24.08.2017 Sayı -20-

advertisement
24.08.2017 Sayı -20-
Sedasyon
»
3
Derginin amacı içeriği ve
iletişim bilgileri...
»
Bilim
4-5
Bilimsel faaliyetler ve
sağlıklı yaşam üzerine...
»
Felsefe
6-7
Düşünce tarihi ve
filozoflar üzerine...
»
Kültür Sanat
8-9
Sanatsal faaliyetler ve eşsiz
örnekleri üzerine...
»
Edebiyat
10-11
Edebiyat tarihinden örnekler
ve incelemeler üzerine...
»
Sinema
12
Keşfedilmeyi bekleyen ve
iz bırakan filmler üzerine...
»
Teknoloji
13-14
Güncel web siteleri ve yazılım
incelemeleri üzerine...
»
Kaynakça
15
web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
Sedasyon, güncellendiği süre boyunca ücretsiz
olarak yayımlanmayı kendisine amaç edinmiş bir internet dergisidir ve editörü tektir.
Bu dergi, okuyucunun dikkatini dağıtma ihtimali
olan tüm kirlilikten arındırılarak minimal bir tarzda
tasarlanmıştır.
Sedasyon’un pdf formatında paylaşılmasının temel nedeni, derginin çıktısının kolaylıkla alınabilmesine ve okuyucunun evinde veya işyerinde fiziksel
basılı bir materyal olarak farklı insanlarla paylaşabilmesine olanak sağlamaktır.
Dergide yayınlanan her türlü bilginin kaynağı,
kaynakça kısmında belirtilecektir. Sağlığı tartışmalı
olan hiçbir bilgiye yer verilmemesine dikkat edilecek
ve okuyucu tarafından tespit edilen hatalı bilgiler bir
sonraki sayıda düzeltilmiş şekilde okuyucularla paylaşılacaktır.
Sedasyon, paylaşılması, araştırılması ve incelenmesi istenen konuları ve okuyucu tarafından gönderilmiş, yayıma uygun her türlü bilgiyi araştırmaya
veya paylaşmaya daima açıktır.
Dergi hiçbir okuyucuya kesinlikle abonelik usulü
ücretli olarak satılmayacağı gibi, varlığının mevcudiyetini koruyabilmek için bağış ve minimal tarzda tasarlanacak reklamlara da açıktır.
Görüş ve önerileriniz derginin mevcudiyeti için
önemlidir.
Her geçen günün sağlık, huzur, mutluluk getirmesi dileği ve de dost sevgilerimle.
Editör
-3web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Aids ve İnsan
İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde cinsel yönelimi
homoseksüel olan erkeklerde ve Haiti’den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pnömocystitis carinii jiroveci pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS)
vakalarının tespit edilmesi ile AIDS hastalığı tanımlanmıştır. Bu infeksiyonlar
tedaviye iyi cevap vermemekte ve hastalık ölümle sonuçlanmaktaydı. Araştırmacılar bu hastalığın daha önce literatürde rastlanmayan yeni bir hastalık
olduğu konusunda birleşerek bu yeni
hastalığa “AIDS” (Akkiz İmmün Yetmezlik Sendromu, Acquired Immune Deficiency Syndrome) adını vermişlerdir.
1983 yılında AIDS’e neden olan virüs
HIV (İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü,
Human Immunodeficiency Virus) izole
edilmiş olup, bu virüs vücudun savunma gücünü zayıflatmakta, yıkmakta ve
normal koşullarda tedavi edilebilen
hastalıklar, savunma gücü yetersiz kaldığından tedavi edilememektedir.
DSÖ, (Dünya Sağlık Örgütü) Temmuz 2016 verilerine göre dünyada
36,7 milyon HIV infekte kişi olduğunu
ve hastalığın tanımlandığı 1981 yılından beri 41 milyon kişinin hayatını bu
hastalıktan kaybettiğini bildirmektedir.
Ülkemizde T.C. Sağlık Bakanlığı Haziran
2016 verilerine göre 13181 HIV/AIDS
hastası vardır. Kişi virüsü eğer korunmasız yapılan cinsel temas ile aldı ise,
hastalığın hiçbir belirti, bulgu vermeyen
ortalama 8-10 yıl gibi süresinin olması, cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar
konusunda kişilerin sağlık kurumlarına yeterli başvurularının olmamaları,
kayıt sistemlerinin yeterli çalışmaması
bu sayının gerçekleri yansıtmadığını
düşündürmektedir. HIV infeksiyonuna
ülkemizde en sık 20-49 yaş arası ve er-
keklere %70, kadınlara %30 oranında
rastlanmaktadır.
AIDS zoonoz bir enfeksiyondur.
İnsanlar ve aşağı omurgalı (İng: lower
vertebrate) hayvanlarda görülür. Genetik olarak HIV’e çok benzer bir virüs,
Batı Afrika’da ekvatora yakın bölgelerde yaşayan şempanzelerde bulunmuştur. Maymun bağışıklık yetmezliği virüsü (SIV) olarak adlandırılan bu virüs,
henüz şempanzelerde hastalığa neden
olmamaktadır. HIV’nin muhtemelen
20. yy’ın ilk yarısında, maymunların
etleri için avlanması ve doğranması
sırasında insanlara bulaştığı düşünülmektedir.
Afrika yeşil maymunlarında görülen
ve SIV’in farklı bir çeşidi olan virüsün
ise HIV-2’ye neden olduğu düşünülmektedir. HIV-2 de AIDS’e neden olabilir ancak bu süreç HIV-1’e göre çok
daha yavaş gerçekleşir. Şu an dünyada
en yaygın insan bağışıklık yetmezliği
virüsü HIV-1’dir. HIV-2, başlıca batı Afrika’da görülür. Kamerun’da yapılan
taramalarda Kamerun’un genelinde
SIV virüsünün antikorlarına nüfusun
%2.3’ünde yüksekken, şempanze ve
benzeri maymunları avlayan köylerde
bu oran %17.1 olarak tespit edilmiş.
Zamanla da bu SIV virüsünün HIV virüsüne evrildiği düşünülüyor. HIV-1
virüsünün SIV’in Kamerun’da yaşayan
belirli bir şempanze alt türünde olan
bir alt türünden evrimleştiği düşünülürken, daha ziyade Batı Afrika’da yaygın olan HIV-2’nin ise bölgede yaşayan
sootey mangabey cinsi maymunlarda
endemik olan SIVsmm alt tipi ile genetik ilişkisi gösterilmiştir.
-4web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Aids ve İnsan
HIV’IN BULAŞMA YOLLARI:
Cinsel yolla bulaşma: HIV’ın en
önemli bulaşma yolu korunmasız yapılan cinsel temasdır. Korunmasız yapılan her türlü cinsel temasla (vajinal,
oral, anal) HIV bulaşabilmektedir. Bu
tür bulaşmaya bağışık kimse yoktur.
Ancak kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları ile temasa neden olabilecek her
türlü cinsel aktivitede bulaşma riski bulunmaktadır. Bulaşma için HIV pozitif
kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile
yeterlidir, cinsel temas sayısı arttıkça
bulaşma olasılığı artmaktadır. Yapılan
araştırmalar, yaptıkları doku hasarı
nedeniyle cinsel yolla bulaşan diğer
infeksiyonların varlığının HIV’ın bir kişiden diğerine geçişini 2-9 kez artırdığını
göstermektedir.
Cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonların çoğu zaman doğru ve erken
tedavi edilebildiği Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki HIV
infeksiyonu görülme sıklığı Afrika ülkeleri ile kıyaslandığında bu ilişki daha
net olarak görülebilmektedir. Gelişmiş
ülkelerde yeterli tanı ve tedavi olanaklarının cinsel yolla bulaşan diğer infeksiyonlar lehine kullanılması ile hem bu
hastalıkların yayılması kontrol edilebilmekte, hem de HIV infeksiyonunun geçişi azaltılmaktadır.
Kan ve kan ürünleri ile bulaşma: Kanda virüsün yoğun miktarda
bulunması nedeni ile, virüsü taşıyan
kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985
yılında HIV’a karşı yapılan antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya
verilmeden önce HIV yönünden test
edilmesi zorunlu bir hale getirilmiştir.
Ülkemizde 1987 yılından beri tüm kan
ve kan ürünlerine antikor testi yapıldıktan sonra hastaya verilmektedir.
Bu nedenle 1987 yılından beri kan ve
kan ürünleri ile olan bulaşma azalmıştır. Ancak hastalığın 10–12 hafta süren
pencere döneminin olması ve acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan
ürünlerinin kullanılabilmesi azda olsa
(1/1.800.000) bu yolla geçiş olabileceğini göstermektedir.
Anneden bebeğe bulaşma: HIV
gebelik süresince, doğum sırasında ve
emzirme ile bebeğe geçebilmektedir.
Bu olasılık %20-30’dur. Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince tedavi alır,
doğum 38. haftada sezaryen ile yapılır,
bebek doğumdan sonra belli süre tedavi alır ve hekim kontrolü altında olursa ve anne bebeğini emzirmez ise bu
oran %1-2’lere kadar düşebilmektedir.
HIV birçok vücut sıvısında bulunmasına rağmen yoğun olarak bulunduğu kan, kadın ve erkeğin cinsel salgıları
ile bulaşabilmektedir. Dokunmak, el
sıkışmak, sarılmak, aynı yerde oturmak,
aynı saunayı, havuzu, banyoyu, tuvaleti
paylaşmak, aynı tabağı, bardağı, çatalı,
kaşığı kullanmak, aynı giysileri giymek,
telefon kulaklığı, gözyaşı, ter, tükürük,
sivrisinek, böcek, arı sokması ile HIV
bulaşmamaktadır.
1 Aralık günü “Dünya AIDS Günü”
olarak ilan edilmiştir. Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) her yıl 1 Aralık için bir
slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu
çerçevede toplumu bilgilendirmeye
yönelik faaliyetler yapmaktadırlar.
-5web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Aziz Augustinus
Patristik felsefenin en etkili, önemli ve hiç kuşku yok ki en büyük filozofu, Batı
Ortaçağı’nın Aquinalı Thomas’ın Hıristiyan felsefesine damgasını vurmaya başladığı 13. yüzyılın sonlarına kadar en büyük otoritesi olan Aziz Augustinus’tur (MS
354-430). Augustinus, düşüncesinde en çok Platon felsefesinden etkilenmişti.
Aslında o, saf bir filozof, sistem kuran bir filozof olmayı hiç düşünmemişti; dolayısıyla, Patristik dönemin diğer filozofları gibi, teolojiyle felsefe arasında bir ayrım
yapmadı. Gerçekten de Aziz Augustinus felsefeyi bağımsız bir disiplin olarak görmeyip, büyük ölçüde Hıristiyanlığın akla uygun içeriğini kavrayabilmek için bir araç
olarak değerlendirmişti. İşte bundan dolayıdır ki “inanabilmek için anla; anlayabilmek için iman et!” demekteydi.
Buna göre, bir teolog ya da Kilise Babası ve bir filozof olarak Aziz Augustinus,
pek çoklarına göre Donatizm, Pelegianizm ve Manişeizm benzeri dini sapkınlıkları
açıkça tanımlamak suretiyle Hıristiyan ortodoksisini ifade ve belirleme noktasında
en ileri noktaya gitmiş kişiydi. Onun felsefesi Hıristiyan vahyinden olduğu kadar,
Helenistik dönem Yunan felsefesinden de çıkmaktaydı. Özgünlüğü kısmen bundan kaynaklanıyordu; yani, onun düşüncesi önemli bir bölümüyle Yunan felsefesi
ve Hıristiyanlık arasında gerçekleştirdiği sentezin bir eseri olmak durumundaydı.
Özgünlüğü, ikinci olarak da felsefede modern düşünceye, özellikle de Descartes’a özgü bir yaklaşımı, Ortaçağ düşüncesi için çok istisnai bir durum meydana
getiren ben-merkezli bir yaklaşımı hayata geçirmesinden kaynaklanıyordu. Ortaçağ düşüncesinde epistemolojiden etiğe, metafizikten siyaset felsefesine pek çok
konuyu ilk kez olarak ele alan filozof olarak Augustinus, Batı felsefesi literatürüne
otobiyografiyi sokmuştu.
Hakikati arayan fakat onu bulamayan insanın mutlu olamayacağını söyleyen
ve kişisel hayatında, kuşkunun yarattığı belirsizlik, sallantı ve acılardan çok mustarip olmuş olan Augustinus, Tanrıya bilgi konusundan hareket ederek ulaşmıştı.
Bundan dolayı, onu en fazla meşgul eden iki soru, “bizim bir şeyi bilip bilemeyeceğimiz” ve “biz insan varlıklarının kesinliğe ulaşıp ulaşamayacağımız, ulaşabildiğimiz takdirde de ona nasıl ulaşabileceğimiz” soruları olmuştu. Başka bir deyişle
kuşkuculuğu aştıktan sonra, “sonlu, sınırlı ve değişen, yalnızca duyusal varlıkları
bilmeye muktedir olan insan varlıklarının kendilerini her bakımdan aşan, değişmez, ezeli-ebedi hakikatleri nasıl bilebildikleri” sorusu Aziz Augustinus’u Tanrıya
götürdüğü için onun felsefesinde bilgi anlayışı önce gelir. Aslında Augustinus’un
Yunan felsefesinden aldığı üç unsur ya da disiplinli felsefe anlayışı kadar, Platonik
felsefeden miras almış olduğu epistemoloji görüşü de Ortaçağ düşüncesine belli
ölçüler içinde aykırı düşen bilgi çıkışlı bir felsefe anlayışını öngörmekteydi. Söz
konusu üçlü sınıflamaya göre felsefe, mantık, fizik ve etikten meydana geliyordu.
Mantıkla büyük ölçüde diyalektiği anlayan Augustinus, fizikten de büyük ölçüde
metafiziği anlamaktaydı.
-6web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Aziz Augustinus
Tanrının varoluşu için öncelikle ve temelde, dış dünyadan, dış dünyadaki nedensellik ilişkisi veya düzen ve amaçtan hareketle a posteriori bir argüman geliştirmeyen filozof, kendi içinden, kendi dünyasından hareket eder. Argümanın
hareket noktası, zihnin zorunlu ve değişmez hakikatlerle ilgili kavrayışıdır. Aziz
Augustinus’a göre, zorunlu ve ezeli-ebedi bu hakikatler, sonlu insan zihninin çok
üstündedir, bundan dolayı insan zihni onların karşısında eğilmek ve bu hakikatleri
kabul etmek durumunda kalır. İnsan zihni bu hakikatleri kendince uydurmadığı
gibi, değiştiremez de. Zihin yalnızca, kendisini aşan bu doğruların bilincine varır
ve düşüncesini onlara göre düzenler. Augustinus, “bu zorunlu ve değişmez hakikatler, insan zihninin üstünde olmasaydı, insan zihninden bağımsız değil de zihne
tabi olsaydı eğer, zihin onları dilediği gibi değiştirebilirdi,” der.
O, tıpkı imgelerimizin, kendisinde ortaya çıktığı zihnin değişken ve yetersizliğini, duyum ya da izlenimlerimizin de kendilerinden türedikleri cisimsel ya da
duyusal varlıkların maddilik ve olumsallığını yansıtması gibi, bu hakikatlerin de
zorunlu ve ezeli-ebedi bir varlığı yansıttığını veya onların, bütün hakikatin temelini oluşturan manevi bir varlıkta temellenmek durumunda olduğunu söyler. Biz
insan varlıkları, insan davranışlarını az ya da çok adil olan eylemler olarak yargılıyorsak eğer, yargılarımız keyfi ve gelişigüzel olmayıp, zorunlu ve ezeli-ebedi bir
ölçüt, öz ya da İdeaya göre olmak durumundadır. Ona göre, bu öz ya da ölçütün
ezeli-ebedi ve yetkin bir varlıkta bulunması ya da temellenmesi gerekir. Bu varlık
ise Tanrıdır.
Tanrının Sıfatları: Platonik geleneğe mensup bir Hıristiyan filozofu olan Aziz
Augustinus için nihai gerçeklik olarak Tanrının ilk ve en temel sıfatı, doğallıkla değişmezlik oldu. O da aynen Platon gibi, değişenin, karşıt sıfatlar ya da yüklemler
almak suretiyle çelişik bir yapı kazandığı için gerçek olamayacağını savunarak,
değişmezliği neredeyse gerçek olmanın alameti farikası yaptı. Dahası, onda da
değişmezlik düşüncesi, yine aynen Platon’da olduğu gibi, yetkin bir varlık olarak
Tanrı düşüncesiyle yakından ilişkiliydi. Buna göre, Tanrı yetkin bir varlık ise eğer,
O’nun değişmesinin veya değişme ihtiyacı içinde olmasının gerçek hiçbir nedeni
olamaz; çünkü yetkin bir varlıkta değişmenin, bir yetkinlik kaybı veya mükemmeliyet yönünden bir eksilmeyle sonuçlanması mantıksal olarak kaçınılmazdır. Gerçekten de hiçbir şey yetkin bir varlıktan daha fazlası olamayacağına göre, değişen
bir yetkin varlığın yetkin olmayan veya daha az yetkin bir varlık haline gelmesi
kaçınılmazdır. Tanrı için böyle bir şey düşünülemeyeceğine göre, Tanrının sadece
yetkin değil fakat aynı zamanda değişmez olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Augustinus açısından ilahi gerçekliğin veya Tanrının bir başka özelliği de yaratıcılıktı. Platonik felsefeden birçok noktada çok yoğun bir biçimde faydalanan
Augustinus’un ustadan ayrıldığı birkaç husustan biri, söz konusu ilahi yaratma
etkinliğinin mahiyeti konusuydu. O, bu bağlamda doğallıkla, Tanrının dünyayı, değişmeye konu olan şekilsiz maddeyi hiçten yarattığını öne sürdü. Dünyanın ilahi
bir “ol!” buyruğuyla hiçten yaratıldığını ileri süren Aziz Augustinus, sonlu ve sınırlı
insan zihninin Tanrının bu yaratıcı eylemini kavrayabileceğinden emin değildi.
Devamı Sayı -21-
- 7web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Petra
Rose City: 2200 yıllık bu antik kent, kayaların rengi nedeniyle Rose City olarak da biliniyor. Petra’da atılan her adım, dönülen her köşe, izlenilen her patika
sizi yeni bir kaya mezarına götürüyor. Her yer sürprizlerle dolu... Zaman zaman
mimariye hayran bıraktıran böylesi bir medeniyetin nasıl olup da ansızın, geride
hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolduğu merak konusu. Kumtaşından oluşan
kaya bloklarına oyulmuş, tapınaklar, amfitiyatro, mezarlar ve rölyeflerin her biri
hayranlık uyandırıcı türden. Yaklaşık 100 kilometre kare alana yayılan Petra’yı hakkıyla gezmek için dört beş günü gözden çıkarmak gerekiyor. Bu görkemli kanyon,
deve veya atların sırtında yada faytonlarla gezilebiliyor. Mekânın ruhunu hissetmek için en iyisi yürümek.
The Siq: Burası Ürdün’ün Güney Çölünün çorak topraklarındaki Petra Arkeolojik Parkı’nın sadece başlangıç noktası. Dar yarıklar ve yüksek kayalıklar arasında
ilerleyen bir yol olan The Siq, 1,2 kilometrelik bir geçit. Bir zamanlar gezginler,
tüccarlar, hacılar ve deve kervanları bu dar geçitten geçerek şehre giriyorlardı.
Depremlerle ayrılmış kumtaşı kayalıklarının, yüzyıllarca süren su taşkınlarıyla
oyulmasıyla meydana gelen The Siq, yer yer 5 metre genişliğe, 91-182 metreye
varan yüksekliğe ulaşıyor. Şaşırtıcı renklerde ve güzellikteki kaya kütleleriyle çevrili. Kanyon içerisinde ilerleyen yolun duvarları gün ışığında sanki ebru sanatından
çıkmış gibi görünüyor. Aralıklarla duvarlarında yer alan rölyefler ve süslemeler gelen kafileleri karşılıyordu. Bunlardan en ünlüsü karşılıklı yürüyen 2 deve ve onların
önündeki insan figürü olan Camel Caravan Relief. The Siq’e hemen giriş kısmında, sıra dışı bir sistemler deneyen Nebatilerin inşa ettiği bir baraj bulunuyor. Bu
baraj, yıkıcı su baskınlarını engellemek için hazırlanmış karmaşık bir mühendislik
harikası. Kayaların içerisine açılan 4,8 m genişlik, 8 m yükseklikteki 30 metre uzunluğundaki Mudhlim Tüneli ve karmaşık bir bent sistemiyle, sel suları bir boğaza
aktarılıyor ve böylece Siq ve El-Hazne’nin yıkıcı su baskınlarından korunması sağlanıyordu. 2000 yıl öncesi insanları için sıra dışı görülen, hayret bırakıcı su mühendisliği ile Petra kentini taşkından koruyan baraj ve tünel, aslında devasa bir su
yönetim sisteminin bir parçasıydı sadece. Çölün ortamında su ihtiyacını kontrol
etmenin öneminin farkında olan Nebatiler, şehrin farklı noktalarında 20’den fazla
sarnıç yaparak, uzaklarda bulunan su kaynaklarını bu kalabalık şehre ulaştırmayı
başarmışlardı. Siq’in duvarlarında açılan boru sistemiyle, sarnıçlarda biriken sular
şehre taşındı. Kumtaşı kayalıkları suyu emen özellikte olduğundan, kaybı önlemek
için kanalları seramik ile kaplamışlardı. Böylece yağmurun az olduğu, sıcaklığın 50
dereceyi bulduğu çöl ortamında sürekli bir su kaynağına sahiptiler.
El-Hazne: The Siq geçidinin sonunda Petra’nın en muhteşem yapısı çıkar karşınıza; El-Hazne... Siq’den yürüyerek kente girenler bu muhteşem yapıyla karşılaştıklarında Nebatilerin zenginliğini ve nüfuzunu kavrıyor. Hollywood filmleri ile
ölümsüzleştirilen Petra’nın en ünlü yapısı, yaklaşık 20 yüzyıl önce kayaların içinde
inşa edildi. Petra’daki kalıntılardan hiç biri El-Hazne kadar göz alıcı değil. Büyük
sütunlu girişi ve oymaları ile ziyaretçileri kendine hayran bırakan bu görkemli
yapı, 39 metre yüksekliğinde, 25 metre genişliğinde...
-8web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Petra
Gül kurusu rengindeki yekpare kayaların, yukarıdan aşağıya doğru senelerce
oyulmasıyla bu zarif eser yaratılmış. El Hazne’deki figürler Nebatilerin geleneksel
mimarisinden çok farklı. Erken dönemde Nebatiler tanrılarını genelde; kare taş,
kutsal meteorlar, taş bloklar, bazen de şematik göz ve burun ile simgeliyorlardı.
Oysa El-Hazne’nin gösterişli ön cephesi Nebati, Yunan, Pagan ve Mısır kültürünün
tanrısal figürleri, hayvanlar ve çiçeklerle süslü. Yunan mitolojisindeki büyük kadın
savaşçılar Amazonlar; merkezde Mısır tanrısı İsis’in tacı ve hemen onun altında da
Medusa başı bulunuyor. Ticaretle Batı Akdeniz’de dolaşan Pagan Nebatiler farklı
kültürlerden etkilenerek, onların sanat tarzları ve inançlarını birleştirdiler.
Roman Amfitiyatro: Petra’nın en çok bilinen etkileyici kalıntılarından Amfitiyatro, Helenistik mimari ile 1. yüzyılda yapılmış ve 7.000 kişiyi ağırlayacak kapasiteye sahip. Tamamen kayaların içerisine oyulmuş tiyatro 363 yılında geçirdiği
depremden oldukça etkilenmiş. Tadilat gören tiyatro şimdi mühürlü olarak duruyor.
Royal Tombs: Roma Tiyatrosu’nun karşısında, El-Hazne’nin kuzeyindeki büyük bir kayalıkta 5 adet devasa mezar cephesi yer alıyor. Royal Tombs olarak adlandırılan kraliyet mezarları, diğer anıt mezarlara oranla daha büyük ve görkemli.
Qasr Al-Bint: Petra’nın en önemli tapınağı Qasr el-Bint, Petra Antik kentinin
sonunda yer alıyor. Orijinalinde büyük ahşap kapılardan girilen, üç kemerli yapı
Greko-Romen mimarisi ile yapılmış. Farklı kültürlerin karışımı ilginç geometrik
motiflerle süslenmiş yapıdan geriye kalanlar ne yazık ki pek iyi durumda değil.
El-Deir Manastırı: Petra’nın kayalara oyularak yapılmış en büyük yapısı El-Deir Manastırı, MÖ 1. yüzyılda yapılmış. Kırk yedi metre genişliğinde, kırk metre yüksekliğindeki El-Deir, bir zamanlar putperest Nebatilerin önemli bir tapınağıydı.
Ürdün’deki bilinen en eski tapınma yerlerinden biri olan, müthiş ayrıntılı mozaiklerle bezeli Manastıra ulaşmak için 800 merdivenlik bir tepenin zirvesine çıkmak gerekiyor. Arkeologlar burada 152 tomardan oluşan bir yığın buldu ve bu
tomarlardan Bizans donemi Petra’sındaki günlük yaşam hakkında ayrıntılı bilgiler
elde edildi. Hıristiyanlığın geldiği 4. yüzyıla kadar burada Nebati tanrıları Dushara, al-Uzza’ya kurbanlar sundular. Burası Petra’yı yukarıdan görmek için en güzel
yerlerden birisi. Çöl sıcağının bunaltan havasına inat edenlere Petra bütün zenginliklerini sunuyor. Petra’da 800’den fazla anıt, mezar, sunak, tapınak ve yapılar
bulunuyor. Petra’nın en yüksek yeri Jabal Haroun’da (Harun Dağı) yer alan; Musa
peygamberin kardeşi Harun’a ait olduğu söylenen bir mozole yer alıyor. Buraya
çıkmak için 4 saat ayırmak gerekiyor...
-9web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Bize Göre - Ahmet Haşim
Ahmet Haşim, Paris seyahati sonrasında orada edindiği izlenimleri uzun yıllar yazdığı İkdam gazetesinde fıkralar halinde yayınlamıştır. Çeşitli tarihlerde İkdam’da yayınlanan bu yazılar, 1928 yılında İkdam’da Bize Göre adı altında kitaplaştırılmıştır. Bize Göre’de fıkra türünde 42 yazı bulunmaktadır.
Ahmet Haşim, 1921’de nesir yazmaya başlamıştır. İlk nesirlerini topladığı Bize
Göre ile Türk Edebiyatının “en orijinal üslupçusu” olarak kabul edilmiştir. Ahmet
Haşim’in derli toplu, bir konu etrafında şekillenen yazılarında zarif, ince, sanatlı,
işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir.
ESERDEN SEÇMELER
GARDEN BARDA KONUŞAN İKİ ADAM
Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne derilerindeki beyazlık
insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık, insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık, insan dudağı kızıllığıdır. Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları
kadar güzel değil! Kırmızı, sarı, yeşil, siyah boyalar, renksiz etleri, çipil gözleri, soluk dudakları değişikliğe uğratarak, harap uzviyetlerden birer gençlik ve güzellik
mucizesi vücuda getirmiş. Kim diyor ki kadın şimdi, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler
altında saklamıyor? Ya boya örtüleri? Bunların altında hakiki çehreyi hiç görmek
kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?
SİNEMA
Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudumun değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde
mola verdiğini hissederim. Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan
başka nedir?
Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini koymasıdır. Rüya alemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz
perdede koşuşan, döğüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların tatsız tuhaflıklarından veyahut kovboy süvariliklerinden veya harikulade hırsızlık vak’alarmdan,
başka türlü tat almak kabil olur muydu? İnsan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir. Resmi, beyaz perde üzerinde kımıldayan şu
rimel ile kirpiğin her teli bir ok gibi dikilmiş güzel kadının gözünden, damla damla
akan sahte gözyaşları, zevkini ve aklıselimini şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere
bırakmayan adamı, teessürden değil, ancak can sıkıntısından ağlatabilir.
Sinema, böyle yormayan masum bir göz eğlencesi kaldıkça, yorgun başın munis bir sığmağıdır. Her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu
karanlıkta, basit musiki, tatlı bir ninni vazifesini görür. Ben, en güzel ve en dinlendirici uykularımı sinemanın, ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak
karanlığına borçluyum.
- 10 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Bize Göre - Ahmet Haşim
ŞEHİR HARİCİ
Üç dört seneden beri uzak çiftliğinde, anlar, inekler, keçiler ve tavuklardan
müteşekkil dost bir hayvan çemberi ortasında yaşayan akıllı bir dostumu ziyarete
gittim.
Şehirden tamamen uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta, tanımak müşkül oldu: Saçları vahşi bir gelişme ile başını sarmış, rengi bakır kırmızılığı almış, dişleri uzamış,
lehçesinde çetin sesler belirmişti. Alnında ne hüzünden, ne neşeden eser kalmamıştı. Tabiat, dostumu kendine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü.
Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, şüphe yok ki vücudu böyle haşin bir
zırh ve içindeki ruhu da böyle bir çelik külçesi hâline getirmektir. Şehirlerin san
derisini kırların kızıl derisine değişmedikçe güneşin ve toprağın kardeşi olmak kabil mi?
Derler ki: Aynı ağaçların, aynı tepelerin ve aynı göklerin sonsuz bir tekrarından başka bir şey olmayan kır aleminin saadetleri, sırf şairane bir icat eseridir.
Gerçekten, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair,
Oktruva sınırı dışında bir cennet var olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da
buna inandırmak için asırlardan beri manzum sözün telkin kudretinden yardım
dilemiştir. Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa kolay süt, ekmek, peynir ve bal temin
eden bir çiftlik olabilir.
Fakat kır, hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu bir âlemdir.
LEYLEK
Senelerden beri leylek görmüyordum. Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son
senelerde İstanbul’a az rağbetleri herkesin dikkatini çekmişti. Sonradan öğrendik
ki Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu saygı değer kuşları arsenikti yemlerle
öldürüyorlarmış.
Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve keskin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birden damlar tarafından gelen bir leylek gagası takırtısıyla durdum.
Senelerden beri hasret kaldığı dost sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların
geniş tebessümüyle gerilmişti.
Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, ses
hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur. Bir baca üstünden ufka çizilen bir leylek şekli,
muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gökyüzü... Yeşil
bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir... Yarasaların uçuştuğu, kavak
ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam... Sıcak bir Asya gecesi: Damların
yan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen
siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlar...Alçak bir gece
semasına serpilmiş büyük yıldızlar... Bütün bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası...
Muhakkak, leylek, ressam ve şairi birtakım karışık ve mevzun hayallere davet
etmek üzere yaratılmış bir kuştur. İşte onun içindir ki maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramayacak kadar güzel olan bu hayvanı öldürmek cesaretini
kendinde buluyor.
- 11web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Sinema
1-
Heat
Yönetmen: Michael Mann
Senarist: Michael Mann
Oyuncular: Robert De Niro, Al Pacino, Val Kilmer
Yapım yılı: 1995, ABD
Süre: 170 dakika
Konu: Gerek içgüdüleri gerekse üstün zekasıyla, içerisinde bulunduğu her türlü
suçtan arkasında kesin deliller bırakmadan, başarılı bir şekilde sıyrılmayı başaran
Neil McCauley profesyonel bir hırsızdır. En az kendisi kadar yetkin hırsızlardan
oluşturduğu çetesiyle altından kalkılması zor işlere kalkışıp minimuma yakın hasarla başarıya ulaşırlar. Her azılı suçlu vakasında olduğu gibi söz konusu hırsızın peşinde de hırslı ve takıntılı bir dedektif vardır. Dedektif Hana, şimdiye dek
bu usta hırsızın zekasıyla başa çıkamasa da davayı çözmekte kararlıdır. Michael
Mann filmografisinin en önemli yapıtlarından biri olan Heat, oyuncu kadrosundaki Al Pacino, Robert De Niro ve Val Kilmer gibi usta aktörlerle dikkat çekerken,
ünlü aktris Natalie Portman’ın çocukluğuna tanık olma açısından da ilgi çekici.
2-
84 Charing Cross Road
Yönetmen: David Hugh Jones
Senarist: Helene Hanff (kitap), James Roose-Evans (uyarlama)
Oyuncular: Anne Bancroft, Anthony Hopkins, Judi Dench
Yapım yılı: 2004, İngiltere, ABD
Süre: 100 dakika
Konu: İkinci el kitaplarla ilgili denizaşırı bir iş görüşmesinin yakın bir arkadaşlığa
dönüşmesinin gerçek hikayesi. Helene Hanff(Bancroft) New York’lu bir yazardır
ve Londra’da küçük bir kitapçıya bazı ender bulunan İngiliz Klasikleri için mektup
yazmıştır. Kitapçı Frank Doel (Hopkins) onun mektubunu cevaplarken aralarında
iki kıta ve 20 yıl olmasına rağmen özel birşeyler doğarAralarındaki tüm farklara
rağmen, kitaplara duydukları aşk, onları birbirine bağlamıştır.
- 12 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» AKK Nedir?
İnternet çağında yaşıyoruz ve artık internet, olmazsa olmazımızın haline geldi. Fakat ülkemizdeki bütün internet servis sağlayıcılarında internet kullanıcılarını
oldukça üzen Adil Kullanım Kotası (AKK) adı verilen bir sistem mevcut. AKK, tarifenize bağlı olarak belirli bir kullanım miktarı sonrasında internet hızınızın o ay
boyunca internet servis sağlayıcınız tarafından düşürülmesidir. Ay başında tekrar
internet paketinizin hızı normal erişim hızınıza dönmektedir. Genel tanım bu olsa
da, konuyla alakalı daha detaylı durumlar da mevcut.
AKK nedir? ve İnternet hızı ne kadar yavaşlıyor?
Bu sorunun cevabı henüz bir kaç yıl öncesine kadar kullanıcılar için oldukça
üzücüydü. İnternet hızınız ne kadar yüksek olursa olsun, Adil Kullanım Kotasına
ulaştığınız takdirde hızınız 1 Mbps gibi ilkel bir hıza düşürülüyordu. Fakat hükumet tarafından yapılan düzenlemeler ile bu konuda iyileştirilmeler yapıldı ve şu
an internet hızı en fazla 3 Mbps seviyesine kadar düşürülebiliyor.
AKK Neden Var?
AKK, Türkiye’nin altyapısında oluşacak bir aşırı yüklenme durumunu önlemek
için hazırlanmış bir sistem. Türkiye’deki internet altyapısının yeni olduğu dönemler için oldukça önemli bir uygulama olduğunu söylemeden geçemeyiz.
Fakat artık Türkiye’nin internet altyapısı AKK sistemine ihtiyaç duymadan
ayakta kalacak kadar güçlü. Bu nedenle de internet kullanıcılarını mağdur eden
AKK sisteminin kaldırılması için ciddi çalışmalar da yapılmaktadır.
- 13web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» AKK için indirme zamanlama
1 Mayıs itibarıyla yeni düzenlemeler yürürlüğe girdi. Artık gece 02:00 sabah
08:00 arasında AKK geçerli olmayacak. Peki, bu saatlerde indirme için zamanlama
nasıl yapılır?
BTK’nın yeni düzenlemelerinin ilk bölümü 1 Mayıs itibarıyla yürürlüğe girdi.
Buna göre Adil Kullanım Kotası, gece 02:00 ila sabah 08:00 arasında geçerli olmayacak. Yani AKK tamamen kalkana dek, indirmelerimizi gece yapmak oldukça
mantıklı olacak.
İndirme zamanlama için kullanabileceğimiz ilk program uTorrent. Torrent
dosyalarını indirmek için kullandığımız uTorrent programında zamanlama yapabilmek mümkün. Bunun için Seçenekler > Tercihler > Zaman Çizelgesi bölümüne
girmemiz gerekiyor. Bu bölüme girdikten sonra istediğimiz günü ve 02 – 08 saatleri arasını seçmemiz, zamanla yapabilmek için yeterli.
İndirme zamanlayabileceğimiz bir diğer platform ise oyuncuların uğrak noktası Steam. Steam’de indirme zamanla için Ayarlar bölümünden İndirmeler sekmesine gelmemiz gerekiyor. Daha sonra burada yer alan Otomatik İndirme Güncellemelerini Sınırla bölümünden gece 02 – sabah 08 olarak ayar yaptığımızda,
istediğiniz oyunlar bu saatler arasında indirilir.
Bir başka popüler dosya indirme programı olan Internet Download Manager
da indirme zamanlaması yapabileceğimiz bir başka program. Programı açtığınızda indirmeler sekmesi altında yer alan “Programlayıcı” bölümüne girmemiz gerekiyor. Burada aynı uTorrent’te olduğu gibi hem gün hem de saat seçebilmek
mümkün. Ayrıca dilersek “indirme bittiğinde modemi kapat” ya da “indirme bittiğinde bilgisayarı kapat” seçeneklerinden de faydalanabiliyoruz.
- 14 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
» Kaynakça
Sf4: hacettepe.edu.tr
Sf5: hacettepe.edu.tr
Sf6: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları
Sf7: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları
Sf8: yoldaolmak.com
Sf9: yoldaolmak.com
Sf10: turkedebiyati.org
Sf11: turkedebiyati.org
Sf12: imdb, sinemalar, beyazperde
Sf13: shiftdelete.net
Sf14: shiftdelete.net
- 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: [email protected]
Download