teblıg ve muzakerelerı

advertisement
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIGI YAYINLARI
•
\tl
..
•
TEBLIG VE MUZAKERELERI
(1-5 Kasım 1993)
(1)
Türkiye Diyanet Vakfı
islam Ara§tırmaları Merkazı
Kütüphanesi
Yavuz ARGIT Bölümü
Dem.No.
Tas.No.
111~43
Jjf. DO V
1
DIN.
Ş
ANKARA - 1995
Diyanetİşleri Başkanlıgt Yayınları
.................................................. 338
İlmi Eserler ................................... · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · 63
Musabbibler : Ahmet GÜNAY
Yılmaz TARTAN
Adil YILDIRIM
AhmetTORUN
AlıdilAKTAŞ
Abdullah ŞAHİN
H. İbrahim KARAPINAR
Mehmet- GÖKTEPE
95-06-Y-0003-338
ISBN: 975-19- 1244-x
975-19-1246-6
© Diyanet İşleri Başkanlığı
:Mustafa YEŞİLYURT
ArifYEÖİN- Yusuf GÖRGÜNOÖLU
Dizayn : Recep KAYA
Dini Yayınlar Dairesi Başkanlıgı
Derleme ve Yayın Şubesi Müdürlügü
Tel: (0312) 435 52 73 -ANKARA
Baskı : Semih Ofset Matbaacılık ve Ambalaj Sanayi Ticaret Ltd.Şti.
Büyük Sanayi ı. Cad. No: 7 4- İskitler 1 ANKARA
Tel: (0312) 341 40 75 (4 Hat)- Fax: (0312) 341 98 98
Dizgi
I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ
102
İRŞAD VE ALLAH YOLUNA ÇAGRI
Muhammed El-Mubtar Es-SELAMİ
Tunus Cumhuriyeti Müftüsü
Çev: Ali SERTER
Aynı anda fert ve toplumun ıslahı esasına dayalı olarak yapılan irşad ve Allah
yoluna çağn, ferd! alanda, inançlar ve düşüncelerde düzeltme yapmak ve birtakını
ibadet ve ruh! faaliyetler va'zetmek suretiyle fertle ilgilenıııeyi gerektirirken sosyal
alanda, İslfu:n'ın koyduğu ölçüye bağlı olarak kişinin kardeşleriyle ilişkilerinde sorumluluk duymasını icabettirmektedir. Bu ilişkiler, en belirgin şekliyle emr-i bi'l-ma'ruf ve
nehy-i ani'l-münker de görülmektedir.
Efendimiz Hz. Muhanınıed (s.a.s.)'in en büyük üstünlüğü, Peygamber oluşu ve
Rabbi tarafından kendisine vahyedilen şeriatı, üzerine indirilen Kur'an-ı ve kesin olarak
kendisine bildirilen emirleri, eksiksiz olarak tebliğ etmek suretiyle alemleri hidayete erdinne emanetinin gereğini yapmaktır. Yüce Allah şöyle buyunnaktadır: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini
yapmamış olursun". (Maide süresi; 67)
Peygamber Efendimizin tebliği, sözlü beyan ve davranış örnekleriyle yapıldığı
gibi, tatbikatı kontrol etmede sahabesine görevi hatırlatmak, sapıklığa dikkat çekmek ve
Allah'ın çizdiği sınırları aşanlara ve nzasına muğayir davrananlara engel olmak suretiyle
de yapılmıştır. Böylece, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) görevi, iki önemli unsuru
içenniştir: Birincisi, tanıtım ve ikna etmekten ibaret olan oluşum unsurudur. Tanıtımdan
maksat, Allah'ın nzasını gerektiren kullannın inançlan, ibadetleri ve davranışlan ile
ilgili İslfu:n nizaını hakkında insanlara aynntılı bilgi vermektir. İkııa etmekten maksat
ise, insanların mutluluklannın ancak buna uymakla mümkün olabileceği konusunda kendilerini inan dırmaktır.
İkincisi, koruyucu unsurdur ki, bundan maksat, her şeyi mübah sayan fıkirlerin
saidmsından Müslümanlan korumak ve bu nizama bağlı kalarak yaşama azınini yitirmelerini engellemektir. Yüce Allah, Peygamberini bu vasıflarla temayüz ettirmiş ve
daha önce gelmiş olan Peygamberlere ve zürriyetlerine bu zatı müjdelerken onun
özelliğini şu ayet-i kerimesiyle ifade buyurmuştur: .. "Rabmetim herşeyi kaplamıştır.
Bunu Allab'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inanıp
yanlarmdaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları okuyup yazması olmayan Peygamber Mubanırned'e uyanlara yazacağız. O Peygamber, onlara uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder. Temiz şeyleri belai, murdar şeyleri bararn kılar ... "
(A'raf; 156-157)
Allah yoluna çağn, İslfu:n teşrii yöntemlerinden birini teşkil etmektedir. Yani
ve zamanlarla ilgili genel esaslan içinde bir yöntemi oluşturmaktadır.
şeriatın şahıs
L DİN ŞÜRASI TEBLİG VE MÜZAKERELERİ
103
Yüce Allah bu dini, tüm insanlık için ebediyete kadar baki kalmasını dilemiştir. "De ki:
Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın elçisiyim ... " (A'raf; 158) Aynı zamanda onun, alemiere son hidayet rehberi olmasını da irade
etmiştir: "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O,
Allah'ın Rasfilü ve Peygamberlerin sonuncusudur•.. " (Ahzab; .40) Bu da dine
çağıranın her zaman ve her yerde kesintisiz olarak yapılması ile mümkündür.
Her
ıslah
hareketi, bozguncu ve orjinalitesini
sarsıcı
iki
akımın
etkisinde kalmak-
tadır.
Bunun sonucunda, ilk şeklinden uzaklaşarak temel özelliklerini kaybeden bu ıslah
hareketi, çok karışık bir hal alması ve donuk bir görüntü sergilernesiyle fert ve toplumun
ıslahına yönelik gayesi kaybolmaktadır. Bu iki akımdan biri, uzun zaman aşırnıdır. Zira,
zaman aşıını ile iradelerde gevşeme başlamakta ve canlılık yok olmaktadır. İkincisi ise,
enaniyet ve şehvettir. Bu ikisi birlikte insana musaHat olmakla insanın hasiretini körletmekte ve insanın yok olmasına yol açmaktadır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: "Şimdi (düşünün bakalım), yüzüstü kapanarak yürüyen mi (varılacak)
yere daha iyi erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?" .(Mülk; 22)
Nisyan faktörü, vahyin zamanından uzaklığı oranında arttığı gibi, şehvetin gücü
da etkisi ile daha da artar. Semavi dinler bu suretle Peygamberlerin tebliğ
ettiği şekillerinden değiştirilerek iman ve gereklerine giren gerçek hüviyetinden uzak,
kuru ayinlere dönüşmüştür. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: "Onların çoğu,
ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler." (Yusuf; 106) Başka bir ayet-i kerimede
de: "İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden, Adem'in
soyundan, Nuh ile birlikte gemide taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Yakup)'in
soyundan, doğruya ulaştırdığımiz ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara çok
merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapamrlardı.
Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, netisierinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler."
(Meryem: 58-59)
Bu, Allah'ın yeryüzü ve kainattaki nizamıdır. Allah'ın nizarnı değişmez. Allah'ü
Teala, İslam şeriatını en son şeriat olmasını dilediği için onu, değiştirmekten ve tahrifattan koruma görevini bu ümmete vermiştir. Ona bu görevi verirken de bunu nasıl
bu
nisyanın
başaracağını göstermiştir.
1. Bilgi, iletişim ve halkalar arasında sürekliliğin olması:
İlk öğretici olarak Rasfil-i Ekrem, bilgisini Rabbinden almıştır. Ondan da bilgiyi
sahabesi almıştır. Daha sonra, bu bilgi alışverişi sonraki nesiller arasında devam
etıniştir. Her nesil bir öncekinden şer'! bilimleri ve hayatı düzenleyen bilgileri almıştır.
Bütün ümmete de, Allah'ın dinini açıklayacak ve rivayet ettikleri vahyi tebliğ edecek
güçte ilim adamlannı çıkarma sorumluluğunu yüklemiştir. Böylece ümmet, üzerine kifai
vacip olan dini ilimlerde ihtiyacı kapatacak nitelikte uzman bilim adamı yetişmiştir. Bu
vasıftaki bilim adamını çıkaramayan ümmet, bütünü ile günahkar olur. Zira, ümmetin bu
konudaki ihmali, Allah'ın kendisine tevdi ettiği emanete hıyanet kabul edilmiştir. Böyle
bir vebalden kurtulabilmesi de ancak öğrenme ile mümkün kılınmıştır. İmam Buhar! Sahihinde; Peygamber Efendimizin; "Allah birine iyilik dilediği zaman onu dinde
I. DİN ŞÜRASI TEBLİG VE MÜZAKERELERİ
104
bilgin kılar, bilgi, öğrenme ile kabildir" diye buyurduğunu rivayet etmiştir. (Fethu'lBari C,1, s.270) Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, bir insanın din biliminde nasibini
alması, dindarlığın bir gereğidir. Bilginler, Allah'ın hükmünü soranlara olumlu cevap
vermek mecburiyetindedirler. Din bilginleri, bir alimin, gerek bilgisi, gerekse konunun
özel durumu itibariyle başvurulacak tek makam haline gelmesi durumunda, sorulduğu
konu hakkında bildiğini açıklaması farzı ayn olur.
Oysa, aynı konuda bilgisine başvurolabilecek başka kimselerin de bulunması halinde açıklaması farzı kifayedir. Bu durumda ise, sorulan konu hakkında Allah'ın hükmünü bildirmemelerinden dolayı tüm alimler, günahkar olur.
2. Alimin Allah yoluna çağrıda bulunması:
Cahilin bilmediği konuda bilgiye ihtiyaç duyması periyodik değildir. Realite de
bize insanların kendi eksikliklerini görmediklerini ve doğru bildikleri davranışlarının
gerçekte yanlış olduğunun farkına varmadıklarını göstermektedir. Nefis faktörü, bazen
gerçekleri ters çevirerek kendine göre yorumlamaktadır. Başka bir hususta, gerçek
hakkında bilgi sahibi olanlar, iç alemierin de bildikleri ile sevdikleri arasındaki
çekişmede çoğu zaman yenik düşmekte ve karşı koyma güçlerini kaybetmektedir.
İnsanlığın karşılaştığı en büyük problem de budur. Yani bilgi ile davranış arasındaki
çelişki.
Bilgiye ihtiyaç duymamak ve nefsin baskın çıkması olan bu iki unsur, insandan
hiç bir zaman ayrı düşmemektedir. Rahmeti her şeyi kapsayan Yüce Allah'ın insanlara
bir lütfu ve merhameti olarak hidayetleri için inzal buyurduğu şeriatı, tabiatla uyuşmuş
ve insanların farkına varsalar da varmasalar da ihtiyacına cevap vermiştir. Böylece, bir
yandan dinin öğretim ve hatırlatma ile irtibatını sağlarken, öte yandan dinin ikinci
temeli olan namazı da dini ibadetlerden ibarı::t saymamak üzere-ilişkisini kurmuştur.
Böylece ibadet, belli şekliyle günde beş vakit namazı ifade ederken, öğretimi
hatırlatınayı ve olayları İsliim'ın ölçüsü ile değerlendirip tahlil etmeyi de ifade etmiştir.
Bu üç husus aşağıda ayrı ayrı belirtilmiştir:
a) Öğretim: İnanç esasları ve İsliim'ın temel şartları ve insanların ekonomik ve
sosyal ilişkilerinde neyin heliii ve neyin haram olduğunun açıklanmasından ibarettir.
Peygamber Efendimiz hutbelerinde, İsliim ahkiimını açıklamaya ve mü'minleri bunlara
inandırmaya özen gösterirken dünya ve ahiret hayatları için uygun görülen hususlarla,
mahzurları görülen hususları birbirlerine bağlı olarak açıklamışlardır.
b) Hatırlatma: Peygamber Efendimizin bir görevidir. Rabbi kendisine; "Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esasen sen sadece bir öğütcüsün" (Gaşiye sfiresi; 21) diye
hitap etmiştir. Başka bir ayet-i kerimesinde de; "Öğüt ver; doğrusu öğüt inananlara
fayda verir" (Zariyat sı1resi;55) diye hitap etmiştir. Hatırlatma ve hatırlatmanın önemi,
vahyin başından sonuna kadar her safhasında tevali etmiştir. Hatırlatma, insanlardan
sadece dalalete düşenlere veya yolunu şaşırıp Rablerini unutaniara yöneltilmerniş, aynı
zamanda bizatihi hidayete erenlere yöneltilmiştir. Peygamber Efendimiz; Ümmetinin
fazilet ve dürüstlükte en mümtaz simaları olan sahabesine hatırlatınada bulunmuştur.
Yüce Allah, Peygamberine hitaben; "Ta Ha. Ey Muhammed! Kur'an'ı sana sıkıntıya
düşesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olarak indirdik". (Ta-Ha
sfiresi; 1-2-3)
I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ
105
İnsarun yaratılışındaki, madde ile ruh ikilemi gereği olarak Haliiik-ı Alemin insana
hayatta başarması için verdiği vazifeyi, ancak insarun maddi gücü ile ruhi gücü arasında
yek diğerine taşkınlık yapmayacak şekilde denge kurması ile yerine getirebilir. Allah'ın
insanda tatbik ettiği kanunu olan bu denge, insanın ve insan toplumunun başarısı için ilk
temel unsurdur. Ancak, çoğu zaman bu denge bozulmakta ve bunda da daha çok maddi
güç ruhi güç üzerinde baskın gelınektedir. Bu suretle şer gücü, hayır gücüne karşı
çıkmakta ve ahliikl çöküntüye yol açmaktadır. Bu sebeple, ruhu pasından arındınp maddenin tozundan, toprağın ve şehvetin karanlığından kurtarmak suretiyle insanı yeniden
dengesine kavuşturmak, hatırlatmarun amacını oluşturmuştur. Bunun içindir ki, İmam-ı
Gazali, İlıya-i Ulfrmi'd-Dln adlı eserinde: "Kurtarıcılar ve felakete sürükleyiciler" bölümlerinin dörtte birini buna ayırmıştİr. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and
olsun ki; kendini arıtan saadete erıniştir.Kendini fenalıklara gömen kimse de
ziyana ugranıJ.§tır" (Şems sfrresi; 7-10)
Maddenin ruha hakimiyeti aynı mertebede değildir. Bazı ruhlar, tamamen madde
ve şehvetlecin güctümüne girerken, bazısı şeytanın vesvesesine uğrar' akabinde Allah'ı
anarak derhal kendine gelir. Hepsinin hatırlatmaya olan ihtiyacı kıışkıısuzdur. İmam-ı
Müslim sahihinde, Hz. Hanzala'dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle demektedir: HanzaIa; biz, birgün Peygamber (s.a.s.) 'in yanmda idik, bize va 'zda bulunarak ateşten
bahsetti. Sonra eve dönüp çocuklarla gülüşüp hammla oynadım, daha sonra evden
çıkıp Ebu Bekir'e gittim ve bu yaptığımı kendisine naklettim. EbU Bekir, ben de bu
söylediklerini yaptım, dedi. Daha sonra RasUiuHahla karşdaştık. Ben, ya
RasUiaHah, Hanzala, nilakla bulundu. Raswullah sus dedi. Konuyu arzettim. Ebu
Bekir ben de Hanzala'mn yaptığım yaptun, dedi. Bunun üzerine Rasiilallah, Ya
Hanzala, bir saat (öyle) bir saat böyle. Eğer kalbieriniz Allah 'ı anma amnda
olduğu gibi kals;ı, melekler sizinle musafaha eder, yollarda sizinle selandaşırdı,
buyurdu. (İkmruü'l-İkınal, 7, s.157)
Realitenin tahlili: Yüce Peygamber, insanların yaşantısında meydana gelen çalkantıları, ilgisini çeken konuları ve toplumlarını ilgilendiren meseleleri çok iyi takip
eder, sosyal olayları ve bu olayların yol açtığı sorunları çok yakından izliyordu. Hadis
kitaplarında yer alan Peygamberimizin hutbelerinde, Rasfrlullah (s.a.s.), realiteyi çok iyi
tahlil etmiş ve Müslümanları Allah'ın rızasını kazandıran yolda yürümelerini sağlamaya
çalışmıştır. Malikllerden Burayra'nın şartlarında yer aldığı gibi. Bazı sapık hareketlerin
görülmesi ve genel afetler neticesinde sarsıntılar yaşanınası veya toplumu normal
yaşantısından çıkarıp özellik arzeden duruma getiren savaş gibi hallerde, Peygamber
(s.a.s.) inananlarla sıkı bir diyalog içine girmiş, bu durumlarla ilgili yaptığı incelemelerde ve yol gösterınede son derece temkinli davranmıştır. Bunu da hutbelerinde ortaya
koymuştur.
Bunun içindir ki, Peygamberimiz (s.a.v.), Cuma hutbelerini bizzat kendisi irad
Cuma günlerinde kendisi toplumdan uzakta olacağı zaman, yerine hutbe
irad edecek birini bizzat seçerken de ehliyet ve dirayeti olanı seçerdi. Siyer kitapları,
Peygamber (s.a.s.)'in Medine'den hicret etmeden evvel veya bir savaşa çıkacağı zaman
yerine bırakmak istediği veya Müslüman-lara dinlerini öğretmek maksadıyla seçtiği kimselerin isimlerini nakletmiştir.
buyururlardı.
Ebii Bekir İbnu'l-Arabl, Cenab-ı Allah'ın; "Ey Davud. Biz seni yer yüzünde
L DiN ŞÜRASI TEBLİG VE MÜZAKERELERİ
106
halife kıldık" ayetini yorumlru::ken, namazda birini naib seçmesi, namaz için asıl olmakla birlikte yönetim için de dolaylı bir seçimdir, demiştir. Nitekim Peygamber (s.a.s.)
birini emir olarak bir yere tayin ettiği zaman, namaz kıldırma görevi de kendisine tevdi
edilirdi. Durum, bozulup, (Emir tayin edilenlerin) imamlık için halleri uygun olmayınca
e11erindeki güçle emirlik görevlerini devam ettirmişler, fakat halkın tepkisine yol açmamak için imamlığa ebi] olanlan getirmişlerdir. Ümeyye oğnllan (Emeviler), hilafetleri
döneminde halka imamlık yaptık:lannda, fazilet ehli kimseler, ru::ka1armda namaz
kılmaktan çekininişler ve cami kapılarmdan kaçınayı tercih etmişlerdir. Bunun üzerine
halkın camilerden iyice soğumasına yol açan kaba (dövme) hareketlerine maruz
kalmışlardır. Aslında uygun olan, bunların arkalarmda namaz kdmamak değil,
kılmaktır. O takdirde namazın iade edilip edilmemesi konusu, nlemanın üzerinde ihtilaf
ettiği bir husustur. Bunun aynntılan fıkıh kitaplarmda belirtilmiştir. (Ahk1iınu'l-Kur'1in,
c. 4, s. 1632)
Buna Maverdi şu sözleriyle değinmiştir:
bol olan camilerde ancak imarnın seçip tayin
Ahk1iı:nu's-Sultaniye, s.lOO)
"Sultanın
ettiği
yönetiminde bulunan, cemaatı
kimseler imamlık yapabilir". (El-
HİTABET VE İRŞAD
Peygamber Efendimizin sünneti ile kendisinden sonra gelen halifelerinin takip
ettikleri yolun incelenmesinde, bize genel toplantı yerlerinde Müslümanlara yöneltilen
konuşmalann, devlet tarafından yerine getirildiğini göstermektedir. Zira, insanlan daha
doğru olana yönlendirme görevinde bulunacak, ehliyetli ve doğru yola ça,Oın:na sorumluğunu taşıyacak vasıftaki insanlan tayin görevi devletin bir işidir. (El-Ahk1iı:n AlSultaniyye, s.lOO)
Hatip ve Mürşidin Özellikleri:
Hatip ve milişidin asıl görevi dinleyenleri etkilemek ve akıllan nüfuzu altına alıp
harekete geçirmek, duygularma sızıp yön vermek ve rulılarının pasını silip atma gücüne
sahip olmaktır. Böylece o, ferdin şahsiyet bulması üzerinde rol oynamakta, dengesini
sağlamaya çalışmakta ve toplum hareketlerinde körü körüne çıkışlan önlemede önenıli
bir vazife görmektedir. Bu itibarla, toplumun bir ihtiyacı ve temel taşlanndan biri olarak
imam ve vaizlerin yetiştirilmesi ile ilgilenmek devletin görevleri arasındadır. Devlet,
subaylann yetiştirilmesi, idareci, hakim ve eğitimcilerin yetiştirilmesi ile ilgilendiği gibi
bu imam ve vaizlerin yetiştirilmesi ile de tam anlamı ile ilgilennıelidir.
Dinleyenler üzerinde etki yapmak, görevin ifasında temel teşkil ettiğinden ben bu
özet olarak etkilemenin unsurlan üzerinde durmak istiyorum:
konuşmamda özellikle
ı. Şahsiyet
gücü: Hatip ve
milişidin şahsiyeti, başan sağlamada önenıli
bir rol
oynar.
a) Nefse güven: Nefsin önenıli vasıflarından biri güvenmek ve tereddüt etınektir.
V aiz, sebat ve güvenini yitirip iç 1ileminde zaafa düştiiğü zaman, konuşması bunun tesiri
ile gerçekleri ortaya koymaktan uzaklaşır. Nefse güven, Allah'ın bir Iütfudur. Güvenin
meydana geliş safhasında eğitimin büyük bir rolü vardır.
L DİN ŞÜRASI 1EBLİG VE MÜZAKERELERİ
107
b) Hatip ve mürşidin yaratılış itibari ile kusurlu bulunmaması icap eder. Gerçi
bilginleri genel olarak bunu bir .şart sayınayıp asgari düzeyde namaz esasıarım yapacak güçte olmasını yeterli bulmuşlardır. Bununla da etki yapmak konusunda değil,
namazın sıhhati için ileri sürmüşlerdir. Şüphe yok ki, vaizin bedenen kusurlu olması,
muhataplarıyla hemhal olmasını güçleştirir. Böylece onun kusuru, her biilükarda menfi
bir sebep oluşturmaktadır. Bnnunla da güzelliği kastetmiyorurn. Aynca, bazı yaratılış
noksanlığı, insana zeka kazandırmakta, açıklama kolaylığı sağlamaktadır. Buna örnek
olarak baiı görme kusurluların dini konuşmalardaki başarılarını gösterebiliriz.
fıkıh
c) Hatip ve mürşidin ifade bakımından fesahat sahibi olmaları, notuklarında
harfleri yanlış telaffuz etmemeleri ve bir harfi diğer bir harfle karıştırmamaları icap
eder. Vaizin ses tonunu ayarlamasında büyük yarar vardır. Zira ses tonunun ayarlanmasımn muhatap üzerinde büyük etkisi vardır. Ahiili bakımdan Ininimum düzeyde de
olsa, ahiili bakımdan olgun olan kimse için konuşmasımn pratikle olgunlaşması, nutuk
sanatı açısından mümkündür.
d) Hatip ve mürşidin dış görünüşü ile ilgilenmesi gerekir. Bu da, beden ve elbise
endam ve elbisesini düzene sokmasını, tavır ve hareketlerini kontrol etmesini kapsar. Vaiz ve mürşidin yürüyüşündeki hareketleri, oturuş biçimleri, iltifatları ve
soru soranı dinlemeleri gibi hususların tümü, onların eğitiıninde dikkate alınması gereken hususlardır. Bunların görevlerini yerine getirmelerinde bu hususlar etkili olduğu
gibi, toplumlarında da saygınlıklarını artırır.
temizliğini,
VAiz VE BATİBİN YETERLi BİLGİYLE MÜCEHHEZ
OLMALARI
Etki yapmanın temel amacı, fertlerin ve toplumların Allah'la ilişkilerini kuvvetlendirmek, iç huzurlarını korumak, aralarındaki sosyal bağları kuvvetlendirip
pekiştirrnek ve hayatta istikameti sağlamaktır. Bu yüce gaye, dine davet edenin, kendi
ihtisas alanında ve dainıa muhtaç olduğu kaynaklarda yeterli bilgi ile techiz edilmesi ile
ilgili gerekli ihtimarnın gösterilmesini icap ettirmektedir.
İhtisasın temeli olan dini bilgiler, tiimü ile Allah'ın kitabı ve Rasfilünün sünneti
üzerine mebnidir. Allah'ın kitabı ve Rasfilünün sünneti temel, diğer bilgiler ise
genellikle bu iki temele dayanır. Kur'an-ı Kerinıle ilgilenmek; öncelikle dine davet
edecek kimsenin, Kur'an'ı iyi tilavet etmesini ifade eder. Zira, Kur'an-ı Kerim'in tilaveti,
herhangi bir edebi metııe benzemez. Allah'ın kitabı ile haşir-neşir olmayan bir dilin,
Kur'an-ı Kerim'i iyi tilavet etmesi çok güçtiir. Kur'an-ı Kerim'i tilavet kaideleri olan
terkik, tadhim, medd, teshil, ğunne, kalkala gibi usullerle okuyamayan görevli, görevinde başarılı olamaz.
İkinci bir husus da, dine davet edenin Kur'an'ı anlamasını kolaylaştıran vasıtalara
sahip olınasım sağlamak ve tefsir kitaplarından nasıl yararlanabileceği ve Kur'an nassına
en yakın manayı bulabilmesi konusunda eğitiınini teınin etmektir.
Sünnet ise, yazılı kitapların naklettiği Peygamber Efendiinizin sözlerinden, f"ıille­
rinden ve kabul buyurduğu hususlardan ibarettir. Sünnetin kendine has ıstılahiarı olduğu
için, dine davetedene bu ıstılahiarın öğretilmesi gerekir. Aynca, hadis kitaplarının dere-
I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ
108
eeleri hakkında bilgilendirilmesi de icab eder ki, bunlardan hangisine, mutlak surette
itimad edilebileceği, hangisi hakkında hemen karar vermeyip, zayıf veya yalan hadisle
delil gösterme yanılgısına düşmernek için, sahih olup olmarnası ile ilgili olarak hadis
bilginlerine başvurulması gerektiği konusunda gerekli bilgiye sahip olabilsin. Öte
yandan, hadisi anlamak ve hadisten hüküm çıkarabilmek; bu konuda eser vermiş bilginIerin işidir. Dolayısıyla, bu eserlerin kapısını açan anahtar bilgileri elde etmesi gerekir
ki, bu eserlerden istifade edebilsin.
Dine davet eden siyer kitaplarının naklettiği zengin servetten de mahrum kalmaZira, Peygamber Efendimizin pratik günlük hayatı ile ilgili bilgiler bu kitaplarda yer almaktadır.
malıdır.
Kitap ve sünnetle ortaya konan İslam düşüncesinin gelişmesi neticesinde, fıkıh
serveti doğmuştur. Nasslara dayalı olan bu servet, İslam teşriinin pratik hayattaki üriinünü oluştıırmuştıır. Bir diü, bu zengin bilgi hazinesinden kendini yoksun bırakmamalıdır.
Bu, ister hatip olsun, ister mürşid olsun her din davetçisinin, Müslümanların ibadetleri,
ekonomik faaliyetleri ve aile hayatları konusunda baş vurması gereken bir mercidir. Sordukları fetvanın cevabını aldıkları, Allah'ın hükmüne uygun olarak hareket ettikleri
zaman, psikolojik rahatlama, huzur ve sükiin duyacaklardır. Öte yandan dm, bu konuda
yeterli bilgiye sahip değil ise, güven yitireceği gibi, Allah'ın gazabına da uğrayabilir.
İmam Buhari, "El-İ'tisam" bölümünde kendi senedi ile Abdullah bin Amr'dan rivayet
ettiği bir hadiste, ben Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu duydum: "Yüce
Allah, size ilmi bahşettikten sonra onn geri çekip almaz. Belki, onn, alimleri, ilimleri ile birlikte kabzetmekle geri alır. Böylece toplumda cahil kimseler kalır. Sornlduklarında, kendi görüşleri ile fetva verip, hem saptırır, hem saparlar." (Fethu'lBar!, C. 17. s, 46-47)
İşte da!, görevinde daha güçlü olabilmek için bu üç kaynaktan yararlanmalıdır.
Bunlar; Kitap, Sünnet ve fıkıh eserleridir.
KAYNAKLAR
Da!, (Dine çağıran) topluma hitap ederken aynı zamanda çağdaşı olduğu toplumun
gelenek, görenek ve kafasında oluşan bilgisini de yaşar. Görevi, beraber olduğu
kimseleri, yaşayışlarında Allah'la irtibatlarını sağlamak için etkilemektir. Başarılı olabilmesi için, ilml gelişmeleri ve toplumu etkileyen akmıları yakından takip ederek, toplumun görüş ve tefekkiirii üzerinde nazım rol oynamalıdır.
rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz, kabile heyetlerine
hit~plarında, onların lehçeleri ile konuşur, topluluklarında olup biten olayları örnek
alarak, davanın esaslarını ortaya kordu. Bu itibarla, dine davet edenlerin yaşadıkları insanlarla yakınlıklarını temin edecek, dolayısıyla da bu insanlar üzerinde etki sağlayacak
müsbet bilimler konusunda da birnebze bilgilendirilmesi sağlanmalıdır. Bunlarla, İslam
inancının sıhhatine ve İslam yasasının kemaline dair bir takım örnek ve canlı deliller
elde edilmiş olur. Yüce Allah: "İnsanlara nfnklarda ve kendi netisterinde
ayetlerimizi göstereceğiz ki, O'nnn (Knr'an'ın) gerçek oldnğn, onlara iyice belli
olsnn." (Fussilet siiresi, 53) buyurmaktadır.
Siyer
kitaplarının
TEBLİÖ
I.DİN
VE MÜZAKERELERİ
109
YAŞAYIŞ
Kesin olarak söyleyebilirim ki, dine davet edenle, cemaat arasındaki bağ, güven
üzerine kurulur. Bu güven, dine davet edenin şahsi vasıfları ile bilgi gücü, zekiisı ve kültürünün bir sonucudur. En önemlisi de, daveıçinin Allah'la sıdk içinde olmasıdır. Esasen
davetçi, halkahitab eden sivil hatip ve öğreticilerden tamamen farklıdır. Daveıçinin kendilerine seslendiği kimseler, başka hatiplerin konuşmalan ile yüzeysel düzeyde kalan
duygularla değil, bambaşka duygular içinde infial duyarlar. Daveıçinin dinine sadakati,
Allah'ın şeriatını tatbikteki samimiyeti, iç temizliği ve davranışlanndaki istikameti
oranında, kalbler üzerinde etkisi ortaya çıkar. Dinleyenlerini daha iyi itaata getirir. Sözleriyle davranışları arasında farklı çizgi çizenler, Allah tarafından yerilmiştir. Yüce
Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, yapmayacağıDiz şeyleri
niçin söylersiniz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır." (Saf siiresi; 2-3)
Bu itibarla, davetçilecin yetiştirilmesinde dinin yüce prensipleri esas
ve davranışlan bu üstün prensipiere uymalıdır.
alınarak,
eğitimleri yapılmalı
İRŞAD METODU
Davetçilerin irşadı için Yüce Allah'ın: "Rasôlüm, sen, Rabbinin yoluna hikmet
ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, Wdayete erenleri de çok iyi bilir." (Nahl sı1resi;
125) şeklindeki ifadesi kadar daha cami ve açık bir nass'a rastlamadım. Bu ayet-i
kerime, dine davet metodunu belirlemekte en makbul yolları sergilemekle ve dine
çağırmanın esaslarını va'zetmektedir. Bu ayet-i kerl:me, İslam'ın davet düstunınu
oluşturmaktadır. Yüce Allah, Rası1lüne hitaben buyurduğu bu ilahi fermanı, her zaman
ve her yerde Müslüman davetçilerin izleyeceği yolu göstermektedir. Bu çizginin dışına
çıktıklan zaman, amaçlanndan ve Allah'ın dinine yardım etmekten uzaklaşacaklardır. O
zaman dinin yeryüzünde hükümran olmasının büyük ölçüde inıkansız hale gelmesine
yol açmış olurlar.
1. Davetçi kendini iyice inandırmalıdır ki, çağrıda bulunduğu davadan dolayı herhangi bir nasibi sözkonusu değildir. Zira, yaptığı çağrı, ne kendisi içindir, ne kavmi içindir ve ne de partisi içindir. Bu davet, tamamen Allah içindir ve çok açıktır ki, Allah
kelamının yücelmesi için yapılan böyle bir çağrının sonunda Allah rızası vardır. Nefis,
bu görevi kendi çıkarlanndan ve şahsi arzulanndan uzaklaşarak yerine getirdiği zaman,
Allah'tan yardım ve destek görecektir.
Biraz evvel okunan ayet-i kerl:mede, dine çağırma görevi, öncelikle Peygamberlerin Efendisi Hz. Muhammed'e aittir. Tek gayesi, tek yönü ve bir tek yolu vardır. O da,
Allah yoludur.
Bu davetİn metodu da üçe ayrılmıştır: Hikmet, iyilikle öğüt ve en iyi biçimde
tartışmak.
İmam-ı Razi: "Yüce Allah bu üç metodu birbirine atfederek belirttiği için birbirinden farklı olması gerekir" diyor. (Mefatihu'l-Gayb, C.20, s.138)
Birinci metod; hikmet metodudur. Bu demektir ki, İslamiyete çağrı, hikmetle iç
içe olmalıdır. Hikmet ise, aklın kendi mantık ve delilleriyle hitap etme yöntemidir.
ı
I. DİN ŞÜRASI TEBLİÖ VE MÜZAKERELERİ
10
Aklın, mantık
ölçüleri içinde kalarak başka hiç bir şey tanımayan kimselere çağnda buzaman izlenecek yol budur. Böylece çağrı, muhatab alınan kimselerin durumları dikkate alınarak yapılmış olur. Zira, bilgin ve düşünürlerin daveti ile sıradan kimselerin daveti aynı olamaz. Akıl, mantığı tek nitelik arzettiği için, yüce Allah onu iyilik
veya kemalle vasıflandırmarnıştır. Zira, bunun başka şekli yoktur. inancınkaide ve esaslarını tesbite çalışırken Kur'an-ı Kerim'i inceleyen kimse, bu metodun bir çok ayet-i kerimelerde yer aldığını görecektir. Aklı tatmin ve ikna etmekten· ibaret olan bu metod,
mukayeselerde bulunur, kllinata dikkat çeker, akıl sahiplerini dışa aldanmamaya çağırır.
Kur'an-ı Kerim'de yer alan bu metodla, bir çok eski ve yeni düşünür, İslam'ın hidayetine
ve Allah'ın lütfuna ermiştir.
lunulduğu
İkinci metod; öğüttür. Öğütle, kalbiere girildiği zaman, kalbieri oynatır. Duygulara
inildiğinde, duyguları
harekete geçirir ve nefsin isteklerine hitab edildiğinde, hızını
keser. Öğüt, iyilikle yapılır. Öğüdün iyilikle vasıflandınlmasında, daveıçiler için uyarı
vardır. Bu uyarı, iyilikle yapılmayan öğüdün, İslam! bir metod olamayacağıdır. Bu itibarla, vaiz, ne insanları sıkacak katılıkta bulunmalı ve ne de tavizkar olmalıdır. Belki,
Kur'an'ın yolu olan orta yolu izlemelidir. Kur'an-ı Kerim'in bir yerinde ümit kapılarını
aralayan duygulara şefkatle ve kalbiere yumuşaklıkla yaklaşan ayetler okurken,başka bir
yerinde batıla karşı mutlak kudret sahibi Allah'ın gücünü gösteren ve nefisleri günahların pisliğinden arındıran azab ayetlerini görürüz.
Vaiz, kendilerine
va'zettiği
kimseler üzerinde üstünlük
taslamamalı
ve hataya
düşenleri teşhire kalkışmamalı dır. İnsanları yaratan, fıtratlarında kendilerini savunma iç-
güdüsü
vermiştir. Başka
birinin savunma
alanına
giren konuyu
teşhir
etmesini reddet-
miştir. İleri geri konuşup, başkasını kötül<;yen, ayıp ve kusurlarını yaymaya çalışan da-
vetçi, kötülük davetçisi, başarısız davetçi ve doğruyu değil, otoritesini ön plana alan,
Allah yolunda değil, nefsiiçin gayret gösteren davetçidir. Birçok hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere Peygamberimiz (s.a.s.): Bir kimsenin hoşlanmadığı şeyi yüzüne
vurmamıştır. Keza, başkası hakkında, hoşlanmayacağı bir şeyi nakledildiğinde o kimseyi ismen değil, kinaye yolu ile, şu işleri yapanlar veya şunları yapmayanlar diye ifade
etmiştir. Zira, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), her zaman mü'minlere karşı sevgi
duymuştur. Bu şefkati ile katı kalbler yumuşarnış ve nefret içindeki nefisler, koşarak hidayete ermişlerdir.
Öğüt, sadece sıradaki insanlara ve akılları, duygularının esiri olanlara değil, zeki,
alim ve hakimler içinde yararlı bir şeydir. Kalbierden ve duygulardan fışkıran samimi
dileklerin, fikri ve ilm! seviyesi ne olursa olsun, her insanın davranışı üzerinde etkisi
vardır.
Üçüncü metod; tartışma. Tartışma, muhalifin düşünce tarzını, delillerini ve üzerinhüküm ve mukayeselerini çürütmektir. Netice olarak, inandığı şeyin yanlış
olduğunu ortaya koymaktır. Seyyid Kutubbu konuda şöyle demektedir:
de
inşa ettiği
"En güzel şekilde tartışmaktan maksat, muhalife fazla yüklenmeden, onu
ve takbih etmeden tartışmaktır. Bu suretle, davetçiye güven duyup
amacının galebe çalmak olmadığını anlamış olacaktır. Tartışmanın esas amacı, ikna
etmek ve gerçeği bulmaktır. İnsan nefsi, kibir ve gurur sahibidir. Kolay kolay savunduğu görüşten vazgeçmez. Ona, yenilgiye düştüğü zehabına kapılmadan görüşünden
vazgeçirebilmek için, nezaket ve yakınlık göstermek lazımdır. Aynca, nefsin kendi
aşağılamadan
I. DİN ŞÜRASI TEBLİG VE MÜZAKERELERİ
lll
değeri hakkındaki düşüncesi,
toplumun bakışı karşısında değişmektedir. Dolayısıyla,
cemaat içinde yapılan tartışmada, muhalif göriişteki kimsenin göriişünden vazgeçmesini
bir hakaret ve saygısızlık telakki edebilmekledir. Oysa, iyilikle tartışma bu hassasiyeti
kırmakta ve kişinin zat! değerinin bir kaybı sözkonusu olmadığım ortaya koymaktadır.
Görolmektedir ki, daveıçinin bundan amacı, kendi şahsı veya başkasımn göriişünü
çüriitüp kendi göriişünü üstün çıkarmak değil, sırf Allah için gerçeği bulmak ve gerçeğe
ermektir.
Konuşmaını bitirmeden evvel, bütün İslam ülkelerini sarsıntılardan kurtaracağına
ve kendilerine ekonomik ve sosyal bir kalkınma sağlayacağına, dolayısıyla dini
kalkınmalarını da temin edeceğine inandığım bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Bu,
şiddete başvurulmadan millete itibar kazandırma, ibahiliğe ve kargaşaya düşmeden
kalkınma sağlama, fertler arasında irtibat temin etme ve başarı ile başarısızlık problemlerinin nasıl karşılanması gerektiğini gösterme hamlesidir. Bununla kasdım, iyi imam
ve mürşid yetiştirmekle ilgilenmektir. Bu da ortaöğretiınle başlayıp, yüksek öğretimi bitirene kadar yatılı okullarda, İslfu:rll esaslar üzerinde kendilerini eğitip, ferdi ve sosyal
alanda gelişmelerini sağlayıcı eğitiınlerinde bulunmaktır. Aynca güzelliği aniayacak
ölçüde duygularını yüceitmeli ve yapacağı mukayese ve mülahazalarda dış göriintülerin
ardındaki sırları anlayabilmek için idrilierinin ufkunu açmak ve Allah'a karşı derin
haşyet duymalarını sağlamak için kalbierindeki iman ile ilgilenmek önem arzeder.
Doğru
yola ileten Allah'tır. O, bize yeter ve en iyi yardımcıdır.
Allah'ın selfunı,
rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Download