ikinci bölüm - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIK POLİTİKASI VE AVRUPA
BİRLİĞİ
ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYE’DEKİ AZINLIKLAR
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Gonca BAHADIR
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ
Ankara - 2012
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIK POLİTİKASI VE AVRUPA
BİRLİĞİ
ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYE’DEKİ AZINLIKLAR
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Gonca BAHADIR
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ
Ankara - 2012
ÖNSÖZ
"Azınlık" kavramı, henüz kabul edilmiş bir tanımı olmamakla beraber,
uluslar arası ilişkilerde son 150 yıldır sürekli kullanılan bir kavramdır. Kavram,
Birinci Dünya Savaşı sonunda Polonya ile yapılan antlaşma metninin
içerisine konularak, bundan sonra yapılan tüm uluslar arası antlaşmalara
dahil edilmiştir. Bu yüzyılda, ulus devlet sürecini yaşamaya başlayan dünya
için daima bir sorun olan azınlıklar konusu Türkiye Cumhuriyeti için de
kurulduğu dönem dahil varlığını ve tartışmalarını günümüze kadar getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti 1959’da yaptığı başvuru ile başladığı Avrupa
Birliğine üyelik sürecinin en kritik dönemine girmiştir. 17 Aralık 2004’te AB
Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı almış, müzakereler için
mevzuat ve genel yapı tarama süreci 3 Ekim 2005’te başlamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği macerasının geleceği ile ilgili iyimser ve
kötümser olan bir çok yorum yapılmakla beraber 52 yıl önce başlamış olan
bu sürecin takipçisi, özellikle son 15 yıldır, Türkiye olmuştur.
Azınlıklar konusu, Avrupa Birliği’nin üzerinde önemle durduğu,
özellikle Türkiye’yi eleştirdiği ve şartlar getirdiği bir konudur. Avrupa Birliği
hazırladığı ilerleme raporlarında insan hakları ve azınlık hakları için ayrı
bölüm oluşturmakta, Türkiye’de mevcut olan azınlık anlayışından çok öte bir
değerlendirme
yapmaktadır.
İlerleme
Raporlarında
Özellikle
Lozan
Anlaşması’nda tanımlanan ve hukuki statüsü belirlenen azınlıklar dışındaki
bazı topluluklara atıf yapılmış, bazı yerlerde kapalı bazı yerlerde ise açıkça
Türkiye’de “yeni azınlıklar” bulunduğu ifade edilmiştir. Lozan Antlaşması ile
kabul edilen azınlıklar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerdir. Bu topluluklar
sosyal ve kültürel açıdan her türlü azınlık hakkına sahiptir, öyle ki, bu insanlar
Türkiye'nin zenginlik ve refah içinde yaşayan diliminde yer alırlar. Türkiye
Cumhuriyeti için Lozan Antlaşması ile çözümlenmiş bir konuda, Avrupa Birliği
tarafından resmi olarak yüksek seviyede politik baskı oluşturulması ve
sonuca yönelik değişimler talep edilmesi, zaten zor yürümekte olan Avrupa
Birliği yolunda yeni tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Türkiye azınlıklar
ii
konusunda Osmanlı İmparatorluğundan miras kalanlar ile yakın tarihinde
yaşadıklarını henüz unutmamıştır.
Bu tez çalışmasında, azınlık, azınlık hakları kavramı ve tarihsel
gelişimi, cumhuriyet öncesi ve sonrası Türkiye’de azınlıkların durumları ile AB
uygulamaları incelenmiştir. AB Uyum Yasaları ile oluşan durumun azınlıklar
konusunda Türkiye’ye muhtemel etkileri ortaya konularak, bu etkilerin
gelecekte verebileceği olumsuzlukları bertaraf etmek için alınması gereken
tedbirler belirlenmeye çalışılmıştır.
Çalışmalarım süresince maddi ve manevi desteklerini hiçbir zaman
esirgemeyen,her an yanımda olan babam Yusuf, annem Aysel,kardeşlerim
Gamze ve Gülce YAYLA ile çalışmamda emeği geçen,ufkumu açan , lisans
ve yüksek lisans dönemlerim boyunca eğitimsel ve kişisel gelişim için benden
hiçbir desteği esirgemeyen başta tez danışmanım Prof. Dr. Canan ATEŞ
EKŞİ olmak üzere herkese teşekkürü bir borç bilirim.
Gonca BAHADIR
iii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................iii
KISALTMALAR .............................................................................................vi
TABLOLAR LİSTESİ...................................................................................viii
GİRİŞ ..............................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
AZINLIK KAVRAMINA GENEL BİR BAKIŞ
1.1. AZINLIK TANIMI, TARİHSEL GELİŞİMİ VE AZINLIK TÜRLERİ ........... 6
1.1.1. Dilsel Azınlıklar .............................................................................. 11
1.1.2.Dini Azınlıklar .................................................................................. 12
1.1.3.Etnik Azınlıklar ................................................................................ 12
1.1.4.Ulusal Azınlıklar .............................................................................. 13
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARA YAKLAŞIMI
2.1. GENEL.................................................................................................. 15
2.2. AVRUPA BİRLİĞİNDE AZINLIK HAKLARININ TARİHÇESİ ............... 16
2.2.1. Birincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler .......................... 19
2.2.1.1. Maastricht Antlaşması ............................................................ 20
2.2.1.2. AMSTERDAM ANTLAŞMASI ................................................. 22
2.2.1.3. Nice Antlaşması ...................................................................... 23
2.2.2. İkincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler ............................ 24
2.2.2.1. Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler
Arasında Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC Sayılı Yönerge 24
2.2.2.2. İstihdam ve İşte Eşit Davranılması Konusunda Esasların
Belirlenmesine İlişkin 2000/78/EC Sayılı Yönerge ................. 26
2.2.3. Diğer Metinlerdeki Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler ......................... 27
2.2.3.1. 1993 Kopenhang Zirvesi ......................................................... 27
2.2.3.2. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ............................................ 29
iv
2.2.3.3. Avrupa Birliği Komisyonu Gündem 2000 Raporu ................... 30
2.2.3.4. Avrupa Birliği Anayasası ......................................................... 31
2.3. AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNİN TARAF OLDUKLARI
SÖZLEŞMELER ................................................................................... 39
2.3.1. BM Örgütünün Hazırladığı Metinler ............................................... 39
2.3.2. AGİT Tarafından Yürütülen Çalışmalar .......................................... 41
2.3.3. AVRUPA KONSEYİ TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR . 42
2.4. AVRUPA BİRLİĞİ KURUMLARININ AZINLIKLARA YÖNELİK
ÇALIŞMALARI ..................................................................................... 44
2.4.1. AB Konseyi .................................................................................... 45
2.4.2. AB Komisyonu ............................................................................... 46
2.4.3. Avrupa Parlamentosu ................................................................... 48
2.5. AB ÜYESİ ÜLKELERİN AZINLIKLARA BAKIŞ AÇISI ....................... 50
2.5.1. Fransa’nın Azınlıklara Yaklaşımı ................................................... 52
2.5.2. Almanya’nın Azınlıklara Yaklaşımı ................................................. 60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE –AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE AZINLIKLAR
3.1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE
GAYRİMÜSLİMLER ............................................................................. 70
3.2. LOZAN ANTLAŞMASI VE AZINLIKLAR KONUSU ............................ 77
3.2.1. Sevr Antlaşmasında Azınlıklar ....................................................... 80
3.2.2. Lozan Antlaşmasında Azınlıklar .................................................... 83
3.3. CUMHURİYET’İN İLANINDAN GÜNÜMÜZE AZINLIKLAR ................. 91
3.3.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Azınlıkların Durumları : ................. 92
3.3.1.1. Rumlar .................................................................................... 93
3.3.1.2. Ermeniler ................................................................................ 93
3.3.1.3. Yahudiler ................................................................................ 95
3.3.1.4. Diğer Azınlık Grupları ............................................................. 96
3.3.1.4.1. Süryaniler ........................................................................ 96
3.3.1.4.2. Yezidiler, Keldaniler, Nasturiler ....................................... 97
3.3.1.4.3. Bulgarlar .......................................................................... 97
v
3.4. CUMHURİYET DÖNEMİNDE CEMAAT VAKIFLARI İLE İLGİLİ
MEVZUAT DEĞİŞİKLİKLERİ .............................................................. 97
3.4.1. Yabancı ve Azınlık Vakıfları ......................................................... 102
3.4.2. Yabancı ve Azınlık Okulları .......................................................... 105
3.4.3. Diğer Azınlık Hakları Uygulamaları: ............................................. 107
3.5. AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN YASA
DEĞİŞİKLİKLERİ ............................................................................... 108
3.5.1. 2001 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri ......................... 108
3.5.1.1. Madde 26: Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ............. 109
3.5.1.2. Madde 28: Basın Hürriyeti .................................................... 110
3.5.1.3. Madde 33: Dernek Kurma Hürriyeti ...................................... 111
3.5.1.4. Madde 66: Türk Vatandaşlığı ............................................... 112
3.5.2. 2004 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri ......................... 113
3.5.2.1. Madde 30: Basın Araçlarının Korunması ............................. 113
3.5.2.2.Madde 90: Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma ............. 113
3.5.3. AB İLERLEME RAPORLARINDA AZINLIK HAKLARI ................. 114
3.6. AVRUPA BİRLİĞi’NİN TÜRKİYE’DEN AZINLIKLARLA İLGİLİ
BEKLENTİLERİ ................................................................................. 156
3.7. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARLA İLGİLİ BEKLENTİLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ...................................................................... 159
SONUÇ .......................................................................................................174
KAYNAKÇA ...............................................................................................179
EKLER........................................................................................................191
EK 1: AVRUPA KONSEYİ ULUSAL AZINLIKLARIN KORUNMASI İÇİN
ÇERÇEVE SÖZLEŞME .................................................................. 191
EK 2: BÖLGESEL VEYA AZINLIK DİLLERİ AVRUPA ŞARTI................. 204
ÖZET ..........................................................................................................219
ABSTRACT ................................................................................................221
vi
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
AB
: Avrupa Birliği
AGİT
: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
AİHS
: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
AK
: Avrupa Konseyi
AP
: Avrupa Parlamentosu
AT
: Avrupa Topluluğu
AÜSBFD
: Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi
BADAŞ
: Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı
bkz.
: Bakınız
BM
: Birleşmiş Milletler
C.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
der.
: Derleyen
ECRI
: Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa
Komisyonu
ed.
: Editör
Enst.
: Enstitü
ESKHS
: Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi
EUTCC
: Avrupa Birliği-Türkiye Yurttaşlık Komisyonu
KOB
: Katılım Ortaklığı Belgesi
KSHS
: Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi
MERCATOR
: The European Network for Information, Documentation and
Research
no.
: Numara
OHAL
: Olağanüstü Hal
UAKÇS
: Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi
USAD
: Uluslararası Sürekli Adalet Divanı
PHARE
: Poland Hungary Aid for the Reconstruction of the Economy
vii
S.
: Sayı
s.
: Sayfa
TBMM
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Üniv.
: Üniversite
vb.
: Ve benzeri
yy.
: Yüzyıl
viii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Müslüman ve Gayrimüslimlerin
Nüfuslar ......................................................................................... 76
Tablo 2: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Rum Nüfusu ............................... 76
Tablo 3: 20 Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Ermeni Nüfusu ........................ 77
Tablo 4: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Yahudi Nüfusu ......................... 77
GİRİŞ
Büyük nüfus hareketleri ve siyasal otoritelerde yapı ve sınır
değişikliklerin yaşandığı her dönem azınlıkların doğmasına yol açmıştır.
Azınlıklar modern ulus devletin ortaya çıkışıyla doğmuşturlar. Aslında azınlık
kavramı 16.yy Reform hareketlerinden bu yana kullanılmaktaydı.1648
Westphalıa Barışı sonucu devletlerin territoryal niteliğinin ve egemenliğinin
tanınmasıyla yani ulus devletin ortaya çıkmasıyla; 16.yy. topluma egemen
olan kilisenin temsil ettiği dine karşı çıkışla dinsel azınlıklar ortaya çıkmaya
başladı.117.yy itibaren azınlık koruması güçlendi ve ulusçuluğun etkisiyle
dinsel azınlık yerini etnik ve ulusal azınlıklar almaya başladı. Azınlık
kavramını uluslar arası hukuk ve ilişkilere sokan Katolik ve Protestan
yönelimli devletler arasında imzalanan azınlık koruma anlaşmaları oldu.Tek
taraflı koruma fermanları ikili antlaşmalara dönüştü.Böylece Avrupa’daki
dinsel azınlık çatışmalarını bitirdiler.18.yy a gelindiğinde Doğu sorunu;
Osmanlıdaki Hrıstıyan azınlıkların bir tek büyük devletçe korunması
biçiminde başladı.1854-1856 Kırım savaşı sonucu 1856 Paris Antlaşmasıyla
Avrupa Uyumu başladı.19.yy. süreç kolektif koruma sistemi kapsamında ikili
antlaşmalar yerine çok taraflı antlaşmalara bıraktı.
Ulus
devletlerin
doğmaya
başlamasıyla
ortaya
çıkan
azınlık
kavramının tanımı konusunda bir oydaşma yoktur. Bununla birlikte kavram
sosyolojik ve hukuksal açıdan tanımlanabilir. Sosyolojik olarak ;bir toplulukta
sayısal bakımdan az olan,başat olmayan ve çoğunluktan farklı özelliklere
sahip olan gruptur.Hukuksal açıdan bakıldığında,konuya ilişkin uluslar arası
belgelerde açık bir tanım yoktur. Çünkü bir azınlığı tanımanın duyarlı bir konu
olması ve siyasal anlamlar taşımasıdır. Yapılan uluslar arası çalışmalarla bir
çerçeve çizilebilmiştir.1928’de Uluslar arası Adalet divanında görülen ‘Yukarı
Silezya Azınlık Okulları Davası’nda hukukçu Mello Toscana azınlık
1 İlk azınlıklar dinsel nitelikteydi ve ancak 19. Yüzyılda “egemen dini egemendir”yerine “egemenin
ulusu egemendir”ilkesinin benimsenmesi, yani tutunum ideolojisinin din yerine ulusçuluk olmaya
başlamasıyla birlikte dinsel azınlıkların yerini ulusal ve etnik azınlıklar aldı.Bkz.Jennifer Jackson
Preece,Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi,Çev.Ayşegül Demir,İstanbul,Donkişot
Yay.,2001,s.17-18
2
kavramını’’bir devletin nüfusunun, topraklarının belirli bir bölümüyle tarihsel
olarak bağlı,kendine özgü bir kültüre sahip,ırk,dil ve din farklılığı nedeniyle
devletin
diğer
uyruklarının
çoğunluğuyla
karıştırılması
imkansız,kalıcı
parçası’’şeklinde tanımlanmıştır.BM belgelerinde de azınlık tanımı olmamakla
birlikte,çeşitli raporlarda geçen ve genel kabul gören iki azınlık tanımı
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, BM İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın
Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Raportörü Francesso
Capotorti’nin 1978’deki raporunda önerdiği,’’….bir devletin nüfusunun geri
kalanına
göre
sayısal
olarak
az
olan,egemen
olmayan
konumda
bulunan,üyeleri o ülkenin vatandaşı olarak etnik,dinsel ya da dilsel açıdan
nüfusunun
geri
kalanından
ayrılan
özellikler
taşıyan
ve
kültürlerini,geleneklerini,dinlerini ya da dillerini korumak amacıyla üstü örtülü
bir dayanışma duygusu gösteren gruptur.’’şeklinde tanımlamıştır. 2Tanımların
temelinde azınlık olmanın ana öğeleri vurgulanmaktadır. Bunlardan ilki
Azınlık, nüfusun geri kalanından farklı ırksal,kültürel,etnik,dilsel ya da dinsel
açıdan farklı olmalıdır.İkinci olarak azınlık farklı özelliklerini koruyabilecek ve
devam ettirebilecek yeterli sayıya sahip olmalı,ama nüfusunun geri
kalanından sayısal açıdan az olmalıdır.Üçüncü olarak,başat olmama
koşuludur.Bu
gruplar
nüfusunun
olmamalıdırlar.Dördüncü
gerekmektedir.Son
olarak
olarak
gerekmektedir.Tanımlarda
geri
azınlıkların
azınlık
yer
kalanına
alan
bilincine
dayanışma
karşı
egemen
vatandaş
olması
sahip
olmaları
duygusu
bunu
gerektirmektedir.Grup,farklı niteliklerini ve geleneklerini korumaya istekli
olduklarını göstermelidirler.Bunun en önemli nedeni;kimliklerinden dolayı dış
saldırılara maruz kalacağından korkan grup üyelerinin kendi aralarında’’üstü
örtülü dayanışma duygusu’’nu ve dolayısıyla kimliğini devam ettirme isteğidir.
Azınlık ulus devlete bağımlı bir olgudur ve modern ulus devlet
yapılarının ortaya çıkışıyla eş zamanlı olarak doğmuştur.Ulus devletler
sınırları içinde herkesin aynı özelliklere sahip ve birlik bütünlük içinde hareket
2 Ayşe Füsun Arsava,Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası Belgelr ve Özellikle
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi,Ankara, AÜSBF
Yayınları,1993,s.42-45
3
eden türdeş bir topluma dönüştürüldüğünde güçlü bir yapı ortaya çıkacağı
varsayımına dayanır.Türdeşliğin gerekli olma nedeni,farklılıkların sosyal
çatışma ve istikrarsızlığa yol açacağı varsayımıdır.Alt kimlikleri ulusal kimlik
içerisinde türdeşleştirme çabasındadır.Alt kimlik bireyin içinde doğduğu
grubun
kimliğidir.Üst
kimlikse
devletin
vatandaşına
empoze
ettiği
kimliktir.3Toplumu birleştirmek için ileri sürülen üst kimlik iki durumda bunun
tam tersi sonuç verebilir. Üst kimliğin kimi gruplar tarafından edinilmesi
olanaksızlaştırılmış ve sınırlanmışsa ırkçılık politikası doğar ve azınlığı
kendinden fizik olarak ayırır.İkinci olarak üst kimlik bireyi temsil etmiyorsa
eğer bir ulus devlette millet inşası’’toprak temelli’’yöntemle değil de kan
temelli yöntemle yapılıyorsa üst kimlik kimi grupları temsil etmez.
Azınlık sorunları sadece devletin iç politikasını ilgilendiren ulusal bir
sorun değil, aynı zamanda uluslar arası ve bölgesel istikrarı etkilediği ölçüde
uluslar arası bir sorundur.Çünkü kimi azınlıklar sınır aşan niteliğe sahiptir.Her
azınlık değilse bile kimi azınlıkların ya bir akraba devlete ya da komşu devlet
içinde yaşayan akraba azınlığı vardır.Bunun yanı sıra azınlık sorunlarının
artık evrensel insan haklarının bir parçası olarak görülmesidir ve azınlık
hakları
sorunlarının
insan
hakları
ihlallerini
beraberinde
getirdiği
varsayılmaktadır.Azınlık sorunlarının uluslar arası nitelik kazanmasındaki bir
diğer faktör ise
devletlerin rakiplerine veya düşmanlarına karşı stratejik
birtakım kazanımlar elde edebilmek için bir başka devletin esasen iç işi
sayılabilecek azınlık sorunlarına müdahale etmeleri ve azınlık gruplarını
içinde yaşadıkları devletlere karşı kullanmaya çalışmalarıdır.Ayrıca bir
devletin genellikle uluslar arası anlaşmalar gereğince,bazen böyle bir durum
olmasa bile,kendi ülkesi dışındaki soydaşlarının haklarını koruma arzusu da
azınlık
sorunlarının
uluslar
arası
alana
taşınmasına
neden
olabilmektedir.Kısaca azınlıklar sorunu her zaman potansiyel olarak ulusal
olduğu kadar uluslar arası bir sorun niteliği taşır.Günümüzde yaşanan
küreselleşme olgusuyla eşzamanlı olarak azınlıkların korunmasının gündeme
gelmesi ve birbirine zıt gibi görünen bu iki olgunun ulus-devlet bakımından
3 Baskın ORAN,Küreselleşme ve Azınlıklar,Güncelleştirilmiş ve Geliştirilmiş 5.B.,Ankara,İmaj
Yayınevi,2009, s.64
4
benzer sonuçlara yol açması,aralarında yakın ilişki olduğuna dair görüşleri
güçlendirmiştir.19.yüzyıl
sonu
ve
20.yüzyıl
başında
imparatorlukların
tasfiyesinde önemli rol oynayan azınlıklara,şimdi küreselleşme ve ulusüstü
yapılanmalar karşısında engel olarak görülen veya bu
çıkartabileceği
düşünülen
ulus-devletlerin
alanlarda engeller
zayıflatılmasında
veya
dönüştürülmesinde önemli bir rol yüklenmeye çalışılmaktadır.
Soğuk savaşın sona ermesiyle ideolojik kamplaşmalarının yerini kimlik
sorunlarının almasıyla birçok ülkede etnik,dilsel,dinsel ya da ulusal temele
dayalı azınlık sorunları tekrar gündeme gelmeye başlamıştı.Akabinde uluslar
arası barış ve güvenliği temel amaç edinmiş olan BM’nin azınlık sorunlarına
ilişkin bazı kararlar almasına yol açmıştır.4Fakat bu kararların herhangi bir
bağlayıcılığı yoktu.Azınlık sorunlarının canlılığını her zaman koruduğu Orta
ve Doğu Avrupa ülkelerinin yeniden Avrupalılaşma sürecine girmeleriyle
azınlıklar konusunda Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
çerçevesinde kabul edilen çeşitli sözleşme ve belgelerle insan hakları
rejimine bağlı bir alt rejim oluşmaya başladı.BM’deki çalışmalara paralel olan
ve birçok hükümetdışı kuruluş tarafından desteklenen ve geliştirilmeye
çalışılan bu alt rejim aynı zamanda Avrupa’da güçlü bir bütünleşmenin ürünü
olan Avrupa Birliği tarafından da büyük bir çoşkuyla benimsenerek teşvik
edildi.Gerek
uluslar
arası
gerekse
Avrupa
düzeyinde
azınlıkların
korunmasına ilişkin ortaya çıkan bu ilgi ve hassasiyetten duydukları
rahatsızlıktan doğan isteksizlik sonucunda her devletin azınlıklarına ve özel
koşullarına uygun bir azınlık politikası ve uygulaması geliştirme çabası
içerisindedir.Bu nedenle pek çok AB üyesi veya adayı,farklı biçim ve
yöntemlerle çok farklı düzeylerde azınlıkların tanıma ve koruma yoluna
gitmektedir.
Avrupa Birliği azınlık politikasının amacı;farklı
grupların
farklılıklarının
muhafaza
edilerek
hoşgörü
kültürlere sahip
ortamında
barış
içerisinde bir arada yaşayabilmelerini sağlayabilmektir.Çok kültürlü bir
4 Bkz.Olivier Roy,Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi,Çev.Mehmet Moralı,İstanbul,Metis
Yayınları,2000
5
ortamda tüm gruplar eşit şekilde kültürel haklara sahip olurken vatandaşlık
esası ortaya çıkmaktadır.Avrupa birliğinin azınlıklara saygı ilkesini adaylık
kriteri haline getirmesi Avrupa Birliği’nin benimsediği ‘farklılık içinde birlik’
ilkesiyle de uyum göstermektedir.Çalışma kapsamında Avrupa Birliğinin
azınlıklara yaklaşımı Avrupa Birliği hukukundaki düzenlemeler ,Avrupa Birliği
Organlarının yaklaşımı ve çalışmaları, birliğinin taraf oldukları sözleşmeler
perspektifinde Avrupa Birliği’nin azınlık sorunlarına genel olarak nasıl
yaklaştığı
,azınlıklar
konusundaki
çalışmaların
Avrupa
bütünleşmesi
açısından ne anlama geldiği tanımlanacaktır.Avrupa birliği üyelik sürecindeki
Türkiye’deki azınlıklar konusundaki tarihsel süreç incelenecek ve süreç
günümüze kadar azınlıkları etkileyen olaylar irdelenerek getirilecektir.Gelinen
noktada;Avrupa Birliğinin Türkiye’den beklentileri tek tek belirlenip;Türkiye’nin
azınlıklar konusundaki yaptığı reformlarla ne ölçüde ilerleme kaydettiği
sorgulanacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
AZINLIK KAVRAMINA GENEL BİR BAKIŞ
1.1. AZINLIK TANIMI, TARİHSEL GELİŞİMİ VE AZINLIK TÜRLERİ
Günümüzde uluslararası alanda önemli bir problem teşkil etmesine
karşılık azınlık kavramı ile ilgili üzerinde tam bir mutabakata varılmış hukuki
bir tanım bulunmamaktadır.5Sosyolojik açıdan, “Bir toplulukta sayısal
bakımdan azınlık oluşturan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere
sahip olan grup” 6olarak tarif edilen azınlık kavramı hukuki açıdan birbirinden
bağımsız çeşitli kaynaklarda farklı yönleriyle ortaya konulmuş olduğundan net
bir tanımın oluşması mümkün olmamıştır.
Aslında antik çağlardan beri var olan ve günümüze kadar gelen
süreçte savaşlar, göçler gibi büyük ölçekli toplumsal değişimlere yol açan
önemli gelişmeler sonucunda da ortaya çıkmaya devam eden azılıkların
devletlerce göz ardı edilmesi ve açık bir şekilde tanımlanmamasının çeşitli
sebepleri vardır.Bunlardan bazıları şunlardır:7
1.Azınlık haklarının günümüzde insan haklarının vazgeçilmez ve en
önemli parçalarından birisi olması nedeniyle, bu statüye girecek toplulukların
bir çok devlet ve uluslararası örgütün ilgi odağı haline gelecek olması
2.Özellikle ulusal azınlık statüsüne girecek toplulukların ait oldukları
ana ulusun içinde bulunduğu devlete, azınlığın yasadığı devletin içişlerine
müdahale ve stratejik kazanımlar elde etme imkanı sağlaması ihtimali ve
bundan yararlanmak isteyen devletlerin varlığı
5 Azınlık” kavramı, Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğü'nde "bir topluluk ta herhangi bir nitelik
bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar ya da bunların bu durumu, çoğunluk karşıtı,
ekalliyet...” ve “Bir ülkede egemen ulusa göre ayrı soydan ve sayıca az olan topluluk..." şeklinde
tanımlanmıştır.
6 Baskın ORAN,Türkiye'de Azınlıklar:Kavramlar,Teori,Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama,
İstanbul, İletişim Yayıncılık,2004,s.26
7 Erol KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa
Yaklaşımı, Ankara, 2004, s:13-14.
7
3.Özellikle sınır asan azınlıkların kolektif haklarını kullanma girişiminde
bulunarak komsu ülkelerdeki kendileriyle aynı azınlığa mensup topluluklarla
birlikte bir devlet kurma amacıyla siyasi ayrılıkçı taleplerde bulunması
endişesi
Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı net olarak tanımlanmaktan çok
birbirinden farklı sekilerde izah edilmekle birlikte azınlıklar 16. yüzyıldan
itibaren uluslar arası anlaşmalar, bildiriler gibi resmi metinlerde yer almıştır.
İlk olarak 1598’de yayınlanıp 1685’te kaldırılan ve Fransa’nın
Protestan uyruklarına dinsel özgürlük tanıyan Nant Fermanında daha sonra
da 1606’da Macaristan Kralı ile Transilvanya Prensi arasında imzalanan ve
Transilvanya’da yasayan Protestanların dini haklarını garanti altına alan
antlaşmada yer alan azınlık konusu özellikle Otuzyıl savaşlarının sonunda
Avrupa’daki devletlerin sınırlarını netleştiren 1648 Westfalya Barısı’nı
müteakiben yasadıkları topraklar baksa bir ülkeye geçtiği için dinsel azınlık
statüsüne giren insan topluluklarının haklarını koruyan maddeler içeren 1660
Oliva, 1678 Nijmegen, 1697 Ryswick, 1713 Utrecht, 1745 Dresden, 1763
Paris antlaşmalarında da önemli yer tutmuştur. Bunların yanı sıra Osmanlı
İmparatorluğu
ile
Avusturya
arasında
yapılan
ve
Katolik
Hristiyan
toplulukların haklarını garanti altına alan 1615 Antlaşması ve 1699 Karlofça
Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında yapılan ve
Ortodoks Hıristiyan toplulukların haklarını garanti altına alan 1774 Küçük
Kaynarca Antlaşması da dinsel azınlık konusuna önemli ölçüde temas etmiş
diğer antlaşmalardır.8
Dinsel azınlıkların yanı sıra etnik azınlıklara değinen geniş katılımlı ilk
antlaşma 9 Haziran 1815 tarihli Viyana Nihai Senedi’dir.Bu Antlaşma Rusya,
Avusturya ve Prusya’da yasayan Polonyalılara ulusal temsil ve ulusal
kurumlarını kurma hakkını vermiştir.
8 KURUBAŞ,Asimilasyondan Tanınmaya…,s:32-33
8
Doğrudan azınlıkları korumaya yönelik maddeleri içeren antlaşmalar
ise daha çok Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde ortaya çıkmıştır.
Bunlar Sırplara muhtar yönetim hakkı veren 1812 Bükreş Antlaşması
Yunanistan’a bağımsızlığını tanıyan ve bu ülkeye bırakılan topraklarda
yasayan Müslümanların korunmasına ilişkin maddeler içeren 1830 Londra
Protokolü Osmanlı İmparatorluğu’nun yayınladığı ve Müslüman olmayan
azınlıklara eşit muamele yapılmasını içeren Islahat Fermanı’nın Avrupalı
Devletlerce onaylandığı 1856 Paris Antlaşması , Doğu Rumelilere muhtariyet
kazandıran 1878 Berlin Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nda yasayan
Müslüman
olmayan
azınlıkların
korunması
ile
ilgili
olarak
Osmanlı
İmparatorluğu ile Fransa, Almanya , Avusturya-Macaristan, İngiltere, İtalya ve
Rusya arasında imzalanan 1881 İstanbul Antlaşması Ulahlara okul
açma özgürlüğü veren 1913 Antlaşması, Bulgaristan’daki Türk azınlık
haklarını güvence altına alan 1913 İstanbul Antlaşması ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun terk ettiği topraklarda kalan Müslümanlara Türkçe eğitim
hakkı veren 1914 Türk-Sırp Antlaşması’dır.
Azınlık
kavramının
kültürel
kimliğinin
ön
plana
çıkarıldığı
ilk
uluslararası antlaşmalar ise 1919 Versay Barış Konferansı’nda AvusturyaMacaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Prusya Krallığı
arasında imzalanan ve azınlıklara kendi eğitim kurumlarını, dini cemaatlerini
kurma, yargıda, toplantılarında ve yayınlarında kendi dillerini kullanma
haklarını veren barış antlaşmalarıdır.
Yukarıda değinildiği gibi bir çok antlaşmaya konu olan fakat net bir
şekilde çerçevesi çizilmeyen azınlıklar9 ilk kez Uluslararası Sürekli Adalet
Divanı’nda görülen “Yukarı Silezya Azınlık Okulları Davası”nda hukukçu
Mello Toscana tarafından “bir devletin nüfusunun, topraklarının belirli bir
9 Genel kabul görmüş hukuksal bir azınlık tanımına ulaşılamamasının nedenlerinden biri, tanım
konusundaki belirsizliğin aynı zamanda her devletin kendi politik çıkarları doğrultusunda,ülkelerinde
azınlıkların varlığını reddetme ya da varlığını kabul ettikleri azınlıkların statüsünü dar yorumlama
eğilimlerine dayanak olmasıdır.Devletlerin hukuksal bir azınlık tanımıyla kendilerini bağlamak
istememelerinin bir diğer nedeni ise, kolektif azınlık haklarının gündeme gelmesinden duyulan
endişedir.Bkz.Ayşe
Özkan
DUVAN,”Avrupa
Birliği
ve
Azınlık
Hakları”,Avrasya
Dosyası,c.10,s.2,(Yaz2004)
9
bölümüyle tarihsel olarak bağlı, kendine özgü bir kültüre sahip, ırk, dil ve din
farklılığı nedeniyle devletin diğer uyruklarının çoğunluğuyla karıştırılması
imkansız, kalıcı parçası” olarak tanımlanmıştır. Yine Uluslararası Sürekli
Adalet Divanı’nın 06.04.1935 tarihli Arnavutluk’taki Yunan Azınlık Okulları
hakkındaki Danışma görüsünde ise azınlıklar “Bir devlette yerleşmiş bulunan
ve nüfusu ayrı bir ırk, dil ya da dinden oluşan toplumsal gruplar” olarak
tanımlanmıştır. Fakat uluslararası belgelerde özellikle de Birleşmiş Milletler
raporlarında en çok geçen ve genel kabul gören iki azınlık tanımı
bulunmaktadır.Bunlardan
birincisi
adı
1999yılında
İnsan
Haklarının
Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu olarak değiştirilen Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların
Korunması Alt Komisyonu Raportörü Francesco Capotorti tarafından 1978
yılında yapılan,10
… “bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak az olan, egemen olmayan
konumda bulunan, üyeleri o ülkenin vatandasları olarak etnik, dinsel ya da dilsel açıdan nüfusun geri
kalanından ayrılan özellikler tasıyan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumak
amacıyla üstü örtülü bir dayanımsa duygusu gösteren bir grup” tanımıdır.
Bu tanımlardan ikincisi ise aynı alt komisyon üyesi Jules Deschênes’in
1985 yılında yaptığı,
…”Bir devletin; sayısal olarak azınlık oluşturan ve o devlette hakim konumda bulunmayan,
nüfusun çogunlugundan farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip, birbirleriyle dayanışma
duygusu içinde, üstü örtülü de olsa varlıklarını sürdürmek için ortak bir istekle yönlenmiş ve amacı
çoğunluk ile fiili ve hukuki eşitlik elde etmek olan bir grup vatandaş “ tanımıdır.
Günümüze gelindiğinde dikkat çeken diğer bir tanım da Avrupa
Konseyi’ne
bağlı
Hukuk
Yoluyla
Demokrasi
Komisyonu
(Venedik
Komisyonu)’nca 1991 yılında hazırlanan Azınlıkların Korunması İçin Avrupa
Sözleşmesi tasarısında geçen
…” Azınlık terimi, bir devletin nüfusundan geri kalanından sayısal olarak az olan, üyeleri bu
devletin vatandaşı olan ve nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip
10 Naz ÇAVUŞOĞLU:Uluslar arası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları,(İstanbul:Su
Yayınları,2001)s.33
10
olan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini koruma isteğiyle hareket eden bir grubu
belirtir”
tanımıdır.
Bütün bu tanımlar ve tarihsel süreç göz önüne alındığında bir insan
topluluğunun azınlık sayılması için sahip olması gereken nitelikler şunlardır;11
1. Bu topluluğun üyeleri nüfusun geri kalanından etnik,dilsel,ırksal ya da
dinsel bakımdan farklı olmalıdır
2. Bu topluluğun üyeleri farklı niteliklerini koruyabilecek ve sürdürebilecek
yeterli fakat nüfusun geri kalanından az sayıda olmalıdır
3. Bu topluluk bulunduğu ülkede nüfusun geri kalanına egemen
olmamalıdır
4. Bu topluluğun üyeleri bulundukları ülkenin vatandaşı olmalıdır
5. Bu topluluğun üyelerinde azınlık bilinci ve dayanışma duygusu
olmalıdır
İnsanlık tarihi boyunca yasayan azınlıkların tümü aynı farklılık
unsuruyla içinde bulundukları çoğunluktan ayrılmamış, farklılıklarını oluşturan
ana kimlik öğeleri çeşitlilik arz etmiştir.Kimi azınlıklar Almanya’daki Yahudiler
gibi dini yönden ayrılırken, kimi azınlıklar da İspanya’da yasayan Basklar gibi
etnik olarak esas toplumdan farklılık göstermiştir.
Bir azınlık grubu doğal olarak beraber yasadığı başat toplumdan, Batı
Trakya’daki Türkler gibi, birden fazla açıdan ayrılabilir fakat sınıflandırma
yapılırken dahil olacağı azınlık türü kimliğinin temelini oluşturan farklılığa göre
belirlenir. Bir insan topluluğunun hangi tür azınlık sayıldığı önemlidir çünkü
hangi azınlık grubuna ait haklarından yararlanacağı bu şekilde belirlenir.
Örneğin dilsel azınlıklar dilin hayatın farklı alanlarında kullanımı ve
öğrenimiyle ilgili azınlık haklarından yararlanabilirken dini azınlıklar sadece
dini uygulamalara yönelik azınlık haklarından yararlanabilirler.Etnik azınlıklar
ise dilsel azınlık hakları ile ,dinleri farklıysa, dini azınlık haklarının yanı sıra
kültürel haklardan da yararlanabilirler.Ulusal azınlıklar ise tüm bunlara
11 KURUBAŞ,Asimilasyondan Tanınmaya…,s29
11
ilaveten ulusal kimliklerin koruma hakkından da faydalanabilirler. Günümüzde
ana kimlik unsurları göz önüne alındığında 4 çeşit azınlık bulunmaktadır.
Bunlar; Dilsel, Dini, Etnik ve Ulusal azınlıklardır.12
1.1.1. Dilsel Azınlıklar
Bu gruba dahil olan azınlıkların ana kimlik öğeleri ve başat toplumdan
ayrıldıkları yön dilleridir.
13
Reformasyon döneminde daha çok dini azınlıklar
ön plandayken, bu dönemi müteakiben Protestanlık mezhebinin ortaya
çıkması nedeniyle Hristiyanlığın birleştirici olma özelliğini kaybetmesi ve
milliyetçilik akımlarının yaygınlaşması sonucu dilsel azınlıklar ortaya
çıkmıştır.
Günümüzde görülmektedir ki dilsel ayrılık kültürel olarak ayrılmanın
ana öğesidir.Çünkü genelde bir dil azınlığı aynı zamanda etnik veya ulusal
azınlığı oluşturmaktadır.Bu nedenle bir çoğunluk dilinin diyalekti azınlık dili
olarak kabul edilmez. Burada geçen ‘diyalekt’ kelimesi bir dilin kollarını
sınıflandırmada kullanılan bir dil bilimi terimi olup, bir dilin belirli bir bölgede
konuşulan ve mahalli hususiyetler taşıyan en küçük kolu anlamına
gelmektedir. Dilsel azınlık kavramı Kişisel (Medeni) ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin 27. Maddesinde de “Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların
bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup kişiler, kendi gruplarının diğer
üyeleriyle birlikte toplu olarak, kendi dinlerini açıklamak ve uygulamak ya da
kendi dillerini kullanmak hakkından mahrum edilemezler” seklinde geçerek
uluslararası hukukta kabul görmüştür.
Bu azınlıklara örnek olarak İtalya’da yasayan Franko-Provençaller ve
Walserler verilebilir..
12 KURUBAŞ,Asimilasyondan Tanınmaya…s.34
13 Dinsel azınlık kavramı için bkz.Arsava,Azınlık Kavramı…,s.56-57; ORAN,Küreselleşme…,s.64.
12
1.1.2.Dini Azınlıklar
16. Yüzyıldaki Reformasyon sürecinde topluma hakim olan kilisenin
farklı dinlere karsı çıkması sonucunda oluşan dini azınlıklar, 1598’de ilan
edilen Nant Fermanı’nda yer alarak, tarihte ilk kez azınlık kavramının ortaya
çıkmasına yol açtıklarından büyük önem arz etmektedir.14
Bu dönemdeki tutunum ideolojisi, yani "bir toplumu bir arada tutan
temel ideoloji” olan dinin, yerini, milliyetçilik hareketlerinin etkisiyle, millet
anlayışına bırakmasıyla kimliğin belirlenmesindeki en önemli unsur din
olmaktan çıkmış dolayısıyla dini azınlıklar ulusal azınlıklar halini almıştır.
Günümüzde dini farklılıklar varlığını sürdürmekteyse de bir azınlığa üyeliği
belirleyen tek basına yeterli bir prensip olmaktan çıkmış olup, din faktörü
azınlık grubunun farklı yönlerinden birisini teşkil ediyorsa önemli kabul
edilmektedir.15
Kişisel (Medeni) ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesinin de
kapsamına giren dini azınlıklara etnik olarak Çinli olmakla birlikte dini ve
dolayısıyla da kültürel ve yaşamsal olarak farklılık gösteren Müslüman Hui’ler
örnek gösterilebilir.
1.1.3.Etnik Azınlıklar
Belirli bir siyasal özelliği bulunmamakla birlikte üyeleri ortak bir kökene
ve aynı kültürel, tarihsel ve topraksal kimlik vasıflarına sahip insan
topluluklarına verilen etnik grup adı, Antik Yunan dilinde halk anlamını ifade
eden “Ethnos” kelimesinden türemiştir.16
14 Dinsel azınlık kavramı için bkz.Arsava,Azınlık Kavramı…, s.56-57;ORAN,Küreselleşme…,s.64.
15 Ali Tayyar ÖNDER, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Önerler Yayıncılık, Ankara, 1999, s:2,3.
16 Etnisite konusunda ayrıntı için bkz.Anthony D.Smith,The Ethnic Origins of Nations,New
York,Basil Blackwell,1986;Erol KURUBAŞ,”Uluslar arası Politikada Etnik Sorunlar ve Çözüm
Yolları”İktisat Dergisi,S.386 (Ocak 1999), s.49-59
13
Azınlık kavramının kendisi gibi yere ve zamana göre farklı faktörlerle
tanımlanan Etnik Grup dil, din, ulusal köken gibi bir insan topluluğunu bir
arada tutan birkaç faktörü içeren tüm grupları ifade etmek için kullanılmış ve
adı 1999 yılında İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu
olarak değiştirilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın
Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu’nda ırk kelimesinin etnik
kelimesiyle
desteklenmesine
karar
verilmesiyle
uluslararası
hukuk
terminolojisine girmiştir. Günümüzde etnik azınlıkların göze çarpan en önemli
özelliklerinden birisi genelde aynı zamanda dilsel ve dini azınlıklar
olmalarıdır; fakat bu tüm etnik azınlıkların ulusal azınlıklar oldukları anlamına
gelmez.İspanya’da yasayan Katalanlar etnik azınlıklara bir örnek teşkil
etmektedirler.
1.1.4.Ulusal Azınlıklar
1. Dünya Savası’nı müteakiben azınlıkların korunmasını amaçlayan
düzenlemelerle uluslararası hukuk literatürüne giren ulusal azınlık kavramı,
farklı tanımlara sahiptir. Will Kymlicka ulusal azınlığı “tarihi vatanlarında tüm
kurumlarıyla isleyen bir topluma sahipken bir başka devletin egemenliği altına
giren gruplar” olarak tanımlarken, Cristoph Pan göçmen isçiler, mülteciler ve
sığınmacılar vb. grupların ulusal azınlık sayılamayacağını belirterek ulusal
azınlığın su özelliklere sahip olması gerektiğini belirtmiştir:17
“Bir devletin sınırları içinde –toplu ya da dağınık olarak- geleneksel bir biçimde yerleşmiş
olması, bu devletin geriye kalan nüfusundan sayıca az olması , bu devletin vatandaşı olması, etnik,
dilsel veya kültürel varlıklarının devletin diğer vatandaşlarının bu alandaki varlıklarından farklı olması
ve azınlık grubunun, kendine has bu özelliklerini koruma isteğine sahip olması”
Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nce 1993’te hazırlanan
“Ulusal
Azınlıklara
Mensup
Kişiler
Hakkında
İnsan
hakları
Avrupa
17 The final text of the Commentary to the UN Declaration on Minorities” by Mr.Asbjorn
Eide,Chairperson-Rapporteur of the UN Working Group on Minorities,E/CN.4/Sub.2.AC.5/2001/2
14
Sözleşmesi’ne Ek Protokol Önerisi”nde ise bir insan topluluğunun ulusal
azınlık statüsüne dahil olması için;
“ Bir devletin ülkesinde ikamet etmek ve bundan dolayı o devletin vatandaşı olmak, bu
devletle uzun süreden beri devam eden sıkı ve sürekli bağlara sahip olmak, ayırt edici etnik, kültürel
ya da dilsel özelliklere sahip olmak, söz konusu devletin ya da o devletin bir bölgesinin geriye kalan
nüfusundan sayıca az olmasına rağmen yeterli düzeyde temsil edilmek ve ortak kültürlerini meydana
getiren kültür, gelenekler, dil ve din gibi unsurları koruma kaygısı gütmek,”
niteliklerine sahip
olması gerekmektedir.18
Avrupa Konseyi tarafından 1995’te imzaya sunulan “Ulusal Azınlıkların
Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme”de ise ulusal azınlık tanımına yer
verilmemekle birlikte, ulusal azınlıkların başka bir ulusla etnik bağı olan
azınlık anlamına gelip gelmediği tartışmaya açılmıştır.
19
Bu konudaki genel
kanaat, ulusal azınlığın, bir ulus devlette egemen çoğunluğu oluşturmakla
birlikte, başka bir devlette azınlık durumunda bulunan insan topluluğunu ifade
ettiği ve bu niteliği ile diğer etnik azınlıklardan ayrıldığı yönündedir. Bu tür
azınlıklara
Romanya’daki
Macarlar,
Polonya’daki
Almanlar
ve
Bulgaristan’daki Türkler iyi birer örnektir.20
Fakat ulusal azınlıkların tanımlanmasındaki bu ana eğilim hukuksal
açıdan geçerli değildir.Zira Almanya, bu ülkede yasayan hem Danimarkalı
azınlığı hem de başka herhangi bir ülkede egemen olmayan Sorb azınlığını
ulusal azınlık statüsüne almakta, bunu da “Ulusal Azınlıkların Korunmasına
ilişkin Çerçeve Sözleşme”nin ulusal azınlık kavramını tanımlamayarak bu
statü ilkelerinin hangi insan toplulukları için uygulamaya konulacağını
ülkelerin kendilerine bıraktığı tezine dayandırmaktadır.
18 İbrahim Alper ARISOY, “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, Dokuz Eylül Üniv. Sosyal Bilimler Enst.,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2002, s:10-11.
19 ARSAVA, a.g.e., s: 55.
20 KURUBAŞ. a.g.e..s:36
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARA YAKLAŞIMI
2.1. GENEL
Avrupa Birliği (AB), bünyesinde barındırdığı etnik, dilsel ve dini
kimliklere, insan hakları politikasının dayandığı temellerden biri olan azınlık
hakları çerçevesinde yaklaşma eğilimindedir. AB’nin ortak bir azınlık
politikasının olmadığı gerçeğinden hareketle, bu yaklaşım, her AB üyesi ülke
için farklılıklar gösterebilmektedir. Başka bir deyişle; bir ülkenin vatandaşı
olan bir grup, diğer bir ülkede azınlık, bir başka ülkede ise etnik/dini grup
sayılabilmektedir. Bu konu son yılarda Birliğin iç ve dış ilişkilerindeki ana
gündem maddeleri arasında yer almaktadır. Ancak asıl sorun bu gruplara
azınlık haklarının tanınması değil, bu hakları elde etmiş grupların zaman
içerisinde
ayrılıkçılık
fikrini
gündeme
getirme
ihtimalinden
duyulan
rahatsızlıktır.
Geçmişte kültürel farklılıkların tanındığı Batılı demokrasilerde, çok
kültürlü bir toplum fikrinin hayata geçirilmesi basit bir olgu olarak algılanmış,
ancak zamanla bu fikrin bazı sorunlar içerdiği görülmüştür. Farklı kültürlerin
talepleri ile eşitlik düşüncesi arasındaki çatışma, çok kültürlülüğü savunan
kesimlerin başka arayışlar içine girmelerine sebep olmuştur. 21Bu kapsamda,
son yıllarda Avrupa’da çok kültürlülükten tek kültürlülüğe ve kültürel
homojenleştirmeye
doğru
bir
kayış
gözlendiğini
söylemek
yanlış
olmayacaktır.
AB’nin, etnik ve dini kimliklere yaklaşımı, özellikle genişleme
sürecinin
eski
Doğu
Bloku
ülkelerini
de
kapsayacak
bir
içeriğe
21 Deniz ALTINBAŞ, “Avrupa’da Çokkültürlülüğün Modası Geçiyor”, (Erişim) http://www.avsam.
org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=468&kat1=2&kat2, 21 Mart 2005.
16
kavuşturulmasıyla birlikte farklı bir boyut kazanmıştır.22 Eski Doğu Bloku
ülkelerinde, göreceli olarak, sayıca fazla farklı dinsel, dilsel ve etnik
toplumların yaşaması bu halklara bazı hakların tanınması konusunu
gündeme getirmiştir. Bu anlamda, AB’nin etnik ve dini kimliklerine uyguladığı
azınlık hakları rejiminin son derece genç ve gelişmekte olan bir alan
olduğunu söyleyebiliriz. Hatta, azınlık haklarının daha çok AB’ye katılma
çabasındaki devletlerin gündemine konmasına karşın, bugüne kadar AB’nin
kendi içerisinde aynı ölçüde popüler bir konu olmadığı yorumları da
yapılmaktadır. Bu çerçevede bir AB üyesi devletin, Birliğin karar alma
sürecine katılırken ve AB’nin yükümlülüklerini yerine getirirken nasıl temsil
edileceği, azınlık gruplarına ne ölçüde yetki vereceği, büyük ölçüde kendi
anayasal düzeni uyarınca iç meselesi olmaya devam etmektedir. 23 Çünkü
üye ülkelerin azınlıklar konusunda ortak bir anayasal gelenekleri oluşmuş
değildir.
2.2. AVRUPA BİRLİĞİNDE AZINLIK HAKLARININ TARİHÇESİ
AB, azınlıklar konusunu temelde insan hakları çerçevesinde ele
almaktadır. Hatta bu çerçevede, AB’nin 1990’lara kadar insan hakları
konusuyla doğrudan ilgilendiği, azınlıklar konusuna ilgi göstermediği
söylenebilir.24 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde tüm devletlerde
olduğu gibi Avrupalı devletlerde de azınlıklar konusunda öne çıkan yaklaşım,
başta da belirtildiği gibi onların insan hakları konsepti içerisinde ve özellikle
de “eşitlik” ve “ayrım gözetmeme” ilkeleri çerçevesinde korunmaları
olmuştur.25
22 Ayşe ÖZKAN DUVAN, “Avrupa Birliği’nde Azınlık Hakları ve Fransa’nın Yaklaşımı”, (Erişim)
http://www.avsam.org.tr/arsivgoster.asp?ID=419&kat1=&kat2, 22 Şubat 2005.
23 Eren POLATOĞLU, “Azınlık Hakları Yönünden AB Hukuku”, Türkiye ve Siyaset Dergisi,
Temmuz-Ağustos 2001, (Erişim) http://www.turkiyevesiyaset.com/sayi3/0310.htm., s:75.
24 Murat SARAÇLI, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Azınlıklar, Lotus Yayınları, Şubat 2007,
Ankara,s:48.
25 SARAÇLI, a.g.e., s:49
17
Topluluk organları tarafından azınlıklar konusunda özel bir çalışma
yapılmamış, sadece, Avrupa Konseyi, Parlamentosu ve Komisyonu’nun 1977
yılında yayımladıkları Ortak Bildirgede, “yetkilerini
Topluluklarının hedeflerini
kullanırken ve Avrupa
gerçekleştirme çabalarında…üye devletlerin ve
İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa
Sözleşmesi’nden
kaynaklanan…temel
haklara
saygı
gösterme”
vurgulanmıştır.
AB, ülkelerinde yaşayan etnik/dini kimlikleri ilgilendiren
niyeti
mevzuat konusunda her ne kadar Avrupa Konseyi’nden “esinlenmişse” de
kendi bünyesinde belirli standartların oluşturulması çabaları doğrultusunda;
insan hakları bağlamında geliştirdiği düzenlemeleri önem arz etmektedir. Bu
düzenlemelerin başında AB Antlaşmaları gelmektedir. AB Antlaşmalarının,
zaman zaman birbirinden bağımsız, zaman zaman da birbirine atıf yapan
maddelere rastlanmaktadır.
AB’de azınlık haklarının tarihsel gelişimine baktığımızda ilk olarak 25
Mart 1957 tarihinde Roma’da imzalanan Avrupa Topluluğunu Kuran
Antlaşma’nın 13’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında (eski 6/a maddesi), “bu
Antlaşmanın diğer hükümlerine zarar vermeyecek şekilde ve bu Antlaşma
tarafından
Topluluğa
verilmiş
olan
yetkiler
çerçevesinde
Konsey
Komisyon’dan gelecek teklife binaen ve Avrupa Parlamentosu’na da
danıştıktan sonra cinsiyet, ırksal ya da etnik köken, din ya da inanç, bedensel
özür, yaş ya da cinsel tercihlere dayalı ayrımcılıkla mücadele etmek üzere
gerekli tedbirleri alabilir” denilmiş olması ve bu çerçevede Birlik içerisinde
etnik ve dinsel kimlikler yararına tedbirler içeren mekanizmaların işletilmesi
yolunun açılması önemli bir gelişmedir.26 Yine aynı antlaşmanın 151’inci
maddesinin 1’inci fıkrasında (eski madde 128) geçen “Topluluğun, ulusal ve
bölgesel çeşitliliğe saygı gösterirken, üye devletlerdeki kültürlerin gelişmesine
de katkıda bulunması” ifadesi ile Avrupa kültürlerinin devam eden
farklılıklarını garanti altına almanın AB için önemi vurgulanmıştır. Bu
antlaşma, AB’nin kültürel çeşitlilik yoluyla dolaylı da olsa azınlıkları ima
26 Kamer KASIM, “Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Kıbrıs, Ermeni Sorunu ve Azınlıklar”, Avrasya
Dosyası, Cilt:11, Sayı:1, 206, s:106.
18
etmesi ve kültür ve dil alanındaki Topluluk faaliyetleri için somut birtakım
çalışmalara hukuksal dayanak oluşturması bakımından önemlidir.27
Akabinde, 1987 tarihli Tek Senet’in giriş bölümünde, “Demokrasiyi
birlikte
yaşatmak
amacıyla
üye
devletlerin
yasal
ve
anayasal
düzenlemelerinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve Avrupa Sosyal
Şartı’nda yer alan temel haklara, özellikle özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet
kavramlarına dayanarak demokrasiyi birlikte yaşatmak” ifadesine yer
verilmiş, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunmasında
Avrupa’nın üzerine düşen sorumluluktan söz edilmiştir.28
Ancak 1990’lara doğru yaşanan gelişmeler azınlıklara yönelik
tutumlarını
zamanla
terk
edilmesine
zemin
hazırlamıştır.29Devletlerin
azınlıklara yönelik tutum değişikliğine Sovyetler Birliği,
Çekoslovakya ve
Yugoslavya’nın 1990’ların başlarında parçalanmaları etken olmuştur. Bu
kapsamda, ulusal azınlıkların durumları bu yıllardan sonra Avrupa düzeni ve
istikrarı için potansiyel bir tehdit olarak nitelendirilmiş ve bu tehdidi
önleyebilmek için birtakım girişimlerde bulunmaya başlanılmıştır.
AB, etnik, dilsel ve dinsel kimliklere ilişkin politikalarını, bunlara yönelik
mevzuatı kendi kurucu anlaşmalarına müdahil etmekten ziyade, AK
çalışmaları üzerine oturtma eğilimindedir. Şöyle ki; AK tarafından hazırlanan
Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi (1995) ve Bölgesel
Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1992)76, AB’nin etnik, dilsel ve dinsel kimlikleri
konusunda örnek aldığı temel kaynaklardır. Ayrıca, AB her fırsatta AK ile aynı
temel değerleri paylaştığını belirterek, AK üyeliğini ve AİHS’ne katılımı AB’ye
girişin dolaylı bir şartı olarak ima etmektedir.
Sonuç olarak; AB’nin 1990’ların başlarından itibaren azınlıklara yönelik
artan ilgisi Doğu Bloku ülkelerinin Birliğe üye olmak konusundaki istekleriyle
27 Ayşe Özkan DUVAN, “Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları”, Avrasya Dosyası, Avrupa Birliği
Türkiye İlişkileri, Yaz 2004, Cilt 10, Sayı 2, s:197.
28 Tolga BİLENER, “AB’nin Azınlık Hakları Anlayışı ve AB’ye Bütünleşme Sürecinde Orta ve
Doğu Avrupa Ülkeleri, Beril DEDEOĞLU (der.), Dünden Bugüne Avrupa Birliği, Boyut Kitapları,
Ekim 2003, s:168.
29 J.Jackson PREECE:”National Minorities and the İnternatıonal System (1)”,Politics,C.1S.18,
(1998),S.20
19
paralel şekilde günümüze kadar devam etmiştir. Ancak, AB’nin insan hakları
konusundaki aday ülkelere yönelik olmazsa olmaz yaklaşımı, Birliğin kurucu
antlaşmalarında bu konularda hüküm olmaması ve bazı üye ülkelerin Birliğin
azınlıklara yönelik temel politikalarıyla çelişen tutumları bulunmaktadır.AB
kurucu antlaşmaları olan AKÇT antlaşması,Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
Antlaşması
ve
Avrupa
Ekonomik
Topluluğu
Antlaşması
birliğin
amaçları,örgütlenmesi ile işleyiş biçimi üzerine temel hükümleri içermekte ve
Birlik ekonomik mevzuatının büyük kısmını oluşturmaktadır.Fakat kurucu
antlaşmalar AB organ ve kurumlarına,azınlıkların korunması konusunda
herhangi bir yetki vermemiştir.Kurumların yetkili olmadıkları düzenleme
yapmaları mümkün olmadığından,AB hukukunda doğrudan azınlıkların
korunması konusunda
tüzük,yönerge
gibi bağlayıcılığı olan
normatif
düzenlemeler bulunmamaktadır.
2.2.1. Birincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler
AB hukukun kaynakları, birincil ve ikincil kaynaklar şeklinde bir ayrıma
tabi tutulmaktadır.Birincil kaynaklardan maksat,kurucu antlaşmalar,kurucu
antlaşmalarda değişiklik yapan antlaşmalar,Topluluklara katılın antlaşmaları
ve hukukun genel ilkeleridir.İkincil kaynaklar ise AB organlarının,kurucu
antlaşmaların verdiği yetkiye dayanarak çıkarmış oldukları, tüzükler,
yönergeler, kararlar, tavsiyeler ile görüşlerden oluşmaktadır. AB’nin üçüncü
ülkelerle ve diğer uluslar arası kuruluşlarla yaptığı antlaşmalar ile üye
devletlerin kendi aralarında imzalanmış olan antlaşmalarında AB hukukunda
özel bir yeri vardır.30
AB’nin kurucu antlaşmaları, kurucu antlaşmalarda değişiklik yapan
Maastricht, Amsterdam ve Nice antlaşmaları ile Avrupa Temel Haklar Şartı
30 Ercüment TEZCAN, AB Kurumlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2001, s:223-224. Ayrıntılı
bilgi için bkz. TEKİNALP Gülören&Ünal, Avrupa Birliği Hukuku (2nci Baskı), (İstanbul: Basım
Yayım Dağıtım A.S., 2000), 64-76; Nicholas MOUSSIS, Avrupa Birligi Politikalarına Giriş Rehberi,
(çev.) Ahmet Fethi, (İstanbul: Mega Pres, 2004), 41-45; Altan HEPER, Avrupa s Hukuku ve
Türkiye, (İstanbul: Avrupa-Türkiye Araştırmaları Enstitüsü, 1997), 56-61.
20
ve Birliğin 22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhang zirvesinde aldığı ve
Kopenhang Kriterleri olarak bilinen ve AB’ye katılmak isteyen ülkeler için
standartları belirleyen kararları azınlıklara yaklaşımını genel çerçevesini
oluşturmaktadır.
2.2.1.1. Maastricht Antlaşması
Resmi adı Avrupa Birliği Antlaşması olan Maastricht antlaşması 7
Şubat 1992 tarihinde imzalanmış olan ve 1 Kasım 1993’de yürürlüğe
girmiştir. Antlaşmayla Avrupa Topluluğunu kuran antlaşmada çok önemli ve
kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Üye devletler antlaşmanın başlangıç
bölümünde ‘hürrİyet, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler ile
hukukun üstünlüğü’ prensiplerine bağlılıklarını vurgulamışlardır.31
G(37) maddesi ile ATA’ya on ikinci bölüm olarak kültür bölümü
eklenmiştir. Bölüm içerisinde yer alan 151’inci maddeye göre; Topluluk,
ulusal ve bölgesel çeşitliliklerine saygı göstererek üye devletlerin kültürlerinin
yaygınlaşmasına
katkıda
bulunacaktır.
Avrupa
halklarının
kültür
ve
tarihlerinin tanınması ve yaygınlaştırılması, Avrupa seviyesinde önemli olan
kültür değerlerinin muhafazası ve korunması, ticari nitelikte olmayan kültürel
alışveriş, görsel, işitsel, artistik ve edebi eserlerin yaratılması konularında üye
ülkeler arasındaki işbirliği teşvik edilecek ve desteklenecektir.Kültür alanında
üçüncü ülkeler,uluslar arası örgütler ve özellikle AK ile işbirliği yapılacaktır.Bu
maddede
doğrudan
azınlıklardan
ve
azınlık
kültüründen
bahsedilmektedir.Avrupa halkları terimi azınlık haklarını da kapsadığından
azınlıkların korunması konusu ilk kez dolaylı da olsa kurucu antlaşmada yer
almıştır.
ABA’nın 11’inci maddesinde; BM şartı,Helsinki Nihai Senedi ve Paris
Şartı ilkelerine uygun olarak,barışın korunması ve uluslar arası güvenliğin
güçlendirilmesi,demokrasi ve hukuk devleti ile insan haklarına
ve temel
31 Çiğdem NAS, “Avrupa Parlamentosu, Etnik Azınlıklar ve Türkiye”, Faruk SÖNMEZOĞLU (der.),
Uluslararası Politikada Yeni Alanlar, Yeni Bakışlar, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s:389.
21
özgürlüklere saygının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi bu politikanın amaçları
arasında
sayılmaktadır.Avrupa
halkları
terimi
azınlık
haklarını
da
kapsadığından azınlıkların korunması konusu ilk kez dolaylı da olsa kurucu
antlaşmada yer almıştır.
Maastricht Antlaşması, Avrupa kültürlerinin devam eden farklılıklarını
garanti etmekten söz ederek ilk kez, dolaylı da olsa azınlıkların korunması
Bunun haricinde, Antlaşmanın 6’ncı ve 14’üncü maddeleri azınlıkları
ilgilendirmektedir.32 6’ncı maddede; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunması Avrupa Konvansiyonuna atıf yapılarak, üye devletlerin ortak
ilkeleri olan hürriyet, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere ve
hukukun üstünlüğü ilkelerine saygı gösterileceği hükme bağlanmıştır. Birliğin,
üye devletlerin ulusal kimliklerine saygı göstereceği de ayrıca belirtilmiştir.
14’üncü maddede ise; “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi ya da diğer
görüş farkı, ulusal ya da sosyal köken, ulusal azınlıkla ilişkili olma, mülkiyet,
doğum ya da diğer statü farkına dayalı ayrımcılık yapılmaması” hususu
güvence gerekliliğine işaret etmiştir. Antlaşmanın F/1 maddesinde, Birliğin
demokrasilerden meydana geldiği ve temel insan haklarına saygının üyelik
için bir ön koşul olduğu vurgulanmıştır. Antlaşmanın 128’inci maddesinde ise;
“topluluğun ulusal ve bölgesel çeşitliliğe saygı gösterirken, üye devletlerdeki
kültürlerin gelişmesine katkıda bulunacağı” hükmü yer almaktadır.33 1992
Maastricht Antlaşması ile etnik ve dinsel kimlikler açısından getirilen
yeniliklerden bir tanesi de bu antlaşma ile kurulan Bölgeler Komitesidir.3484
Komite ile yerel ve bölgesel yönetimler, AB politikalarının oluşumunda
giderek daha büyük rol oynamaya başlamışlardır. Böylece ulusal azınlık
yönetimleri “üçüncü seviye” entegrasyonu oluşturmaya başlamışlar, birinci ve
aynı zamanda üst seviyede AB yönetimi bulunmakta, ikinci seviye yönetimde
32 Haluk GÜNUĞUR, Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Eko Yayınları, Ankara 2005, s:79.
33Ayşe Özkan DUVAN, Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları…, s:196,197.
34 Bölgeler Komitesinin üyeleri üye devletler tarafından tavsiye edilmekte ve Konsey tarafından dört
yıllık bir görev süresi için tayin edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Tove H. MALLOY, “National
Minority Regions in the Enlarged European Union: Mobilizing for Third Level Politics”, European
Centre for Minority Issues, Working Paper, Sayı 24, Temmuz 2005, s:6.
22
üye devletler bulunmakta ve yeni ortaya çıkan üçüncü seviye yönetimde de
bölgeler yer almaktadır.
2.2.1.2. AMSTERDAM ANTLAŞMASI
Amsterdam Antlaşması 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanarak,1 Mayıs
1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Antlaşma soğuk savaş sonrasında Merkezi
ve Doğu Avrupa ülkelerinde meydana gelen değişiklikler neticesinde ,AB’nin
Avrupa
güvenliğinin
sağlanmasında
azınlıkların
rolü
konusundaki
madde
eklenmiştir.Bu
algılamasının değiştiğinin göstergesidir.
Amsterdam
maddeyle
üye
Antlaşması
devletlerden
ile
ABA’ya
birinin
7’ci
ABA
m.6(a)’da
yer
alan
hürriyet,demokrasi,insan hakları ve temel özgürlükler ile hukukun üstünlüğü
prensiplerine aykırı davranması durumunda,konseye gerekli yaptırımları
uygulama yetkisi tanınmıştır.35
Konsey bu maksatla devlet ve hükümet başkanlarının bir araya
gelmesiyle toplanarak,üye devletlerin üçte birinin veya Komisyonun önerisi
üzerine ve Avrupa Parlamentosunun onayını almayı müteakip,ilgili üye devlet
hükümetini gözlemlerini sunmak üzere davet ettikten sonra,üye devletin
yukarıda belirtilen ilkeleri,ciddi ve sürekli olarak,ihlal edip etmediğine karar
verecektir.36Konsey bu kararını oybirliği ile almak zorundadır.
Konsey bir üye devlet tarafından söz konusu ilkelerin ihlal edildiğine
karar verdiği takdirde ,ATA madde 7’de belirtildiği şekilde;nitelikli çoğunluk
esasına
göre
karar
almak
şartıyla,ABA’nın
ihlali
yapan
devlete
uygulanmasından doğan bazı hakları askıya alabilir.Aleyhinde karar alınan
üye devletin Konseyde oy kullanma hakkına kısıtlama getirebilir.Bu kararı
alırken Konsey,askıya almanın gerçek ve tüzel kişiler üzerinde doğuracağı
sonuçları
göz önünde bulundurur ve ihlalde bulunan devletin hükümet
35 Füsun TÜRKMEN, “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları”, Beril DEDEOĞLU (der.), Adım Adım
Avrupa Birliği, s:133.
36 TÜRKMEN, a.g.e., s:134.
23
temsilcisinin oyunu dikkate almaz.Konsey tarafından tedbir alınması
durumunda dahi o devletin antlaşmadan doğan yükümlülükleri geçerli olmaya
devam edecektir.37
Amsterdam Antlaşması’yla ABA’da bir başka değişiklik de 49’uncu
maddede yapılmış ve m 6(1)’de yer alan ‘hürriyet,demokrasi,insan hakları ve
temel özgürlükler ile hukukun üstünlüğü’ prensiplerine ve AİHS’de yer alan
güvence altına alınmış olan temel haklara saygı duyan her Avrupa devletinin
Birlik’e üye olmak için başvuruda bulunabileceği belirtilmiştir.
Amsterdam Antlaşması’yla ATA’nın 13’üncü maddesinde de değişiklik
yapılarak,cinsiyet,ırk ve etnik köken,din veya inanç,engellilik,yaş veya cinsel
konuma dayanan ayrımcılıkla mücadele etmek için Konseye uygun
girişimlerde bulunma yetkisi verilmiştir. Konsey bu yetkisini kullanırken ATA
tarafından tanınan yetkilerin içinde kalacak,Komisyonun önerisi üzerine ve
Avrupa Parlamentosuna danıştıktan sonra,oybirliği ile karar alacaktır.38
Böylece Amsterdam Antlaşmasıyla bir taraftan,ABA’da yer alan
prensipleri ihlal eden devletler için yaptırım uygulanması hüküm altına
alınırken,diğer taraftan da Birlik’e yeni katılacak ülkelerin üyeliğe kabulünde
hürriyet,demokrasi,insan hakları ve temel özgürlükler ile hukuki bir şart olarak
kabul edilmiştir. Bu nedenle insan hakları ve temel özgürlüklerini ihlal eden
bir ülkenin üyeliğe kabulü hukuken mümkün değildir.
Amsterdam antlaşması AB kapsamında insan haklarının korunması
açısından atılmış adımların içinde en önemlisi olarak nitelendirilmektedir.
2.2.1.3. Nice Antlaşması
26 Şubat 2001 tarihinde imzalanarak 2003 yılında yürürlüğe giren Nice
Antlaşması ile ABA’da değişiklikler yapılmıştır.7’inci maddede yapılan
değişiklikle; 6’ncı maddede yer alan prensiplerin ciddi biçimde ihlal edilmesi
37 Cenk BOLAYIR, Amsterdam Antlaşması, İstanbul: İktisadi Kalkınma Vakfı, 2000), 96.
38 KARLUK, Rıdvan(2005), Avrupa Birligi ve Türkiye, Sekizinci Bası, Beta Yayınları, İstanbul.s.36
24
riskinin bulunduğu durumlarda,üye ülkelerin üçte biri ile parlamentonun
onayını alarak,Konseye harekete geçme yetkisi tanınmıştır.39
Nice Antlaşmasının birinci maddesiyle yapılan değişikliğe göre;Konsey
önce söz konusu üye devletin görüşlerini dinleyecek,bağımsız kişilerden
oluşacak
bir
gruptan,makul
hazırlamalarını
isteyecek
ve
süre
bundan
içerisinde,konu
sonra
ihlal
hakkında
riskinin
rapor
bulunup
bulunmadığına karar verecektir.Konseyin bu kararı 4/5 oy çokluğu ile alması
gerekmektedir.Böylece henüz temel hak ve özgürlükler ihlal edilmeden,ciddi
biçimde ihlal edilme riskinin ortaya çıkmasıyla Konseyin harekete geçerek
gerekli tedbirleri alması sağlanmış olmaktadır. ABA 46 madde gereğince,
Konsey tarafından kararın verilmesini müteakiben,bir ay içerisinde hakkında
karar alınan devlet tarafından bir talepte bulunulması durumunda,ATAD
konseyin vermiş olduğu kararı şekil şartlarına uyulup uyulmadığı hususunda
denetleyebilecektir.Ancak
ATAD’ın
yerindelik
denetimi
yapma
yetkisi
bulunmamaktadır.40
Nice Antlaşması’na göre üçüncü ülkelerle ekonomik,mali ve teknik
işbirliğinde
uygulanacak
politikanın,demokrasiyi
ve
üstünlüğünü,insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı
hukukun
geliştirip
güçlendirmesi gerekmektedir.
2.2.2. İkincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler
2.2.2.1. Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler
Arasında Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC Sayılı Yönerge
Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler Arasında
Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC Sayılı Yönergesi 29 Haziran 2000
tarihinde
kabul
edilmiş
ve
19
Temmuz
2000
tarihinde
ABRG’de
39 REÇBER, Kamuran(2004,Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri,Aktüel Yayınları,İstanbul,s.53-56
40 Treaty of Nice, Official Journal of the European Communities 10.3.2001, C 80/1, (internet),
Europa-Gateway to the European Union, 17.03.2009, <http://europa.eu.int/eur-lex/lex/en
/treaties/dat/12001C/pdf/12001C_ EN. pdf>.
25
yayımlanmıştır. Yönerge 3 Bölüm ve 19 maddeden oluşmaktadır. 2’nci
maddede “eşit muamele” prensibi; “ırk veya etnik kökene dayanan nedenlere
bağlı olarak doğrudan veya dolaylı olarak ayrımcılığın yapılmaması” olarak
tanımlanmıştır.41
Yönerge’nin 2’nci maddesinde doğrudan ayrımcılık, dolaylı ayrımcılık
ile tacizin ayrımcılık olarak kabul edileceği haller düzenlenmiştir. Bir kişi, ırk
veya etnik kökene dayalı olarak, benzer bir ortamda bir başkasına göre farklı
muameleye tabi tutulursa, bu durumda doğrudan ayrımcılık yapıldığı kabul
edilmektedir.(m.2(a)). Görünüşte ayrımcılık özelliği taşımayan bir uygulama,
belli bir ırk veya etnik kökene sahip kişilerin benzer bir ortamda diğer kişilere
göre daha olumsuz bir muameleye tabi tutulmasına sebep olursa, bu
durumda da dolaylı bir ayrımcılık söz konusu olmaktadır. (m.2b). Farklı bir
ırka, etnik kökene mensup olmak nedeniyle yapılan tacizde, bir kimsenin
onurunu zedelemek
veya ürkütücü,düşmanca,küçük düşürücü bir ortam
yaratmak için uygulandığında, ayrımcılık olarak kabul edilmektedir. Bunun
yanında ayrımcılık yapılması için emir veya talimat verilmesi de aynı
kapsamda değerlendirilmektedir (m.2c).42
Yönerge doğrudan azınlıklara yönelik olarak yapılmış bir düzenleme
olmamakla birlikte, ayrımcılığın önlenmesi ve eşit muamele yapılması
kapsamında azınlıklar da bu hükümlerden faydalanacaktır. 3’üncü madde
gereğince Yönerge; özel sektörde veya kamuda çalışan tüm şahısların işe
başvurmalarında,
kendi
işlerini
kurmalarında,
emeklilik
şartlarının
belirlenmesinde, meslekte terfi etmelerinde, mesleki eğitimin verilmesinde ve
kursların düzenlenmesinde, çalışma şartlarında, işten çıkarmada, ücretlerde,
işçi örgütlerinde
yer
almada,
sosyal güvenlik ve
sağlık
haklarının
kullanılmasında, eğitimde, mal ve hizmetlere erişimde uygulanacaktır.
Yönerge vatandaşlığa dayalı farklı muamelelere ve devletler tarafından
41 Ercüment TEZCAN, AB Kurumlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2001, s:223-224.
42 Council of the European Union, Directive 2000/43/EC of 29 June 2000, Implementing the
Principle of Equal Treatment Between Persons Irrespective of Racial or Ethnic Origin, Official
Journal L 180, 19.07.2000, 0022–0026, (internet), Europa-Gateway to the European Union,
17.03.2009, <http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri
=CELEX:32000L0043:EN:HTML>.
26
sosyal güvenlik ve sosyal koruma kapsamında yapılan ödemelerin hiçbirisine
uygulanmayacaktır. 8’inci maddeyle cezai olaylarda uygulanan usul ve
yöntemler direktif hükümleri dışında tutulmuştur.
Yönerge bu konuda asgari standartları belirlediğinden, devletler tam
eşitliği sağlamak için ilave tedbirler alabilirler (m.6y.) Kendisine ayrımcılık
yapıldığı iddiasıyla bir kişinin davacı olması durumunda, davalının ayrımcılık
yapılmadığını ispat etmesi gerekmektedir. Devletler, kişinin şikâyetçi
olmasından dolayı haksız bir muameleye maruz kalmasını önlemek
maksadıyla, kendi hukuk sistemlerinde gerekli önlemleri alacaklardır (m.8).
2.2.2.2. İstihdam ve İşte Eşit Davranılması Konusunda Esasların
Belirlenmesine İlişkin 2000/78/EC Sayılı Yönerge
İstihdamda
ve
işte
Eşit
Davranılması
Konusunda
Esasların
Belirlenmesine ilişkin 2000/78/EC Sayılı Yönerge 27 Kasım 2000 tarihinde
kabul edilmiş ve 2 Aralık 2000 tarihinde ABRG’de yayımlanmıştır. Yönerge 4
bölüm 21 maddeden oluşmaktadır. Yönerge’nin amacı; eşit muamele
prensibi çerçevesinde, istihdamda ve işte din veya inanca, özürlü olmaya,
yaşa veya cinsel yönelime dayanan ayrımcılık ile mücadele için genel bir
çerçeveyi ortaya koymaktır.43
3’üncü
maddeyle
belirlenen
Yönerge’nin
uygulama
alanları,
2000/43/EC Sayılı Yönerge ile aynıdır. 4’üncü madde de; belli bir mesleki
faaliyet veya bu faaliyetin yapılacağı ortam belli bir özellik gösteriyor ve bu
özellik de kendisine has ve belirleyici bir şart oluşturuyorsa, amacın yasal ve
gerekliliğin dengeli olmasına bağlı olarak, din veya inanca, özürlü olmaya,
yaşa veya cinsel yönelime dayalı farklı bir muamele yapılmasının ayrımcılık
oluşturmayacağı belirtilmiştir. Buna göre; kiliselerde veya dine dayalı
resmî/özel kuruluşlardaki görevlerin törelere göre belli bir din veya inanca
43 Council of the European Union, Directive 2000/78/EC of 27 November 2000, Establishing a
General Framework for Equal Treatment in Employment and Occupation, Official Journal L 303,
02/12/2000, 0016–0022, (internet), Europa-Gateway to the European Union, 17.03.2009,
<http://europa.eu.int/comm/employment_social/news/2001/jul/dir200078 _en.ht ml>.
27
dayanması, bu görev ve faaliyetlerin nitelik ve kapsamlarından dolayı bunları
yapacak kişilerin din ve inançlarına bağlı olarak ayrı muameleye tabi
tutulması ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir.
2.2.3. Diğer Metinlerdeki Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler
2.2.3.1. 1993 Kopenhang Zirvesi
Avrupa Birliği Konseyi
yapılan
AB
Hükümet
ve
21-22 Haziran 1993 tarihinde Kopenhag’da
Devlet
Başkanları
Zirvesinde
belirlenen
‘’demokrasi,hukukun üstünlüğü,insan haklarına saygı ve korumayı garanti
eden
kurumların istikrarını kalıcılığını sağlamış olması,işleyen bir piyasa
ekonomisinin mevcudiyeti,Avrupa Birliği içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle
baş etme kapasitesinin gerekliliği’’görüşü çerçevesinde yeni üyelerin Birliğe
katılma müzakerelerine başlama önşartı olarak üç ana kriter belirlemiştir:
- Siyasi Kriter
- Ekonomik Kriter
- Topluluk mevzuatının benimsenmesi
Kopenhag Bildirisinin ulusal azınlıklar ile ilgili bölümünde; ulus
toplumunun içinde yaşayan etnik kimlikler de ulusal azınlık statüsünde kabul
edilerek, bunlara, ulusal toplumdan ayrı olarak kendi varlıklarını sürdürmeleri
için birçok kültürel hak tanınmaktadır. Bu kişilerin hem ulusal vatandaşların
haklarına eşit biçimde sahip olmaları, hem de seçtikleri alt kimliğin azınlık
kültürünün kültürel haklarını elde etmeleri sağlanmaktadır.
Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, demokrasi ifadesinde;44 siyasal
çoğulculuk, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü kastedilmekte, bunların
44 Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, demokrasi ifadesinde; siyasal çoğulculuk, ifade özgürlüğü, din ve
vicdan özgürlüğü kastedilmekte, bunların Anayasanın garantisi içerisinde olması gerekmektedir.
Devlet, kurumların çalışmasına olanak sağlayan, demokratik ve anayasal kurumlar ile bağımsız
yargının varlığını temin etmek durumundadır. Siyasi sistemin, siyasi partilerin dönüşümlü olarak
iktidara gelmelerine imkan verecek şekilde olması gerekmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Süleyman
28
Anayasanın garantisi içerisinde olması gerekmektedir.Devlet, kurumların
çalışmasına olanak sağlayan, demokratik ve anayasal kurumlar ile bağımsız
yargının varlığını
temin etmek durumundadır. Siyasi sistemin, siyasi
partilerin dönüşümlü olarak iktidara gelmelerine imkan verecek şekilde
olması gerekmektedir. Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, insan hakları45
ifadesinde; Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunması Sözleşmesine taraf olunması kastedilmektedir. Ayrıca, ulusal
azınlığa ait olmayı seçme durumunun hiçbir dezavantaj yaratmayacağı ayrı
bir madde olarak düzenlenmekte, ulusal azınlıklara mensup kişilere,
kendilerini her yönden geliştirme hakkı tanınmaktadır. Kopenhag Bildirgesi ile
ulusal azınlıklara serbestçe anadillerini kullanma, yayın yapma, eğitim
yapma, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçları kurma hakları
tanınmaktadır. Her alanda kendi din, eğitim ve kültür kurumları aracılığıyla
varlıklarını sürdürebilecekleri ve faaliyet gösterebilecekleri ayrı bir madde ile
düzenlenmektedir.
Kopenhang
Siyasi
kriterlerinde,
hukukun
üstünlüğünden46 kasıt, adalete olan güvenin, toplumda kurumsallaşması ve
topluma temel hukuk güvencelerini verebilen bir mekanizmanın o ülkede
yerleşmiş olması koşulu getirilmektedir. “Üyelik, aday ülkelerin demokrasiyi,
hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını ve saygı
görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olmasını”
varsaymaktadır.
Böylelikle
AB
net
bir
biçimde
Kopenhag
Siyasi
Kriterleri
bağlamında,azınlıkların korunmasını tam üyelik için ön şart kabul etmiştir.
Türkiye
Avrupa Ekonomik Topluluğu’yla 1963’te üyelik perspektifi içeren
Ortaklık Antlaşması imzalayarak günümüze dek gelen uzun bir sürece
Sırrı TERZİOĞLU, Bahadır Bumin ÖZARSLAN, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde
Azınlıklar Sorunu”, Avrasya Dosyası, Cilt:11, Sayı:1, 2006, s:113-126.
45 Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, insan hakları ifadesinde; Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesine taraf olunması kastedilmektedir. Bu kapsamda,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkının verilmesi, tüm vatandaşlar, dil, din,
cinsiyet, ırk ayrımı yapılmadan, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü
ile azınlık haklarının hukuk karşısında eşit olması gibi haklar tanınması gerekmektedir. TERZİOĞLU,
a.g.e., s:115.
46 Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, hukukun üstünlüğü ifadesinde; adalete olan güvenin, toplumda
kurumsallaşması ve topluma temel hukuk güvencelerini verebilen bir mekanizmanın o ülkede
yerleşmiş olması koşulu getirilmektedir. TERZİOĞLU, a.g.e., s:116.
29
girmiştir.1995’te Gümrük Birliği oluşturulmuş,1999’da Helsinki’de Avrupa
birliği konseyi Türkiye’yi resmen aday ülke ilan etmiştir.2002 Aralık ayında
düzenlenen Kopenhang zirvesi;’Avrupa Birliği Konseyi,2004 Aralık ayında
Komisyon raporu ve tavsiyesine dayanarak Türkiye’nin Kopenhang kriterlerini
yerine getirdiğine karar verdiği takdirde, Avrupa Birliği Türkiye’yle üyelik
müzakerelerine
gecikmeksizin
başlatacaktır.’’sonucuna
varmıştır.Türkiye
adaylığını takip eden yıllarda ve özellikle 2002’den itibaren
Avrupa
standartları doğrultusunda önemli bir yasal ve kurumsal yakınlaşma
gerçekleştirmiştir.Siyasi reformlar esas olarak,2001 ve 2004 yıllarında iki
önemli anayasal reform gerçekleştirerek,sekiz yasa paketini Meclis’ten
geçirmiştir.Türkiye,Devlet
Güvenlik
Mahkemelerini
ve
idam
cezasını
kaldırmış ve kendisini düşünce suçlarının affı da dahil olmak üzere uluslar
arası sözleşme ve kararlara geniş ölçüde uyumlu kılmıştır.Kopenhang
Kriterleriyle Türkiye insan hakları kapsamında ölüm orucu sorununu büyük
ölçüde ortadan kaldırabilmiş,Yeni ceza kanunuyla işkence uygulamalarına
verilen
cezanın
ağırlaştırılması
ve
hapishanelerinde
iyileştirilmesini
gerçekleştirebilmiştir.Azınlık hakları kapsamında ise;Temel hürriyetlerin
kapsamı
önemli ölçüde genişletilerek kürtlerin kültürel hakları tanınmaya
başlanmıştır.Kürtçe
yasağı
kaldırılmış,Türkçe
dışındaki
diğer
dil
ve
lehçelerde radyo-televizyon yayını yapılmaya başlanmıştır.
Türkiye Kopenhang Kriterleri bazında büyük bir kararlılık göstererek
kendi gerçeklerini,siyasi ve sosyal kapasitesini zorlayarak büyük bir değişime
soyunmuştur.
47
2.2.3.2. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı
07-08 Aralık 2000 tarihlerinde Nice Zirvesinde onaylanan AB Temel
Haklar Şartı, AB vatandaşlığının temel haklarını ve AB’nin vatandaşlarına
karşı sorumluluklarını düzenlemektedir.48
47 KURUBAŞ, a.g.e., s:155.
30
Şart’ın başlangıç bölümünde; Birlik’in insan saygınlığı, özgürlük, eşitlik
ve dayanışmanın bölünmez ve evrensel değerleri ilke demokrasi ve hukuk
devleti ilkeleri üzerine kurulduğu bir kez daha teyit edilerek, Avrupa
halklarının kültür ve gelenek farklılıklarına, üye devletlerin milli kimliklerine ve
üye devlet kamu kurumlarının ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde
örgütlenme biçimlerine saygı gösterileceği vurgulanmıştır.
Şartın 20’nci maddesi eşitlik ilkesini vurgularken, onu bütünleyen
21’inci maddesi; “cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal
özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal
azınlığın üyesi olma, hususiyet, doğum, maluliyet, yaş veya cinsel eğilim gibi
herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması”nı yasaklamakta; 22’nci maddesi
ise, “birliğin, kültürel, dini ve dilsel çeşitliliğe saygı göstermesi” hususunu
düzenlemektedir.
ifadelerin
49
Şart’ın başlangıç bölümü incelendiğinde; burada yer alan
bir “taahhüt’ten daha
çok bir “beyan” niteliğinde
olduğu
görülmektedir. Bu nedenle bu belgede yer alan haklar hukuki bakımdan
bağlayıcı değildir. Ancak Şart’ın tüm AB üyesi ülkelerin devlet veya hükümet
başkanları tarafından imzalandığı düşünüldüğünde siyasi olarak önemli ve
ağırlığı olan bir belge olduğu açıktır. Ayrıca bu belge AB tarafından iç
ilişkilerde temel başvuru kaynağı olarak kullanılırken, dış ilişkilerde de aday
ülkeler için “Kopenhag Kriterleri”nin ne anlama geldiğini tespite yarayan
açıklayıcı bir belge niteliğindedir.
2.2.3.3. Avrupa Birliği Komisyonu Gündem 2000 Raporu
Raporda, tam üyeliğe aday ülkelerdeki etnik ve dini kimliklerin
varlığına işaret edilerek, AK Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve
Sözleşme ile AK Parlamenterler Asamblesi tarafından 1993 yılında kabul
48 Treaty Establishing a Constitution for Europe, EN Official Journal of the European Union,
16.12.2004, C 310/1, (internet), 18.12.2009, Europa-Gateway to the European Union,
<http://europa.eu.int/constitution/en/ lstoc1_en.htm>.
49 Yüksel METİN, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, AÜSBFD, Cilt:57, No:4, Ekim-Aralık 2002,
s:35-63; Hakan TAŞDEMİR, Hasan Demir, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa
Çalışmaları Dergisi, Cilt:2, No:3, Güz 2002, s:85-100.
31
edilen 1201 sayılı tavsiye kararı50 referans olarak gösterilmiştir. Buna göre,
aday ülkeler, azınlıkların parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil
edilmelerini, ilk ve orta öğretimlerde kendi dillerinde eğitim görmelerini, her
türlü yayını kendi dillerinde yapabilmelerini sağlamakla yükümlüdürler. 51
2.2.3.4. Avrupa Birliği Anayasası
Nice antlaşmasıyla başlayan Avrupa Birliği için bir anayasanın
hazırlanması süreci Aralık 2001 tarihli Laeken Zirvesi’nde noktalanmış ve ilk
anayasa taslağı 18 Temmuz 2003 tarihinde ortaya çıkmıştır. 28 Şubat 2002
tarihinde faaliyete geçen 105 üyeli bu Konvansiyon, Avrupa parlamentosu ve
Komisyonu temsilcileriyle üye devletlerin ve aday ülkelerin meclis ve hükümet
temsilcilerinden oluşmuştur.Konvansiyon 16 aylık bir çalışmadan sonra
hazırlamış olduğu taslağı 20 Haziran 2003 tarihinde Selanik’te yapılan AB
devlet ve hükümet başkanları zirve toplantısına sunmuştur. Taslak anayasa
üye devletler arasında tartışmalara neden olmuş ve 4 Ekim 2003’te Roma’da
düzenlenen hükümetlerarası konferansta, daha sonra 12 -13 Aralık 2003
tarihli
Brüksel
Zirvesi’nde
anayasa
taslağı
üzerinde
görüş
birliğine
varılamamıştır.
17-18 Haziran 2004 tarihlerinde Brüksel’de yapılan AB Devlet ve
Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa İçin Bir Anayasa
Oluşturan Antlaşma ya da diğer adıyla AB Anayasası’nın çeşitli maddelerinde
de konu ile ilgili olarak düzenlemeler bulunmaktadır.52
Anayasa 4 bölüm ve 465 maddeden oluşmaktadır.Anayasa ile;ABA ve
AB Temel Haklar Şartı birleştirilmiştir.Böylece daha önce üye devletlerin bir
beyanı niteliğinde olan ve bağlayıcı olmayan AB Temel Haklar Şartı’nda yer
alan hususlar anayasa hükmü olarak bağlayıcı nitelik kazanmıştır.Bu nedenle
50 Karar metni için bkz: Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Resmi Web Sitesi
http://www.htmh.hu/documentumok/rec1201.htm, 21 Ekim 2009.
51 DUVAN, Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları…, s:199.
52 AB Anayasası’nın İngilizce tam metni için bkz: http://www.europa.eu.int/constitution/download/
print_en.pdf, 27 Ağustos 2009.
32
Anayasa’da
yer
alan
azınlıkları
ilgilendiren
hükümlerin
incelenmesi
53
gerekmektedir.
Birliğin tanımı ve amaçları adını taşıyan birinci bölüm birinci başlıkta
yer alan 2’inci maddede ‘’Birliğin değerleri’’ açıklanmaktadır. Bu madde
azınlıklar
açısından
önem
taşımaktadır.Birliğin,insan
onuruna
saygı,özgürlük,demokrasi,eşitlik, hukuk devleti ve azınlıklara mensup kişilerin
haklarını da içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulduğu
belirtilirken,azınlık hakları özellikle vurgulanmıştır.AB anayasası 4 bölümden
oluşmaktadır.Temel haklar ve Birlik vatandaşlığı ile ilgili hükümlerin yer aldığı
birinci bölüm ikinci başlık 9’uncu madde de;Birliğin,Anayasa’nın II’nci
bölümünü
oluşturan
AB
Temel
Haklar
Şart’ında
ortaya
koyulan
hakları,özgürlükleri ve ilkeleri tanıdığı ve AİHS’ne katıldığı belirtilmektedir.
AİHS’de yer alan ve üye devletlerin ortak olan anayasal geleneklerinden
kaynaklanan
şekliyle
temel
hakların
AB
hukukunun
genel
ilkelerini
oluşturduğu kabul edilmiştir.AB Temel Haklar Şartı’nın Anayasaya ithal
edilmesi ve AİHS’ne Birliğin katılmasıyla üye devletler için her iki belgede yer
alan hükümlere uymak,kendi tercihlerinin dışında anayasal bir zorunluluk
haline gelecektir.Herhangi bir devlet tarafından bu hükümlerin ihlal edilmesi
durumunda,aynı
olacağından,ihlalde
zamanda
bulunan
Anayasa
devlete
hükümleri
yaptırım
de
ihlal
edilmiş
uygulanabilecektir.Dava
açılması durumunda ATAD bu davalara bakabilecektir.Ayrıca AİHS’nin
uygulanmasında AİHM’nin kararlarının ve yıllar içerisinde oluşturduğu
içtihatlarının da dikkate alınması gerekecektir.54
Dokuzuncu başlıkta Birlik üyeliği ile ilgili hususlar düzenlenmiştir.Elli
sekizinci maddeye göre;Birliğe üye olmak isteyen ülkelerin;Birinci bölüm
madde 1-2’de yer alan insan onuruna saygı,özgürlük,demokrasi,eşitlik,hukuk
devleti ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına
saygı değerlerini kabul edip uygulamaya geçirmiş olmaları gerekmektedir.Bu
53 Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Temel Mevzuatı, Asil Yayın
Dağıtım, Ankara 2005, s:13, 52-53, 54.
54 Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma, Ankara Barosu Başkanlığı, İnteks Basım Yayın,
Ankara 2004, s:7-253.
33
değerlerle ilgili problemleri olan ülkelerin üyeliği ise bu maddeyle imkansız
hale gelecektir.
Elli dokuzuncu maddede,bu değerlere uygun davranmayan üye
devletlerin
üyelikten
kaynaklanan
düzenlenmiştir.Öngörülen
nitelikli çoğunluk
usul
haklarının
Nice
askıya
antlaşmasıyla
hesabı değiştirilmiştir.
Buna
alınması
usulü
uyumludur.Yalnızca
göre
59’uncu madde
kapsamında alınacak kararlar için; nitelikli çoğunluk karara katılan devletlerin
nüfuslarının en az %75’ini içermesi koşuluyla, konsey üyelerinin en az
%72’sidir. Konseyin Komisyon veya Birlik Dışişleri Bakan’ın bir önerisini esas
alarak hareket etmesi durumunda ise nitelikli çoğunluk, katılımcı ülkelerin
nüfusunun en az %65’ini temsil edecek şekilde, Konsey üyelerinin en az %55
olacaktır.
Aynı
konuda
Avrupa
Parlamentosu
ise,
kendi
üyelerinin
çoğunluğunu temsil edecek şekilde, oy verenlerin üçte iki çoğunluğuna göre
hareket edecektir.
Özetlemek
gerekirse,
Temel
Haklar
Şartı’nın
ikinci
bölümünü
oluşturan, Birliğin Tanımı ve Amaçları başlıklı bölümün Anayasanın I.
Bölümünü oluşturduğu, bu bölümde “Birliğin, insan onuruna saygı, özgürlük,
demokrasi, eşitlik, hukuk devleti ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da
içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulduğu” hususlarının
belirtildiği öğrenilmiştir. Bunun haricinde, Anayasanın 4’üncü maddesinde;
Anayasanın uygulama alanında “vatandaşlık gerekçesiyle yapılan her türlü
ayrımın yasak olduğu”, 5’inci maddesinde de “Birliğin, bölgesel ve yerel özerk
idareler dahil olmak üzere, üye devletlerin siyasi ve anayasal ve siyasal temel
yapılarının özünde var olan ulusal kimliklerine ve Anayasa karşısında üye
devletlerin eşit olduğuna saygı göstereceği” hususu hükme bağlanmıştır.
80’inci maddede herkesin kanun önünde eşit olduğu vurgulanırken,
onu tamamlayan 81’inci maddede cinsiyet, ırk, ten rengi, etnik veya sosyal
köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya herhangi başka bir
görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, mülkiyet, doğum, özür, yaş veya cinsel
tercih gibi gerekçelere dayanan her türlü ayrımcılığın yasak olduğu belirtilmiş,
34
82’inci maddede de Birliğin, kültür, din ve dil çeşitliliğine saygı göstereceği
ifade edilmiştir.55
Söz konusu anayasa metni, 29 Ekim 2004 tarihinde üye devletlerin
hükümet veya devlet başkanları tarafından Roma’da imzalanmış, ancak üye
devletlerin kendi iç hukuk düzenlemelerindeki aksaklıklar ve 2005 yılında
Fransa ve Hollanda’daki referandumda reddedilmesi dolayısıyla yürürlüğe
girememiştir.
56
Aralık 2007 ayında Lizbon Zirvesinde kabul edilen ve AB’nin
yeni Anayasa taslağı olarak tabir edilen Lizbon Antlaşması (Reform
Antlaşması)’nda Temel Haklar Şartı ayrı bir metin olarak düzenlenmiştir.Söz
konusu metnin, üye ülkelerin 2008 yılı içerisinde onaylamaları durumunda
2009 yılında yürürlüğe girmesi planlanmaktaydı. .Bu bağlamda;16 üye devlet
bu Anayasanın ulusal parlamentolarda onaylanmasını uygun görürken,
aralarında Almanya, Fransa, İngiltere, İrlanda, Danimarka, İspanya ve
Portekiz’in yer aldığı 9 ülke Avrupa Anayasasını referanduma sunma yolunu
tercih etmişlerdi.57Anayasanın yürürlüğe girmesi için üye devletler tarafından
onaylanması gerekmektedir. Tüm bu gelişmeler üzerine AB yetkilileri ve
devlet başkanları,kabul sürecinin askıya alındığını açıkladılar.
Avrupa Birliği Anayasasının temel prensip ve ilkeleri; 58 Anayasa’nın
Başlangıç kısmını orijinal Yunancasıyla süsleyen ve bu anlamda medeniyet
köklerinden birine de gönderme yapan ‘’Anayasamıza…Demokrasi adı verilir;
çünkü
iktidar
azınlığın
değil,çoğunluğun
elindedir.’’sözleriyle
başlamaktadır.Birliğin temel kuruluş amacı,üye devletler arasında ‘’ortak bir
gelecek kurmak’’tır ve bu amaca ulaşabilmek için yetki devri söz konusudur.
Üye devletler, anayasa ile belirlenen sınırlar içinde,ulusal yetkilerden bir
kısmını
Birliğe
devredecektir.Yani
kısmı
bir
egemenlik
devri
söz
konusudur.Ayrıca Birliğin amaçları 3.maddede oldukça ayrıntılı olarak ortaya
konulmuştur. Bunlar:barış,ulusların refahı,serbest rekabetin olduğu tek bir
55POLATOĞLU, a.g.e., s:171.
56 ÇAVUŞOĞLU, a.g.e., s:23.
57 ARSAVA, a.g.e., s:41-45.
58 Mehmet ÖZCAN, “Lizbon Antlaşması ile AB Nereye Kadar?”, (Erişim) www.usak.org.uk/
junction.asp?mod=articles&st=PrintAricleDetail&id=286&lm=58649JLFD0932&ln=TR, Aralık
2008.
35
Pazar,iç sınırların kaldırılması,istikrarlı bir şekilde ekonomik büyüme,sosyal
bir piyasa ekonomisine dayalı sürdürebilir bir kalkınma,dayanışma,kültür ve
dilde
çeşitlilik,diğer
ülkelerle
ilişkiler,bilimsel
ve
teknolojik
ilerlemeyi
teşvik,uluslar arası hukuka saygı ile özgürlük,güvenlik ve adalet alanının
oluşturulmasıdır.
Birlik; insan onuruna saygı,özgürlük,demokrasi,eşitlik,hukuk devleti ve
azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı
değerleri üzerine kurulmuştur.2.maddede belirtilen bu değerler sıralamasında
‘’insan onuru’’ başta gelmektedir.Diğer devletler ise çağdaş bir yaşamın
olmazsa olmaz koşullarıdır.Eğer bir üye devlet,AB temel değerlerini ciddi
şekilde ihlal ederse,diğer üye devletler nitelikli çoğunluk ile üyeliği askıya
alma kararı alabileceklerdir.AB’nin temel inancı,’’farklılık içinde birliktelik’’
olarak
ifade
edilmektedir.Birliğin
sembolleri
ise:birliğin
bayrağı,milli
marşı,para birimi ve günü 9 Mayıs olarak sıralanmaktadır.
Birliğe üye devletlerin vatandaşları aynı zamanda bir üst kimliğe
sahiptirler.Bu üst kimlik,’’Avrupa vatandaşlığı’’dır.Bu anayasada başta din ve
vicdan özgürlüğü olmak üzere,medeni ve siyasi haklar geniş biçimde yer
almaktadırlar.Kültürel,dilsel ve dini çoğulculuk da temel haklar içinde
düzenlenmiş
bulunmaktadır.İşçilerin
sosyal
güvenlik
hakkı,çevrenin
korunması ve kişilerin onların yararını gözetecek bir yönetim altında yaşama
hakkı da bu anayasayla düzenlenmiş hükümler arasındadır.Bu anayasa
AB’ye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olma yetkisi vermektedir.Bu
yetkilendirme aynı anda iki mesaj vermiş olmaktadır:Birincis,AB’nin bir uluslar
arası hukuk kişisi olarak sahip olduğu hak ve yetkilerin genişlediği ifade
edilmiş olmaktadır;ikincisi AB,insan haklarına verdiği
önemi bir kez daha
teyit etmiş olmaktadır.59
Bu anayasa ile AB’nin sahip olduğu tüzel kişilik daha fazla
güçlendirilmiş ve etkinleştirilmiştir.AB’nin sahip olduğu birçok yetki,adeta bir
devlet gibi tescillenmiş olmaktadır.Zaten bu anayasayla,görev süresi iki
59 Metin için bkz: Minority Rights Handbook: Latvian Human Rights Quarterly 1998, Human Rights
Istitute of University of Latvia, Faculty of Law, s:77-78.
36
buçuk yıl olacak bir Avrupa Konseyi Başkanlığı ve dışişleri Bakanlığı
makamlarının ihdas edilmiş olması,bunun bir göstergesidir.Anayasa,AB’nin
daha demokratik bir yapıya sahip olabilmesi için Avrupa Parlamentosunun
gücü artırılmıştır.Avrupa yasaları ve Avrupa çerçeve yasaları yasama
faaliyetleri olup,Komisyon’un önerileri temel alınarak,Avrupa Parlamentosu
ve Konsey tarafından ortaklaşa kabul edilmektedir.Avrupa Birliği üye devletler
arasında müşterek siyasi dayanışmaya,genel çıkar konusu olan hususların
belirlenmesine ve Üye devletlerin faaliyetlerinin daima artan bir biçimde aynı
noktaya doğru yönelmesini sağlamaya dayanan, ortak bir dış güvenlik
politikası yürütecektir.
Anayasa, bir çok uluslar arası sözleşmelere gönderme yaparak,Temel
hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşma hükümlerinin Avrupa Birliği’nce de
geçerliliğini
teyit
edilmektedir.Birlik
yasaları
ile
ulusal
yasalar
ve
uygulamalara uygun olarak,Herkes işyeri kurma ve işletme özgürlüğüne
sahiptir. Ki bu özgürlük türü , bundan önceki uluslar arası düzenlemelerde
açıkça yer almamıştır. AB anayasası giderek temel hak ve özgürlükler alanını
genişletme yolundadır. Tüm birlik vatandaşları, ikamet ettikleri aday ülkelerde
o ülkenin yurttaşlarıyla aynı koşullar altında Belediye seçimlerinde oy verme
ve aday olma hakkına sahiptir.Böylece Anayasa ile AB’nin kültürel
değil,demokrasi,insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerinde
yükselen bir birlik olduğu teyit edilmektedir.
Avrupa Anayasasının yürürlüğe girmesi halinde,AB’nin daha verimli
işleyen,daha şeffaf,kamuoyunun gözünde daha fazla meşruiyeti olan ve
uluslar arası ilişkilerde daha etkin rol oynayan bir örgüt olarak var olacağı
tahmin edilmektedir.
Tüm bunlar ışığında değinilmesi gereken nokta; Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ ne üye olduğu gün anayasanın diğer üye ülkelerde olduğu gibi yetki
devrini ve Avrupa Hukukunun ulusal hukuk üzerindeki üstünlüğünü kabul
etmesi gerekecektir.Ayrıca Avrupa hukuku ile çelişebilecek bütün anayasa
hükümlerinin
kaldırılması
da
gerekecektir.İnsan
hakları
söz
konusu
37
olduğunda bu durum daha da önemlidir. 60 Fransız Anayasa Konseyi
Cumhurbaşkanı
tarafından
Avrupa’ya
anayasa
getiren
antlaşmanın
onaylanması için ulusal anayasanın değiştirilmesinin gerekli olup olmadığını
incelemekle görevlendirilmişti. Çünkü Avrupa Anayasası hükümlerini ulusal
anayasa hükümlerine aykırı olması durumunda böyle gelişmekteydi.Fransız
anayasası uygulamasından yola çıkılarak Türk anayasasıyla arasındaki
uyumun nasıl sağlanacağını açıklamak daha kolay olacaktır.Çünkü Türk
anayasası,Alman ve İtalyan Anayasaları’ndan esinlenmesinin yanı sıra,bir
çok
temel
ilkesinin
kaynağını
da
Fransız
anayasal
geleneğinden
almaktadır;özellikle de ulusal egemenliğe çok güçlü bir bağlılık ortak özellik
olarak karşımıza çıkmaktadır.
İlk olarak Birliğin Temel Haklar Şartı,antlaşmanın ikinci kısmını teşkil
etmekte
ve
antlaşmanın
esas
hükümleri
de
bu
kısımda
bulunmaktadır.Dolayısıyla konsey uygunluk denetimi özellikle bu kısım
üzerinde
gerçekleşmektedir.Bunu
yapmak
için
olası
aykırılıklar
denetlenmeden önce antlaşmanın hükümleri yorumlanacak yani kapsam
belirlenecektir.İlk olarak konsey açıkça belirtmiştir ki bu şartın kapsamı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kapsamından farklıdır,zira bu metin üye
devletler
üzerinde
değil
Avrupa
kurumlarının
eylemleri
üzerinde
geçerlidir.Üyelerin eylemleri ancak Avrupa hukukunu uyguladıklarında
dikkate alınmaktadır.Ancak olası bir aykırılık sorunu Şart’ta belirtilen bütün
haklar
için
değil,sadece
temel
haklar
olarak
belirtilen
kısım
için
sözkonusudur. Antlaşmanın 1ve 2’inci maddesine göre birlik’’azınlıklara ait
olan kişilerin hakları da dahil olmak üzere’’insan haklarına saygı değerleri
üzerine kuruludur,madde 2-81 ulusal bir azınlığa dahil olma nedeniyle ayrımı
yasaklamaktadır.Fransız Anayasa Konseyi antlaşmanın 1 ve 2nci maddeleri
ve ikinci bölüm 81’nci maddesinin azınlıklara kolektif haklar tanıyan maddeler
olarak anlamamak gerektiğini ileri sürdü. Çünkü böyle bir yorum hem Türk
anayasal geleneğine hem de Fransız anayasal geleneğine açıkça aykırı
teşkil etmektedir.
60 DUVAN, Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları, s:210.
38
Antlaşmanın getirdiği yeni yetki devirleri yoluyla Türkiye için üyelik
doğal olarak bütün müktesabatın yani hem Anayasa tesis eden Antlaşmadan
kaynaklanan devirlerin hem de diğer bütün devirlerin hem de diğer bütün
devirlerin kabul edilmesi şeklinde kendini gösterecektir. Bu da ilgili devletin
egemenliğini masaya yatırmakta ve ulusal anayasaların revizyonu gerekli
olmaktadır. Avrupa Birliğine üyeliğin gerektirdiği’’anayasal geçişi’’ sağlamak
için iki yöntem karşımıza çıkmaktadır; üyelikten ve dolayısıyla egemenliğin
devrinden etkilenen bütün anayasa maddelerinin değiştirilip bu yöntemle
ulusal anayasa yerini tamamen Avrupa Anayasasına
entegrasyonun sağlanması ve ikinci olarak
bırakılıp tam bir
Fransız anayasa konseyinin
önerdiği gibi;birbirini takip eden antlaşmaların gerektirdiği kadarına
onay
verilip antlaşma her değiştirildiğinde ayrı maddeyle durumun değiştirilmesini
öngörmektedir.Böylece konseyin fikrine göre bu şekilde ulusal egemenlik
devredilmemekte,sadece bazı devlet yetkileri ortak icra edilmektedir.Türkiye
açısından
çözümlenmesi
gereken
şey;uyumun
hangi
yöntemle
gerçekleşeceğidir.Türkiye bu konuda ciddi anayasal reformlar gerçekleştirmiş
olmakla beraber bu çalışmanın özellikle de temel kamu özgürlüklerinin her
birinin düzenlenmesi için devam ettirilmesi gerekmektedir.Bu
konu
çalışmanın dördüncü bölümünde ayrıntılandırılacaktır.
Avrupa Birliği Anayasası’nın üye ülkelerde yapılan referandum
sonrasında aldığı retler üzerine AB
yetkilileri ve devlet başkanları kabul
süresinin askıya alındığını açıkladılar.Ayrıca
yine böylesi bir manzarayla
karşılaşmamak amacıyla ‘’Avrupalılık’’ kavramını yaygınlaştırmanın Anayasa
Projesini halka doğru ve etkili bir şekilde tanıtmanın önemini anlayıp şimdilik
anayasa projesi rafa kaldırılmış olarak görünmektedir. Esasen Avrupa Birliği
Anayasa projesinin en önemli hedeflerinden birisi de,ilerideki dönemde
Avrupa Birleşik Devletleri olma yolundaki en ciddi ve en önemli adım
olmasıdır.AB yetkilileri,iktisadi ve idari kuralların tekrar ele alındığı,temel hak
ve özgürlükler kavramının yeniden gözden geçirildiği bir Konvansiyon
üzerinde anlaşarak,aslında uluslar arası bir örgütlenme değil,uluslar-üstü bir
tüzel kişilik yaratma fikrini açıkça göstermektedir.
39
2.3.
AVRUPA
BİRLİĞİ
ÜLKELERİNİN
TARAF
OLDUKLARI
SÖZLEŞMELER
2.3.1. BM Örgütünün Hazırladığı Metinler
1945 yılında ‘Birleşmiş Milletler Şartı’nın kabul edilmesiyle kurulan
bünyesinde azınlıklar konusunda yürütülen çalışmalarda,azınlıklara doğrudan
koruma sağlayacak düzenlemeler yapılması gerektiğini düşünenler ve
azınlıkların insan hakları kapsamında ‘ayrımcılık yasağı’’ile korunmasını
savunanlar olmak üzere iki eğilim olduğu söylenebilir.61
BM bünyesinde; 1976 yılında yürürlüğe giren Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin 27’nci maddesi azınlıklarla ilgili olup, “Etnik, dinsel ya da
dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup kişilerin,
gruplarının diğer üyeleriyle birlikte, kendi kültürlerini yaşamak, kendi dinlerini
açıkça ilan etmek ve uygulamak, ya da kendi dillerini kullanmak hakkından
yoksun bırakılamayacaklarını” hükme bağlamıştır.62
27’nci madde hükmünün muhatapları, etnik, dil ve din azınlıkları ya da
bu azınlıkların mensuplarıdır; ancak bu kapsamın çerçevesi net bir şekilde
ortaya konmamıştır.Uluslararası hukuk açısından bakıldığında ,27 madde
evrensel bir standart oluşturmaktadır.Bu konuda genel kabul görmüş azınlık
haklarına ilişkin ilk normdur.27’nci maddenin dışında etnik/dinsel ve dilsel
kimliklere ilişkin sözleşme hükümleri arasında ayrıca yer alan 2’nci madde
her tür ayrımcılığı yasaklayıcı içeriğe sahiptir; 14’üncü madde ise yargılanan
kişilerin mahkemede kendi dillerinde temsil edilmesini vurgulamaktadır.
20’nci maddede her tür etnik/dinsel/dilsel ya da ırksal düşmanlığın yasalarla
61 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar…, age., 15-16.
62 BM tarafından yürütülen faaliyetleri incelerken, BM’nin devletlerden oluştuğu, bütün önemli
kararların devletler tarafından alındığı, alınan bu kararlarla devletlerin kendi ulusal çıkarlarını daima
önde tuttukları unutulmamalıdır. Bu nedenle BM tarafından hazırlanmış olan belgelerde de azınlık
tanımının yer almaması gayet doğaldır.
40
cezalandırılmasını öngörmekte, 26’ncı madde ise, yasalar önünde eşitlik
ilkesine yer vermektedir.63
1966 yılında kabul edilen bir diğer sözleşmede ‘Ekonomik,Sosyal ve
Kültürel Haklar Sözleşmesi’dir.Sözleşme’nin ayrımcılık yapmamayı öngören
2’nci
maddesi,işyerlerinde
eşitlikle
ilgili
hususları
düzenleyen
7’nci
maddesi,eğitim haklarıyla ilgili hükümler içeren 13’üncü maddesi ve kültürel
hakları düzenleyen 15’nci maddesi dolaylı olarak azınlıklarla ilgilidir.
1970 yılında Ekonomik ve sosyal konsey 1503 sayılı kararıyla insan
haklarının ve temel özgürlüklerin ağır şekilde ihlal edildiği durumlarda bireyler
ve hükümet dışı kuruluşlar tarafından kullanılabilecek gizli bir şikayet
prosedürünü kabul etmiştir.Yapılan şikayetler çalışma grupları tarafından
kapalı oturumlarda incelenmektedir.
1989 tarihli ‘BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 17,29 ve 30’uncu
maddeleri azınlık grubu mensubu çocuk,ait olduğu azınlık topluluğunun diğer
üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma,kendi dinine inanma ve dinin
gereklerini yerine getirme ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun
bırakılamayacaktır.64
BM Genel Kurulu’nun 47/135 sayılı kararıyla 18 Aralık 1992 tarihinde
kabul edilen Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin
Haklarına İlişkin Bildirge,65 azınlık gruplarının milli ya da etnik, kültürel, dinsel
ve dilsel kimliklerinin korunması için gerekli önlemlerin alınmasını ve bu
kimliklerin tanıtılması için gerekli ortamın teşvik edilmesini öngörmektedir.
Bildiri’de özet olarak ;bir azınlık grubuna mensup olan kişilerin bireysel olarak
veya diğer grup mensupları ile birlikte hiçbir müdahale ve ayrımcılığa
uğramadan kendi kültürlerini koruyabilme,dini ibadetlerini yapabilme,özel ve
kamusal alanda kendi dillerini kullanabilme hakları vurgulanmış ve devletler
de ülkelerinde yaşayan etnik,kültürel,dilsel ve dinsel azınlıkların bu haklarını
63 Patrick THORNBERRY, “Ethnic Dimensions of International Human Rights”, in A Human Rights
Agenda for the 21st Century, (ed.) Angel HEGARY, Siobhan LEONARD, (London: Cavendish
Publishing Limited, 1999), 357.
64 ARSAVA, age., 21.
65 Zeri İNANÇ (ed.), Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, (Ankara: Ütopya Yayınevi, 2004), 68.
41
kullanabilmeleri için gerekli önlemleri almak ve varlıklarını korumakla
yükümlü tutmuşlardır.
Soğuk Savaş dönemine kadar Birleşmiş Milletlerin azınlıkların
korunmasına yönelik faaliyetleri, KSHS dışında,yeterli olmamış ve daha çok
ayrımcılığın önlenmesi kapsamında dolaylı olarak yürütülmüştür.Soğuk
Savaş sonrasında değişen siyasi duruma paralel olarak doğrudan azınlıklara
yönelik düzenlemeler yapıldığı görülmektedir.
2.3.2. AGİT Tarafından Yürütülen Çalışmalar
Etnik
ve
dilsel
kimliklere
yönelik
diğer
bir
düzenleme,
tüm
belgelerinde“ulusal azınlıkların” haklarına yönelik ifadelerin bulunduğu
AGİT’tir. AGİT belgelerinin bağlayıcılığı olmamakla birlikte, azınlıkların
korunmasına yönelik düzenlemeler getirmesi bu belgeleri önemli kılmaktadır.
AGİT’in azınlıklara ilişkin en önemli düzenlemesi ulusal azınlıklara yönelik
uygulamalarını
ortaklaştırmak
ve
ulusal
azınlık/çoğunluk
çatışmaların
çözümlenmesine yardımcı olmak amacıyla “Ulasal Azınlıklar Yüksek
Komiserliği” bürosunu kurmuş olmasıdır. 1975 yılında AGİT tarafından kabul
edilen Helsinki Nihai Senedi, uluslararası azınlık haklarına daha ileri
standartlar getiren “özel haklar” kavramanı gündeme getirmiştir.66 Helsinki
Zirvesi sonunda kabul edilen “Düşünce, Vicdan, Din ya da İnanç Özgürlüğü
Dahil İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklere Saygı” başlıklı bildirgede67,
“katılan devletlerin ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkes için
düşünce, vicdan, din ya da inanç özgürlüğü dahil, insan haklarına ve temel
özgürlüklere saygı göstermesi” hususu karara bağlanmıştır.
Haziran 1990 yılında kabul edilen Kopenhag İnsani Boyut Konferansı
Belgesi ise, AGİT’in azınlık hakları konusundaki temel felsefesini yansıtması
açısından önemli bir belgedir. Belge, azınlıkların sahip oldukları hakları ve
66 ARSAVA, age., 91.
67 Asbjorn EIDE, “Ethnic Conflicts and Minority Protection: Roles for the International
Community”, (internet), United Nations University, 01.10.2004, <http://www.unu.edu/
unupress/unupbooks/ uu12ee/uu12ee0q.htm>.
42
özellikle kendi ana dillerini öğrenme veya kendi ana dillerinde öğrenim
görmelerini sağlamayı güvence altına almaktadır. Kopenhag Belgesiyle
ulusal azınlıklara, özel ve kamusal hayatlarında ana dillerini kullanma hakkı,
kendi eğitim, kültür ve din kurum ve derneklerini kurma hakkı, kendi dinlerinin
gereğini yapma ve ibadet hakkı, ana dillerinde bilgi dağıtma, bilgiye erişme
ve bilgi alışverişi hakkı, kendi aralarında ve ortak bağları olan diğer devlet
vatandaşları ile temas kurma hakkı tanınmış, ulusal azınlıkların etnik,
kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerinin korunacağı ve teşvik edileceği hükme
bağlanmış,
bir
ulusal
azınlığa
mensup
olmanın
hiçbir
dezavantaj
yaratmayacağı belirtilmiştir.68
2.3.3. AVRUPA KONSEYİ TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR
Kuruluşundan
bu
yana
azınlık
haklarını
genel
insan
hakları
şemsiyesinin altında değerlendiren Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan
düzenlemelerden en önemli olanları, 1950 yılında Roma’da imzalanan ve
1953 yılında yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1998 yılında
yürürlüğe giren Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme ile
Bölgesel
ve
Azınlık
Dilleri
Avrupa
Şartı’dır.Avrupa
İnsan
Hakları
Sözleşmesi’nde ulusal azınlıklardan söz eden tek madde, bu sözleşmede
tanınan hak ve özgürlüklerin ulusal bir azınlığa dahil olmak dolayısıyla
sınırlandırılamayacağını
ifade
eden
14’üncü
maddedir.
Bu
açıdan
sözleşmenin din özgürlüğünü düzenleyen 9’uncu maddesi ve dil özgürlüğü
bağlamında kültürel kimliğin korunması ile bağlantılı olarak ifade özgürlüğünü
düzenleyen 10’uncu maddesi önem kazanmaktadır. 04 Kasım 2000 tarihinde
imzaya açılan 12’nci ek protokolde ise, “yasa ile öngörülmüş olan tüm
haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler,
ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğum
veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan
68 David CHANDLER, “The OSCE and the Internationalisation of National Minorities”, (internet), in
Ethnicity and Democracy in the New Europe, (ed.) Karl KORDELL (London: Routledge, 1999),
28.09.2008, <http://imm-live.wmin.ac.uk/sshl/pdf/OSCE1999.pdf>, 2.
43
sağlanır” ifadesiyle ulusal azınlığa mensup olmanın ayrımcılık yaratmayacağı
hükme bağlanmıştır.
Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile taraf devletler,
ulusal azınlığa mensup bireylere kültürlerini sürdürme ve geliştirmenin
yanında kimliklerinin temel unsurlarını; dil, din, gelenekler ve kültürel
miraslarını korumak için gerekli şartları teşvik etmeyi taahhüt etmektedirler.
69
Ayrıca sözleşmede, tarafların, etnik, kültürel, dilsel veya dinsel kimlikleri
nedeniyle tehdit veya ayrımcılığa maruz kalabilecek ulusal azınlığı korumak
için tedbirler almayı kabul edecekleri belirtilmektedir.Bunun yanı sıra,
sözleşme, ulusal azınlıkların toplanma özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü,
ifade özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü gibi haklarını güvence altına
alarak, tarafların, ulusal azınlığa mensup bireylerin azınlık dilindeki soyadını
ve adını kullanma hakkını taahhüt edecekleri ve azınlık kimliğinin eğitim ve
öğretim alanında korunmasını ve bu alandaki fırsat eşitliğini sağlayacaklarını
taahhüt ettiklerini hükme bağlamıştır.Sözleşmenin en önemli tarafı ise, ulusal
azınlıklara sınır ötesi işbirliği kurma iznini vermesidir. Buna göre, ulusal
azınlığa mensup bireyler, başka devletlerde bulunan özellikle etnik, kültürel,
dilsel veya dinsel kimliği paylaştıkları veya ortak kültürel mirasa sahip olan
şahıslarla sınır ötesi işbirliğinde bulunabileceklerdir.
70
Burada, sınır ötesi
işbirliğinin sınırı ve kapsamı belirtilmediği için, bu hakkın, ayrılıkçı düşünceye
sahip gruplar tarafından istismar edilebileceği değerlendirilmektedir.
Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nda ise71, bölgesel ve azınlık
dillerinin korunmasının Avrupa’nın kültürel geleneklerinin ve zenginliklerinin
korunmasına ve bunların geliştirilmesine bir katkı olduğu, çokdillilik değerleri
çerçevesinde resmi dillere zarar vermeden bölgesel ve azınlık dillerinin
69 B.Ali SONER:”Azınlıklar Sorunu ve Türkiye-AB İlişkileri”, Demokrasi Platformu,Y.1,S.4,(Güz
2005),s.145-416
70 SARAÇLI,a.g.e s.58
71 5 Aralık 1992’de imzaya açılan Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı’nı 20 Aralık 2006 tarihi ile
Avrupa Konseyi üyesi otuz iki devlet imzalamış olup bu devletlerden yirmi biri ayrıca Şartı
onaylayarak kendi iç hukukları açısından yürürlüğe de koymuşlardır.Avrupa Birliği üyesi ülkelerden
Belçika,Estonya,İrlanda,Letonya,Litvanya,Portekiz ve Yunanistan belirtilen tarih itibarı ile Şartı ne
imzalamışnedeonaylamışlardır.Bkz.http://conventions.coe.int/Treaty/Commun/CherchSig.asp?NT=14
8&CM=8&DF=01/03/2006&CL=ENG(erişim tarihi:02.06.2010)
44
korunması ve teşvik edilmesinin, kültürel farklılıklar ve demokrasi ilkelerine
dayanan bir Avrupa’nın inşası açısından önemli bir yere sahip olacağı
vurgulanmaktadır. Ayrıca Şartta, tarafların, bölgesel veya azınlık dilinin uygun
olan tüm basamaklarda öğretilmesini ve öğrenilmesini sağlamak için uygun
araçlar ve ortamlar sağlayacağı, bölgesel veya azınlık dilin yararına olmak
üzere, özellikle topraklarında aynı veya benzer bölgesel veya yerel dil
kullanılan bölgesel ve yerel yönetimler arasında olmak üzere sınır aşırı
işbirliğini kolaylaştırmak ve desteklemeyi taahhüt edecekleri, devletin resmi
dil/dillerine halel getirmemek şartıyla, ilgili bölgesel ve azınlık dillerinde okul
öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, mesleki ve teknik eğitim ile üniversite
öğrenimi sağlamayı taahhüt edecekleri gibi hükümler yer almaktadır.AB’ye
aday ülkeler için, AB Komisyonu tarafından yayımlanan İlerleme Raporları ve
AP tarafından hazırlanan karar tasarıları da AB’nin etnik, dilsel ve dinsel
kimliklere bakış açısını göstermeleri bakımından önemli belgelerdir.
2.4.
AVRUPA
BİRLİĞİ
KURUMLARININ
AZINLIKLARA
YÖNELİK
ÇALIŞMALARI
AB kurumlarının aday ülkeler için hazırladığı rapor ya da kararlar
dışında etnik ve dinsel kimliklere yönelik çalışmaları da, AB’nin bu gruplara
ilişkin bakış açısını göstermesi bakımından incelenmesi gerekmektedir.Bu
çalışmalar genel olarak,hukuki bakımdan bağlayıcı olmayan kararlar almak
ve azınlıkların durumunu iyileştirmeye yönelik
sağlamak
şeklinde
programlara mali destek
gerçekleşmektedir.Avrupa
Parlamentosu,Avrupa
Komisyonu ve AB Konseyi kendi sorumluluk alanları içerisinde azınlıkların
korunması konusunda çalışmalar yapmaktadırlar.Bu çalışmalar aday ülkeler
için önem arz etmektedir.
45
2.4.1. AB Konseyi
AB Konseyi her ülkenin kendi hükümetini taahhüt altına sokmaya
yetkili,bakan düzeyindeki temsilcilerinden oluşmaktadır.Ancak toplantının
konusuna göre farklı bakanlar toplantıya katılmaktadırlar.
72
Konsey, insan haklarının ve azınlıkların korunması konusunda ciddi
çalışmalar yürütmektedir. Konsey tarafından 1987 yılında kurulan ve 2003
yılında alınan bir kararla çalışma alanı AB’nin dış ilişkilerindeki tüm insan
hakları sorunları olarak genişletilen İnsan Hakları Çalışma Grubu, insan
hakları konusunda Konsey’in ilk çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Konseyin azınlıklarla ilgili ikinci çalışması, 21-22 Haziran 1993 tarihinde
Kopenhag’da yapılan AB Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde
alınan kararlardır. Kopenhag Kriterleri olarak da bilinen kararlar AB’ye üye
olmak isteyen ülkeler için bir ön şart niteliğine haizdir.
Konseyin belirtilen bu kararlarının dışında üçüncü olarak; insan
haklarına yönelik yıllık yayımladığı raporları da önemi haizdir. Konsey bu
raporlarda da azınlık haklarına dikkat çekmektedir. İlki, 01 Temmuz 1998-01
Temmuz 1999 dönemi için hazırlanan İnsan Hakları Yıllık Raporlarında,
genel olarak bir yıllık süre içerisinde insan hakları konusunda Birlik içinde ve
dışında yaşanmış olan gelişmeler değerlendirilmekte, ayrıca çocuk hakları,
kadın hakları, azınlık hakları gibi insan hakları içinde değerlendirilen özel
alanlara yer verilmektedir.7311 Ekim 1999 tarihinde yayımlanan ilk raporun
‘Ayrımcılık Yasağı ve Farklılıklara Saygı’ başlığı altında,azınlıklar konusuna
yer verilerek ırkçılık,yabancı düşmanlığı ve her türlü ayrımcılığın ortadan
kaldırılması yanında azınlığa mensup bireylerin sosyal ve ekonomik hayattan
dışlanmalarının engellenmesi konusunda devletlerin yükümlülüklerine dikkat
çekilmiştir.
72 SARAÇLI, a.g.e., s:72. Raporlar için bkz: http://www.eu.int/cms3_fo/showPage.asp?id=822&
lang=en&mode=g, 25 Haziran 2006.
73 Numan DALYANCI,Avrupa Birliği’nin Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Etkileri Yayınlanmamış
Master Tezi,Ankara 2006,s.82
46
AB Konseyi tarafından çıkartılan ve dolaylı olarak azınlıklarla ilgili
direktifler şunlardır:74
-Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler Arasında
Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC sayılı direktif
-İstihdamda
ve
İşte
Eşit
Davranılması
Konusunda
Esasların
Belirlenmesine İlişkin 2000/78/EC sayılı direktif
-Uzun
süredir
Birlik
üyesi
ülkelerde
yaşayan
üçüncü
ülke
vatandaşlarının Statüsüne İlişkin 2003/109/EC sayılı direktif
2.4.2. AB Komisyonu
Komisyonun, etnik ve dini kimliklere ilişkin çalışmaları 1980’lerin
başına kadar uzanmaktadır.
75
Komisyon, 1984’te çok az kullanılan dillerin
durumu; 1990’da da Yunanistan, İspanya ve Portekiz’deki dil azınlıklarının
durumunu ele alan önemli çalışmalar yayınlamıştır. Ayrıca 1997 yılında
hazırladığı Gündem 2000 Raporu ile Komisyon, AB’nin etnik, dilsel ve dinsel
politikalarına açıklık getirmiştir.
Komisyon bu çalışmalarında Euromosaic76 ve 1987’den beri faaliyet
gösteren
MERCATOR77
(The
European
Network
for
Information,
Documentation and Research-Avrupa Enformasyon, Dokümantasyon ve
74 General Secratariat of the Council of the European Union, Information Handbook of the
Council of the European Union, (Belgium: Office for Official Publications of the European
Communities, 2002), 10-15.
75 Elif ÖZARMAN, “Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve”, (Erişim) http://www.hyd.org.tr/
tr/rapor.asp?rapor_id=14, 29 Ekim 2010.
76 Euromosaic, Komisyon’un, azınlık dilleriyle ilgili yaptığı araştırmalarında, azınlık dillerini
konuşanların sayısını, bu dillerin kullanım alanlarını ve sosyo-linguistik canlılığını değerlendirmek
için toplanan verilerin yeterli olmadığını görmesi üzerine, azınlık dillerine ilişkin ihale usulüyle yeni
bir çalışma yaptırması sonucu doğmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.uoc.es/euromosaic.
77 MERCATOR, bölgesel ve azınlık dillerine karşı büyüyen ilgiye cevap vermek ve dil
topluluklarının artan gereksinimlerini karşılamak, bu dillerde bilgiye erişim ve bilgi değişimini
geliştirmek, azınlık dillerini konuşanlara bu diller hakkında daha sistematik bilgi sağlamak amacıyla
kurulmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.mercator-central.org
47
Araştırma Ağı) gibi dil azınlıklarını inceleyen çeşitli kurumlarla da işbirliği
içinde olmuştur.78
Komisyon, genişleme süreciyle birlikte etnik ve dinsel kimlikler
konusuyla daha yakından ilgilenmeye başlamış, Kopenhag Kriterleri
doğrultusunda aday ülkelerdeki gelişmelere ilişkin hazırladığı ilerleme
raporlarında, bu ülkelerdeki azınlıkların durumlarına ilişkin değerlendirmeler
yaparak konuyu sürekli gündemde tutmuştur. AB Komisyonu, genişleme
sürecinde, aday ülkelerdeki demokratikleşmeyi ve bu bağlamda insan hakları
ve azınlıkların korunmasını sağlamak amacıyla AP’nin girişimleri sonucu
1992’de başlatılan AB Demokrasi Programı (Phare and Tacis Democracy
Programme- PTDP) çerçevesinde bir bütçe oluşturmuş ve bütçenin
kullanılacağı faaliyet alanlarından birisinin de azınlık hakları olduğunu
belirtmiştir. Bu programa Polonya, Macaristan, Slovakya, Estonya ve
Romanya (PHARE-Poland Hungary Aid for the Reconstruction of the
Economy) ülkeleri katılmıştır.
AB Komisyonu’nun 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Avrupa Konseyi’nin
Köln’deki
toplantısında
sunduğu
“Aday
Ülkelerde
Irkçılık,
Yabancı
Düşmanlığı ve Anti-Semitizm” başlıklı görüş raporunda AB içindeki
etnik/dinsel/dilsel kimliklere bakış açısı örneklerle ortaya konulmuştur. Ayrıca,
2000 yılında yayınlanan “Bölgesel Dil ve Kültürlerle Azınlık Dil ve Kültürlerine
Teşvik Etmeye ve Korumaya İlişkin Tedbirlere Avrupa Komisyonu’nun
Desteği” çalışmasında, AB’de resmi diller dışında kullanılan 40’dan fazla dilin
Birlik
vatandaşlarının
paylaştığı
kültürel
mirasın
bir
parçası
olduğu
belirtilmiştir. Bundan başka, Avrupa yurttaşlığının temel özelliğinin bu dilsel
ve kültürel kimliklere saygı göstermek olduğu ve bu dillerden bazılarının
gelecek 50 yıl içinde kaybolacağı belirtilerek AB’nin, bunların korunması ve
geliştirilmesi için oynayabileceği rol üzerinde durulmuştur.79
78 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya, s:145,147.
79 Pınar BAŞBİLEN,Avrupa Birşiği’nin Etnik ve Dini Kimliklere Yaklaşımı:Güneydoğu Anadolu
Bölgesi Örneği Yayınlamamış Yüksek Lisans Tezi,Ankara,2008,s.42-44
48
2.4.3. Avrupa Parlamentosu
Komisyon’un yanı sıra etnik/dinsel/dilsel kimliklerle yakından ilgilenen
bir başka AB kurumu da Avrupa Parlamentosu (AP)’dur. AP’de alınan
kararların tavsiye niteliğinde olmasına rağmen, AP’nin bir yandan AB
ülkelerinin kamuoylarındaki eğilimleri yansıtması, öte yandan yeni ülkelerin
Birliğe alınmasında son sözü söylemesi, kararlarını önemli kılmaktadır.80
Parlamento özellikle etnik ve dini kimliklerin dillerini ve kültürlerini
koruma ve geliştirme hakkı gibi kültürel haklar üzerinde durmakta, bu
grupların dil ve kültürlerini gerek özel, gerekse kamusal bağlamda yaşatma
ve geliştirme özgürlüğünü savunmaktadır.81
AP ilk olarak, 1977 yılında temel haklar konusunda yayımladığı bir
bildirge ile insan hakları alanında çalışmalara başlamıştır. Bu bildirge 1989’da
genişletilerek Temel Hak ve Özgürlükler Bildirgesine dönüşmüş, son olarak,
AP Temel Hak ve Özgürlükler Komitesi’nce bu bildirgeye dayanan ve AB
yurttaşlarının temel haklarını ve AB'nin yurttaşlarına karşı sorumluluklarını
düzenleyen
Temel
Haklar
Sözleşmesi
hazırlanmıştır.
Sözleşme’nin
etnik/dinsel/dilsel azınlıklarla ilgili bölümlerinde “herhangi bir temele dayalı
ayrımcılığın önlenmesi ve Avrupa Topluluğu’nun kurucu anlaşması ve AB
anlaşmalarının uygulama kapsamı içinde ve bu anlaşmaların öngördüğü
durumlar haricinde milliyete dayalı tüm ayrımcılıkların engellenmesi”
istenmiş, ayrıca AB’nin kültür, din ve dil farklılıklarına saygı gösterdiği
vurgulanarak, azınlık haklarına ve azınlıkların korunması gerekliğine işaret
edilmiştir.
AP, temel insan hakları çerçevesinin dışında, münhasıran azınlıklar
konusuyla da yakından ilgilenmiş, aldığı pek çok kararla, AB içindeki azınlık
dillerini ve kültürlerini koruma ve geliştirme hakkı gibi kültürel öğeler üzerinde
hassasiyetle durmuştur. Bununla birlikte, AB içinde etnik temelli ayrılıkçı
hareketleri sert bir dille kınamıştır.
80 DUVAN, a.g.e., s:200.
81 NAS, a.g.e., s:390.
49
AP, 16 Ekim 1981 tarihli “Bölgesel Diller ve Kültürlerle İlgili Topluluk ve
Etnik Azınlıkların Haklarına İlişkin Şart” hakkındaki kararında, bölgesel dil ve
kültürlerin resmi müfredata alınmasını, bölgesel dillerde eğitim yapılmasını,
kültürel etkinlikler için etnik/dini/dilsel kimliklere mali yardım verilmesini, bu
dillerin kitle iletişiminde kullanılmasını, azınlıklara mensup bireylerin resmi
kurum ve mahkemelerde kendi dillerini kullanmalarına izin verilmesini ve
bölgesel kültürleri teşvik edici projelere mali destek sağlanmasını istemiştir.82
Dilsel ve Kültürel Azınlıklar Yararına Tedbirlere İlişkin 1983 tarihli AP
Kararı’nda, parlamento, 30 milyon AB vatandaşının anadilinin, bölgesel veya
az konuşulan bir dil olduğunu belirterek, 1981 tarihli kararının önemini bir kez
daha vurgulamıştır. 30 Ekim 1987 tarihli “Avrupa Topluluğu İçindeki Etnik ve
Bölgesel Azınlıkların Kültür ve Dilleri Üzerine Karar”da ise üye devletlerin
dilsel azınlıklarını yasayla tanımalarının gerekliliği belirtilmiş, demokratik bir
Avrupa’nın inşasında bölgelerin rolünden yola çıkarak bölgesel özerkliğin
güçlendirilmesi çağrısında bulunulmuş, eğitim, idari ve yasal düzenlemeler,
kitle iletişimi, kültürel altyapı, sosyo-ekonomik v.b. alanlarda bölgesel ve
azınlık dillerinin kullanımının teşvik edilmesi tavsiye edilmiştir. 9 Şubat 1994
tarihli Avrupa Topluluğu’nda dilsel ve kültürel azınlıkların haklarının ele
alındığı bir başka kararda (Herhangi Bir Kimsenin Kendi Dilini Konuşması
Hakkındaki Karar) ise benzer hususlar dile getirilerek, üye devletlerin dilsel
azınlıkları tanıması, bu dillerin korunması ve geliştirilmesi için temel şartları
oluşturması gerektiğine işaret edilmiş, yapılacak yasal düzenlemelerin en
azından, bu dillerin, eğitim, adalet ve kamu idaresi, medya, kamu ve kültür
hayatının diğer sektörlerinde kullanılması ve teşvik edilmesinin sağlanması
gerektiği vurgulanmıştır.
AP’de azınlıklara yönelik son rapor 20 Nisan 2005 tarihinde kabul
edilmiştir. “Genişleyen Avrupa’da Azınlıkların Korunması ve Ayrımcılık
Yasağı Politikaları Üzerine Rapor” isimli çalışmada genel olarak; AB
82 Çigdem NAS, “The Approach of the European Parliament to the Issue of Ethnic Minorities
and Minority Rights in Turkey within the Context of the European Minority Rights Sub- Regime”,
November 1998, University of Catania, (internet), University of Pittsburgh Archive of European
Integration, 02.10.2010 <http://aei.pitt.edu/archive/00000404/01/jmw p18.htm>.
50
içerisinde görülen azınlık sorunlarının yeteri kadar Birlik gündeminde yer
almadığı, azınlıkların korunmasının Kopenhag Siyasal Kriterlerinin bir parçası
olmasına rağmen, ne topluluk politikasında azınlık haklarına yönelik bir
standart ne de kimlerin azınlık üyesi olduğuna dair bir Topluluk anlayışı
bulunmadığı, ulusal azınlıklara ve göçmen topluluklara mensup kadınların
hem halkın çoğunluğu hem de üyesi oldukları azınlık grubu mensupları
tarafından çok yönlü bir ayrımcılığa tabi tutuldukları ve AB içerisinde en geniş
azınlık topluluğu olan Çingenelerin de özellikle eğitim alanında ırksal
ayrımcılıkla yüz yüze oldukları belirtilmektedir83. Bununla birlikte AP’nin,
azınlıkların siyasal statüsü konusuna fazla değinmediği ve bunu devletlerin
tercihine bıraktığı gözlenmiştir.
Parlamento ayrıca çalışmalarında, üye devletlerin Bölgesel ve Azınlık
Dilleri Anlaşmasını onaylamalarını da isteyerek, Birlik içinde temel haklara
saygının güvence altına alınmasının öneminin altını çizmektedir. Parlamento
ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konularına da özel bir önem vererek bu
konuda bazı kararlar almıştır.84
2.5. AB ÜYESİ ÜLKELERİN AZINLIKLARA BAKIŞ AÇISI
Buraya kadar anlatılanlar ışığında; şunu söyleyebiliriz ki; siyasal
bütünleşme süreci ile AB’nin gündemine giren farklı etnik/dini ve dilsel
mensubiyetlerin korunması konusu, tanım ve kapsam belirsizliği nedeniyle
gelişmesini tamamlayamamış alanlardan birisidir. Daha önce de belirtildiği
üzere; eski Doğu Bloku ülkelerinin AB’ye üyelik başvurusundan sonra
hızlanan etnik/dinsel kimlikler için ortak bir politika yaratma çalışmaları, üye
83 ARISOY, age., 45.
84 AP’nin konu hakkındaki diğer kararları: 1998 tarihli Avrupa Birliği’nde İnsan Haklarına Saygıya
Dair Avrupa Parlamentosu Kararı (Kararın 10. pg.da, temel insan haklarına saygı göstermeyen
devletler için AB’ye katılımın söz konusu olmayacağı vurgulanmakta, komisyon ve Konsey
genişleme müzakereleri sırasında bu kimliklerin haklarına özellikle önem vermeye çağrılmaktadır.),
1999 tarihli Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Antisemitizm ve Irkçı Ayrımcılıkla
Mücadelede İleri Adımlar Atılmasına Dair AP Kararıdır. (Kararda, Parlamentonun kültürel, ırksal
ve etnik azınlıkların, siyasi ve sosyal karar alma mekanizmalarına katılımına büyük önem atfettiği ve
Parlamentonun Avrupa’nın kültürel çeşitliliğini temsil etmesi gerektiği ifade edilmiştir.)
51
devletlerin
ulusal
politikalarından
ödün
vermemeleri
dolayısıyla
geliştirilememiştir.
AB’de farklı etnik/dini kimlikler, Kopenhag Kriterleri çerçevesinde dahi
üzerinde uzlaşmaya varılabilmiş bir azınlık tanımı bulunmadığından, AB’ye
üye ülkelerin kendi iç politikalarında yarattıkları düzenlemelere tabi
kılınmışlardır. AB ülkelerinin hemen hepsinde birbirlerinden farklı özelliklere
sahip etnik, dilsel ve dinsel gruplar bulunmaktadır. Bu gruplar bazı AB
devletlerinde azınlık statüsünde yar alırken, bazıları ise etnik/dinsel/dilsel
grup statüsünde yer almaktadır. Bu başlık altında vurgulanmak istenen,
AB’nin
kendi
içerisinde
yaşayan
etnik/dinsel
ve
dilsel
kimliklere
yaklaşımındaki durumu ile üçüncü ülkeler/aday ülkelerin bu tür gruplara
uyguladığı politikalar arasındaki farklılıktır. AB’de konuyla ilgili ortak
standartların yokluğu, aday ülkeler için de değişen ve hatta bazen çelişen
uygulamalara yol açmaktadır.85
AB
üyesi
ülkeler,
üstlendikleri
uluslararası
yükümlülükler
doğrultusunda, kendine özgü azınlık politikası geliştirmekte, bu politikaların
uluslararası
sözleşmelerle
gelen
birtakım
standartlara
uyumlaştırılma
çabalarının düzeyini ise nihai olarak ulusal iradeleriyle belirlemektedirler.
Avrupa ülkelerinin geneli farklı etnik ve dini kimlikleri iç ve dış ilişkilerini
istikrarsızlaştıran potansiyel bir tehdit olarak görmekte ve bu anlayış
çerçevesinde azınlık politikalarını şekillendirmektedir. AB ülkelerinin azınlık
politikalarında farklılıklar görülmesinin arkasında bu neden vardır. Bu başlığın
devamı olarak, üye devletlerin etnik/dilsel ve dilsel kimliklere bakış açısı
irdelenecek ve devletlerin uygulamalarındaki farklılıklar vurgulanacaktır. Bu
kapsamda, Fransa ve Almanya’daki etnik/dilsel ve dinsel kimliklere nasıl
yaklaşıldığı ve hangi politikaların uygulanıp uygulanmadığı konusu ifade
edilecektir. Bu bölüm,AB’nin sayılan ülkelere yaklaşımı ile Türkiye’ye yönelik
politikaları arasındaki tezatlığı göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
85 Hüseyin KALAYCI, “AB Azınlıklardan Sınıfta Kaldı”, Stratejik Analiz, Cilt:6, S:70, Şubat 2006,
s:47.
52
2.5.1. Fransa’nın Azınlıklara Yaklaşımı
59
milyon
nüfusa
sahip
olan
Fransa’da
göçmenlerle
birlikte
çoğunluktan farklı yaklaşık 10 milyon kişi yaşamasına rağmen, ülke içerisinde
resmen azınlık olarak kabul edilmiş bir grup bulunmamaktadır.86
Fransa’daki etnik ve dilsel gruplar, başlıca, Almanca konuşan
Alsaslılar (1.600 bin), Bask dili konuşanlar (260 bin), Brötonca konuşanlar
(4.300 bin) Roman dili konuşan Çingeneler (310 bin), Katalan dili konuşanlar
(200 bin), Korsika dili konuşanlar (350-400 bin), Flamanca (80 bin), Oksitan
dili konuşanlar (500 bin), Frenkçe konuşan Lorenliler (30-40 bin), İtalyanca
konuşanlar (1 milyon) ve Portekizce konuşanlar (500 bin) şeklinde sayılabilir.
Ayrıca ülkede yurttaş olmayan 2,5 milyon Müslüman yaşamaktadır.
87
Fransa’da kültürel ve etnik farklılıkların tanınması konusundaki tartışmalar
1980’li yıllarda başlamıştır. Geleneksel görüşe sahip olanlar, laik devlete
vurgu yaparak, çokkültürlülük yönünde politika uygulanmasına karşı
çıkmışlardır. Bununla birlikte, azınlık kültürlerinin kısmen tanınmasını
savunan modern bir çokkültürlü cumhuriyetçilik anlayışı da ortaya çıkmıştır.
Yine aynı dönemde Müslümanların varlığının devlete ve cumhuriyete yönelik
tehlike olarak görülmesi, pek çok düşüncenin yeniden gözden geçirilmesine
neden olmuştur.
88
Fransız İhtilali’nden kalma özgürlük, eşitlik, kardeşlik
teması yeniden tartışılmaya ve 1980’lerin sonunda cumhuriyetçi entegrasyon
modelinin krizinden bahsedilmeye başlanmış ve çokkültürlü toplumdan
uzaklaşılmıştır. 1958 tarihli Fransız Anayasası’nın 1’inci maddesi “Fransa,
bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. O, köken, ırk ve din
farkı gözetmeksizin kanun önünde bütün yurttaşların eşitliğini sağlar”
ifadesini içermektedir. Ayrıca, 25 Haziran 1992 tarihinde Anayasa’nın 2’nci
86 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…, s:281.
87 Erol KURUBAŞ, “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa Bütünleşmesine Etkileri”,
http://www.liberal-dt.org.tr/dergiler/ldsayi23/2315.htm., 12 Eylül 2004
88 BAŞBİLEN,a.g.e,s.49
53
maddesinde yapılan değişiklikle “Cumhuriyetin dilinin Fransızca” olduğu
belirtilmiştir.89
Doktrin de, bu iki maddeye dayanarak, Fransa’da hukuken azınlık
bulunmadığı görüşündedir. Hatta Fransa’nın üniter bir devlet olmasından
hareketle, Fransa ile azınlıklar kelimelerinin yan yana gelmesini bile çelişkili
ve kışkırtma içeren bir ifade olarak değerlendirmekte, bir halkın tanınmasının
ülkenin parçalanmasına ve egemenliğin bölünmesine sebep olacağına
inanmaktadır.90
1991 yılında etnik, dilsel ve dinsel kimliklerle ilgili bir çalışma yapan
Capatorti,
Fransa’nın
azınlıklarla
ilgili
görüşünü
şu
şekilde
özetlemiştir:“Fransa, azınlıkta olsun olmasın, ülkesinde hiçbir etnik grubun
mevcudiyetini kabul etmemektedir. Devletin resmi dili dışında, din ve dil ile
ilgili konuların vatandaşlarına tanınan kamu özgürlükleriyle ilgili bir konu
olması nedeniyle, devletler hukukunun konuları içine girmediği görüşündedir.”
Benzer tutum ulusal düzeyde de zaman zaman dile getirilmiştir.91
1991 yılında Korsika sorununa çözüm getirmek için çıkarılan yasa
hakkında Anayasa Konseyi’nin verdiği kararda, Fransız halkının aralarında
köken ve dil temelli hiçbir ayrımın bulunmadığı, eşit vatandaşlardan oluştuğu,
dolayısıyla da bir başka halkın unsuru olarak tanımlanmasının vatandaşlar
arasında ayrımcılığa neden olacağı savunulmuştur. Fransa, anayasaya aykırı
olduğu
ve
ülkesinde
Bask ve
Korsika
92
bölgeleri açısından
sorun
89 Jeremy JENNİNGS, “Citizenship, Republicanism and Multiculturalism in Contemporary France”,
British Journal of Political Sicience, Cilt 30, No.4, Ekim 2000, s:575.
90 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…,s:268.
91 Füsun ÜSTEL, Yurttaşlık ve Demokrasi, Dost Kitapevi, Ankara, 1999, s:17. İlgili yasanın 1’inci
maddesinde: “Fransa hükümeti Fransa halkının bileşeni Korsika halkının oluşturduğu yaşayan
kültürel ve tarihsel topluluğun, kültürel kimliğini korumasına ve özgül ekonomik ve sosyal çıkarlarının
müdafaasına ilişkin haklarını güvence altına alır.”hükmü yer almaktadır.
92 793 yılından beri Fransa’nın bir parçası olan, 260.000 nüfusa sahip Korsika adası 1970 yılında
Provance-Alpes-Cote d’Azur bölgesinden ayrılarak başlı başına bir bölge halini almış, 1982 yılından
itibaren de özel bir statüye sahip olmuştur. Korsika bölgesinin statüsünü belirleyen 1982 tarihli ilk
yasada “Korsika bölgesinin örgütlenmesinde, coğrafyası ve tarihinden kaynaklanan özellikleri dikkate
alınır” denilerek Korsika’nın kendi işlerini kendi yapan bir topluluk olduğu belirtilmiştir. Adanın
statüsünü belirleyen son yasa ise, 22 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Korsika yerel
Meclisi’ne adanın yönetiminde tam yetki veren ve anaokulları ile ilkokullarda Fransızcanın yanı sıra
Korsika dilinin öğretilmesi zorunluluğu getiren bu yasayla bölgedeki toprakların bir bölümü Korsika
özerk yönetimine devredilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz: SARAÇLI, a.g.e., s:105,106.
54
yaratabileceği
gerekçesiyle
Ulusal
Azınlıklar
Çerçeve
Sözleşmesi’ni
imzalamamıştır. 07 Mayıs 1999 tarihinde yayımladığı bir bildirge ile altına
imza attığı Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı bazı yorumlar getirerek
onaylayacağını duyurmuştur. Fransa’nın yurttaşları arasında etnik, dilsel ve
dinsel açıdan hiçbir ayrı muamele yapmayacağını, Fransa’nın sadece Fransa
halkını tanıdığını belirten yorum beyanında bulunmuştur.
Fransa, Şart’ın amacının etnik, dilsel ve dinsel farklılıkların azınlık
olarak tanınması ve korunması değil, sadece Avrupa dil mirasının
geliştirilmesi olarak gördüğünü, bu dilleri konuşanların “grup” olarak
nitelendirilmesinin onlara kolektif haklar verildiği anlamına gelmeyeceğini,
bununla sadece eşitliği güvence altına aldığını ve aralarında köken, ırk ve din
farkı gözetilemeyecek olan vatandaşlarının tamamından oluşan “Fransız
halkı”nı
tanıdığını
ifade
etmiş,
birçok
maddeyi
de
bu
çerçevede
yorumlamıştır. Ayrıca, Şart hükümlerinin Fransız Anayasasının Fransızcanın
resmi dil olduğunu hükme bağlayan 2’nci maddesi ile çelişmeyeceğini,
Fransızcanın her türlü kamu işlerinde kullanılmasının zorunlu olduğu
vurgulanmıştır.93
Fransa’da Fransızca haricinde konuşulan yaklaşık 10 dil olduğu tespit
edilmiştir.
94
Fransa,
ülkesindeki
Bu dillere yönelik olumsuz tutum son zamanlarda değişmiş,
farklılıkları
tanıyan
bir
tutum
sergilemeye
başlamıştır.95Fransa dil konusunda birçok yasa, kararname ve genelge
çıkarmıştır. Ancak bunlar Fransa’nın bu konuya verdiği önemin yanı sıra
müdahaleciliğini göstermektedir. Bu kapsamda çıkarılan en önemli yasalar;
1951 tarihli“Fransa dilleri” olarak ifade edilen yerel dil ve diyalektiklerin
öğrenimine ilişkin “Deixonne Yasası”, 1975 tarihli tüm eğitim süresinde yerel
dil ve kültürler hakkında eğitimi verilebileceğini hükme bağlayan “Haby
Yasası”, 1982’de bölgesel dillerin bazı okullarda seçimlik ders çerçevesinde
93 Bkz: List of declarations made with respect to treaty no: 148 (France), European Charter For
Regional Or Minority Languages Complete Chronology on: 23.10.2000
(Erişim:http://conventions.coe.int)
94 BAŞBİLEN.,a.g.e.51
95 Bröton, Bask, Katalan, Korkiskan, Oksitan, Lüksemburg, Alman, Creole, Dutch ve Oil dilleri.
Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.eurolang.net/State/france.htm.
55
eğitimine imkan tanıyan “Savary Genelgesi” ve 1994 tarihli Fransızcanın
Kullanımına İlişkin Yasa olarak bilinen ve Fransızcayı sosyal, ticari ve kültürel
hayatta zorunlu kılan, ayrıca kamu işlerinde yabancı terimlerin kullanımını
yasaklayan “Toubone Yasası”dır.96 04 Ağustos 1994 tarihinde 94-665 sayılı
yasayla Anayasa’da değişiklik yapan Toubone Yasası’na göre;
- Bölge dillerini konuşanların eğitimi, konuk yabancı öğretmenlerin
verdikleri dersler, yabancı uyruklulara yönelik okullar ve uluslararası eğitim
veren kuruluşlar hariç diğer bütün okullarda öğretim, sınavlar, ödevler ve
tezler,
- İş duyuruları, bireysel ve toplu iş sözleşmeleri, işyeri çalışma
kuralları,
- Bütün mal ve hizmetlerin adlandırılması, tanıtılması, alınıp satılması
ve garanti belgelerinin düzenlenmesi dahil tüm işlemler,
- Kamunun taraf olduğu bütün işlemlerin, Fransızca yapılması zorunlu
tutulmuştur.
Bu
düzenlemelerle
amaçlanan,
Fransa’nın
diller
temelinde
bölünmesini denetim altına almak ve dolaylı biçimde Fransızcanın idarede,
parlamentoda, yargıda, afiş ve ilanlarda kullanılan tek dil haline getirilmesini
sağlamaktır.
Bununla birlikte, Fransa’da, birçok alanda Fransızca tek dil olmasına
rağmen, çok sınırlı da olsa bazı dillerin öğrenimine ve basında kullanılmasına
izin verilmiştir. Yükseköğretim kurumlarında bölgesel dillerin ve edebiyatların
büyük çoğunluğu öğretilmektedir. Fakat, ülkede dil grupları arasında eşit
muamele olduğu söylenemez. Örneğin Flamanca kanunen korunan diller
arasında yer almamakta, buna karşılık Korsikan dili bölgesel özerklik statüsü
altında korunmaktadır. Fransa’da anadil eğitimi ise; velilerin taleplerinden
ziyade konsoloslukların isteği ve Fransa Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği ile
başlatılmıştır. Toplumların ana dillerini öğrenebilmeleri eşit değildir. Oksitan
96 Pulat TACAR, Kültürel Haklar: Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye için Bir Model Önerisi,
Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996, s:101-103.
56
öğrencilerin %50’sine anadilini öğrenme imkanı sağlanmışken, bu oran
Brötonca için %23, Korsikaca için %8, Katalanca için %5’tir. Fransa’da
Türkçenin öğrenimi konusunda; ilköğretimde Türkçenin anadil eğitimi, ders
saatleri içinde ve dışında olmak üzere 1,5-3 saat olarak Türkiye’den
gönderilen öğretmenler tarafından verildiği tespit edilmiştir.97
Fransız devleti, öğretmenlerin ön eğitimine ve yeterliliğine karışmadığı
gibi eğitimin içeriğine de müdahale etmemektedir. Bu konularda Türkiye’nin
yetkili makamları sorumludur. Türkçe yasal olarak ortaokul 3’üncü sınıf ile
lise 1’inci ve 3’üncü sınıflarda, seçmeli yabancı dil olarak öğrencilere
sunulmaktadır.
Ancak,
Fransız
Milli
Eğitim
Bakanlığı’nın
öğretmen
görevlendirebilmesi ve dersin açılması için en az 15 öğrencinin Türkçeyi
yabancı dil olarak seçmesi gerekmektedir. Şimdiye kadar bu sayıya
varılamadığından fiilen ortaokullarda bu ders başlatılamamıştır.98
AB’nin en önemli ikinci ülkesi olan Fransa, AB tarafından benimsenen
azınlıklar rejimini ülkesinde tam olarak uygulamamaktadır. Ancak, Fransa
azınlıkları hukuken tanımama politikasını sürdürürken, azınlık olarak kabul
edilebilecek gruplar için kültürel haklar alanında sınırlı da olsa bir takım
düzenlemeler yapmıştır.
- Korsika’da ana dilde eğitim yapan okul bulunmamakta, okul öncesi
eğitim
öğretmenler
tarafından
gönüllü
olarak
öğretilmektedir.
İlkokul
düzeyinde ise haftada 3 saat eğitim verilmektedir. Bölgesel devlet radyosu
her gün bazı programları ve haber bültenlerini bu dilde yayımlamakta,
bölgesel devlet televizyonu ise haftada 2 saat bu dilde yayın yapmaktadır.
Yayımlanan günlük gazete bulunmamaktadır.
-
Fransa’nın
(Coted’Azar,
güneyindeki
Aquitaine,
Auvergne,
yedi
bölgede
Dauphine,
yaşayan
Limousin,
Oksitanlar
Languedoc-
Roussillion veOrta Pireneler’de yaşarlar.) tarafından konuşulan dilin resmi bir
statüsü yoktur. Sadece bazı yol işaretlerinde rastlanmaktadır. Devlet
97 Kadir CANATAN, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil Eğitiminin
Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları, Volume
2/3, Summer 2007, s:166.
98 CANATAN, a.g.e., s:166.
57
okullarının bir bölümünde okul öncesi ve ilköğretimde ikinci dil olarak
kullanılmaktadır. Bazı okullarda da ders olarak sunulmakta, ortaokulda ise
seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Ancak, Oksitan dilini öğreten kurslar
açılabilmektedir. Devlet televizyonundan haftada 40 dakika yayın yapılmakta,
birçok özel radyo da bu dilde yayın yapmaktadır.
- Bir yerli halk olan Brötonlar (Finistere, Cotes d’Amor, Morbihan
bölgelerinde yaşarlar.) tarafından kullanılan Brötonca, bazı kamu işlerinde ve
yol
işaretlerinde,
ilkokuldan
ortaokula
kadar
eğitim
dili
olarak
kullanılmaktadır.Bölgesel devlet televizyonu haftada 90 dakika, bölgesel
devlet radyosu da haftada 30 saat bu dilde yayın yapmaktadır. Yerel radyo
ve dergiler de bulunmaktadır.
- Fransız Baskları (Basse Navara, Labourd, Soule bölgelerinde
yaşarlar.) İspanya sınırında yaşamaktadırlar. Bask dilinin resmi bir statüsü
olmamakla birlikte, bazı yerel makamlar tarafından kullanılmaktadır. Eğitimde
haftada 1-3 saatlik bir ders olarak gösterilen Bask dili, ortaokul düzeyinde
seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Müfredat dışında bu dili öğrenmek
mümkündür. Fransız devlet televizyonu günlük birkaç dakika, devlet radyosu
da günlük 1 saat bu dilde yayın yapmaktadır. Yerel 3 radyo ve bir haftalık
gazete bulunmaktadır.
- Benzer şekilde Katalanlar (Doğu Pireneler’de yaşamaktadırlar.)
tarafından konuşulan dilin de resmi statüsü yoktur. Eğitim alanında ilk ve
ortaokullarda “ders” olarak okutulmaktadır. Bölgesel devlet televizyonu ve
radyosu çok kısa süreli yayın yaparken, bu dilde yayın yapan özel radyolar
bulunmaktadır.
- Fransa’nın Alsas bölgesinde konuşulan Almancanın da resmi bir
statüsü yoktur. Kamu hizmetleri Fransızca yürütülmek zorundadır. Ancak
halkın ana dili Almanca olduğu için uygulamada Almanca kullanılmaktadır.
Bazı belediyelerde yol işaretlerinde Almanca da yer almaktadır. Kreşlerde bu
dilin kullanılması teşvik edilmekte ve ilkokullarda haftada birkaç saat Almanca
öğretilmektedir. Fransız devlet televizyonu haftada 75 dakika devlet radyosu
58
ise günde 5 saat yayın yapmaktadır. Günlük olarak, iki dilde yayımlanan
gazete ve dergiler bulunmaktadır. Fransa, ülkesi içerisinde azınlıkları
tanımazken,
eğitim,
medya
ve
kültür
alanında
yapmış
olduğu
bu
düzenlemelerle, insan hakları ve temel özgürlüklerle ilgili yükümlülüklerini
yerine getirdiğini düşünse de bu haklar sayesinde etnik ve dini grupların daha
fazla hak talep etmesi ile karşı karşıya kalmasını engelleyememektedir.
Ayrıca Fransa’nın, AB’nin uluslar üstü zorlamaları karşısında bu tutumunu ne
zamana kadar daha sürdüreceği belirsizliğini korumaktadır.99 Bununla
birlikte, Fransa’nın bu tutumu, bazı uluslararası kurumlar tarafından da
eleştirilmektedir. Nitekim, 15 Şubat 2005 tarihinde, Avrupa Konseyi
bünyesinde faaliyet gösteren Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele İçin
Avrupa Komisyonu (ECRI)’nun hazırladığı ”Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük”
raporunda, Fransa’nın azınlık kavramını yasal olarak kabul etmemesi
eleştirilerek,
Ulusal
Azınlıkların
Korunması
Çerçeve
Sözleşmesi’ni
imzalaması, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı da onaylaması
istenmiştir.
Rapor, Fransa’nın ülkesindeki dini kimliklere bakış açısını da
göstermesi bakımından dikkat çekmektedir. Raporda; Fransa’da yaşayan
Müslümanların da ırkçı söylem ve eylemlere maruz kaldığı, göçmen ve
yabancı kökenlilerin özellikle iş dünyasında ve konut edinmede ayrımcılıkla
karşı
karşıya
kaldığı
belirtilmiştir.
Ayrıca
raporda;
son
dönemde
uygulanmaya başlayan ve okullarda türbanı yasaklayan yasa tasarısı
eleştirilerek, bunun dolaylı bir ayrımcılık olduğu ve bu konuda önlem alınması
gerektiği vurgulanmıştır. İstatistiki verilere göre; Fransa’da yaklaşık 5,5
milyon Müslüman yaşamaktadır. (Genel nüfusun %9’u civarındadır.)
Bunların, %29’u Cezayirli Müslümanlar, %27’si Faslı Müslümanlar, %10’u
Tunus kökenli Müslümanlar, %10’u da Türkiye kökenli Müslümanlardır. Bu
niteliği itibariyle, Avrupa Birliği içerisinde Müslüman nüfusun en yoğun olduğu
ülke Fransa’dır. Avrupa’nın genelinde olduğu gibi, Fransa’da da Müslümanlar
99 Alain BOCKEL, “Azınlık Hakları ve Üniter Devlet, Fransa Örneği”, Kopenhag Kriterleri, Avrupa
Konseyi ve Avrupa Birliği’nin Ortak Paydası mı?, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi,
Yayın No:1, (der.) İbrahim KABOĞLU, Doğa Basım Yayın, İstanbul, 2000, s:256.
59
İslam karşıtlığının birinci muhatabı durumundadırlar. AB’nin etnik, dinsel ve
dilsel kimliklerine yönelik düzenlemelerine aykırılık teşkil etse de Fransa’da
her çeşit bahane ile Müslümanların hayatları kısıtlanmakta ve yasaklar
getirilmektedir.
100
Özellikle kız öğrencilerin başörtüsü sorun olmaya devam
etmekte, basın yayın organlarında Müslümanları rahatsız edici yayınlar
yapılabilmektedir. 11 Eylül sonrasında Fransa’da camiler şüphelenilen yerler
haline gelmiştir. Örneğin, Strasbourg belediyesi, cami yapımı izninin,
Müslüman liderlerin Cumhuriyet değerlerini benimsemesine bağlı olduğunu
ileri sürmüştür. Bu değerlerin içinde, ibadetin Fransızca yapılması da
bulunmaktadır. Bununla birlikte, Fransa’daki ibadethanelere baktığımızda
camilerin sayısının azlığı dikkat çekmektedir.101 Ülkede, 45 milyon Katolik için
40 bin kilise, 1,5 milyon Protestan için 957 ibadethane, 700 bin Yahudi için 82
sinagog bulunmaktayken, Müslümanlar için her ne kadar 1600 cami
bulunduğu iddia edilse de bunlardan sadece 8 tanesinin kullanımda olduğu
ileri sürülmektedir.
Ayrıca, AB Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi tarafından
yapılan “Avrupa Birliği’nde Müslümanlar, Ayrımcılık ve İslamofobi” başlıklı
araştırmada; Avrupa’da yaşayan Müslümanların eğitim, konut ve iş bulmada
ayrımcılıkla
karşılaştıkları
hususu
vurgulanarak,
ülkeler
uyarılmıştır.
Araştırmanın Fransa ayağında verilen bir örnek, Fransa’nın Müslümanlara
nasıl yaklaştığını göstermesi açısından önemlidir. Buna göre; Fransa’da
tamamen Fransızca isimli olan kişilerin iş görüşmelerine çağrılma ihtimalinin,
aynı niteliklere sahip, ancak isimleri Müslüman ismine benzeyen kişilerden
5kat daha fazla olduğu belirtilmiştir.
100 Ayrıca Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan (200) sayfalık bir başka Fransa raporunda ise,
Fransa’daki insan hakları ihlalleri irdelenmiş, AİHM’de Fransa hakkında her geçen gün daha fazla
dava açılmaya başladığı vurgulanmıştır. Özellikle Fransa polisinin insan hakları konusunda ciddi
ihlalleri olduğu belirtilmiştir. Yine Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan “Fransa:Adalet
Arayışı” isimli raporda, Fransa’daki adalet sisteminin insan haklarını kovuşturma ve cezalandırma
konusunda başarısızlık sergilediği yönünde ifadeler kullanılmıştır. Tüm bunların, AB’nin Türkiye’yi
eleştirdiği konularla benzerlik göstermesi ve Fransa’nın bu konularda herhangi bir uyarı almaması ya
da uyarı dozunun düşüklüğü dikkat çekmektedir.
101 Fransa’daki türban sorunu için bkz: Deniz ALTINBAŞ, “Fransa’da İslam”, Stratejik Analiz,
Cilt:5, Sayı:50, Haziran 2004, s:43-52.
60
Aynı şekilde, Paris’te, yerliler ‘yabancıların’ yoğunlaştığı semtleri terk
ederken, yerlilerin oturduğu daha bakımlı semtlerde yabancıların kiralık ev
bulmaları da, hem gelir düzeyi farkı hem de ev sahiplerinin ve ilgili kurumların
çıkardıkları zorluklar nedeniyle güçleşmektedir. Fransa’da din eğitimi
konusunda ise; AB ülkeleri arasında devlet okullarında din dersinin hiçbir
şekilde verilmediği tek ülkenin Fransa olması dikkat çekmektedir. Ülkede
okullarda din eğitimi 1882 yılında kaldırılmış, fakat öğrencilerin okulun
dışında din eğitimi alabilmesi için haftanın bir günü boşaltılmıştır. 1996
yılında yapılan bir değişiklik ile kitaplara İslam ile ilgili bilgiler de eklenmiştir.
Fransız devlet okullarında ise hiçbir din eğitimi verilmemekle birlikte, bu
durum Almanya sınırındaki Alsace Lorainne bölgesindeki okulları ve Musevi
okullarını kapsamamaktadır. İçlerinde ibadet yerlerinin de olduğu özel
cemaat okullarında din eğitim serbestliği vardır. Ancak, 5 milyona yakın
Müslüman’ın henüz bu statüde okulu bulunmamaktadır.
2.5.2. Almanya’nın Azınlıklara Yaklaşımı
80 milyon nüfusu bulunan Almanya, 7,5 milyon civarında Alman
yurttaşı olmayan, çeşitli ülkelerden gelmiş, değişik din ve dillere sahip insanı
barındırmaktadır. Bunların dışında, Alman yurttaşı olan Danimarka ulusal
azınlığı, Sorb halkı, Frizian etnik grubu, Yahudi din grubu ve Romanlar gibi
farklı azınlıklar da vardır ve Almanya’da bugün 21 dil konuşulmaktadır. 102
Almanya, ülkesinde yaşayan etnik ve dini kimliklere kendi ulusal
azınlık anlayışı çerçevesinde yaklaşma eğilimindedir.103 Ulusal Azınlıkların
Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni 01 Şubat 1998 tarihinde imzalarken şu
kaydı düşmüştür: “Çerçeve anlaşması, ulusal azınlık kavramına dair bir tanım
içermiyor. O nedenle, anlaşmanın kabulünden sonra kimlere uygulanacağını
belirlemek, anlaşmaya taraf olan devletlere bir haktır.” Almanya, Bölgesel
102 Tamer BACINOĞLU, “Federal Almanya’nın Azınlık Anlayışı”, Stratejik Analiz, Cilt:4, Ekim
2003, s:69.
103 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…, s:208.
61
Azınlık Dilleri Avrupa Şartı çerçevesinde, Danimarkacayı (Schleswig-Holstain
eyaleti), Yukarı Sorb (Saksonya eyaleti) ve Aşağı Sorb (Brandenburg eyaleti)
dillerini, Frizian dillerini (Schleswig- Holstain eyaleti) ve Roman dilini (Federal
Almanya toprakları) “azınlık dilleri” olarak kabul etmiştir. Low Germen denilen
Aşağı Almancayı (Brandenburg,Kuzey Ren Vestfalya ve Saksonya) da
“bölgesel dil” olarak tanımıştır.104
Eğitimde
azınlık
dillerinin
kullanılabilmesi
ve
öğrenilebilmesi
konusunda ise; bu konu eyaletlerin yetki alanı içinde olup, genel olarak
azınlık dillerinin okullarda veya kurslarda öğretilmesi yönündeki eğitim
projeleri desteklenmekte,
kavuşturma
çabalarını
okul müfredatlarının
sürdüğü
çokkültürlü
gözlenmektedir.Almanya,
bir
yapıya
BM
Genel
Kurulu’nun 18 Aralık 1992 tarihli “Azınlıkları Koruma Deklarasyonu”nu kabul
ederken, azınlık kavramından neyi anladığına da açıklık getirmiştir: “Almanya
sadece, özel bir biçimde birbirinden ayırt edilebilen, spesifik ve ülkede uzun
süre yaşamış azınlıkları kabul etmektedir.”
Almanya’ya göre; azınlıkların korunmasına ilişkin alınan kararlar, yeni
azınlıkların oluşmasını teşvik edecek ya da göçmenlerin asimilasyonunu
engelleyecek biçimde uygulanmamalı, ülke sınırları içinde yaşayan yabancı
ülke uyruklu insanların da paralel toplumlar oluşturmalarına yol açmamalıydı.
Buradan hareketle Almanya, azınlık haklarının sadece Alman yurttaşı olan ve
bölgelerinde
çok
uzun
süredir
yaşayan
insanlara
tanınabileceğini
savunmuştur.105 Almanya böylece ülkesinde yaşayan etnik, dilsel ve dinsel
farklılığı bulunan bir grubun “azınlık” statüsü alabilmesi için beş şartı yerine
getirmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir:106
- Mensuplarının Alman vatandaşı olması,
104 Bkz: List of declarations made with respect to treaty no: 148 (Germany), European Charter For
Regional Or Minority Languages Complete Chronology on: 23.10.2000, (Erişim)
http://conventions.coe.int; KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…,s:196.
105 Cem ÖZDEMİR, “Almanya’da Azınlıklar”, Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık
Hakları, (der.) İbrahim KABOĞLU, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:2, Aras
Yayıncılık, İstanbul, 2002, s:285.
106 ÖZDEMİR, a.g.e., s:286.
62
- Dilleri, kültürleri ve tarihleri, yani kimlikleriyle çoğunluğu oluşturan
halktan farklı olmaları,
- Bu kimliklerini korumak istemeleri,
- Geleneksel olarak Almanya’da yaşıyor olmaları,
- Almanya’da kendi yerleşim bölgelerinde yaşamaları.
1994
yılında
Alman
Anayasasının
revizyonu
çalışmaları
sırasında,Sosyal Demokrat Parti tarafından Anayasaya dahil edilmesi için
önerilen, “Devlet, etnik, kültürel, dini ve dilsel azınlıkların kimliklerine saygı
gösterir.Alman uyruğundaki ulusal ve etnik azınlıkları korur destekler” hususu
etnik, dini ve dilsel gruplara tanınan bu statünün kapsamını genişlettiği
gerekçesiyle reddedilmiştir. Aynı şekilde Hristiyan Demokrat Parti tarafından
önerilen “Devlet, Almanya’da kendi yerleşim bölgelerinde yaşayan Alman
uyruklu ulusal azınlıkları korur ve destekler” hususu da Çingeneleri kapsam
dışında bıraktığı için kabul edilmemiştir.107 Uzun ve şiddetli tartışmalardan
sonra, Meclis’te grubu bulunan partiler, Sorbların, Danimarkalıların hukuki
anlamda “Alman azınlıkları”, Romanların ve Friesler’in ise, “halk grubu”
oldukları noktasında birleşmişlerdir. Buna paralel olarak; Almanya, kendisine
özgü beş kriterli azınlık tanımı çerçevesinde, BM İnsan Hakları Komisyonu’na
gönderdiği 22 Şubat 1996 tarihli raporunda,108 Almanya’da yaşayan azınlıklar
olarak sadece Schleswig Holstein’da oturan Danimarkalı azınlık ile Sacnsen
ve Brandenburg eyaletlerinde oturan Lausitz Sorbları’nı göstermiştir. 109
Böylece Almanya, bu dar azınlık anlayışını, yeni azınlık oluşumuna yol
açmama
ve
göçmenlerin
asimilasyonuna
da
engel
olma
amacıyla
geliştirdiğini açıkça beyan etmiş olmaktadır. Almanya’daki Yahudilerse
kendilerini bir azınlık olarak görmek yerine sadece bir “dinsel cemaat” olarak
nitelendirilmelerini istemekte, bu statüde farklılıklarını sadece dinsel öğeye
dayandırarak kimliklerini sürdürmektedirler.
107 BACINOĞLU, a.g.e., s:71.
108 Fourth PeriodicReports of States Parties Due in 1993”,UN Doc.CCPR/C/84/Add.5, 22 Şubat
1996.
109 BAŞBİLEN,a.g.e, s.74-75
63
Ayrıca, Almanya, 01 Şubat 1998 tarihinde Ulusal Azınlıkların
Korunması Çerçeve Sözleşmesini imzalarken, ulusal azınlıklar konusunda
düştüğü kayıt dışında, “Almanya’daki ulusal azınlıklar sadece Alman yurttaşı
Danimarkalılar ile Sorb halkının Alman uyruğu taşıyan mensuplarıdır.
Çerçeve Antlaşması, geleneksel olarak Almanya’da yaşayan Alman uyruklu
Frieslere ve Roman halk gruplarına da uygulanır.” şeklinde de bir kayıt
düşmüş, kimleri azınlık saydığını bir kez daha vurgulamıştır. 110 Buradaki en
önemli konu, Çerçeve Sözleşme’nin Almanya’da bulunan ve Alman
vatandaşı olmuş Türklere uygulanmayacağının zımnen bildirilmiş olmasıdır.
Görülüyor ki, Almanya, ulusal azınlık ile halk grubu ayrımı yapmakta, Sorbları
ve Danimarkalıları azınlık kabul ederken, Romanlar ve Friesleri halk grubu
olarak
nitelendirmektedir.111
Ayrıca,
tanıdığı
azınlıkların
vatandaş
olmalarından ötürü, her şeyden önce temel hak ve özgürlüklerinin anayasa
koruması altında olduğunu belirtmektedir.
Almanya, azınlık kavramını geleneksel olarak Almanya’da yaşayan
etnik ve dilsel topluluklarla sınırlamasına gerekçe olarak, yer adları, azınlık
okulları ve azınlık dilinin resmi dil olarak kabulü gibi azınlık haklarının sadece
bu insanların yaşadığı yerlerde geçerli olabileceği hususunu göstermiştir. Bu
anlamda Romanlar azınlık statüsünde sayılmamışlardır. Nüfusu yaklaşık 4550 bin arasında olan ve Almanya’nın Schleswig- Holstein eyaletinde yaşayan
Danimarkalı azınlığa 1949 yılında “Danimarka kültürü ve kimliğine sahip
çıkma hakkı” verilmiş, 1955 yılında ise “azınlık statüsü” tanınmıştır.
Danimarkalı azınlık mensuplarının tamamının Almancaya hakim olduğu
belirtilmektedir. Bu azınlık, bir yerel gazeteye ve özel bir radyo istasyonuna
sahiptir. Danimarka azınlığına ait, bu dilde yayın yapan TV kanalı
bulunmamaktadır. Danimarkalı azınlığa ait okullarda Almanca zorunlu ders
olarak okutulmakla birlikte, 1920’den itibaren özel okullarda, 1980’den
110 Mustafa ŞAHİN, “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” Zerrin TOPRAK, Hikmet
YAVAŞ, Mustafa GÖRÜN (der.), Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Anlaşmalarında
Avrupa Konseyi, Birleşik Yayınları, İzmir, 2004, s:135.
111 Çingenelerin toplu bir yerleşim yeri olmaları, Frieslerin ise kendilerinin böyle bir statüyü kabul
etmemeleri dolayısıyla azınlık statüsü verilmediği belirtilmiştir.
64
itibaren de kamu okullarında Danimarkaca eğitim verilmektedir.
112
Slav
kökenli bir halk olan Sorbların ise 512 yılından beri bugünkü Almanya
topraklarında yaşadıkları söylenmektedir. 60 bin nüfusa sahip topluluk,
Almanya-Polonya sınırında (Saksonya ve Brandenburg) yaşamaktadır.
Nüfusun 45 bini Sorb diline hakimdir. Bununla birlikte Sorbların tamamı
Almanca bilmektedir. Almanya’nın 1997 tarihli resmi bir bölgesinde, Sorbların
sadece üçte birinin günlük hayatta Sorbcayı kullandığı iddia edilmektedir.
Sorb dilinin öğretilmesi ve eğitimde kullanılması Saksonya ve Bandenburg
eğitim yasalarıyla güvence altına alınmıştır.
Tamamen Sorb dilinde eğitim yapan okullar olmakla birlikte bunların
sayısında azalma görülmektedir.113 Sorb dilinde yerel bir gazete, bir haftalık
dergi, bir de aylık kültür dergisi çıkarılmaktadır. Sorb dili resmi dairelerde
talep
noksanlığı
dolayısıyla kullanılmamaktadır. 50-60 bin nüfuslu
Friesler114, Kuzey Denizi sahillerinde yaşamaktadır.
1998 yılından beri
Frieslerin korunması ve teşviki konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Friesler, bazı resmi kurumlarda temsil edilerek sorunlarını üst düzeylere
taşıyabilmekle birlikte bu en fazla eyalet düzeyinde kalmakta, o nedenle
federal düzeyde kendilerine temsil imkanı tanınmasını
istemektedirler.
Friesçe Almanya’nın resmi belgelerinde azınlık dili olarak tanımlanmakta
olup, Friesya bölgesindeki bazı okullarda ve Danimarkalı azınlığa ait birkaç
özel okulda Friesçe dersi verildiği bilinmektedir.115 Zorunlu olmayan ve
sadece 3’üncü ve 4’üncü sınıflarda verilen bu ders, sadece bir “dil dersidir”.
Friesçe bir yayın organı ise bulunmamaktadır.
Sayıları 70 bin olarak verilen Alman uyruklu Romanlar ve Sintiler
kendilerini etnik grup olarak görmekte, aynı zamanda Alman halkının bir
parçası olduklarını ve ayrım yapılmaksızın topluma uyum sağlamak
istediklerini belirtmektedirler. Bu halka hiçbir Alman okulunda kendi dillerinde
112 ÖZDEMİR, a.g.e., s:296 ; KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…,s:202.
113 KURUBAŞ, “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı …”, http://www.liberal-dt.org.tr/dergiler
/ldsayi23/2315.htm., 12 Eylül 2004.
114 Frieslerden kasıt sadece kuzeyde yaşayanlardır. Doğu’da yaşayanların sayısı 10 bin olarak tahmin
edilmektedir.
115 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…, s:205.
65
eğitim verilmemekte ve bu dil hiçbir Alman okulunda okutulmamaktadır.
Romanların dillerini aile içinde şifahi yolla koruyup aktarmayı tercih ettikleri
iddia edilmektedir. Roman dil ve kültürüne Almanya’da verilen imkanlar;
Berlin SFB4 Multikulti Radyosunun Roman dilinde ayda 2 kez 15’er dakikalık
yaptığı yayın ve
oyunlarını Roman dilinde sahneleyen Mülheim an der
Ruhr’daki Pralipe Tiyatrosu’na eyalet hükümeti tarafından yapılan yardımdan
öteye gitmemektedir. Görülüyor ki, Almanya’nın ulusal azınlık statüsü verdiği
farklı etnik ve dilsel kimliklere sahip toplumların toplam nüfusu 105 bin
civarındadır. Sorb nüfusunun giderek azaldığı göz önüne alınacak olursa, bu
sayının ileride daha da azalacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle, bir “halk
grubu” olarak
edilebileceği
tanımlanan Frieslerin ileride dilsel azınlık olarak kabul
değerlendirilmektedir.
Almanya’da
gerçek
anlamda,
kültürel/dilsel azınlık haklarına sahip tek grup 45 bin kişilik Danimarkalı
azınlıktır. Almanya, Danimarkalı azınlığa bu statüyü II’nci Dünya Savaşı
sonrasında işgal gücü İngiltere’nin zorlaması, daha sonra da Danimarka’nın
NATO kartını oynaması üzerine vermiştir. Danimarka da, kendi topraklarında
yaşayan Almanlara aynı azınlık statüsünü ve aynı hakları tanımıştır.
Sonuç olarak; Almanya’nın ulusal azınlık statüsü verdiği grupların
toplam sayısı, iyimser bir tahminle, sadece 100 bin kişidir. Sorbların giderek
eridikleri ve kendilerini büyük ölçüde “Alman” kabul ettikleri hesaba katılacak
olursa, bu sayı 45 bine kadar düşmektedir. 70 bin kişi olduğu söylenen
Romanlar ise, azınlık statüsüne sahip olmadıkları gibi böyle bir imtiyaza
sahip olmaktan çekinmekte; Alman toplumu ve devleti tarafından sıradan
Alman yurttaşları olarak kabul edilecekleri günü beklemektedirler.
Almanya kendi menfaatlerine uygun bir azınlık tanımından yola
çıkarak, topraklarında yaşayan 3 milyonluk Türk toplumuna azınlık statüsü
vermemektedir. O nedenle önemli olan, azınlıklarla ilgili herhangi bir belgeyi
imzalamak ya da imzalamamak değil, bir ülkenin kendi menfaatlerine uygun
bir azınlık anlayışı geliştirip bunda ısrar etmesidir. Almanya’nın dini kimliklere
bakış açısı kapsamında ise; Almanya’da en büyük Müslüman grup,
Türklerdir. 3,2-4 milyon Müslüman nüfusun 2,5-3 milyonu Türklerden
66
oluşmaktadır.116
Almanya’da
Müslümanlar,
özellikle
Neo-Nazilerin
Müslümanlara yönelik saldırılarından şikayet etmektedirler. En son OcakŞubat 2008 aylarında, Almanya’nın güneyinde yaşayan Türklerin oturdukları
evlerin yakılma olayı bunun bir örneğidir. Almanya Federal Emniyet Genel
Müdürlüğü’nün açıklamasına göre; 1992 yılının ilk üç ayında yabancılara
yönelik saldırılarda bir önceki yılın aynı dönemine oranla %400’lük bir artış
olduğu kaydedilmiştir. 2005-2006 yılları arasında ise çoğu yaralanmayla
sonuçlanan 1047 ırkçı olay polis kayıtlarına geçmiştir.117 Alman hükümetinin,
Neo-Nazi problemini ciddiye almamasının ve saldırganları cezalandırma
konusunda gevşek davranmasının da yabancılara yönelik saldırıların
artmasında
önemli
etkisi
olmaktadır.118
Alman
yönetiminin
İslami
gelişmelerden duyduğu endişe dolayısıyla çıkardığı bir takım kısıtlamalar ve
engellemeler de Müslümanlar açısından çeşitli problemlere yol açmaktadır.
Hükümet, bazı İslami okulları, basit gerekçeler göstererek kapattırmıştır.
Alman Eyalet Temsilciler Meclisi tarafından onaylanan “Göç Yasası”
da Müslümanları hedef almaktadır. Bu yasadan en çok Müslümanların
çoğunluğunu oluşturan Türkler etkilenmektedir. Yasa, evlilik yoluyla aile
birleşimi için yaş sınırının 18’e yükseltilmesi,yabancı eşlerin 300-400
kelimelik Almanca bilgisini kanıtlaması,entegrasyon kurslarına katılmayanlara
yaptırım uygulanması, vatandaşlığa geçişin gelir düzeyi gibi şartlar aranarak
zorlaştırılması, sınır dışı etmenin özellikle suç işleyen gençler için
kolaylaştırılması, kalıcı oturma izinleri için yine dil ve gelir düzeyi gibi kriterler
istenmesi; öte yandan devlet tarafından karşılanan dil kursları sırasında
anneler için bebek bakıcılığı hizmetinin verilmesi, meslek kazandırma ve
meslek eğitim kurslarının yaygınlaştırılması gibi maddeleri içermektedir.
Bu tür politikaların uyum, dahil etme, katılım, içine alma, benimseme
ve topluma benimsetme gibi amaçlara yönelik olması gerekirken söz konusu
yasada ciddi boyutlarda ayrımcılık ve dışlama olduğu görülmektedir. Sorun,
116 http://www.eurominority.org/version/fr/cartes-etats.asp
117 Caroline BRUNEAU, “Erdoğan ile Aynı Fikirdeyiz”, Aktüel, Sayı:137, 21-27 Şubat 2008.
118 Roland PREUSS,“Almanca Öğrenme Mecburiyeti”,Süddeutsche Zeitung Gazetesi, 28 Ocak
2008. (Erişim: www.byegm.gov.tr)
67
yasanın
maddelerinden
kaynaklanmaktadır.
119
değil,
taraflı
ve
hatta
ırkçı
yaklaşımından
Örneğin; yasada “uyuma az ilgi gösteren ülkeler”
şeklinde bir sınıflandırmanın bulunması, dil ve gelir şartlarının AB üyesi
olanlarla Almanya’nın “yakın ekonomik ilişkiler içinde olduğu ülkeleri”
kapsamaması ayrımcılığın en belirgin göstergeleridir. Başka bir deyişle; bir
Alman vatandaşı Türk ile evlendiğinde Alman sınırlarından içeri sokabilmek
için eşinin belli ölçüde Almanca bildiğini ispat etmesi gerekirken, bir Alman
vatandaşı Amerikalı ya da Portekizli ile evlendiğinde herhangi bir kritere
uyması beklenmemektedir.
Aynı şekilde; Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinde Alman
vatandaşlığına geçmek isteyenlere bir test uygulanmaktadır. “Vicdan testi”
120
denilen bu testin, aslında Müslümanlar için planlandığı, Eyalet İçişleri
Bakanlığı’nın yetkililere gönderdiği 13 Eylül 2005 tarihli genelgede testteki
soruların sadece Müslümanlara sorulması talimatı verildiği tespit edilmiştir.
Testte, “11 Eylül saldırıları hakkında ne düşünüyorsunuz?, Kızınız Müslüman
olmayan biriyle evlenmek istese tepkiniz ne olurdu?, Töre cinayetlerini haklı
buluyor musunuz?, Acil bir tıbbi müdahaleye ihtiyacınız olsa ve tek doktor
karşı cinsten olsa ne yaparsınız?, Oğlunuz eşcinsel olduğunu ve erkek
arkadaşı ile yaşamak istediğini söylese nasıl tepki verirsiniz?...vb.” şeklinde
özel sorular bulunması testi önemli kılmaktadır. Teste “vicdan testi”
denmesinin sebebi, testte inanca dayalı vicdani konularda soruların
olmasıdır.121 Bu sınavların dini gruplara yönelik ayrımcılığın yanında düşünce
özgürlüğü ile de bağdaşmadığı değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, 2005
yılından bu yana Almanya’da Hıristiyan Birlik Partisinin, okullarda Almanca
konuşmayana “süpürge cezası” verilmesini tartıştığı ve ilk uygulamanın da
2006 Ocak ayında Berlin’deki Herbert-Hoover” okulunda başladığı yönünde
bilgiler elde edilmiştir. Almanya’daki Müslüman varlığını, Almanca konuşan
Hristiyanlar haline getirme çabalarından bir tanesi de Almanca Hutbe
119 ALTINBAŞ, “Alman Göç Yasası”, http://www.asam.org.tr/yazigöster.asp?kat1=2&ID=1710.
120 Almanya’dakine benzer uygulama Hollanda’da yapılmaktadır.
121 Deniz ALTINBAŞ, “Hollanda ve Almanya’da Vicdan Testi”, Stratejik Analiz, Sayı:73, Mayıs
2006, s:10,11.
68
uygulamasıdır. Bu program, Almanya’da Müslüman nüfusun çoğunluğunu
oluşturan Türkleri de yakından ilgilendirmektedir. Almanların analizine göre
Almanya’da Türklerin milli kimliğini oluşturan ve Almanlaşmaya karşı
direnmelerini sağlayan en önemli faktörlerden bir tanesi hatta birincisi İslam
dinidir. Türklerin Hıristiyanlaştırılmasının çok zor olması ve böyle bir girişimin
Nazi Almanyası’nı geri getireceği endişesinden hareketle Türkler üzerinde
oynanan bu oyun farklı yollardan yapılmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda,
Alman yetkililerinin “Türk sorununu” halletmek için buldukları yol, İslam’ın
Almanlaştırılması yolu ile Türklerin dinine dokunmadan Almanca konuşan
Müslümanlara dönüştürülmesi olmuştur.
Almanya bu stratejiyi uygulamak için son yıllarda çeşitli çalışmalar
yürütmektedir.
Bu stratejinin, birinci ayağı ile Türkçenin toplumsal işlevinin
kırılması ve özellikle genç nesillerin ilk dil olarak Almanca konuşması,
Türkçeyi
ise
ikinci
dil
olarak
kullanması
ve
zamanla
unutması
hedeflenmekte122, ikinci ayağı ile Alman İslam’ı oluşturmak için çalışmalar
yapılması, Almanya’da dinin örgütlenmesinde Türk din adamlarının gücü
kırılarak, bu gücün Almanlaşmış Arap kökenli din adamlarına verilmesi
amaçlanmaktadır. Çünkü Türk din adamlarının örgütlediği bir İslam dininin
Almanlaşmasının
daha
zor
olacağına
inanılmaktadır.
Bu
hedefleri
gerçekleştirmek için atılan ilk adım da hutbelerin Almanca verilmesi çalışması
olmuştur. Bunların haricinde, Müslüman topluluğun sivil örgütlenmesini
engellemek için,
derneklerinin
sudan
sebeplerle
kapatılması ya
da
derneklerin güvenlik birimleri ile aktif işbirliğine zorlanması, Müslüman
kimliğini taşıyan her gerçek ve tüzel kişinin terörist olmadığını ve teröre karşı
koyduğunu beyan etmesi ve hatta bunu kanıtlamasının beklenmesi gibi
ayrımcı davranışlarla karşı karşıya kaldıkları bilinmektedir.
Almanya’da dini eğitim konusunda ise yine Müslümanların geri planda
bırakıldığını görmekteyiz. Alman Anayasası’nın “Devlet okullarında, din
eğitimi mecburi bir disiplindir.” şeklindeki 7’nci maddesinin 3’üncü fıkrası,
122 Almanya’nın, çanak antenlerin görüntü kirliliği yarattığı gerekçesi ile bir proje hazırlamıştır. Bu
proje ile Türkçenin gündemden düşmesi için Almanya’da çanak antenle izlenen özel Türk
televizyonlarını etkisinin kırılması ve kablo televizyonunun zorunlu hale getirilmesi hedeflenmektedir.
69
okullarda din dersleri düzenlemesini zorunlu kılmaktadır. Ancak öğrenciler,
ailelerinin talebi üzerine ya da 14 yaşına geldikleri zaman din dersinden muaf
olabilmektedirler.
Din
eğitimi,
kilise
ve
dini
cemaatlerle
işbirliği
içerisinde
düzenlenmektedir. Devletin genel çerçevesini düzenlediği ve denetim
hakkının bulunduğu derslerin içeriği kiliseler ve cemaatler tarafından
belirlenmektedir. Okullarda, Katolik, Protestan, Ortodoks, Musevi gibi dinlerin
yanı sıra mensubu çok az olan inançların da eğitimi verilmektedir. Örneğin on
bine yakın Süryani’nin yaşadığı Hessen eyaletinde, Süryanilik dersi
verilebilmektedir. Ancak 3 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı ülkede,
İslam dersi konusu hala düzenlenmiş değildir. Alman hükümeti, Müslüman
Ayrıca, kablolu televizyonda olacak bir Türk kanalının da az seyredilen bir
kanal olacağı değerlendirilmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE –AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE AZINLIKLAR
3.1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE
GAYRİMÜSLİMLER
Bir halk deyimine göre “yetmiş iki milletin yaşadığı” Anadolu coğrafyası
gibi zengin etnik kimliğe ve çok kültürlü yapıya sahip 123 geniş bir coğrafi
alanda kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmış
bir devlet olmakla birlikte birçok özelliğini de bu büyük İmparatorluktan
devralmıştır.
124
Nitekim günümüz Türkiye’sinin sahip olduğu çok kültürlü ve
etnikli toplum yapısının biçimlenmesinde de Osmanlı İmparatorluğu’nun
büyük etkisi bulunmaktadır.125
Osmanlı Devleti, çeşitli din, dil, ırk ve kültürlere mensup milletlerden
oluşan bir imparatorluktu. Devlet, hâkim unsur Türk milletinin idaresi altında,
sınırları içinde bulunan bu milletleri belli statülerde, şeri
ve örfi hukuk
çerçevesinde yönetmiştir. Şerî ve örfî hukuk sisteminde, imparatorluk
içerisinde Türk milleti dışında kalan Müslüman nüfus ana unsura dahil olarak
düşünülmüş ve bu unsurlar Türk milleti ile aynı statü içerisinde kabul
görmüştür. İmparatorluğun insan unsuru içinde önemli bir yer tutan
Gayrimüslimler ise hâkim unsurdan farklı olarak ele alınmış ve değişik usuller
ile yönetilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimler, yönetim anlayışı ve geleneklerine
uygun olarak, ayrı ayrı sosyal gruplar şeklinde teşkilâtlandırılmışlardır. Bu
oluşumda etnik veya coğrafi bir gruplaşma değil, dini bir gruplaşma esas
123 SARAÇLI, a.g.e., s:113’den naklen Rıdvan AKAR, “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları”,
Modernleşme ve Çokkültürlülük, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s:16.
124
Baskın
ORAN
(Ed.):Türk
Dış
Politikası:
Kurtuluş
Savaşından
Bugüne
Olgular,Belgeler,Yorumlar(Cilt I:1919-1980),(İstanbul:İletişim Yayınları,2002)s.21
125 Birsen GÖKÇE:Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar,(Ankara:Savaş
Yayınevi,1996)223-225
71
alınmıştır. Millet sistemi126 denilen bu teşkilatlanmada, İslam hukukunun
zimmet
anlayışı
ile
değerlendirilen
teşkilâtlanmaları ile bir
Gayrimüslim
gruplar
kendi
iç
nevi müstakil görünüm arz ediyorlardı. Devlet
tamamen pratik gayelerle, imparatorluk yapısına uygun olarak, bu grupların
başlarındaki liderlerle ilişkilerini tanzim etmiş ve yürütmüştür. Kültürel bir
kaynaşmayı hedeflemeyen Osmanlı Devleti, Gayrimüslimleri zamanına göre
son derece çağdaş, insan haklarına uygun bir anlayışla her alanda serbest
bırakmıştır. Gayrimüslim unsurlar bu yolla kendi kültürlerini muhafaza ve
geliştirme imkanı bulmuşlardır. Zaman içinde gerek merkez, gerekse yerel
yönetim birimlerinde en üst mevkilere kadar yükselen Gayrimüslimler,
Tanzimat Fermanı, Islahat Ferman ve Kanun Esasi gibi önemli siyasi hukuki
belgelerin hazırlanmasında ve uygulanmasında, 20. yüzyıl başlarında
anayasal
ve
parlamenter
sistemin
işletilmesinde
belirleyici
bir
etki
yapmışlardır Osmanlı Devleti, “dahili siyasetini şeri ve örfi hukuk sistemleri
çerçevesinde yönlendirmiş ve tanzim etmiştir. Böylece, birinin yetersiz kaldığı
konularda
öbürüne
müracaat
ederek,
kendi
kurduğu
devlete
ve
müesseselerine işlerlik kazandırmaya çalışmıştır. Özellikle belirtmek gerekir
ki, devlet yönetimine ve askerliğe ait hususlarda daha çok örfi hukuka yer
verilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti her iki sistemi kaynaştırarak
kendisine has bir‘Osmanlı Hukuku’ meydana getirmeye çalışmıştır.”
127
Bu
çerçeve içinde, Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan Gayrimüslimler yönetim
ve haklar bakımından “Millet Sistemi” olarak isimlendirilen sistem içinde
değerlendirilmişlerdir. Osmanlı millet sisteminin veya diğer bir ifade ile
Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin idari hukuki statülerinin ana kaynağı
ise İslam Hukuku’ndaki “zimmet kurumu” idi.128
126 Millet Sistemi bir kompartıman sistemi olup bu sistem içerisindeki insanla kendi dini
kompartımanının üyesi olarak en alttan en üst çizgiye kadar yükselme imkanına sahiptir ve bunun için
de mücadele ederler. Yine her kompartımanın seçkinlerinin toptan askeri sınıfa mensup oldukları ve
kompartımanlar arası geçişlerin de istenmediği bu sistemde Devleti Aliyye de kompartımanler
arasında çıkabilecek olası çatışmaları önlemekle görevlidir.Bkz.İlber ORTAYLI:Osmanlı
Barışı,(İstanbul:Ufuk Kitapları-Da Yayıncılık,2004),11-22
127 Bayram KODAMAN, II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara: TKAE, 1987,s. 9.
128 Levent ÜRER,Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları,(İstanbul:Derin Yayınları 2003),
72
Millet Sistemi bir kompartıman sistemi olup bu sistem içerisindeki
insanlar kendi dini kompartımanının üyesi olarak en alttan en üst çizgiye
kadar yükselme imkanına sahiptir ve bunun için de mücadele ederler. Yine
her kompartımanın seçkinlerinin toptan askeri sınıfa mensup oldukları ve
kompartımanlar arası geçişlerin de istenmediği bu sistemde ayrıca Devleti
Aliyye de kompartımanlar arasında çıkabilecek olası çatışmaları önlemekle
görevlidir. İslâm Hukuku’na göre zımmiler, İslam devleti tarafından zimmet
adı verilen bir anlaşmaya dayanarak korunan toplulukları oluştururlar.
Kısaca ifade edecek olursak, kendi dinlerini değiştirmeden bir İslam
devletinin korumasından yararlanan, Müslüman olmayan diğer ilahi din
mensubu kişilere “zımmi” adı verilir.
Millet sistemi ile Gayrimüslimlere bir yandan din ve özel hukuk
işlerinde
büyük
ölçüde
müsamaha
gösterilirken,
bir
yandan
da
Müslümanlardan ayrılmaları sağlanarak toplumdaki dinî hassasiyet de
korunmuştur. Böylece millet sistemi ile Osmanlı toplumunda Gayrimüslimler
ve Müslümanlar yan yana, aynı devletin hükümranlığı altında, ama farklı
hukuk düzenlerine tabi olarak yaşamıştır .
Millet sisteminin düşünülen bir diğer fonksiyonu da, gayrimüslimlerin
ekonomik ve politik sisteme katılmalarını sağlaması idi. Bunlar, bir yandan
kendi kültürlerini ve dinlerini koruyorlar, bir yandan da Osmanlılaştırılmaya
çalışılıyordu. Genellikle sosyal yaşantılarında, kültürel özelliklerine bağlı
olarak farklılaşmalar olsa da, ekonomik ve politik yaşantıda Osmanlı olmaları
beklenmiştir. Temelinde İslami esaslara bağlılık yatan ve Osmanlı Devleti’nin
yöneticileri tarafından idare kolaylığı sağlama amacıyla geliştirilerek orijinal
bir kurum haline dönüştürülen millet sisteminin tarihi, Osmanlı Devleti’nde
Fatih Sultan Mehmet’e kadar gitmektedir. Bu cemaatlerin başlarında bulunan
İstanbul Rum ve Ermeni Patrikleri ve İstanbul Yahudi Hahambaşısı’na,
topluluklarını yönetme masrafları için vergi toplama hakkı verilmiştir. Her
milletin adliye, maliye ve eğitim örgütleri ayrı ayrı oluşturulmuştur. Millet
gruplarına dahil olan Gayrimüslimler, devlet nazarında Osmanlı tebaası
olarak kabul görmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü olduğu dönemde
73
iyi işleyen Millet Sistemi devletin zayıflamasına paralel olarak dağılmayı ve
parçalanmayı hızlandıran en önemli nedenlerden biri haline gelmiştir.
Yüzyıllarca Osmanlı egemenliği altında kendi din, dil, kültür ve geleneklerini
yitirmeden yaşayan gayrimüslimler, Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik
akımlarının etkisiyle kendi ulus devletlerini kurma talepleriyle ortaya çıkmış
ve bunun için ayaklanmışlardır. Bu çerçevede Osmanlı Devleti üzerinde
çıkarları bulunan Batılı emperyalist devletler, gayrimüslimlerin söz konusu
taleplerini
kendi
çıkarları
doğrultusunda
kullanmışlardır.
Osmanlı
129
İmparatorluğu’nda ilk ulusal ayaklanmayı, Padişah II. Mahmut döneminde,
1812’de Sırplar çıkarmış ve özerklik elde etmişlerdir. Daha sonra Mora
Yarımadası’nda
yaşayan
Yunanlılar,
1829’da
bağımsızlık
talebiyle
ayaklanmışlar ve 1830 yılında Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır.
Milliyetçilik akımlarına ve gayrimüslimlerin ayrılma taleplerine karşı Osmanlı
Devleti, dağılmayı önlemek amacıyla II. Mahmut’tan itibaren gayrimüslimlerle
ilgili
olarak
eşitliği
sağlamaya
yönelik
düzenlemeler
yapmaya
başlamıştır.Dağılma tehlikesini gören Osmanlı devlet adamları buna çözüm
getirmek amacıyla 3 Kasım 1839 tarihinde “Tanzimat Fermanı”nı ilan
etmişlerdir 130 .
Böylece din esasına dayalı millet sistemi yerine, artık kozmopolit bir
“Osmanlılık” fikri ikame edilerek, hakim millet anlayışı terkedilmiştir. Bütün
devlet makamları ve rütbeler, Gayrimüslimlere açılmıştır. Gayrimüslimlerin
Müslümanlar için şahitliği kabul edilmezken, Müslümanlar hakkında hüküm
vermek üzere mahkemelerde üyelikleri yasal hale gelmiştir. Bu yeni statü ile
Gayrimüslimler,
Müslümanlara
sağlanan
haklardan
yararlanmakla
beraber,askerlikten muaf olmaları dolayısıyla, eğitim ve ticarette kendilerini
daha da geliştirme fırsatını elde etmişlerdir. Böylece ayrıcalıklı, üstün bir
statüye kavuşmuş oldular.131
129 İlber ORTAYLI: Osmanlı Barışı, İstanbul: Ufuk KitaplarıDağ.Yayıncılık,2004, s. 1122
130 Cevdet KÜÇÜK,”Osmanlılar da Millet Sistemi ve Tanzimant”Tanzimanttan Cumhuriyete
Türkiye Ansiklopedisi C,4 S.1007
131 ÜRER,a.g.e s:122-123
74
Gayrimüslimlerin
hukuki
durumları
ile
ilgili
olarak,
Tanzimat
Fermanı’nın yayınlanmasından itibaren yapılan yeni düzenlemeler ve
gösterilen bütün çabalar, bu konudaki tartışmaları bitirmeye yetmedi. 18
Şubat 1856’da Babıali’de bütün bakanlar, yüksek memurlar, Şeyhülislam,
Patrikler, Hahambaşı ve çeşitli cemaatlerin diğer ileri gelenlerinin hazır
bulunduğu bir toplantıda okunarak yürürlüğe giren “Islahat Fermanı”,132
tartışmalara
ve
düzenlemelere
yeni
bir
boyut
getirdi.
Fermanda
Gayrimüslimlerle ilgili hükümlere bakıldığında amacın,Gayrimüslim tebaaya
hak ve görevlerde Müslümanlarla eşitlik sağlamak olduğu görülmektedir.
Gayrimüslim tebaaya askerlik görevinin eşitlik gereği olduğu hatırlatılmıştır.
Tanınan çeşitli haklarla Gayrimüslimlerin devlet hizmetinde ve idaresinde söz
sahibi olabilmeleri sağlanmıştır. Burada dikkati çeken nokta Gayrimüslimlerin
dini temel esas alınarak kurulmuş olan Millet (cemaat) sistemindeki din
adamlarının mutlak otoritesinden kurtarılmaları ve devlet idaresinde olduğu
gibi cemaatlerinin yönetiminde de söz sahibi kılınmalarıdır.
Yani bu fermanla Gayrimüslimler yalnız Müslümanlarla değil, kendi
cemaatlerinin
yönetiminde
de
din
adamlarıyla
bir
ölçüde
eşit
kılınmışlardır.Böylece dinî liderlerin, onlardan kiliseleri yararına aldıkları vergi
miktarını belirlerken kötü niyetli davranışlarından bıkan ve bu konuda devlete
sayısız şikayette bulunan Gayrimüslimler kendi dini yönetimlerine karşı da
korunmuşlardır.
Islahat
Fermanı’ndan
sonra
başlayan
dönem
Gayrimüslimlerin hukukî statüleri bakımından önemli gelişmelere sahne oldu.
Fermanın hazırlanışı sırasında özellikle, İngiliz, Fransız ve Avusturya
elçilerinin ısrarları sonucunda milletlerin yeniden düzenlenmeleri konusu
gündeme geldi. Bu amaçla kurulan komisyonlar her “millet” için birer
nizamnâme hazırladılar. 1862-65 yılları arasında tüm milletler için yeni
nizamnâmeler kabul edilerek, Babıali tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi.
Böylece cemaatler ve Batılı ülkelerce “anayasa” olarak adlandırılan bu
düzenlemelerle her “millet” için laik üyelerin de bulunduğu genel meclisler ve
132 Nuri ADIYEKE, “Islahat Fermanı Öncesinde Osmanlı İmparatorluğunda Millet Sistemi ve
Gayrimüslimlerin Yaşantılarına dair”a.g.e.s:183
75
eyaletlerde yerel meclisler kuruldu.133 Tanzimat’la birlikte başlayan reform
çabaları çerçevesinde yerel yönetimlerde de yeni düzenlemelere gidilmiştir.
Yeni düzenlemeler çerçevesinde oluşturulan yerel yönetim birimlerinde
gayrimüslimler
de
yer
almışlardır.
1864
tarihinde
gayrimüslimlerin
Müslümanlarla eşit şartlarda yerel yönetimlere katılmalarını sağlamak
amacıyla “Vilayet Nizamnamesi” çıkarılmıştır. Gayrimüslimler, söz konusu
Nizamnameyle oluşturulan vilayet, sancak ve kaza merkezlerindeki idare
meclislerinin hepsinde temsil edilmişlerdir. Yine bu Nizamnameyle vilayet,
sancak ve kazalarda kurulan hukuk ve ceza mahkemelerinde gayrimüslimler
de yer almaya başlamıştır. Ayrıca taşrada, gayrimüslimlerden sorgu hakimliği
yapanlar da olmuştur.
Şüphesiz Gayrimüslimlerin devlet içindeki hukukî
134
statülerinde meydana gelen gelişmelerde esas dönüm noktası 1876 Kanuni
Esasi’sidir. Gayrimüslimlerin de iştirakiyle hazırlanan Kanuni Esasi’nin din ve
mezhep farkı gözetmeksizin “Osmanlı” saydığı (Md.8) tebaaya tanıdığı
başlıca haklar, şahsi hürriyet (Md.910), basın hürriyeti (Md.12), ticari, sınai ve
zirai her türlü dernek ve ortaklıklar kurma hakları (Md.13), öğretim ve öğrenim
hürriyeti (Md.22)’dir. On birinci madde devletin resmi dinini, İslam dini olarak
tespit ettikten sonra, “Osmanlı İmparatorluğu’nda tanınmış bütün dinler” için,
amme intizamına ve adaba aykırı olmamak şartıyla, serbest ibadet hakkı
tanımakta, çeşitli dini cemaatlerin kiliselerine bahşedilmiş bulunan imtiyazları
teyit etmektedir.
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’la birlikte yönetimin modernleştirilmesi
ve düzenlenmesi bakımından yerel yönetim birimlerinde de önemli
değişikliklere gidilmiştir. Bu yeni düzenlemelerle oluşturulan bütün yerel
yönetim birimlerinde Gayrimüslimler de yer almışlardır.135
Osmanlının son dönemlerinde gayrimüslim unsurların nüfusları
incelendiğinde Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin nüfus kayıtları esas
itibarıyla bağlı bulundukları millet teşkilâtları tarafından tutulmakta, doğum,
133 Benjamin Braude,”Osmanlı Millet Düzeninin Kuruluş Efsaneleri”Tarih ve Toplum Çev.Kurtuluş
Dinçer,İstanbul,C.7 S.41,1987,S.12-15
134 BOZKURT, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, s. 86
135 ÜRER,a.g.e s.133
76
ölüm ve evlenme işleri patrikhanelerce yürütülmekteydi.136 Osmanlı Devleti
genelinde Gayrimüslim unsurların, coğrafî yerleşimi ve nüfus dağılımlarında
farklılıklar vardı. Katolik olmayan toplumlar, Katoliklere göre daha düzenli bir
dağılış gösteriyorlardı. Museviler ise daha çok ticaretin yoğun olduğu yerlerde
yaşıyorlardı. Ortodokslar (geniş ölçüde Rumlar), Türkiye’de daha ziyade
Doğu Karadeniz kıyıları, Marmara ve Ege kıyıları ile Ege ve Akdeniz
adalarında çoğu kez azınlık olmak üzere dağılmışlardır. Ermeniler de buna
benzer bir dağılış gösteriyorlardı. En çok bugünkü Ermenistan ve
Çukurova’da bulunuyorlardı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun hiç bir
döneminde ve hiç bir yerinde çoğunluk olmamışlardır. Türkiye sınırları
itibarıyla Doğu Anadolu ve Çukurova’da azınlık olarak yaşıyorlardı.
Bu unsurların Türkiye genelindeki nüfus durumları ise şöyledir;137
Tablo 1: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Müslüman ve Gayrimüslimlerin
Nüfuslar
SAYIM
MÜSLÜMANLAR
%
G.MÜSLİMLER
%
TOPLAM
1881/1882
9,330,671
77.34
2,733,515
22.66
12.064.186
1906/1907
11.633,507
77,51
3,376,231
22,49
15,099,738
1914
12.997.459
80.91
3.066.602
19.09
16.064.061
Tablo 2: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Rum Nüfusu
SAYIM
RUM NÜFUSU
%
TOPLAM
1881/1882
1.325.735
10.99
12.064.186
1906/1907
1.994.850
11.95
15,099,738
1914
1.553.619
9.67
16.064.061
136 Özlem YÜCEL, Lozan Barış Antlaşması Işığında Türkiye’nin Azınlıkların Korunmasıyla
İlgili Meseleleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniv., Sosyal Bilimler Enst.,
İstanbul, 1992, s:37.
137 Kemal H. KARPAT, “Millets and Nationality The Roots of the Incongruity of Nation and State
in the PostOttoman Era” C: I., New York / London: CJOE, 1982, s. 141169.
77
Tablo 3: 20 Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Ermeni Nüfusu
SAYIM
ERMENİ NÜFUS
%
TOPLAM
1881/1882
974.186
8,08
12.064.186
1906/1907
1,059,327
7,06
15,099,738
1914
1,212.973
7.55
16.064.061
Tablo 4: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Yahudi Nüfusu
SAYIM
YAHUDİ NÜFUS
%
TOPLAM
1881/1882
90.605
0.75
12.064.186
1906/1907
121.378
0.81
15,099,738
1914
130.595
0.81
16.064.061
3.2. LOZAN ANTLAŞMASI VE AZINLIKLAR KONUSU
Zor şartlarda geçirilen, ancak başarı ile sonuçlanan kurtuluş
mücadelesinin sonunda yeni Türkiye Cumhuriyeti uluslar arası alanda
tanınmasına ve şekline yön verecek olan Lozan Antlaşmasını da yine aynı
başarı ile tamamlamıştır. Lozan Antlaşmasında, ”Misakı Milli” sınırları içinde,
tam bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmek amaç olmuştur. Lozan
Antlaşmasının hala geçerliliğini koruması tarihi ve siyasal önemini kanıtlayan
noktalardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Lozan görüşmeleri yeni Türk devleti için bir çok sorunu çözüme
kavuşturmuştur.138
Önemli
sorunlardan
biriside
azınlıklar
sorunudur.
Mudanya Mütarekesinden sonra, İsviçre'nin Lozan şehrinde, kesin bir barış
antlaşması yapılması için toplanan konferansa İngiltere, Fransa, İtalya,
Yunanistan, Romanya, Sırp ,Hırvat, Sloven Devleti ve Japonya ile Türkiye
adına TBMM Hükümeti katılmıştır. Belli konularda Rusya, Bulgaristan da
konferansa
etmişti.Lozan
katılmış,
ABD
ise
Barış Konferansına
konferansa
gözlemci
olarak
giden Delegeler Kurulu'na
138 SARAÇLI, a.g.e., s:116’dan naklen OKUTAN,a.g.e., s:41.
iştirak
Ankara
78
14maddeden oluşan bir direktif verilmiştir.139 Bu direktifte azınlıklar konusu ile
ilgili maddeler kısaca:
Madde 1. Doğu Anadolu'da bir Ermeni yurdu kurulması konusundan
kesinlikle söz edilemez. Edilmek istenirse görüşmeler kesilecektir.
Madde 9. Azınlıklar konusundaki esas, karşılıklı değiştirmedir.
Madde 10.Cemaatler (dinsel azınlıklar) ve İslam vakıflar hukuku eski
antlaşmalara göre sağlanacaktır şeklindedir 140 .
Talimatın amacı Türkiye’nin sınırlarını çizmek ve bağımsızlığını garanti
altına almaktır. Burada dikkatleri çeken en önemli husus, iki konuda
Delegasyona kesin talimat verilmiş olmasıdır. Eğer Müttefik Devletler, Ermeni
yurdu kurmak ve kapitülasyonları korumak konularında ısrar ederlerse
Delegasyon TBMM Hükümetine sorma ihtiyacını bile duymadan reddedecek,
gerekirse görüşmeleri kesip ülkeye döneceklerdir. Bu durum, TBMM
Hükümetinin anılan konularda ne kadar hassas ve kararlı olduğunu
göstermektedir. 21 Kasım 1922'de başlayan Lozan Konferansı, itilaf
devletlerinin Sevr Antlaşması’nı temel alma yönündeki dayatmasına
Türkiye'nin direnmesi ve görüşmelerin zaman zaman kesintiye uğraması
nedeniyle sekiz ay sürmüştür.
Konferansta asıl mücadele İngiltere ve Türkiye arasında cereyan
etmiştir. Müzakerelerde en kuvvetli tartışmaların yaşandığı konulardan birisi
de azınlıklar sorunudur. Türkiye hemen hemen tüm taraflarla azınlıklar
konusunda mücadele etmiş ancak en büyük zorluğu İngiltere karşısında
yaşamıştır. Tartışmalara temel teşkil eden konu azınlık anlayışındaki farklı
bakış açıları olmuştur. Yukarıda da ifade edildiği gibi o dönemde hakim güç
olan İngiltere ve Birinci Dünya Savaşı galibi diğer ülkeler azınlık kavramını
139 Baskın ORAN, Türk Dış Politikası:Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, Cilt
1 (1919-1980) İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001, s:105-107.
140 S.L. MERAY, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, Takım I., Cilt:1, Kitap:2, Ankara,
1970, s:150.
79
çok daha kapsamlı tutmak istemişler ancak, Türk heyeti azınlıklar ifadesinin
“Müslüman olmayan” bireyleri kapsaması gerektiğini savunmuştur.141
Çetin tartışmalar sonrasında Türk tarafının görüşü kabul edilmiş ve
azınlıklar sorunu bu çerçevede çözüme ulaştırılmıştır. İngiliz heyeti başkanı
ve İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Curzon, 9 Ocak 1922 günü yapılan
oturumda, bu konuya ilişkin şunları söylemiştir: "Alt Komisyonun Türk
Temsilci Heyeti'ne verdiği iki büyük tavize geçiyorum. Alt Komisyon önce,
bütün etnik azınlıkların, başka bir deyişle, Müslüman olmayan azınlıklar gibi,
Müslüman azınlıkların da (Örneğin; Kürtlerin, Çerkezlerin ve Arapların)
tasarıdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarında direnmişti. Türk Temsilci
Heyeti, bu azınlıkların korunmaya ihtiyaçları olmadığını ve Türk yönetimi
altında bulunmaktan tamamıyla memnun olduklarını söylemiştir. Durumun
gerçekten böyle olduğunu ummak isterim. Ne olursa olsun, Alt Komisyon, bu
inandırıcı sözler üzerine, koruma tedbirlerini, yalnız Müslüman olmayan
azınlıklarla sınırlamayı kabul etmiştir." 142
Türk Temsilci Heyeti, durumu böyle görmemektedir. Türkiye'de hiçbir
Müslüman azınlık yoktur. Çünkü kuramsal yönden olduğu kadar, uygulamada
da,
Müslüman
nüfusun
çeşitli
unsurları
arasında
hiçbir
ayrım
gözetilmemektedir." Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa, Lord Curzon'un bu
sözleri üzerine verdiği cevapta şunları ifade etmiştir: "Azınlık terimine sihirli
bir anlam verilmesi, müttefiklerce, Türk Temsilci Heyeti'ne yapılmış önemli bir
taviz
gibi
gösterilmektedir.
Türk
Temsilci
Heyeti,
durumu
böyle
görmemektedir. Türkiye'de hiçbir Müslüman azınlık yoktur. Çünkü kuramsal
yönden olduğu kadar,uygulamada da, Müslüman nüfusun çeşitli unsurları
arasında hiçbir ayrım gözetilmemektedir." Türk Heyeti üyesi Dr. Rıza Nur Bey
ise Alt Komisyon toplantılarında bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirmiştir:
"Tarih, Türkiye'de azınlıklar sorununa, her zaman, Müslüman olmayanların
konu olduğunu göstermektedir. Bu yüzden, biz de Misakı Millimizde bu
kelimeyi bu anlamda anladık ve Alt Komisyona sunmakla onur duyduğumuz
141 MERAY, a.g.e., s:150.
142 GÜLER, a.g.e., s:17’den naklen Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, İstanbul, 1991, s:83.
80
tasarıda da bu anlamda anlamaktayız.” Misakı Milli’nin 5. maddesi ile
resmiyet kazanan Gayrimüslimlerin azınlık oldukları yönündeki anlayış
Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sonrası Lozan Konferansı’na katılan Türk
yetkililerce de sürdürülmüş ve Konferans’ta, Müttefiklerin dönemin standardı
olan ve bütün ülkelere kabul ettirilen “soy, dil, din azınlıkları” ölçütünü ileri
sürmelerine karşılık tarihsel olarak Osmanlı’da yalnızca Gayrimüslimlerin
azınlık sayıldığı hususu karşı argüman olarak savunulmuş zorlu müzakereler
sonucunda Müttefik devletlere kabul ettirilmiştir .143
Lozan Antlaşması'nın azınlıklarla ilgili maddeleri, antlaşmanın üçüncü
bölümünde ve "Azınlıkların Korunması" başlığı altında, 37'den itibaren 45’nci
maddeye kadar yer alan 9 maddeden oluşmaktadır. Söz konusu maddeler,
"azınlık" olarak tabir edilen gayrimüslim (Müslüman olmayan) unsurların
durumu hakkındadır. Azınlıklar konusunun uzmanı Prof. Dr. A. Mandelstam,
antlaşmanın imzalanmasından iki yıl sonra, Lozan Antlaşması'nın 39’ncu
maddesinin, "medeni ve siyasal haklarda eşitlik şartını yalnız Müslüman
olmayanlar için koyduğunu" yazmıştır. Lozan Antlaşmasının incelemesine
geçmeden önce yerini aldığı Sevr Antlaşmasını azınlıklar yönünden kısaca
incelemekte fayda olacaktır.
3.2.1. Sevr Antlaşmasında Azınlıklar
Lozan’ın aksine, Sevr'de bu konunun ayrı bir "Bölüm" (md.140-151)
halinde düzenlenmesi, konuya Müttefiklerin verdiği önemi göstermekteydi.
İlgili maddelerden 140, 141, 145, ve 147. maddelerin hiçbir biçimde
değiştirilemeyeceği antlaşmada karara bağlanıyordu. Antlaşma maddelerini
kısaca şu şekilde ifade edebiliriz:144
Md. 141; Türkiye'de oturan herkese negatif haklar getirmekteydi .
143 ORAN,a.g.e s:222
144 Selim DERİNGİL,”II.Abdülhamit’in Dış Politikası”, Tanzimant’tan Cumhuriyete Türkiye
Ansiklopedisi,C.2,İstanbul, İletişim Yayınları,1985,s.304-307
81
Md.
142;
tanınmaması
1
Kasım
1914'ten
kararlaştırılmıştır.
Bu
sonraki
hükmün,
İslam'ı
özellikle,
benimsemelerin
tehcire
dahil
edilmemek amacıyla Müslüman olan Ermenilerin eski dinlerine dönebilmeleri
için düzenlendiği anlaşılmaktaydı. Ermeni dönüşüyle ilgili bütün maddelerde
olduğu gibi, bu hükme de Lozan'da rastlanmamaktadır. Md. 143; Türk ve
Yunan halklarının karşılıklı ve gönüllü göçüne ilişkin özel bir sözleşme
yapılacağına ilişkindir. Lozan'daki karşılıklı göç, ileride de göreceğimiz gibi,
zorunlu tutulacaktır.
Md. 144; 1 Ocak 1914'ten beri, yurtlarından kovulmuş, Türk soyundan
olmayan Osmanlı uyrukları yurtlarına dönebileceklerdir. Bunlara ait olan ve
“Emvali Metruke” diye anılan taşınır ya da taşınmaz mallar kimin elinde
bulunurlarsa bulunsunlar, bir an önce geri verilecektir ve bu el koymalar
geçmişte ve gelecekte hükümsüz olacaktır. 1 Ocak 1914'ten sonra bu mallar
üzerinde yapılan bütün satış işlemleriyle, hak yaratan işlemlerin geçersiz
sayılması kararlaştırılmıştır. Tehcir edilen veya evlerini terk eden Ermenilerin
geri dönerek mallarına sahip çıkmalarını öngören bu hüküm, bu mallara el
koymuş bulunan eşraf ve özellikle de Kürt aşiret ağaları için yeni zorluklar
demekti. Bu madde hükümlerine Lozan'da rastlanmayacaktır.
Md. 145; Osmanlı Hükümeti, Sevr'in yürürlüğe girmesinden başlayarak
iki yıllık bir süre içinde; Müttefik Devletlere, soy azınlıklarının orantılı temsili
ilkesine dayalı bir seçim sistemi düzenlenmesi tasarısı sunacaktı. Bu hükme
Lozan'da rastlanmayacaktır. "Herhangi bir Osmanlı uyruğunun, gerek
özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla
açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama
konulmayacaktır. Türkçe'den başka dil konuşan Osmanlı uyruklarına,
mahkemelerde, ister sözlü ister yazılı olsun, kendi dillerini kullanabilmeleri
bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır." Savaştan sonra ilk
yapılan azınlıkları koruma antlaşması olan Polonya antlaşmasından alınan
bu hüküm, aynen Lozan md.39/4 ve 5'te tekrarlanacaktır; şu farkla ki,
Lozan’da mahkemelerde kendi dilini kullanmak yalnızca sözlü olarak
82
mümkün kılınacak, böylece Türkçe'den başka bir dilin yazılı olarak hiçbir
resmi dairede kullanılmaması sağlanmıştır.
Md. 146; Osmanlı Hükümeti yabancı üniversite ve okullardan verilmiş
diplomaları tanımayı ve bunların sahiplerinin meslek icra etmelerine engel
olmamayı üstlenmektedir. Bu hükme de Lozan'da rastlanmayacaktır.
Md. 147-148;"Soy, din ya da dil azınlıklarından olan Osmanlı
uyrukları", kuracakları her türlü kurumları ve okulları "bağımsız olarak ve
Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın" kuracak, yönetecek ve
denetleyeceklerdir. Aynı hüküm Lozan'da da vardır, ama "hiçbir biçimde
karışmaksızın"
terimi
kalkacak,
"soy,
din
ya
da
dil"in
yerine
de
"gayrimüslimler" terimi gelecektir.
Md. 149-150; Bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularındaki
özerkliğini sağlayan bu hükümlere de Lozan'da rastlanmayacaktır. Nihayet
151. maddede, Müttefik Devletlerin garantörlüğü öngörülmüştür. Buna göre,
Antlaşmanın azınlıklarla ilgili hükümlerinin yerine getirilmesini güvence altına
almak için Osmanlı Devleti’nin alması gereken önlemleri, MC Konseyi ile
birlikte
inceledikten
sonra,
Müttefik
Devletlerin
saptayacağı
karara
bağlanmıştır. Böylece, Sevr'in çok önemli olan ve Osmanlı devletine
müdahaleyi en kolay biçimde sağlamaya yönelik olarak konulan bu
bölümdeki hükümlerin geleceği, tamamen büyük devletlere bırakılmakta ve
Osmanlı Devleti bu koşulu şimdiden kabul ettiğini bildirmektedir. Lozan'da bu
konuda önemli değişiklik yapılacak, anlaşmazlık halinde karar Uluslar Arası
Daimi Adalet Divanına bırakılacaktır .
83
3.2.2. Lozan Antlaşmasında Azınlıklar
Azınlıklar Alt Komisyonu, çalışmalarına Baksan Montagna tarafından
sunulan ve antlaşmaya temel olacak genel ilkeleri inceleyerek başlamıştır. Bu
ilkeler 10 paragraf halinde düzenlenmiş olup şöyledir 145 :
1. Genel af,
2. Soy, dil ve din azınlıklarının özgürlüğü ve korunması için genel
güvenceler,
3. 1 Kasım 1914’den itibaren ailelerinden ayrılmış kimselerle,
mallarından yolsuz yöntemsiz yoksun bırakılmış kimselere mallarının geri
verilmesi çalışmalarının benimsenmesi ve bunlara ara verilmemesi,
4. Azınlıkların isteğe bağlı göç özgürlükleriyle yurt içinde dolaşım
özgürlükleri,
5. Azınlıkların yurttaşlık hakları bakımından eşitliğiyle, dinsel ve
siyasal eşitlikleri,
6. Askerlik hizmetinden bağışıklık,
7. Azınlıklar için öğretim, eğitim amaçları ve insancıl amaçlarla dernek
kurma özgürlükleri ve kamu giderlerinden hak gözetir paylar ayrılması,
8. Azınlık okul ve kiliselerinin statüsü,
9. Azınlıkların korunması konusunda alınacak tedbirlerin yürürlüğe
konulmasına ilişkin güvenceler ve bu konuda MC ile işbirliği,
10. Ermeniler için ulusal yurt.
Diğer yandan, TBMM Hükümeti, Konferansa giden Delegasyona 14
maddelik bir talimat vermiştir. Söz konusu talimat, TBMM Hükümetinin temel
görüşlerini içerdiği için çok önemlidir. Burada bahsedilen 14 madde şu
şekildedir :146 (Dokuz maddesinin bizzat azınlık konularıyla ilgili olması
dikkatten kaçırılmamalıdır.):
145 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, Kavramlar, s. 28.
84
1. Doğu Sınırı: Ermeni Yurdu söz konusu olamaz. Olursa görüşmeler
kesilir.
2. Irak Sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları istenecek,
Konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa hükümetten talimat alınacaktır.
3. Suriye sınırı: Sınırın düzeltilmesi için çalışılacak ve bu sınır şöyle
olacaktır: Re’si İbn Hani’den başlayarak, Harim, Müslimiye, Meskene sonra
Fırat Yolu, Derizor, Çöl, nihayet Musul vilayeti güney sınırına ulaşacaktır.
4. Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan
adalar Türkiye’ye katılacak, olmazsa Ankara’dan sorulacaktır.
5. Trakya Sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır.
6.
Batı
Trakya:
Misakı
Milli
maddesi
yani
orada
yaşayan
Müslümanların halk oyuna başvurulacaktır.
7. Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası’nda yabancı bir askeri kuvvet
kabul edilemez, bu nedenle görüşmeleri kesmek gerekirse önceden
Ankara’ya bilgi
verilecektir.
8. Kapitülasyonlar kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek
gerekirse gereken yapılacaktır.
9. Azınlıklar: Mübadele esastır.
10. Osmanlı Borçları: Türkiye’den ayrılan ülkelere paylaştırılacak,
Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olamazsa 20 yıl
ertelenecek ve Düyunu Umumiye İdaresi kaldırılacak, zorluk çıkarsa
hükümetten sorulacaktır.
11,
Ordu
ve
donanmaya
sınırlama
konulması
söz
konusu
olmayacaktır.
12. Yabancı kuruluşlar, Türkiye kanunlarına uyacaklardır.
146Funda KESKİN, “ Dünya Savaşı Ertesinde Uluslararası Hukukta Azınlıkların Korunması” ,(ed.)
Çağrı ERHAN, Yaşayan Lozan, Ankara: DÖSİM Basımevi, 2003, s. 227
85
13. Türkiye’den ayrılan ülkeler için Misakı Milli’nin ilgili maddeleri
geçerlidir.
14. İslam cemaat ve vakıflarının hakları, eski anlaşmalara göre
sağlanacaktır.147
Talimatın amacı Türkiye’nin sınırlarını çizmek ve bağımsızlığını garanti
altına almaktır. Burada dikkatleri çeken en önemli husus, iki konuda
Delegasyona kesin talimat verilmiş olmasıdır.
148
Eğer Müttefik Devletler,
Ermeni Yurdu kurmak ve kapitülasyonları korumak konularında ısrar
ederlerse Delegasyon TBMM Hükümetine sorma ihtiyacını bile duymadan
reddedecek, gerekirse görüşmeleri kesip ülkeye döneceklerdir. Bu durum,
TBMM Hükümetinin anılan konularda ne kadar hassas ve kararlı olduğunu
göstermektedir. Söz konusu talimat kısa ve açıklayıcı olmadığı için,
görüşmeler süresince, değişen her yeni koşul ve öneri karsısında Türk
delegasyonu TBMM’nin görüsüne telgraflar aracılığıyla başvurmuş ve bizzat
Mustafa Kemal’le çok yoğun bir telgraf trafiği sürdürülmüştür .
Bu çerçevede başlayan çalışmalar sonucu azınlıklar konusu, Sevr'in
aksine, Lozan’da ayrı bir bölüm olarak değil, daha az önemsendiğini gösterir
biçimde, Siyasal Hükümler içinde bir kesim (md. 37-45) olarak ele alınmıştır.
Ancak Türkiye’de Lozan Antlaşması’nın, azınlıkların korunması ile ilgili
maddelerinin içeriği hakkında görüş birliği bulunmamaktadır. Bu maddelerle
tanınmış olan hakların sadece azınlıkları ilgilendirdiğini, azınlıklar dışındaki
nüfusa uygulanamayacağı görüşünde olanlar bulunduğu gibi
47
, azınlıkların
yanında azınlık olmayan vatandaşlara da haklar tanındığını ileri sürenler
bulunmaktadır.
Lozan
Antlaşması’nın
söz
konusu
48
maddelerinin
incelenmesine geçmeden önce bazı yorum kurallarının açıklanması yararlı
olacaktır. Antlaşmaların yorumlanması ile ilgili kurallar 1969 tarihli Viyana
Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 31(1)’inci maddesinde “Bir antlaşma,
antlaşmanın içeriği ile bağlantılı olarak ve konu ve amacının ışığı altında,
147 Funda KESKİN, “ Dünya Savaşı Ertesinde Uluslararası Hukukta Azınlıkların Korunması” ,
(ed.) Çağrı ERHAN, Yaşayan Lozan, Ankara: DÖSİM Basımevi, 2003, s. 227.
148 Levent ÜRER, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, İstanbul: Derin Yayınları,2003, s. 199-202.
86
terimlerinin olağan anlamına uygun bir biçimde iyi niyetle yorumlanmalıdır”
şeklinde ifade edilmiştir.149 Buna göre “iyi niyet ilkesi” ile taraflardan birinin,
antlaşma maddelerinde yer alan anlamı belirsiz ifadelerden, tarafların niyeti
dışında
yararlanması
önlenmektedir.
“Antlaşma
terimlerinin
olağan
anlamlarının aranması ilkesi” gereği, eğer bir antlaşmanın terimleri açıksa
yoruma gerek yoktur.150
Eğer, taraflar hep birlikte bir terime özel bir anlam vermişler ise o
zaman bu anlamın göz önüne alınması gerekmektedir.
Bir antlaşmanın
yorumu yapılırken, “antlaşmanın bağlantılarının göz önünde tutulması ilkesi”
gereği, antlaşma metninin içinde yer alan bütün hükümler, antlaşmanın
oluşturduğu genel sistem, antlaşmanın başlangıcı, birbirleriyle bağlantılı
antlaşmalar ya da öteki hukuksal belgeler de dikkate alınmalıdır.
Ayrıca bir antlaşma yorumlanırken “konusuna ve amacına uygun
olarak” ve “antlaşmanın etki doğurmak üzere” yapıldığı dikkate alınarak
yorumlamak gerekmektedir. Antlaşmanın maddelerini bu ilkeler çerçevesinde
inceleyecek olursak
Madde 37. “Türkiye, 38’inci maddeden 44’üncü maddeye kadar olan
maddelerin kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak tanınmasını hiçbir
kanunun, hiç bir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere
aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük)
ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını
yükümlenir ( taahhüt eder).” Bu hüküm, savaşı bitiren bütün azınlık koruma
antlaşmalarında
ve
Sevr'in
140’ncı
maddesinde
temel
nitelikleriyle
bulunmaktaydı. Burada, altını çok güçlü bir biçimde çizerek, bu kesimde
getirilmiş
hakların
Türk
makamları
tarafından
hiçbir
biçimde
geri
alınamayacağı karara bağlanmıştı.
Madde 38.“ Türk Hükümeti, Türkiye'de oturan herkesin doğum, bir
ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalité), dil, soy ya da din ayrımı
yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak
149 Ali GÜLER, Askeri Tarih Bülteni, C. 25, No:48 (Şubat 2000), s. 50-51
150 ORAN, “ Lausanne Barış Antlaşması” , Türk Dış Politikası, s. 217-218.
87
sağlamayı yükümlenir. Türkiye'de oturan herkes, her dinin mezhebin ya da
inancın kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayan gereklerini ister açıkça
ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman
olmayan azınlıklar bütün Türk vatandaşlarına uygulanan ve Türk Hükümeti
tarafından milli savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin tümü
ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla,
dolaşım ve göç etme (yerleşme) hakkından tam olarak yararlanacaklardır.”
Görüldüğü gibi, bu madde negatif haklar getirmekteydi. Yalnız, öz
bakımından Sevr madde 141 ile benzeşen bu hükümlerde dikkati çeken
husus,
"azınlıkların
korunması"
başlıklı
bir
kesimde
vatandaşların
dışındakilere ve hatta "Türkiye'de oturanlar"a bile hak getirilmiş olmasıydı.
Lozan tutanaklarına bakıldığında Türk heyetinin "soy, dil, din" ölçütlerine
yaptığı itirazı müttefiklerin ancak bu maddenin kabul edilmesi sonucu kabul
ettikleri ve Türkiye'deki Müslüman azınlıkları azınlık kapsamından çıkarmaya
razı oldukları görülmekteydi. Müttefiklerin bundan amacının, Türkiye'de
oturmakta olan kendi vatandaşlarını güvenceye almak olduğu tahmin
edilebilir.
Madde 39. “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları,
Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık ( medeni hukuk ) ve siyasal
haklardan
yararlanacaklardır.
Türkiye'de
oturan
herkes
din
ayrımı
gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep farkı,
hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık haklarıyla (medeni haklar) siyasal
haklarından yaralanmasına ve özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul
edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında
çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır. Bütün Türk
vatandaşlarının, gerek özel, gerekse ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit
yayın konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı
hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte,
Türkçe'den başka dille konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi
dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar sağlanacaktır.”
Sevr md. 145 de bu iki fıkrayı son fıkrasında birleştirmekteydi şu farkla ki,
88
orada mahkemelerde yazılı olarak da Türkçe'den başka dil kullanmak
mümkün kılınmıştı.
Madde 40.151 “Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk
vatandaşları hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk
vatandaşlarına
uygulanan
aynı
muamele
ve
aynı
güvencelerden
(garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait
olmak üzere her türlü hayır kurumuyla dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü
okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve
denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri
serbestçe
yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.152
Burada dikkati çeken iki husus görülmektedir. Birincisi, "her türlü" okul
dendiğine göre gayrimüslimler ilkokuldan üniversiteye kadar her türlü okula
sahip olabileceklerdir; ikincisi, "eşit hak" dendiğine göre bunların kurulması,
yönetilmesi ve denetlenmesi sürecinde çoğunluğun tabi olduğu kurallara tabi
olacaklardır. Bu madde Sevr'in 147. Maddesiyle aynıdır, şu farkla ki Sevr’de
"Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın" denmektedir.
Madde 41. “Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti,
Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve
ilçelerde, bu Türk vatandaşlarının çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle
eğitim yapmalarını sağlamak amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu
hüküm, Türk hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini
zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklara
mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz
konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim, din
ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay
ayrılacaktır.
Sözü
geçen
tutar
ilgili
kurumların
yetkili
temsilcilerine
ödenecektir.”
151 Azınlıklara 40.maddenin birinci cümlesiyle negatif hak,ikinci cümlesi ile ise pozitif bir hak
tanınmaktadır.
152 Sevin TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika
Sorunları,İstanbul: Beta, 2004, s. 32
89
Madde 42. “Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile
durumlarıyla kişisel durumları (statüleri) konularında, bu sorunların adı geçen
azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek tedbirleri
almayı kabul eder.
birinin
eşit
153
Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her
sayıda
temsilcilerinden
kurulu
bir
özel
komisyonlarca
düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa, Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti
Avrupa hukukçuları arasından birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem
olarak atayacaklardır. Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere
havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı sağlamayı
taahhüt eder. Aynı azınlıkların halihazırda Türkiye'de bulunan vakıflarına dini
ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Türk
Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki
özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini esirgemeyecektir.”
Burada azınlıklar lehine bir hak getirilmekteydi. Fakat 1926'da Medeni
Kanunun kabulü sonucu resmi nikah zorunlu kılınınca, devlet, kilise veya
havrada dinsel nikah yaptırmadan önce resmi nikah kıydırılmasını sağlamak
için, gayrimüslimleri fıkranın getirdiği bu pozitif haktan feragât etmeye davet
etti. Çünkü aksi halde Müslüman çoğunluk tepki gösterip aynı hakkı
isteyebilirdi. Bunun için de, 42’nci maddenin 2'nci fıkrasında sözü edilen ve
gayrimüslimlerin
göreneklerini
gözetmeleri
için
alınacak
tedbirleri
düzenleyecek olan "özel komisyonların” toplanması istendi ve bu komiteler
29 Kasım 1925'te, 42’nci maddedeki haktan feragat ettiklerini belirten bir
karar aldılar. Yalnız bu noktada şurası da belirtilmelidir ki; Yunanistan bu
konuda 2 Eylül 1926'da Milletler Cemiyetine başvurarak Antlaşmaya
aykırılıktan şikayet etmiş, fakat Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Türkiye'ye
gönderdiği 15 Haziran 1927 tarihli mektupta, kurulan komitenin konuyu
Konseye sunmaya gerek görmediğini bildirmiştir.
Madde 43. “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları,
inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya
zorlanamayacakları gibi, hafta tatili (dini istirahat) günlerinde mahkemelerde
153 Ayhan AKTAR:Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları(İstanbul:İletişim Yayınları,2006)108113
90
bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine
getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Ancak bu hüküm, söz
konusu Türk vatandaşlarını, kamu düzeninin korunması için diğer Türk
vatandaşlarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.”
1920'lerin ikinci yarısında yapılan batı yanlısı reformlar arasında, hafta tatili
de cumadan pazara alınınca önemi azalacak bir hüküm getirmekteydi.
Madde 44. “Türkiye bu kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye'nin
Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslar arası nitelikte
yükümler
meydana
getirmelerini
ve
Milletler
Cemiyeti'nin
güvencesi
(garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler Milletler Cemiyeti
Meclisinin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük
Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler
Cemiyeti Meclisi'nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikliği
reddetmeyi, bu antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye, Cemiyeti Akvam
Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden (taahhütlerden) herhangi
birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma
tehlikesini Meclise sunmaya yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve
etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği
yönergeleri (talimatları) verebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye bu
maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk
Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti
Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa
Milletler Cemiyeti Misakının (Nizamnamesinin) 14’üncü maddesi uyarınca,
uluslar arası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir
anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, Uluslar arası Daimi Adalet Divanına
götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin Milletler Cemiyeti Misakının
(Nizamnamesinin) 13’üncü maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve
değerinde olacaktır.” Burada haklar uluslararası garanti altına konuluyordu.
Anımsanacağı gibi, Sevr'de Osmanlı İmparatorluğunun başlıca Müttefik
Devletler’ e açık çek verdiği tamamen farklı bir mekanizma getirilmişti.
91
Madde 45. “Bu Kesimdeki hükümlerle Türkiye'nin Müslüman olmayan
azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde
bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır.” Yunanistan'la karşılıklılık
maddesi olarak konulmuştur.154
3.3. CUMHURİYET’İN İLANINDAN GÜNÜMÜZE AZINLIKLAR
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir ulus devlet kurma amacını
gütmüş, bu süreç içinde topraklarında yaşayan bütün etnik grupları tek bir
ulusal kimlik, yani Türk ulusal kimliği altında eritmeye çalışmıştır. Bu nedenle,
yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir yandan tüm etnik unsurları Türk ulusal
kimliği altında eritmeye çalışırken, diğer yandan buna engel oluşturacak,
Lozan Antlaşması ile tanınmış azınlık haklarıyla, azınlıkların kendi cemaat
yapılarını korumalarına ve sürdürmelerine izin vermesi söz konusu olamazdı
50
. Lozan antlaşmasının ilgili maddelerinde azınlıklar söz konusu olduğunda,
Müslüman
olmayan
grupları
ifade
edecek
kelimeler
kullanılmıştır.
Müslümanları azınlık olarak kabul eden hiçbir ifade antlaşma metninde yer
almamaktadır. Türkiye’deki azınlıklar söz konusu olduğunda, Türkiye
Cumhuriyeti azınlıklar meselesinin Lozan’da hallolduğunu, Rum, Ermeni ve
Yahudiler dışında Türkiye’de azınlık bulunmadığını, dolayısıyla bu üç grup
dışında başka bir gruba azınlık statüsünün tanınamayacağını söylemektedir.
Bu görüş hukuken doğrudur .
155
Bu nedenle, Aleviler ve Kürtler gibi diğer
etnik, dinsel ve dilsel gruplara azınlık statüsü verilmesi hukuken hiçbir zaman
benimsenmemiştir.
Genel itibarı ile Lozan Antlaşması sonunda Türkiye Cumhuriyetinde
yaşayan azınlık nüfus haklarından devamlı olarak istifade edebilmiştir. Siyasi
gelişmelerden dolayı yaşanan birkaç olumsuz olay dışında büyük olaylar ve
olumsuzluklardan bahsedilemez. Azınlıklar konusunda sorunlar ve baskılar
154 ORAN, “ Lausanne Barış Antlaşması” , Türk Dış Politikası, s.229.
155 Rıfat N. BALİ, “ Cumhuriyet Döneminde Azınlıklar Politikası” , Birikim, Sayı: 115 (Kasım
1998), s. 80.
92
Avrupa ülkeleri ile özellikle 1990 sonrası Avrupa Birliğine üyelik sürecinin
hızlandığı dönemde artmıştır. 1923 Yılından bu yana sorun olmaktan çıkmış
bir konu olan azınlıklar meselesi, Avrupa Birliği tarafından kapsam ve anlam
değişikliği ile beraber ısrarla Türkiye’nin önüne çıkarılmaktadır.
3.3.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Azınlıkların Durumları :
Türkiye’de devletin resmi olarak kabul ettiği azınlıklar tablosu ile
uluslararası standartların uygulanması sonucu ortaya çıkan tablo arasında
büyük farklar olduğu görülmektedir. Azınlık kavramı ve azınlık hakları
konusundaki hukuki ve siyasi tutumu gerek iç ve gerekse dış politika
çerçevesinde büyük bir tekdüzelik sergileyen Türkiye’nin bugün azınlık olarak
kabul ettiği kişiler Osmanlı’nın son zamanlarından itibaren bu statüde kabul
edilmeye başlanmış olan gayrimüslimler olup, bunların da hepsi azınlık
olarak kabul edilmemekte ve yalnızca üç tarihsel gayrimüslim grup
(Ermeniler, Museviler ve Rumlar) bu statü içerisine alınmaktadır.
Başka bir deyişle Süryani, Keldani ve Asuri gibi diğer gayrimüslim
unsurlar ile çeşitli açılardan (etnik, dilsel, dinsel vb.) toplumun geri kalanından
farklı olan bazı Müslüman vatandaşlar (örneğin Aleviler) bugün Türkiye’de
benimsenen azınlık tanımının içerisine alınmamakta
55
ve günümüzde azınlık
tanımının yüklendiği anlam göz ardı edilmektedir. Ancak, özellikle 1990
sonrası dünya gelişmeleri neticesinde azınlık hakları hem coğrafi açıdan çok
genişlemiş hem de nitelik bakımından çok derinleşmiştir ve bu süreç hızla
devam etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin azınlıklar konusundaki bahsedilen
tutumunda ısrar etmesi kendisini, çağdaş eğilimlerle daha da ters düşürecek
ve aynı zamanda üzerindeki uluslararası baskıları da giderek arttıracaktır 156 .
156 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, s. 49.
93
3.3.1.1. Rumlar
Lozan sonrasında ilk sorun mübadele konusunda olmuştur.157 1 Aralık
1926'da Türkiye ve Yunanistan mübadele ile ilgili bazı sorunları ortadan
kaldıran bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmayla birlikte nüfus sorunlarının
bazıları çözümlenmişse de diğer sorunlar yüzünden ilişkiler 1926 sonrasında
yeniden gerginleşmiştir. 1930'da nüfus sorunuyla ile ilgili olarak Ankara'da
yeni bir sözleşme imzalanmış ve buna göre "Yerleşme tarihleri ve doğum
yerleri neresi olursa olsun, İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi
yerleşik olarak kabul edilmiştir. Lozan'dan itibaren yapılan sözleşmelerle
birlikte 1.100.000 Rum Anadolu'yu terk etmiştir.
Ayrıca,
ülkemizde
yaptıkları
faaliyetlerden
dolayı
zarar
göreceklerinden endişe duyan Rumların bir kısmı 67 Eylül 1955 olayları ile
1964 Kıbrıs bunalımı süresince ve özellikle de 1974 Kıbrıs Barış harekatı
esnasında Türkiye'yi terk etmişlerdir. Rum kökenli vatandaşlarımız tüm
vatandaşlarımızla aynı hak ve özgürlüklere sahip olarak yaşamaktadırlar.
Rum azınlığın faaliyetlerini yönlendiren iki önemli etken, "Yunanistan'ın baskı
ve kışkırtmaları ile Patrikhanenin faaliyetleridir." Cumhuriyetin ilanından
itibaren günümüze kadar olan dönemde Rum azınlıklar, örgütlü bir terör
faaliyetinde bulunmamıştır.
3.3.1.2. Ermeniler
1925 Şeyh Sait isyanında, 1937-38 Tunceli ayaklanmasında, özellikle
1965 sonrasında yaşanan Ermeni terörü ile 1984 yılından sonra faaliyet
gösteren Bölücü Terör Örgütü (BTÖ) olan PKK'nın özellikle kırsal alandaki
faaliyetlerinde
Ermeni
azınlıktan
ferdi
katılımlar
görülmüştür.
Bugün
Türkiye'de yaşayan Ermeniler, her türlü ayrılıkçı tutumu reddeden anayasal
157 Bugün Türkiye’de yaklaşık olarak 50.000 Ermeni, 27.000 Musevi ve 3.000 de Rum asıllı azınlık
yasamakta olup, bunların 70 milyon olarak kabul edilen Türkiye’nin toplam nüfusuna oranları %
0.1’in de altındadır. Bkz. Şule TOKTAS: “ Citizenship and Minorities: A Historical Overview of
Turkey’s Jewish Minority” , Journal of Historical Sociology, C. 18, S. 4, (Aralık 2005), s. 396.
94
ilkeler çerçevesinde bütün Türk vatandaşlarının yararlandıkları haklardan eşit
şekilde yararlanmakta, Parlamentoda temsil edilebilmektedirler. Cumhuriyet
döneminde değişik zamanlarda beş milletvekili, Ermeni vatandaşlarımız
arasından seçilmiştir .158
Din ve vicdan hürriyetlerini yine anayasal ilkeler çerçevesinde
yaşamaktadırlar. Devlet memuru olma hakları da var olmasına rağmen
kendileri müracaat etmemektedirler. Hiçbir baskıya maruz kalmadıklarını
Türkiye'de yaşamaktan büyük bir memnunluk duyduklarını belirtmektedirler.
1970'li yıllardan itibaren Türk diplomatlarını hedef alan Ermeni terör
örgütlerinin saldırılarını her fırsatta kınamakta bu terörün yol açtığı acıları
diğer Türklerle beraber aynı ortak duygularla paylaşarak Ermeni terör ve
propaganda odaklarına en etkili yanıtı bizzat kendileri vermektedir. 1979
yılında Artin Penik isimli Ermeni vatandaşımızın Taksim meydanında kendini
yakarak, Ermeni terörünü lanetlemesi bunun acı ve anlamlı bir örneğidir.
Türkiye'deki Ermeniler genellikle yurt dışından yöneltilen tahriklere itibar
etmemekte ve kendilerine tanınmış olan haklardan istifade ederek toplumda
uyum içinde yaşamaktadırlar. Bunun sebebi, kendilerine tanınan hakların
Ermenistan dahil tüm diğer ülkelerdekinden daha uygun olmasıdır.
Buna rağmen, 1985 Sevr Kongresi ve bu kongrede hazırlanan “Ermeni
Anayasası” Ermeni diasporası tarafından düzenlenmiştir. Bu kongre ve
kararlarına kısaca değinmek, dış Ermenilerin hedeflerini anlamak açısından
faydalı olacaktır. Temmuz 1985 tarihinde Sevr de yapılan 3’üncü Dünya
Ermeni Örgütleri kongresinde yapılan tekliflerin ve kabul edilen Anayasa
metninin Türkiye açısından Sevr'in geçerli Lozan'ın geçersiz olduğu ileri
sürülmüş, ASALA'nın desteklenmesi, Türkiye'ye karşı savaşın devam etmesi
kabul edilmiştir. Türkiye'ye karşı Yunanistan'ın ve Güney Kıbrıs Rum
158 Bu milletvekilleri; Bora Türker, Mıgırdıç Sellefyan, Dr. Andre Vahram, Berç Turan, Dr. Zalar
Tarver. (Milliyet Gazetesi Arşivi) 1960 tarihinden itibaren ise Mecliste hiçbir Ermeni milletvekili yer
almamıştır.
95
Yönetimi’nin yürüttüğü savaşın desteklenmesi kabul edilmiştir. Kongrenin
kabul ettiği kararlar ise;159
a. Ermeni ulusal kurtuluş hareketiyle Türkiye'deki ilerici devrimci
hareketler arasında ittifaklar kurulması,
b. Lozan'da imzası bulunan devletler ile, BM, Ermenistan Cumhuriyeti,
ABD ve Avrupa konseyine, Ermeni halkının sömürgeciliğin kaldırılmasından
yararlanamayan tek halk olduğunu bildirilmesi,
c.Sözde 1915 soykırımının tüm ülkelere kabul ettirilmesidir. Kongrenin
kabul ettiği anayasada ise; Türk işgali altındaki topraklarını kurtarmak,
Ermenilerin vatanlarına dönüşlerini örgütlemek ve bunun için hazırlıklar
yapılması karara bağlanmıştır.
3.3.1.3. Yahudiler
Yahudiler tüm diğer azınlıklar gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
güvencesi altında huzur ve güven içerisinde din ve vicdan özgürlükleri ile
birlikte yaşamaktadırlar. 1933'ten itibaren Almanya'da iktidara gelen Nazi
yönetiminin baskılarından kaçan binlerce Yahudi Türkiye'ye göç etmiştir. Bu
göçmenlerin içerisindeki sanatçı ve öğretim üyeleri birçok üniversitede
istihdam edilmiştir. Türkiye, Yahudi azınlık vasıtasıyla ABD'de faaliyet
gösteren
Yahudi
lobilerinden
faydalanarak,
uluslar
arası
alandaki
problemlerde destek kazanmıştır. İsrail devletinin kurulması ile birlikte
Türkiye'den yaklaşık 40.000 Yahudi İsrail’e göç etmiştir. Yahudi cemaati Türk
toplumuyla en fazla kaynaşmış cemaattir. Türkiye'de yaşayan Yahudi
azınlığının son derece teşkilatlı ve kapalı olarak organize olduğu dikkati
çekmektedir. Yahudi azınlığının en dikkati çeken özelliği birbirleri ile olan
bağlılıklarıdır. Organizasyonlarını meşru dernekler ile yürütmektedirler. Bu
dernekler 1954 yılında kurulan Rotary ve 1960'li yıllarda kurulan Lions
159
Reha
PARLA,
Belgelerle
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
Uluslararası
Temelleri
LozanMontrö/Türkiye’nin Komşularıyla İmzaladığı Temel Belgeler Lefkoşa: Tezel Ofset ve
Matbaacılık, 1985. s. 206-209
96
kulüpleridir. Barış, yardımlaşma ve dostluk amacıyla kurulan bu derneklerin
kurucularının
ve
üyelerinin
büyük
çoğunluğunun
Yahudi
ve
diğer
azınlıklardan olması dikkat çekicidir.
Genel bir değerlendirme olarak 50.000 kişilik bir nüfusa karşılık Türk
ekonomisinin yaklaşık %10'luk bölümünü ellerinde bulunduran Türkiye
Yahudileri toplumda herhangi bir ayrımcılık ve mağduriyetle karşılaşmadan
hayatlarını devam ettirmektedirler.
3.3.1.4. Diğer Azınlık Grupları
3.3.1.4.1. Süryaniler
1960 yılına kadar ağırlıklı olarak Güneydoğu bölgesinde yaşayan
Süryaniler ekonomik şartların bozulması sonucu yaşadıkları yerlerden göç
etmeye başlamışlardır. Süryaniler günümüzde bir çok mezhebe bölünmüş
şekilde yaşamaktadırlar. Süryani Kadim kilisesi en kalabalık mezhebi
oluşturmaktadır. Süryani Kadim kilisesi, Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluk
olduklarından dolayı, ilk günkü kilise ve inanç şeklini kuralları ile birlikte
günümüze kadar yaşatmışlardır.
160
Bu nedenle Süryani Kadim kilisesi bir çok
araştırmacının ilgisini çekmektedir. Türkiye'de yaşayan Süryanilerin büyük
çoğunluğu da bu kiliseye mensuptur. Türkiye'de ayrıca sayıca daha az olan
Süryani Katolik ve Süryani Protestan cemaatleri de vardır. Günümüzde
Türkiye'de yaşayan yaklaşık 15.000 Süryani vardır. Büyük çoğunluğu
İstanbul'da yaşayan Süryanilerin Güneydoğuda sayıları oldukça azalmıştır.
Dinsel açıdan Türkiye'de
iki Metropolitlik tarafından
temsil edilirler.
İstanbul'da yaşayan Süryanilerin metropol lideri Yusuf Çetin, (Mardin’deki
Deyrul Zaferan Manastırı) Güneydoğu metropoliti ise Samuel Aktaş'tır.
160 PARLA,a.g.e.s.211-212
97
3.3.1.4.2. Yezidiler, Keldaniler, Nasturiler
Yoğun olarak Doğuda yaşamakta olup, başlıca illeri Hatay, Mardin,
Hakkari, Diyarbakır ve Siirt’tir. Yezidiler Kürtçe konuşmaktadırlar;161 Keldani
ve Nasturilerin ayin dilleri Süryanice olup, genelde kendi dillerini Kürtçe ile
beraberkullanırlar. Ülkemizde sayıları, yaklaşık 8000-10.000 civarındadır.
3.3.1.4.3. Bulgarlar
18 Ekim 1925'te Ankara'da imzalanan Türkiye’nin azınlıklar konusunda
yükümlülük altına girdiği iki taraflı tek antlaşma olan, resmi adıyla, “Türkiye
Cumhuriyeti
ile
Bulgaristan
Krallığı
Arasında
Dostluk
Antlaşması” 162
Türkiye'de kalan Bulgar azınlığının Lozan anlaşmasının azınlıklar ile ilgili 3745' nci maddelerinden faydalanması hükme bağlanmıştır. 163 O tarihte
Türkiye'de 3000 civarında Bulgar azınlık bulunmaktadır.
Türkiye ve Bulgaristan’ın, birbirleri ile olan ilişkilerinde, ülkelerindeki
azınlıklarla ilgili yükümlerinin hukuki kaynağı olan ve yukarıda azınlıklara
ilişkin hükümleri genel olarak değerlendirilen Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması
bugün de yürürlükte bulunmaktadır.
3.4. CUMHURİYET DÖNEMİNDE CEMAAT VAKIFLARI İLE İLGİLİ
MEVZUAT DEĞİŞİKLİKLERİ
Azınlıkların Türkiye’de Lozan Barış Antlaşması ile sahip oldukları en
önemli haklardan biri de sahip oldukları vakıfları devam ettirebilme hakkıdır.
Vakıflarla ilgili haklar zaman içinde en fazla değişime uğrayan haklar
161 ÖNDER, Ali Tayyar; Türkiye’nin Etnik Yapısı, Önerler Yayıncılık, Ankara, 1999.
162 Sözleşmeler 18 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Zeri İNANÇ,
Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınları, Ankara 2004, s:46.
163 SARAÇLI, a.g.e., s:134.
98
olmuştur.
1936 Beyannamesi164 olarak bilinen ilk düzenleme ile kontrolü
Vakıflar Genel Müdürlüğüne giren azınlık vakıflarının idari ve mali yapıları ile
mal edinebilme hakları konusunda yaşanan mevzuat değişiklikleri aşağıda
sunulmuştur. Avrupa Birliği katılım sürecinde çıkarılan uyum yasaları özellikle
azınlık vakıfları hakkında önemli değişiklikler getirirken yeni sahip oldukları
haklar ile azınlık vakıflarının faaliyetlerinin artacağı değerlendirilmektedir.
Gayrimüslim cemaat vakıflarının taşınmazları konusundaki 1912 tarihli
yasanın ardından, Cumhuriyet döneminde çıkartılan 5 Haziran 1935 tarihli,
2762 sayılı Vakıflar Kanununda
165
belirtilen cemaatlere ait, başta İstanbul ili
olmak üzere çeşitli illerde Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Süryanilere,
Keldanilere, Bulgarlara, Gürcülere ve diğerlerine ait olmak üzere toplam 161
adet vakıf bulunmaktadır. Söz konusu yasanın 44. maddesi ile 1912 tarihli
yasadan sonra tapuya verilen belgeler ve diğer delillerle vakıf olarak tasarruf
edildiği anlaşılan taşınmazların vakıf adına tescilinin yapılıp, tapularının
verileceği kabul edilerek, azınlık vakıflarından envanterlerinde olan taşınmaz
mal ve gelirlerini Vakıf Bölge Müdürlükleri’ne beyan etmeleri istenmiştir. 1936
Beyannamesi olarak kabul edilen bu mal beyannameleri, Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu’nun 8 Mayıs 1974 tarihinde oybirliği ile aldığı bir karar ile
“Vakıfname ” olarak kabul edilmiş ve bu beyannamelerde “vakıfların yeniden
mal iktisap etmeleri, bağış veya vasiyet yoluyla mal edinmeleri hususlarında
bir açıklık bulunmadığı” yorumu ile vakıfların yeni mal iktisap edemeyecekleri
sonucuna varılmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararına istinaden
birçok dava açılmış ve bu davalar sonucunda da azınlık vakıflarının 1936
Beyannamesinden sonra edindiği mallar geri alınarak eski sahiplerine
bedelsiz olarak iade edilmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı sürecine
girmesi ve bu süreç içerisinde söz konusu vakıfların sorunlarını da konu alan
reformların geçekleştirilmesi neticesinde kısmen de olsa sorunlar giderilmeye
başlamıştır. Bu çerçevede ilk olarak 3 Ağustos 2002 tarihinde 4771 Sayılı
164 Yuda REYNA ve Ester M.ZONANA:”Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve
Taşınmaz Malları Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları(İstanbul:15.05.2004)Bu tebliğe internet üzerinden
de ulaşılabilir:http://www.tesev.gov.tr/etkinlik/cemaat_02_sunum.doc(erişim tarihi:10.06.2010)
165 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu için bkz.http://www.vgm.gov.tr/menu/kanun/2762 asp.(erişim
tarihi:10.06.2010)
99
Kanun166
kabul edilmiş ve söz konusu kanunun 4. maddesi ile 1936
Beyannameleri bertaraf edilerek, vakfiyeleri olsun veya olmasın cemaat
vakıflarına, Bakanlar Kurulu’nun izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve
kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinmek ve
taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunmak olanağı tanınmıştır.
2 Ocak 2003 tarihinde kabul edilen 4778 Sayılı Kanunun 167
3.
maddesi ile 4771 Sayılı Kanunda izin alınacak makam olarak belirtilen
“Bakanlar Kurulu” kanun metninden çıkartılmış ve bu konuda tek yetkili
makam olarak “Vakıflar “ Vakfeden kişi veya kişilerin, kurdukları vakıfla ilgili
ileri sürdükleri şartları ihtiva eden ve mahkeme tarafından onaylanan belgeye
“vakfiye veya vakıfname”168 denilmekte olup, bunlarda vakfın statüsü, amacı,
nasıl ve kimler tarafından idare edileceği ve vasiyet ve bağış kabul edip
edemeyeceğine dair bilgiler yer alır. 1936 yılında azınlık vakıfları tarafından
verilen beyannameler ise birer vakfiye olmayıp, söz konusu vakıfların fiilen
tasarruf ettikleri malların tescili amacı ile verilmiş birer taşınmaz listesidirler.
Nitekim doktrinde de, Yargıtay’ın verdiği kararın 1935 tarihli Vakıflar
Kanunu’nun amacına aykırı olduğu kabul edilmektedir. . Nihayet 15 Temmuz
2003 tarihinde kabul edilen 4928 Sayılı Kanunun 2. maddesi ile, cemaat
vakıflarının gayrimenkullerini tapuya tescil için öngörülmüş olan altı aylık
başvuru süresi on sekiz aya çıkartılmıştır.169
03 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4771 Sayılı Çeşitli
Kanunlarda
Değişiklik
Yapılmasına
İlişkin
Kanun’la,
gayrimüslim
vatandaşlarımızın vakıflarına, yani Cemaat Vakıflarına mal edinme, halen
166 3 Ağustos 2002 tarihli 4771 Sayılı Kanun için bkz. http://www.belgenet.com/yasa/k4771.html,
(erişim tarihi: 14.08.2010)
1672
Ocak
2003
tarihli
4778
Sayılı
Kanun
için
bkz.
http://www.belgenet.com/yasa/k4778.html,(erisim tarihi: 14.08.2006)
168 Vakfeden kişi veya kişilerin, kurdukları vakıfla ilgili ileri sürdükleri şartları ihtiva eden ve
mahkeme tarafından onaylanan belgeye “vakfiye veya vakıfname” denilmekte olup, bunlarda vakfın
statüsü, amacı, nasıl ve kimler tarafından idare edileceği ve vasiyet ve bağış kabul edip
edemeyeceğine dair bilgiler yer alır. 1936 yılında azınlık vakıfları tarafından verilen beyannameler ise
birer vakfiye olmayıp, söz konusu vakıfların fiilen tasarruf ettikleri malların tescili amacı ile verilmiş
birer taşınmaz listesidirler. Nitekim doktrinde de, Yargıtay’ın verdiği kararın 1935 tarihli Vakıflar
Kanunu’nun amacına aykırı olduğu kabul edilmektedir. Bkz. “Vakıf Müessesesi ve Kıbrıs Vakıfları”,
http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/kibris
veb/birinci
bolum/vakif_müessesesi.htm,
(erişim tarihi: 14.08.2010)
169 Eyüp KAPTAN:a.g.e.,103
100
kullanmakta oldukları taşınmazları mülkiyetlerine geçirme ve bu mallar
üzerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunma hakkı getirilmiştir. Bu Maddenin
uygulama şeklini gösteren Yönetmelik ise 04 Ekim 2002 tarihinde 248\96
Sayılı
Resmi
Gazete’de
yayımlanarak
yürürlüğe
girmiştir.
Tüm
bu
düzenlemeler gayrimüslim vatandaşlarımızı memnun etmemiş, bunun
üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu
hazırlanmıştır.
Tamamen
Gayrimüslim
Vatandaşlarımız
istekleri
doğrultusunda özel hükümler içeren anılan Kanun’un 5, 11, 12, 14, 16, 25,
26, 41 ve 68’nci maddeleri 26 Kasım 2006 tarihinde Sn. Cumhurbaşkanı
tarafından veto edilmiştir.24 Ocak 2003 tarihli “Cemaat Vakıflarının Taşınmaz
Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları
Altındaki Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında
Yönetmelik” 6, azınlık vakıflarının Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izni ile satın
alma, hibe, vasiyet ve diğer yollarla taşınmaz edinebileceğini, konunun
gerektiğinde ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak
Vakıflar Meclisi’nde inceleneceğini, eksik belgeler varsa iki ay içinde
tamamlanacağını, kararın olumlu olması halinde vakfa yetki belgesi
verileceğini belirtir. Faaliyette bulunan cemaat vakıfları başlığı altında
muhtelif cemaatlere ait 160 vakfın da listesi verilmiştir. 2006 yılında
yayımlanan ilerleme raporunda Gayrimüslim dini cemaatlerin tüzel kişiliğinin
olmadığı ve mülkiyet haklarına dair kısıtlamalarının kalkmadığı, söz konusu
cemaatlerin,vakıflarını yönetme ve mülklerini hukuk yoluyla geri almaları
konularında sorunlarla karşılaştıkları hususu üzerinde durulmuştur.2007
yılında yayımlanan
ilerleme raporunda ise Gayrimüslim dini toplulukların
tüzel kişilik sahibi olmadığı ve kısıtlanmış mülkiyet haklarıyla karşılaşmaya
devam ettikleri vurgulanmıştır. 2010 yılı ilerleme raporuna gelindiğinde ise
Mülkiyet haklarına ilişkin olarak, rapor döneminde 2008 tarihli Vakıflar
Kanunu’nun uygulaması bazı gecikmelere ve usule dair sorunlara rağmen
devam etmiştir. Gayrımüslim vakıflara, temsili, uydurma adlar altında veya
Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün adına kaydedilmiş taşınmaz
mülklerin iadesi için ilk olarak 27 Ağustos 2009 olarak belirlenen son başvuru
tarihi, gerekli tüm belgeleri sağlayabilmeleri için uzatılmıştır.
101
Türk yetkililerle gayrimüslim vakıfların üyeleri, geçici 7. Madde’nin
uygulanması hususunda birçok kez bir araya gelmişlerdir. İadeler için 107
vakıf tarafından toplam 1,410 başvuru yapılmıştır. Bugüne kadar, 131 olumlu
karar verilmiş, 150 talep ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne götürülmeden
yerine getirilmiştir. 943 başvuru hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü,
dosyaların tamamlanması için gereken süreyi 16 Temmuza kadar iki ay
uzatmıştır. Diğer 347 başvuruda ise olumsuz karara varılmıştır. Ekümenik
Patrik-Türkiye170 davası ve adil tazmin meselesi ile ilgili olarak, 15 Haziran
2010 tarihli AİHM kararı, Türkiye’nin, davalı adına kayıtlı bahsekonu mülkü
başvuran adına tescil etmesi gerektiğine hüküm kılmıştır.” Büyükada Asliye
Hukuk Mahkemesi, AİHM’in kararını ve Vakıflar Meclisi’nin tutumunu
yansıtacak şekilde, “Ekümenik” Patrikhane lehine karar vermiştir. Ancak,
yasal çerçeve, el konulduktan sonra üçüncü kişilere satılan veya Şubat
2008’de yeni mevzuatın kabul edilmesinden önce birleştirilen vakıfların
durumunu ele almamaktadır.Süryaniler mülkiyet ve tapu işlemleri konusunda
güçlüklerle karşılaşmaya devam etmektedir. Özel şahıslar ve dini kurumları
ilgilendiren birkaç dava devam etmektedir. Özellikle Mor Gabriel Süryani
Ortodoks Manastırı arazi mülkiyeti konusunda sorunlarla karşılaşmaya
devam etmiştir.Türkiye, Bozcaada’daki (Tenedos) Rum Ortodoks Kilisesinin
mülkiyet
haklarına
ilişkin
Mart
2009
tarihli
AİHM
kararını
henüz
uygulamamıştır. Yunan vatandaşlarınca mülkiyet mirası ve tescilinde,
özellikle değiştirilmiş Tapu Kanunu’nun, mezkur kanunun karşılıklılık
hükmünün
yorumlanması
dahil
olmak
üzere,
Türk
makamlarınca
uygulanması alanında sorunlar bildirilmeye devam edilmektedir. Bu konuda,
AİHM, AİHS’nin 1.Protokolü’nün 1.maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiş ve
170 8 Temmuz 2008 tarihinde, AİHM, 1902 yılında elde ettiği ve 1903 yılında Büyükada Rum
Yetimhanesi Vakfı vasıtasıyla özel kullanıma tahsis edilen malvarlığından yoksun bırakılan Ekümenik
Patrikhane’nin başvurusuna ilişkin kararını vermiştir. Davacı, özellikle gayrımenkulünün kaydının
Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetiminde olan Yetimhane adına düzenlenmesi kararını vermek suretiyle
yerel mahkemelerin mülkiyet dokunulmazlığı hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, Türk
makamlarının malsahibini uygun tazminat sağlamaksızın mülkünden mahrum etmeye yetkili olmadığı
ve AİHS’nin ihlal edildiği hükmünü vermiştir.
102
mülkün iadesi veya başvuranların mali olarak tazmin edilmesine karar
vermiştir.171
Genel olarak, Vakıflar Kanunu, bazı gecikmeler ve usul sorunları olsa
da, uygulamaya konmuştur. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu sorunların varlığını
kabul etmekle beraber, gerekli işlemleri hızlandırmaya çalışmıştır. Ancak, el
konulan ve üçüncü kişilere satılan veya yeni mevzuatın kabul edilmesinden
önce birleştirilen vakıfların mülkleri hususu söz konusu Kanun tarafından ele
alınmamaktadır. Türkiye’nin tüm gayrimüslim cemaatlerin mülkiyet haklarının
tam olarak korunmasını güvence altına alması gerekmektedir
Avrupa Birliği adaylığı sürecinde çıkarılan uyum yasalarının tüm
olumlu yanlarına rağmen tam anlamıyla uygulanamadığı ve bu yüzden de
soruna çözüm üretmekte yetersiz kaldıkları söylenebilir.
3.4.1. Yabancı ve Azınlık Vakıfları
03 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren AB uyum paketi olarak
bilinen 4771 Sayılı Kanunla, yabancı ülkelerde kurulmuş vakıfların Bakanlar
Kurulu izni ile Türkiye’de şube açmalarına, faaliyette bulunmalarına ve
kurulmuş vakıflarla işbirliği yapmalarına imkan sağlanmıştır. Başbakanlık
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan yabancı vakıfların Türkiye'de
şube açması, çalışması, denetlenmesi ve kapatılması esaslarını kapsayan
taslak genelge: Yabancı ülkede kurulmuş vakıfların uluslar arası alanda
işbirliği
yapılmasında yarar görülen hallerde, karşılıklı olmak koşuluyla,
İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının görüşleri alınmak suretiyle, Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün
bağlı
bulunduğu
bakanlığın
önerisi
üzerine,
kültürel,
ekonomik ve teknik konularda bilgi veya teknolojilerden yararlanmak
171 2009 yılının Mart ayında, AİHM, Türkiye’nin Bozcaada’daki (Tenedos) bir Rum Ortodoks
kilisesinin mülkiyet haklarını ihlal ettiğine hüküm vermiştir. Mahkeme oybirliğiyle, başvuru sahibi
vakfın kendisine ait arazi üzerindeki taşınmaz malları adına tapuya kaydettirmesinin Türk yargı
organları tarafından reddinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 1. Protokolünün 1.
Maddesine (mülkiyet dokunulmazlığı) aykırı bulmuştur.
103
koşuluyla bakanlar kurulunun izniyle Türkiye'de şube açabilecekleri, bu iznin
verilebilmesi için;
1. Kuruluş statüsünün,
2. Vakfa ait faaliyet raporu ile Türkiye'de yapılması planlanan
faaliyetleri konusu hakkında belge ve bilgilerin,
3. Bilançosunun,
4. Vakfın yetkili organının Türkiye'de birim açması kararının,
5. Halihazır vakıf yöneticileri ile vakfa ait şubelerde görev alacak
kişilere ait açık adres ve kimlik bilgilerinin,
6. Vakfın Türkiye’de faaliyet gösterme amacının ve gerekçesinin, vakıf
tarafından açılacak şubede görev alacak en az beş kişinin başvuru belgesinin
Türkçe’ye çevrilmiş onaylı örnekleri ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne
müracaat etmesi gerektiği belirtilmiştir. Mevzuata aykırı davranan vakfın
İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının görüşü alınarak, Bakanlar Kurulu Kararı ile
kapatılacağı
hususlarını
çerçevesinde
çıkarılan
içermektedir.172
yeni
mevzuat
Ayrıca,
AB
kapsamında,
Uyum
Vakıflar
Yasaları
Genel
Müdürlüğünün yetki, görev ve sorumluluğuna ilişkin Kanunun 26’ıncı
maddesine aşağıdaki beş fıkra eklenmiştir;173
1. Yabancı ülkelerde kurulmuş vakıflar; Türkiye’de şube, temsilcilik
veya sair adlarla herhangi bir kurum kurmak veya Türkiye’de kurulu vakıflarla
ilişki ve işbirliğinde bulunmak istedikleri takdirde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne
müracaat ederler .
2. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’nın
görüşlerini aldıktan sonra kendi görüşüyle birlikte bakanlar kuruluna teklifte
bulunur.
Bakanlar kurulunca gerekli karar verilir. Bu konuda karşılıklılık ilkesi
(Mütekabiliyet) uygulanır.
172 İsmail. GÜNDÜZ, “ Türkiye’de Mevcut Azınlıklar ve Bu Azınlıkların Yasal ve Örtülü
Faaliyetleri Nelerdir?” , İstanbul: KHA Tez, 2002, s. 359.
173 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, s. 100-107.
104
3. Türkiye’de birim kurmalarına izin verilen yabancı vakıflar Türk
medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflar hakkında uygulanan mevzuata tabi
olurlar.
Bu vakıflar Türkiye’de ticari şirket, işletme kuramazlar ve kazanç
getirici diğer faaliyetlerde bulunmazlar.
4. Türkiye’de, Türk medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan
vakıfların yurt dışında teşkilat kurmak veya yabancı vakıflarla ilişki ve
işbirliğinde bulunmak istemeleri ve bağış almaları halinde de iş bu değişiklikte
eklenen birinci ve ikinci fıkra hükümleri uygulanır.
5. Cemaat vakıflarının 1936 tarihinden 01 Ocak 2002 tarihine kadar
her ne surette olursa olsun iktisap etmiş oldukları gayri menkuller 2762 sayılı
Vakıflar
Kanununun
44’üncü
maddesine
göre
verilen
1936
tarihli
beyannamelerine eklenir. Vakıfların satın alma, bağış, ölüme bağlı tasarruflar
ve benzeri yolla ellerinde bulundurdukları gayri menkulleri 1936 listelerine
eklenmelerine, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığının uygun görüşü alınarak
Vakıflar Genel Müdürlüğünce karar verilir. Bu vakıfların taşınmaz iktisap
etmeleri ve taşınmazları üzerinde her türlü tasarrufta bulunmalarına Dışişleri
ve İçişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce
karar verilir.
Yukarıdaki hükümlerin uygulanmasında devletlerarası mütekabiliyet
şartı aranabilir. Cemaat vakıflarının durumu AB Uyum Paketleri çerçevesinde
iyileştirilmişse
de
uygulamada
bu
vakıflar
da
çeşitli
güçlüklerle
karşılaşmışlardır. Cemaat vakıfları, bugüne kadar, tasarrufları altında
bulunan taşınmazların ancak çok az bir kısmını tapuya tescil ettirebilmişlerdir.
birçoğu hak sahibi olmadıkları gerekçesiyle reddedilmiş ya da belgelerin
eksik olduğu gerekçesiyle geri çevrilmiştir 67 .
Bu konuda son olarak, AB Uyum Kanunları çerçevesinde çıkarılan ve
2672 sayılı Vakıflar Kanunu’nda değişiklik getiren, cemaat vakıflarıyla ilgili 2
Ocak
105
2003 tarih ve 4478 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun gereğince, 24 Ocak 2003 tarihinde çıkarılan yönetmelik,
Süryanileri de Lozan Antlaşması’na göre tanınan azınlıklar arasına almıştır.
3.4.2. Yabancı ve Azınlık Okulları
Ülkemizde bu okullar kapsamında, yabancılara ait olan "yabancı
okulları" ile Türk vatandaşı azınlıklara ait olan "azınlık okulları" olmak üzere
iki türden bahsedilebilir. Konumuz içinde kalan bu iki tür okul "çok değişkenli"
denklemlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Gerek "yabancı" gerekse "azınlık"
okulları bir yandan Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa devletleri arasındaki
siyasi mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıkarken, diğer yandan da
Osmanlı modernleşmesinin dini ve etnik cemaatlere getirdiklerinin birer
ürünüdürler.Müslüman
topluluklar
üzerinde
misyoner
faaliyetlerde
bulunmanın sonuçsuz kalacağını anlayan Avrupa devletleri çabalarını
Hıristiyan unsurlar üzerine yöneltmek zorunda kalmışlar, Osmanlı "millet
sistemi"nin cemaatlere tanıdığı kolaylıklardan yararlanarak ve büyük ölçüde
ruhsatsız olarak faaliyete geçmişlerdir.174
Sevr
Antlaşması’nın
149.
maddesinde,
Osmanlı
Devleti’nin
Türkiye’deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini
tanımayı ve saygı göstermeyi üstleneceği, bu çerçevede Müslüman olmayan
soylara kilise, okul ya da adalet konularında, başta sultanlarca verilmiş olmak
üzere
tüm
ayrıcalıkları ve
destekleyeceği
hükmü
yer
bağışıklıkları
almıştır
175
teyit ederek
.
24.07.1923
gelecekte
Tarihli
de
Lozan
Antlaşmasının 40 ve 41’inci maddeleri azınlık okullarına ilişkindir. Devletin
okulu olarak değil de, devlet karşısında Lozan Antlaşması ile garanti altına
alınmış bulunan azınlık okulları, klasik anlamda özel okullardan faklı olarak,
azınlık cemaatlerine aittir. 40. Maddede, “Müslüman olmayan azınlıklara
174 KESKİN, “Azınlıklar Konusu”, Yaşayan Lozan, Çağrı Erhan (Der.), Ankara: T. C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003, s. 251.
175 ÜRER, s. 201-202.
106
mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de öteki Türk
uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı garantilerden yararlanacaklardır.
Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla,
dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim
kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini
serbestçe kullanmak ve dinsel ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit
hakka sahip olacaklardır.” denilmektedir. Bu maddede, sadece gayrimüslim
vatandaşlara kendi eğitim kurumlarını kurma ve kendi dillerini eğitim dili
olarak
kullanma
hakkı
tanınmıştır.
Son
olarak
Türkiye’nin,
Sevr
Antlaşması’nda yer alan kilise, okul ve adalet konularında başta sultanlarca
verilmiş fermanlar ve özel buyruklar olmak üzere çeşitli düzenlemelerle
tanınmış ayrıcalıklar ve bağışıklıkları tanıma zorunluluğu Lozan’da ortadan
kaldırılmıştır 176.
1982 Anayasası da eğitim alanında uluslar arası yükümlülüklerin ifası
ve özellikle yabancıların müktesep haklarının korunması açısından, eğitim
hakkına
ilişkin
42’nci
maddenin
9’uncu
fıkrasının
son
cümlesinde:
"Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır" demektedir. Bundan azınlık
okullarının kastedildiği açıktır.
1844 yılında Fener Patrikhanesi’nin kendi din adamlarını yetiştirmek
amacıyla
kurduğu
Heybeliada
Ruhban
Okulu,
1971’de
Anayasa
Mahkemesi’nin özel yüksek okulların devletleştirilmesine karar vermesi
üzerine kapatılmıştır. Bu nedenle Patrikhane kendi ihtiyacını karşılayacak
yeni din adamları yetiştirememektedir.
177
Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi
çerçevesinde azınlıklara her türlü okulu kurma konusunda eşit haklar verilmiş
olduğuna göre, Türkiye’de 1980’lerden sonra kurulan özel vakıf üniversiteleri
gibi Heybeliada Ruhban Okulu’nun da açılabileceği düşünülmüştür. Ancak
askeri ve dinsel okulların sadece devlet eliyle kurulabileceğini söyleyen
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Kanunu nedeniyle okulun tekrar açılması
176 Baskın ORAN, “ Lozan’ın Azınlıkların Korunması Bölümünü Yeniden Okurken” AÜSBFD
(Prof. Dr. Yılmaz Günal’a Armağan), C. 49, No: 34 (HaziranAralık 1994), s. 286-287; ORAN,
Türk Dış Politikası, s. 238.
177 KESKİN, “Azınlıklar Konusu”, Yaşayan Lozan, Çağrı Erhan (Der.), Ankara: T. C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003, s. 251.
107
mümkün olamamıştır. Diğer taraftan, AB’ye adaylık sürecinde yapılan
reformlar çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yeniden
gündeme gelmiştir .
3.4.3. Diğer Azınlık Hakları Uygulamaları:
Lozan’a göre Özetlersek; Türk vatandaşı olan gayrimüslim azınlıklar,
medeni
ve
siyasi
haklardan
Müslümanlarla
eşit
olarak
istifade
edecekler;Türkçe'den başka bir dili, hususi veya ticari münasebetlerinde, dini
işlerinde, gazete ve her türlü neşriyat faaliyetleriyle mahkemelerde
kullanabilecekler; masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır, din ve
eğitim müesseseleri ihdas, idare ve kontrol etmek ve buralarda kendi dillerini
serbestçe kullanmak hakkına sahip olacaklardır.
Bu hakları, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasa ile de olsa
değiştiremez; çünkü bunların uluslar arası niteliği vardır. Azınlıkların bu
hakları, o zaman, şimdiki BM’in yerine kaim olan Milletler Cemiyeti'nin kefaleti
ve kontrolü altına alınmıştır. Türkiye, Lozan Barış Antlaşmasının 44’üncü
maddesiyle, bu hakların "Beynelminel menfaati haiz taahhüdat şekli
etmelerini ve Cemiyeti Akvamın kefaleti altına vaz edilmesini" kabul etmiştir.
Azınlıklar Alt Komisyonu'nda Medeni Hukuka ilişkin hakların dışında
kalan bu diğer haklar arasında özellikle, dolaşım özgürlüğü, genel af, askerlik
hizmeti, savaş koşulları yüzünden dağılmış aileler ve bunların mallarının geri
verilmesi ve azınlıkların dini statüsü (veya hakları) gibi konularda çetin
tartışmalar çıkmıştır. Ancak tüm tartışmalar sonunda gayrimüslim azınlıklar,
Osmanlı devleti döneminde sahip oldukları imtiyazlı haklarının önemli bir
kısmını, Cumhuriyet rejiminde de koruma imkanını elde etmişlerdir.
Türkiye’de, başta 1982 Anayasası olmak üzere bazı hukuksal düzenlemede
açık bir biçimde ifadesini bulan resmi görüşe göre, Lozan Antlaşması’yla
tanınan gayrimüslim azınlıklar dışında başka bir azınlık yoktur.
108
Söz konusu yaklaşımın temel kaynağı, 1982 Anayasası’nın Başlangıç
bölümünde yer alan “Türk varlığının devleti ve ülkesi ile bölünmezliği” ilkesi,
yine bu ilkenin tekrarlandığı, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçedir.” seklindeki 3. maddesi ve 1, 2, ve 3. Maddelerin
“değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceğini” öngören
4. maddedir .Genel olarak, Türkiye’deki azınlık mevzuatı ve uygulamalarına
bakıldığında, Anayasa’nın 66. maddesindeki, vatandaşlığı tanımlayan ve
Türk olmayı devletle birey arasındaki hukuksal ilişkiye, yani vatandaşlığa
bağlayan çağdaş hüküm ile mevzuattaki bazı hükümler çatışmakta ve Türk
kelimesine
verilen
anlam
çerçevesinde
çeşitli
ayrımcı
uygulamalar
görülmektedir .
3.5. AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN YASA
DEĞİŞİKLİKLERİ
3.5.1. 2001 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri
Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde sonra Türkiye yoğun bir reform
sürecinden geçerek AB siyasi kriterlerine uyum amacıyla çok sayıda yasa ve
mevzuat düzenlemesi gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda 2001 yılında Anayasa
değişiklikleri yapılmış ve daha sonra çeşitli uyum paketleri çıkarılmıştır. 2001
Anayasa değişikliği bugüne kadar 1982 Anayasasında yapılan altıncı ve en
kapsamlı değişiklik paketidir. Daha önce yapılan değişikliklerde 1987’de üç
madde ve bir geçici maddede; 1993’de bir maddede; 1995’de Başlangıç ve
15 maddede, 1999’da önce bir maddede daha sonra üç maddede değişiklik
gerçekleştirilecektir. 3 Ekim 2001’de kabul edilip 17 Ekim 2001 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 No’lu “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun”la yapılan
109
2001 değişiklik paketinde178 ise 1982 Anayasasının Başlangıcı, 32 maddesi
ve bir geçici maddesi değiştirilmiştir.179 Türkiye Büyük Millet Meclisi
(TBMM)’nce 3 Ekim 2001 tarihinde kabul edilip, 17 Ekim 2001 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”, 1982
Anayasasının
32
maddesiyle
Başlangıç
bölümünde
gerçekleştirilen
değişiklikleri kapsamaktadır. TBMM Partiler Arası Uzlaşma Komisyonunun
kabul ettiği metinde, Anayasanın 37 maddesinde değişiklik yapılması
öngörülmüş, ancak bunlardan üçü TBMM Genel Kurulunda yeterli çoğunluğu
sağlayamayarak reddedilmiş, TBMM üyelerinin ödenek ve yolluklarına ilişkin
biri de, Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmuştur. Değiştirilen
madde sayısına bakıldığında, bu değişikliğin, 1982 Anayasasının kabulünden
bu yana gerçekleştirilen en kapsamlı değişiklik olduğu göze çarpmaktadır.
Konumuz gereği adı geçen değişiklikte azınlık haklarını ilgilendiren
maddelerin 1982 Anayasası’nda yer alan sekli ile 4709 No’lu Kanun
çerçevesinde bu maddelerin değişime uğramış halleri karsılaştırılacaktır.180
3.5.1.1. Madde 26: Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti
1982 Anayasası ilgili bölüm; Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek basına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber
veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine
bağlanmasına
engel
değildir.
Bu
hürriyetlerin
kullanılması,
suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile
178 2001 yılı Ekim ayında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri için bkz.Yalçın AKDOĞAN:Kırk
Yıllık Düş:Avrupa Birliği’nin Siyasal Geleceği ve Türkiye, (İstanbul:Alfa Yayınları,2004),7078;Baskın ORAN:Türkiye’de…,113-115
179 Ercüment TEZCAN:”Helsinki’den 3 Ekim’e:Müzakerelere Giden Sürecin Dünü,Bugünü,Yarını”,
Avrasya Dosyası,C11,S.1,(2005),s.17
180 SARAÇLI,a.g.e.s.144-145
110
hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
Düşüncelerin
açıklanması
ve
yayılmasında
kanunla
yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya
basılı ağıtlar, plaklar, ses ve görüntü bantları ile diğer anlatım araç ve
gereçleri usulüne göre verilmiş hakim kararı üzerine veya gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle toplattırılır.
Toplatma kararını veren mercii bu kararını, yirmi dört saat içinde yetkili
hakimine bildirir. Hakim bu uygulamayı üç gün içinde karar bağlar. Haber ve
düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere,
bunların yayımını engellemek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 26. maddesinde yapılan
değişikliğe göre 2. fıkrada yer alan “Bu hürriyetlerin kullanılması” ibaresinden
sonra gelmek üzere “Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği,
Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünün korunması” ibareleri eklenmiştir. 26. Maddede yer alan 3. fıkra
tamamen kanun metninden çıkarılmıştır. Maddeye son fıkra olarak
“Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak
sekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir” ibaresi eklenmiştir.
3.5.1.2. Madde 28: Basın Hürriyeti
1982 Anayasası ilgili bölüm; “Basın hürdür, sansür edilemez, Basımevi
kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Kanunla
yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamaz. Devlet, basın ve haber alma
hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır…..”
181
Değiştirilen Bölüm: 1982
Anayasası’nın 28. Maddesinin ikinci fıkrası 3.10.2001-4709/10 kapsamında
kanun metninden çıkarılmıştır.
181 Uyum Paketleri ile yapılan düzenlemeler için bkz.Yalçın AKDOĞAN:a.g.e.88-112
111
3.5.1.3. Madde 33: Dernek Kurma Hürriyeti
1982 Anayasası ilgili bölüm: "Herkes, önceden izin almaksızın dernek
kurma hakkına sahiptir. Dernek kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve
belgelerin, yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna
aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, derneğin faaliyetinin durdurulması
veya kapatılması için mahkemeye başvurur. Hiç kimse bir derneğe üye
olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak sekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.182
Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hakim kararıyla kapatılabilir
veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, milli güvenliğin, kamu düzeninin, suç
islenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği
hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir mercii, derneği faaliyetten
men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi dört saat içerisinde görevli
hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi
halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.183
Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarına
ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına kanunla sınırlamalar
getirilmesine engel değildir. Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da
uygulanır". Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 33. Maddesi 3.10.20014709/12. Madde kapsamında aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir; “Herkes,
önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten
çıkma hürriyetine sahiptir. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye
kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyeti ancak, millî güvenlik, kamu
düzeni, suç islenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile
başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak sekil, şart ve
usuller kanunda gösterilir. Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hâkim
kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, millî güvenliğin,
182 TEZCAN,”Uyum yasaları çerçevesinde Türkiye-AB İlişkilerine Genel Bakış” Stratejik
Analiz,C.4,S.41,(Eylül 2003)s.37-40
183 AKDOĞAN,a.g.e.,s.81-85
112
kamu düzeninin, suç islenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut
yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir
merci, derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi
dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.
Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarına
ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına kanunla sınırlamalar
getirilmesine engel değildir. Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da
uygulanır.”
3.5.1.4. Madde 66: Türk Vatandaşlığı
1982 Anayasası ilgili Bölüm: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür.
Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlığı kanunla
düzenlenir. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak
kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla
bağdaşmayan
bir eylemde
bulunmadıkça
vatandaşlıktan
çıkarılamaz.
Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karsı yargı yolu
kapatılamaz.”
Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 66. Maddesi’nin ikinci
fıkrasının ikinci cümlesi olan “Yabancı babadan ve Türk anadan olan
çocuğun vatandaşlığı kanunla düzenlenir.” ibaresi 3.10.2001-4709/23. Madde
kapsamında kanun metninden çıkarılmıştır.
2001
yılında
gerçekleştirilmiş
olan
Anayasa
değişiklikleri
incelediğimizde özet olarak karsımıza temel hak ve özgürlüklerle ilgili
sınırların daraltıldığı, temel hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişletildiği,
dernekler ile ilgili getirilmiş olan değişikliklerle dernek kurulması ile ilgili
sürecin kolaylaştırıldığı, ayrımcılığın önlenmesi konusunda pozitif adımların
atıldığı görülmektedir. 2001 Anayasa değişiklikleri Türkiye’nin AB sürecinde
113
atmış olduğu önemli adımlar arasında yerini almıştır. Bunu İlerleme
Raporları’nda da görebilmekteyiz.
3.5.2. 2004 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri
3.5.2.1. Madde 30: Basın Araçlarının Korunması
1982 Anayasası ilgili Bölüm: “Kanuna uygun şekilde basın isletmesi
olarak kurulan basımevi ve eklentileri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğü, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve milli güvenlik aleyhinde işlenmiş bir
suçtan mahkum olma hali hariç, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve
müsadere edilemez ve isletilmekten alıkonulamaz.”
Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasasının 30. Maddesi 7.5.2004-5170/4.
maddesi kapsamında aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir; “Kanuna uygun
şekilde basın isletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın
araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya
isletilmekten alıkonulamaz.”184
3.5.2.2.Madde 90: Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma
1982 Anayasası İlgili Bölüm: “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı
devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına
bağlıdır.Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı
asmayan antlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek,
kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına
dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu
antlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bilgisine sunulur. Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama
184 Baskın ORAN:Türkiye’de….s.116
114
antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî,
teknik veya idarî antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun
bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik,
ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren antlaşmalar, yayımlanmadan
yürürlüğe konulamaz185.
Türk
kanunlarına
değişiklik
getiren
her
türlü
antlaşmaların
yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.”
Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 90. maddesine 7.5.20045170/7. md. kapsamında son fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir;
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere iliksin
milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi
nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri
esas alınır.”
3.5.3. AB İLERLEME RAPORLARINDA AZINLIK HAKLARI
Avrupa Komisyon’u tarafından hazırlanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
AB üyelik sürecindeki etapları anlatan ilerleme raporlarından ilki 1998
tarihinde yayınlanmıştır. İlerleme raporları, Giriş ve Üyelik Kriterleri ile ilgili
bilgi verilmesinin akabinde Politik Kriterler, Ekonomik Kriterler, Üyelik
Yükümlülüğünü Üstlenme Yeteneği ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikaları
baslıklarını içermektedir.
Aynı
zamanda
ilerleme
raporlarında
bir
sonuç
kısmına
yer
verilmektedir. Konumuzla ilgili olarak azınlık hakları İlerleme Raporları’nda
Politik Kriterler Başlığı altında, İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması
kısmında irdelenmektedir. 1998 tarihinden itibaren yayınlanmaya başlayan
185 Sevtap YOKUŞ:”Türkiye’de Avrupa Birliği’ne Uyum Hedefli Anayasal Değişimde Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin Esas Alınması” Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,(2005/I),s.175176
115
bu raporlar 2010 itibariyle toplam 15 adet olup Türkiye Cumhuriyetinin AB
tarafından bir fotoğrafı olarak alınabilir. Bu kısımda, Azınlık haklarının
ilerleme Raporları ekseninde çekilen fotoğrafına değinilecektir. Ancak,
ilerleme raporları incelenirken konumuz gereği yalnızca Türkiye Cumhuriyeti
tarafından
resmen
tanınan
azınlık
gruplarına
yönelik
incelemeler
irdelenmiştir.
1998 yılında yayınlanan ilk ilerleme Raporu’nda186 Azınlık Hakları ve
Azınlıkların Korunması Başlığı altında AB’nin Türkiye’nin azınlık uygulamaları
hakkında belirttiği görüş öncelikle nüfus kriterini ele almaktadır. Buna göre
“Türkiye’nin nüfusu 62 milyondan fazladır. Lozan Antlaşması’na göre, T.C.
Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan ilerleme Raporları ile ilgili tüm
veriler Avrupa Birliği Genel Sekreterliği internet sayfasında yer alan ilerleme
Raporları’nın gayri resmi tercümelerinden derlenmiştir.
Bununla birlikte Rapor’da sayılan azınlıkların, kendi kiliselerini,
okullarını
ve
hastanelerini
serbestçe
yönettikleri,
bu
üç
azınlığın
mensuplarının yetkili makamlara kayıt yaptırmakla yükümlü oldukları ve bu
azınlıkların üyelerinin kimlik kartlarında onların mensubiyetleri belirtildiği
yazmaktadır. İçişleri Bakanlığında, azınlıklar ile ilgilenen bir dairenin mevcut
olduğu belirtilmektedir.187 1998 tarihinde yayınlanan ilerleme Raporu’nda
tanınan azınlık gruplarına yönelik incelemenin kısa tutulması ve bununla
birlikte
asli
unsur
olarak
sayılan
gruplara
yönelik
çalışmaların
ve
araştırmaların yapılmış olması bu tarihli raporun Türkiye’deki azınlık
bireylerine tanınan haklar konusunda çok detaya girmediğini göstermektedir.
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 1999
Düzenli Raporu’na188 bakıldığında ise 1998 yılında yayınlanan raporda yer
aldığı gibi resmen tanınan gayrimüslim azınlıklara ilişkin bir yorumun yer
186 Commission of the European Communities (1998), “1998 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:16.
187 Commission of the European Communities (1998), “1998 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:17.
188 Commission of the European Communities (1999), “1999 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi: :16.03.2010), s:6.
116
almadığı göze çarpmaktadır. Yalnızca konumuzla ilgili olarak “Ulusal
Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme” ve “Bölgesel Diller veya
Azınlık Dilleri Avrupa Şartı”ndan söz edilmekte ve bu belgelere atıf
yapılmaktadır.
Türkiye’nin Katılım Yolunda ilerlemesi Üzerine Komisyon’un 2000
Düzenli Raporu’na189 bakıldığında ise Türkiye Cumhuriyeti’nin, “Ulusal
Azınlıkların Korunması için Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi”ni henüz
imzalamadığı ve Lozan Antlaşması ile tarif edilenlerden başka azınlıkları
tanımadığı belirtilmektedir. Bunun haricinde 2000 tarihli İlerleme Raporu’nun
azınlık hakları ile ilgili kısmında gayrimüslim azınlıklara yönelik herhangi bir
bilgi bulunmamaktadır.Ancak, Medeni ve Siyasi haklar başlığı altında
gayrimüslim azınlıkları ilgilendiren olumlu bilgilere yer verilmiştir. Buna göre
“…din özgürlüğü ile ilgili olarak, Yahudi cemaati yanında, Yunan Ortodoks,
Ermeni, Katolik ve Süryani Ortodoks Kiliseleri basta olmak üzere, bazı gayri
Müslim cemaatlere yönelik daha büyük bir hoşgörü olduğunu gösteren
işaretler vardır. Aralık 1999’da, yetkili makamların yayınlamış olduğu bir
genelgeye göre, dinsel cemaatler, hayır ve ibadet binalarını tamir etmek için
devletten izin almak zorunda olmayacaklardır. Genel olarak, bu olumlu
yaklaşım daha da geliştirilmeli ve, 1923 Lozan Antlaşması’nın kapsamına
girsinler veya girmesinler, gayri Müslimlerin somut talepleri, Heybeliada
ruhban okulunun kapalı kalmaya devam etmesi konusu dahil, gerektiği gibi
incelenmelidir…”
olarak
ilerleme
Raporu’nda
yerini
almıştır.
Azınlık
bireylerinin dilsel haklarına yönelik araştırma kısmı ise ilerleme Raporu’nun
“Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” alt başlığı altında incelenmiş ve Lozan
Antlaşması kapsamında tanınan azınlık bireylerine ilişkin dillerin kullanımı
açısından bir problemin bildirilmediği belirtilmiştir. Söz konusu Rapor’a göre
“…Lozan Antlaşması’nın kapsamı dışındaki gruplara mensup olanlar için,
özellikle TV/radyo yayıncılığı ve eğitim açısından, durum iyileşmemiştir.
189 Commission of the European Communities (2000), “2000 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi: 16.03.2010), s:15.
117
190
3984 sayılı yasa, evrensel kültürün ve bilimin gelişmesine katkıda
bulunacak diller hariç, radyo ve televizyon yayınlarının Türkçe olmasını
öngörmektedir” ifadesi yer almaktadır. Eğitim konusunda ise Milli Eğitim
Bakanlığı’nın izni alınmaksızın baksa dillerde eğitim söz konusu olamayacağı
belirtilmektedir.191
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2001
Düzenli Raporu’na192 bakıldığında ise 29 ve 30. sayfalarda yer alan Azınlık
Hakları
ve
azınlıkların
Korunması
alt
başlığında
Türkiye’nin
Ulusal
Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmeyi imzalamadığı ve halen
1923 tarihli Lozan Antlaşması’nı temel belge olarak kabul ettiğini belirtildiği
görülmektedir.2001 tarihli İlerleme Raporunda da gayrimüslim azınlıklara
yönelik değerlendirmeler “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı altında
irdelenmiştir. Buna göre azınlık bireylerine tanınan basın hakkı kapsamında
Anayasa değişikliğine değinilmiş (md.28) ve “Kanunla yasaklanan dillerde
yayın yapılamaz” ibaresinin kaldırılmasını olumlu bir gelişme olarak
yorumlamıştır. Ancak, Rapor bu değişikliğe istinaden mevzuatta diğer
değişikliklerin yağılmasını da önermektedir. Rapor’da basın hakkına yönelik
Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından uygulanan bir yönteme
gönderme yapılmakta ve bu uygulamanın kaldırılması talep edilmektedir.
Buna göre, RTÜK tarafından gerçekleştirilen basın organlarının kapatılması
negatif bir gösterge olarak yorumlanmaktadır. Yine 2001 tarihli İlerleme
Raporu incelendiğinde din özgürlüğü alanında olumlu görüşlere değinildiği
gözlemlenmektedir. Rapor’a göre “…gayrimüslim topluluklara yönelik artan
bir hoşgörü olduğu…” düşüncesi mevcuttur.
193
Dinsel anlamda tanınan
hoşgörüden anlatılmak istenen Devlet yetkililerinin dinsel tören ve ayinlere
karsı olan hoşgörülü ve yapısı tutumu olmakla birlikte Kilise ve azınlık
190 Commission of the European Communities (2000), “2000 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:17,18,19.
191 İktisadi Kalkınma Vakfı, “2000 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”,
http://www.ikv.org, 10 Ekim 2000.
192 Commission of the European Communities (2001), “2001 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:18.
193 Commission of the European Communities (2001), “2001 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:28,29.
118
vakıfları ile ilgili düzenlemelerde bu kurumlara ait binaların restorasyonu için
daha önceden alınması gerekli olan izin zorunluluğunun kaldırıldığı olumlu bir
gelimse olarak belirtilmektedir. Rapor’da din özgürlüğüne ilişkin olumsuz
olarak nitelendirilebilecek kısım ise azınlık gruplarına ait kiliselerin basta mülk
edinme sorunu olmak üzere halen birtakım sıkıntılarla karsı karsıya
olduğunun belirtilmesidir.
2001 tarihli ilerleme Raporu’nun “Ekonomik,
Sosyal ve Kültürel Haklar” kısımlı alt baslığı incelendiğinde gayrimüslim
azınlıklara yönelik Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddelerindeki değişiklikler
olumlu bir gösterge olarak anılmaktadır (26. ve 28. maddeler Basın-Yayın
özgürlüğü
kapsamında
gerçekleştirilen
Anayasa
Değişiklikleri’ni
ifade
etmektedir).
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2002
Düzenli Raporu’na
194
bakıldığında ise 33 ve 34. sayfalarda yer alan Azınlık
Hakları ve Azınlıkların Korunması alt başlığında “Ulusal Azınlıkların
Korunmasına iliksin Çerçeve Sözleşme”nin henüz imzalanmadığı ve halen
1923 tarihli Lozan Antlaşması’nda tanınan azınlıkların resmen tanındığı
belirtilmektedir. İlerleme Raporu’nun Azınlık haklarına ilişkin kısmında
gayrimüslim azınlıklara ilişkin herhangi bir ibare yer almamakla birlikte olumlu
bir gelişme olarak Ulusal Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek Komiseri ile
görüşmelere başlanması ifade edilmiştir. 2002 ilerleme Raporu’nun “Medeni
ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında basın-yayın hakkı ile ilgili olumlu bir
gelişmeden söz edilmektedir. Üçüncü Reform Paketi’nde yer alan bu
değişikliğe göre, “…RTÜK Kanunu, Türk vatandaşlarının günlük hayatlarında
geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin yayını serbest bırakmak
amacıyla değiştirilmiştir…” ibaresi yer almaktadır.195 Yine aynı alt baslıkta,
dernek kurma özgürlüğü ile ilgili yapılan olumlu düzenlemelerden söz
edilmiştir. Söz konusu Rapor’da Ekim 2001 Anayasa Değişikliği ve İkinci
Reform Paketi ile ilgili değişikliklere atıf yapılmaktadır. Dernek kapatma
194 Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:18.
195 Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:28.
119
sebeplerinin sınırlandırılmış olması ve suç isleme ihtimalinin mevcut olması
gerekçelerinin kaldırılmış olması olumlu gelişmeler olarak belirtilirken,
kanunla yasaklanan diller ifadeleri tamamen kaldırılmıştır. Bununla birlikte
dernek kurma yasının da 21’den 18’e düşürülmesi olumlu bir gelişme olarak
aktarılmıştır. Yine Üçüncü Reform Paketi’nde konu ile ilgili olumlu gelişmeler
gözlenmiş ve dernek faaliyetlerine yönelik kısıtlamalar kaldırılmıştır. Ancak,
Rapor’a göre halen dernek kurma hakkına ilişkin bir takım sınırlamalar
mevcuttur. Bu sınırlamaların en basında, ön izin sistemi yer almakta ve buna
bağlı olarak dernek çalışmalarının hantal bir hale büründüğü olumsuz bir
görüş olarak Rapor’da yer almaktadır.
2002
tarihi
ilerleme
Raporunda,
196
azınlık
bireylerinin
din
özgürlüklerine ilişkin olarak din özgürlüğünün güvence altında olduğunu
belirtmiş ve Ağustos 2002 tarihli Reform Paketi’nde yer alan sıkıntıların
varlığından da söz edilmiştir. Buna göre, “…Müslüman olmayan dini
topluklar, Türkiye’de, tüzel kişiliklerinin ve mülk edinme haklarının almaması
ve din adamı yetiştirme yasağına ilişkin sorunlarla karşılaşılmıştır…” ifadesi
yer almaktadır. Rapor’a göre Türkiye’de bulunan gayrimüslimlere ilişkin
taşınmaz sorunları halen daha devam etmekte ve 1936 tarihli Beyanname ile
ilgili
mülk
edinme
sıkıntılarının
varlığından
söz
edilmektedir.
1936
Beyannamesine istinaden hazırlanan taşınmaz malların listesi haricinde var
olan taşınmazların Devlet malı olarak belirtildiği vurgulanmakta ve bunun
uygulamada sorunlara neden olduğu aktarılmaktadır. Rapor’da mülkiyet
haklarına ilişkin düzenlemelerin Üçüncü Reform Paketi ve Dernekler
Kanunda yapılan değişiklikle ele alındığı belirtilmektedir. Buna göre,
“…Cemaat Vakıfları, Ağustos 2002’de, Vakfiyeleri olup olmaksızın mülk alım
satımına yetkili kılınmışlardır…” ibaresinden yola çıkarak konu hakkında
bilgilendirmeler içeren Rapor, bu konuda yapılan çalışmaların belli sıkıntıları
halen içerdiğini belirtmektedir. Rapor’da, dini azınlıklara ilişkin sıkıntılar
“…taşınmazların kiralanmasının yasaklanmaya devam edilmesi...” ve “…dini
azınlıkların din adamı yetiştirmeleri konusundaki sıkıntılar…” olarak ifade
196 Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:42.
120
edilmiştir. Dini Cemaatlerin kendi okullarına sahip olmaları ancak bu
okullarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan bir müdür yardımcısının
varlığı olumsuz nitelik olarak belirtilmektedir. Yine Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından önerilen bir düzenleme okullardaki din derslerinin içerikleri ile ilgili
değişikliği
içermektedir.
Milli
Eğitim
Bakanlığı
tarafından
Hıristiyan
Cemaatlere din dersleri için kullanılması öngörülen kitaplarda yer alması
amacıyla taslaklar hazırlanması teklifi sunulmuştur.
Söz konusu Rapor’da Türkiye’nin dinsel azınlıklarına ilisin bir diğer
olumlu gelişme ise, “…Türk Devleti, uluslararası seviyedeki dinler arası
diyalogda daha fazla yer almakta ve dini eğitim konusunda daha kapsayıcı
bir yaklaşım izlemektedir…” olarak belirtilmektedir. “Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar” alt başlığı kapsamında, kültürel haklara ilişkin, Anayasa’nın
26. maddesi’nin değiştirilmesine istinaden gerçeklesen olumlu gelişmelerden
söz edilmiş, Üçüncü Reform Paketi vasıtasıyla öngörülen basın-yayın
hakkına ilişkin olumlu gelişmelerden söz edilmiştir.
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2003
Düzenli Raporu’na197 bakıldığında ise 35 ve 37. sayfalarda yer alan Azınlık
Hakları ve Azınlıkların Korunması alt baslığında Ocak 2003 yılında Ulusal
Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek Komiseri’nin Türkiye’ye yapmış olduğu
ziyaret olumlu olarak dile getirilirken ilk görüşmeden bir sonucun çıkmamış
olmaması belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından imzalanan BM
Medeni ve Siyasal Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 27. maddesine
konulan çekince belirtilmektedir. Türkiye’nin Sözleşme’nin bu maddesine
çekince koyarak imzalaması oldukça sıkıntılı bir sürece yol açmaktadır.
2003 yılına ait ilerleme Raporu’nda azınlık gruplarının şikayetlerine
istinaden ders kitaplarındaki düşmanlık hissi besleyen ifadelerin varlığından
söz edilmektedir. Yine MEB tarafından okullarda uygulanması öngörülen
tarihi olaylar hakkındaki konferans ne kompozisyon yarışması olumsuz bir
197 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:15.
121
gelişme
olarak
aktarılmaktadır.
Rum
azınlıklara
yönelik
okullaşma
süreçlerinde yaşanan sıkıntılar yine 2002 Raporu’nda yer almaktadır.
Özellikle bu okullarda öğretmen istihdamı ve eğitim materyallerinin
onaylatılmasındaki sıkıntılar devam etmektedir. Yine konu ile ilgili bir diğer
olumsuz ibare ise Gayrimüslim okullarına kayıt yaptırmak isteyen bireylerin
yalnızca Gayrimüslim babadan olma koşulu uygulamada sorunlara neden
olmaktadır. 2003 İlerleme Raporu’nun “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı
kapsamında Altıncı Uyum Paketi ile gerçekleştirilen ve basın-yayın hakkına
ilişkin gelişmelerden söz edilmiştir.198 Buna göre “…Türk vatandaşlarının
günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları dil ve lehçelerde yayın
yapılması imkanı, TRT'ye ilaveten, özel istasyonlara da temsil edilmiştir…”.
Yine Medeni ve Siyasi Haklar alt başlığı kapsamında dernek kurma
özgürlüğüne dayalı olarak Dördüncü Uyum Paketi’ndeki değişikliklerden söz
edilmiş ve Gayrimüslim azınlıkların dernek yazışmalarında belirli bir dile bağlı
kalmaksızın yazışma yapabilecekleri belirtilmiştir. Ancak, Dördüncü ve Altıncı
Uyum Paketleri’nde yer alan dernek kurmaya yönelik çıkarılan yasaların
yetersizliğine vurgu yapılmaktadır.Din özgürlüğüne ilişkin Rapor’da yer alan
bilgilere göre, mülkiyet hakkı ve ibadethane açılması hakkında hazırlanan
düzenlemeler olumlu olarak addedilmiştir.
Rapor’a
göre,
“…bu
düzenlemelerin
etkileri
sınırlı
kalmıştır.
Gayrimüslim dini azınlıklar, tüzel kişilik, mülkiyet hakkı ve iç yönetim
konularında ciddi engellerle ve din adamı yetiştirme yasağıyla karsılaşmaya
devam etmektedirler…” ifadeleri konu hakkında mevcutta yaşanmakta olan
sıkıntıları belirtmektedir. 2003 yılında dini liderler mevcut sorunların
çözümüne ilişkin Türk makamlarından görüşme talebinde bulunmuşlardır.
Dördüncü Uyum Paketi kapsamında Vakıflar Kanunu’ndaki değişikliğe
istinaden Ocak 2003 tarihinde bir yönetmelik hazırlanmıştır.199 Rapor, söz
konusu
yönetmelikteki
mülkiyet
hakkı
üzerine
yapılan
sınırlamaların
198 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:23.
199 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:25.
122
kaldırıldığından söz etmektedir. Taşınmaz malların tesciline ilişkin izin
uygulamasının kaldırılması konu ile ilgili olumlu bir gelişme olarak
belirtilmektedir. Konu ile ilgili bir diğer gelimse ise Altıncı Uyum Paketiyle
birlikte, azınlık vakıflarının taşınmaz mal tescili için başvuru sürelerinin 6
aydan 18 aya uzatılması belirtilmektedir. Rapor’da
belirtildiği üzere
Gayrimüslimlerin taşınmazlarına ilişkin sıkıntı süreç içerisinde devam
etmektedir.
Rapor’da belirtilen bir diğer önemli gelişme ise Eylül 2003 yılında
yayınlanan bir genelgeye göre, “cami” ibareleri “ibadet yeri” olarak
değiştirilmiş ve Kilise ve Sinagoglar düzenleme kapsamına dahil edilmiştir.
Dini azınlıkların din adamı yetiştirmeye yönelik sorunları mevcutta devam
etmektedir. 2002 yılı ilerleme Raporu’nda söz edilen dini azınlıkların
Müslüman müdür yardımcısına ilişkin sıkıntıları 2003 yılı İlerleme Raporu’nda
da yer almıştır. Temmuz 2003 yılında Türk makamları ve Avrupa Komisyonu
temsilcilerinin katıldığı din özgürlüğü temalı bir toplantı gerçekleştirilmiştir.
Toplantının
sonuçlarına
göre
Türkiye’deki
mevcut
uygulamaların
geliştirilmesinin gerekliği ortaya çıkmıştır.200
Türkiye’nin Katılım Yolunda ilerlemesi Üzerine Komisyon’un 2004
Düzenli Raporu’na201 bakıldığında ise 40 ve 43. sayfalarda yer alan Azınlık
Hakları ve Azınlıkların Korunması alt başlığında Türkiye Cumhuriyeti
tarafından insan haklarına yönelik antlaşmalarda azınlık haklarına ilişkin
kısımlara konulan çekincelerin sıkıntı yarattığından söz edilmektedir. 2002 ve
2003 yılları İlerleme Raporları’nda söz edilen AGİT Komiseri’nin ziyaretinden
halen bir sonuç meydana gelmemiştir. Türkiye halen Ulusal Azınlıkların
Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmeyi ve Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri
Avrupa Şartını imzalamamıştır. Türkiye, kamu makamlarının ayrımcılık
yapmasını yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 12 sayılı
Ek Protokolünü de henüz imzalamamıştır.
200 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:37.
201 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:15.11.2007), s:28.
123
Ocak 2004 tarihinde gizli bir kararname ile oluşturulan ve azınlıkların
güvenlik gerekçeleri ile izlenmesini öngören “Azınlık Tali Komisyonu”
feshedilmiştir. Bununla birlikte, Gayrimüslim azınlıkların sorunlarını çözmek
amacıyla İçişleri, Eğitim, Dışişleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden sorumlu
Bakanlardan
oluşan
bir
“Azınlık
Sorunlarını
Değerlendirme
Kurulu”
oluşturulmuştur. İlerleme Raporu’nda Gayrimüslim azınlıkların mevcutta üst
düzey idari ve askeri görevlere gelmekte güçlük çektikleri belirtilmektedir.
Okul ders kitaplarındaki sıkıntılar halen devam etmekte olup, konu ile ilgili,
resmi makamlar tarafından incelemeler başlatılmıştır.
202
Mart 2004 yılında,
yayınlanan bir Genelge’ye istinaden okullardaki ders kitaplarında ayrımcılık
yasağına iliksin ibareler yer almıştır. Gayrimüslim okullarındaki Müslüman
müdür yardımcısı sorunu devam etmektedir. Olumlu bir gelişme ise anneleri
gayrimüslim olan çocukların da bu tarihten itibaren gayrimüslim okullarına
kayıt yaptırabilme hakkına sahip olunmuş olmasıdır. Ancak, bu uygulamada
belirleyici makam MEB olacaktır.
2004 İlerleme Raporu’nda Rum cemaati ile ilgili iki sorun karsımıza
çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, “…yeni eğitim malzemelerinin onaylanması
ve dışarıda eğitim görmüş öğretmenlerin diplomalarının tanınması konusu…”
diğeri ise
“… Rum azınlık öğretmenlerine, 2003’te yürürlüğe giren İs
Kanunu’na ve Türk kökenli meslektaşlarının durumu ile çelişen biçimde
sadece bir okulda çalımsa izni Verilmemesi”dir. Ermeni cemaati ise, Ermeni
lisanının
öğretilmesinin
yetersizliği
konusundaki
kaygılara
istinaden
sorunlarını dile getirmiştir.203
2004
yılı İlerleme Raporu’na
göre,204 Türkiye
kültürel haklar
konusunda önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Özellikle Anayasa değişiklikleri
Rapor
tarafından
olumlu
olarak
nitelendirilmektedir.
2004
İlerleme
Raporu’nun “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında yer alan görsel
202 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:34.
203 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:36.
204 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:42.
124
yayına ilişkin Türkiye’nin göstermiş
olduğu gelişmelerden bahsedilmiştir.
Haziran 2004’ten itibaren Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yayın özgürlüğü
uygulaması başlatılmasına rağmen Gayrimüslim azınlık grupları tarafından
bu uygulamaya yönelik bir girişimde bulunmadığı gözlemlenmektedir. Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından, gayrimüslim vakıflar da dahil olmak üzere
getirmiş olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından fon sağlanacak olan
projelere başvuruda bulunmadan önce izin alınması şartı Rapor’da olumsuz
bir gelişme olarak ifade edilmektedir. Din özgürlüğü konusu Anayasa
tarafından
güvence
altına
alınmasına
rağmen
mevcutta
sıkıntılarla
karşılaşmaya devam etmektedir. Rapor’a göre “…Tüzel kişilikleri yoktur, mülk
edinme
hakları
sınırlandırılmıştır,
kendi
vakıflarının
yönetimine
müdahalelerde bulunulmaktadır ve din adamlarını yetiştirmelerine izin
verilmemektedir…”. 2003 yılı İlerleme Raporu’nda söz edilen Hıristiyan
topluluğun sorunlarının çözümüne ilişkin yaptığı çağrı sonucunda 2004 yılının
basında yetkili makamlarca diyalog başlatılmıştır. Aralık 2003 yılında kabul
edilen bir Genelge ile, nüfus cüzdanlarında yer alan “din” ibaresinin kolaylıkla
değiştirilmesi
düzenlemiştir.
Gayrimüslim
Vakıfların
Yönetim
Kurulları
Seçimlerinin Esas ve Usullerine İlişkin Yönetmelik Haziran 2004’te kabul
edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından dini vakıfların içişlerine
müdahale devam etmektedir. 2004 yılı ilerleme Raporu’na göre, Cami
dışında ibadethanelerin açılması için izin verilmesini sağlamak amacıyla çaba
gösterilmektedir. Ancak, bazı kiliselerin tescil edilmesini önlemek için bazı
teknik koşullar ileri sürülmesi uygulamada sıkıntılara neden olmaktadır.
Geçmiş İlerleme Raporları’nda da söz edildiği gibi din adamı yetiştirilmesi
konusundaki sıkıntılar halen devam etmektedir. Hıristiyan azınlıkların
taleplerine istinaden din dersi kitapları yeniden yazılmıştır. Bu olumlu
gelişmeye karşılık olarak, İlahiyat Fakülteleri’nden mezun olanların ve din
adamlarının, azınlıklara ait okullarda derslere girmesi sorunu halen
yaşanmaktadır.
Gayrimüslim azınlıklara ilişkin kimi etkinliklerin polis gözetiminde
olması mevcutta sıkıntılar yaratmaktadır. 2004 yılı İlerleme Raporu’nda söz
125
edilen bir diğer gelişme ise Antakya’daki Diyanet İsleri Müdürlüğü tarafından
Kasım 2003 tarihinde başlatılan ve Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler
arasında uyumlu ilişkiler geliştirmeyi amaçlayan ve çeşitli dinlerin temsil
edildiği bir Komite’nin oluşturulmuş olmasıdır.
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2005
Düzenli Raporu’na205 bakıldığında ise 40 ve 45. sayfalarda yer alan Azınlık
Hakları ve Azınlıkların Korunması alt baslığında geçtiğimiz ilerleme
Raporu’na göre bir ilerleme kaydedilmediği belirtilmektedir. 2005 yılında
hazırlanan Rapor’da göze çarpan ilk olumsuzluk, Başbakanlık İnsan Hakları
Kurulu’nca hazırlanmış olan Azınlık Hakları Raporu’nun ülke içerisinde
yaratmış olduğu kargaşaya yöneliktir. Bu ve buna bağlı olarak Türkiye
tarafından imzalanmış bazı Sözleşme’lerin azınlık haklarına ilişkin kısımlarına
yapılan çekinceler olumsuz görüşlerin meydana gelmesine neden olmaktadır.
İlerleme Raporu’nda azınlık hakları hususunda değinilen bir diğer değişiklik
ise, Ocak 2005’te İçişleri Bakanlığı’na bağlı İller idaresi Genel Müdürlüğü
gayrimüslim azınlıklara ilişkin bazı konularda azınlıkların sağlık, sosyal, kültür
ve eğitim kurumları da dahil olmak üzere, önceleri İl Emniyet Müdürlüklerinin
uhdesinde olan bazı konuların sorumluluğu üstlenmiş olmasıdır. Okullardaki
ders kitaplarında azınlıklara yönelik haksız ibarelerin yer alması durumu
halen devam etmektedir. Azınlık okullarındaki Müslüman müdür yardımcısı
uygulaması halen devam etmektedir.
Cemaatlerin, geçmiş ilerleme Raporları’nda da değinilmiş olan eğitim
kurumları ve eğitici sıkıntıları halen devam etmektedir. Ermeni Kürsüsü
kurulması Türk makamlarınca kabul edilmiş olmasına rağmen, Ermeni dili
öğretmenlerinin eğitimi hala mümkün olmamaktadır.
Bunun dışında,
taşınmaz mallara ilişkin sıkıntılar mevcut Rapor’da da yer bulmaktadır.
“Medeni ve Siyasal” haklar alt başlığında basın-yayın hakkına iliksin
düzenlemelerin devam ettiği belirtilmekle birlikte mevcutta gayrimüslim
herhangi bir azınlık grubu tarafından bu hak için talepte bulunulmamıştır.
205 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:25.
126
Yeni Dernekler Kanunu’nun Kasım 2004’te yürürlüğe girmesi İlerleme
Raporu’nda olumlu bir gelişme olarak nitelendirilmiştir. 2005 İlerleme
Raporu’nun dini özgürlüklere ilişkin görüsü olumsuz olarak nitelendirilebilir.
Rapor’a göre, “…Dini özgürlüklere ilişkin olarak, Ekim 2004’ten bu yana,
gerek mevzuat gerek uygulama bakımından sadece çok sınırlı gelimse
kaydedilmiştir.206 Dernekleri düzenleyen mevzuattaki iyileştirmelere rağmen,
mevcut yasal çerçeve, dini toplulukların, dinlerini tanıtmak ve korumak
amacıyla hukuki bir kişilikle dernek kurma hakkını hala tanımamaktadır.
Uygulamada, Gayrimüslim topluluklar önemli sorunlarla karşılaşmaya devam
etmektedirler: Bu topluluklar tüzel kişilikten yoksundurlar, sınırlı mülkiyet
hakkına sahiptirler, vakıflarının yönetiminde müdahaleyle karsılaşmakta ve
bunların kendi din adamlarını eğitmelerine izin verilmemektedir…” ibaresi
mevcutta yaşanılan sorunlara çözüm bulunamadığını aktarmaktadır. Vakıflar
Kanunu’na yönelik TBMM çatısı altında görüşülmeye devam etmektedir.
Ancak, İlerleme Raporu çıkması muhtemel yasadan çok umutlu olmamakla
birlikte Avrupa standartların aşağı seviyede olduğu görüsünü bildirmektedir.
Danıştay, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün herhangi bir vakfın yönetiminde
etkisinin azaltılması ve müdahale gücünü azaltılmasını amaçlayan bir karar
almıştır. Dolayısıyla, Danıştay tarafından alınan bu karar ile azınlık
vakıflarının hareket alanları genişlemektedir. Yine Haziran 2005 tarihinde
Danıştay, Hıristiyanlıkla ilgili program yayını yapan bir radyo istasyonu
lehinde karar vermiş, Camiler ve Hıristiyan Kiliseleri için ücretsiz su temini
konusunda esit muamele başlatılmıştır.2005 yılı İlerleme Rapor’unda göze
çarpan bir diger olumlu gelimse ise, ibadet yerleri konusunda gerçeklesen
yeniliklerdir. Gayrimüslim azınlığa ait bireylerin ibadet amacı ile kullandıkları
alanların sayısında bir artış mevcuttur. Dini Vakıflar, hala Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün müdahaleleri ile karsı karşıyadırlar.
206 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:32.
127
2005 yılı İlerleme Raporu’nda mülkiyet hakkına ilişkin düzenlemeler su
şekilde belirtilmiştir,207 “…Ocak 2003 Tüzüğüne uygun olarak yapılan 2285
mülkiyet kaydı başvurusundan 341’i kabul edilmiştir. Başvurular sadece
Tüzük’te
listelenen
161
azınlık
vakfı tarafından
yapılabilmiştir.
Dini
toplulukların yasal statüleri olmayışı nedeniyle, mevcut mülkiyetlerine el
konulması riski halen devam etmektedir ve hukuki yollarla mülkiyeti geri alma
gayretleri birçok sorunla karsılaşmaktadır. Katolik ve Protestan topluluklar
dahil bazı Gayrimüslim dini topluluklar hala kendi vakıflarını kurma hakkına
sahip değildirler ve dolayısıyla mülkiyet kaydettirme, elde etme ve elden
çıkarma hakkından mahrumdurlar…”. Gayrimüslim vatandaşların eğitim
konusundaki sıkıntıları halen devam etmekte, Heybeliada Ruhban Okulu ile
ilgili olumlu bir görüş bildirilmesine rağmen Okul’un açılmasına yönelik bir
girişimde bulunulmamıştır. Din kitaplarında Hıristiyanlarla ilgili bölüm yeniden
yazılmıştır.
Diğer İlerleme Raporları’ndan farklı olarak ilk kez 2005 yılı İlerleme
Raporu’nda gayrimüslim azınlık bireylerine yönelik aşırı gruplar tarafından
şiddet ve tehdit edici tacizlerin varlığından söz edilmektedir.208 İlerleme
Raporu’nun Medeni ve Siyasal Haklar alt baslığında son olarak Avrupa
Konseyi’ne bağlı Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karsı Avrupa Komisyonu’nun
Şubat
2005’te
Irkçılığa
ve
Hoşgörüsüzlüğe
Karsı
Avrupa
Komisyonu’nun Raporu’na göre, din eğitimi seçmeli olarak uygulanmalı ya da
tüm dini değerleri kapsamasının gerekliliği belirtilmiştir. Ayrıca, Rapor kimlik
kartlarında yer alan din hanesinin de kaldırılmasının gerektiği belirtmektedir.
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2006 Düzenli
Raporu’na bakıldığında ise 17 ve 22. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları,
Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması alt başlığında Türkiye’nin azınlık
haklarına yönelik tutumunun değişmediği belirtilmektedir. AGİT Milli Azınlıklar
207 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:32,33.
208 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress…, s:41.
128
Yüksek Komiseri tarafından başlatılan ziyaret sonucunda olumlu bir gelişme
gözlenememiştir. 209
2006 yılı İlerleme Raporu210 bu görüşmelerin gerekliliği üzerinde
durmuş ilişkilerin tekrardan başlatılmasını tavsiye etmiştir. Türkiye, 2006
yılında eğitim konusunda sınırlı olmakla birlikte ilerleme kaydetmiştir. Buna
bağlı olarak, “…Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu’nun
(ECRI) okul müfredatları ve ders kitapları ile azınlık okullarının işleyişi
hakkında 2005 yılında yaptığı tavsiyeler geçerliliğini korumaktadır. Okul
kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin kaldırılması konusunda ilave çabaya ihtiyaç
vardır. Çift müdürlük uygulaması da dahil olmak üzere azınlık okullarının
yönetimi konusu halen sorun teşkil etmektedir…” ifadeleri mevcut raporda yer
almaktadır. Rum azınlığın karsı karsıya kaldıkları eğitim ve mülkiyet hakları
ile ilgili sorunlar devam etmektedir.
“Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında öncelikle din
özgürlüğüne yönelik açıklamalar bulunmaktadır.211 Rapor’a göre ibadet
özgürlüğüne saygı genel olarak devam etmektedir. Nisan ayı içerisinde,
İçişleri, MEB ve Dışişleri Bakanlıkları, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
(ABGS) ve İstanbul Valiliği tarafından temsilcilerin oluşturduğu bir heyet
Gayrimüslim azınlık liderlerine yönelik bir ziyaret gerçekleştirmişlerdir.
Ziyaretin amacı, Gayrimüslim cemaatlerin sorunları ve olası çözüm yolları
bulma eksenindedir. Nisan 2006 itibariyle nüfus cüzdanı ve diğer kişisel
belgelerde din ibaresinin bulunması zorunluluğu kaldırılmış olmasına
rağmen, hala din ibaresini taşıyan bölümlerin varlığı ayrımcılık uygulamasının
gerçekleşebileceği ihtimalini taşımaktadır. Geçmiş İlerleme Raporları’nda
değinilen vakıflar, cemaatlerin tüzel kişiliklerinin olmaması nedeniyle ortaya
çıkan sorunlar, eğitici yetiştirilmesi ve yabancı din adamlarının Türkiye’de
209 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2005 Yılı Katılım
Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2005.pdf,
09 Kasım 2005.
210 Commission of the European Communities (2006),“2006 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:15.11.2007), s:23.
211 Commission of the European Communities (2006),“2006 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:32.
129
çalışması gibi sorunlar 2006 yılı ilerleme Raporu’nda da yer almaktadır.
212
Gayrimüslim cemaatlerin din adamlarına ve ibadet yerlerine saldırılar
yapıldığı rapor edilmiştir. Karadeniz bölgesindeki Trabzon ilinde Şubat
2006’da gerçeklesen Katolik rahip Andrea Santoro cinayeti ile ilgili duruşma
failin ağır cezaya mahkûm edilmesiyle sonuçlanmıştır. Türkiye’nin Katılım
Yolunda
İlerlemesi
Üzerine
Komisyon’un
2007
Düzenli
Raporu’na
bakıldığında ise 20 ve 23. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları, Kültürel Haklar
ve Azınlıkların Korunması alt başlığında ilk olarak azınlıkların eğitimi
konusunda gerçeklesen, Şubat 2007 tarihinde yürürlüğe giren Özel Öğretim
Kurumları Kanunu Lozan Antlaşması ile resmi makamlarca tanınan
Gayrimüslim azınlıkların azınlık okullarına sahip olmaları haklarını teyit
edilmesi
belirtilmektedir.
Ancak
bu
olumlu
bir
gelişme
olarak
değerlendirilmemektedir. Çünkü bu kanun Lozan Antlaşması kapsamında
azınlık bireylerine tanınan tabii bir haktır. Yalnızca çıkarılan kanun ile birlikte
güncellenmesi ancak değiştirilmemesi söz konusu olmaktadır. AGİT Milli
Azınlıklar
Yüksek
Komiseri
üçüncü
kez
Türkiye’ye
bir
ziyaret
gerçekleştirmiştir. Ancak bu görüşme de olumlu bir sonuca ulaşamamıştır.
2007 ilerleme Raporu,213 konu ile ilgi olarak Türkiye ve Milli Azınlıklar
Yüksek Komiseri arasında görüşmelerin olumlu olduğunu vurgulamakta ve
azınlıkların kamusal yasama katılımı ve azınlık dillerinde yayın gibi konularda
diyalogda bulunmasını tavsiye etmektedir. Azınlık okullarının yönetimi, okul
kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin kaldırılması, Rum azınlığın eğitim ve mülkiyet
hakları ile ilgili sorunlar, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlığı etkileyen
sorunlar 2007 yılı itibariyle de devam etmektedir.
2007 yılı İlerleme Raporu’nda belirtildiğine göre “…Genel olarak,
Türkiye, kültürel çeşitliliğin sağlanması ve Avrupa standartlarına uygun
biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunması konularında ilerleme
kaydedememiştir…”. 2007 yılı İlerleme Raporu “Medeni ve Siyasi Haklar” alt
212 Commission of the European Communities (2006),“2006 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:36.
213 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:11.
130
baslığı kapsamında gerçekleştirilen değerlendirmelere göre 2007 yılında dini
derneklerin tescil sorunlarına ilişkin olumlu bir gelişme yaşanmıştır. 2007
yılında, yine, dini ibadet özgürlükleri teminat altındadır.214 Hükümet ve
Gayrimüslim cemaatlerin temsilciler arasında gerçekleştirilmesi planlanan
ziyaret gerçekleştirilmiştir. İlerleme Raporu’nda belirtildiği üzere “…19
Haziran’da,
İçişleri
Bakanlığı,
gayrimüslim
Türk
vatandaşlarının
dini
özgürlüklerine dair bir genelge yayımlamıştır. Genelgede, gayrimüslim
vatandaşlara ve bunların ibadet yerlerine yönelik bireysel suçlarda bir artış
olduğu kabul edilmektedir. Genelge ile tüm illerin Valilerinden benzer
olayların tekrarlanmasının önlenmesi ve değişik din ve inançlardan bireylere
yönelik
hoşgörünün
artırılmasına
istenmektedir.
Genelgenin
gerekecektir…”.
2006
Kanununun
etkisinin
Kasım’ında
Uygulanmasına
ilişkin
İlişkin
gerekli
tedbirlerin
uygulamada
yürürlüğe
giren
Yönetmelik”
alınması
değerlendirilmesi
“Nüfus
gereğince
Hizmetleri
aile
nüfus
kayıtlarında dine iliksin olarak talep edilen bilgiler, yalnızca vatandaşların
talebi üzerine yazılacak ve talep halinde değişiklik veya tamamen kaldırılması
öngörülecektir.215 Yine, nüfus cüzdanları gibi idari belgelerde din hanesinin
varlığı ayrımcı müdahalelerin olabileceği endişesini devam ettirmektedir.
Yerel makamlar tarafından ibadet yerlerine ilişkin inşa iz verilmektedir ancak
bu uygulama mevcutta ülke genelinde tam manasıyla uygulamamaktadır. Din
adamlarının eğitimi konusundaki sıkıntılar 2007 yılı itibariyle halen devam
etmektedir. Bunun yanında Gayrimüslim azınlık gruplarının yüksek öğrenim
hakları halen mevcut değildir. Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu hala
kapalıdır. 2007 yılı İlerleme Raporunda
216
göze çarpan bir diğer sorun ise
Ekümenik Patrik’in her durumda “Ekümenik” unvanını kullanamıyor olmasının
getirmiş olduğu sıkıntıdır.
214 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:24.
215 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:34.
216 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:36.
131
2008 İlerleme raporunda ise217 ; mülkiyet haklarına
ilişkin olarak,
Vakıflar Kanunu’nun Şubat 2008’de kabul edilmiş olduğu, söz konusu
Kanunun oylamasının ilk kez Kasım 2006’da TBMM’de yapıldığı, ancak daha
sonra zamanın Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edildiği belirtilmiştir.
Kanunun dini cemaatlerin karşılaştığı ve özellikle mülk idaresi ve edinimiyle
ilgili çok sayıda sorunu ele aldığı ve bu çerçevede Kanun’a göre, “cemaat
vakıfları önceden izin almadan mal sahibi olabilir ve bunu idare edebilirler.
Vakıflar şirket ve ticari organlar kurabilir ve hedeflerine ulaşmak ve gelir elde
etmek için mevcut şirketlere katılabilirler. Vakıflara bağışlanan taşınmazlara
el konulamaz veya bu taşınmazlar ipotek altına alınamaz. Asıl amacına
uygun olarak kısmen veya tamamen kullanılmayan taşınmazlar, aynı
cemaate ait başka bir vakfa tahsis edilebilir, kiralanabilir veya taşınmazların
kullanım alanı değiştirilebilir.” İfadesi yer almaktadır.
Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün, Mayıs 2008 tarihinde sahte isimler altında veya Hazine veya
Vakıflar
Genel
Müdürlüğü
adına
kaydolunmuş
gayrimüslim
cemaat
vakıflarına ait mülklerin iadesine ilişkin olarak bir Genelge yayınladığı ve
Kanun’u uygulayan Tüzük’ün Eylül 2008’de Resmi Gazete’de yayınlandığı
belirtilmiştir.218
Ancak, Kanun’unun
el konulan ve üçüncü kişilere satılan mülkler
sorununu ve yeni mevzuatın kabul edilmesinden önce birleştirilen vakıfların
mülkleri sorununu ele almadığı vurgulanmış ve buna ek olarak, uygulamanın
Kanunun amaçlarına ulaşılmasında çok önemli rol oynacağına dikkat
edilmiştir. 8 Temmuz 2008 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Ekümenik Patrikhane’nin, 1902 yılında edindiği ve 1903 yılında Büyükada
Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı’nın hususi kullanımına tahsis edilmiş
mülkiyetinden mahrum bırakıldığı yönündeki iddiası hakkında karar vermiştir.
Başvuru sahibi, yetimhane adına kayıtlı gayrimenkulünün Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün idaresine tescil edilmesi emriyle, yerel mahkemelerin mülkiyet
217 Commission of the European Communities (2008),“2008Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:11.
218 Commission of the European Communities (2008),“2008 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:34.
132
hakkını ihlal ettiklerini iddia etmiştir. Mahkeme, Türk makamlarının, uygun
tazminat verilmeden mülk sahibini mülkiyetinden mahrum bırakma yetkisine
sahip olmadığına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlal edildiğine
karar vermiştir.219
Türkiye’nin Katılım yolunda ilerlemesi üzerine komisyon’un 2008
İlerleme Rapor’unda “Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların
Korunması” alt başlığında Türkiye’nin, azınlık hakları konusunda 1923 tarihli
Lozan
Antlaşması’na
atıfta
bulunan
yaklaşımı
değişmediği,
Lozan
Antlaşması’na halel getirmeksizin, Türk makamları, Türk vatandaşlarını,
çoğunluğa ya da azınlığa mensup olan bireylerden ziyade kanun önünde eşit
haklara sahip bireyler olarak görmekte olduğu belirtilmiştir. Ancak bu
durumun Türkiye’yi, Avrupa standartlarına uygun bir şekilde, etnik köken, din
ve dillerinden dolayı bazı Türk vatandaşlarına, kendi kimliklerini korumalarını
teminen, özel haklar tanımaktan alıkoymamasına sebep olduğuna dikkat
çekilmiştir. Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme’de yeralan
ilkelere ve üye ülkelerdeki en iyi uygulamalara uygun olarak, dil ve kültür ile
dernek, toplantı, ifade ve din özgürlüğüne tam saygı gösterilmesi ve bunların
korunması ile geçmişine ve kökenine bakılmaksızın bütün vatandaşların
kamu hayatına etkin katılımının garanti altına alınması henüz bütünüyle
sağlanmadığından söz edilmiştir. Raporda “Türkiye BM Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi’ne (ICCPR) taraftır.220 Ancak, azınlıkların
hakları
konusunda ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne
(ICESCR) eğitim hakkı konusunda koyduğu çekinceler endişe sebebidir.23
Türkiye, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve
Sözleşmesi ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı imzalamamıştır.
“ibaresi yer almaktadır. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri, (MAYK) Aralık
2006’da Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra birçok kez dile getirmiş olduğu
219 Commission of the European Communities (2008),“2008 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:36
220 ICCPR’ye konulan çekinceden alıntı: “Türkiye Cumhuriyeti BM Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi’nin 27. Maddesi’ndeki Hükümleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması ile eklerinde yer alan hükümler ve kurallara uygun olarak yorumlama ve uygulama
hakkını saklı tutar.”
133
ziyaret taleplerine olumlu yanıt alamamasının Türkiye ile MAYK arasında
azınlıkların kamu hayatına katılımı ve azınlık dillerinde yayın konularında bir
diyalog başlatılmamaktadır.
Çift müdürlük uygulaması da dahil olmak üzere azınlık okullarının
yönetimi konusunda uygulamaya ilişkin düzenlemenin yapılması beklendiği
ve hala Rum azınlığın eğitim ve mülkiyet haklarıyla ilgili sorunlarla
karşılaşmaya devam ettiği söylenmektedir.221 Haziran ayında, Avrupa
Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum
azınlık hakkında bir karar24 kabul etmiştir. Kararda, Türkiye ve Yunanistan
arasındaki işbirliğine örnek teşkil etmek üzere, iki Türk adasının iki-kültürlü
karakterinin korunması çağrısında bulunulmaktadır. Kararda, ayrıca, Türk
yetkililerinin, esasen Rum topluluğunun mimari mirasıyla ilgili olarak yaptığı
olumlu jestleri göz önünde bulundurulmakta ve Türkiye bu ivmeyi özellikle
eğitim ve mülkiyet konularında ek önlemler alarak sürdürmeye davet
edilmektedir.
Genel olarak, Türkiye, kültürel çeşitliliğin sağlanması ve Avrupa
standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunması
alanlarında ilerleme kaydetmemiş olarak raporlanmaktadır. Kültürel haklara
ilişkin olarak, ilgili Kanuna Haziran 2008’de getirilen değişiklikleri takiben,
TRT’nin Türkçe dışındaki dillerde tüm gün boyunca ülke genelinde yayın
yapmasına izin verildiği ancak 2004 yılından itibaren, sözkonusu yayınların
sadece yarım günle sınırlı tutulduğu ifade edilmiştir. Ayrıca yeni bir radyo
kanalı olan Muş FM Kürtçe yayın yapma izni almıştır.Ancak
Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Kanununda yeralan zaman kısıtlamaları, film
ve müzik programları dışında, uygulanmaya devam ederek,kürtçe dilini
öğreten eğitim programlarına izin verilmediği, şarkılar dışında bütün yayınlara
221 Vakıflar Genel Müdürlüğü yetimhaneyi 1995 yılında feshedilmiş vakıf olarak kabul etmiş ve
idaresini üstlenmiştir. Rumlar’ın mülkiyet mirası ve kaydı konularında, diğer hususlar meyanında,
Arsa Kayıt Kanunu’nun Türk yetkililerce uygulanması çerçevesinde, sorunlarla karşılaştıkları rapor
edilmeye devam etmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, AİHM21 AİHS’ye Ek 1 Nolu Protokol’ün 1.
maddesinin ihlal edildiğine ve mülkiyetin sahiplerine iade edilmesine veya başvuranlara tazminat
verilmesine hükmetmiştir. Bu durum, hem özel kişileri hem de dini kurumları ilgilendirmektedir.
Genel olarak, Vakıflar Kanunun kabulü memnuniyet verici bir gelişmedir. Ancak, Kanunun
uygulanması büyük önem taşımaktadır.
134
Türkçe altyazı konulması veya yayınların Türkçeye çevrilmesi zorunluluğuyla
getirilen
kısıtlamaların
Türkçe
dışındaki
dillerde
yayın
yapmayı
zorlaştırmakta ve ticari olarak gerçekleştirilmesini imkansız kılmasına vurgu
yapılmıştır.222
Raporda Kürtçe yayınlarla ilgili olarak “Polis ve RTÜK Kürtçe yayınlara
sıkı izleme politikası uygulamaktadırlar. Halihazırda Kürtçe yayın yapan tek
televizyon kanalı olan GÜN TV aleyhinde, kanalın yayınladığı Kürtçe
şarkıların sözleri hakkında, çeşitli davalar ve soruşturmalar devam
etmektedir. Anadilleri Türkçe olmayan çocuklar, Türk kamu eğitim sisteminde
anadillerini öğrenememektedirler. Yürürlükte olan yasalar doğrultusunda, bu
şekilde eğitim sadece özel eğitim kurumlarında yapılabilmektedir. Ancak,
Kürtçe konusunda, ilgili yasada 2003 yılında yapılan değişikliklerin ardından
açılan kurslar bugün kapanmıştır.” İbaresi yer almaktadır. Sonuç olarak,
halen kamu veya özel eğitim sisteminde Kürtçe öğrenme imkanı bulunmadığı
vurgulanmaktadır.
Sur Belediyesi (Diyarbakır Merkez) hakkında Haziran 2007 tarihinde
açılan davada, Danıştayın çok dilde belediye hizmeti verildiği için belediye
başkanını görevden aldığı ve belediye meclisini feshettiği dava halen Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinde görüşülmekte olduğu ve Kanuna göre,fesih
tarihinden sonra 60 gün içerisinde belediye meclisi seçimlerinin yenilenmesi
gerekiyor olsa da, 2009 yılının Mart ayında gerçekleştirilmesi öngörülen
belediye meclisi seçimlerine kadar bir vali yardımcısı belediye başkanı olarak
görev yapmaya devam edecektir.
Raporda; Siyasi partiler kanununa göre, siyasi hayatta Türkçe
dışındaki dillerin kullanımı yasadışı olması eleştirilmektedir.Bu bağlamda,
Demokratik Toplum Partisi (DTP) yetkilileri ve yöneticileri aleyhine çeşitli
soruşturmalar ve davalar açılması ve İçişleri Bakanlığına ‘Türk kültürüne
bağlı olmayan vatansız ve Türk vatandaşı olmayan Çingeneleri ve
222 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2008 Yılı Katılım
Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2008.pdf,
09 Kasım 2010.
135
yabancıları sınır dışı etme hakkını’ veren ve Romanlara karşı ayrımcılığı
teşvik eden Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında
Kanun’da Romanların lehine değişiklik yapılmasına yönelik bir adım
atılmamış olması olumsuz hususlar olarak değerlendirilmektedir.223 Kanunda
yeralan bu maddenin kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca “Domlar, Lomlar ve
Gezginler gibi birbirine benzeyen ancak farklı etnik gruplardan oluşan
Romanlar, eğitim hizmetlerine ulaşmada dışlanma ve marjinalleşme, sağlık
hizmetlerinde ayrımcılık, istihdam olanaklarından dışlanma, kimlik kartlarına
sahip olmada zorluklar ve kamu işleri ve kamu hayatına katılımdan dışlanma
gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. İskan konusunda Romanlar,
kamuya
açık
imkanlardan
yararlandırılmaksızın,
yerleşik
oldukları
mahallelerin tahrip edilmesi, zorla yerlerinden edilme ve kötü yaşam
koşullarına maruz bırakılma gibi durumlarla karşı karşıya kalabilmektedirler.
Birçok durumda, yıkım nedeniyle evlerinden tahliye edilen Romanlar,
beraberinde getirdiği tüm sosyal sorunlarla birlikte ülke içinde yerlerinden
olmuş kişiler arasına katılmaktadırlar. 2008 baharında başlayan İstanbul
Sulukule’deki Çingene mahallelerinin yok edilmesi ve mahalle sakinlerinin yer
değiştirmeye zorlanması konusunda, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı
olası insan hakları ihlallerinin araştırılmasına yönelik bir soruşturma açılması
talebinde bulunmuştur. Ayrıca, Sivil Toplum Örgütleri Sulukule’deki kentsel
dönüşüm projesinin iptali için bir dava açmışlardır.” ifadesi yer almaktadır.
Genel olarak Türkiye’deki kültürel haklar alanında sınırlı bir ilerleme
kaydedilmiş olduğu, özellikle Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılması, siyasi
yaşama katılım ve kamu hizmetlerine ulaşım konularında kısıtlamalar devam
ettiği , devlet okullarında ya da özel okullarda, bu dillerin öğrenilebilmesi
imkanı sağlanmadığı ve yeterli ölçüde eğitim, sosyal güvenlik, sağlık
hizmetleri ile konut ve istihdama ulaşım konularında ayrımcı muameleye tabi
olmayı
sürdüren
Romanların
durumunda
herhangi
bir
ilerleme
kaydedilmediğinden söz edilmiştir.
223 Türkiye’deki azınlıklar, Türk yetkilerine göre, 1923 Lozan Antlaşması uyarınca münhasıran
gayrimüslim topluluklardan oluşmaktadır. Uygulamada, Resmi makamlar tarafından Lozan
Antlaşması uyarınca tanınan azınlıklar, Museviler, Ermeniler ve Rumlardır
136
Rapor’da “ Doğu ve Güneydoğu’daki Durum” alt başlığı altında 2008
yılının Mayıs ayında Türk Hükümeti Güneydoğu bölgesinin geliştirilmesine
yönelik olarak hazırlanan planın esas ilkelerini ve genel içeriğinden
bahsedilmiştir.
Hükümet
bu
çerçevede,
2008-2012
yılları
arasında
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) için yapılması planlanan harcamayı 10.2
milyar Avro artırarak, 14 milyar Avro tutarında bir toplam ödenek ayırmayı
taahhüt etmiş olup, eylem planını dört temel direğini ekonomik kalkınma,
sosyal kalkınma, altyapı gelişimi ve kurumların güçlendirilmesi konularından
oluşturmaktadır.
Raporda “Avrupa Birliği’nin terörist örgütler listesinde yeralan PKK
tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılar yalnızca Güneydoğu Anadolu
bölgesinde değil, ülkenin genelinde devam etmiş ve sözkonusu terörist
saldırılar çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Meclis
tezkeresini
müteakip,
Hükümet
kararıyla,
Kuzey
Irak’ta
teröristlerin
gizlendikleri noktalara hava harekâtları düzenlenmiştir. 2007 yılının Haziran
ayında, Irak sınırına yakın iller olan Şırnak, Siirt ve Hakkari’de oluşturulan
“geçici
güvenlik
bölgeleri”
devamlılığını
korumaktadır.
Nevruz bahar
kutlamaları, Van ve Hakkari illerinde gerilimli geçerken Diyarbakır ve İstanbul
gibi kutlamalara izin verilen diğer illerde olaysız gerçekleşmiştir. Kara
mayınları askeri personel ve siviller için güvenlik açısından endişe kaynağı
olmayı sürdürmektedir.”söz edilmektedir.
Mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişiler alt başlığında ise; Terör ve
terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıpların tazmin edilmesi süreci
devam etmekte olduğu belirtilmiştir. Mayıs 2008 itibarıyla, Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
313.829 başvuru yapıldığı, bunların yaklaşık %40’ı (126.945 başvuru)
sonuçlandırılmış olduğu, sonuçlanan başvurulardan 82.893 adedine olumlu
cevap verildiği rapor edilmiştir. Tazminatlar için son başvuru tarihi 31 Mayıs
2008’de sona ermiştir. Ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin durumlarını
iyileştirmeye
yönelik
çabalara
rağmen,
söz
konusu
Kanunun
uygulanmasından doğan eksikliklere, ve bu bağlamda özellikle iller
137
arasındaki
tazminat
miktarlarının
eşit
ve
adil
olmayan
bir
şekilde
hesaplandığına ilişkin raporlar devam etmektedir. Öte yandan, kaynakların
yetersizliği ve Zarar Tespit Komisyonlarının ağır iş yükü nedeniyle, tazminat
miktarlarının değerlendirilmesi ve başvuru sahiplerine tazminatların ödenmesi
sürecindeki ilerlemeler yavaş seyrettiği tespit edilmiştir. Kentsel alanlardaki
yerlerinden edilmiş kişilerin durumu kaygı unsuru olmaya devam etmektedir.
Ülke içinde yerlerinde edilmiş kişiler ekonomik ve sosyal dışlanmanın
sıkıntısını çekmekte ve sosyal, eğitim ve sağlık hizmetlerine ya çok az
seviyede ya da hiç ulaşamamaktadırlar. Yerlerinden edilmiş kişilerin geri
dönüşlerini engelleyen bazı nedenler mevcuttur. Bunlar arasında, başta
güvenlik durumu olmak üzere, temel altyapının mevcut olmayışı, sermaye
eksikliği, kısıtlı istihdam imkanları ve köy korucu sisteminin yarattığı tehdit yer
almaktadır. Yerlerinden edilmiş kişilerin durumunu ele alan genel bir ulusal
strateji mevcut değildir. Yerlerinden edilmiş kişilerden sorumlu dairelerin
kurumsal kapasitelerinin yetersizliği çözülmesi gereken bir sorun olmaya
devam
etmektedir.
Yerlerinden
edilmiş
kişilere
yönelik
politikaların
geliştirilmesi sürecine sivil toplum daha fazla dahil edilmelidir. Köy korucu
sisteminin ortadan kaldırılması konusunda adım atılmamıştır. Sayıca çok
olmamakla birlikte, keyfi iadeler büyük endişe yaratmaya devam etmektedir.
Geri iadelerden birinin ölümle sonuçlanmış olduğuna dair raporlar mevcuttur.
Doğu ve Güneydoğu konusunda, Hükümetin Güneydoğu Anadolu Projesini
tamamlama kararı, bölgedeki ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesi
yönünde atılmış bir adımdır. Ağırlıklı olarak Kürt olan nüfusun tüm hak ve
özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacak koşulların yaratılması hususunda
ilave çabalara ihtiyaç duyulmaktadır. Yerlerinden edilmiş kişilerin tazmin
edilmesi devam etmiştir. Ancak, hükümetin yerlerinden edilmiş kişilerin
durumunu ele alan genel bir ulusal stratejisi mevcut değildir. Köy korucu
sisteminin hala aşamalı olarak kaldırılması gerekmektedir.
Sonuç olarak 2008 yılına ciddi siyasi gerilimler damgasını vurmuştur.
Cumhuriyet Başsavcısı, iktidar partisinin anti-laik faaliyetleri için kapatılmasını
teminen
Anayasa
Mahkemesi’ne
başvuruda
bulunmuştur.
Anayasa
138
Mahkemesi, ilgili partinin kapatılmaması yönünde karar vermiş ve mali bir
ceza uygulanmasını kabul etmiştir. Bu sayede, ciddi bir siyasi kriz
önlenmiştir.224
AB, PKK tarafından gerçekleştirilen saldırıları güçlü bir şekilde
kınamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak’ta yer alan PKK üstlerine karşı
birçok saldırı gerçekleştirmiştir.Türkiye, kendisine komşu bölgelerde, aktif
diplomasi ile yapıcı bir rol oynamıştır. Gürcistan’daki krizin ardından Kafkas
İstikrar ve İşbirliği Platformu kurulmasını önermiştir. Cumhurbaşkanı Gül
Ermenistan başkentini ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmuştur.
Türkiye, İsrail ve Suriye arasında ve İran’la nükleer konularda arabuluculuk
faaliyetleri yürütmüştür. Güney Kafkaslardaki gelişmeler Türkiye’nin AB’nin
enerji güvenliği için sahip olduğu stratejik önemini ve Türkiye ile AB
arasındaki enerji işbirliğinin geliştirilmesine olan gereksinimi açık bir şekilde
göstermiştir. Bu konudaki temel unsur Nabucco gaz boru hattı projesidir.
Türkiye’deki mevcut hükümet Temmuz 2007 yılında gerçekleştirilen
açık ve adil seçimlerle ve büyük bir oy çokluğu ile göreve gelmiştir. Söz
konusu hükümet, AB müzakere sürecine yönelik taahhüdünü yenilemiş ve
yeni bir anayasa üzerinde çalışma başlatmıştır. İfade özgürlüğü ve
gayrimüslim toplulukların hakları konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir.
Ceza Yasası’nın 301. maddesi ifade özgürlüğünün güçlendirilmesini teminen
değiştirilmiştir. Parlamento, gayrimüslim toplumların karşılaştığı bir takım
güçlükleri gideren yeni bir Vakıflar Yasası kabul etmiştir. Ayrıca, Güneydoğu
Anadolu’nun ekonomik kalkınması için, Türk hükümeti Güneydoğu Anadolu
Projesi’ni tamamlama kararı vermiştir. Ancak, demokrasi ve insan haklarının
güçlendirilmesi, ülkenin kalkınması ve modernize edilmesi için gerekli
reformlara yeni bir ivme kazandırılmalıdır. Siyasi partilere ilişkin kurallar,
anayasal reform, ifade özgürlüğü ve kadın hakları özel önem gerektiren
konulardır.
224 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2008 Yılı Katılım
Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2008.pdf,
09 Kasım 2010.
139
Türk ekonomisi göreli olarak iyi büyüme performansı göstermeye
devam etmiş ve makro ekonomik istikrar korunmuştur. Halihazırda, Türk
ekonomisi uluslararası mali krizden sınırlı düzeyde etkilenmiştir. Türkiye,
Kopenhag ekonomik kriterlerine göre işleyen bir piyasa ekonomisidir. Yapısal
zayıflıklarını gidermeye yönelik kapsamlı reformlar uygulamaya devam
etmesi durumunda orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa
güçleri ile başetme kapasitesine haiz olacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin AB ile
iktisadi ilişkileri artmıştır.
Türkiye’nin katılım yönünde ilerlemesi hakkında 2009 Yılı Düzenli
Raporu’nda225, Türkiye tarafından, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan
hakları ve azınlık haklarına saygıyı sağlayan kurumların istikrarını gerektiren
Kopenhag
siyasi
kriterlerini
karşılama
yönünde
kaydedilen
ilerleme
incelenmektedir. Ayrıca uluslararası yükümlülüklere uyum, bölgesel işbirliği
ve iyi komşuluk ilişkileri takip edilmektedir. Rapora aşağıda belirtilen
hususlara dikkat çekilmiştir;226

Türkiye, siyasi kriteri yeterince karşılamaya devam etmiştir. Ülke
genelinde özgür ve adil belediye seçimleri gerçekleştirilmiştir. Yargı
reformu, sivil-asker ilişkileri ve kültürel haklar konularında bazı
gelişmeler kaydedilmiştir. Hükümet, Kürt sorununun çözümüne yönelik
olarak siyasi partiler ve sivil toplumla geniş tabanlı bir istişare süreci
başlatmıştır. Bununla birlikte, temel haklar ve anayasal reform başta
olmak üzere, siyasi kriterle ilgili birçok alanda önemli çaba sarf
edilmesi gerekmektedir.

Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin olarak, Ergenekon suç
örgütüne
ilişkin
iddiaların
soruşturulması
askeri
görevlileri
de
kapsayan önemli cezai suçlamalara neden olmuştur. Bu dava,
demokratik kurumlarının düzgün işleyişi ve hukukun üstünlüğüne olan
225 Commission of the European Communities (2009),“2009 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:16.03.2010), s:25.
226 Commission of the European Communities (2009),“2009 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:36.
140
güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için önemli bir fırsattır. Bu
çerçevedeki davaların hukukun gereklerine, özellikle davalıların
haklarına tamamen uygun şekilde yürütülmesi önem arz etmektedir.
Hükümet AB yükümlülükleri çerçevesindeki taahhütlerini yinelemiş,
tam zamanlı bir Baş Müzakereci tayin etmiş ve müktesebatın
üstlenilmesine ilişkin Ulusal Programı kabul etmiştir. Ancak, siyasi
partiler arasındaki diyalog ve uzlaşma ruhunun eksikliği reformların
takibini
güçleştirmektedir.
Türkiye,
halen
siyasi
partilerle
ilgili
mevzuatını Avrupa standartları ile uyumlu hale getirmelidir.

Kamu yönetimi reformu çerçevesinde, özellikle kamu hizmetlerinin
modernizasyonu alanında önemli adımlar atılmalıdır. Bürokrasinin
azaltılması ve idari yapının basitleştirilmesinin teşvikinin yanı sıra
profesyonel, bağımsız, güvenilir, şeffaf ve performansa dayalı bir
kamu hizmetinin geliştirilmesi öncelikli alanlar arasında yer almaktadır.

Güvenlik güçlerinin sivil gözetimi kapsamında, özellikle askeri
mahkemelerin yetkilerinin kısıtlanması alanında bazı gelişmeler
kaydedilmiştir. Bununla birlikte, askeri kuvvetlerin kıdemli üyeleri
yetkilerini aşan açıklamalar yapmaya devam etmiştir ve savunma
harcamalarının
tamamen
meclis
denetimi
altına
alınması
gerekmektedir. Ergenekon soruşturması ile açığa çıkarılan, askeri
personelin hükümete karşı elemlere katılma iddiaları endişe vericidir.

Yargı alanında, tüm ilgili taraflarla yürütülen istişare süreci sonrasında
Hükümet tarafından bir yargı reformu stratejisinin kabul edilmesi
olumlu bir adımdır. Personel ve fonların artırılmasına ilişkin tedbirler
de olumludur. Ancak, bu çabaların sürdürülmesi gerekmektedir ve
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu ve bölgesel temyiz
mahkemelerinin
bağımsızlığı,
bulunmaktadır.
kurulması gibi alanlarda olduğu
tarafsızlığı
ve
etkinliği
gibi
konusunda
yargının
endişeler
141

Yolsuzluğun engellenmesine ilişkin yasal çerçevede ilerlemeler
mevcuttur. Bununla birlikte, yolsuzluk birçok alanda yaygın olarak
görülmektedir.
Türkiye’nin
yolsuzlukla
mücadele
stratejisini
tamamlaması ve soruşturma, suçlama, dava ve mahkumiyetlere ilişkin
bir izleme kaydı oluşturması gerekmektedir.

İnsan hakları ve azınlıkların korunmasıyla ilgili olarak, bazı gelişmeler
kaydedilmiş olmakla birlikte bu alanda ciddi ilerleme sağlanması
gerekmektedir. Uluslararası insan hakları hukukuna riayet konusunda
bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak, ihtiyari bir protokol olan
İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin onaylanması ve
yasal bazı değişiklikler gerektiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarının uygulanması konularında gelişme sağlanmamıştır. İnsan
haklarının
uygulanması
ve
geliştirilmesi
için
idari
çerçevenin
güçlendirilmesi gerekmektedir. Ombudsman kurumunun oluşturulması
gerekmektedir.

Türkiye’nin yasal çerçevesi işkence ve kötü muameleye karşı bir dizi
kapsamlı
korumayı
içermesine
karşın,
bunu
uygulayacak
ve
hükümetin sıfır tolerans politikasını tam olarak hayata geçirecek
çabalar sınırlı kalmıştır. İşkence ve kötü muamele iddiaları ve faillerin
cezasız kalması halen endişe uyandırmaktadır.

Hapishanelere ilişkin olarak, altyapı ve eğitimin iyileştirilmesi ve ilave
personel alımı konularında bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak,
hapishanelerdeki yoğunluk problemi ve dava öncesi tutuklamada
tutuklu oranının yüksekliği ele alınması gereken konular arasında yer
almaktadır.

Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi artık ifade özgürlüğünü
sistematik olarak kısıtlamak için kullanılmamaktadır. Bununla birlikte,
Ceza Kanunu’nun bir dizi başka maddesine dayalı yargılama ve
mahkumiyetler bulunmaktadır. Türk mevzuatı Avrupa İnsan Hakları
142
Konvansiyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı ile uyumlu
bir şekilde ifade özgürlüğünü yeterince temin edememektedir. Basına
ilişkin siyasi baskılar ve yasal belirsizlikler uygulamada basın
özgürlüğünün teminini etkilemektedir.

Dernek kurma özgürlüğü kapsamında yasal çerçeve genel olarak
Avrupa standartları ile uyumludur. Ancak, uygulamaya ilişkin ilerleme
sağlanması gerekmektedir. Dernekler faaliyetlerinde bazı durumlarda
adli
kovuşturmaya
sebep
olan
ölçüsüz
bir
incelemeyle
karşılaşmaktadır.

İnanç özgürlüğüne ilişkin olarak, Vakıflar Kanunu’nun uygulamaya
geçirilmesi sorunsuz olmuştur. Hükümet Alevi ve Müslüman olmayan
dini topluluklar ile bir diyalog başlatmıştır. Ancak, bu alandaki spesifik
problemler halen ele alınmayı beklemektedir. Vakıflar Kanunu üçüncü
kişilere satılan ve el konulan ve yeni yasanın çıkmasından önce
birleşen vakıfların mülkleri konularını ele almamaktadır. Azınlık
dinlerine karşı saldırılar halen görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları
Konvansiyonu
ile
uyumlu
bir
yasal
çerçevenin
oluşturulması
gerekmektedir. Alevi ve Müslüman olmayan toplulukların din adamı
eğitmesi ile ilgili olarak yersiz kısıtlamalara tabi olmaksızın faaliyet
gösterebilmesi için uygulamada inanç özgürlüğüne tam olarak saygı
gösterilmesini sağlayacak bir ortamın yaratılması yönünde daha fazla
çaba gösterilmelidir.

Kadın hakları ve cinsiyet eşitliğini sağlayan yasal çerçeve genel olarak
mevcut
bulunmaktadır.
Ancak,
yasal
çerçevenin
uygulamaya
geçirilmesi ve ekonomik katılım ve fırsatlar, siyasi yetkilendirme ve
eğitime erişim konularında kadın-erkek arasındaki farkın azaltılması
için daha ciddi çaba gösterilmelidir. Aile içi şiddet, namus cinayetleri
ve erken yaşta zorla gerçekleştirilen evlilikler ülkenin bazı bölgelerinde
önemli problem arz etmeye devam etmektedir. Eğitimin artırılması ve
143
kadın hakları ile kadın ve erkek arasında cinsiyet eşitliğine ilişkin
bilinçlendirmenin artırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Çocuk haklarına ilişkin idari kapasite, sağlık, eğitim, çocuk yargı
sistemi ve çocuk işçiler konuları da dahil tüm alanlarda adım
atılmalıdır. Terörle mücadele Kanunu çerçevesinde yetişkin olarak
yargılanan
ve
ölçüsüz
cezalar
alan
çocuklar
ciddi
endişe
uyandırmaktadır.

Örgütlenme, grev ve toplu pazarlık başta olmak üzere, sendikal
haklara, AB standartları ve Uluslararası Çalışma Örgütü ile ilgili
Konvansiyona uyumlu şekilde, saygı gösterilmesinin temini için gerekli
mevzuat oluşturulmalıdır.

Azınlık hakları ile ilgili durumda bir değişiklik bulunmamaktadır.
Kültürel haklar konusunda, özellikle ulusal bir televizyon kanalının
Kürtçe
yayın
kaydedilmiştir.
yapmaya
Bununla
başlaması
birlikte,
şeklinde
Türkçe
bazı
dışındaki
gelişmeler
dillerin
özel
televizyon kanalları ve radyo yayınlarında, siyasi hayat, eğitim ve
kamu hizmetleri kapsamındaki temaslarda kullanılması konuları başta
olmak üzere kısıtlamalar mevcut bulunmaktadır. Türkçe dışındaki
dillerin kullanımına ilişkin yasal çerçeve kısıtlayıcı yorumlara meydan
vermektedir ve uygulamada tutarsızlıklar bulunmaktadır. Romanların
durumunda gelişme kaydedilmemiştir. Roman mahallesinin yıkımı
alternatif ev tedariki yapılmaksızın devam etmektedir.

Doğu ve Güneydoğuya ilişkin endişeler çerçevesinde, hükümet Kürt
sorununa ilişkin kültürel, siyasi ve ekonomik konularda geniş bir
kamuoyu tartışması başlatmıştır. Bu tartışmanın somut tedbirlerle
sonuçlanması
çok
önemlidir.
Suriye
sınırında
mayınların
temizlenmesine ilişkin yasa diğer bir olumlu gelişmedir. Ancak, terörle
mücadele
yasasının
uygulanmasına
ilişkin
geniş
yorumlanması
yersiz
kısıtlamalarla
temel
hakların
sonuçlanmaktadır.
Koruculuk sisteminin halen kaldırılması gerekmektedir.
144

AB’nin terör örgütü listesinde yer alan PKK’nın terörist saldırıları
sürmekte ve birçok can almaya devam etmektedir.

Yerleri
değiştirilen
kişilere
yapılan
tazminat
ödemeleri
sürdürülmektedir. Ancak, hükümet bu konuyu ele almak için genel bir
ulusal stratejiden yoksundur ve bu kişilerin ihtiyaçlarını ele alacak
adımlar atılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Bölgesel konular ve uluslararası yükümlülükler bağlamında, Türkiye
Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunmasını teminen BM çatısı
altında devam eden müzakerelere desteğini açıklamıştır. Bununla
birlikte,
Güney
Kıbrıs
Rum
Yönetimi
(GKRY)
ile
ilişkilerin
normalleştirilmesine yönelik herhangi bir gelişme olmamıştır. Türkiye,
Ek Protokolü tam olarak yerine getirmemiş ve Kıbrıs ile doğrudan
ulaşım yollarına yönelik kısıtlamalar dahil malların serbest dolaşımı
önündeki engelleri kaldırmamıştır.

Yunanistan’la
ilişkiler
çerçevesinde,
sınır
ihtilafları
konusunda
görüşmeler sürdürülmüş ancak bir uzlaşmaya varılamamıştır. Güven
artırıcı adımlar atılmaya devam edilmiştir. Raporlama dönemi
boyunca, Yunanistan Türkiye’ye Yunanistan adaları üzerindeki uçuşlar
dahil hava sahasında devam eden ihlaller konusunda şikayette
bulunmuştur. Bulgaristan ile ilişkiler olumlu sürdürülmektedir. İyi
komşuluk ilişkileri kilit bir konu olmaya devam etmektedir.

Türkiye Batı Balkanlarda olumlu bir rol oynamaya devam etmiştir.
Haziran 2009’dan bu yana, Güney Doğu Avrupa İşbirliği Sürecinin
rotasyonla belirlenen başkanlığını gerçekleştirmektedir. 227
Sonuç olarak 2009 İlerleme Raporu incelendiğinde, AB ile Türkiye
arasındaki siyasi diyalogun güçlendiği gözlemlenmektedir. AB, Türkiye’nin
mevcut siyasi ortamdaki önemli rolünün farkındadır. Ortaklık Anlaşmasının
227 İktisadi Kalkınma Vakfı, “2009 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”,
http://www.ikv.org, 26 Mart 2010.
145
amacına uygun bir şekilde AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri ve işbirliğini
kuvvetlendirmesi AB’nin gündeminde olan bir konudur. AB, özellikle
Türkiye’nin bazı komşu ülkelerle olan ilişkilerini yakından takip etmektedir.
Kıbrıs Sorunu, Türkiye- Yunanistan ilişkileri ve Türkiye- Ermenistan ilişkileri
bu anlamda mühim konulardır. Rapor, hem Kıbrıs Sorunu ile ilgili gelişmelere
hem de Ek protokolün takibi konusundaki gelişmelere ayrıntılı olarak yer
vermiştir.
Komisyon,
Türkiye’nin
Ek
Protokolden
kaynaklanan
sorumluluklarına ilişkin değerlendirmelerde de bulunmuştur. Komisyon, Kıbrıs
Rum ve Türk toplumlarının liderleri arasındaki görüşmelere destek verdiğini
ifade etmiştir. AB’ye üye olmak isteyen ülkelerin Kopenhag kriterlerini tam
olarak yerine getirmeleri gerekmektedir. Fakat ilerleme raporu, Türkiye’nin
Kopenhag Kriterlerini karşılamakta güçlük çektiğine odaklanmıştır. AB
Komisyonu, Türkiye’nin demokrasi, sivil özgürlükler, sosyal ve kültürel ve
azınlık hakları gibi reformların daha kapsamlı bir şekilde yapması gerektiğini
belirtmiştir.
İlerleme Raporu dikkatle incelendiğinde, AB Komisyonunun Kıbrıs
konusunda 2009 sonuna kadar çözüm yönünde ilerleme sağlanmasını talep
ettiği görülmüştür. Raporda, Türkiye`nin Rum gemilerine limanları açması,
buna
karşılık
KKTC`ye
sürdürülen
ambargonun
kaldırılması
veya
hafifletilmesi için bir çözüme varılması gerektiği vurgulanmaktadır.. AB
Komisyonuna göre; Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ikili ilişkilerin
normalleştirilmesi hususunda bir ilerleme kaydetmemiştir. Türkiye’ye Ek
Protokolü tam olarak uygulatma ve ENOSİS (adanın birleşmesi) talep eden
rapor, bu konuyla ilgili keskin ifadelere yer verse de, AB’nin stratejik konumu
nedeniyle Türkiye’yi arka plana itemeyeceği gerçeği açıkça görülmektedir. Bu
nedenle, AB’nin Türkiye’nin üyeliği ile ilgili konuda, kararlı bir tavır
sergilemeye ihtiyacı vardır. AB’nin Türkiye’den bitmek bilmeyen beklentileri
Türkiye’deki bazı çevrelerin tepkilerine yol açmaktadır. AB’ye giden süreç
Türk toplumunda yorgunluk yaratmıştır. İlerleme raporu aylarca raporun
hazırlanması için çalışan ve artık Türkiye konusunu iyi benimsemiş olan
Avrupa Komisyonu dışında artık pek kimseyi heyecanlandırmamaktadır.
146
Türkiye’nin katılım yolunda İlerlemesi üzerine Komisyon’un 2010
ilerleme raporunda;228 Tarama Raporlarına dayanılarak münferit başlıklarda
müzakerelere
başlamaya
hazırlık
derecesi
incelenmiştir.
Toplam
33
Rapordan, 1 tanesi Komisyon tarafından Konsey’e sunulmayı beklemekte; 9
tanesi ise halen Konsey’de ele alınmaktadır.
Şu ana kadar, bir tanesi geçici olarak kapatılmış olmak üzere (Bilim ve
Araştırma), 13 başlıkta müzakereler açılmıştır (İşletme ve Sanayi Politikası,
İstatistik, Mali Kontrol, Trans-Avrupa Ağları, Tüketici ve Sağlığın Korunması,
Fikri Mülkiyet Hukuku, Şirketler Hukuku, Bilgi Toplumu ve Medya,
Sermayenin Serbest Dolaşımı, Vergilendirme, Çevre, Gıda Güvenliği,
Veterinerlik ve Bitki Sağlığı). Aralık 2006 tarihinde düzenlenen Zirve’nin
sonuçları geçerliliğini korumaktadır229.
AB ile Türkiye arasındaki geliştirilmiş
siyasi diyalog devam etmiştir. Siyasi diyalog toplantıları 26 Kasım 2009 ve 13
Temmuz 2010 tarihlerinde Bakanlar düzeyinde, 10 Şubat 2010 tarihinde ise
teknik düzeyde gerçekleştirilmiştir. Bu toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag
kriterlerini yerine getirme hususunda karşılaştığı sorunlar tartışılmış ve
Katılım Ortaklığı Belgesi önceliklerinin yerine getirilmesine yönelik gelişmeler
gözden geçirilmiştir. Irak, İran, Orta Doğu ve Kafkaslar gibi ortak çıkarı haiz
bölgesel meseleler ile ilgili dış politika konuları da düzenli olarak gündeme
gelmiştir. Şubat 2010’da Komisyon ve üst düzey Türk yetkililer arasında
gerçekleştirilen ikili toplantıda ekonomik diyalog sağlanmıştır. Diğer yandan,
üyelik öncesi mali gözetim bağlamında Komisyon, AB Üyesi Ülkeler ve Aday
Ülkeler arasındaki çok taraflı ekonomik diyalog sürdürülmüş, bu çerçevede
Mayıs 2010’da Brüksel’de Bakanlar düzeyinde bir toplantı gerçekleştirilmiştir.
228 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on
Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html,
(erişim tarihi:10.04.2011), s:28.
229 Konsey, Aralık 2006 tarihinde Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili kısıtlamaları sebebiyle 8 başlıkta
müzakerelerin açılmamasına ve Komisyon, Türkiye’nin Ortaklık Anlaşması’nın Ek Protokolü’nden
kaynaklanan yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğini teyit edinceye kadar hiçbir başlıkta
müzakerelerin kapatılmamasına karar vermiştir.
147
Raporlama döneminde AB kurumlarına Türkiye’den bir dizi üst düzey ziyaret
gerçekleştirilmiştir. 230
AB - Türkiye Gümrük Birliği, ikili ticarete katkı sağlamaya devam
ederek, 2009 yılında 80 milyar Avro’ya ulaşmıştır. Türkiye AB’nin 7. büyük
ticaret ortağı iken, AB Türkiye’nin en büyük ticaret ortağıdır. Türkiye toplam
ticaretinin yaklaşık yarısını AB ile gerçekleştirmektedir. Türkiye’nin, ithalat ve
ihracat lisansları gibi ticarette teknik engellerin ve AB’de serbest dolaşımdaki
üçüncü ülke menşeli ürünlerin ithalatındaki kısıtlamaların kaldırılması, devlet
yardımlarına ilişkin AB kurallarının ve fikri mülkiyet haklarının uygulanması,
ayrımcı vergi uygulamalarının kaldırılması, yeni
ruhsatlandırılmasına
bulunmaktadır.
ilişkin
alanlarda
yerine
eczacılık ürünlerinin
getirilmemiş
taahhütleri
231
Türkiye’nin canlı hayvan ve et ithalatına yönelik olan ve
uzun süredir devam eden yasağında hiçbir değişiklik meydana gelmemiştir.
Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni tam olarak uygulaması ve AB’de serbest
dolaşıma girmiş ürünlere yönelik çok sayıdaki ticari engeli kaldırması
gerekmektedir. AB, Türkiye’yi Kıbrıs’a yönelik taşımacılık kısıtlamaları dahil
olmak üzere malların serbest dolaşımındaki diğer tüm
kısıtlamaları
kaldırmaya ve Gümrük Birliği’ni tam olarak uygulamaya davet etmektedir. AB,
Şubat 2008 tarihinde kabul edilen Katılım Ortaklığı Belgesi ile yetkililere
reform öncelikleri konusunda rehberlik etmektedir. Reform öncelikleri
konusundaki ilerleme, Ortaklık Anlaşması ile kurulan organlar yoluyla takip
edilmektedir. Ortaklık Komitesi, 27 Mart 2010 tarihinde Ortaklık Konseyi ise
19 Mayıs 2010 tarihinde toplanmış olup; Kasım 2009 tarihinden bu yana 8
sektörel alt komite toplantısı gerçekleştirilmiştir. Mali yardımlarla ilgili olarak,
Türkiye için 2009 yılı katılım öncesi mali yardım aracından (IPA) 654 milyon
Avro ayrılmıştır. Ulusal düzeydeki tüm programlar için çok yıllı stratejik
çerçeveyi sağlayan ve revize edilen 2011-2013 Çok Yıllı Planlama Belgesi,
Türk kurumlarından gelen katkılarla hazırlanmış olup, 2011 yılı başında IPA
230 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:34.
231 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:34-36
148
Yönetim Komitesi’ne sunulacaktır. Mali destek, temel haklar, hukukun
üstünlüğü, kamu yönetimi reformu, rekabetçilik, çevre, taşımacılık, enerji,
sosyal
kalkınma,
tarım
ve
kırsal
kalkınma
gibi
öncelikli
alanlara
odaklanacaktır. Türkiye sınır ötesi işbirliği için destekten ve IPA çerçevesinde
bir dizi bölgesel ve yatay programdan faydalanmaktadır.
Sivil Toplum Aracı çerçevesinde sivil toplumun geliştirilmesine,
özellikle sivil toplum örgütlerinin idarelerinin ve iletişim kapasitelerinin, sosyal
diyalog ve katılımın geliştirilmesine ve kültür, cinsiyet, çocuk ve bölgesel
konulara yönelik AB mali desteği sağlanmıştır. Bununla birlikte, aktif
vatandaşlığın desteklenmesinde iyi örneklerin teşvik edilmesi amacıyla Türk
idaresine teknik destek sağlanmıştır. 2010 yılında ayrıca, siyasi kriter ve
medya bağlamında Türkiye ve AB arasında bir sivil toplum diyalogunun
desteklenmesini teminen finansman sağlanmıştır.
Raporun siyasi kriterler bölümünde ise Türkiye tarafından, demokrasi,
hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygıyı sağlayan
kurumların istikrarını gerektiren Kopenhag siyasi kriterlerini karşılama
yönünde kaydedilen ilerleme incelenmekte olup aşağıdaki hususlar tespit
edilmiştir; 232

Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin olarak, iddia edilen
Ergenekon suç örgütüne ilişkin soruşturma ve diğer çok sayıdaki
darbe planına dair inceleme demokratik kurumların düzgün işleyişi ve
hukukun üstünlüğüne olan güvenin güçlendirilmesi bakımından
Türkiye için önemli bir fırsattır. Ancak, bu kapsamdaki ilerleme hukuki
süreçlere ve sanıkların haklarına riayet etmelidir. Türkiye, siyasi
partilerle ilgili mevzuatını Avrupa standartları ile uyumlu hale
getirmelidir.Anayasa kapsamında gerçekleştirilen değişiklikler doğru
yönde atılan bir adımdır. Söz konusu değişiklikler, yargı, temel haklar
ve kamu yönetimi alanında Katılım Ortaklığı’nın birkaç önceliğini
232 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2005 Yılı Katılım
Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2005.pdf, 09
Kasım 2005.
149
karşılamaktadır. Ancak, bahse konu değişikliklerin hazırlanması ve
kabulü siyasi partileri ve sivil toplumu içeren bir danışma süreci ile
gerçekleşmemiştir. Anayasal hükümlerin Avrupa standartlarında,
şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde uygulanması kilit öneme sahiptir.Türkiye
Büyük
Millet
Meclisi
tarafından
Kopenhag
siyasi
kriterlerinin
karşılanmasına yönelik alanlarda sınırlı sayıda yasa çıkarılmıştır.
Yasama-yürütme ilişkileri ile parlamenter yönetim ve inceleme dahil
olmak üzere birçok alanda Türk parlamentosunun idari kapasitesi
hakkındaki endişeler devam etmektedir. TBMM Türkiye’nin üyelik
stratejisinin oluşturulmasında ve uygulanmasında sınırlı bir rol
oynamaktadır.Hükümet bağlamında, son beş yılda reform ajandasında
görülen belirgin yavaşlamanın ardından, birkaç kilit anayasal reform ve
spesifik önlemi sunmuştur ancak kapsamı sınırlı kalmıştır. Kilit devlet
organları arasındaki ilişkilerde yaşanan gerginlik, siyasi kurumların
düzgün işleyişine olumsuz etki yapmaktadır.

Kamu yönetimi reformu çerçevesinde, Ombudsman kurumunun
oluşturulması, kişisel bilgilerin korunması ve bilgiye erişim başta olmak
üzere kısıtlı ilerleme sağlanmıştır.
Devlet memurluğu reformu ve
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun uygulanması bağlamında
daha fazla gayret sarf edilmesi gerekmektedir. Güvenlik güçlerinin sivil
denetimi kapsamında ilerleme kaydedilmiştir. Askeri mahkemelerin
yetki
alanı
sınırlandırılmış,
Askeri
Yargıtay’ın
kararları
yargı
denetimine açılmış ve üst rütbeli subayların sivil mahkemelerde
yargılanmasına ilişkin düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Ancak, silahlı
kuvvetlerin üst düzey üyeleri, özellikle yargıya ilişkin konular olmak
üzere, görev alanına giren konuların ötesinde açıklamalar yapmaya
devam etmiştir. Meclis denetimi ile iç ve dış denetim konusunda bir
ilerleme sağlanamamıştır.

Yargı alanında ilerleme kaydedilmiştir. Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nun yapısı ve askeri mahkemelerin yetkilerinin kısıtlanmasına
ilişkin Anayasa değişikliklerinin kabulü olumlu bir adımdır. Ancak,
Adalet
Bakanı
halen
Yüksek
Kurula
başkanlık
etmekte
ve
150
soruşturmalarda son sözü söylemektedir. Tüm paydaşlarla etkin bir
diyalog kurulmasına ve reformların AB standartlarına göre şeffaf ve
kapsayıcı bir şekilde uygulanmasına dikkat edilmelidir.

Yolsuzluğun engellenmesine ilişkin olarak, kapsamlı bir yolsuzlukla
mücadele stratejisi ve eylem planı ile bunların uygulanmasını
yönetecek ve denetleyecek bir organın kurularak Katılım Ortaklığı
önceliklerinin yerine getirilmesi bakımından ilerleme sağlanmıştır.
Ancak, bazı alanlarda yaygın olarak süren yolsuzluğun azaltılmasını
teminen stratejinin etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir.
Türkiye’nin, soruşturmalar, iddianame ve mahkumiyetlere ilişkin bir
izleme kaydı oluşturması gerekmektedir.

İnsan hakları ve azınlıkların korunmasıyla ilgili olarak, uluslararası
insan hakları hukukunun uygulanması bakımından bazı gelişmeler
kaydedilmiş olmakla birlikte, birkaç reform yıllardır beklemektedir.
İnsan hakları kuruluşlarına ilişkin mevzuat Birleşmiş Milletler ilkeleri ile
tamamen uyumlaştırılmalıdır.

Adalete erişimde sınırlı bir ilerleme sağlanmıştır. Yasal yardım
hizmetlerinin sağlanması gerek kapsam, gerekse kalite bakımından
yetersizdir. Sorunların ele alındığının güvence altına alınmasına dair
etkin bir izleme mekanizması bulunmamaktadır.Hapishanelere ilişkin
reform programı uygulanmaya devam etmektedir. Ancak mahkeme
öncesi tutuklamaların oranının yüksek olması en önemli sorunlardan
biri olarak ortaya çıkmaktadır. Hapishanelerdeki sağlık koşullarının
iyileştirilmesi gerekmektedir.

İfade özgürlüğü bağlamında, açık ve serbest tartışma ortamı devam
etmiş ve genişlemiştir. Ancak, gazetecilerin, yazarların, yayıncıların ve
siyasetçilerin şiddet içermeyen görüşlerini ifade etmeleri nedeniyle
kovuşturma ve mahkumiyetleri devam etmiştir. Türk mevzuatı Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı
ile
uyumlu
bir
şekilde
ifade
özgürlüğünü
yeterince
temin
edememektedir. İnternet sitelerinin sıklıkla yasaklanması endişe
151
yaratmaktadır. Medya üzerindeki uygunsuz politik baskılar ve yasal
belirsizlikler basın özgürlüğünün kullanımını etkilemektedir.

Dernek kurma özgürlüğü bağlamındaki yasal çerçeve büyük ölçüde
AB standartları ile uyumludur. Ancak, dernekler yasal gereksinimleri
karşılamakta zorluklarla karşılaşmakta ve orantısız kontrollere maruz
kalmaktadır. Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin yasak hükümlerin
değiştirilmesinde hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. Toplantı yapma
özgürlüğü
bağlamında
ilerleme
sağlanmıştır.
Ancak
ülkenin
güneydoğusunda Kürt meselesine ilişkin gösterilerde polis şiddeti
uygulanmaktadır.
Raporun Ekonomik ve sosyal haklarla ilgili bölümünde ise aşağıdaki
hususlara vurgu yapılmıştır;233

İnanç özgürlüğüne genel olarak saygı gösterilmektedir. Vakıflar
Kanunu’nun
uygulanması
idareden
kaynaklanan
sebeplerle
gecikmelere uğramaktadır. Aleviler ve Müslüman olmayan dini
topluluklarla kurulan diyalog sürdürülmektedir, ancak temaslara ilişkin
sonuçlar henüz ortaya çıkmamıştır. Heybeliada Ruhban Okulu’na
yönelik ilerleme kaydedilmemiştir. Azınlık dinlerin mensupları halen
radikallerin tehdidi altında yaşamlarını sürdürmektedir. Bu kapsamda
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla uyumlu bir hukuki
çerçevenin oluşturulması ile Müslüman olmayan dini topluluklar ve
Alevi cemaatinin aşırı kısıtlamalar olmadan, din adamlarının eğitimi
dahil olmak üzere, faaliyet gösterebilmeleri mümkün olabilecektir.

Kadın hakları ile cinsiyet eşitliğini garanti eden hukuki çerçeve genel
olarak uygun görülmektedir. Bahse konu hukuki çerçeve kadınlara
yönelik pozitif ayrımcılığı içeren tedbirlerin alınmasına imkan veren
anayasa değişikliği ile güçlendirilmiştir. Diğer taraftan, bu hukuki
çerçevenin siyasi, sosyal ve ekonomik gerçekliğe dönüştürülmesi için
daha çok çaba gösterilmesi gerekmektedir. Töre cinayetleri, aile içi
233 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on
Turkey’s…, s:45.
152
şiddet ile kadınların erken ve zorla evlendirilmeleri halen çok ciddi
sorun teşkil etmektedir. Yasaların ülkenin her yerinde istikrarlı bir
şekilde uygulanması gerekmektedir.

Çocuk haklarına ilişkin olarak, adalet sisteminde çocukların durumu ve
ilköğretimde cinsiyet ayrımı konularına ilişkin hukuki çerçevede
ilerleme sağlanmıştır. Bununla birlikte, eğitim, çocuk işçiliği, sağlık ve
adalet alanlarındaki uygulamalar ile idari kapasite ve koordinasyonun
artırılmasında daha çok gelişme gösterilmelidir.

İşçi hakları ve Sendikal haklar konusunda anayasa değişiklikleri ile
kamu sektöründe sendikal hakların kapsamı genişletilmiştir. Ancak,
mevcut hukuki çerçeve halen AB standartları ve ILO Sözleşmeleri ile
uyumlu olmayan kısıtlayıcı hükümler içermektedir. Taraflar arasında
uzlaşmanın sağlanamayışı yeni mevzuatın yasalaşmasının önünde
engel oluşturmaktadır. Ayrıca, anayasa değişiklikleri paketi kamu
görevlilerine grev hakkı tanımamaktadır.

Vakıflar Kanunu olarak bazı gecikmeler ve usule ilişkin sorunlara
rağmen uygulanmaktadır. Vakıflar Konseyi’nce bahse konu sorunlar
ele alınarak prosedürlerin hızlandırılmasında çaba gösterilmektedir.
Bununla birlikte, Vakıflar Kanunu el konan veya üçüncü kişilere
devredilen mülkler ile vakıfların yeni kanundan önce birleştirilen
mülklerine dair sorunların çözümüne ilişkin hükümler içermemektedir.
Türkiye tüm Müslüman olmayan dini toplulukların mülkiyet haklarına
istisnasız saygı göstermelidir.

Azınlık hakları konusunda, Türkiye halen kısıtlamalar uygulamaktadır.
Avrupa standartlarına uygun olarak azınlıkların dil, kültür ve temel
haklarına saygı gösterilmesi ve söz konusu hakların korunması
gerekmektedir. Türkiye azınlıklara yönelik olarak toleransın artırılması
ve daha kapsayıcı bir yaklaşım gösterilmesi yönünde daha fazla çaba
göstermelidir.

Kültürel haklar konusunda Türkiye özellikle hapishaneler ile özel
televizyon ve radyo kanallarında Kürtçe dilinin kullanılmasında
153
sağladığı özgürlükler ile ilerleme sağlamıştır. Bir önceki yıl Kürtçe
dilinde yayın yapan televizyon kanalının kurulmasına ilaveten 2010
yılında 24 saat Arapça yayın yapan televizyon kanalı yayın hayatına
başlamıştır. Bununla birlikte, siyasi hayat, eğitim ve kamu hizmetlerinin
sağlandığı noktalarda Türkçe dışındaki dillerin kullanımına yönelik
kısıtlamalar devam etmektedir. Halihazırda Türkçe dışındaki dillerin
kullanımı hakkındaki mevzuat, kısıtlayıcı yoruma tabi olabilmektedir.
Uygulamada
da
henüz
istikrar
sağlanmamıştır.
Romanların
durumunda bir miktar gelişme sağlanmıştır. Durumları kamuya açık
olarak tartışılmakta, bazı tedbirlerin alınması öngörülmektedir. Yine
de, Romanlar halen ayrımcı muameleye maruz kalmaktadır.

Doğu ve Güneydoğu’ya ilişkin olarak, Ağustos 2009 tarihinde Hükümet
tarafından duyurulan demokratik açılım, yapılan resmi açıklamalarda
açılıma
yönelik
bağlılığa
rağmen
yalnızca
kısmen
gerçekleştirilebilmiştir. Terörist saldırılar artmıştır. Kürt meselesine
yönelik çabaların sürdürülmesi önem taşımaktadır. Terörle mücadele
mevzuatının geniş yorumlara mahal vermeyecek şekilde değiştirilmesi
gerekmektedir. Bu kapsamda, söz konusu mevzuatın bölgede insan
haklarının iyileştirilmesi, ayrıca terörist eylemlerle ilişkili oldukları
gerekçesiyle tutuklanan ve orantısız olarak fazla olan tutuklu sayısının
azaltılmasını sağlamak üzere söz konusu mevzuatın değiştirilmesi
gerekmektedir. Bölgedeki kara mayınları ve köy koruculuğu sistemi
halen endişe yaratmaktadır.

Yerleri değiştirilen kişilere tazminat ödenmesine devam edilmektedir.
Ancak uygulama çok verimli değildir. Hükümet halen bu meseleye
yönelik bir ulusal strateji benimsememiştir. Hükümet tarafından bu
kişilerin ihtiyaçlarını gidermek için harekete geçilmesi gerekmektedir.
Mülteciler ile sığınmacılara ilişkin hukuki çerçeve ile başvuru usullerine
ilişkin sirkülerin uygulanması geliştirilmelidir. Yabancıların kaldığı
cezaevlerinin koşulları iyileştirilmelidir.
234
234 Raporun orijinal metni ve gayriresmi tercümesi için bkz: http://www.dısisleri.gov.tr.
154
1998 yılından beri yayınlanan on üçüncü ilerleme raporu olan 2010
İlerleme Raporu ve Genişleme Strateji Belgesi Devlet Bakanı ve Baş
Müzakereci Egemen Bağış tarafından bu zamana kadar yayımlanan 13 rapor
arasında en olumlu ve teşvik edici rapor olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca
Bağış “artık burnumuza AB üyeliği kokuları gelmeye başlamıştır” şeklinde
konuşmuştur. İlerleme Raporunun basında ancak ikinci ya da üçüncü
derecede önemli bir haber olarak yer bulması ve kamuoyunda pek ses
getirmemesi de Türkiye-AB ilişkilerin geldiği noktayı görmek açısından ilgi
çekicidir.
AB Komisyonu Türkiye İlerleme raporunda siyasi kriterler başlığı
altında en çok yer verilen ve en olumlu değerlendirilen konuların başında
anaysa
değişiklik
paketinin
kabul
edilmesi
gelmektedir.
Anayasa
değişikliğinden İlerleme Raporunun birçok yerinde söz edilmekte ve oldukça
olumlu değerlendirilmektedir. Değişikliğin Türkiye’nin AB sürecine olumlu
katkı yapacağından bahsedilmekte ve değişikliklerin Avrupa standartlarına
uygun,
şeffaf
ve
kapsayıcı
şekilde
uygulanması
gereği
üzerinde
durulmaktadır.
Ergenekon Davası, Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi
için bir fırsat olarak görülürken, davanın uzaması ve sanıkların uzun süre
tutuklu kalması ise eleştirilen noktalar arasında yer almaktadır.
Raporda siyasi partiler arasındaki ilişkilerin gergin olduğundan
bahsedilmekte, önemli siyasi kurumlar arasında çatışma olduğundan söz
edilmektedir. Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılmasına da raporda
yer verilmiş ve partinin kapatılarak ikisi milletvekili olan 37 kişiye siyasi yasak
getirilmesinin demokratik açılımı olumsuz etkilediği belirtilmiştir.
AB raporunda, basın ve kamuoyunun Kürt meselesi, ordunun rolü,
azınlık hakları ve Ermeni meselesi gibi geçmişte hassas kabul edilen konuları
daha açık ve özgürce tartışabilmesi övülürken, Ergenekon davasıyla ilgili
haber yapan gazetecilere çok sayıda dava açılmasının endişe verici olduğu
şeklinde olumsuz görüşler de yer almıştır. Ayrıca Türkiye'de internet
155
sitelerine getirilen erişim yasağının basın özgürlüğünü tehlikeye attığına da
yer verilmiştir.
Raporda Türkiye’nin kültürel haklar konusunda da bazı ilerlemeler
kaydettiği bildirilmiştir. Bunlar arasında Roman vatandaşlarının durumunun
kısmen iyileştirilmesi, Kürtçe televizyon ve radyo yayınları üzerindeki
kısıtlamaların kaldırılması yer almaktadır. Ancak raporda yer verilen olumsuz
görüşler arasında Doğu ve Güneydoğuda çoğunluğu kız yaklaşık 200 bin
çocuğun okullara gönderilmemesi ve kadınların siyasette, bürokraside ve
çalışma hayatında yeterince temsil edilmemesi, kadınlara yönelik şiddet,
kadınların işgücüne katılım oranının düşük kalması, namus cinayetleri ve kız
çocuklarının küçük yaşta zorla evlendirilmesi de bulunmaktadır.
Kıbrıs konusunda gecen yıl Türkiye’ye yapılan eleştiriler bu yıl ki
raporda yer almaktadır.Raporda Türkiye’nin Kıbrıs’taki kapsamlı çözüm
müzakerelerine destek verdiği ancak Türkiye’nin ek protokol yükümlülüklerini
hala yerine getirmediği ve Kıbrıs Rum kesimiyle ilişkilerini normalleştirdiği dile
getirilmektedir.
Raporda, öne çıkan bir diğer konu da Türkiye’de anti-semitizmin artışa
geçtiği iddiasıdır. Bu konuda da özellikle İslamcı ve aşırı sağcı basın
eleştirilere hedef olmuştur.
Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu’nda ekonomik alanda
Türkiye’nin genel olarak başarılı bir portresi çizilmiştir. Türkiye’nin küresel
krizden olumsuz etkilendiği ancak son on yılda başladığı bankacılık
sektöründeki yeniden yapılanma ve mali konsolidasyon süreci sayesinde,
hızlı toparlandığı, Türkiye'de işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını devam
ettirdiği
ve
bunun
da
Türkiye’nin
direncinin
yüksekliğini
gösterdiği
kaydedilmiştir.
Bugün Türkiye ve AB ilişkilerinde gelinen noktada İlerleme Raporu’nu
olumlu ya da olumsuz değerlendirmek bir anlam ifade etmemektedir. Öyle ki,
İlerleme Raporu çok olumlu ifadeler ile dolu olsaydı Kıbrıs sorununda
düğümlenen AB sürecine yapacağı katkı yine de sınırlı kalacaktı. Bunun
156
yanında bu raporun açıklanmasının ardından kamuoyunda AB konusuna
olan ilginin düşük seviyelerde seyrettiği de iyice ortaya çıkmıştır. Zira AB
İlerleme Raporu ne kamuoyu tarafından ne de basın tarafından yeterli ilgi
çekebilmiştir. Bunun nedeni de Türk halkının AB üyeliği hedefinin
gerçekleşeceğine olan inançlarının her geçen gün azalmasıdır.
İngiliz Financial Times Gazetesi AB ile üyelik müzakerelerine başlayan
tüm aday ülkelerin tam üye olduğuna, AB’nin Türkiye konusunda ayak
sürüdüğüne ve İspanya ve İngiltere gibi Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen
ülkelerin bile artık eskisi kadar destek vermediğine dikkat çekmiştir.
Bugün
Türkiye ile aynı tarihte aday ülke olarak kabul edilen Hırvatistan
müzakerelerin son aşamasına gelmiş, tam üyeliğe hazırlanmaktadır. Türkiye
ile müzakerelerde ise 35 fasıldan yalnızca 13'ü açılabilmiş 8’i siyasi nedenler
ile bloke edilmiş, yalnızca bir tanesi kapatılabilmiştir. Güney Kıbrıs, Fransa ve
Almanya gibi ülkeler Türkiye’nin AB yolunu tıkamak için çeşitli yollar
denemektedirler. Bütün bunlara rağmen Türkiye reformlara devam etme
kararlılığını göstermektedir. İlerleme raporundan çıkarılabilecek en önemli
sonuç da budur. Yoksa İlerleme Raporunun ne ‘olumlu ve teşvik edici’
olduğunu ne de Türkiye’nin ilerleme kaydettiğini söylemek mümkündür.
3.6.
AVRUPA
BİRLİĞi’NİN
TÜRKİYE’DEN
AZINLIKLARLA
İLGİLİ
BEKLENTİLERİ
Türkiye’nin jeostratejik konumu ve tarihsel mirası AB için stratejik bir
imkan vermektedir. Bütün önemli gerilim noktalarının etki sahasında bulunan
ve buna rağmen bütün taraflarla aynı anda iletişim kurabilen bir
Türkiye,AB’nin bu süreçlere dahil olması ve yumuşak gücünü devreye
sokabilmesi için önemli bir fırsat penceresi açmaktadır. Türkiye’ye evet diyen
AB’nin esasında kültürel kapamacı eğilimlere hayır diyeceği ve bu sayede
dinamik
ve
kucaklayıcı
bir
kimlik
inşasına
girişilebileceği
iddia
edilmektedir.Türkiye’ye hayır diyen bir AB esasında her zaman yaptığı
söylem-eylem tutarsızlığı tescil ettirmiş olacaktır.Böylece Türkiye ile yollarını
157
ayıran
AB
Ortadoğu’ya
sınır
olmayarak
kendi
güvenliğini
sağlamlaştıramayacak, tam tersine Doğu Akdeniz, Kafkasya ve Karadeniz
havzasında ortaya çıkabilecek güvenlik tehditlerine karşı savunmasız hale
gelecektir.Bu büyük ikilemde kalan AB ise, Türkiye’nin AB üyeliğini
yönetilmesi gereken bir kriz olarak değerlendirmekte olup ; ilerleme
raporlarında
sürekli
aynı
hususları
tekrar
ederek
beklentilerin
karşılanmadığını ileri sürerek zaman kazanmaktadır.
AB’nin sürekli olarak
Antlaşması’nda
belirtilen
vurgu yaptığı beklentilerin ilki; Lozan
azınlıkları
tanıma
konusundaki
tutumdan
vazgeçilerek, etnik,dilsel ve dinsel tüm grupların azınlık olarak tanınması ve
azınlık haklarından yararlandırılması gerekmektedir.235
Türkiye’den Lozan Atlaşması ile tanımış olduğu üç dini azınlık olan
Rum, Ermeni ve Yahudiler dışındaki bazı vatandaşları özellikle de Kürtleri
etnik, Alevileri de dini, azınlık olarak tanıması ve uluslar arası antlaşmalar ve
AB Müktesabatı’nın azınlıklara tanımış olduğu haklardan yararlandırılmasını
talep etmektedir. Ayrıca Süryanilerin dinsel azınlık olarak tanınması ve dinsel
eğitimlerinin icrasında uygulanan baskıların ortadan kaldırılması,Süryani
cemaatinin yurtdışından dönüşlerinde kendilerine yardım edilmesi, bu
cemaatin kendi okullarına sahip olarak, kendi dini liderlerini,Süryani
gençliğine öğretmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra Çingene
topluluklarının
ikamet,eğitim,sağlık
ve
istihdama
yönelik
karşılaştığı
güçlüklerin kaldırılması ve mevcut düzenlemelerin kendilerine yeterli
korumayı sağlamadığı belirtilmektedir.
İkinci olarak
Radyo ve televizyon yayıncılığında kullanılacak olan
dillerle ilgili kısıtlamanın kaldırılarak,Lozan Antlaşması’nda yer alan azınlıklar
dışındaki kültürel bir kimliğe ve ortak geleneklere sahip etnik grupların ana
dillerinde de yayın yapılabilmesi,yerel yayın kuruluşlarına da bu dillerde yayın
müsadesinin verilmesi, yayın süreleri ile ilgili düzenlemenin kanun metninde
çıkartılmasını talep etmektedir.236Avrupa parlamentosu Kararlarında geçen
235 DALYANCI, a.g.e., s:108,109.
236 GÜLER, a.g.e., s:53,54.
158
talepler, görsel-işitsel alanda, öncelikle Sınırsız Televizyon Direktifi olmak
üzere
mevzuat
uyumunun
düzenleyici kurum
tamamlanmasını,bağımsız
kapasitelerinin
güçlendirilmesi ve
televizyon/radyo
yöresel dillerde
televizyon ve radyo yayını yapılmasını yasaklayan her türlü yasal hükmün
kaldırılmasını istemektedir.237
Üçüncü olarak dini kurumların hukuki varlıklarının tanınması, dini
eğitim veren Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gerekmektedir. Cemaat
vakıflarının,kiliselerin, Fener Rum Patrikhanesi’nin ve Heybeliada Ruhban
Okulu’nun
Avrupa
doğrultusunda
İnsan
taşınmaz
Hakları
mal
Sözleşmesi’nin
edinmeleri,
bunlar
1
no’lu
Protokolü
üzerinde
tasarrufta
bulunmaları,taşınmaz mallarının kamulaştırılması, Heybeliada Ruhban Okulu
gibi din adamı yetiştirecek okulların açılması,Türk olmayan din adamlarına
çalışma ve Fener Rum Patriğine de Ekümenik sıfatını kullanma izinlerinin
verilmesi istenmektedir. Ayrıca dini ibadet yerlerinin açılmasına müsaade
edilmesi ve bunun Alevileri de kapsaması, Alevilerin Diyanet İşleri
Başkanlığı’nda temsil edilmesi, cemevlerinin ibadethane olarak kabul
edilmesi gerekmektedir. Özetle azınlık vakıflarına yönelik ayrımcılığa son
verilerek, diğer vakıflarla eşit davranılması, azınlık vakıflarına ait mallar ile
ilgili problemlerin çözüme kavuşturularak daha önce el konulan malların iade
edilmesi, azınlık vakıflarına tüzel kişilik kazandırılması talep edilmektedir.
Dördüncü olarak tüm gruplara herhangi bir kısıtlama olmada, azınlık
dilinde eğitimi de kapsayacak şekilde, ilköğretim hakkının sağlanması, bu
maksatla
açılan
kursların
devlet
tarafından
mali
olarak
desteklenmesi,Türkçeden başka bir dilde eğitim görmek isteyenlerin
suçlanmamasını talep etmektedirler.238Bu talepleriyle kültürel çeşitliliğin
sağlanması, kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının
teminat altına alınması,eğitim alanındakilerde dahil olmak üzere bu hakların
kullanılmasını engelleyen her türlü yasağın kaldırılarak Türkçe dışındaki
dillerle
yapılan
eğitime
etkili
bir
erişimin
temin
237 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e , s:78.
238 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…, s:18; AKDOĞAN, a.g.e, s:79.
edilmesini
talep
159
etmektedir.Ayrıca azınlık okullarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı müdür
yardımcısının
görevlendirilmesinden
vazgeçilmesi
veya
yetkilerinin
azaltılması,azınlık okullarında görevlendirilecek öğretmenlerle ilgili olarak
problemlerin çözülmesini
ve okul kitaplarının gözden geçirilerek tarih ve
azınlık kültürleri konusundaki ayrımcılık içeren ifadelerin çıkartılmasının
istemektedir.
Beşinci olarak azınlıkların korunmasına ilişkin olarak Avrupa Konseyi
Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık
Dilleri Avrupa Şartı’nı bir an önce çekince koymadan ve yorum beyanında
bulunmadan imzalayarak onaylamasını talep etmektedir.239
3.7. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARLA İLGİLİ BEKLENTİLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Genel perspektif olarak Türkiye’ye ilişkin yayımlanan 13
Komisyonu
İlerleme
Raporu’na
bakıldığında;
vurgulanan
adet AB
tek
nokta
ilerlemenin sınırlı düzeyde kalmasıyla ilişkili olup; tam üyeliği ertelemek için
koz olarak kullanılmaktadır. Ancak AB ve Türkiye arasında ilişkilerin tam
üyelikle sonuçlanabilmesi için ilerlemenin gerçekleşmesi yanı sıra ön koşul
olarak AB’nin lokomotifi olan Fransa ve Almanya başta olmak üzere kimi AB
üyesi
ülkelerin
Türkiye’ye
yönelik
gerekmektedir. Çünkü Fransa
dışlayıcı
tutumlarının
Cumhurbaşkanı Sarkozy’in
değişmesi
ve Almanya
başbakanı Merkel’in liderliğinde bir kısım Avrupalı liderlerin her fırsatta
Türkiye’nin üyeliğine karşı olduklarını açıklamaları ve “imtiyazlı ortaklık “ gibi
hangi
alanlarda
nasıl
bir
netleştirilmemiş
alternatifler
motivasyonunu
kaybetmesine
birliktelik
öngördüğü
geliştirmeleri
neden
teklif
Türkiye’nin
olmaktadır.9
sahiplerince
AB
Kasım
sürecinde
2010’da
yayımlanan AB Komisyonu aday ülkelerle ilgili yıllık İlerleme raporunun
yayımlanan kamuoyunda ses getirmesi bunun en bariz örneğidir.
239 Ayrıntılı bilgi için bkz: (internet), Council of Europe, http://www.conventions.coe.int/Treaty/
Commun/ChercheSig.asp?NT=1488CM=8&DF=26/03/06&CL=ENG.
160
Avrupa Birliği Jean Monnet ve Robert Schuman’ın “çeşitlilik içinde
birlik” anlayışına uygun düşecek biçimde davranmak için kimlik/kültür olarak
kucaklayıcı bir çehreye bürünmesi gerekmektedir.
Avrupa
Birliğinden
beklentilerinden ilki
tam
üyeliğin
gerçekleşmesi
kapsamında
Türkiye’nin azınlıkları tanıma konusundaki tutumunu
eleştirmekten vazgeçmesidir.240 1990 sonrasından,Türkiye ‘nin AB’ye üyelik
sürecinin
hızlandığı dönemden, günümüze kadar
Avrupa ülkelerin 1923
yılından bu yana sorun olmaktan çıkmış azınlıkları tanıma konusunu
Türkiye’nin
önüne
sürekli
çıkarılmaktadır.Ancak
Türkiye
Lozan
Antlaşması’na göre gayrımüslimlik ölçütüne göre belirlenen azınlık anlayışı
çerçevesinde Ermeniler,Rumlar
ve Yahudileri azınlık statüsünde saymış,
bunların dışında kalan etnik,dini ve dilsel kültürler,Türk ve devletin asli unsuru
olarak kabul edilmişlerdir. Bunların dışında ülkesinde azınlıklar olup
olmadığına karar verecek olan Türkiye’dir.
Uluslar arası hukukta azınlık hakları ve azınlıkların korunması
konusunda ortak bir görüş birliğine varılamamasının da etkisiyle, Birlik henüz
kendi içerisinde bu konuda ortak bir politika belirleyememektedir.
1990
yılındaki AGİT toplantısı sonucunda hazırlanan Kopenhang Belgesi’ne göre
“azınlıklar konusunda her ülkenin durumuna ve anayasal sistemlerine göre
farklı yaklaşımları bulunabileceği” ve 1991 yılında onaylanan Cenevre
Uzmanlar Raporu’na göre “her etnik, kültürel, dilsel veya dinsel farkın azınlık
yaratmayacağı” belirtilmiştir. Avrupa Birliği’nin en etkili ülkelerinden birisi olan
Fransa ülkesinde azınlık bulunduğunu, BM nezdindeki Fransız temsilcisinin
1976’da İnsan hakları bölümü Başkanlığı’na yazdığı bir mektupta ve 5 Mart
1991 tarihinde BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi( ECOSOC) çerçevesinde
yayımlanan E/CN.4.1991 rumuzlu belge’de “Fransız halkının, etnik özelliklere
dayanan
hiçbir
ayrımı
etmemektedir. Bu anlayış
kabul
etmeyeceğini”
belirttiği
üzere
kabul
çerçevesinde Fransa Anayasa Mahkemesi “
Fransa hükümeti Fransa halkının bileşeni Korsika halkının oluşturduğu
240 Ayrıntılı bilgi için bkz: (internet), Council of Europe, http://www.conventions.coe.int/Treaty/
Commun/ChercheSig.asp?NT=1488CM=8&DF=26/03/06&CL=ENG.
161
yaşayan kültürel ve tarihsel topluluğun,kültürel kimliğini korumasına ve özgül
ekonomik ve sosyal çıkarlarının müdafaasına ilişkin hakların güvence altına
alınır” şeklindeki Korsika’nın statüsü ile ilgili yasayı Korsika’nın ayrı bir birim
olarak kabulü sonucunu doğuracağı gerekçesiyle iptal etmiştir.Ülkenin üniter
bir devlet olmasından hareketle, kültürel ve etnik farklılıkların tanınmasına
hoşgörü göstermektedir.
Avrupa Birliği’nin diğer lokomotif ülkesi olan Almanya 1995 tarihli
Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Antlaşması’nı 1998
yılında imzalarken “ Çerçeve antlaşmanın ulusal azınlık kavramına ilişkin bir
tanım içermemektedir.O nedenle antlaşmanın kabulünden sonra kimlere
uygulanacağını belirlemek, anlaşmaya taraf olan devletlere ait bir haktır.”
Kaydını düşerek, ülkesinde bulunan azınlıkları belirleme yetkisinin kendisine
ait olduğunu belirtmiş ve bu kapsamda Alman vatandaşı olan Danimarkalılar
ile Sorb halkını ulusal azınlık kabul ettiğini vurgulamıştır ki, azınlık haklarının
sadece Alman yurttaşı olan ve bölgelerinde çok uzun süredir yaşayan
insanlara tanınabileceğini savunmaktadır.
Üye devletlerin yaklaşımları ve uygulamalarından da görüldüğü gibi,
her üye devlet kendi içinde bulunduğu şartları dikkate alarak en uygun
politikayı uygulamaktadır.Bu da birlik içinde üye sayısı kadar farklı
uygulamaya sebep olmaktadır.
olmadığı,adeta
çifte
241
standart
İç politika ile dış politikanın birbiriyle tutarlı
uygulayan
AB,azınlıkların
korunması
konusunda, kendi içerisinde hiçbir zaman ulaşamadığı standartları aday
ülkelerden ve üçüncü ülkelerden talep etmemelidir.
İkinci olarak Avrupa Birliği “kültürel haklar” bağlamında her etnik
grubun
anadilinde
yayın
ve
eğitim
hakkının
tanınmasını
talep
etmektedir.Ancak bu husus, ülkede yeni azınlıkların yaratılmasına zemin
hazırlamaktadır.Kimi zaman “azınlık hakları” kimi zaman da “bireysel haklar”
adı altında sunulan “Kürtçe televizyon yayını” ve “Kürtçe eğitim hakkı” istek
dayatmalarında bu konuda gelinen noktayı göz ardı etmemeleridir.242Nitekim
241 DALYANCI, a.g.e., s:108,109.
242 GÜLER, a.g.e., s:53,54.
162
03 Ekim 2001 tarihinde Meclis’te kabul edilerek,17 Ekim 2001 tarihinde
yürürlüğe giren “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi
Hakkında
Kanun”
kapsamında;Anayasanın
“Düşünceyi
açıklama ve Yayma Hürriyeti “ başlıklı 26’ıncı maddesinde değişiklik
yapılarak,
yasaklanmış
“düşüncenin
herhangi
açıklanmasında
bir
dil
ve
yayılmasında
kullanılamaz”
ibaresi
kanunla
metinden
çıkarılmıştır.Ayrıca, Anayasanın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesi de
değiştirilerek, “kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamaz”
ibaresi, madde metninden çıkarılmış ve böylece farklı dil,lehçe ve ağızlarda
yayın yapılabilmesine imkan tanınmıştır.243
Öte yandan, 2002 ve 2003 yıllarında 3984 sayılı Kanun’da yapılan bir
dizi değişiklikle, Kürtçe dahil Türkçe dışındaki bazı dillerde yayın yapma
yasağına son verilmiştir.244 “Cumhuriyet’in Anayasa’da belirtilen temel
niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı
olmamak suretiyle, “kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk
vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil
ve lehçelerde de” yayın yapılmasının önü açılmıştır. AB ile uyum sürecinin
günü kurtarmaya yönelik yama usulü reform yapma uygulamasının tipik bir
örneğiyle, 4. maddede yer alan anadilde yayın yasağı kaldırılmadan anadilde
yayın hakkı tanınmış, aynı yasada birbirleriyle çelişen hükümlerin yer
almasına yol açılmıştır.
26 Mart 2002 tarihli 4748 sayılı yasa gereği; Basın
Kanunu’nun 16’ıncı maddesinin 5’inci fıkrasındaki “kanunla yasaklanmış
herhangi bir dilde yayın yapılmasına “ilişkin hüküm kaldırılmıştır.
03 Ağustos 2002 tarihli 4771 sayılı yasa kapsamında ise; Yabancı Dil
Eğitimi ve Öğretimi Kanununda yapılan değişiklikle Türk vatandaşlarınca
geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesindeki
sınırlamalar kaldırılmış, Radyo Televizyon Kurumları Kuruluş ve Yayın
243 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e , s:78.
244 Bu yayının sadece TRT’de yapılmasına izin verilmiştir.
163
Kanunu’nda yapılan değişiklikle de, bu dillerde ve lehçelerde yayın
yapılmasına imkan tanınmıştır.245
15 Temmuz 2003 tarihli 4298 sayılı yasa gereği; Radyo ve Televizyon
Kurumları Kuruluş ve Yayın Kanunu’nda yeniden değişikliğe giderek, bu
çerçevede
Türk
vatandaşlarınca
günlük
yaşamda
geleneksel
olarak
kullanılan farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması imkanının hem kamu hem
de özel radyo ve televizyon kuruluşları vasıtasıyla sağlanması yasal
güvenceye kavuşturulmuştur. Ayrıca Nüfus kanununda değişikliğe gidilerek
çocuklara bazı isimlerin konulamayacağına ilişkin yasak kaldırılmıştır. 246
Ayrıca, 2002 ve 2003 tarihli reformlarla yapılan yasal değişiklikleri
yürürlüğe koymak üzere hazırlanan 25 Ocak 2004 tarihli yönetmelik, yasada
öngörülmeyen sınırlamalar getirmiştir. Öncelikle, yönetmelik, yasada tanınan
anadilde yayın yapma hakkının kapsamını Kürtçenin Zazaca ve Kırmançi
lehçeleri ile Boşnakça, Arapça ve Çerkezce olmak üzere devletin belirlediği
beş dille sınırlamıştır. Hangi esaslara dayanılarak belirlendiği belirtilmeyen bu
dil ve lehçelere tanınan anadilde yayın hakkının, Lazca gibi diğer dillere de
tanınmamış olması, herhangi bir meşru gerekçeye dayanmayan keyfi ve
ayrımcı bir uygulamadır. Yönetmelik, yayın yapma hakkını radyoda günde 60
dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyonda ise günde 45
dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saatle sınırlamıştır. Bu yayınlar,
sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik
olabilir. Buna karşılık, bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın
yapılamaz. Yönetmelik ayrıca, içerik ve süre açısından birebir olmak kaydıyla
radyolarda yayının peşi sıra, televizyonlarda ise yayın sırasında alt yazıyla
Türkçe tercüme zorunluluğu getirmektedir.
30 Temmuz 2003 tarihli 4963 sayılı yasa gereği; Yabancı Dil Eğitimi ve
öğretimi ile Türk vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi
Hakkında
Kanun’da
değişikliğe
gidilmiş
ve
bu
çerçevede
Türk
vatandaşlarının farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine yönelik ayrı bir bina
245 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e, s:79.
246 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…, s:18; AKDOĞAN, a.g.e, s:79.
164
tahsis edilmeksizin, mevcut kurslarda öğrenimine imkan tanınmıştır.2004
yılında ulusal televizyon kanalı TRT’de Kürtçe dahil yerel dil ve lehçelerde
yayın yapılmış, radyolarda Kürtçe yayına izin verilmiştir. 247
2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon (TRT) Kanunu’nun 21.
maddesinde Haziran 2008’de yapılan bir değişiklik, TRT’de Türkçe dışında
farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilmesinin önünü açmıştır. Bu
değişikliğe binaen 24 saat Kürtçe yayın yapmak üzere kurulmuş olan TRT 6
(Şeş), 1 Ocak 2009’da yayın hayatına başlamıştır. Ancak, TRT yasasında
yapılan değişikliğin TRT bürokrasisine takdir yetkisi tanımış olması, ileride
TRT yönetiminde gerçekleşecek bir değişikliğin TRT 6’nın (Şeş) sürekliliğini
tehlikeye atabileceği yönünde Kürt kamuoyunda endişeler yaratmıştır.248
Anayasa ya da yasalar çerçevesinde de olsa en ufak bir sınırlamayı
kaldıramayan
ve
bu sebeple AB raporlarında
yeterli görülmeyen
düzenlemeler ile birliğin bu konudaki mevcut uygulamaları birbiriyle
çelişmektedir.
Üçüncü olarak dini kurumların hukuki varlıklarının tanınmasını
istemektedir.
249
Ancak,dini eğitim veren Heybeliada Ruhban Okulu’nun
açılması,Fener Rum patriğine Vatikan benzeri bir yapılanma içerisine girerek
bütün dünyada görev yapacak din adamlarını bir merkezde, kendi
kontrolünde yetiştirmek adına ekümenik vasfını elde etmesi mümkün değildir.
Çünkü Lozan Antlaşması’nın azınlıklara imtiyaz değil, Müslüman halkla eşit
muamele görme hakkı tanımıştır ve Anayasanın ikinci maddesinde Türkiye
Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak nitelenmesi ve bunun gereği olarak dini
öğretim yapan özel okul açmanın yasak olmasından kaynaklanmaktadır. Yine
anayasanın 24’inci maddesinde “din ve ahlak eğitim öğretimi devletin gözetim
ve denetimi altında yapılır” ibaresiyle 130’uncu maddesindeki “kanunda
gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmak şartı ile
vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim
247 Kürtçe Kanala Vize, Akşam Gazetesi, 30 Mayıs 2008, s:11; “TRT’de Kürtçe Kanala Kürt
Kökenli Yönetici, Sabah Gazetesi, 03 Haziran 2008, s:17.
248 CANATAN, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında…”, s:166.
249 KURUBAŞ, Avrupa Birliği’nin Azınlıklara…s.233
165
kurumları kurulabilir” hükmüne rağmen, Patrikhane’nin bir vakıf hüviyetinden
olmamasından dolayı ona bağlı bir özel yüksek öğretim kurumunun açılması
mümkün değildir. Bunun yanı sıra Türk milli eğitiminin genel amaç ve temel
ilkelerinin 1973 yılında kabul edilen Milli Eğitim Temel Kanunu ve 1981
yılında çıkarılan Yüksek Öğretim Kanunu ile belirlenmiş olması ve hangi
derece ve türde olursa olsun okul programının bu genel amaç ve temel
ilkelere uygun olarak geliştirilmesinin zorunlu olması,Ruhban Okulunun
Patrikhane veya onun himayesindeki bir vakıf marifetiyle, dini kıyafetli ve
Türk Milli eğitimi ve mevzuatından özerk bir şekilde, yüksek öğretim kurumu
olarak yeniden açılması mümkün değildir ve AB bu ısrarlı tutumunu
bırakmalıdır.
AB, Türkiye’deki azınlık unsurlarının en büyük probleminin mal edinimi
konusunda olduğunu vurgulamaktadır.250 Azınlık vakıflarının mal edinimi
konusu Osmanlı devleti’nden bu yana süregelen bir sorun olmuştur. Osmanlı
vatandaşı olan Rum,Ermeni,Yahudi ve diğer gayrımüslimler tarafından
Osmanlı döneminde kurulan, özellikle kiliselerin yaşaması ve tamirinin
sağlanması için faaliyet gösteren ve padişah fermanıyla kurulan Vakıflara
1912 tarihli “Eşhası Hükmiye’nin Emvali
Gayrimenkuleye
Tasarruflarına
Mahsus Kanunu Muvakkat” ile gayrimenkul edinme hakkı verilmiştir. Lozan
Antlaşması’nın 42/3 Maddesi’ne göre Türk Hükümeti, azınlıkların Türkiye’deki
vakıflarına, din ve hayır isleri kurumlarına her türlü kolaylığı ve izni
sağlamaktaydı.Bu madde gereğince, 5 Haziran 1935 tarihinde kabul edilen
2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile azınlık vakıflarına tüzel kişilik tanınmış ve bu
kanunun 44. Maddesi ile vakıflara envanterlerindeki malların bildirilmesi
zorunluluğu getirilmekteydi. 1974 yılında, Yargıtay’ın aldığı bir kararla,
vakıfların yeni mal edinemeyeceği hükme bağlanarak beyanname verilen
1936 yılından itibaren vefat eden gayrimüslimlerce bağlı oldukları vakıflara
bağışlanan malların geri alınmasına karar verildi(Evren, 2005:104) ve bunun
neticesinde azınlık vakıflarının 1936 yılından sonra edindiği mallar bedelsiz
250 Yalçın AKDOĞAN, Kırk Yıllık Düş: Avrupa Birliği’nin Siyasal Geleceği ve Türkiye, Alfa
Yayınları, İstanbul, 2004, s:70,78.
166
olarak eski sahiplerine, onlar ölmüşse mirasçılarına, mirasçıları da yoksa
hazineye teslim edildi.
AB üyelik sürecinde kabul edilen Uyum Yasaları kapsamında; 2002
yılında kabul edilen 4771 sayılı yasa ile azınlık vakıflarının vakfiyeleri olup
olmadığına bakılmaksızın dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel
alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere Bakanlar Kurulu kararıyla taşınmaz
mal
edinebilecekleri
ve
bunlar
üzerinde
tasarrufta
bulunabilecekleri
düzenlenmiştir. Ancak, 4771 sayılı yasa, azınlıkların mal edinimini Bakanlar
Kurulu kararına bağlaması dolayısıyla eleştirilmiş ve yerine 2003 yılında 4778
sayılı yasa kabul edilmiştir. 4778 sayılı yasa, azınlık vakıflarının mal edinmesi
için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün iznini yeterli kılmıştır.
2008 tarihli ve 5737 sayılı yeni yasa kapsamında ise;
- Gayrimüslim cemaat vakıflarının mensuplarının, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olması kabul edilmiş,251
- Yeni vakıfların, vakıf senetlerinde yazılı amaçlarını gerçekleştirmek
üzere Genel Müdürlüğe beyanda bulunmak şartıyla şube ve temsilcilik
açabilmelerinin önü açılmış,252
- Yabancıların, Türkiye’de, hukukî ve fiilî mütekabiliyet esasına göre
yeni vakıf kurabilmelerine izin verilmiş,253
- Vakıfların izin almaksızın mal edinebilmelerine ve malları üzerinde
her türlü tasarrufta bulunabilmelerine imkan tanınmış,254
- Vakıfların vakıf senetlerinde yer almak kaydıyla, amaç veya
faaliyetleri doğrultusunda, uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilmeleri,
yurt dışında şube ve temsilcilik açabilmeleri, üst kuruluşlar kurabilmeleri ve
yurt dışında kurulmuş kuruluşlara üye olabilmelerine izin verilmiş,255
251 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 2,3.
252 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 5.
253 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 5/2.
254 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 12.
255 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 25.
167
- Vakıfların; yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni
ve nakdi bağış ve yardım alabilmeleri, yurt içi ve yurt dışındaki benzer amaçlı
vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilmeleri hükme
bağlanmış,256
- Vakıfların vakfa gelir temin etmek amacıyla, Genel Müdürlüğe bilgi
vermek şartıyla iktisadî işletme ve şirket kurabilmeleri ve kurulmuş şirketlere
ortak olabilmeleri mümkün kılınmış,257
- Cemaat vakıflarının; 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen
tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda
kayıtlı olan taşınmazları ile 1936 Beyannamesinden sonra cemaat
vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya
bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel
Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan
taşınmazlarının Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren (18) ay içinde
müracaat edilmesi halinde, cemaat vakıfları adına tescillerinin yapılacağı
hükme bağlanmıştır. Görüldüğü üzere, gerek AB üyelik süreci kapsamında
çıkarılan yasalar, gerekse 2008 yılında onaylanan yasa, içerdiği hükümler
itibariyle Lozan Antlaşması’na, ulusal çıkarlara ve ülke birlik ve bütünlüğüne
aykırılık teşkil etmektedir.
Bu kapsamda, yasa “azınlık vakıfları” ifadesini kullanmamakta,
“cemaat vakıfları” ibaresine yer vermektedir. Cemaat vakıfları azınlık
vakıflarından daha geniş bir anlam ifade etmekte olup, gayrimüslim
vatandaşlarımızın kurdukları vakıfları da içine almaktadır. Yasa bu niteliği
itibariyle, Türkiye’de yeni azınlıklar meydana getirmekte, Lozan Antlaşması
ile tanınan Rum, Ermeni ve Yahudilere ait vakıfların dışında, azınlık
statüsünde kabul edilmeyen Süryani, Keldani, Gürcü ve Bulgar vakıfları da
yasa kapsamında sayılmaktadır.258
256 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 25.
257 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 26.
258 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Geçici Madde 7.
168
Üyelik için Türkiye’den bu tür taleplerde bulunan Avrupa Birliği’nin 1
Ocak 1981 tarihinden bu yana üyesi olan Yunanistan’da bu konularla ilgili
uygulamalara baktığımızda su manzara ile karsılaşmaktayız:259
Yunanistan, başkentinde ibadete açık durumda cami bulunmayan tek
Avrupa ülkesidir ve Atina’daki Osmanlı döneminden kalan camilerden
birisinin ibadete açılması üyelikten 25 yıl sonra ilk kez Yunanistan Dışişleri
Bakanı Dora Bakoyannis tarafından
söz konusu edilmektedir.260 Lozan
Antlaşması’nın 40. Maddesi’nde Türk Azınlığa verilen, giderlerini kendileri
karşılamak üzere, her türlü hayır kurumları, dinsel ve sosyal kurumlar, her
türlü okullar ve buna benzer kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve
buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe
yapma’ haklarından birisi olan kendi vakıflarını yönetme hakkı 1967 yılındaki
Albaylar Cuntası döneminden itibaren, Müslüman Türk Azınlığına sosyal
dayanışma
ve
yardımlaşmayı sağlayan
vakıfların
yönetimine
Yunan
yöneticilerin atanmasıyla ellerinden alınmıştır. Ayrıca, sürekli olarak Türklerin
kendi müftülerini serbestçe seçmeleri engellenmekte, seçilen müftülere hapis
cezaları verilmekte Yunan Hükümetinin tayin ettiği müftülerin görev
yapmasına izin verilmekte, camilerin onarımına müsaade edilmemekte ve
Oniki Ada’da yasayan Müslüman Türklere ait vakıfların taşınmaz malları,
camiler dahil olmak üzere, hibe yoluyla özel mülkiyete verilmekte, Rodos ve
İstanköy’deki camilerin altında bar ve meyhanelerin açılmasına göz
yumulmaktadır.
Görüldüğü üzere Lozan Antlaşması hükümlerine dahi uymayan
Yunanistan’a ne adaylık sürecinde ne de birlik üyesi olduktan sonra tepki
göstermeyen
Avrupa
Birliği,
Türkiye’den
Lozan
Antlaşması
gereği
yaptıklarından çok daha fazlasını talep ederek çifte standardın en güzel
örneklerinden birini sergilemektedir .
259 KARLUK,a.g.e.,s.20
260 2005 yılına kadar faaliyetlerine devam eden Yunanistan/Batı Trakya’daki İskeçe Türk Derneği,
Gümülcine Türk Derneği ve Batı Trakya Türk Derneği’nin faaliyetlerine isminde “Türk” kelimesinin
geçmesi dolayısıyla sırasıyla son verilmiştir.
169
Dördüncü olarak AB kültürel çeşitliliğin sağlanması için ve kökenlerine
bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının teminat altına alınması
için eğitim alanında bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal
hükmün kaldırılarak Türkçe dışındaki dillerle yapılan eğitime etkili bir erişimin
sağlanması istenmektedir.03 Ağustos 2002 tarihli 4771 sayılı yasa
kapsamında ise; Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanununda yapılan
değişiklikle Türk vatandaşlarınca geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve
lehçelerin öğrenilmesindeki sınırlamalar kaldırılmış, Radyo Televizyon
Kurumları Kuruluş ve Yayın Kanunu’nda yapılan değişiklikle de, bu dillerde
ve lehçelerde yayın yapılmasına imkan tanınmıştır.
Ayrıca, 29 Mayıs 2008 tarihinde, TRT Yasasının “farklı dil ve
lehçelerde yayın yapılabileceği” ile ilgili 21’inci maddesine, “TRT’nin de farklı
dil ve lehçelerde yayın yapabileceği” hükmünün eklenmesiyle ilgili önerinin,
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle, Eylül 2008’de, 24 saat esasına
göre yapılacak Kürtçe yayının TRT kanalında başlayacağı, kanalın başına,
Kürtçenin her lehçesine hakim, Kürt kökenli bir koordinatörün atanacağı
öğrenilmiştir.261
Ancak AB raporlarında da ifade edildiği gibi bu tür düzenlemeler, AB
tarafından yeterli görülmemiş, yayınların yapılmadığı, açılan kursların devlet
tarafından kapatıldığı gibi hususlar sürekli eleştirilmiştir. Oysa Kürtçe yayın
için hiçbir özel ulusal kanal başvuruda bulunmamış, Kürtçe dil kursları da
talep yetersizliğinden kapanmak zorunda kalmıştır, Yani AB tarafından iddia
edildiği gibi, kursların devlet tarafından kapattırılması gibi bir durum söz
konusu değildir.
Türkiye’de yapılan bu düzenlemelere rağmen, bunları yeterli görmeyen
AB, en büyük ülkelerinden Fransa’da Fransız halkının aralarında köken ve dil
temelli hiçbir ayrımın bulunmadığı eşit vatandaşlardan oluştuğu, dolayısıyla
da başka bir halkın unsuru olarak tanımlanmasının vatandaşlar arasında
ayrımcılığa neden olacağı anlayışı yaygındır. Bu anlayış çerçevesinde,
Fransızca haricinde konuşulan 10 dil olmasına rağmen, Fransa’da
261 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e , s:78.
170
parlamentoda, idarede, yargıda, afiş ve ilanlarda kullanılan tek dil Fransızca
olarak kabul edilmiştir. Yani diğer dillere hoşgörü tanınmamaktadır. Türkiye’yi
farklı dil ve lehçelerde yayın için sürekli eleştiriye tabi tutan AB’nin, Fransa’ya
aynı davranışı sergilememesi manidardır. Fransa’da anadil eğitimi ise, her dil
için eşit derecede değildir. Örneğin, Oksitan öğrencilerin %50’sine anadilini
öğrenme imkanı sağlanmışken, bu oran Brötonca için %23, Korsika dili için
%8, Katalanca için %5’tir.
262
Aynı şekilde Korsika’da anadil eğitimi yapan
okul bulunmamakta, okul öncesi eğitim öğretmenler tarafından gönüllü olarak
yoktur. Bu dile sadece bazı yol işaretlerinde rastlanmaktadır. Katalanca ve
Almanca için de durum aynıdır. Anayasa ya da ilgili yasalar çerçevesinde de
olsa en ufak bir sınırlamaya tahammülü olmayan AB’nin Fransa’daki farklı
grupların
anadillerini
kullanmalarında
sınırlama
getirilmesine
hoşgörü
gösterebilmesi dikkat çekmektedir.
AB’nin kurucu ülkelerinden Almanya, Danimarkacayı, Sorb dilini ve
Frizian dilini “azınlık dilleri” olarak kabul etmiştir. Ancak, Danimarkalı azınlık
gruplarının, kendi dillerinde yayın yapan bir TV kanalı bulunmamakta,
Danimarkalı
azınlığa
okutulmaktadır.
Aynı
ait
okullarda
şekilde,
Sorb
Almanca
halkının
zorunlu
tamamı
ders
da
olarak
Almancayı
bilmektedir. Almanya’nın 1997 tarihli resmi bir belgesinde, Sorbların sadece
üçte birinin günlük hayatta Sorbcayı kullandığı iddia edilmektedir. Benzer
durumlar Friesler için de geçerlidir. Sayıları 70 bin olan Alman uyruklu
Romanlara ise Alman okullarında kendi dillerinde eğitim verilmekte ve bu dil
hiçbir Alman okulunda okutulmamaktadır.
Beşinci olarak Türkiye’nin, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların
Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı
bir an önce çekince koymadan ve yorum beyanında bulunmadan imzalayarak
onaylaması gerektiğini öne sürmektedir.
262 CANATAN, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında…”, s:166.
171
Oysaki AB, kendi içerisindeki ülkeleri bu konuda görmezden
gelmektedir. Anılan sözleşmeyi Fransa imzalamamış, Belçika, Lüksemburg
ve Yunanistan imzaladıkları halde onaylamamıştır. Almanya, Avusturya,
Danimarka, Estonya, Hollanda, İsveç, Letonya, Lüksemburg, Malta, Polonya,
Slovenya ise imzalarken yorum beyanında bulunmuşlar, Belçika ile Malta
aynı zamanda çekinceyle imzalamışlardır. Yani tüm üye devletler tarafından
Sözleşmenin kayıtsız şartsız imzalanması söz konusu değildir. Bu nedenle,
aday ülkelerden Çerçeve Sözleşmenin çekincesiz olarak imzalanmasının
üyelik için şart koşulması çifte standart anlamına gelmektedir.
Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’na katılım bakımından da
durum aynıdır. Belçika, Estonya, İrlanda, Letonya, Litvanya, Portekiz ve
Yunanistan sözleşmeyi imzalamamışken; Almanya, Avusturya, Danimarka,
Finlandiya, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, Kıbrıs, Macaristan, Slovakya
ve Slovenya yorum beyanı ile imzalayıp onaylamışlar, Çek Cumhuriyeti,
Fransa, İtalya, Lüksemburg, Malta ve Polonya ise imzalamalarına rağmen
onaylamamışlardır.263 Bununla birlikte, Ulusal Azınlıklara İlişkin Çerçeve
Sözleşmesi incelendiğinde, Lozan Antlaşması’nın hükümleriyle paralellik
olduğu görülmektedir. Fakat Çerçeve Sözleşme’nin 17’nci maddesinin 1’inci
ve 2’nci paragrafları ulusal azınlığa mensup kişilerin diğer ülkelerde yaşayan
kişilerle sınır ötesi ilişki kurmasını öngörmektedir. Bu açıdan bakıldığında,
Türkiye’de Lozan Antlaşması ile azınlık olarak kabul edilen Ermeniler, Rumlar
ve Yahudilerin, başta Ermenistan, Yunanistan ve İsrail olmak üzere diğer
ülkelerdeki kendi soydaşları ile sınır ötesi ilişki kurma hakları olacaktır. Ancak
sınır ötesi ilişki kurulması hususunun kapsamı belirtilmediği için bu konunun
anılan gruplar tarafından suistimal edilebileceği değerlendirilmektedir.
Sonuç olarak bugün hiçbir AB ülkesinde farklı dinler ve özellikle 13
milyon nüfusa sahip Müslümanlar, azınlık olarak kabul edilmemektedir. Oysa
AB ülkeleri Türkiye’deki dini azınlıklar konusunda hassas raporlar yazarak,
haklar istemektedirler. Örneğin 2004 İlerleme Raporunda, Türkiye’de 60 bin
263Ayrıntılı
bilgi
için
bkz:
(internet),
Council
of
Europe,
http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=1488CM=8&DF=26/03/06
&CL=ENG.
172
Ermeni Ortodoks, 20 bin Yahudi, 20 bin Katolik, 3 bin Rum Ortodoks, 2 bin
500 Protestan, 2 bin Süryani Ortodoks, 2 bin Ermeni Katolik, 500 Ermeni
Protestan ve 300 Keldani Katolik olduğu belirtilmektedir. Bunun haricinde,
Türkiye’de yaşayan 3 bin Rum’un dini eğitimini bir sorun olarak gören AB,
Almanya’da yaşayan 3,5 milyon Türk’ün dil ve din eğitimini sorun olarak
görmemektedir.
Türkiye içerisinde böyle bir ayrıma giden AB’de Müslümanların
durumuna
bakıldığında
ise;
Müslüman
toplulukların
hemen
hemen
tamamının kendilerine karşı artan oranda hissedilen bir düşmanca atmosferle
karşı karşıya oldukları görülmektedir. 11 Eylül saldırılarından sonra daha
belirgin bir hal almaya başlayan bu atmosfer, tarihten gelen önyargı ve
şüphelerle şekillenmektedir. Bu önyargı ve şüpheler ışığında, bütün
Müslümanlar cahil ve kötü olarak görülmekte ve dışlanmaktadır. İslam ve
Müslümanlar,
“terör,
şiddet
ve
diğer
olumsuzluklarla”
anılarak
genelleştirilmektedir. Kamu kurumlarında Müslümanlar tanınmamakta ve
kimliklerine saygı gösterilmemektedir. Müslüman olarak tanınan kişilere,
camilere, onların mülkiyetlerine yönelik bıktırıcı ve şiddet içeren saldırılar
olmaktadır. Müslümanlar, etnik kimlikleri ve/veya dinsel yaklaşımlarına
bakılmaksızın
iş,
eğitim
ve
barınma
alanlarında
ayrımcılıkla
karşılaşmaktadırlar. Avrupa’nın genelinde hakim olan bağnaz, hoşgörüsüz,
ırkçı ve otoriter politikalar, Avrupa’yı başta Müslümanlar olmak üzere
yabancılara karşı ayrımcı uygulamaların artışa geçtiği bu süreçte yaşanan
sorunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:264
- 11 Eylül sonrasında başlayan süreçte, bazı ülkelerde anti demokratik
göçmen yasaları kabul edilmiştir.
- Yine bu süreçte, yeni terör raporları kabul edilerek düşünme ve
örgütlenme özgürlüğüne karşı birtakım kısıtlamalar getirilmiş, haksız
gözaltılar, kötü muamele ve işkence olaylarında artışlar olmuştur.
264 BAŞBİLEN,a.g.e.s.168
173
- 11 Eylül sonrasında AB ülkelerinde yaygınlaştırılan İslam düşmanlığı
“İslamofobi”, AB ülkelerinde anti-İslamizm sürecini daha da tetiklemiş,
yabancılar ve Müslümanlar terörist olarak algılanmış ve terörle mücadele
İslamla mücadeleye dönüşmüştür. Bu kapsamda; Müslümanların canlarına,
mallarına ve ibadet yerlerine ve mezarlıklara vb. yerlere yönelik saldırılar
gerçekleşmektedir.Farklı milliyetlerden halkların ve özellikle Müslümanların
din ve inançları üzerinde yaratılan baskılar sonucunda Müslümanların din ve
vicdan özgürlüğü engellenmektedir. Entegrasyon adı altında asimilasyon
politikaları
uygulanmaktadır.
Müslümanların
anadil
eğitimine
getirilen
kısıtlamalarla anadilde eğitim hakları engellenmektedir. Sağlıktan spora,
eğitimden iş hayatına kadar yaşamın her alanında ırkçı ve düşmanca
eğilimlerle karşılaşmaktadırlar.
Özetle AB, Birlik genelinde, 13 milyon gibi (toplam AB nüfusunun
%3,5’u) göreceli büyük bir nüfusa sahip ve AB toplumunun ikinci en büyük
dini
grubunu
oluşturan
Müslümanlara,
insan
hakları
çerçevesinde
yaklaşmamakta, onlara terörist muamelesi yaparak, dinsel, kültürel, dilsel,
eğitimsel ve günlük yaşamın gerektirdiği olanakları sağlamada isteksiz
davranmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, kendisi için gerçekten çok hassas bir
konu olan azınlıklar konusunda Avrupa Birliği’nden gelen talepleri, olabilecek
en iyimser yaklaşımla karşılamış, bu taleplerin gereklerini içinde bulunduğu
şartları zorlayarak, en üst seviyede gerçekleştirmiş ve azınlıklar ve hakları
konusunda yapmış olduğu yasal düzenleme ve uygulamalarla çok ileri bir
seviyeye ulaşarak bir çok Avrupa Birliği üyesi ülkenin çok önüne geçmiştir.
Tüm bunlar ışığında, azınlıklar konusu Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği
tam üyeliği önünde engel olarak gösterilemeyecek bir pozisyona gelmiştir.
SONUÇ
Günümüzde hemen hiçbir devlet, birkaç istisna olmakla birlikte, tek
dinin, tek dilin, tek etnisitenin ve tek kültürün yaşandığı bütünlükte değildir.
Her millet kendi içerisinde farklılıklar göstermektedir. İste bu farklılıklar azınlık
sorununun vücut bulmasına neden olmaktadır.
16. yüzyılda yaşanan din savaşlarının bir neticesi olarak dünya
tarihinde yerini almaya başlayan azınlık sorunsalı 1789 Fransız Devrimi ile
ortaya çıkan ulus bilinci ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile meydana gelen
etnik çatışmalarla günümüzde gayet tartışmalı bir hale bürünmüştür.
Öncelikle MC tarafından uluslararası hukuk alanına girmeye başlayan
azınlık hakları sorunsalı daha sonraları BM, AGİT ve AK tarafından yapılan
çalışmalarla netleştirilmeye çalışılmıştır. Azınlık kavramında henüz ortak bir
tanıma varılamamış olması azınlık sorunsalında bir neticeye ulaşılamamış
olmasının basında gelmekle birlikte bir diğer sıkıntı ise azınlık hakları
konusunda uluslararası hukuk alanında yer alan antlaşmaların genellikle
çerçeve niteliğinde olmasından kaynaklanmakta ve bu da taraf devletlere
esnek hareket edebilme olanağı tanımaktadır. Bu hak zaman zaman
devletlerin azınlık hakları konusunda keyfi hareket etmelerine neden
olmaktadır. Konu üzerinde ortak bir tanıma varılamamış olmasıyla birlikte bir
diğer belirsiz konu ise azınlık haklarının bireysel mi yoksa kolektif nitelikte mi
olacağı konusudur. Ancak burada insan hakları yaklaşımına değinilirse ve
insan haklarının bireyin yalnızca insan olmasından kaynaklı haklara sahip
olacağı ele alınırsa genel olarak hakların öznesinin de insan yani birey
olduğu ve azınlık gruplarına tanınan hakların da grupsal yani kolektif
mahiyette değil bireysel kullanıma hitap eden haklar olduğu aktarılabilir.
Azınlıklar konusuna TC açısından bakıldığında ise karşımıza Osmanlı
İmparatorluğu’ndan günümüze uzanan bir uygulamanın varlığı çıkmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan Millet Sistemi milletlerin din esasına
dayalı olarak oluşmasını öngörmektedir. Uygulandığı dönemlerde Rum,
Ermeni ve Yahudi milletlerinin varlığı ile birlikte minimum sorun ile isleyen
175
mekanizma yabancı devletlerin İmparatorluğun iç islerine karışmaya
başlamaları ile çökme aşamasına gelmiştir. TC’nin azınlık hakları tarihçesi
ise Kurtuluş Savası’nın sonunda imzalanan Lozan Antlaşması hükümlerine
dayanmaktadır. Lozan Antlaşması’nda geçen azınlık bireylerini tanımlayan
cümlede “non-Muslims” ibaresi yer almaktadır. Uygulamada ise Türkiye
Cumhuriyeti yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudi grupları azınlık grupları olarak
tanımlamaktadır.
Ancak,
metinden
de
anlaşılacağı
üzere
Lozan
Antlaşması’nda azınlıklar isim olarak değil Müslüman olmayanlar olarak
belirtilmektedir. Bununla birlikte Lozan Antlaşması sonucunda azınlık
bireylere verilen birtakım haklardan azınlık gruplarınca feragat edilmiştir.
AB uyum sürecinde gerçekleştirilen Anayasa değişikliklerine ve uyum
paketlerine göz atıldığında özellikle 2001 yılından sonra Türkiye’nin
uygulamakta olduğu azınlıklar rejiminde gelişmeler yaşandığı söylenebilir.
Ancak çıkan yasalara rağmen uygulamada çıkan aksaklıklar birtakım
sorunların vücut bulmasına engel olamamaktadır.
AB’deki azınlık rejiminin temelini oluşturan sözleşmelere bakıldığında
ise azınlık gruplarına yönelik belirlenen hakların çok geniş kapsamlı olduğu,
denetim mekanizmasının zayıf olduğu ve devletlere serbest hareket etme
yetisini sağladıkları düşünüldüğünde sözleşmelerde sayılan hakların kapsamı
ve niteliği bakımından AK üyesi ülkelere azınlık hakları konusunda yalnızca
yol gösterici bir belge oldukları tamamen uygulamaya yönelik olmadıkları
ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin her iki belgeye olan tutumu da aynıdır, her iki
belgeyi de imzalamamıştır. Bunun sıkıntıları ilerleme raporlarında oldukça
göze çarpmaktadır. Ancak, her iki belgeyi de imzalayan, onaylan ve
yürürlüğe sokan AB üyesi ülkelerde de somut sonuçlara tam olarak
ulaşılamadığı görülmektedir.
Sonuç itibariyle azınlık kavramının tanımı konusunda henüz bir
oydaşmaya varılamaması beraberinde azınlıklara yönelik olarak uygulanacak
olan hakların kesinleşmesi aşamasında da kendisini göstermektedir.
Muğlaklık azınlıkların hakları konusunda da varlığını göstermektedir. Bu
muğlaklık AB azınlık sisteminde de kendisini göstermektedir. Henüz AB iç
176
hukukunda kesinlesen bir azınlık sistemi mevcut değildir. Bugün itibariyle
kesin bir azınlık politikasına sahip olmayan AB’nin azınlık sistemine bakısı
AK antlaşmalarına olan tutumlarından anlaşılabilir. Buradaki bağ AB üye
ülkelerinin aynı zamanda AK’ye de üye olmaları aracılığı ile kurulmaktadır.
AK’nin uluslararası azınlık hakları sistemine getirmiş olduğu iki önemli
belgenin ise yaptırım gücüne sahip olmaması ve sistemi genel hatları ile ele
alıyor olması ise uygulamada aksaklıkların çıkmasına neden olmaktadır.
Duruma Türkiye açısından bakıldığında ise Osmanlı döneminde
uygulanan Millet Sistemi’nin başarılı olduğu, devamında Lozan Barış
Antlaşması ile ülke sınırları içersinde yer alan azınlık bireylerinin haklarının
garanti altına alındığı görülür. Ancak burada üzerinde durulması gereken
konu Lozan kapsamında haklara sahip olan azınlıkların bu haklarından
feragat etmeleri konusudur. Bu konuda çalışmalar yürüten araştırmacılara
göre azınlık bireyleri bu haklarla birlikte imtiyazlı bir üyeliğe sahi olduklarını
düşünüp eşitlik ilkesine olan inanışlarından ötürü diğer Türk vatandaşları ile
aynı haklara sahip olmak istediklerini belirtmişlerdir.
Uluslararası azınlık antlaşmaları arasında önemli belgeler arasında
sayılan Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye azınlık hakları konusuna AB
uyum sürecinde değinmiştir. Bu süreçte bağlayıcı nitelikte yer alan Kopenhag
Kriterleri kapsamında azınlık haklarına sayı ibaresi belirleyici ve tetikleyici
nitelik arz etmektedir. AB uyum süreci kapsamında yakın dönemde ele
alınması planlanan TC azınlık hakları sistematiğinin son değişikliklerle birlikte
ilerleme kaydettiği anlaşılmaktadır. Bu olgunun gelecek dönemlerde
yapılması düşünülen çalışmalar ile daha iyiye gideceği umulmaktadır. Ancak
konunun hassasiyeti ve karmaşıklığı açısından bu tür çalışmaların mümkün
olduğu kadar zamana yayılmasında ve detaylı bir inceleme kapsamında
gerçekleştirilmesinde fayda olduğu düşünülmektedir. Zira Türkiye-AB ilişkileri,
bir birliğe üyelik çabasından daha fazlasını ifade etmektedir. Bu süreçte AB
de
kendi
sorunlarıyla
yüzleşmekte
ve
önemli
kararlar
vermeye
zorlanmaktadır. Avrupa’nın farklılıkları kucaklayıcı kozmopolitan kimlik ideali
177
ile kültürel özcü söylemlerin “ötekileştirdiği” fikirler arasındaki çatışma,
çoğulcu bir Avrupa kimliğinin oluşumu için kritik sorusallardan başlıcasıdır.
Bu süreçte Türkiye, AB ile üyelik olsun veya olmasın sonuçta sağlam
ve güvenlik içinde bir durumda bulunabilmesi için “Azınlıklar” konusunda bir
takım adımlar atmalıdır. Bu kapsamda; Türkiye’deki azınlık tanımı ve
algılaması hukuki statünün değiştirilmesi yönünde Avrupa Birliği tarafından
yapılan politik baskılara kesinlikle karşı durulmasını, müsaade edilmemesini
ve konu üzerindeki kararlılığın müzakereler boyunca net bir şekilde tüm
yetkililer tarafından ortaya konulmasını sağlayacak politikalar belirlenmelidir.
Türkiye, Avrupa Birliğindeki muhataplarına, Cumhuriyetin temellerini
zorlamaya yönelik girişimlere izin vermeyeceğini ve bunları amaçlayan bir
girişimle karşı karşıya kaldığında, böyle bir politikayı izlemekte ısrar edilirse,
Türkiye'yi
bütünüyle
kaybetme
durumundadır. Ayrıca,
ilişkilerinde,
seçeneksiz
risklerinin
var
olduğunu
anlatmak
Türkiye’nin, Avrupa Birliği ve genel olarak dış
olmadığı
da
vurgulanarak,
Birliğin
ulusal
çıkarlarımıza zarar verebilecek, ulusal onurumuza gölge düşürebilecek veya
Ülke
bütünlüğünü
ve
bağımsızlığını
tehdit
edebilecek
tutum
ve
davranışlardan kesinlikle kaçınması gerektiği net bir dille vurgulanmalıdır.
Ülke birliği ve beraberliği için laiklik ilkesinden taviz verilmemesi ve
ilkenin pekiştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Laiklik ilkesinin yıkılmasının
ülkede bir çok dini grup yaratmaya zemin hazırlayacağı, peşinden
getirebileceği çatışma ve kavga ortamının sadece Türkiye sınırları içerisinde
kalmayıp Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlara yayılabileceği ve bunun Avrupa
Birliği için de olumsuz güvenlik koşulları yaratabileceği ifade edilmelidir.
Atatürk milliyetçiliği dışında aşırı milliyetçilik olarak tabir edilen düşünce
tarzlarını bertaraf ederek, ülke içi huzur ve güveni sağlaması ve ülke
içerisinde yaratılmaya çalışılan farklı etnik/dilsel/dinsel unsurlara azınlık
statüsü tanıma politikası çerçevesinde, kimi grupların Türkiye’nin belli bir
coğrafyasından ata toprağı olarak bahsetmelerine göz yumulmaması
gerekmektedir.
178
AB müzakere sürecinde, “azınlık hakları”, “insan hakları” ve “temel hak
ve hürriyetler” kavramları arasındaki ayrımı AB’ye iyi anlatması, insan hakları
konusunda belirtilmesi gereken birçok konunun, azınlık hakları bölümüne
taşınmasının engellenmesi için diplomatik çabalarını artırması gerekmektedir.
179
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
AKDOĞAN, Yalçın; Kırk Yıllık Düş: Avrupa Birliği’nin Siyasal Geleceği ve
Türkiye, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004.
AKGÜL, Hüseyin; Azınlık Kavramı: Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler Azınlık
Kavramı ile İlgili Temel Sorunlar ve Avrupa Birliği Ülkelerinde
Azınlıklara Bakış, İzmir: Akademi Kitapevi, 2003.
ARSAVA, Ayşe Füsun; Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası
Belgeler ve Özellikle Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin
27’inci Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara, Ankara Üniv. SBF,
1993.
AYBAY, Rona; Yabancılar Hukuku, İstanbul Bilgi Üniv. Yayınları, İstanbul,
2004.
BOZKURT, Enver Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ; Avrupa Birliği Temel
Mevzuatı, Asil Yayın Dağıtım, Ankara 2005.
CANATAN, Kadir; Avrupa’da Müslüman Azınlıklar, İnsan Yayınları,
İstanbul, 1995.
ÇAVUŞOĞLU, Naz; Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık
Hakları, İstanbul, Bilim Yayınları, 1999.
GÖKÇE, Birsen; Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar,
Savaş Yayınevi, Ankara, 2004.
GÜLER, Ali Sorun Olan Avrupa Birliği, Berikan Yayınları, Ankara, 2004.
GÜLER, Ali Sevr’den Kopanhag’a Parçalanan Türkiye, Türkar Yayınları,
Ankara, Haziran 2005.
180
GÜNUĞUR, Haluk Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Eko Yayınları,
Ankara 2005.
İNANÇ, Zeri; Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınları,
Ankara 2004.
KAYA, Önder; Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul
2004.
KURUBAŞ, Erol; Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda
Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, 2004.
MERAY, S.L.; Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, Takım I.,
Cilt:1, Kitap:2, Ankara, 1970.
NALBANT, Atilla; Üniter Devlet, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul 1997.
ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat,
İçtihat, Uygulamalar, TESEV Yayınları, İstanbul 2004.
ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001.
ORAN, Baskın; Türk Dış Politikası:Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler,Yorumlar, Cilt 1 (1919-1980) İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001.
ORAN, Baskın; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, 2. Baskı,
İstanbul, 1991.
OKUTAN, M.Çağatay; Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004.
ÖNDER, Ali Tayyar; Türkiye’nin Etnik Yapısı, Önerler Yayıncılık, Ankara,
1999.
PREECE, Jennifer Jackson; Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet
Sistemi, (Çev.) Ayşegül DEMİR, Donkişot Yayınları, İstanbul, 2001.
181
SARAÇLI, Murat; Avrupa Birliği ve Türkiye’de Azınlıklar, Lotus Yayınları,
Şubat 2007, Ankara.
TACAR, Pulat; Kültürel Haklar: Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye için
Bir Model Önerisi, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996.
TEZCAN, Ercüment; AB Kurumlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2001.
TÜRKDOĞAN, Orhan; Etnik Sosyoloji (Türk Etnik Sosyolojisi), Timaş
Yayınları, İstanbul, 1999.
UÇAROL, Rıfat; Siyasi Tarih (1789-1999), Filiz Kitapevi, İstanbul, 2000.
MAKALELER
ACER, Yücel;
“Azınlıklar ve Hakları: Biraz da Hukuk Konuşsun”,
http://www.usakgündem.com/yazarlar.php?id=203&type=7
AKAR, Rıdvan; “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları”, Modernleşme ve
Çokkültürlülük, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s:16-39.
ALTINBAŞ,
Deniz;
“Alman
Göç
Yasası”,
http://www.asam.org.tr/
yazigöster. asp?kat1=2&ID=1710, 16 Temmuz 2007.
ALTINBAŞ,
Deniz;
“Avrupa’da
Çokkültürlülüğün
Modası
Geçiyor”,
http://www.avsam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=468&kat1=2&kat2,
21 Mart 2005.
ALTINBAŞ, Deniz; “Avrupa ve Çokkültürlülük: Fransa Örneği”, Stratejik
Analiz, Sayı 78, Ekim 2006, s:56-68.
ALTINBAŞ, Deniz; “Fransa’da İslam”, Stratejik Analiz, Cilt:5, Sayı:50,
Haziran 2004, s:43-52.
182
ARSAVA, Füsun; Batı Avrupa’da Etnik Azınlıkların Korunması”, Ankara
Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık 1992, s:33-34.
BACINOĞLU, Tamer; “Federal Almanya’nın Azınlık Anlayışı”, Stratejik
Analiz, Cilt:4, Ekim 2003, s:69-76.
BİLENER, Tolga; “AB’nin Azınlık Hakları Anlayışı ve AB’ye Bütünleşme
Sürecinde Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri, Beril DEDEOĞLU (der.),
Dünden Bugüne Avrupa Birliği, Boyut Kitapları, Ekim 2003, s:168193.
BOCKEL, Alain; “Azınlık Hakları ve Üniter Devlet, Fransa Örneği”,
Kopenhag Kriterleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin Ortak
Paydası mı?, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:1,
(der.) İbrahim KABOĞLU, Doğa Basım Yayın, İstanbul, 2000, s:256289.
CANATAN, Kadir; “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil
Eğitiminin Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri”, Turkish
Studies/Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2009, s:166178.
DUVAN, Ayşe Özkan; “Avrupa Birliği’nde Azınlık Hakları ve Fransa’nın
Yaklaşımı”,
(Erişim)
http://www.avsam.org.tr/arsivgoster.asp?ID=419&kat 1=&kat2, 22
Şubat 2009.
DUVAN, Ayşe Özkan; “Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları”, Avrasya Dosyası,
Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri, Yaz 2004, Cilt 10, Sayı 2, s:197-212.
GUIMEZANES, Nicole; “Fransa ve Azınlıklar”, Ulusal, Ulusalüstü ve
Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, İstanbul Barosu İnsan Hakları
Merkezi, Yayın No:2, (der.) İbrahim KABOĞLU, İstanbul: Aras
Yayıncılık, 2002, s:285-306.
183
HANÇER, Türkan; “Korsika: Üniter Fransa’nın Başağrısı”, Kemal İNAT,
Burhanettin DURAN, Muhittin ATAMAN (der.), Dünya Çatışma
Bölgeleri, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Nisan 2004, s:231-251.
HENRARD, Kristin; “The Interrelationship between Individual Human Rights,
Minority Rihts and the Right to Self-Determination and Its Importance
for the Adequate Protection of Linguistic Minorities”, The Global
Review
of
Ethnopolitics,
vol.1,
no.1,
Eylül
2001,
(Erişim)
http://www.ethnopolitics. org/volume I/issue 1/henrard.pdf, 41. s:41-61.
JENNİNGS, Jeremy; “Citizenship, Republicanism and Multiculturalism in
Contemporary France”, British Journal of Political Sicience, Cilt 30,
No.4, Ekim 2000, s:575-589.
KALAYCI, Hüseyin; “AB Azınlıklardan Sınıfta Kaldı”, Stratejik Analiz, Cilt:6,
S:70, Şubat 2006, s:47-65.
KALAYCI, Hüseyin; “Avrupa Birliği’nde Azınlıklar ve Mikro Milliyetçilik”,
Stratejik Öngörü 2023, Asam, Ekim 2006, s:10-18.
KAPTAN, Eyüp; “Azınlık ve Etnik Grup Kavramları Üzerine” (Erişim)
http://www.ezeliates.net/yazi_azınlik_kavrami.htm
KURUBAŞ,
Erol;“Avrupa
Birliği’nin
Azınlıklara
Yaklaşımı
ve
Avrupa
Bütünleşmesine
Etkileri”,http://www.liberaldt.org.tr/dergiler/ldsayi23/2315.
htm,12
Eylül 2004.
MALLOY Tove H., “National Minority Regions in the Enlarged European
Union: Mobilizing for Third Level Politics”, European Centre for
Minority Issues, Working Paper, Sayı 24, Temmuz 2005, s:6-14.
METİN, Yüksel “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, AÜSBF Dergisi, Cilt:57,
No:4, Ekim-Aralık 2002, s:35-63.
184
NAS, Çiğdem “Avrupa Parlamentosu, Etnik Azınlıklar ve Türkiye”, Faruk
SÖNMEZOĞLU (der.), Uluslararası Politikada Yeni Alanlar, Yeni
Bakışlar, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s:389-401.
ORAN, Baskın; “Lozan’ın ‘Azınlıkların Korunması’ Bölümünü Yeniden
Okurken”, Prof. Dr. Yılmaz GÜNAL’a Armağan, SBFD, C:49, Sayı:34 Haziran-Aralık 1994, s:284-296.
ÖZARMAN, Elif; “Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve”, (Erişim)
http://www.hyd.org.tr/tr/rapor.asp?rapor_id=14, 29 Ekim 2009.
ÖZCAN,
Mehmet;
“Lizbon
Antlaşması
ile
AB
Nereye
Kadar?”,
www.usak.org.uk/junction.asp?mod=articles&st=PrintAricleDetail&id=2
86&lm=58649JLFD0932&ln=TR, Aralık 2007.
ÖZDEMİR,
Cem;
“Almanya’da
Azınlıklar”,
Ulusal,
Ulusalüstü
ve
Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, (der.) İbrahim KABOĞLU,
İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:2, Aras Yayıncılık,
İstanbul, 2002, s:285-298.
PREUSS,Roland; “Almanca Öğrenme Mecburiyeti”,Süddeutsche Zeitung
Gazetesi, 8 Nisan 2010. (Erişim: www.byegm.gov.tr)
SMOOHA, Sammy; “The Model of Ethnic Democracy”, European Centre for
Minoritiy Issues, Working Paper, sayı 13, Ekim 2001, s:66-78.
SHAW, Malcolm N.; “The Definition of Minorities in International Law”, in The
Protection of Minorities and Human Rights, (ed) Yoram DINSTEIN,
Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 1992.
ŞAHİN, Mustafa; “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” Zerrin
TOPRAK, Hikmet YAVAŞ, Mustafa GÖRÜN (der.), Yerel ve Bölgesel
Yönetimler Kongresi Anlaşmalarında Avrupa Konseyi, Birleşik
Yayınları, İzmir, 2004, s:135-149.
185
TAŞDEMİR, Hakan, Hasan Demir; “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”,
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt:2, No:3, Güz 2002, s:85-100.
TERZİOĞLU, Süleyman Sırrı, Bahadır Bumin Özarslan; “Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne Üyelik Sürecinde Azınlıklar Sorunu”, Avrasya Dosyası,
Cilt:11, Sayı:1, 2006, s:113-126.
TEZCAN, Ercüment; “Helsinki’den 3 Ekim’e: Müzakerelere Giden Sürecin
Dünü, Bugünü, Yarını”, Avrasya Dosyası, C:11, Sayı:1, 2005, s:1726.
TÜRKMEN, Füsun; “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları”, Beril DEDEOĞLU
(der.), Adım Adım Avrupa Birliği, s:133-148.
BELGE VE DOKÜMANLAR
AB Anayasası’nın tam metni: http://www.europa.eu.int/constitution/down
load/print_en.pdf, 27 Ağustos 2007.
AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (2001),
http://www.euturkey.org.tr/abportal/uploadfiles/UP.zip, s:15-21 (erişim
tarihi: 21.05.2010)
AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (2003),
http://www.abgs.gov.tr/up2003/up.htm, s:37 (erişim tarihi: 21.05.2010)
AB
Konseyi
tarafından
hazırlanan
İnsan
Hakları
Yıllık
Raporları:
http://www.eu.int/cms3_fo/showPage.asp?id=822&lang=en&mode=g
Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma, Ankara Barosu Başkanlığı,
İnteks Basım Yayın, Ankara 2004, s:7-253.
BM Genel Kurulu’nun 18 Aralık 1992 tarihli “Azınlıkları Koruma Deklarasyonu
UN Doc.E/CN.4/1992/SR.38.no.30.
186
BM İnsan Hakları Komisyonu’na gönderdiği 22 Şubat 1996 tarihli raporu:
“Fourth Periodic Reports of States Parties Due in 1993”, UN
Doc.CCPR/C/84/Add.5
Commission of the European Communities (1998), “1998 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (1999), “1999 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2000), “2000 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2001), “2001 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities(2003), “2003 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2004), “2004 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2005), “2005 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
187
Commission of the European Communities (2006), “2006 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2007), “2007 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2008), “2008 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2009), “2009 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Commission of the European Communities (2010), “2010 Regular Report
from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession,
http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html
Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2005
Yılı
Katılım
Ortaklığı
Belgesi’nin
Gayriresmi
Tercümesi”,
http://www.dpt.gov. tr/abigm/tabi/tuhgk2005.pdf
İktisadi Kalkınma Vakfı, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile Müzakerelerin
Başlatılmasına İlişkin Kararı, 15 Aralık 2005, http://www.ikv.org.
tr/abguncel2.php?ID=1425.
İktisadi Kalkınma Vakfı, “2000 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi
Tercümesi”, http://www.ikv.org, abguncel2.php?ID=18.,10 Ekim 2000.
List of declarations made with respect to treaty no: 148 (Germany), European
Charter For Regional Or Minority Languages Complete Chronology
on: 23.10.2000, (Erişim) http://conventions.coe.int
188
Minority Rights Handbook: Latvian Human Rights Quarterly 1998,
Human Rights Istitute of University of Latvia, Faculty of Law, s:77-78.
TEZLER
ARISOY, İbrahim Alper; “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, Dokuz Eylül Üniv.,
Sosyal Bilimler Enst, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2002.
AŞIK, Hv.Plt.Bnb.Fikret; “Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Azınlıkların
Durumlarını ve Sahip Oldukları Hakları da İnceleyerek, Avrupa
Birliği’nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımı ve Türkiye’ye Etkilerinin
Neler Olabileceğini Değerlendiriniz, Alınması Gereken Önlemleri
Belirtiniz” Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı
Tezi, 15 Mart 2006.
BAŞBİLEN,
PINAR;”
Avrupa
Birliği’nin
Etnik
ve
Dini
Kimliklere
Yaklaşımı: Güneydoğu Anadolu Bölgesi Örneği”, Gazi Üniv.,
Sosyal Bilimler Enst, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2008.
DALYANCI, Numan; “Avrupa Birliği’nin Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye
Etkileri”, Gazi Üniv., Sosyal Bilimler Enst, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Ankara, 2006.
DÜNDAR, Safiye; “Türkiye’de Kürt Sorunu ve Azınlık Tartışmaları, Gazi
Üniv., Sosyal Bilimler Enst, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tez,
Ankara, 2006.
KILIÇ, Sadık Mete; Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye’de Azınlıklar ve
Avrupa Birliği’nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımının Türkiye’ye
Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniv., Sosyal
Bilimler Enst. Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Diyarbakır 2007.
189
YÜCEL, Özlem; Lozan Barış Antlaşması Işığında Türkiye’nin Azınlıkların
Korunmasıyla İlgili Meseleleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1992.
GAZETELER
Akşam Gazetesi (19 Haziran 2006, 22 Eylül 2006, 30 Mayıs 2008),
Anadolu Ajansı (01 Ekim 2002),
Cumhuriyet Gazetesi (05 Ocak 2009),
Hürriyet Gazetesi (23 Ocak 1998, 31 Ocak 2011.),
Milliyet Gazetesi (11 Aralık 2009),
Radikal Gazetesi (04 Aralık 1998, 20 Haziran 2006, 22 Eylül 2006),
Sabah Gazetesi (20 Haziran 2009, 22 Ağustos 2010, 03 Haziran 2011),
Vatan Gazetesi (22 Ağustos 2009),
Zaman Gazetesi (28 Eylül 2009).
İNTERNET SİTELERİ
http://www.coe.int/T/e/human_rights/ecri/1-ECRI
http://conventions.coe.int
http://www.die.gov.tr
http://www.diplomatikgözlem.com
http://www.dısisleri.gov.tr.
190
http://www.dunyabulteni.net
http://www.eu.int/cms3_fo/showPage.asp?id=822&lang=en&mode=g
http://www.eurominority.org/version/fr/cartes-etats.asp
http://www.eurolang.net/State.htm.
http://europa.eu.int/comm/enlargement/report
http://www.firatnews.eu/modules.php?name=News
http://www.htmh.hu/documentumok/rec1201.htm
http://www.hyd.org/romanhaklari.?pid=630
http://www.mercator-central.org
http://www.uyd.org/roman_haklari.htm.
http://www.vahdet.com.tr/isdunya/dosya6/1700.html
http://www.vikipedia.org
http://www.worldinfozone.com/country.php?country=Romania=population
http://www.yerelnet.org.tr/uluslararasi
191
EKLER
EK 1:
AVRUPA KONSEYİ ULUSAL AZINLIKLARIN KORUNMASI İÇİN
ÇERÇEVE SÖZLEŞME265
Avrupa Konseyi'ne üye Devletler ve işbu çerçeve Sözleşmesini imzalayan
diğer Devletler; Avrupa Konseyi'nin amacının, ortak mirasları olan idealleri
ve ilkeleri korumak ve gerçekleştirmek üzere üyeleri arasında daha sıkı bir
birliğe ulaşmak olduğunu dikkate alarak;
Bu amaca ulaşmanın yöntemlerinden birinin insan hakları ve temel
özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi olduğunu dikkate alarak;
9 Ekim 1993 tarihinde Viyana'da Avrupa Konseyi'ne üye Devletlerin Devlet
Başkanları ve Başbakanları tarafından kabul edilen bildirinin devamını
arzulayarak;
Kendi topraklarında, ulusal azınlıkların mevcudiyetini korumaya kararlı
olarak; ulusal azınlıkların korunmasının istikrar, demokratik güvence ve bu
kıtadaki barış için gerekli olduğunu,Avrupa tarihindeki kargaşaların ortaya
koyduğunu dikkate alarak;
Çoğulcu ve gerçekten demokratik bir toplumun, sadece ulusal azınlığa
mensup her ferdin etnik, kültürel, dilbilimsel ve dinsel kimliğine saygı
göstermekle kalmayıp bu kimliğin dile getirilmesi, korunması ve geliştirilmesi
için elverişli şartları oluşturmasını da sağlaması gerektiğini dikkate alarak;
Bir hoşgörü ve diyalog ortamı oluşturulmasının, kültürel çeşitliliğin, bir
toplumun bölünmesinin değil, bölünme için değil, zenginleşmenin kaynağı
ve etkeni olmasını sağlamak için gerekli olduğunu dikkate alarak;
265 Kaynak: http://www.avrupakonseyi.org.tr/antlasma/aas_157.htm
192
Hoşgörülü ve müreffeh bir Avrupa yaratılmasının, yalnızca Devletler arasında
işbirliğine dayanmadığını, her Devletin anayasa ve bütünlüğüne zarar
vermemek kaydı ile bölgesel ve yerel yönetimler arasındaki sınır ötesi
işbirliğini gerektirdiğini de dikkate alarak;
İnsan
Hakları
ve
Temel
Özgürlüklerin
Korunması
Sözleşmesini
ve
Protokollerini göz önünde bulundurarak;
1. Birleşmiş Milletler Sözleşme ve Bildiri ile özellikle 29 Haziran 1990 tarihli
Kopenhag belgesi olmak üzere, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
belgelerinde yer alan ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin yükümlülükleri
göz önünde bulundurarak;
2.
Yasalar
çerçevesinde,
devletlerin
toprak
bütünlüğüne
ve
ulusal
egemenliğine saygı göstererek, üye Devletlerde ve bu belgeye Taraf olacak
başka
Devletlerde
ulusal azınlıkların ve bu azınlıklara mensup fertlerin hak ve özgürlüklerinin
etkin korunmasını sağlamak için dikkat edilecek ilkeleri ve onlardan doğan
yükümlülükleri tanımlamaya kararlı olarak;
İç
mevzuat
ve
uygun
hükümet
politikaları
yoluyla,
işbu
Çerçeve
Sözleşmesinde açıklanan ilkeleri hayata geçirme kararlılığı içinde bulunarak ;
Aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır:
Bölüm I
Madde 1
Ulusal azınlıklar ve bu azınlıklara mensup fertlerin hak ve özgürlüklerinin
korunması, insan haklarının uluslararası korunmasının ayrılmaz bir parçasıdır
ve böylelikle uluslararası işbirliği alanında yer alır.
193
Madde 2
İşbu Çerçeve Sözleşmesinin hükümleri, anlayış ve hoşgörü temeliyle iyi
komşuluk, dostane ilişkiler ve Devletler arasında işbirliği ilkelerine uyum
içinde, iyi niyetle uygulanacaktır.
Madde 3
1. Ulusal azınlığa mensup her fert, böyle bir muamele görme veya
görmemeyi özgürce seçme hakkına sahip olacaktır ve böyle bir seçimden ya
da bu seçimle bağlantılı hakların kullanılmasından hiçbir sakınca ortaya
çıkmayacaktır.
2. Ulusal azınlıklara mensup fertler, bireysel olduğu gibi başkalarıyla topluca,
işbu Çerçeve Sözleşmesinde belirtilen ilkelerden doğan hak ve özgürlükleri
kullanabilirler.
Bölüm II
Madde 4
1. Taraflar ulusal azınlıklara mensup her ferde kanun önünde eşitlik hakkını
ve kanunlarca eşit olarak korunma hakkını güvence altına almayı taahhüt
ederler. Bu bakımdan, ulusal azınlığa mensupluk üzerine kurulu her
ayrımcılık yasaklanacaktır.
2 .Taraflar, bir ulusal azınlığa mensup fertler ile çoğunluğa mensup olanlar
arasında, ekonomik, sosyal, politik ve kültürel yaşamın tüm alanlarında, tam
ve etkin bir eşitlik sağlamak amacıyla, gerektiği yerde, uygun tedbirleri almayı
taahhüt ederler. Bu bakımdan, Taraflar ulusal azınlığa mensup fertlerin özel
koşullarını dikkate alacaklardır.
3. 2.fıkra çerçevesinde alınan tedbirler ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir.
194
Madde 5
1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlere kültürlerini sürdürme ve
geliştirmenin yanında, kimliklerinin temel unsurlarını; dil, din, gelenekler ve
kültürel miraslarını korumak için gerekli şartları teşvik etmeyi taahhüt ederler.
2. Bütünleşme ile ilgili genel politikaları çerçevesinde alınan tedbirlere zarar
vermemek kaydıyla, taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlerin istekleri
dışında, sindirmeye yönelik her politika veya uygulamadan sakınacaklar ve
bu fertleri, bu tür sindirmeye yönelik her faaliyete karşı koruyacaklardır.
Madde 6
1. Taraflar, toprakları üzerinde yaşayan tüm fertler arasında etnik, kültürel,
dilbilimsel veya dinsel kimliklerine bakılmaksızın hoşgörü ve kültürler arası
diyalogu teşvik edecekler ve karşılıklı saygı ve anlayışı ve işbirliğini teşvik
etmek için özellikle eğitim, kültür ve medya alanlarında etkili tedbirler
alacaklardır.
2.Taraflar, etnik, kültürel, dilbilimsel veya dinsel kimlikleri nedeniyle tehdit
veya ayrımcılık, düşmanlık veya şiddet eylemlerine maruz kalabilecek
herhangi bir ulusal azınlığa mensup fertleri korumak için uygun tedbirler
almayı taahhüt ederler.
Madde 7
Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin, barışçıl olarak toplanma
özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve düşünce, vicdan ve
din özgürlüğü haklarına saygı gösterilmesini temin edeceklerdir.
Madde 8
Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferde, dinini ve inancını uygulama
hakkını ve dini kurum, örgüt ve dernekler kurma haklarını tanımayı taahhüt
ederler.
195
Madde 9
1.Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin, ifade özgürlüğü hakkının,
görüş sahibi olma özgürlüğü ve kamu yetkililerinin müdahalesi olmadan ve
sınırlara bakılmaksızın azınlık dilinde bilgi veya düşünceleri alma ve iletme
özgürlüğünü kapsadığını tanımay1 taahhüt ederler.
Taraflar, kendi yasal sistemleri çerçevesinde ulusal bir azınlığa mensup
fertlerin medya organlarına ulaşımda ayrımcılığa maruz bırakılmamalarını
sağlayacaklardır.
2. Birinci fıkra, Tarafların, radyo, televizyon yayınları yapılması veya sinema
şirketlerinin kurulmasını, ayrımcılık yapmadan ve nesnel kriterlere dayanarak
izne bağlamalarını engellemez.
3. Taraflar, ulusal azınlığa mensup fertlerin, yazılı basın organları kurma ve
bunları
kullanmasını
engellemeyeceklerdir.
Radyo
ve
televizyon
yayıncılığının yasal çerçevesi içinde, Taraflar, ulusal azınlığa mensup fertlere
kendi medya organlarını kurma ve kullanma olanağını mümkün olduğu
ölçüde ve 1.fıkranın hükümleri göz önünde bulundurarak sağlayacaklardır.
4. Taraflar, ulusal azınlığa mensup fertlerin medya organlarına ulaşımını
kolaylaştırmak ve hoşgörüyü teşvik etmek ve kültürel çoğulculuğu sağlamak
için, kendi yasal sistemleri çerçevesinde uygun tedbirler alacaklardır.
Madde 10
1. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her ferdin, azınlık dilini, serbestçe ve
engelsiz olduğu gibi topluluk önünde de sözlü ve yazılı olarak kullanma
hakkını tanımayı taahhüt ederler.
2. Geleneksel olarak veya sayılarının çokluğu bakımından ulusal azınlıklar
tarafından iskan edilmiş bulunan bölgelerde, bu kişiler tarafından talep
edilmiş ise ve bu talebin gerçek bir ihtiyaca dayandığı yerlerde, Taraflar,
196
mümkün olduğu ölçüde, azınlık dillerinin bu kimseler arasında ve idari
makamlarca kullanılmasını sağlamaya çalışacaklardır.
3. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin, en kısa zamanda anladığı
dilde, tutuklanma nedenleri kendisine yöneltilen suçun cinsi ve nedeni
konusunda bilgi verilmesi ve bu dilde, gerekirse bir tercümanın parasız
yardımıyla kendini savunma hakkını garanti etmeyi taahhüt ederler.
Madde 11
1. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferde, azınlık dilindeki soyadını
(aile adını) ve adını kullanma hakkını ve bunların resmen tanınması hakkını
kendi yasal sistemlerindeki yöntemlere göre sağlamayı taahhüt ederler.
2. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin kendi azınlık dilindeki
işaretleri, yazıları ve özel nitelikteki her türlü bilgiyi kamuya açık bir şekilde
teşhir etme hakkını tanımayı taahhüt ederler.
3. Geleneksel olarak veya sayılarının çokluğu bakımından ulusal azınlıklar
tarafından iskan edilmiş bölgelerde, Taraflar, kendi yasal sistemleri
çerçevesinde, uygun yerlerde diğer Devletlerle anlaşma halleri dahil olmak
üzere ve kendi özel koşullarını da dikkate alarak, yeteri kadar talep olduğu
zaman, kamuya açık geleneksel, yöresel isimleri, sokak isimleri ve diğer
topografik
işaretleri
azınlık
dilinde
de
belirtmek
hususunda
gayret
göstereceklerdir.
Madde 12
1.Taraflar, uygun olan hallerde, ulusal azınlıkların ve çoğunluk kültürünün,
tarihinin, dilinin ve dininin tanıtılmasını sağlamak için, eğitim ve araştırma
alanlarında önlemler alacaklardır.
197
2. Bu bağlamda, Taraflar, diğer tedbirler yanında öğretmen yetiştirilmesi ve
okul kitaplarına ulaşım için yeterince imkan yaratacaklar ve değişik toplumlar
arasında öğretmen ve öğrenci temasını kolaylaştıracaklardır. .
3. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertler için her düzeyde eğitime girişte
şans eşitliğini teşvik etmeyi taahhüt ederler.
Madde 13
1. Taraflar, kendi eğitim sistemleri çerçevesinde, ulusal azınlıklara mensup
fertlere kendilerine özgü özel eğitim ve yetiştirme kurumlarını kurma ve
yönetme hakkını tanıyacaklardır.
2. Bu hakkın kullanılması Taraflar için herhangi bir mali yükümlülük
getirmeyecektir.
Madde 14
1. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferde azınlık dilini öğrenme hakkını
tanımayı taahhüt ederler.
2. Geleneksel olarak veya sayılarının çokluğu bakımından ulusal azınlıklar
tarafından iskan edilmiş bölgelerde, Taraflar, mümkün olduğu ölçüde ve
kendi eğitim sistemleri çerçevesinde, yeterli talep olduğu takdirde, azınlıklara
mensup kimselerin, azınlık dilini öğrenmeleri veya bu dilde ders almaları için
uygun imkanlar yaratmaya çalışacaklardır.
3. İşbu maddenin 2.fıkrası resmi dilin öğrenilmesine veya bu dilde eğitime
zarar vermeden uygulanacaktır.
Madde 15
Taraflar, ulusal azınlıklara mensup şahısların kültürel, sosyal ve ekonomik
hayat ile kamu işlerine, özellikle kendilerini etkileyenlere fiili katılımları için
gerekli şartları yaratacaklardır.
198
Madde 16
Taraflar, ulusal azınlıklara mensup şahısların ikamet ettiği coğrafi alanda
nüfus oranlarını değiştiren ve işbu Çerçeve Sözleşmesinde belirtilen
ilkelerden doğan hak ve özgürlüklere zarar verme amacı güden tedbirler
almaktan kaçınacaklardır.
Madde 17
1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup şahısların başka devletlerde yasal
olarak bulunan, özellikle etnik, kültürel, dilbilimsel veya dinsel kimliği
paylaştıkları veya ortak kültürel mirasa sahip olan şahıslarla, özgür ve
barışçıl ilişki kurma ve devam ettirme hakkını engellememeyi taahhüt ederler.
2. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlerin sivil örgütlerin hem ulusal hem
de uluslararası düzeydeki çalışmalarına katılma hakkını engellememeyi
taahhüt ederler.
Madde 18
1. Taraflar, gereken hallerde, ilgili ulusal azınlıklara mensup şahısların
korunmasını sağlamak için başka Devletlerle, özellikle komşu Devletlerle, çift
taraflı ve çok taraflı Sözleşmeler yapmaya gayret edeceklerdir.
2.Uygun olan hallerde, Taraflar, sınır ötesi işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan
önlemler alacaklardır.
Madde19
Taraflar, işbu Çerçeve Sözleşmesinin içerdiği ilkelere saygı göstermeyi ve
gerektiği hallerde, uluslararası hukuki belgelerde, özellikle İnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ve Protokollerinde, öngörülen
sınırlama, kısıtlama veya ayrılmaları, bu prensiplerden doğan hak ve
özgürlüklere uygun olduğu ölçüde uygulamayı taahhüt ederler.
199
Bölüm III
Madde 20
İşbu
Çerçeve
Sözleşmesinde
öngörülen
ilkelerden
doğan
hak
ve
özgürlüklerin uygulamasında, ulusal azınlıklara mensup herhangi bir kişi,
ulusal mevzuata ve başkasının haklarına, özellikle çoğunluğa veya diğer
ulusal azınlıklara mensup fertlerin haklarına saygı gösterecektir.
Madde 21
İşbu Çerçeve Sözleşmesinin hiçbir hükmü, uluslararası hukukun temel
ilkelerine ve özellikle, Devletlerin egemen eşitliği, toprak bütünlüğü ve siyasal
bağımsızlığı ile ters düşen bir eylem yapmak veya bu tür bir faaliyete
girişmek hakkının mevcut olduğunu ima edecek şekilde yorumlanamaz.
Madde 22
İşbu Çerçeve Sözleşmesinin hiç bir hükmü Akit bir Tarafın kanunları ile veya
Taraf olduğu anlaşmalar ile sağlanan insan hakları ve temel özgürlükleri
kısıtlayacak veya onlarla ters düşecek bir şekilde yorumlanamaz.
Madde 23
İşbu Çerçeve Sözleşmesinde öngörülen ilkelerden doğan hak ve özgürlükler,
İnsan
Hakları
ve
Temel
Özgürlüklerin
Korunması
Sözleşmesi
ve
Protokolleri'nde bunlara tekabül eden hükümlere tabi oldukları ölçüde, bu
hükümlere uygun olarak kabul edilecektir.
Bölüm IV
Madde 24
1. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ,işbu Çerçeve Sözleşmesinin Akit
Taraflarca uygulanmasını kontrol edecektir.
200
2. Avrupa Konseyi'ne üye olmayan Taraflar, belirlenecek şartlar uymak
suretiyle Sözleşmenin uygulama mekanizmasına katılacaklardır.
Madde 25
1. Akit bir Taraf işbu Çerçeve Anlaşması'nın kendisi bakımından yürürlüğe
girmesinden itibaren bir yıllık bir süre zarfında, bu çerçeve Sözleşmesinde
belirtilen prensipleri uygulamak için alınan yasal ve başka önlemlere ilişkin
tüm bilgiyi Avrupa Konseyi Genel Sekreterine ulaştıracaktır.
2. Bunu müteakip, her bir Taraf, dönem dönem ve ayrıca Bakanlar Kurulunun
talep ettiği zamanlarda, işbu Çerçeve Sözleşmesinin uygulanması ile ilgili
diğer tüm bilgileri Genel Sekretere iletecektir.
3.Genel Sekreter bu maddenin hükümlerine uygun olarak kendisine
ulaştırılan her bilgiyi Bakanlar Komitesine iletecektir.
Madde 26
1. İşbu Çerçeve Sözleşmesinde belirtilen ilkeleri uygulamak için Taraflarca
alınan tedbirlerin yeterli olup olmadığını değerlendirmek için
zaman,
Bakanlar Kuruluna, üyelerinin, ulusal azınlıkların korunması alanında
uzmanlıkları tanınmış kişilerden oluşan bir danışma komitesi yardımcı
olacaktır.
2. Danışma komitesinin üyeleri ve çalışma yöntemleri İşbu Çerçeve
Sözleşmesinin yürürlüğe girme sinden itibaren bir yıllık bir süre içerisinde
Bakanlar Komitesince tespit edilecektir.
Bölüm V
Madde 27
İşbu Çerçeve Sözleşmesi Avrupa Konseyi'ne üye devletlerin imzasına
açılacaktır. Yürürlüğe giriş tarihine kadar, Bakanlar Kurulu'nca davet edilen
201
diğer devletlerin de imzasına açılacaktır. Sözleşme onay, kabul veya uygun
bulmaya tabidir. Onay, kabul veya uygun bulma belgeleri Avrupa Konseyi
Genel Sekreteri'ne tevdi edilecektir.
Madde 28
1. İşbu Çerçeve Sözleşmesi, Avrupa Konseyine üye on iki Devletin, 27.
Madde uyarınca Sözleşme ile bağlı olduklarına dair rızalarını ifade ettikleri
tarihten sonraki üç aylık bir dönemi takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe
girecektir.
2. İşbu Çerçeve Sözleşmesine bağlı olduğuna dair rızasını daha sonra
bildirecek her üye Devlet için, söz konusu Sözleşme, onay, kabul veya uygun
bulma belgesinin veriliş tarihinden sonraki üç aylık dönemin sona ermesini
takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir.
Madde 29
1. İşbu Çerçeve Sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden ve Akit Devletlere
danıştıktan sonra, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu, Avrupa Konseyi
Statüsünün 20.maddesinin öngördüğü üzere çoğunlukla alınan kararla,
27.maddenin hükümleri uyarınca imzaya davet edilmiş, fakat henüz
Sözleşmeyi imzalamamış Avrupa Konseyi'ne üye olmayan her devlet ile üye
olmayan başka herhangi bir Devleti, işbu Çerçeve Sözleşmesine katılmaya
davet edilebilir.
2. Katılan her devlet için, Çerçeve Sözleşmesi, katılım belgesinin Avrupa
Konseyi Genel Sekreterine veriliş tarihinden sonraki üç aylık dönemin sona
ermesini takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir.
202
Madde 30
1. Her devlet, imza esnasında veya onay, kabul, uygun bulma veya katılım
belgesini
tevdi
ederken
işbu
Çerçeve
Sözleşmesinin
uygulanacağı,
uluslararası ilişkilerinden sorumlu olduğu toprak veya toprakları belirleyebilir.
2. Her devlet, daha sonraki herhangi bir zamanda, Avrupa Konseyi Genel
Sekreteri'ne muhatap bir bildirimle, işbu Çerçeve Sözleşmesinin uygulanma
alanını, bildiride belirtilen başka herhangi bir bölgeye teşmil edebilir. Çerçeve
Sözleşmesi, bu yöre için tebligatın Genel Sekreter tarafından teslim alınış
tarihinden sonraki üç aylık bir dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk
gününde yürürlüğe girecektir.
3. Bu bildirimde belirtilen her toprak parçası bakımından, bundan önceki iki
fıkra uyarınca verilen herhangi bir bildirim Genel Sekretere sunulan tebligatla
geri alınabilir. Geri alma, Genel Sekreter tarafından tebligatın teslim alınış
tarihinden sonraki üç aylık dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk günü
yürürlüğe girecektir.
Madde 31
1. Herhangi bir Taraf, bu Sözleşmeyi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne
muhatap bir bildirimde bulunmak suretiyle her zaman feshedebilir.
2. Böyle bir fesih, Genel Sekreter tarafından tebligatın teslim alınış tarihinden
sonraki altı aylık bir dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk gününde
yürürlüğe girecektir.
Madde 32
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Konseye üye Devletlere, diğer imzacı
Devletler ile bu çerçeve Sözleşmeye katılan bir Devlete aşağıdaki konuları
bildirir.
a) Bir imzayı;
203
b) Bir onay, kabul, uygun bulma veya katılma belgesinin tevdi edilmesini;
c) Yirmi sekiz, yirmi dokuz ve otuzuncu maddelere göre bu çerçeve
Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihi;
d) Bu çerçeve Sözleşme ile ilgili başka her hangi bir tasarrufu, bildirimi
veya tebliği.
Konseye üye devletlere, imza eden diğer devletlere ve işbu Çerçeve
Sözleşmesine katılan her devlete tebliğ edilecektir.
Usulüne göre yetkili kılınmış olan aşağıda imzası bulunan temsilciler bu
Sözleşmeyi imzalamışlardır. Avrupa Konseyi arşivinde saklanacak her iki
metin de aynı derecede geçerli olmak üzere, İngilizce ve Fransızca dillerinde
1 Şubat 1995 tarihinde Strasbourg’da imzalanmış olup, onaylanmış kopyalar
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından her bir üye devlete, bu
sözleşmenin hazırlanmasına iştirak eden, üye olmayan devletlere ve bu
Sözleşmeyi onaylamak üzere davet edilmiş olan herhangi bir devlete
gönderilecektir.
204
EK 2: BÖLGESEL VEYA AZINLIK DİLLERİ AVRUPA ŞARTI266
İşbu Şart’ı imzalayan Avrupa Konseyi üyesi devletler,
Avrupa Konseyi’nin amacının üyeleri arasında, ortak mirasları olan
ideal ve ilkeleri güvence altına almak ve gerçekleştirmek için daha ileri bir
birlik sağlamak olduğunu düşünerek;
Bir kısmı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Avrupa’nın tarihi
bölgesel
veya
azınlık
dillerinin;
Avrupa’nın
kültürel
zenginliğine
ve
geleneklerinin sürdürülüp geliştirilmesine katkıda bulunduğunu düşünerek;
Özel ve kamusal hayatta bölgesel veya azınlık dilleri kullanma
hakkının; Birleşmiş Milletler Yurttaşlık ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde yer
alan ilkelere ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunması Sözleşmesi’nin ruhuna uygun olan inkâr edilemez bir hak
olduğunu düşünerek;
AGİT bünyesinde yürütülen çalışmaları, özellikle 1975 Helsinki Nihai
Senedini ve 1990 Kopenhag Toplantısı belgelerini dikkate alarak;
Kültürlerarası bağların ve çok dilliliğin değerini vurgulayarak ve
bölgesel veya azınlık dillerinin korunmasının ve teşvik edilmesinin, resmi
dillere ve resmi dilleri öğrenme ihtiyacına zarar vermemesi gerektiğini
düşünerek;
Avrupa’nın farklı ülkelerinde ve bölgelerinde, bölgesel veya azınlık
dillerinin desteklenmesi ve korunmasının, ulusal egemenlik ve toprak
bütünlüğü çerçevesinde kültürel çeşitlilik ve demokrasi ilkelerine dayalı bir
Avrupa inşa etmeye önemli katkıları olacağını fark ederek; Avrupa
266 Kaynak: http://www.yerelnet.org.tr/uluslararasi/avrupakonseyianlasma6.php.
205
Devletlerinin farklı bölgelerinde özel koşullar ve tarihi gelenekler olduğunu
dikkate alarak;
Aşağıdaki şekilde anlaşmaya vardılar:
Birinci Bölüm
Genel Hükümler
Madde 1 – Tanımlar
Bu Şart’ın amaçları kapsamında:
a ."bölgesel veya azınlık dilleri” şu dilleri tarif eder:
i.Bir Devlet’in toprakları içinde bu Devlet’in geriye kalan nüfusundan sayıca
daha az bir grup oluşturan vatandaşları tarafından geleneksel olarak
kullanılan ve
ii. Devlet’in resmi dil(ler)inden farklı olan; Devlet’in resmi dilinin diyalekti
ve/veya göçmen dillerinin diyalekti kapsam dışındadır;
b. "bölgesel veya azınlık dilinin kullanıldığı toprak”, belirtilen dil grubunun bu
Şart tarafından sağlanan çeşitli koruyucu ve destekleyici önlemlerin
alınmasını mazur gösterebilecek sayıda kişi tarafından ifade aracı olarak
kullanıldığı coğrafi alandır;
c."toprağa bağlı olmayan diller” o devletin vatandaşları tarafından kullanılan
ve devletin geri kalan nüfusu tarafından kullanılan dil(ler)den farklı olan,
geleneksel olarak o devletin sınırları içinde kullanılmakla birlikte belirli bir alan
ile tarif edilemeyen dillerdir.
Madde 2 – Taahhütler
1.Her bir Taraf, toprakları içerisinde konuşulan ve 1. Madde’ye uyan tüm
bölgesel ve azınlık dillerine 2. Bölüm’deki hükümleri uygulamayı taahhüt
ederler.
2.Her bir Taraf, 3. Madde’ye uygun olarak onay, kabul veya tasvip sırasında
bildirilen her bir dil için en azından üçer paragraf 8. Madde ve 12. Madde’nin
her birinden ve birer tane paragraf 9,10,11 ve 13. Madde’nin her birinden
olmak üzere bu Şart’ın 3. Bölümünün hükümleri arasından seçilen en az 35
paragraf ya da alt paragrafı uygulamayı taahhüt ederler.
206
Madde 3 – Uygulamaya Yönelik Düzenlemeler
1.Her bir akit taraf kabul, onay veya tasvip belgesinde; 2.madde’nin 2.
paragrafında belirtildiği gibi seçilen paragrafların uygulanacağı bölgesel veya
azınlık dillerini, veya resmi dil olup toprakları içinde daha az kullanılan dili
belirtecektir.
2.Bir Taraf, daha sonraki bir tarihte, Genel Sekreter’e Şart’ın kabul, onay
veya tasvip belgesinde belirtilmemiş olan diğer paragraflarındaki hükümlerin
getirdiği taahhütleri kabul ettiğini, veya, işbu maddenin 1. paragrafını bir
başka bölgesel veya azınlık diline yahut, topraklarının tümünde ya da bir
bölümünde daha az kullanılan bir resmi dile uygulayacağını bildirebilir.
Önceki paragrafta sözü edilen taahhütler, kabul, onay veya tasvip
belgesinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilip, bildirim tarihinden itibaren
aynı etkiye sahip olacaklardır.
Madde 4 – Mevcut Koruma Rejimleri
1.Bu Şart’taki hiç bir şey, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından
güvence altına alınmış olan herhangi bir hakkı kısıtlayıcı veya ihlâl edici
şekilde anlaşılmayacaktır.
2.Bu Şart’ın hükümleri, bir bölgesel veya azınlık dilinin statüsünü yahut bir
Taraf içerisinde bulunan veya ikili ya da çok taraflı anlaşmalarla sağlanmış
olan, azınlık grubuna mensup kişilerin yasal rejimini belirleyen daha uygun
hükümleri etkilemeyecektir.
Madde 5 – Mevcut Yükümlülükler
Bu Şart’ın hiçbir hükmü; Devletlerin egemenlik hakkı ve toprak bütünlüğü de
dahil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaçlarının veya uluslararası
hukuktaki başka yükümlülüklerin hilafına herhangi bir eyleme kalkışma veya
faaliyete karışma hakkını vermeyi imâ ettiği şeklinde yorumlanamaz.
Madde 6 – Bilgilendirme
Taraflar ilgili makamların, kuruluşların ve kişilerin bu Şart ile getirilen hak ve
görevlerden haberdar olmalarını sağlamayı taahhüt ederler.
İkinci Bölüm
Madde 2, Paragraf 1’e Uygun Olarak Takip Edilecek Amaçlar ve İlkeler
207
Madde 7 – Amaçlar ve ilkeler
1.Taraflar, bölgesel veya azınlık dilleri bakımından; bu tür dillerin kullanıldığı
topraklarında ve her bir dilin durumunu dikkate alarak, politikalarını,
mevzuatını ve uygulamalarını aşağıdaki amaç ve ilkelere dayandıracaklardır:
a. Bölgesel veya azınlık dillerinin, kültürel zenginliğin bir ifadesi olarak
kabul edilmesi;
b. Mevcut ya da yeni kurulacak idari bölümlerin söz konusu bölgesel veya
azınlık dilinin geliştirilmesine engel teşkil etmemesi için, bölgesel veya azınlık
dile ait coğrafi alana saygı gösterilmesi;
c.Bölgesel veya azınlık dilleri muhafaza etmek için verilen destek konusunda
kararlı bir tavır sergilemek;
d. Bölgesel veya azınlık dilinin yazılı ve sözlü olarak kamusal ve özel hayatta
kullanılmasını kolaylaştırmak ve/veya teşvik etmek;
e. Bu Şart’ın kapsamı altındaki konularda, bir bölgesel veya azınlık dili
kullanan gruplar ve o devletin içinde benzer ya da aynı bölgesel veya azınlık
dilini kullanan diğer gruplarla olan bağlantıların kurulup geliştirilmesi, bunun
yanında Devlet içindeki farklı dilleri konuşan gruplar arasında kültürel
ilişkilerin kurulması;
f. bölgesel veya azınlık dilinin uygun olan tüm basamaklarda öğretilmesini ve
öğrenilmesini sağlamak için uygun araçlar ve ortamlar sağlamak;
g. bir bölgesel veya azınlık dilin kullanıldığı alanda yaşayan ve o dili
konuşmayı bilmeyen kişilere eğer isterlerse o dili öğrenme imkânı sağlamak;
h. üniversite ya da benzeri kurumlarda bölgesel veya azınlık dilleri üzerinde
araştırma ve çalışma yapılmasını desteklemek;
i.iki ya da daha fazla devlette kullanılan benzer ya da aynı bölgesel veya
azınlık dili ile ilgili olarak bu Şart kapsamındaki konularda uygun şekilde sınır
aşırı değişim yapılmasını desteklemek.
2.Taraflar, eğer hâlâ yerine getirmedilerse, bir bölgesel veya azınlık dilinin
kullanımı ile ilgili olan ve dilin sürdürülüp geliştirilmesini tehlikeye sokacak ya
da engelleyecek adil olmayan herhangi bir ayrımcılık, dışlama, kısıtlama ya
da tercihten vazgeçmeyi taahhüt ederler. Bir bölgesel veya azınlık dilini
kullananlar ile geri kalan nüfus arasındaki eşitliği desteklemek üzere alınan
208
veya o dili kullananların özel koşullarını gereğince dikkate alan herhangi bir
lehte önlem daha yaygın kullanılan dile karşı bir kısıtlama olarak kabul
edilmeyecektir.
3.Taraflar, ülkelerinde uyguladıkları eğitimin amaçları arasında, ülkenin
bütün dil grupları arasında ortak anlayışa varılmasını ve özellikle bölgesel
veya azınlık dillerle ilgili olarak saygı, anlayış ve hoşgörü gösterilmesini
sağlamayı ve kitle iletişim araçlarının da aynı amacı takip etmesini
sağlayacak önlemler almayı taahhüt ederler.
4.Taraflar bölgesel veya azınlık dilleri ile ilgili politikayı belirlerken bu tür
dilleri kullanan gruplar tarafından ifade edilen talep ve arzuları dikkate
alacaklardır. Eğer gerekirse, yetkililere bölgesel veya azınlık diller ile ilgili
olarak tavsiyede bulunmak amacıyla organlar oluşturacaklardır.
5.Taraflar, “toprağa bağlı olmayan” dillere, yukarıda 1. ve 4. Paragraf
arasında belirtilen ilkeleri mutatis mutandis uygulamayı taahhüt ederler.
Bununla birlikte, bu diller söz konusu olduğunda, bu Şart’ı yürütmek amacıyla
alınacak önlemlerin yapısı ve kapsamı daha esnek bir tarz ile, söz konusu
dilleri kullananların talep ve arzuları dikkate alınarak ve gelenek ve
özelliklerine saygı duyularak belirlenecektir.
Üçüncü Bölüm
2.Madde 2. Paragraftaki Taahhütlere Uygun Olarak Bölgesel veya
Azınlık Dilinin Kamusal Hayatta Kullanılmasını Desteklemek için
Alınacak Önlemler
Madde 8 – Eğitim
1.Eğitim ile ilgili olarak Taraflar, bu dillerin kullanıldığı topraklarda, bu dillerin
her birinin durumuna bağlı olarak ve devletin resmi dil(ler)inin
öğretilmesi hakkına halel getirmemek koşuluyla şunları taahhüt ederler;
a.
i. ilgili bölgesel veya azınlık dillerinde okul öncesi eğitim sağlamak; veya
ii. okul öncesi eğitimin önemli bir bölümünü ilgili bölgesel veya azınlık
dillerinde sağlamak; veya
iii. yukarıdaki i ve ii’de belirtilenleri en azından ailesi bu talepte bulunan ve
sayıca yeterli oldukları düşünülen öğrencilere uygulamak; veya
209
ii.mahkemeye bir şahit çıkarılacağı zaman, ek bir ödeme yapmasına gerek
kalmadan kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmesine izin vermek;
ve/veya
iii.talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık
dillerde çıkarmak, gerekirse çevirmenler veya çeviri metinler kullanmak;
c. Yargı öncesi davalarla ilgili idari konularda:
i.mahkemelerin, taraflardan birinin isteği üzerine davayı bölgesel veya azınlık
dillerde yürütmelerini sağlamak; ve/veya
ii. mahkemeye bir şahit çıkarılacağı zaman, ek bir ödeme yapmasına gerek
kalmadan kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmesine izin vermek;
ve/veya
iii. talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık
dillerde çıkarmak, gerekirse çevirmenler veya çeviri metinler kullanmak;
d. yukarıdaki b ve c paragraflarının i ve iii alt paragraflarının uygulanmasını
ve çevirmen ya da çeviri metin kullanılmasının ilgili kişiye ek ödeme
getirmemesini kesinleştirecek adımlar atmak.
2.Taraflar şunları taahhüt ederler:
a.Devlet içinde hazırlanmış bir belgenin yalnızca bir bölgesel veya azınlık
dilde yazıldığı için geçerliliğini inkar etmeyeceklerini; veya
b. ülke içinde çıkarılmış, resmi belgelerin yalnızca bölgesel veya azınlık
dilinde yazıldıkları için geçerliliğini reddetmeyeceklerini ve bu belgelerin o
dilleri kullanmayan ilgili üçüncü taraflara, tebligatı yapan(lar) tarafından
içeriğinin anlaşılmasının sağlanması kaydıyla tebligatının yapılabileceğinin
kabul edilmesi; veya
c. ülke içinde çıkarılmış, resmi belgelerin yalnızca bölgesel veya azınlık
dilinde yazıldıkları için geçerliliğini reddetmeyeceklerini.
3. Taraflar, en önemli ulusal statü metinlerinin ve özellikle bölgesel veya
azınlık dilleri kullananlarla ilgili olanların bu dillerde bulunabilmesini başka bir
yolla sağlanmamışsa taahhüt ederler.
Madde 10 – İdari makamlar ve kamu hizmetleri
210
1. Devlet’in idari bölümleri içinde bölgesel veya azınlık dillerini kullananların
sayısı aşağıda belirtilen önlemlerin alınmasını mazur göstermesi durumunda
ve her bir dilin durumuna bağlı olarak Taraflar aşağıdakileri mümkün olduğu
kadar yerine getirmeyi taahhüt ederler;
a.
i. idari makamların bölgesel veya azınlık dilleri kullanmalarını sağlamak; veya
ii.halkla ilişkili olan görevlilerin kendilerine bu dillerde başvuran kişilerle olan
ilişkilerinde bölgesel veya azınlık dilleri kullanmalarını sağlamak; veya
iii. bölgesel veya azınlık dillerini kullananların yazılı ya da sözlü başvurularını
bu dillerde yapabilmelerini ve bu dillerde cevap almalarını sağlamak; veya
iv. bölgesel veya azınlık dillerini kullananların yazılı ya da sözlü başvurularını
bu dillerde yapabilmelerini sağlamak; veya
v. bölgesel veya azınlık dillerinin kullanıcılarının bu dillerde sunacakları
belgelerin geçerli kabul edilmelerini sağlamak; veya
b. yaygın olarak kullanılan idari metinlerin ve formların bölgesel veya azınlık
dillerde ya da iki dilli olarak bulunabilmelerini sağlamak;
c. idari makamların bölgesel veya azınlık dilde belgeler hazırlamasına izin
vermek.
2.Toprakları içinde bölgesel veya azınlık dilleri kullananların sayısının mazur
görüldüğü durumda Taraflar aşağıdakilere izin verecek ve/veya teşvik
edecektir:
a. bölgesel veya yerel yönetim çerçevesinde bölgesel veya azınlık dillerinin
kullanılması;
b. bölgesel veya azınlık dilini kullananların yazılı veya sözlü olarak bu dillerde
başvuruda bulunmalarının mümkün olması;
c. bölgesel yönetimlerin resmi belgeleri aynı zamanda bölgesel veya azınlık
dillerde yayınlaması;
d. yerel yönetimlerin resmi belgeleri aynı zamanda bölgesel veya
azınlık dillerde yayınlaması;
e. bölgesel veya azınlık dillerinin, bölgesel yönetimler tarafından meclis
görüşmelerinde, Devlet’in resmi dil(ler)ini dışlamamak kaydıyla kullanılması;
211
f. bölgesel veya azınlık dillerinin, yerel yönetimler tarafından meclis
görüşmelerinde, Devlet’in resmi dil(ler)ini dışlamamak kaydıyla kullanılması;
g. bölgesel veya azınlık dillerindeki geleneksel ve doğru yer adlarının
gerekirse resmi dildeki adıyla birlikte olmak üzere kullanılması ve
benimsenmesi.
3. İdari kurumlar tarafından sağlanan ya da kendi adlarına hareket eden
kişiler tarafından sağlanan kamu hizmetleri konusunda, bölgesel veya azınlık
dilinin kullanıldığı sahalar içinde Taraflar, her bir dilin durumuna göre ve
makul ölçüler içinde mümkün olduğunca şunları taahhüt ederler;
a. bu hizmetin verilmesinde bölgesel veya azınlık dilin kullanılmasını
sağlamak; veya
b. bölgesel veya azınlık dilleri kullananların bu dillerde dilekçe vermesine ve
cevap almasına izin vermek; veya
c. bölgesel veya azınlık dilleri kullananların bu dillerde dilekçe verilmesine
izin vermek.
4.Taraflar, 1.,2. ve 3. paragraflardan kendilerince kabul edilmiş olan
hükümlerin yürürlüğe girmesi için aşağıdaki önlemlerden bir ya da daha
fazlasını almayı taahhüt ederler:
a. istendiğinde yazılı ya da sözlü çeviri;
b. gerekli memurların ve diğer kamu hizmeti çalışanlarının işe alınması ve
gerektiğinde eğitilmeleri;
c. bölgesel veya azınlık dillerin kullanıldığı topraklara atanacak kamu hizmeti
çalışanlarının mümkün olduğu kadar bu dilleri bilmeleri şartını aramak.
5.Taraflar ilgili kişiler talep ettiğinde bölgesel veya azınlık dillerde soyadı
kullanılmasına veya alınmasına izin vermeyi taahhüt ederler.
Madde 11 - Medya
1.Taraflar, bölgesel veya azınlık dillerini kullananlar için bu dillerin
konuşulduğu yerlerde, her bir dilin durumuna göre kamu kurumlarının
doğrudan ya da dolaylı olarak yeterliliğe sahip olması, gücü olması ya da bu
alanda rol oynaması ölçüsüne göre ve medyanın bağımsızlığı ve özerkliği
ilkesine saygı göstererek aşağıdakileri taahhüt ederler:
a. radyo ve televizyonun kamu hizmeti görevi yapma derecesine göre:
212
i.bölgesel veya azınlık dillerde yayın yapan en az bir radyo istasyonu ve bir
televizyon kanalı kurulmasını temin sağlamak; veya
ii bölgesel veya azınlık dillerde yayın yapan en az bir radyo istasyonu ve bir
televizyon kanalı kurulmasını teşvik etmek veya kolaylaştırmak; veya
iii.yayıncıların bölgesel veya azınlık dillerde programlar hazırlamasını
sağlayacak düzenlemeler yapmak;
b.
i.bölgesel veya azınlık dillerinde en azından bir radyo istasyonu kurulmasını
teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; veya
ii.bölgesel
veya
azınlık
dillerinde
düzenli
olarak
radyo
programları
yayınlanmasını desteklemek ve/veya kolaylaştırmak;;
c.
i.bölgesel veya azınlık dillerde en azından bir televizyon kanalı kurulmasını
teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; veya
ii.bölgesel veya azınlık dillerinde düzenli olarak televizyon programları
yayınlanmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak;
d. bölgesel veya azınlık dillerinde işitsel ve görsel çalışmalar üretilmesini ve
dağıtılmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak;
e.
i.bölgesel veya azınlık dillerinde en azından bir gazetenin kurulmasını veya
devam etmesini teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; veya
ii.bölgesel
veya
azınlık
dillerinde
düzenli
olarak
gazete
makaleleri
yayınlanmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak;
f.
i.yasanın genel olarak medyaya maddi yardım sağlamaya izin vermesi
durumunda bölgesel veya azınlık dillerini kullanan medyanın üstlendiği ek
maliyetleri karşılamak; veya
ii.bölgesel veya azınlık dillerinde hazırlanan görsel-işitsel ürünlere mali
yardımda bulunmak için mevcut önlemleri uygulamak;
g. bölgesel veya azınlık dillerini kullanan gazeteciler ve diğer medya
mensuplarının eğitimini desteklemek.
213
2.Taraflar komşu ülkelerden gelen ve bölgesel veya azınlık dilin aynısı ya da
benzeri olan dillerdeki radyo ve televizyon yayınlarının, doğrudan alınması
özgürlüğünü güvenceye almayı ve komşu ülkelerden gelen bu dillerdeki
radyo ve televizyon yayınlarının yeniden iletime gönderilmelerine muhalefet
etmemeyi taahhüt ederler. Ayrıca ifade özgürlüğüne ve bölgesel veya azınlık
dilin aynısı ya da benzeri dilde basılmış bilginin serbest dolaşımına kısıtlama
getirilmemesini sağlamayı taahhüt ederler.
Yukarıda sözü edilen özgürlüklerin uygulanması, görevler ve sorumluluklar
taşıdığı için; milli güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, anarşinin veya
suçun önlenmesi, sağlığın ve genel ahlâkın korunması, başkalarının hakları
ya
da
kişilik
haklarının
korunması,
gizlilik
kaydıyla
alınan
bilginin
açıklanmasının engellenmesi veya yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının
korunması için demokratik bir toplumda gerekli olan ve yasada belirtilmiş olan
kurallar, koşullar, kısıtlamalar veya cezalara konu olabilir.
3.Taraflar; medyanın çoğulculuğunu ve özgürlüğünü güvence alma
yükümlülüğüne uygun olarak kurulabilecek organlarda bölgesel veya azınlık
dil kullanıcılarının çıkarlarının temsil edilmesini veya dikkate alınmasının
sağlanmasını taahhüt ederler.
Madde 12 – Kültürel etkinlikler ve hizmetler
1.Kültürel etkinlikler ve hizmetler konusunda –edebi çalışmalar ve film
üretimi, kültürel ifadenin sözlü biçimleri, festivaller, kültür endüstrisi, bu
kapsamdaki yeni teknolojilerin kullanımının yanı sıra özellikle kütüphaneler,
video kütüphaneleri, kültür merkezleri, müzeler, arşivler, akademiler, tiyatro
ve sinemalar - Taraflar, bu tür dillerin kullanıldığı topraklarda, kamu
kuruluşlarının yeterliliği, gücü olması ya da rolü olması ölçüsünde
aşağıdakileri taahhüt ederler:
a.bölgesel veya azınlık dile özel girişimleri ve ifade türlerini teşvik etmek ve
bu dillerde üretilen çalışmalara erişimde farklı araçları geliştirmek;
b.çeviri, dublaj, post-senkronizasyon ve benzeri faaliyetlere yardım ederek ve
destekleyerek bölgesel veya azınlık dillerde üretilen çalışmalara diğer
dillerden farklı erişim yollarını artırmak;
214
c. çeviri, dublaj, post-senkronizasyon ve benzeri faaliyetlere yardım ederek
ve destekleyerek diğer dillerde üretilen bölgesel veya azınlık dillerindeki
çalışmalara erişimi arttırmak;
d.çeşitli kültürel etkinlikleri desteklemekle veya düzenlemekle görevli olan
kuruluşların, destek verdikleri veya düzenledikleri faaliyetlerde bölgesel veya
azınlık dillerinin kullanılmasını veya bunlarla ilgili bilgileri kapsama almaları
için yeterli tahsisat ayırmaları;
e.kültürel
etkinlikleri
desteklemekle
veya
düzenlemekle
görevli
olan
kuruluşların emrinde ilgili bölgesel veya azınlık dile ve kalan nüfusun
kullandığı dil(ler)den birine hakim personel bulunmasını sağlayacak önlemler
almak;
f. bölgesel veya azınlık dillerini temsil edenlerin; kültürel aktivitelerin ve
etkinliklerin planlanmasına doğrudan katılımda bulunmalarının sağlanması;
g.bölgesel veya azınlık dilinde üretilen çalışmanın toplanması, örneğinin
tutulması ve sunumu ya da yayımından sorumlu kurum ya da kurumlar
oluşturmayı teşvik etmek veya kolaylaştırmak;
h.gerekiyorsa; her bir bölgesel veya azınlık dilindeki özellikle idari, ticari,
ekonomik, sosyal, teknik, veya hukuki terminolojiyi koruyup geliştirmeye
yönelik
bir
bakışla
terminoloji
araştırma
hizmeti
yapacak
kurumlar
oluşturmak, desteklemek ve/veya finanse etmek.
2.Bölgesel veya azınlık dilinin geleneksel olarak kullanıldığı topraklar
dışındaki yerlerde Taraflar, bölgesel veya azınlık dili kullananların sayısı
mazur gösteriyorsa önceki paragrafa uygun şekilde kültürel etkinlik ve
hizmetlere izin vermeyi, bunları teşvik etmeyi ve/veya sağlamayı taahhüt
ederler.
3.Taraflar, bölgesel veya azınlık dil tarafından yansıtılan kültürle ilgili kültür
politikasını ülke dışında da takip etmek içine uygun düzenlemeler yapmayı
taahhüt ederler.
Madde 13 - Ekonomik ve sosyal yaşam
1.Taraflar, ekonomik ve sosyal faaliyetler konusunda tüm ülke içinde şunları
yapmayı taahhüt ederler:
215
a.özellikle iş sözleşmeleri ile ürün veya tesislerin kullanım kılavuzları
şeklindeki teknik belgeler gibi ekonomik ve toplumsal hayatla ilgili konulardaki
belgelerde bölgesel veya azınlık dilinin kullanılmasını makul bir neden
olmadan yasaklayan ya da kısıtlayan hükümleri mevzuatlarından çıkarmak;
b.şirketlerin çalışma kuralları içinde veya özel belgelerde bölgesel veya
azınlık dilin kullanılmasını dışlayan veya kısıtlayan ifadeler konulmasını, en
azından aynı dili kullananlar için geçerli olmak üzere yasaklamak;
c.Bölgesel veya azınlık dilinin ekonomik ve toplumsal hayatla bağlantılı
olarak kullanılmasından caydırılmaya yönelik uygulamalara karşı gelmek;
d.üstteki alt paragraflarda belirtilenlerden başka yollarla da bölgesel veya
azınlık dilin kullanımını kolaylaştırmak ve teşvik etmek.
2.Ekonomik ve toplumsal faaliyetlerle ilgili olarak Taraflar, bölgesel veya
azınlık dilin kullanıldığı topraklarda, kamu kurumlarının yeterliliği derecesinde
ve gerçekçi ölçüler içinde mümkün olduğu durumda, şunları taahhüt ederler:
a.mali mevzuat ve bankacılık mevzuatı hükümlerinde, ticari usule uygun
yöntemlerle, bölgesel veya azınlık dillerinde ödeme emri (çek, poliçe, vb.)
veya diğer mali belgelerin hazırlanabilmesine izin vermek, veya bu tür
mevcut hükümlerin uygulamaya konmasını sağlamak;
b.doğrudan kendi denetimleri altında olan ekonomik ve toplumsal sektörlerde
(kamu sektörü) bölgesel veya azınlık dilinin kullanılmasını geliştirecek
faaliyetler düzenlemek;
c.hastaneler, huzurevleri ve hosteller gibi sosyal bakım tesislerinin; hastalık,
yaşlılık veya diğer nedenlerle bakım ihtiyacı duyan ve bölgesel veya azınlık
dil kullanan kişileri kendi dillerinde kabul etme ve tedavi etme imkanını
sağlamak;
d.güvenlik talimatlarının aynı zamanda bölgesel veya azınlık dilinde
hazırlanmasını uygun yollarla sağlamak;
e.ilgili kamu kurumlarınca verilen tüketici haklarıyla ilgili bilgilerin bölgesel
veya azınlık dilde de bulunabilmesini sağlama.
Madde 14 – Sınırötesi değişme
Taraflar şunları taahhüt ederler:
216
a.aynı dilin tıpkı ya da benzer şekilde kullanıldığı Devletlerle yapılmış mevcut
iki taraflı ve çok taraflı anlaşmaları uygulamak veya gerekirse Devletler içinde
aynı dilin kullanıcılarının kültür, eğitim, bilişim, mesleki eğitim ve daimi eğitim
alanlarında ilişkilerini kuvvetlendirecek şekilde bu tür
anlaşmalar imzalama yolu aramak;
b.bölgesel veya azınlık dilin yararına olmak üzere, özellikle topraklarında aynı
veya benzer bölgesel veya yerel dil kullanılan bölgesel ve yerel yönetimler
arasında olmak üzere sınır aşırı işbirliğini kolaylaştırmak ve desteklemek.
Dördüncü Bölüm
Şart’ın Uygulanması
Madde 15 – Periyodik raporlar
1.Taraflar periyodik olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne, bu Şart’ın II.
Bölümüne uygun olarak izledikleri politikayı ve kabul ettikleri III. Bölüm
hükümlerindeki uygulamalarla ilgili olarak alınan önlemleri, biçimi Avrupa
Bakanlar
Komitesi
tarafından
belirlenecek
olan
Raporlar
halinde
sunacaklardır İlk rapor Şart’ın ilgili Taraf açısından yürürlüğe girmesini
izleyen yıl içinde, diğer raporlar ilk rapordan sonra üç yıllık aralıklarla
sunulacaktır.
2.Taraflar raporlarını kamuoyuna açıklayacaklardır.
Madde 16 – Raporların incelenmesi
1.Madde 15’e uygun olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne sunulacak
raporlar Madde 17’ye göre kurulacak bir uzmanlar komitesi tarafından
incelenecektir.
2.Taraflar içinde yasal olarak kurulmuş örgütler ve kuruluşlar, Tarafça
üstlenilmiş olan bu Şart’ın III. Bölüm’üne ait taahhütlerle ilgili konulara
uzmanlar komitesinin dikkatini çekebilir. Uzmanlar komitesi, ilgili Taraf’a
danıştıktan sonra bu bilgiyi aşağıdaki 3. paragrafta belirtilen raporun
hazırlanmasında dikkate alabilir. Bu örgütler veya kuruluşlar, bir Taraf
tarafından II. Bölüm’e uygun olarak izlenen politika ile ilgili ifadeler de
gönderebilirler.
217
3.Paragraf ‘ta bahsedilen raporlara ve 2. Paragraf’da belirtilen bilgilere
dayanarak uzmanlar komitesi Bakanlar Komitesi için bir rapor hazırlayacaktır.
Bu raporda Taraflar’ın yapılmasını talep ettiği yorumlar da yer alacak ve
rapor Bakanlar Komitesi tarafından kamuoyuna açıklanacaktır.
4.3.Paragraf’ta belirtilen rapor özellikle, gerektiğinde Bakanlar Komitesi’nin
bir ya da bir kaç Taraf’a bildireceği tavsiye kararlarının hazırlanmasına
yönelik olarak uzmanlar komitesinin yapacağı önerileri de kapsayacaktır.
5.Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Şart’ın uygulanması ile ilgili olarak
Parlamenter Meclisine 2 yılda bir ayrıntılı rapor hazırlayacaktır.
Madde 17 – Uzmanlar komitesi
1.Uzmanlar Komitesi, her bir Taraf’tan bir kişi olmak üzere ilgili Taraf’ın
önerdiği, bu Şart’la ilgili konularda yüksek derecede ilgisi olan ve uzmanlığı
kabul edilmiş kişilerin yer aldığı bir listeden Bakanlar Komitesi tarafından
atanacak üyelerden oluşacaktır.
2.Komite üyeleri altı yıllık bir süre için atanacak, aynı göreve yeniden
atanmaları mümkün olacaktır. Görev süresini tamamlayamayan üye 1.
paragrafta belirtilen yöntemle değiştirilecek, halef üye selefinin görev süresini
tamamlayacaktır.
3.Uzmanlar komitesi çalışma kuralları kabul edecektir. Sekreterya hizmeti
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından sağlanacaktır.
Beşinci Bölüm
Son Hükümler
Madde 18
Bu Şart Avrupa Konseyi üyesi tüm devletlerin imzasına açılacaktır.
Onay, kabul veya tasvibe tabi olacaktır. Onay, kabul veya tasvip belgeleri
Avrupa Konseyi Genel Sekreterine tevdi edilecektir.
Madde 19
1.Bu Şart, Avrupa Konseyi üyesi devletlerden beşinin bu Şart’la bağlı olmayı
kabul ettiklerini, Madde 18 hükümlerine uygun olarak bildirdikleri tarihten üç
ay geçtikten sonraki ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
218
2.Bu Şart’la bağlı olmayı kabul edeceğini daha sonra beyan eden herhangi
bir üye devlet bakımından bu Şart; onay, kabul veya tasvip belgesinin tevdi
tarihinden sonra geçecek üç aylık süreyi izleyen ayın ilk günü yürürlüğe
girecektir.
Madde 20
1.Şart’ın yürürlüğe girmesinden sonra Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi üye
olmayan bir devleti Şart’ı tanımaya davet edebilir.
2.Şart’ı tanıyan bir devlet olması durumunda, Şart, katılım belgesinin Avrupa
Konseyi Genel Sekreteri’ne tevdiinden sonra üç ay geçtikten sonraki ayın ilk
günü yürürlüğe girecektir.
Madde 21
1.Devletler, imza sırasında ya da onay, kabul veya tasvip belgesini tevdi
ederken bu Şart’ın 7.maddesinin 2’den 5’e kadar olan paragraflarına bir ya
da daha fazla çekince koyabilirler. Başka çekince konamaz.
2.Önceki maddeye göre çekince belirten akit devlet bu çekinceyi Avrupa
Konseyi Genel Sekreteri’ne muhatap bir bildirim ile kısmen ya da tümden geri
alabilir. Bu tür bir çekinceden vazgeçme, bildirimin Genel Sekreter’ce alındığı
tarihten itibaren geçerli olacaktır.
Madde 22
1.Herhangi bir akit taraf, herhangi bir tarihte, Avrupa Konseyi Genel
Sekreteri’ne muhatap bir bildirim ile bu Şart’tan çekilebilir.
2.Çekilmenin yürürlük tarihi beyanın Genel Sekreterce alındığı tarihten altı ay
geçtikten sonraki ayın ilk günü olacaktır.
Madde 23
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi üye devletlerine ve Şart’ı
kabul eden tüm devletlere şu bilgileri yazılı olarak haber verecektir:
a. her imzalamayı
b. tüm onay, kabul veya tasvip belgelerinin tevdiini;
c. 19. Madde ve 20. Madde’ye göre gerçekleşen tüm yürürlüğe giriş
tarihlerini;
d. 3. Madde 2. Paragraf’ın hükümleri uygulanarak alınan her bildirimi
e. Bu Şart’la ilgili tüm diğer hareket, bildirim, beyan ve haberleşmeleri
219
ÖZET
BAHADIR, Gonca. Avrupa Birliği’nin Azınlık Politikası ve Avrupa Birliği
Üyelik Sürecinde Türkiye’deki Azınlıklar, Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2012.
Azınlık kavramının ilk oluşumu 16. yüzyıl Avrupa’sına kadar
gitmektedir. Esas olarak, Hıristiyanlık mezheplerinin birbirlerine karşı
olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için kullanılan kavramın kapsamı, daha
sonra dil ve etnik yapı ile genişletilmiştir. Kavramın dünya literatüründe asıl
yerini alışı Fransız ihtilalinden sonra gelişen milliyetçilik akımıyla olmuş ve 1
inci Dünya Savaşı sonunda en yüksek konumuna gelmiştir. 2 nci Dünya
Savaşı sonrasında gelişen insan hakları konusu azınlık haklarının yerine
daha çok kullanılmıştır.
Günümüzde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği ile
azınlıklar konusu yeniden gündeme gelmektedir. Azınlıklar ve hakları konusu,
yakın
tarihimizde
çıkmaktadır. Batıya
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
son
yüzyılında
yöneliş olarak başlayan süreçte
ortaya
azınlık hakları
konusunda ilk hareket Tanzimat Fermanı’nda olmuştur. Özellikle 2.
Meşrutiyet ve getirdiği özgürlük ortamı Osmanlıda gittikçe yükselen azınlık
unsurlarının en fazla haklar kazandığı dönem olmuştur. Ancak şunu belirtmek
gerekir ki, Osmanlıda azınlık olarak sadece gayrimüslimler kabul görmüştür.
Lozan Barış Antlaşması yeni Türkiye Cumhuriyetini kurarken Osmanlıdan
miras kalan azınlıklar meselesine de hukuki ve siyasi çözüm getirmiştir.
Antlaşmada sadece gayrimüslim gruplar azınlık statüsünde kabul edilmiştir.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyelik süreci azınlık hakları
konusunda yeni gelişmeler ve politik baskıların da başladığı dönem olmuştur.
Avrupa Birliği oldukça gelişmiş bir hukuk sistemine sahiptir. Ancak, AB
içerisinde bile azınlıklar konusunda farklı uygulamalar ve azınlıkların farklı
kabulü görülmektedir. Bu farklılıklara rağmen AB Türkiye’den hukuki
dayanağı olmayan çok farklı uygulamalar beklemektedir.
220
Avrupa Birliği, azınlıklar konusunu müzakere süreci içerisinde sürekli
olarak gündeme getirerek politik baskı uygulamakta ve Türkiye’de kendi
istekleri doğrultusunda yeni azınlıklar yaratmak istemektedir. Türkiye için
AB’nin azınlıklar konusundaki dayatmalarının kabulü çok derin olumsuz
sonuçlar yaratabilecek potansiyeldedir.
Anahtar Sözcükler:
1. Azınlık,
2. Azınlık Hakları,
3. Türkiye,
4. Avrupa Birliği.
221
ABSTRACT
BAHADIR, Gonca. Minority Policy Of European Union And Minority
Rights İn Turkey European Union Accesion Process, Master Thesis,
Ankara, 2012.
The subject of “Minorities” dates back to sixteenth century. The term
that was used to neutralize the unwanted effects of denominations of
Christianity, has been extended to include “ethnicity and language”. The
minority subject was first brought forward mainly by the nationalism after the
French Revolution and peaked after World War I. The term, “Human Rights”,
that developed after World War II, has been used in place of minority rights.
Today the subject of minorities is being brought up by European Union and
“Commission on Security and Cooperation in Europe”.
The subject of minorities and minority rights emerges in the last
century of the Ottoman Empire. In the process that started as inclining to
West, the first spark was the “Tanzimat Fermanı” about minority rights.
“Meşrutiyet” and especially the Notion of freedom that came with it, was the
period where most rights were gained by the everrising Otoman Minorities.
But it has to be noted that only nonMuslims were accepted as Otoman
Minorities. While establishing the new Turkish Republic, Lausanne Peace
Treaty also brought political and legal stability to minorities inherited from the
Otoman Empire. The treaty which is valid stil, only recognizes “nonMuslim
Groups” as minorities. Turkey’s membership process to EU started an era
with new events and political pressure on the subject of minority rights.
EU has a highly developped legal system. But even in EU there are
different approaches and ways of recognizing minorities. In spıte of these
conflicts, EU expects very different applications with no legal support from
Turkey.
EU applies political pressure on Turkey by bringing up the minority
subject during membership talks and wants to create “new minority groups”
222
according to their own criteria. Turkey’s acceptance of EU biased issues on
minorities has a huge potential of negative consequences on national
sovereignity.
Key Words:
1. Minority,
2. Minority Rights,
3. Turkey,
4. European Union.
Download