20.08.2017 Sayı -16 - Ücretsiz Dergi Oku

advertisement
20.08.2017 Sayı -16-
Sedasyon
»
3
Derginin amacı içeriği ve
iletişim bilgileri...
»
Bilim
4-5
Bilimsel faaliyetler ve
sağlıklı yaşam üzerine...
»
Felsefe
6-7
Düşünce tarihi ve
filozoflar üzerine...
»
Kültür Sanat
8-9
Sanatsal faaliyetler ve eşsiz
örnekleri üzerine...
»
Edebiyat
10-11
Edebiyat tarihinden örnekler
ve incelemeler üzerine...
»
Sinema
12
Keşfedilmeyi bekleyen ve
iz bırakan filmler üzerine...
»
Teknoloji
13-14
Güncel web siteleri ve yazılım
incelemeleri üzerine...
»
Kaynakça
15
web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
Sedasyon, güncellendiği süre boyunca ücretsiz
olarak yayımlanmayı kendisine amaç edinmiş bir internet dergisidir ve editörü tektir.
Bu dergi, okuyucunun dikkatini dağıtma ihtimali
olan tüm kirlilikten arındırılarak minimal bir tarzda
tasarlanmıştır.
Sedasyon’un pdf formatında paylaşılmasının temel nedeni, derginin çıktısının kolaylıkla alınabilmesine ve okuyucunun evinde veya işyerinde fiziksel
basılı bir materyal olarak farklı insanlarla paylaşabilmesine olanak sağlamaktır.
Dergide yayınlanan her türlü bilginin kaynağı,
kaynakça kısmında belirtilecektir. Sağlığı tartışmalı
olan hiçbir bilgiye yer verilmemesine dikkat edilecek
ve okuyucu tarafından tespit edilen hatalı bilgiler bir
sonraki sayıda düzeltilmiş şekilde okuyucularla paylaşılacaktır.
Sedasyon, paylaşılması, araştırılması ve incelenmesi istenen konuları ve okuyucu tarafından gönderilmiş, yayıma uygun her türlü bilgiyi araştırmaya
veya paylaşmaya daima açıktır.
Dergi hiçbir okuyucuya kesinlikle abonelik usulü
ücretli olarak satılmayacağı gibi, varlığının mevcudiyetini koruyabilmek için bağış ve minimal tarzda tasarlanacak reklamlara da açıktır.
Görüş ve önerileriniz derginin mevcudiyeti için
önemlidir.
Her geçen günün sağlık, huzur, mutluluk getirmesi dileği ve de dost sevgilerimle.
Editör
-3web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Tıp veya Fizyoloji Nobel Ödülleri
Emil Adolf von Behringt: 1874-1878 yıllarında Berlin’de askeri tıp akademisinde çalıştı. Daha sonra Marburg Üniversitesi’nde, 1894 yılında hijyen profesörü oldu. Difteriye karşı aşılanmış hayvanlardan alınan kan serumunun, başka
hayvanlarda da bu hastalığa karşı bağışıklık sağladığını ispatladı. Bu çalışmasıyla
1901’de ilk kez verilen Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü’nü kazandı.
Charles Nicolle: Fransız bakteriyoloji bilgini. Tifüsün insandan insana vücut
bitiyle (Pediculus humanus corporis) taşındığını bularak 1928 Nobel Fizyoloji veya
Tıp Ödülü’nü almıştır.
Thomas Hunt Morgan: Sirke sinekleriyle (Drosophila cinsi) yaptığı deneyler
sonucunda kromozomlara dayanan çağdaş kalıtım kuramını geliştirmiş, bu çalışmalarıyla 1933 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü almıştır.
Emil Theodor Kocher: İsviçreli doktor, tıbbi araştırmacı. Tiroid cerrahisi, patolojisi ve fizyolojisi üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle 1909 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandı.
Allvar Gullstrand: İsveçli göz doktoru. Landskrona, İsveç doğumlu. Gullstrand, Uppsala Üniversitesi’nde (1894-1927) göz terapisi ve optik profesörlüğü
yaptı. Optik görüntüler ve gözün ışık kırınımı çalışmalarında fiziksel ve matematik
yöntemleri kullandı. Bu çalışmalarından dolayı 1911 yılında Nobel Fizyoloji veya
Tıp Ödülünü aldı.
Schack August Steenberg Krogh: Danimarkalı bir zoologtur. 1920 yılında,
kılcal damarlar üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü kazanmıştır.
Bernardo Alberto Houssay: Arjantinli fizyolog. 1947 yılında hayvanlarda
kandaki şeker (glukozu) miktarını düzenleyen hipofiz hormonlarını keşfi nedeniyle 1947 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü aldı.
António Caetano de Abreu Freire Egas Moniz: Portekizli nörolog ve serebral anjiografinin geliştiricisi. Modern psikocerrahinin öncüsü olarak da kabul edilmektedir. Arteriografiyi geliştirdi. 1949’da Walter Rudolf Hess ile birlikte Nobel
Fizyoloji veya Tıp Ödülü’ne layık görüldü.
Susumu Tonegawa: Japon bilim insanı. Antikor çeşitliliğini sağlayan genetik
mekanizmayı keşfetmesi nedeniyle 1987’de Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü tek
başına kazanmıştır.
Charles Robert Richet: Fransız fizyoloji bilgini, bakteriyolog, psikolog, patolog, tıp istatistikçisi, metapsişikçi, filozof, sosyolog, şair, roman ve oyun yazarı.
Anaflaksi adı verilen alerjik reaksiyonu keşfinden dolayı 1913 Nobel Fizyoloji-Tıp
yazarı, 1913 Nobel Fizyoloji-Tıp ödülü almıştır.
İlya Meçnikov: bağışıklık sistemi araştırmalarına öncülük etmesiyle tanınan
Rus asıllı mikrobiyologtur. Mechnikov, fagositoz üzerindeki araştırmaları için
1908’de Nobel Tıp Ödülü’nü almıştır.
Paul Ehrlich: 1909’da ilk ilacı olan patojen karşıtı Salvarsan’I keşfetti.Salvarsan o zamanlar Avrupa’daki en ölümcül ve yaygın olan Frengi hastalığının tedavisinde kullanılmaya başlandı. Yabancı bilim adamları(Henry Hallett Dale ve Paul
Karrer) ile birlikte Nobel odülünü kazandı.
-4web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Aziz Sancar
Aziz Sancar, (d. 8 Eylül 1946, Savur), Türk akademisyen, biyokimyager, moleküler biyolog ve bilim insanı.
1963 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’den 1969 yılında birincilikle mezun oldu. İki yıl Savur’da bir sağlık ocağında hekimlik yaptıktan sonra
bir NATO-TÜBİTAK bursu ile önce Johns Hopkins Üniversitesi, ardından Dallas
Teksas Üniversitesi’ne gitti. Dallas’ta üniversitenin moleküler biyoloji programına
ve Caude Rupert’ın laboratuvarına katıldı. Bu laboratuvarda Sancar, danışmanı
Claud Rupert ile fotoliyaz olarak adlandırılan bir geni kolonlamış ve genetik mühendisliği ile bakterilerde çok yüksek oranlarda çoğaltmıştır. Bu genin kodladığı
enzim, ultraviyole ışıkları ile haraplanan DNA’nın onarımını yapar. Bu buluş Dr.
Sancar’ın önce yüksek lisans, ardından doktora derecesi (1977) almasını sağladı.
Sancar, 1977-1982 yılları arasında Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalıştı.
Bu dönemde fotoliyaz enzimi çalışmalarına ara verip nükleotid kesim onarımı
araştırmaları başladı.[6] DNA onarımı dalında doçentlik tezini tamamladı. 1997 yılından itibaren araştırmalarını Biyokimya ve biyofizik alanında yaptığı çalışmalarla
tanınan Amerika Birleşik Devletleri North Carolina-Chapel Hill’de North Carolina
Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde Sarah Graham Kenan Profesörü
olarak sürdürmektedir.
DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve biyolojik saat üzerinde çalışmalarını sürdüren Sancar, 415 bilimsel makale ve 33 kitap yayınladı. Sancar kanser
tedavisinde sirkadiyen saat kullanımıyla ödüller almıştır. 2001 yılında Amerikan
Kimya Cemiyeti tarafından verilen Kuzey Carolina Seçkin Kimyager Ödülü’nü almaya hak kazanan Sancar, 2005 yılında bilim dünyasının en prestijli üyelikleri arasında yer alan ABD Ulusal Bilimler Akademisi’ne seçilerek bu akademiye seçilen
ilk Amerikalı Türk oldu. Bu ödülü aldıktan sonra, ABD’de okuyan Türk öğrencilerine yardım etmek ve Türk-Amerikan ilişkilerini geliştirmek amacıyla eşiyle birlikte
Aziz&Gwen Sancar Vakfı’nı kurarak ABD’nin Kuzey Carolina eyaletinde “Carolina
Türk Evi” isimli bir öğrenci misafirhanesi açtı. 2006 yılında Türkiye Bilimler Akademisi’ne asli üye olarak seçildi.
Sancar, DNA’nın onarılması ile ilgili yaptığı çalışmalardan dolayı Amerikalı Paul
Modrich ve İsveçli Tomas Lindahl ile birlikte 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Sancar nükleotid kesim onarımı alanında buluşlar yapmış, Tomas Lindahl
ve Paul Modrich ise diğer DNA onarımı mekanizmaları olan bazı kesim onarımı ve
yanlış eşleşme onarımını keşfetmişlerdir. Sancar’a, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından verilen Nobel Kimya Ödülü Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan
10 Aralık’ta düzenlenen törende verildi.
Sancar “beni ödüle götüren Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı eğitim
devrimidir. Dolayısıyla bu ödülün sahibi Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil
eden Anıtkabir Müzesi’dir” diyerek Nobel Ödülü ile madalya ve sertifikasını Anıtkabir’e teslim etmiştir. Ödül, Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde
kendisine ayrılan özel alanda sergilenmektedir.
-5web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Ortaçağ Felsefesi
(ii) Buna göre, felsefenin Antik Yunan’da bütün disiplin veya bilimlerin anası
veya kraliçesi, modern dönemde ise bilgi ağacının kökü olduğu, her ikisinde de
bilimlerin ve sanatların üstünde bir yere sahip bulunduğu yerde, Ortaçağda felsefeye bilimler ve sanatlar arasında, vahyi veya Tanrının kelamını konu edinen teolojinin altında bir yer verilir. Ortaçağda bu bağlamda teolojiyle felsefe arasındaki
ilişki Tanrının inayetiyle doğa, evin hanımı ile hizmetçisi arasındaki ilişkiye benzer.
Buna göre, Ortaçağda hemen bütün filozoflar felsefi bir tarzda konuşmak ile hakikate göre ve teolojik bir tarzda konuşmak, salt merakı gidermek amacıyla yapılan
felsefe ile yanlışın nedenlerini araştıran, bunu hakikatin aşikâr hale gelebilmesi
için yapan ve böylelikle teolojik araştırmaların hizmetine koşan felsefe arasında
bir ayrım yapmış ve bunlardan birincisinin sadece yararsız fakat açıkça zararlı
olduğunu da öne sürmüşlerdir.
(iii) Gerçekten de Antik Yunan felsefesinin bütünüyle dünyevi bir felsefe olmasından başka, klasik aklın en temel özelliğinin sekülarizm olduğu yerde, Ortaçağ
felsefesi kendisine öte dünyasal bir ilginin hâkim olduğu bir felsefedir. Başka bir
deyişle, Yunan’da insanın temel probleminin bu dünyada ve kent-devleti sınırları
içinde mutluluğa erişmek olduğu kabul edilmişti; Yunan’da, insanın bu problemi
çözebilecek güce sahip bulunduğuna ve kendi çabasıyla iyi ve mutlu bir hayata ulaşabileceğine inanılmışken, Ortaçağda problemler, yeryüzündeki hayattan
ziyade, bu dünyadan sonraki hayatla ilgili olan problemlerdir. Aranan mutluluk,
bu dünyadaki mutluluk değil ebedi bir saadettir. Bundan dolayı, Antik Yunan’da
bağımsız bir felsefe disiplini olan etik ve estetik çok büyük ölçüde teolojiye tabi
hale gelir.
(iv) Başka bir deyişle, Yunanlı filozoflar temel görevlerini insanın doğayla olan
ilişkisini ve bir toplum içinde kendini gerçekleştirme hedefine nasıl erişeceğini
gözler önüne sermek diye belirlerken, Ortaçağ filozofları gerçekten önemli olan
yegâne şeyin insanın doğaüstü varlık alanıyla, aşkın ve mutlak olarak yetkin varlıkla olan ilişkisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu da doğal olarak Ortaçağda felsefenin mahiyetini ve konu alanını baştan sona değiştirmiştir. Buna göre Antik Yunan’da doğabilimiyle sosyal bilimler hem kendi başlarına ve hem de iyi ve mutlu
bir yaşam amacı için sağlam araçlar olarak değer taşımaktaydılar. Oysa özellikle
Hıristiyanlar için bunlar sadece yararsız değil fakat bazen de zararlı ve hatta tehlikeli disiplinler olup çıktılar. İnsanların, Âdem örneğinde olduğu gibi, hata yaptıklarını, “ezeli-ebedi ve kurtarıcı hakikati” kendi başlarına asla bulamayacaklarını
gören Tanrı, teolojinin konusunu onlara vahiy yoluyla bildirmiştir.
(v) Yine Yunanlının temelde bir olan, baştan sona bir birlik sergileyen evrende,
yani bir mikrokozmos olarak kendisinin bir parçası olduğu özde anlaşılabilir olan
makrokozmosta yaşadığı yerde, yaratıcısından ayrı düşmüş bir varlık olarak Ortaçağ insanı kendisine yabancı bir evrende yaşamak durumunda olmuştur. Buna
göre, Ortaçağda insan, doğal ve akli bir varlık değil, öncelikle Tanrı tarafından yaratılmış fakat ilahi özünden ayrı düşmüş bir varlıktır. Bu insan için bir tarafta aşkın,
yaratıcı Tanrı, diğer tarafta ise kendisini Tanrıdan her geçen gün biraz daha uzaklaştıracak, özüne yabancı bir varlık alanı bulunmaktadır. Bundan dolayı, Ortaçağ
felsefesi için problem, teorik ya da bilimsel değil, tümüyle pratik bir problemdir.
-6web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Ortaçağ Felsefesi
Yaratıcısına bozulmamış, maddenin kiriyle pislenmemiş olarak nasıl dönülebileceği problemi.
(vi) Ortaçağ felsefesi, söz konusu özellikleriyle İlkçağ felsefesinden öncelikle
bir kopuşu gözler önüne serer. Kopuş, sözünü ettiğimiz başkaca hususlar yanında temelde, İlkçağ felsefesinin, dini açıklama ya da mitolojiyi reddedip kendisini
öne sürmek suretiyle oluşan ve gelişen özerk bir felsefe olduğu yerde, Ortaçağ
felsefesinin özerkliğini yitirip tümüyle dine, dini dogmaya veya teolojiye tabi olan
bir felsefe olmasından kaynaklanmaktadır. İlkçağ felsefesinin bütünüyle rasyonel
ve seküler yapısından farklı olarak Ortaçağ felsefesinde, felsefe inanca, inanç da
vahye tabi olmak durumundadır. Bundan dolayı, Ortaçağ kültüründe çok önemli
bir rol oynayan din, felsefe ve rasyonel bir hayat görüşü üzerinde de çok temelli
bir etki yapmıştır. Örneğin Skolastik felsefede, vahyin temel ya da en azından
aklın vazgeçilmez yol göstericisi olduğuna inanılmıştır. Skolastik dönemin filozofları, akıl ile iman arasında bir ayrım yapmış ve zaman zaman da felsefenin göreli
bağımsızlık ya da özerkliğini vurgulamış olmakla birlikte, Ortaçağın dünya görüşünde, bilimde ve felsefede, bir çözüme kavuşturulacak problemlerin çözümü de
dahil olmak üzere hemen her şey teoloji tarafından belirlenmiştir.
Süreklilik ise Ortaçağ felsefesinin hem Doğu’da ve hem de Batı’da, kültürel ya
da felsefi bir miras olarak doğrudan doğruya İlkçağ felsefesine dayanmasından
meydana gelir. Nitekim Ortaçağ felsefesi dine dayalı, din temelli bir felsefe olsa
bile, kavram ve kategorilerini, terminolojisini kendi başına yaratmış bir felsefe
değildir. Ortaçağ felsefesi, vahyolunan ilahi hakikatleri anlamak, dine anlaşılır bir
çerçeve kazandırmak amacıyla ihtiyaç duyduğu yöntem, kavram ve kategoriler
için doğrudan doğruya Yunan felsefesine yönelmiştir. Ortaçağ felsefesinin temelinde bulunan Yunan felsefe geleneği ise öncelikle ve temelde Platon’la Plotinos’un ve Aristoteles’in felsefelerinden oluşur.
(vii) Ortaçağ felsefesi, yine aynı bağlamda Yeniçağ felsefesinin doğanın ve doğadaki dinamik sürecin, matematiksel olarak belirlenebilen içkin yapısıyla ilgilendiği ve fail nedensellik üzerinde yoğunlaştığı yerde, teleolojik bir anlayışla doğayı
Tanrı tarafından bir amaca göre yaratılmış ve düzenlenmiş statik bir sistem olarak
görmüştür. Açıklamadan niteliksel bir açıklamayı, nedensellikten de büyük ölçüde
ereksel nedenselliği anlayan Ortaçağ filozoflarına göre, maddi dünya, ilahi gerçekliğin çok soluk bir gölgesinden başka hiçbir şey değildir.
(viii) Ortaçağ felsefesi, kabul ya da önkabulleri olmayan düşünceden pek söz
edilemeyeceğine göre, hemen her felsefe gibi, birtakım kabulleri olan bir felsefe
olmak durumundadır. Bu kabullerin en önemlisi ise Ortaçağ düşüncesine esas
Platon ve bu arada varlığı ayüstü evren ve ayaltı âlem diye ikiye ayırırken, ayüstü
âlemi sadece tek bir değişme türüyle seçkinleşen kusursuz bir evren, saf form
olarak Tanrıyı da bütünüyle gerçekleşmiş varlık diye tanımlayan Aristoteles felsefesinden intikal eden, en yüksek veya en yüksekte olanın, en üstte bulunanın ontolojik olarak en gerçek, aksiyolojik olarak da en değerli varlık olduğu kabulüdür.
Buna göre, en yüksekte olan sadece en yetkin varlık değil aynı zamanda varlığın,
değerin ve hatta iktidarın kaynağıdır.
Devam edecek...
- 7web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» İlk Sanatçılar
65 bin yıl sonrasında Chauvet Mağarası’nda yaratılan sanat eserlerinin göz
kamaştırıcı güzelliğiyle karşılaştırıldığında bu tür buluntular ilkel duruyor olabilir.
Ama tek bir aklın ürünü olup başkalarıyla paylaşılan bir sembolün, farklı bir şeyi
simgeleyen basit bir şeklin yaratılması, ancak oluştuktan sonra bir şeyler ifade
ediyor. Biz, otoyolda bize rehberlik eden işaretlerden parmağımızdaki alyansa
ve iPhone’umuzdaki ikonlara kadar semboller içinde yüzen bir türüz. Ve yabanıl
geçmişimizden bugünümüze doğru atılmış büyük adımı, mağara sanatındansa
bu ilk sağlam bilinç ifadeleri daha iyi yansıtıyor.
Afrika ve Ortadoğu’daki bu erken sembolizm patlamasının çarpıcı bir özelliği
daha var: Ortaya çıkıyor, sonra da yok oluyorlar. Boncuklar, boya, aşıboyası ve
devekuşu yumurtası üzerindeki bezemeler... Tüm bu buluntular arkeolojik kayıtlarda ortaya çıkıyor, birkaç bin yıl boyunca sınırlı bir bölgede devamlılık gösterdikten sonra da ortadan kalkıyor. Aynı şey teknolojik buluşlar için de geçerli. 45 bin
yıl öncesine ait –başka hiçbir yerde bulunmayan– kemikten yapılmış zıpkın uçları,
Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki iki kat daha eski çökellerde ortaya çıkarıldı.
Güney Afrika’da görece karmaşık iki taş ve kemik alet geleneği görülüyor: 75 bin
yıl öncesinin Still Bay’i ve 65 bin yıl öncesinin Howieson’s Poort’u. İkincisi sadece
6 bin yıl, birincisiyse ancak 4 bin yıl varlık göstermişti. Sanatın Afrika, Avrasya ve
Güneydoğu Asya adalarında yaygın olarak görülmeye başladığı 40 bin yıl öncesine kadar, bir geleneğin zenginleşip çeşitlenerek zaman ve mekânda böylesine
yayıldığı görülmemişti. Endonezya’nın Selebes Adası kadar uzaklarda bulunan el
baskılarının dahi –bir zamanlar Avrupa Üst Paleolitik buluşu olduğu düşünülüyordu. Yaklaşık 40 bin yıllık olduğu ortaya çıkarıldı.
Bu nedenle, Afrikalı atalarımızda genetik bir “düğme”nin açıldığı, yeni ve daha
gelişkin bir kavrayış yarattığı ve evrildikten sonra da insan davranışlarında sürekli
bir değişim meydana getirdiği fikri pek olası durmuyor. Peki bu durumda, düzensiz oluştuğu anlaşılan bu yaratıcılık patlamalarını nasıl açıklıyoruz? Hipotezlerden
biri, nedenin yeni bir tür insan değil, nüfus yoğunluğu olduğu yönünde. Nüfusta
yaşanan artışlar gruplar arasında ilişkileri yaygınlaştırmış, yeni fikirlerin zihinden
zihne yayılmasını hızlandırarak bir çeşit kolektif beyin yaratmıştı. Semboller bu kolektif beyni bir arada tutmaya yarıyordu. Nüfuslar tekrar kritik eşiğin altına düştüğünde gruplar izole oluyor, bu durumda da yeni fikirlere gidecek yer kalmıyordu.
Sonuçta, yerleşik hale gelen tüm buluşlar zayıflayıp yok oluyordu.
Bordeaux Üniversitesi arkeologlarından Francesco d’Errico, zorlu koşulların
bazı kültürleri yok ederken başka kültürlerin bu koşullarda gelişebileceğine dikkat
çekiyor. Yani bu işin belli bir formülü yok. “Yeryüzündeki her bölge farklı yönlere
açılım yapan kültürler yarattı,” diyor d’Errico. “Kısa süreli kaotik bir facianın bir
bölgedeki kültürü ortadan sildiği, buna karşılık başka bir bölgedeki insanların bu
zorluğun avantajını kullandığı durumlar olabiliyordu.” Francesco d’Errico bu durumu yemek tarifine benzetiyor. “Kullanılan malzemeler aynı olabilir ama ortaya
mutlaka aynı sonuç çıkmaz.”
-8web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Cumhurbaşkanlığı Korosu
Cumhurbaşkanlığı
Klasik Türk Müziği Korosu
Milli kültürümüzün, dilimizle birlikte en önemli dalı olarak değerlendirilen Türk Musikisi’ni gelecek kuşaklara
önemiyle paralel biçimde aktarmak;
yurtiçinde ve yurtdışında en üst düzeyde icra ve temsil etmek, tanıtmak ve
yaygınlaştırmak amaçlarıyla kurulduk.
15 Kasım 1975 tarihli ve 15413
sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle Kültür Bakanlığı’na bağlı
olarak kurulan ve Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde devlet tarafından yapılandırılan ilk Türk Musikisi icra kurumu olan
koromuzun İstanbul Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu olan adı, 10 Ekim 2012
tarihli Bakanlar Kurulu kararının 12
Ekim 2012 tarihli ve 28439 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesiyle Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk
Müziği Korosu olarak değiştirildi. Bu
suretle koromuz, devletimizin en üst
düzeyde himayesiyle onurlandırıldı.
Konya Milletvekili, tarihçi, yazar ve
müzikolog Yılmaz Öztuna’nın, dönemin
hükûmeti nezdinde yaptığı altyapı çalışmalarının üzerine, Prof. Nevzad Atlığ
tarafından kurulan koronun ilk şefi ve
ilk sanat kurulu başkanı da Atlığ’dır.
Kurulduğu tarihten itibaren Mefharet Yıldırım, Ender Ergün ve Fatih
Salgar’ın şef yardımcılığı görevini üstlendikleri koro, kuruluş amaçları doğrultusunda, büyük titizlikle hazırladığı
periyodik konserlerini ara vermeksizin
sürdürüyor.
Kurucu şef Nevzad Atlığ’ın emekliye ayrılmasının ardından Ender Ergün
tarafından yönetilen koronun şefliğine,
Ağustos 2006 tarihinden itibaren Fatih
Salgar; şef yardımcılığı görevine ise Birol Yayla getirilmişlerdir.Şef yardımcılığı
vekilliğine 2012 yılı itibariyle,görevinden ayrılan Birol Yayla’nın yerine koro
müdürü Mehmet Güntekin atanmıştır.
Verdiği konserlerin yanı sıra, kurulduğu tarihten beri TRT kurumunda
tv ve radyo programları yapan koro,
çok sayıda üniversitede ve akademide
konserler vermekte; yurtiçinde ve yurtdışında düzenlenen çeşitli uluslararası
festivallerde, kongrelerde ve sempozyumlarda faaliyetlerini sergilemektedir.
40 fasikülden oluşan bir nota külliyatına ek olarak, 50 civarında plak,
kaset ve CD ile bir 25. Yıl Albümü-Tarihçe çalışması yayınlayan koro, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde konserler
vermiş;Almanya, Tunus, Cezayir, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Mısır, Amerika
Birleşik Devletleri, Japonya, Macaristan,
Hindistan, Fas, Bosna, İsveç, Fransa ve
Yunanistan gibi dünyanın birçok ülkesinde tam kadrosuyla, gruplar halinde
veya solist sanatçılarıyla konserler, TV
programları, radyo programları ve atölye çalışmaları yapmak suretiyle Türk
Musikisi’ni tanıtma ve sergileme etkinliğinde bulunmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu halen, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetlerini
sürdürmektedir.
Koro hâlen, şef Fatih Salgar, şef yardımcısı Mehmet Güntekin, koro müdürü Nadi Çağlayan, saz sanatçısı Birol
Yayla ve ses sanatçısı Yıldırım Öğüt tarafından yönetilmektedir.
-9web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Cervantes
Miguel de Cervantes Saavedra (29 Eylül 1547 — 23 Nisan 1616), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarıdır. Çağdaş romanın babası olarak bilinir. Madrid yakınlarında gezgin bir eczacı cerrahın yedi çocuğundan dördüncüsü olarak dünyaya
geldi. Düzenli bir eğitim görmemesine karşın, sonradan başkent olan Madrid’de
kendi kendini yetiştirme olanağı buldu. Bir kavgadan ötürü hüküm giyince İtalya’ya kaçtı. Bu sırada Papa V. Pius Osmanlılar’a karşı bir Haçlı seferi düzenliyordu.
Cervantes Haçlı ordusuna yazıldı.
1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlılar’a karşı savaşırken sol elini kaybetti ve göğsünden yaralandı. 1575’te İspanya’ya dönerken Cezayir’deki Türk
korsanlarının eline düştü ve köle olarak Kuzey Afrika’ya götürüldü. Orada beş yıl
kaldı. Ailesinin istenen fidyeyi sağlaması üzerine serbest bırakıldı.
Saraydan görev alamayınca düş kırıklığına uğrayan Cervantes edebiyata yöneldi ve 1584’te La Galatea adlı romanını yayımladı. Aynı yıl evlendi ve ailesini geçindirmek için ambar ve vergi memurluğu yaptı. Hesaplarda açığı çıkınca bir süre
hapse atıldı. Bu yıllarda çok az yazdı. 1605’te yayımladığı Don Kişot (Don Quijote)
ile birden büyük bir başarı sağladı.
Don Kişot, şövalyelerin kahramanlık öykülerini okuya okuya hafiften aklını kaçırmış yaşlıca bir adamdır. Okuduğu öykülerin gerçek olduğunu sanarak, kendi de
şövalye olmaya ve kahramanlıklar yapmaya karar verir. Cervantes bu romanında
şövalye kahramanlık öyküleriyle alay eder. Don Kişot hanları şato, yel değirmenlerini dev sanır; kurtarılmak istemeyen genç kızları kurtarır; olmayan tehlikeleri sezer ve atıldığı serüvenlerden düş kırıklığına uğrayarak üzüntü ve utanç içinde geri
döner. Cervantes’in Don Kişot’ta insan doğasını çok derinden kavradığı görülür.
Cervantes ünlü bir yazardı, ama zengin değildi. Yaşamının sonlarına doğru,
edebiyatçılara yakınlığıyla tanınan bir kont Cervantes’e, yazı yazmasına olanak veren maddi desteği sağladı.
Cervantes’in diğer yapıtları arasında Viaje del Parnaso (1614; “Parnassus’a
Yolculuk”) başlıklı uzun bir şiir ile Entremeses Nuevos (1615; “Yeni Araoyunlar”)
vardır.
Cervantes, dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alan “Don Kişot’u, o
günlerde çok tutulan şövalye romanlarına bir yergi olarak yazmıştır. Modern romanın ilk örneği sayılan yapıtta, 17. yüzyılda çökmeye yüz tutan İspanyol feodal
toplumunun eleştirel çözümlemesini yapmıştır.
Don Kişot, Manchalı bir asilzadedir ve şövalye romanlarının etkisiyle haksızlıklara
karşı savaşmak için, sıska atı Rossinante ile evinden ayrılır. İlk macerası yeldeğirmenleriyle savaşmak olur, yaralanır ve eve dönüşünde komşusu onu yaralı halde yolda
bulur. İyileşir iyileşmez aynı maceraları tekrarlamak üzere yanına yardımcısı Sancho
Panza’yı da alıp yola koyulur. Don Kişot ve Sancho, yollarına devam ederler. Don Kişot
ve Sancho tekrar, dayak yedikleri pazar yerine gelirler. Don Kişot, düşman ordusu
zannederek bir koyun sûrüsüyle çatışmaya girer... Şarap fıçılarını dev gibi görür ve
onlara karşı savaşır. Kutsal Kardeşlik Birliği, Don Kişot’u durdurur ve onu kandırarak
köyüne gönderir.
- 10 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Âkif Ersoy, (d.20 Aralık 1873, İstanbul - ö. 27 Aralık 1936, İstanbul)
Baba tarafından Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı şair, veteriner, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi, milletvekili.
Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ulusal marşı olan İstiklâl Marşı’nın yazarıdır. “Vatan Şairi” ve “Milli
Şair” unvanları ile anılır. İstiklal Marşı’nın yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve
1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı
Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil’ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır.
İstiklâl Marşı’nı yazması: Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı
reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif’in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet
Âkif’in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan
çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim
ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste
okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45’te
ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer
bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai
vakfına bağışladı.
En ünlü eseri Safahat 1924 yılında Türkiye’de basıldı. Birkaç sene yazları İstanbul’da, kışları Mısır’da geçiren Mehmet Âkif, 1926 kışından sonra Mısır’dan
dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan’a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek
Kur’an meali üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak ülkede ulusal din projesinin
(Türkçe ezan-ibadet) hayata geçirilme projesini öğrenince kendi çalışmasının bu
projede kullanılmasından çekinerek 1932’de mukaveleyi fesh etti. Diyanet İşleri
Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi’ye verdi. Âkif,
kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan Efendi’ye teslim etti ve ölür de gelmezse
yakmasını nasihat etti. (Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası.)
Edebî Kişiliği: Şiirlerinde Türk-İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu,
sosyal-siyasal ve kültürel hayatı, bu hayatın çürüyen eksik yanlarını, realist bir bakışla dile getirmiştir. Sanat yaşamı boyunca herhangi bir edebî topluluk içerisinde
yer almamıştır. Milli edebiyatın dil ve edebiyat anlayışını benimsememiş sadece
o dönemde ürünler verdiği için milli edebiyat bağlamında değerlendirilmektedir.
Cehalet, taassup, fakirlik, inançsızlık, köksüzlük onun şiirinin en önemli konularıdır. Şiirleri, genel anlamda İslâmî bir lirizme sahiptir. Nazmı nesre yaklaştırmada
oldukça başarılıdır. Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle kaleme almıştır. Aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan önemli sanatçılardandır. Divan edebiyatı nazım biçimlerini
özellikle de mesnevi nazım biçimini kullanmıştır. Şiirleri genel anlamda lirik- epik
kategorilerinde değerlendirilmiştir. Manzum hikâye türünün Türk edebiyatındaki
önemli isimlerinden biridir.
- 11web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Sinema
1-
Night Train to Lisbon
Yönetmen: Bille August
Senarist: John Michael Hayes
Oyuncular: Pascal Mercie, Greg Latter (uyarlayan)
Yapım yılı: 2013, Almanya, Portekiz, İsveç
Süre: 111 dakika
Konu: İsveçli bir klasik diller profesörü olan Raimund Gregorius’ın hayatı alabildiğine tekdüze ve sıkıcıdır. Bu durum Portekizli çekici bir kadını intihar etmekten
kurtarmasıyla birlikte tersine döner. Sebepsizce kadının bindiği trene atlayan
Gregory kendini Lizbon’da bulur. Burada sürükleneceği ilginç uğraşı ise kadının
okuduğu kitabı edinmekle başlar. Bu, eski bir fizikçi ve şair olan Portekizli bir yazarın kaleme almış olduğu son derece ilginç bir kitaptır. Yazar hayatı boyunca
birçok şeyi tecrübe etmiş, Portekiz diktatörüne karşı savaşmıştır. Gregory yazarın
heyecan verici hayatından oldukça etkilenir ve yazara sonrasında ne olduğunu
öğrenmek için araştırma yapmaya başlar. Yazarın kimliğine dair en ufak ayrıntıları
birleştirerek çıktığı bu yolculukta tarihin tozlu sayfalarını aralayacak, sıradışı bir
hikayenin ortasında hayatın gerçek anlamını sorgulayacaktır.
2-
Miller’s Crossing
Yönetmen: Joel Coen, Ethan Coen
Senarist: Joel Coen, Ethan Coen
Oyuncular: Gabriel Byrne, Albert Finney, John Turturro
Yapım yılı: 1990, ABD
Süre: 115 dakika
Konu: 1930’larda, çete savaşlarının ve mafyanın en tepede olduğu dönemlerde
geçen Miller’s Crossing, şehrin en önemli gangsteri olan Leo ve onun sağ kolu
Tom’un çevresinde şekillenen olayları anlatır.
Film, başka bir mafya lideri olan Johnny Caspar’ın, Leo’dan Bernie adlı bir serseriyi öldürmesi için izin istemesiyle açılır. Leo, Caspar’ın bu isteğine izin vermez.
Çünkü Bernie, Leo’nun sevgilisi Verna’nın kardeşidir. Tom, her ne kadar Leo’ya bu
durumun başına iş açabileceğini ve kimseye güvenmemesi gerektiğini söylese de,
Leo onu dinlemez. Artık etraflarındaki aşk, ihanet, ve ölüm oyunlarının bir parçası
olduklarını anlama zamanları gelmiştir.
Coen Kardeşlerin mafya dünyasını kendilerine has tarzlarıyla ele aldıkları bu filmleri, bu dünyanın gizli saklı kalmış her bir entrikasını ele alıyor. Görüntü yönetmenliği ve John Turturro’nun muhteşem performansıyla da göz dolduran film,
Coen’lerin en iyi kara filmlerinden biri olarak anılıyor.
- 12 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Gmail ile Rehber Yedeği Almak
“Rehberimde bütün numaralar silindi” derdi son buluyor. Gmail hesabınıza
kişilerinizi yedekleyebilir ve istediğiniz zaman ulaşabilirsiniz...
Bildiğiniz üzere telefonunuzun işletim sistemi iOS ise iCloud üzerinden telefon rehberinizi hızlıca senkronize edebiliyordunuz. Artık Android işletim sisteme
sahip telefonların rehberleri de Gmail hesabınızla güvende. Hem de rehber yedeklemek artık daha pratik bir şekilde gerçekleşiyor. Rehberinizdeki numaralar
sadece telefonunuzda değil mail adresinizde de saklanacak.
Peki Gmail hesabına kişileri nasıl aktarabiliriz?
İlk Yöntem: Android rehberini dışa aktarma işlemini uygulayarak rehberinizi
yedeklemeniz mümkün. Bu işlemi gerçekleştirebilmek için öncelikle rehberinizde
Ayarlar, Kişiler, Kişileri Dışa Aktar/ İçe Aktar seçeneklerini sırasıyla takip edin. Elbette bu menüler telefonunuzun marka ve modeline göre değişiklik gösterse de;
Dışa Aktar/ İçe Aktar seçenekleri her akıllı telefonda mevcuttur.
Daha sonrasında Kişileri İçe Aktar/ Dışa Aktar seçeneğine tıklayın ve önünüze
gelen seçenekleri inceleyin. Çoğunlukla ilk seçenek olan Cihaz Hafızasından Dışa
Aktar seçeneğine dokunun. Bu işlem ile Sim Kart hariç cihazınızın hafızasından
tüm kişileri dışa aktarabileceksiniz.
Dışa aktar seçeneği ile mevcut rehberinizi dışa aktarmayı seçtiğinizde ise dışa
aktarma dosyasının Vcf uzantılı bir dosya şeklinde olması gerektiğine dikkat edin.
Bu Vcf uzantılı dosya telefonunuza kaydedildiğinde; kişilerim dosyasını Cihaz belleğinden bularak USB kablo ile bilgisayarınıza aktarabilirsiniz. Son olarak aktardığınız dosyalarınızı dilerseniz Gmail hesabınıza yedekleyebilir ve istediğiniz zaman
rehberinize rahatlıkla erişebilirsiniz.
İkinci Yöntem: Bu yöntem ise çok daha pratik. Bilindiği gibi akıllı telefonlarınızı ya da tabletlerinizi ilk aldığınızda Gmail hesabınızın telefonunuzla senkronize
olabilmesi için Gmail hesabınızı ayarlamalar aşamasında telefonunuza eklemeniz
gerekmektedir. Bu işlem sonrası hesap bilgilerinizi girmeye başlayabilirsiniz. Bilgileriniz otomatik olarak senkronize olacaktır.
Üçüncü Yöntem: Son yöntemde ise iki seçeneğiniz var. İlk olarak Gmail hesabınızda Google Kişiler sayfasına gidip, ekle simgesine tıklayarak, tek tek rehberinizdeki kişilerin bilgilerini girebilir; en son ise kaydet tuşuyla kişilerinizi Gmail
hesabınıza yedekleyebilirsiniz. Ya da başka bir e-posta hesabına aktaracağınız kişileri öncelikle CSV ya da vCARD dosyası olarak indirebilir, depolama alanında yer
açabilmek için ihtiyaç duymadığınız kişileri silebilirsiniz. Bunun için ise öncelikle
Gmail hesabından Google kişiler sayfasına gidin. Kişilerinizi seçmek için kişi adlarının yanındaki kutuları işaretleyin. Daha fazla butonundan dışa aktar butonuna
tıklayın. Kişilerinizi yedeklemek için Google CSV ‘yi seçin ve dosyalarınızı kaydetmek için dışa aktar kısmına basın.
- 13web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Radyonom
Radyonom uygulamasıyla, ücretsiz ve kesintisiz istediğiniz tarz müziğe anında
ulaşabilir ve sadece sevdiğiniz müzik türüne göre özel hazırlanmış dijital radyoları
keyifle dinleyebilirsiniz.
Türkçeden yabancıya, cazdan arabeske, Türk sanat müziğinden film müziklerine, 70’lerden 80’lere ve 90’lara, poptan lounge’a, türküden klasik müziğe, Radyonom.com ile her tarza uygun radyo dinle.
Uygulamada her radyo için özel olarak tasarlanan radyo sayfası ile şarkı görsellerini ve şarkı içeriklerini görüntüleyebilir, sıradaki şarkıları takip edebilirsiniz.
Her dijital radyo için özel olarak hazırlanan sayfada, çalan şarkının albüm kapağını anında kaydedebilir ve çalan şarkıyı zenginleştirilmiş sosyal medya paylaşım butonlarıyla paylaşabilirsiniz.
Her dijital radyo için özel olarak hazırlanan radyo sayfasındayken önceki radyo, sonraki radyo kanalı arasında hızlı geçiş yapabilir, dilerse shuffle özelliği ile
rastgele bir radyoya geçiş yapabilirsiniz. Ses ayar özelliği ile sayesinde radyo sayfasından hiç ayrılmadan ses ayarı rahatlıkla yapılabilir.
Kilitli ekran modundayken uygulamayı açmanıza hiç gerek kalmadan radyo
isim bilgisi, çalan şarkı bilgisini görebilir, radyo kanalını değiştirebilir, uygulamayı
kapatabilirsiniz. Uyku modu özelliği ile dijital radyonuza istediğiniz kadar süre belirleyip dilediğiiniz saatte yayını otomatik kapatabilirsiniz.
Bazı Radyolar
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Slowtürk – Türkiye’nin en çok dinlenen Türkçe slow müzik radyosu
Radyo D – Türkçe popun en iyileri
CNN Türk – Türkiye’nin haber radyosu
Mikser – Her türden Türkçe müziğin radyosu
Hit Play – Yabancı hit müziğin en iyi ve en yenileri
Kafam – Arabesk ve fantezi müziğin en kafa şarkıları
Türk Pop – Türkçe pop müziğin en iyi ve en yenileri
Popcorn – Türkiye’nin ilk soundtrack radyosu
Radyo Cazz – Dünyanın seçkin caz müzikleri ve efsaneleri
Mazi – Nostalji radyosu Mazi’de unutulmaz Türkçe şarkıları dinleyebilirsiniz.
Türk Rock – Türkçe rock müziğin en iyi radyosu
Türkü Evi – Anadolu’nun tüm ezgilerini dinleyebileceğiniz Türkü radyosu
Radyo Nağme – Türk sanat müziğinin en seçkin eserleri
Dancefloor – Dünyanın en iyi DJ’leri ve en iyi dans müzikleriyle enerjiyi hisset
Lovely – Aşka dair en iyi şarkıları dinleyebileceğiniz yabancı slow müzik Max Lounge – Lounge ve Chill-Out müziğin en iyi örnekleri
Goldies – 70, 80 ve 90’lı yıllara damga vuran yabancı şarkılar burada.
Latin – Latin müziğin en iyileriyle her gün, her saat festival!
Jukebox – Her hafta değişen özel konseptiyle farklılık yaratan radyo
- 14 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Kaynakça
Sf4: wikipedia.org
Sf5: wikipedia.org
Sf6: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları
Sf7: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları
Sf8: nationalgeographic.com.tr
Sf9: devletkorosu.com
Sf10: turkedebiyati.org
Sf11: wikipedia.org
Sf12: imdb, sinemalar, beyazperde
Sf13: chip.com.tr
Sf14: chip.com.tr
- 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
Download