Pozitif Ayrımcılık İşe Yarıyor mu? Francine D. Blau Anne E. Winkler Çeviren: Tuba Kaya Kırk yılın sonunda hala pozitif ayrımcılığın iş alanındaki fırsatlar ve sonuçlar üzerinde ne kadar etkisi olabileceği ve olması gerektiğini tartışıyoruz. Amerika’da fırsat eşitliğinin nasıl gerçekleştirilebileceği tartışmasında tüm şimşekleri üzerine çeken konu pozitif ayrımcılık olmuştur. Bazıları, ayrımcılığın varlığına kuşkuyla baktıkları için pozitif ayrımcılığa karşı çıkıyor. Bazıları ayrımcılığın varlığını kabul ediyor fakat ayrımcılık karşıtı yasalar görevini yerine getiriyorsa kadınlara ve azınlıklara yardım için aktif adımlar atmaya gerek olmadığını düşünüyor. Başkaları pozitif ayrımcılığa olumlu yaklaşıyor fakat nasıl uygulanacağı konusunda anlaşmazlıklar bulunuyor. Bazıları, bir is için aday havuzunu genişletmenin yeterli olacağı kanısında; bazılarıysa bunun ötesine gidilerek kadınlara ve azınlıklara ayrıcalık gösterilmesi gerektiğine inanıyor. Bazıları kadınların ve azınlıkların istihdamında konulan belirli hedeflerin pratikte kotaya dönüşebileceği kaygısını taşıyor. Fakat bütün bu hararetli tartışmalar arasında bir soru ve cevabi güme gidiyor: İşe alımlarda kullanılan pozitif ayrımcılık gerçekten işe yarıyor mu? Pozitif ayrımcılık, iş pazarında kadınlara ve azınlıklara karşı yapılan ayrımın etkileri için bir çare olarak tasarlanmıştır. Kadınlara karşı ayrımcılık azalmış gibi görünse de, yapılan araştırmalara göre kadınlar ve azınlıklar iş pazarı alanında önemli sorunlarla karşılaşmaya devam ediyor. Örneğin eğitim, deneyim, meslek, endüstri ve kadınlar ve azınlıkların neden beyaz erkeklerden daha az kazandığını açıklayabilecek diğer faktörler göz önünde bulundurulduğunda bile, kazanç bilgilerinin istatistiksel analizi genel olarak gösteriyor ki, hala cinsiyet ve ırkla ilgili büyük bir ücret uçurumu var. Buna ek olarak mahkemeler de cinsiyet ve ırk ayrımcılığına kanıt bulmaya devam ediyor; 2004’te Morgan Stanley’e cinsiyet ayrımcılığı yüzünden açılan ve 54 milyon dolar ceza karşılığı kapanan dava, yakın tarihli yüksek-profilli davalardan sadece biridir. Ve araştırmacıların aynı işe başvuran eşit niteliklere sahip kişilerin işe alım sonuçlarını karşılaştırdığı denetleme çalışmalarına göre, başvuranlar arasında kadınlar ve azınlıklar erkekler ve beyazlara göre daha az sayıda mülakata kabul ediliyor ve iş teklifi alıyor. Birçok insanın pozitif ayrımcılık olarak bahsettiği şey aslında başkan Lyndon B. Johnson’un 1965’te imzaladığı ve 1967’de kadınları da içerecek şekilde düzeltilen bir yürütme emridir; ve 50 veya üzeri çalışanı bulunan federal sözleşmecilerden veya 50.000$ üzeri sözleşme yapanlardan “başvuranların işe alımında ve çalışanların gördüğü muamelede ırk, renk, din, cinsiyet veya ulusal kökene bakılmaksızın davranılmasını sağlayacak pozitif ayrımcılıkta bulunmalarını” talep eder. Kadınları ve azınlıkları “gereğinden az kullanan” sigortalı iş sahipleri, kadınları ve azınlıkları işe almak için yıllık hedefler ve programlar sunmalıdırlar –ama önemli olarak, kotalar değil. Bazı durumlarda ise, işverenlerden ayrımcılık konusunda dava kaybetmiş veya ceza ödemiş olmalarından dolayı pozitif ayrımcılık programları edinmeleri talebinde bulunulabilir. Ayrıca bazı işverenler de bu kuralın kimi unsurlarını veya tamamını gönüllü olarak kabul etmişlerdir. Son 30 yılda pozitif ayrımcılık programlarının kadınların ve azınlıkların istihdamında artışa ve gelişmeye yol açıp açmadığını değerlendirmek amacıyla bir takım araştırmalar yapılmıştır. Pozitif ayrımcılık birçok farklı işverenin uygulamalarının birleşiminden oluştuğu için, etkisi hakkında doğru bilgi edinmek zor olmuştur. Fakat kadınların ve azınlıkların pozitif ayrımcılıktan az da olsa faydalandıkları konusunda genel olarak görüş birliği sağlanmıştır. Örneğin Jonathan Leonard’in konu üzerindeki 1989 tarihli çalışması, federal sözleşmeleri bulunan (ve böylece pozitif ayrımcılık uygulamasına mecbur bırakılan) şirketlerde kadınların ve azınlıkların işe alim oranlarının, böyle sözleşmeleri olmayan fakat diğer bakımlardan eşit firmalara göre daha hızlı yükseldiğini göstermiştir. Ayni şekilde, William J. Carrington, Kristin McCue ve Brooks Pierce de 2000 tarihli çalışmalarında, ayrım karşıtı kanun ve yönetmeliklerin uygulanmasının en olası olduğu büyük kuruluşlarda çalışan kadın ve azınlıkların hisselerinde, Medeni Haklar Kanunu’nun 7. maddesinin geçirildiği ve Yürütme Emirleri’nin uygulandığı 1960’larin ortalarından sonra bir artış olduğunu gözlemlemişlerdir. Harry Holzer ve David Neumark, yaptıkları bir dizi yeni çalışmada değerli kanıtlar sunmuşlardır. (bkz. Önerilen Okumalar). İşverenlere en yakın tarihli işe alımlarında pozitif ayrımcılık veya eşit fırsat kanununun etkisi olup olmadığını sormuşlardır. Önceki çalışmaların sonuçlarıyla tutarlı olarak, Holzer ve Neumark pozitif ayrımcılık uygulayan şirketlerin işgüçlerinde azınlık ve kadınların payının daha büyük olduğunu bulmuşlardır. Dahası, şirketler işe alımlarda pozitif ayrımcılık uyguladığı zaman –mesela daha çok iş ilanı vererek veya başvuranlardan, nitelikleri ve potansiyelleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için, daha çok sayıda personel seçme testi doldurmalarını isteyerek—yeni işe alınan kadın ve azınlıkların beyaz erkeklerle eşit derecede nitelikli oldukları görülmüştür. İşe alındıktan sonra da performans oranlarında eşit basari gösterdikleri görülmüştür, bu da eşit derecede üretken olduklarını gösterir. Yine Holzer ve Neumark’in çalışmalarının gösterdiğine göre yeni ise alınan kadınlar erkeklerle benzer niteliklere ve iş performansına sahiptir. Azınlıkların daha az nitelikli olduklarını gösterir kanıtlar “kağıt üzerinde” görüldüyse de bir kere işe alındıktan sonra çoğu azınlık grubu beyaz erkek iş arkadaşlarıyla eşit performans göstermişlerdir. Holzer ve Neumark’in çalışmaları ayrıca pozitif ayrımcılık programları kullanan işverenlerin, olası terfiler için kadın ve azınlıkları değerlendirirken daha nesnel bilgiler elde etmeye yarayacak resmi insan kaynakları uygulamalarına sahip olmaya daha yatkın olduklarını göstermiştir. Baksa bir deyişle, bu araştırma pozitif ayrımcılık siyasetlerinin şirket personel yönetimi uygulamalarını daha sistematik ve tarafsız hale getirdiğini ileri sürüyor; bu da Reskin’in gerekliliğini savunduğu çözümlerden biridir. Pozitif ayrımcılığın kadınların ABD’de, hükümette ve akademide yüksek kademelere ulaşabilmeleri üzerindeki etkisi bu bağlamda ayrıcalıklı öneme sahiptir. Ne yazık ki özel olarak pozitif ayırımcılığın kadınlar üzerindeki etkisini araştıran çalışmalardan hiçbiri kariyer merdiveninin en yüksek basamaklarındaki kadınlar üzerine odaklanmamıştır. Bu yüzden, terfi elde etmede yardımı olduğu görülse de, kariyerlerinin erken safhalarında pozitif ayrımcılıktan yararlanmış olmanın kadınların üst liderlik pozisyonları elde edebilmelerinde yardımcı olup olmadığını hala bilmiyoruz. Pozitif ayrımcılık ve ayrımcılık karşıtı siyasetin işe alınan belirli bireylere katkısından öte genel olarak daha geniş sosyal faydaları da olabilir, örneğin kadınlar ve azınlıklar için danışmanlar oluşturulması ve genişleyen iletişim ağı fırsatları gibi. Öyleyse istihdamda pozitif ayırımcılığın etkileri kadınlar ve azınlıklar için az çok olumludur. Bununla birlikte bazı insanlar pozitif ayrımcılığın büyük bedellerinin olduğunu düşünüyor; pozitif ayrımcılık politikalarını bu kadar tartışmalı hale getiren ve etkililiğini tehdit edebilecek olan şey de bu. Dile getirilen bir endişe, pozitif ayrımcılığın pratikte kotalar oluşturduğudur. Fakat Jonathan Leonard’in çalışması federal sözleşmecilerin kadınlar ve azınlıklar için koydukları istihdam hedeflerine genelde ulaşamadığını göstermiştir, bu da onların kota değil gerçekten hedefler olduklarını ortaya koyar. Fakat daha sık dile getirilen endişe, pozitif ayrımcılığın, kadınlar ve azınlıklar için daha çok fırsat sağlamak için beyaz erkeklerin kasıtlı olarak dışlanmasıyla ters ayrımı teşvik ettiğidir. Böyle endişeler özellikle ekonominin düşüşte olduğu ve işlerin seyrekleştiği dönemlerde artabilir. Fakat Holzer ve Neumark’in sunduğu kanıtlar gösteriyor ki daha az üretken kadın veya azınlıklar lehine daha üretken erkek veya beyazların ihmal edilmesi olasılığı düşüktür. Kadın ve azınlıkların diğer her bakımdan eşit oldukları erkek ve beyazlara göre hala daha az kazanmaları da ters ayrımcılığın sık rastlanan bir durum olmadığını gösteriyor. Pozitif ayrımcılık hakkındaki endişeler programı politik olarak hassas hale getirmekle kalmıyor, aynı zamanda ondan yararlanması gereken insanlar için de sorunlar yaratabiliyor. Eşit derecede nitelikli, eşit üretkenlikte çalışanlar olarak görülmek yerine “pozitif ayrımcılık çalışanları” olarak görülebiliyorlar. Bu da söylene söylene gerçeklesen bir kehanete dönüşerek onların özgüvenlerini azaltıyor. Diğer yandan büyük olasılıkla, pozitif ayrımcılık olmadan kadınlar ve azınlıkların ellerinde daha az fırsat olacak veya karşılığını alamayacaklarını düşündüklerinden eğitim ve öğretim için daha az yatırım yapacaklar. İleriye baktığımızda, herkesin eşit basarili olma fırsatına sahip olması için “oyun alanını” adilce düzenlemenin yolunu bulmak zorluğu sürecek gibi görünüyor.