleri: Aşklar; Odlar, Eglogalar. Michel de Montaigne (1533-1592): Serbest düşüncenin öncülerinden olan meşhur Fransız yazarı. Tek eseri “Denemeler” adını taşır. Migel de Cervantes (1547-1616): İspanyol edebiyatının ünlü yazan. Galatea ve Don Kişot romanlarıyla tanınır. William Shakespeare (1564-1616): İngiliz ve dünya tiyatro edebiyatının büyük sanatkârı. Eserleri: Windsorlu Şen Kadınlar, Yanlışlıklar Komedisi, Kum Gürültü, Beğendiğiniz Gibi, Hırçın Kız (komedi), Venedik Taciri, Fırtına (dram), Romeo ve Juliet, Hamlet, Julius Caesar, Machbeth, Othello, Kral Lear (trajedi). - 11web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Sinema 1- Psycho Yönetmen: Alfred Hitchcock Senarist: Robert Bloch · yazan / Joseph Stefano · uyarlayan Oyuncular:Anthony Perkins, Janet Leigh, Vera Miles Yapım yılı: 1960, ABD Süre: 109 dakika Konu: Marion (Janet Leigh) ve sevgilisi Sam (John Gavin), evlenmek istedikleri halde, evlilik için yeterli paraları olmadığı için evlenemezler. Marion’un patronu banka hesabına yatırması için 40 bin dolar verince, Marion parayı çalar ve Phoenix’i terk eder. O geceyi yol üzerinde bir motelde geçirecektir. Marion ile arkadaş olan motelin genç sahibi Norman Bates (Anthony Perkins), Victoria döneminden kalma büyük bir konakta, hasta ve zor bir kadın olan annesiyle birlikte yaşadığını anlatır ve Marion’u eve davet eder. Marion gece yatmadan önce duş alırken yaşlı kadın ansızın ortaya çıkar ve duştaki Marion’u bıçaklayarak öldürür. Dakikalar sonra ortaya çıkan Norman büyük bir soğukkanlılıkla yerdeki kan izlerini temizler ve Marion’un cesedini kucağına alarak, kızın arabasının bagajına yerleştirir. Sonra da arabayı yakındaki göle doğru sürerek gölün çamurlu sularının cinayet kanıtlarını yutmasını izler. 2- Vengo Yönetmen: Tony Gatlif Senarist: Tony Gatlif Oyuncular: Antonio Canales, Orestes Villasan Rodríguez Yapım yılı: 1987, İspanya, Fransa, Almanya, Japonya Süre: 90 dakika Konu: Caco, gururlu ve yakışıklı bir adamdır. İyi bir aile babasıdır ve toplum içinde güçlü ve saygın bir yere sahiptir. Ancak çok sevdiği kızının ölümü ile derinden sarsılıp küçücük parçalara dağılır. Sıklıkla kızının mezarını ziyarete gider. Fotoğrafına bakarak ağlar ve içideki o derin sevgi ve korumak iç güdüsünü bütünü ile yeğeni Diego’ya yönlendirir. Öte yandan Diego’nun babası yani Caco’nun kardeşi Caravaca Ailesi’nden birini öldürdüğü için saklanmaktadır. Söz konusu ile de toplumda güçlü bir yere sahiptir. İntikam peşine düşerler ve adalet için Caco’nun karşısına gelirler. Kardeşine ihanet etmeyi reddedince Caravacalar sabırsızlanmaya başlarlar. Hiçbir yere varamadıklarını hissedince Diego’yu öldürmekle tehdit ederler. Caco, bu ölüm döngüsünün bir şekilde kırılması gerektiğinin farkına varır. Ancak sevdiği herkesi koruyarak bunu nasıl hayata geçireceği bir muammadır. - 12 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Sunucu Bilgisayarlar Sunucu bilgisayarları normal bilgisayarlardan ayıran en önemli iki özellik donanım ve yazılımlarıdır. Sunucu bilgisayarlar, büyük miktarda veri işleyen ve aktaran bilgisayarlardır. Sunucu bilgisayarlar aynı anda binlerce hatta milyonlarca kişiye hizmet verebilirler. Bu sebeple daha güçlü bir donanıma sahiptirler. Bunun dışında daha küçük çaplı işler için herhangi bir dizüstü ya da masaüstü bilgisayarda sunucu olarak kullanılabilir. Sunucu bilgisayardan bilgi alışverişi yapan bilgisayarlar “istemci” olarak adlandırılır. Örneğin, bir bankacılık sitesine bağlandığınızda sizin bilgisayarınız istemciyken bankanın sistemi sunucu durumundadır. Günümüzde sunucu bilgisayarlar yoğun bir istemci trafiğine sahip olduğundan, işlemciden, belleğe tüm birimler kişisel bilgisayarların yüzlerce katı kapasiteye sahip olurlar. Örneğin, depolama birimleri onlarca terabayt, hafızaları yüzlerce gigabayt ile ifade edilir. Sunucu bilgisayarlar çoğunlukla kişisel bilgisayarların aksine bir soğutucu ve güç kaynağı bulunan bir odada muhafaza edilirler ve bu bilgisayarlara fiziksel erişimler kısıtlanmıştır. Daha çok uzaktan bağlantı yöntemi ile yönetilirler. Sunucularda kullanılan yazılımlar da kişisel bilgisayarlardan farklıdır. Temel giriş-çıkış işlemleri normal bir bilgisayarla aynıyken sunucu amaçlı işletim sistemleri daha büyük kapasiteli donanımları çalıştıracak şekilde tasarlanır. Örneğin, normal bir işletim sistemi bir birim hafıza (RAM) desteklerken sunucu sistemleri yüzlerce binlerce birim miktarında RAM’i kontrol edebilir. Aynı şekilde, 4 ya da 8 işlemciye kadar destekleyen kişisel bilgisayarlara ait işletim sistemleri varken sunucu sistemlerinde bu kapasite yüzlerce/binlerce işlemciyle ifade edilebilir. Sunucu bilgisayarlar ile kullanım amacına göre işletim sistemlerinin parçası olarak ya da ek programlarla birtakım hizmet yayınları yapılır. Hatta bazı sunucular hemen hiçbir ek program barındırmaz ve sadece özel amaçlı olarak hizmet verirler. Örneğin veri tabanı sunucuları, kurulan işletim sistemine eklenen bir veri tabanı sunucu programı (SQL Server, Oracle, MySQL gibi veri tabanı yönetim sistemleri) ile sadece bu amaçla hizmet verir. İnternet üzerinden alışveriş yapılan sitelere ait veri tabanları, bankacılık ya da e-posta hizmeti veren Gmail, Yahoo gibi servisler veri tabanı sunucu programlarına ihtiyaç duyarlar. Yine Web sunucuları da sadece belirli bir İnternet sitesine ait (bazen birden fazla da olabilir) dosya ve verilerin saklanması ve istemcilere ulaştırılması hizmetini verirler. - 13web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Anakart ve İşlemci Anakart: Bir bilgisayarın tüm donanımları anakart üzerinden birbiri ile iletişim sağlar. Anakartlar hem bu donanımları üzerinde barındırır hem de aralarında bir köprü görevi görür. İşlemci yuvası, RAM bellek takılması için DRAM yuvası, ses, ekran, video kartları için PCI slotları anakart üzerindedir ve bu donanımlar doğrudan anakarta takılırlar. Anakarta güç kaynağından gelen elektrik akımı buradan adı geçen donanımlara ulaşır. Bunun dışında, anakarta takılı olmayıp veri kablosu ile anakarta bağlantısı olan sabit disk ve CD/DVD-ROM gibi donanımlar vardır. Bu depolama aygıtlarının veri kabloları IDE bağlantı yuvasına takılırlar. Bunlar elektrik akımını doğrudan güç kaynağından alırlar. Kasanın önünde yanan ışıklar, açma-kapama, yeniden başlatma düğmeleri ve USB girişleri kablolar sayesinde anakarta bağlıdır, ayrıca anakartın üzerinde kasanın dış tarafından görülebilecek şekilde USB girişleri de mevcuttur. Anakartlar, üzerinde BIOS ve BIOS pili denilen bileşenleri barındırır. BIOS bilgisayarın sabit hafızasıdır. Pil ile bu hafızadaki varsayılan ayarlar ve saat bilgisi sürekli güncel tutulur. Bu hafızada bilgisayar ilk açıldığında ne yapılacağı bilgisi bulunur. Açılışın hangi donanım üzerinden yapılacağı gibi ayarlar buradan yapılır. Açma düğmesine bastığımızda işlemci anakartın sağladığı BIOS sistemi ile çalışmaya başlar. Bu aslında bilgisayarın çalıştıracağı asıl işletim sisteminden önce çalıştırdığı basit bir işletim sistemidir. Bilgisayarda bundan önce çalışan bir sistem yoktur. Daha sonra BIOS’taki bilgiye göre açılışa devam edilir. Eğer sistem kurulu ise sabit disk üzerindeki kurulu işletim sistemi devreye girer. Bir anakartın kapasitesini anakartın veri yolu hızları belirler. İşlemci ile diğer birimler arası iletişim hızı ne kadar yüksek ise bilgisayar performansı da o denli iyi olacaktır. Bu nedenle anakart ve esas işlemcinin veri yolu hızları yönünden uyumlu olması gerekir. Ayrıca anakartın üzerindeki bellek yuvalarının sayısı RAM kapasitesini belirlemede önemli rol oynar. İşlemci: İşlemciler, anakart üzerinde sürekli olarak donanımlardan veri sinyali alan ve veren bir konumdadır. Verileri bu donanımlardan alıp işledikten sonra yazmak için sabit diske, ses bilgisi olarak ses kartına, görüntü olarak ekran kartına verileri gönderir. İşlemcinin temel ögeleri çekirdek, kontrol birimi, veri yolları ve ön bellektir. Kontrol birimi komutların çözümlendiği kısımdır. Bu birimde ayrıca işlemci içindeki tüm birimlerin eş zamanlı ve uyumlu şekilde çalışması için kontrol sinyalleri üretilir. Veri yolları hem işlemcinin içinde hem de işlemci ile anakarttaki diğer birimler arasındaki iletişimi sağlayan iletken yolları ifade eder. İşlemcide veri yolu 32 bit, 64 bit veya 128 bit gibi birimlerle ifade edilir. Örneğin, 64 bit olan işlemcilerde tek seferde 64 bitlik veri bir yerden bir yere aktarılmaktadır. İşlemci alınırken belirtilen herts değeri ise işlemcinin saniyede kaç işlem yaptığını belirtmektedir. Örneğin 64 bit 800 Mhz hızlı bir işlemci bir saniyede 64 bit (8 bayt) bilgiyi 800 milyon kez işlemektedir. - 14 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected] » Kaynakça Sf4: yunus.hacettepe.edu.tr Sf5: yunus.hacettepe.edu.tr Sf6: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları Sf7: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları Sf8: tarihogretmeni.net, Ayhan Sönmez Sf9: tarihogretmeni.net, Ayhan Sönmez Sf10: edebiyatogretmeni.org Sf11: edebiyatogretmeni.org Sf12: imdb, sinemalar, beyazperde Sf13: anadolu.edu.tr Sf14: anadolu.edu.tr - 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]