T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI DR. SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BAŞHEKİM: PROF. DR. İBRAHİM YEKELER KARDİYOPULMONER BYPASSA GİRİLMEDEN (OFF-PUMP) ATAN KALPTE VE KARDİYOPULMONER BYPASS KULLANILARAK KARDİYAK ARREST İLE UYGULANAN KORONER BYPASS CERRAHİSİ SONRASI ATRİAL FİBRİLASYON GELİŞİMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Uzmanlık Tezi Dr. Tansel TÜRKOĞLU İstanbul – 2004 ÖNSÖZ ve TEŞEKKÜR Başhekimimiz Prof. Dr. İbrahim Yekeler ve onun şahsında geçmişte hastanemizde görev yapmış tüm başhekimlerimize, Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerini büyük bir hoşgörüyle bana aktaran Doç. Dr. Murat Demirtaş başta olmak üzere klinik şeflerimiz Doç. Dr. Ergin Eren, Doç. Dr. Azmi Özler, Doç. Dr. Sabri Dağsalı, Doç. Dr. Fuat Bilgen, Op. Dr. Serap Aykut Aka, Prof. Dr. Sertaç Çiçek, Doç. Dr. Mehmet Salih Bilal ve Op. Dr. Ilgaz Doğusoy’a, Kalp cerrahisi eğitimimde bana büyük emekleri geçen, eğitimim için gereken çaba ve hoşgörüyü fazlasıyla gösteren, gerek insan, gerekse cerrah olarak örnek aldığım, her zaman desteğini hissettiğim Doç.Dr. Hakan Gerçekoğlu’na, Kliniğimizin şef muavinleri Op. Dr. Atilla Kanca, Op. Dr. Remzi Tosun, Op. Dr. Murat Akçar, Op. Dr. Fikri Yapıcı , Op. Dr. Tamer Okay ve Doç.Dr.Muharrem Çelik’e, Eğitimimin ve tez çalışmamın her aşamasında beni destekleyen, hiçbir zaman yardımlarını esirgemeyen, insanlığı, bilgisi ve hekimliği ile kendime örnek aldığım, tanımış ve kendisiyle çalışmış olmayı şans saydığım Op. Dr. Tufan Şener’e, Kendisini tanımaktan onur duyduğum, bugünlere gelmemde çok büyük emeği olan, bilgi ve deneyimini aktarmak konusunda çok özverili davranan, emeğinin karşılığını asla ödeyemeyeceğim, tez çalışmamda büyük yardımları olan, Op.Dr. Naz Bige Aydın’a, Eğitimim süresince birlikte çalışmaktan ve onu tanımış olmaktan büyük mutluluk duyduğum değerli çalışma arkadaşım Op.Dr. İlknur Kıygıl Kehlibar’a ve diğer tüm başasistan ve uzman büyüklerime, Ekibimizde birlikte çalıştığımız Dr. Eren Karpuzoğlu, Dr. Timuçin Aksu ve onların şahsında tüm asistan arkadaşlarıma, Başta Uzm. Dr. Sevim Canik ve Prof. Dr. Zuhal Aykaç olmak üzere Anestezi ve Reanimasyon Kliniği’nde görev yapan tüm şef muavini, başasistan, uzman ve asistanlara, Kardiyoloji Kliniği şef, şef muavini, başasistan, uzman ve asistanlarına, Hastanemizde hizmet veren tüm sağlık personeline, Yaşamım boyunca hep yanımda olan, sevgilerini ve desteklerini esirgemeyen aileme, Bu yoğun eğitim sürecim boyunca her zaman yanımda olan, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan sevgili eşim Necla Türkoğlu’na, TEŞEKKÜR EDERİM. Dr. Tansel Türkoğlu Ekim-2004 2 İÇİNDEKİLER KISALTMALAR 4 GİRİŞ ve AMAÇ 6 GENEL BİLGİLER I- TARİHÇE 8 II- KARDİYOPULMONER BYPASS VE VÜCUTTA MEYDANA GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER III- 10 KARDİYOPULMONER BYPASS KULLANILMADAN ATAN KALPTE YAPILAN KORONER ARTER CERRAHİSİ IV- 19 İLETİ SİSTEMİ 21 MATERYAL – METOD 28 BULGULAR 34 TARTIŞMA 41 3 KAYNAKLAR 46 KISALTMALAR ACT: Activating clotting time (Aktive edilmiş pıhtılaşma zamanı) AF: Atriyal fibrilasyon Ark: Arkadaşları AV: Atriyoventriküler CCS: Canadian Cardiovascular Society CK-MB: Kreatin kinaz isoenzim fraksiyon-2 CVP: Santral venöz basınç CX: Sirkumfleks arter DM: Diabetes mellitus EKG: Elektrokardiografi GI: Gastrointestinal GIS: Gastrointestinal sistem HR: Kalp hızı (atım/dk) IABP: İntraaortik balon pump kontrapulsasyonu ICAM: Hücreler arası adezyon molekülü Ig: İmmünglobulin IL: İnterlökin i.m.: intramüsküler İMA: İnternal mammarian arter 4 i.v.: intravenöz KABG: Koroner arter bypass greft KOAH: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı KPB: Kardiyopulmoner bypass LAD: Sol ön inen koroner arter LİMA: Sol internal mammarian arter MAP: Ortalama arteryel basınç MI: Miyokard enfarktüsü MPAP: Ortalama pulmoner arter basıncı NE: Norepinefrin NSR: Normal sinüs ritmi OPCAB: Off pump koroner arter bypass PAF: Trombosit aktive edici faktör PAH: Periferik arter hastalığı PCWP: Pulmoner kapiller uç basıncı PVR: Pulmoner vasküler rezistans RCA: Sağ koroner arter RIA: Radioimmünoassay SA: Sinoatrial SVH: Serebrovasküler hastalık SVR: Sistemik vasküler rezistans TNF: Tümör nekrozis faktör TXA2 : Tromboksan A2 TXB2: Tromboksan B2 VCAM: Vasküler hücre adezyon molekülü VES: Ventriküler ekstrasistol 5 GİRİŞ ve AMAÇ Atriyal fibrilasyon; etkili klinik kasılma olmaksızın tamamen düzensiz, dakikada 350-600 atriyal depolarizasyonla karakterize, elektrokardiyogramda küçük düzensiz ve değişken atriyal amplitüd ve morfolojiye sahip bir aritmi çeşididir. Koroner arter cerrahisi sonrası en sık görülen aritmidir. Koroner arter bypass cerrahisi sonrası görülen atriyal fibrilasyon insidansı geniş serilerde %20 ile %40 arasında bildirilmektedir [1-3 ]. Bu klinik problem halen önemli bir morbidite sebebi olmaya devam etmektedir. Cerrahi ve anestezideki gelişmeler ile miyokard korumasındaki ilerlemelere rağmen bu aritmilerin sıklığında önemli bir azalma sağlanamamıştır. Literatürde atriyal fibrilasyonun, hemodinamik instabilite, artmış strok riski, uzamış hastane kalım süreleri, artmış antiaritmik ajan ve pacemaker kullanımı ve artmış tedavi maliyetleri ile ilişkisi gösterilmiştir [1, 4-6 ]. Ancak halen koroner arter cerrahisi sonrası görülen atriyal fibrilasyonun etiyolojisi tam olarak bilinmemesine rağmen, literatürde pek çok risk faktörü ve tetikleyici olaylar öne sürülmüştür. Pek çok yazar, kardiyopulmoner bypass kullanımının rolünü suçlamıştır. Atriyal manipülasyon, kanülasyon, kardiyoplejik arrest, uzamış aortik kros klemp zamanı, atriyum dokusunun iskemiden korunmaması, sistemik mediyatörlerin salınımı sıkça suçlanmış faktörlerdendir [1,4,6,8]. Muhtemelen anormal atriyal dokudaki belirli uyarı epizodlarının öncü olduğu düşünülmektedir. Bir çok hasta yaşa bağlı olarak atriyum dokusunda dejeneratif değişiklikler göstermektedir. Post operatif periyotta elektro fizyolojik paremetrelerde değişikliğe neden olabilecek bu öncü uyarılar atriyal fibrilasyon gelişimine neden olabilir. Özellikle postoperatif dönemde görülen artmış katekolamin seviyesinin anahtar rol oynadığı düşünülmektedir. Son yıllarda kardiyopulmoner bypass kullanmadan atan kalpte koroner arter cerrahisi giderek artan sıklıkta uygulanmaya başlanmıştır. Amaç, kardiyopulmoner bypass ve beraberinde kullanılan vücut soğutma yöntemlerinin fizyolojik sistemler üzerine olan olumsuz etkilerinden kaçınmaktır. Bu durum cerrahi endikasyon sınırlarını ciddi oranda artırmıştır. Özellikle 70 yaş üstü hastalarda, ileri derecede düşük ejeksiyon fraksiyonu olan 6 vakalarda, reoperasyon durumunda, serebrovasküler hastalık, karaciğer hastalığı, kanama bozuklukla, ileri derecede kalsifik aortası olan hasta gruplarında ya da kan ve kan ürünleri kullanılamayan hastalarda konvansiyonel KPB kullanılarak yapılan ameliyatlara göre üstünlük sağladığı çeşitli çalışmalarda bildirilmektedir [9,10,11,12]. Literatürde off-pump ve konvansiyonel kardiyopulmoner bypass tekniğinin atriyal fibrilasyon üzerine etkisini kıyaslayan sınırlı sayıda çalışmalar mevcuttur. Ancak bu çalışmaların sonuçları çelişkilidir ve kesin bir yargıya varılamamıştır. Az sayıda hasta üzerinde yapılan çalışmalarda off-pump tekniği ile atriyal fibrilasyon görülme sıklığının değişmediği bildirilmiştir [13-15]. Salamon ve arkadaşlarının bildirdiği 2569 hastalık seride de atriyal fibrilasyonun off-pump tekniğinde azalmadığı bildirilmiştir [16]. Diğer yandan kardiyopulmoner bypass kullanılmadan atan kalpte opere edilen hastalarda belirgin şekilde atriyal fibrilasyonun azaldığını iddia eden yayınlar da mevcuttu [17,18]. Kilger ve arkadaşları çalışmalarında kardiyopulmoner bypass prosedürünün atriyal fibrilasyon sıklığını açıkça arttırdığını ileri sürmüşlerdir [17]. Sonuç olarak koroner arter cerrahisi sonrası atriyal fibrilasyon önemli bir morbidite nedenidir ve sebebi net değildir. Çalışmamızın amacı: (1) Atriyal fibrilasyon etiyolojisinde kardiyopulmoner bypass ve kardiyak arrest prosedürlerinin etken olup olmadıklarını saptamak, (2) Atan kalpte kardiyopulmoner bypassa girilmeden yapılan operasyon tekniğinin atriyal fibrilasyon açısından potansiyel olumlu etkisi olup olmadığını saptamak. Kardiyopulmoner bypassın atriyal fibrilasyon üzerine etkisi ile ilgili yol gösterici olacağından, ayrıca atrial fibrilasyonun off-pump hastalarda düşük çıkması ihtimalinde bu önemli morbiditenin az görülmesi açısından off-pump tekniğinin avantajlı olduğu sonucuna varabilmemiz literatüre katkı olabilir. 7 GENEL BİLGİLER - TARİHÇE 1900’lü yıllardan önce birçok fizyolog izole bir organın perfüzyonunun sağlanması ve bu perfüzyonun oksijenlenmiş kanla yapılabilmesi üzerine çeşitli çalışmalar yapmışlardır. 1812’de Le Gallois tarafından ilk “yapay sirkülasyon” tavşanda karotis arterlerden beynin kanlanmasını sağlamakla başarılmış oldu. İlk “kan pompası”nı 1885’de Von Frey ve Gruber geliştirmiş olup, kanın içi boş bir silindir içinde oksijene maruz bırakılmasıyla oksijen baloncukları ile arteriyelize edilmesini sağlamışlardır. 1895’de Jacobi izole hayvan akciğerini oksijenatör olarak kullanmıştır (28). 1916 yılında tıp fakültesi öğrencisi Jay McLean tarafından heparin bulunana dek kanın pıhtılaşmasını önlemek amacıyla kan, defibrine olana dek çalkalanmak zorundaydı ve kanın pıhtılaşması tüm çalışmaları etkiliyordu. Bu tarihten sonra ise hızlı gelişmeler meydana gelmiş ve birçok bilim adamı ekstrakorporeal sirkülasyon konusunda önemli adımlar atmıştır. 1935 yılında Alexis Carrel ve Charles Lindbergh, 18 gün boyunca bir kedinin tiroid bezini perfüze edebildikleri bir cihaz geliştirdiler. Daha sonraki yıllarda da birçok organı bu cihazla perfüze etmeyi başardılar (28). John Gibbon 1930’lu yıllarda genç bir doktorken başladığı çalışmalarını yıllarca sürdürdü. 1937 yılında üç hayvan üzerinde yeterli kardiyo-respiratuar fonksiyonları kısa bir süre için bile olsa sağlayabildiği cihaz ile ilk başarılı demonstrasyonu gerçekleştirdi. 6 Mayıs 1953’de Gibbon genç bir bayan hastada atrial septal defekt onarımını KPB ile başarılı bir şekilde gerçekleştirerek KPB’ın klinik kullanımına öncülük etmiştir. Aynı tarihlerde C. Walton Lillehei ve ark. Minnesota Üniversitesi’nde “kontrollü krossirkülasyon” adıyla bir teknik geliştirdiler ve 26 Mart 1954’de ventriküler septal defekti olan bir çocuk ve babası arasında kurdukları bu teknikle defekti başarılı bir şekilde onardılar. 1955’de Kirklin, Gibbon tarafından uygulanan tekniğe benzer bir teknikle intrakardiak defekti olan 8 hastayı opere etmiştir. 1956’da DeWall ve Lillehei’ın geliştirdikleri bubble oksijenatör Texas Heart Institute’de ilk olarak kullanılmıştır (28). 8 Bu gelişmeler sayesinde konjenital kalp cerrahisi ve kapak cerrahisinde önemli gelişmeler kaydedilirken 1962 yılında Cleveland Clinic’de Dr. Sones ve Dr. Shirey tarafından ilk koroner anjiografinin başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi ile koroner arter hastalığının tanınmasında ve bu anlamda koroner arter cerrahisinin gelişimininde çok önemli bir adım atılmış oldu (28). 1946 yılında Arthur Vineberg internal mammarian arteri (İMA) bir tünel şeklinde iskemik miyokarda yönlendirerek kanlanmasını sağlamayı amaçlamıştır. Bu yöntem iskemik miyokardın perfüzyonunu artırmaya yönelik ilk girişim olarak kabul edilmektedir. 1952’de Vladimir Demikhov İMA ile koroner arter arasındaki ilk başarılı anastomozu köpeklerde gerçekleştirmiştir. 1958’de William Longmire sağ koroner artere endarterektomi uygularken arterin yırtılması üzerine internal mammarian arteri ilk kez bir koroner artere anastomoze etti. Otojen safen ven grefti ile ilk başarılı koroner arter bypass greft (KABG) operasyonu 1964’de W. Dudley Johnson tarafından gerçekleştirildi. 1967’de V. I. Kolessov, sol torakotomi ile sol ön inen koroner arter (LAD) - sol internal mammarian arter (LİMA) anastomozu yaparak revaskülarize ettiği 6 olguyu bildirmiştir. Bu olgular preoperatif koroner anjiografi yapılmadan ve KPB’a girmeden opere edilmiştir. Sonraki yıllarda Bailey, Hirose ve Green ayrı ayrı koroner arterler için İMA kullandıkları olguları bildirmişlerdir (28). Dünyada bu gelişmeler yaşanırken ülkemizde de 1950’li yıllarda kardiyo-vasküler cerrahi alanında önemli gelişmeler kaydedilmiş ve 1959 yılında Dr. Mehmet Tekdoğan ülkemizde ilk kez açık kalp cerrahisini uygulamaya başlamıştır. 1962 yılında Dr. Aydın Aytaç konjenital kalp cerrahisi ve 1965 yılında Dr. Yüksel Bozer erişkin kalp cerrahisi alanında ülkemizde ilkleri gerçekleştirmişlerdir. 1962 yılında Dr. Siyami Ersek tarafından kurulan ve İstanbul Göğüs Cerrahisi Merkezi adını alan, 1993 yılında ölümüyle adı Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi olan hastanemizde ilk açık kalp operasyonu 15 Nisan 1963 tarihinde kendisi tarafından atrial septal defekti ve pulmoner stenozu olan bir hastaya uygulanmıştır. 23 Kasım 1972’de hastanemizde ilk kez otojen safen ven grefti ile bir hastaya KABG operasyonu uygulanmıştır (29). 9 KARDİYOPULMONER BYPASS VE VÜCUTTA MEYDANA GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER Açık kalp cerrahisinde kardiyopulmoner bypass’ın amacı öncelikle sistemik homeostazisi sağlamaktır. Bunu da sistemik perfüzyonu, kanın oksijenlenmesini ve aynı zamanda da karbondioksitin elimine edilmesini sağlayarak gerçekleştirir. Ekstrakorporeal sirkülasyon sistemi bu fonksiyonları gerçekleştirmek üzere şu bölümlerden oluşur: pompa (yapay kalp), oksijenatör (yapay akciğerler), rezervuar, ısı değiştirici, filtre, kanüller ve bağlantı tüpleri. KPB esnasında bu bölümlerden ve tüplerden kan akımı, gaz değişimi, kanın içinde dolaştığı non-endotelyal yüzey ile etkileşimi ve bunun sonucunda retiküloendotelyal sistem fonksiyonlarında meydana getirdiği etkiler sebebiyle kısmen ya da tamamen normal insan fizyolojisinde değişikliklere sebep olan bir takım yan etkiler görülür. Klinik uygulamada ise bu değişikliklere bağlı olarak başta nörolojik, renal, hematolojik, gastrointestinal sistem (GIS) fonksiyonları olmak üzere birçok sistem ve organın bu işlemden etkilendiğini söyleyebiliriz (30). Ekstrakorporeal sirkülasyon sonrası görülen morbidite ve mortalite oranlarına bakıldığında bunu belirleyen en önemli etkenin peroperatif meydana gelen miyokard hasarı olduğu söylenebilir. Kardiyopulmoner bypass süresince; anormal perfüzat kompozisyonu, persistan ventriküler fibrilasyon, yetersiz miyokard perfüzyonu, ventriküler distansiyon, ventriküler kollaps, koroner emboli, katekolaminlerin salınımı, aortik kros-klemp, reperfüzyon hasarının bunun başlıca nedenleri olduğu tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki KPB sonrası tüm miyokard koruma yöntemlerine rağmen hemen her 10 hastada belli bir derecede miyokard hasarı görülmektedir. Normal ventriküler fonksiyonlara sahip hastaların bunu tolere edebilmesine karşı yetersiz ventriküler fonksiyonlara sahip hastalarda erken ve geç dönemde miyokard hasarına ait bulgular saptanmıştır. Ayrıca günümüzde hasta populasyonunun yaş ortalamasının giderek artması ve bu hastalarda koroner arter hastalığı ile birlikte konkomitant başka hastalıkların görülmesi sebebiyle normal fizyolojiyi anlamak ve miyokard hasarına karşı etkin önleyici stratejiler geliştirmek giderek önemini arttıran bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır (10,31,32). KPB akciğerlerin fonksiyonlarında da birçok değişikliğe sebep olur. Kompleman aktivasyonu ile aktive olan nötrofillerin pulmoner vasküler yatakta sekestrasyonu ve pulmoner vasküler permeabilitenin artması ile pulmoner interstisyal ödem meydana gelir. Alveoler surfaktanın kompozisyonundaki değişiklikler ile daha az etkili bir alveoler stabilite sonucu atelektaziler gelişir ve KPB sonrası ilk 48 saat içinde etkisini sürdürür. Fonksiyonel rezidüel volüm ve pulmoner komplians azalır. Nefes alış-veriş işi artar. Fizyolojik şantlar ve alveolo–arteriyel oksijen farkı artar. Sonuç olarak; kompliansta azalma, atalektazilerde artma, nefes alış-veriş işinde artma, şantlarda artma ve interstisyal ödem tablosunun ortaya çıkardığı postoperatif pulmoner disfonksiyon tablosu gelişir. Hastanın uzun süreli ve fazla miktarda sigara içme öyküsünün olması ve buna bağlı amfizem tablosunun gelişmiş olması postoperatif pulmoner disfonksiyon gelişimi açısından bilinen en önemli risk faktörleridir. Ayrıca kronik bronşit, gizli pnömoni, preoperatif pulmoner ödem, ileri yaş ve kas gücü yetersizliği bilinen diğer risk faktörleridir. Postoperatif dönemde insizyonel ağrı, hareketsizlik, yetersiz nefes alış-veriş, öksürme işini yetersiz yapma ve hastanın genel anestezi almış olması bu dönemde pulmoner fonksiyonları etkileyen diğer parametrelerdir (32). 11 Kardiyopulmoner bypass süresince bu durumdan en fazla etkilenen organların başında beyin gelir. KPB sonrası görülen, çeşitli nörolojik ve kognitif testlerde başarısızlıklarla kendini gösteren ve nöro-davranışsal disfonksiyon olarak adlandırılan özel bir durum tariflenmiş olup yapılan çalışmalarda erken postoperatif dönemde hastaların % 30-61’inde saptanmıştır. Bu durum felç ve fokal nörolojik bulgulardan ayrı olarak tutulmuştur. Oldukça yüksek bir oranda görülen bu durumun kardiyopulmoner bypass ile ilişkisi açıkça aydınlatılmamış olmakla birlikte büyük vasküler ve torasik operasyon geçiren hastalarda bu oranın çok düşük olduğu tespit edilmiştir. KABG operasyonları sonrası görülen felç oranının da özellikle yaş ile bağımlı olduğu saptanmıştır. Bu oran 65 yaş altında %1’den az iken 65 yaş ve üstünde %5, 75 yaş ve üstünde %7-9’dur. Bunda en önemli etkenler hastada var olan semptomatik karotis arter hastalığının varlığı ve asendan aortada mevcut olan şiddetli atherosklerozdur ki bu patolojilerde de yaşla birlikte önemli oranda artış görülmektedir. Kapak cerrahisi ile yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda da nörolojik komplikasyonlar KABG sonrası ortalama %11 oranında saptanırken kapak cerrahisi sonrası %7’nin altında saptanmıştır. KPB sonrası görülen beyin hasarının altında çeşitli nedenler olduğu saptansa da temelde hepsi iki önemli nedene dayanır: serebral hipoperfüzyon ve serebral emboli (30,32). Ekstrakorporeal sirkülasyon renal fizyoloji ve fonksiyonları üzerinde birçok değişikliğe sebep olmaktadır. Bunların başında renal kan akımında ve glomerüler filtrasyon hızında azalma, renal vasküler rezistansda artma gelir. Bu fenomen özellikle non-pulsatil kan akımı, katekolamin seviyelerinde artma, inflamatuar mediatörler, makro ve mikroembolilerin böbreğe ulaşması, eritrositlerin travmaya uğraması sonucu ortaya çıkan serbest hemoglobine bağlanmaktadır. Böbreklerde meydana gelen bu etkilerin klinik takipte önemli sonuçları görülmektedir. Kardiyopulmoner bypass sonrası hemodiyaliz gerektiren oligürik renal yetmezlik oranı çeşitli çalışmalarda %1-5 arasında saptanırken bu 12 hastalarda mortalite oranı ise %27-89 arasında yüksek bir oranda saptanmıştır. Özellikle orta-ağır konjestif kalp yetmezliği, daha önce geçirilmiş KABG operasyonu, insülin bağımlı diabetes mellitus, preoperatif hiperglisemi ve önceden var olan renal disfonksiyon (serum kreatinin seviyelerinde yükselme) varlığında postoperatif renal disfonksiyon görülme oranı oldukça yüksektir (30,32). Kardiyopulmoner bypass sonrası gastrointestinal komplikasyonların görülme oranı yüksek olmamakla birlikte bu komplikasyonların varlığında mortalite oranlarında anlamlı derecede artma saptanmıştır. Çeşitli çalışmalarda GIS komplikasyonları %0.6-2.1 arasında iken bu hastalarda mortalite oranı %13.9-26 arasındadır. En önemli GIS komplikasyonları GI kanama, intestinal obstrüksiyon ve perforasyon, biliyer kanal hastalıkları, mezenterik iskemi ve pankreatittir. Bu komplikasyonların görülmesinde hasta yaşı, uzamış kros-klemp ve bypass süresi, redo operasyonlar, inotropik ajanlar ya da intraaortik balon pump kontrapulsasyonu kullanmayı gerektiren düşük kardiyak out-put önemli risk faktörleridir. GIS komplikasyonlarının gelişiminde bağırsak kan akımındaki azalma sorumlu tutulmaktadır. Bu da kardiyopulmoner bypass sırasındaki hipotermi ve non-pulsatil kan akımına bağlanmaktadır (30,32). KPB sonrası plazmada vücudun strese cevabı olarak kabul edilen çeşitli hormonların ve vazoaktif maddelerin arttığını biliyoruz. Hipotermi, hemodilüsyon ve nonpulsatil akımın özellikle insülin, renin ve prostoglandinlerin salınımını etkilediği bilinmektedir. Salınan bu maddeler katekolaminlerin deşarjındaki en önemli stimülatörlerdir. Yapılan çalışmalarda katekolamin seviyelerindeki artışta stimülatörler kadar bu hormonların metabolize edilmesinde en önemli organlar olan kalp ve akciğerlerin kısmen ya da tamamen fonksiyon dışı kalmasının da etken olduğu saptanmıştır. Ayrıca hipoterminin tüm enzimatik işlemleri yavaşlattığı bilinmektedir. KPB boyunca 13 hiperglisemiye sıkça rastlanır. Yükselmiş epinefrin seviyeleri sonucu glikojenolizde artma, hipotermiye bağlı anormal insülin cevabı, glukoz transport ve ütilizasyonunda azalma, ekstrakorporeal sistem elemanlarınca insülinin bağlanması bundan sorumlu tutulmaktadır. Fakat hipergliseminin KPB sonrası vücut için avantaj ya da dezavantaj olup olmadığı kesinlik kazanmış değildir. KPB sonrası postoperatif ilk saatlerde özellikle tiroid hormonlarının metabolizmasında önemli değişiklikler saptanmıştır. “Ötiroid hasta sendromu” olarak adlandırılan bu durumda tetraiodotironin (T4), ters-triiodotironine dönüşür. Bu hormonun hiçbir biyolojik aktivitesi yoktur. Ayrıca triiodotironin (T3) seviyelerinde anlamlı düşme saptanmıştır. çalışmalarında Bu doğrultuda yapılan çeşitli hayvan hipotermik KPB sonrası T3 replasman tedavisi uygulanmış ve sonuç olarak hayvanların postiskemik ventriküler fonksiyonlarında ve kardiyak out-putlarında artma tespit edilmiştir. Ancak insanlarda yapılan araştırmalarda KPB sonrası uygulanan T3 replasman tedavisi ve plasebo uygulaması arasında anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. Bugünkü bilgilerimiz doğrultusunda KPB sonrası rutin T3 replasman tedavisi uygulaması kabul görmemektedir (32). KPB sırasında heparinize kan ile perfüzyon sağlanırken bu işlemden plazmada bulunan plazma protein sistemleri ve kanın şekilli elemanlarında da vasoaktif maddeler, enzimler ve mikroemboliler sonucu çeşitli değişiklikler saptanmıştır. KPB boyunca trombositler aktive olurlar. Perfüzyon sistemi ve hastaya göre değişmekle birlikte bu aktivasyonun derecesine göre trombosit sayısında ve fonksiyonlarında kanama zamanını uzatacak ve homeostazisi bozacak etkiler görülür. Ayrıca normal sirkülasyonda bulunmayan jet akım alanları, akımın durağan olduğu alanlar, dik açılanmış akım hatları gibi sayısız akım karakteristikleri de bunda etkendir. Öncelikle trombositlerin akıma karşı dizilimleri değişir, diskoid yapıları bozulur, agregasyona uğrarlar, sentetik yüzeylere adezyonları artar ve içerdikleri granüllerde bulunan çeşitli maddeleri salarlar. Alfa 14 granüller olarak adlandırılan granüller, çeşitli kemotaktik ve koagülasyona sebep olan proteinler ve faktörler içerirler ki bunlar kapiller permeabilite artışından ve düz kas hücresi proliferasyonundan sorumludurlar. Ayrıca güçlü vazokonstriktör etkisi olan ve trombosit agregasyonuna sebep olan Tromboksan A2 (TXA2) sentezi ve salınımını da trombositler gerçekleştirir. KPB sonunda trombositler, hasta ile perfüzyon sistemi arasında heterojen olarak dağılırlar. Sonuç olarak; hemodilüsyon, adezyon, agregasyon ve destrüksiyon sebebiyle total trombosit sayısında %30-50 oranında bir düşme görülür. Yapılan araştırmalar trombosit sayısındaki bu düşmenin yanında KPB boyunca ve sonrasında trombositlerin fonksiyonunda da değişiklikler olduğunu göstermiştir. Hastanın heparinize edilmesi bunda en büyük etkendir. Ayrıca KPB boyunca C5a, C5-9, plazmin, hipotermi, trombosit aktive edici faktör (PAF), IL-6, katepsin G, serotinin, epinefrin, eikozanoidler başta olmak üzere birçok sitokin, trombositleri aktive etmenin yanında fonksiyon kaybına da yol açar. Dolaşımdaki birçok trombosit KPB sonrası yapısal olarak normal gibi görünse de hastaların kanama zamanına bakıldığında uzamış olduğu tespit edilmiştir (32). KPB sonrasında total lenfosit sayısında da düşme gözlenir. KPB, T hücre fonksiyonlarını ve monositlerin antijen sunum kabiliyetlerini inhibe etmektedir. Lenfosit sayısındaki değişiklikler yanında çeşitli sitokinlerin etkileri, kompleman aktivasyonu, immunglobinlerin sentezindeki değişiklikler, B hücre fagositoz yeteneğindeki azalma postoperatif erken dönemde hastayı çeşitli infeksiyonlara açık hale getirir. KPB boyunca monositler aktive olurlar, ekstrakorporeal sirkülasyon sonrası çeşitli sitokinleri sentezler ve salarlar. KPB boyunca IL-8 seviyeleri gittikçe artar. KPB sonrası ise IL-1, IL-2, IL-4 ve IL-6 seviyelerinin arttığı gözlenir. KPB boyunca TNF’nin plazma konsantrasyonundaki değişikliklerin mekanizması açıkça bilinmese de, kanda KPB boyunca monositlerin “doku faktörü” ve Mac-1 reseptörü üzerinden bu değişikliklere sebep 15 olduğu sanılmaktadır. TNF; nötrofil, eozinofil ve diğer inflamasyonda rol alan lökositlerin aktivasyonu, vasküler endotel yüzeyindeki adezyon moleküllerinin etkisiyle nötrofil, monosit ve lenfositlerin lokal inflamasyonlu bölgelerde birikimi, kemotaksi, endotel hücre iskeletini bozarak vasküler permeabilite artışı, proinflamatuar sitokinlerin (IL-8 v.b.) sentezlerinin indüksiyonu olarak sıralanabilecek birçok inflamasyon mekanizmasında etkili bir akut faz reaktanı olarak tanımlanmaktadır (1,30,32). Endotel hücresi günümüzde “kan hücresi” olarak adlandırılmaktadır. Erişkinde 1000-5000 m2 arasındaki bir yüzeyi kaplayacak oranda endotel hücresi varlığından söz edilmektedir. Vücutta bu oranda bulunan endotel hücrelerinin insan fizyolojisi üzerinde de çok önemli fonksiyonları vardır. İnsan vücudunda vasküler tonus endotel hücre fonksiyonları sayesinde ayarlanır. Ayrıca vasküler sistemin sürekliliğini ve işlerliğini sağlayan birçok işlem yine endotel hücrelerinde gerçekleşir. Vasküler sistem fonksiyonlarının devamlılığını sağlayan birçok vazoaktif maddenin yapımından da yine endotel hücreleri sorumludurlar. Bu kadar aktif çalışan endotel hücreleri özellikle inflamasyon ve hipoksiye oldukça duyarlıdır. KPB sırasında vücuttaki tüm endotel hücreleri aktive olur ve tüm endotel yüzeyinde lökosit adezyon molekülleri oluşur. Bu moleküllerin oluşumu KPB başlar başlamaz önce komplemanın aktivasyonu sonucu ile olurken ilerleyen saatlerde çeşitli sitokinlerin ve endotokseminin etkisiyle endotel hücre membranında gerçekleşen ikincil mesaj sisteminin aktiflenmesi ve bu transdüksiyonun spesifik genlere translokasyonu sonucu hücreler arası adezyon molekülü (ICAM), vasküler hücre adezyon molekülü (VCAM), E-selektin, Pselektin gibi yeni adezyon moleküllerinin sentezi ile olur. Bu moleküller sayesinde endotele yapışan nötrofiller salgıladıkları sitotoksik proteazlar ve burada gerçekleşen enzimatik reaksiyonlar sonucu oluşan oksijen kaynaklı serbest radikaller ile endotel hasarına sebep olurlar. Endotel hücrelerinin hasarı sonucu lökositler kan-endotel bariyerini geçerler ve böylece inflamasyon gerçekleşerek son organ hasarına neden olur. Son yıllarda yeni lökosit adezyon molekülleri üzerine yapılan çalışmaların katkısıyla özellikle uzamış 16 aortik kros-klemp ve KPB sürelerinin postoperatif dönemde hastaların morbidite ve mortalite oranlarını ne denli etkilediği bu mekanizma ile daha ayrıntılı olarak saptanmış oldu (30). KPB boyunca dilüsyona bağlı olarak nötrofil sayısında düşme gözlenir, operasyon sonrası hücre sayısında anlamlı bir artış bunu takip eder. KPB sırasında nötrofillerden çok sayıda enzim ve sitotoksik madde salınır: elastaz, miyeloperoksidaz, çeşitli lizozomal enzimler, sitotoksik nötral proteazlar, hidroksil radikalleri-hidrojen peroksid-hipobromik ve hipoklorik asit gibi reaktif kimyasal maddeler v.b. Aktive olan nötrofillerin özellikle akciğerlere sekestrasyonu ve salgıladıkları yukarıda saydığımız maddelerin etkisi sonucu pulmoner vasküler geçirgenlik artışı ile görülen interstisyal ödem, KPB sonrası “pompa akciğeri” olarak tanımlanan akciğer hasarından başlıca sorumlu etkendir (16,19,30,32). KPB sırasında özellikle oksijenatöre bağlı olarak anlamlı hemoliz görülür. Membran oksijenatörlerin bubble oksijenatörlere oranla daha az hemolize neden olduğu tespit edilmiştir. Hemoliz sonucu ortaya çıkan serbest hemoglobin seviyesi hasta tarafından tolere edilebilmekte ve atılabilmektedir. 100 mg/dl seviyesini geçtiğinde hemoglobinüri görülür. Hemolizin Bu düzey 300 mg/dl seviyesini geçtiğinde ciddi renal hasara sebep olur. KPB elemanlarından tüpler ve kanüllerdeki çeşitli akım karakteristikleri (“shear force”) sonucu olduğu bilinmektedir. Bu hemoliz sonucu eritrositlerin yaşam süreleri kısalmakta ve perfüzyon sonrası anemi tablosu ortaya çıkmaktadır. Hemoliz KPB sonrası ilk 24 saat devam edebilmektedir (30). 17 KARDİYOPULMONER BYPASS KULLANILMADAN ATAN KALPTE YAPILAN KORONER ARTER CERRAHİSİ 1950’li yıllarda Murray ve Longmire atan kalpte ilk kez koroner endarterektomi ve safen ven grefti ya da İMA kullanarak segmental eksizyon yaptıkları olguları yayınlamışlardır (34). İlk kez safen ven greftinin sağ koroner artere atan kalpte anastomozu 1962 yılında Sabiston tarafından bildirilmiştir. 1964 yılında Garrett safen ven greftini LAD’ye yine atan kalpte anastomoze ettiği olguları yayınlamıştır (34). 1967 yılında V. I. Kolessov tarafından sol torakotomi ile LAD – LİMA anastomozu yapılan olguların yayınlanması ile atan kalpte KPB kullanılmadan koroner revaskülarizasyonun insanda 18 gerçekleştirildiğine ait ilk makale yayınlanmış oldu (28,34,35). Ancak o dönemde çalışan kalbin üzerinde cerrahi girişim gerçekleştirmenin güçlüğü ve bu sebeple yapılacak anastomozun kalitesinin olumsuz etkileneceği görüşüyle bu girişim destek bulmadı. 1975 yılında Kanada’da Trapp ve Bisarya, Amerika’da Ankeney KPB kullanılmadan atan kalpte yapılan koroner revaskülarizasyona ait ilk başarılı serileri bildirdiler (36). O tarihlerde ekstrakorporeal sirkülasyon ve miyokardiyal koruma teknikleri ile ilgili yeni gelişmelerin oldukça popüler olması sebebiyle atan kalpte koroner arter cerrahisi fazla destek bulmadı. 1980’li yıllarda teknolojik alandaki önemli gelişmeler sayesinde atan kalpte koroner arter cerrahisi popülarite kazanmaya başladı. 1985 yılında Arjantin’de Buffolo ve ark. ile Benetti ve ark. güvenli ve etkili yeni yöntemler ile OPCAB operasyonu uyguladıkları serileri yayınladılar (34,36). Koroner arter akımını proksimal ve distaline uyguladıkları yumuşak silikon sinerler yardımıyla kestiklerini, kalp hızı ve oksijen tüketimini çeşitli ilaçlar uygulayarak azalttıklarını ve kalbi böylece stabilize ettiklerini bildirdiler. Bildirilen bu serilerden sonra atan kalpte koroner arter cerrahisi operasyonlarının sıklığı artmış ve tüm dünyada uygulanmaya başlamıştır. 1990’lı yıllarda yapılan çalışmalarda özellikle postoperatif morbidite oranlarının atan kalpte koroner arter cerrahisi uygulanan vakalarda daha düşük olarak tespit edilmesi ve operasyon maliyetinin daha düşük olması sebebiyle yeni prosedürler geliştirilmiştir. Son 10 yıl içinde “port access cardiac surgery”, “OPCAB off-pump coronary artery bypass”, “MIDCAB - minimally invasive direct coronary artery bypass”, “LAST - left anterior small thoracotomy” ile operasyon, endoskopik koroner arter cerrahisi ve son olarak da “robotik cerrahi” metodları gelişen teknoloji ile gündeme gelmiştir. Bu teknikler öncelikle koroner bypass cerrahisi için geliştirilmiş, ardından kapak cerrahisi ve konjenital kalp cerrahisi alanlarında da uygulama sahası bulmuştur. Arteryel kondüitlerin daha fazla tercih edilmeye başlanması ve buna paralel olarak gelişen video yardımlı teknikler yanında ekonomik baskılar da kardiyovasküler cerrahi alanında daha az invaziv yöntemlerin geliştirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. OPCAB operasyonlarının tüm dünyada yaşanan teknolojik gelişmelere paralel olarak yaygın olarak uygulanması ile birlikte bu konuda yapılan çalışmalara da hız verilmiştir. Özellikle postoperatif morbidite, yoğun bakımda ve hastanede kalış süreleri ve kullanılan kan ve kan ürünleri miktarlarına bakıldığında atan kalpte yapılan operasyonlarda anlamlı olarak bu oranların düşük olduğu saptanmıştır (13). Bu oranların anlamlı olarak düşük tespit edilmesi hastaların KPB’ın istenmeyen yan etkilerinden korunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Buna ilave olarak KPB’a bağlı olarak gelişen “sistemik inflamatuar yanıt” 19 gelişiminde önemli rolleri olan birçok inflamatuar enzim, sitokin ve mediatörün (nötrofil elastaz, IL-8, C3a ve C5a, endotoksin, TNF ) atan kalpte koroner arter cerrahisi uygulanan olgularda daha düşük oranda saptanması da bu görüşü desteklemektedir (4,11-14,34). İLETİ SİSTEMİ Kalp kası "çizgili kas" yapısındadır. Ancak iskelet kasından farklı özellikleri vardır. Kalp kasındaki hücreler arası bağlantı unsurları birbirine komşu kalp kası hücreleri arasında düşük elektriksel dirençli bölümler oluşturarak, elektriksel uyarıların kolaylıkla hücreden hücreye yayılmasını sağlarlar. Bu nedenle, kalp kasının birbirinden elektriksel olarak ayrılmış ventrikül ve atriyum bölümleri kendi içlerinde bütün olarak uyarılırlar. Kalp kasının bu özelliği "hep ya da hiç kanunu" olarak bilinir. Kalp kası elektrofizyolojik olarak uyarılır. Bütün kalp kası hücreleri uyarıları iletir. Ancak, ileti hızı kalp kasının değişik bölümlerinde birbirinden farklıdır. 20 Uyarılan her kasta olduğu gibi kalp kası da uyarılınca kasılır. İskelet kasında olduğu gibi, kalp kasında da uyarılma ile kasılmanın eşlenmesi kalsiyum iyonlarıyla gerçekleşir. Kalp kasında hücre içi kalsiyum konsantrasyonu, kalsiyumu hücre dışına taşıyan aktif pompalar ve sekonder aktif transport mekanizması ile düşük düzeyde tutulur. Aksiyon potansiyelinin oluşumu sırasında gerek doğrudan ekstraselüler sıvıdan, gerekse sarkoplazmik retikulumdan hücre içine geçen kalsiyum iyonları kasılma mekanizmasını harekete geçirir. Şekil 1. Kalp kasının kasılmasında Ca++ ve Na’un rolü Kalp kasının bir başka önemli özelliği kendi kendine uyarı doğurabilmesidir. Kalp kası, dışarıdan herhangi bir uyarı almaksızın (örneğin sinirsel yolla) kendi kendisine uyarı doğurabilir. Bütün kalp kası hücrelerinde bu yetenek vardır. Ancak, kalbin bazı bölümlerindeki hücrelerde (SA düğüm, AV düğüm, His Purkinje sistemi) bu yetenek daha gelişmiştir. Kalbin fizyolojik uyarı odağı sinoatriyal nod'dur (SA nod). Bu odak, tıp çevrelerinde sinüs düğümü diye de anılır. Kalbin bu odaktan çıkan ritmik uyarılarla çalışmasına sinüs ritmi denir. Sinüs düğümünden çıkan uyarı (aksiyon potansiyeli) kalp kası kitlesi içinde belirli bir yol izleyerek yayılır. Kalbin özel ileti sisteminde yer alan bütün hücreler ritmik uyarılar doğurabilirler. Ancak, bu ritmik uyarıların frekansı sinüs düğümünden Purkinje sistemine doğru gidildikçe küçülür. 21 Tablo 1. Kalbin ileti sisteminde uyarı hızları Ritmik uyarı frekansı Sinoatriyal nod (SA nod) 60-80 /dk Atriyoventriküler nod (AV nod) 40-60 /dk His-Purkinje sistemi 15-40 /dk Şekil 2. Kalbin ileti sistemi Uyarının ulaştığı kalp kası bölümü buna kasılarak cevap verir. Aksiyon potansiyelinin oluştuğu bölümdeki kalp kası kasılır ve normal seyrini tamamladıktan sonra gevşer. Normal kalp çalışması, bu kasılma-gevşeme döngüsüyle ortaya çıkar. Kalp kasının kasılması, kalp odacıklarının içindeki kanı sıkıştırarak, kan dolaşımı için itici gücü oluşturan basıncı doğurur. 22 Kalbin çalışma döngüsü içinde uyarı çıkışında, uyarı çıkış hızında veya uyarının iletiminde sorun olduğunda klinikte karşımıza kalp hızı değişiklikleri, ileti blokları veya aritmiler çıkar (35). ARİTMİLERİN FİZYOPATALOJİSİ Kalp ritim bozukluğu 3 temel proçesle veya bunların kombinasyonu ile oluşabilmektedir: a-Anormal otomatisite/impuls formasyon değişiklikleri b-İmpuls ileti değişiklikleri c-Triggered aktivite Aritmogenezisin iyi anlaşılabilmesi yukarda anlatılan aksiyon potansiyeli elektriki temelinin ve ileti sistemi anatomisinin iyi bilinmesine bağlıdır. Normal şartlarda kalbin pace-maker’ı sinatriyal noddur. Sağ atriyum-superior vena kava birleşim yerinde subepikardial yerleşimlidir. İnsanların %55-%60’ında RCA’dan çıkan sinüs nod arterinden ve %40-%45’inde Cx’den beslenir. Dakikada 60-100 uyarı çıkar. İmpuls daha sonra AV kavşak bölgesine ulaşır. Bu bölge hem PDA hem de LAD’den kan alır.AV nod dakikada 40-60 uyarı çıkarma yeteneğindedir. Görüldüğü gibi AV nod iskemik olaylara daha az maruz kalma şansına sahiptir. İmpuls bundan sonra His huzmesine, buradan da sağ ve sol bantlara ayrılır. İletimin son kısmını Purkinje lifleri oluşturur. Burada impuls çıkarma hızı dakikada 30-40 kadardır. Normal impuls oluşumu veya iletimi bozulursa hız veya ritimde çeşitli bozukluklar oluşur. SA nod dışı diğer pace-maker’lar dominant olursa escape ritim gelişir. Kardiak pace_maker hücreleri spontan diyastolik depolarizasyon özelliğine sahipken non pace- 23 maker’lar bu özellikte değildir. Günümüzde çoğu aritmilerin membran potansiyel kaybına bağlı (Faz 4’de diastolik potansiyel daha az negatif alır) geliştiği düşünülür. Normal durumda spontan depolarizasyonu en hızlı olan hücreler bütün ileti sisteminin depolarizasyonunu kontrol eder (SA nod hücreleri). Ancak bir takım nedenlerle bazı hücrelerin istirahat membran potansiyeli azalarak anormal otomatisiteye sebep olurlar (SA dışı ektopik odak) işte uyarı çıkış hızı şu durumlardan etkilenir. 1-Eşik potansiyel seviyelerini değiştiren durumlar 2-Spontan depolarizasyon (Faz 4) eğimindeki değişiklikler 3-Repolarizasyon sonunda maksimal potansiyeli değiştiren durumlar Parasempatomimetik ajanlar vagal uyarı çıkışına sebep olarak Faz 4 depolarizasyonu yavaşlatır ve kalp hızı azalır. Ekstrasellüler Ca+2 artışı transmembran potansiyelini yükseltir ve otomatik hücre depolarizasyonu yavaşlar. Hipokalsemi, hiperkalsemi, hiperkalemi, hiperkapni, asidoz, alkaloz, miyokard lif gerilmesi, NE, dijital otomasite de bozukluk yapabilir. Aksiyon potansiyelinin amplitüdünü azaltan herhangi bir durum (hiperkalsemi, ileti lifi kalsifikasyonu, iskemi fibrosis) ileti bozukluğu sebebi olabilirler. Bu durumda blok yada re-entry oluşabilir: 1-Fonksiyonel olarak iki farklı ileti yolu bulunmalı 2-İleti yollarından birinde tek yönlü blok olmalı 3-Diğer ileti yolunda aşağı doğru ileti yavaş olmalı 24 İnisiyal depolarizasyon sırasında tek yönlü blok sebebi ile uyarılamayan bir grup lif, eksitabilite için hazır hale geldiğinde tekrar uyarılır. Bu devamlı olursa taşikardi ile sonuçlanır. Sonuçta kalbin yeterli pompa fonksiyonu normal elektriksel aktivasyon ile oluşan normal kalp kontraksiyonları ile gerçekleşir. Bu uyum bozukluğu gelişimi: a-Uygun zamanlı atriyal kontraksiyonun kaybolmasına b-Miyokard oksijen tüketiminin artmasına c-Ventrikül kontraksiyon yetersizliğine yol açabilir. Bunlara ilave sirkülatuar cevap gelişirse, temelde bir kalp hastalığı bulunan ve kalp rezervi azalmış olan, açık kalp cerrahisi geçiren hastalarda özel problemler doğabilir. ATRİYAL FİBRİLASYON Atriyal fibrilasyon etkili atriyal kasılma olmaksızın tamamen düzensiz dakikada 350-600 arasında atriyal depolarizasyonla karekterize, EKG’de küçük, düzensiz ve değişken atriyal amplitüd ve morfolojiye sahip bir aritmi çeşitidir. EKG’de P dalgalarının görülemediği düzensiz, çok hızlı fibrilatuar aktivitelerden oluşan bir atriyal ritmdir. Atriyumun elektriksel aktivitesi EKG’de küçük, düzensiz izoelektrik hat oynamaları şeklindedir ve değişken amplitüd ve formda hızlı f dalgalarından oluşmaktadır (Şekil 3). Atriyum hızı 350-500/dk arasında, ventrikül hızı ise 60-170/dk arasındadır. WPW sendromu olan hastalarda ise ventrikül hızı 300 vuru/dk’yı aşarak VF gelişmesine neden olabilir. Ritm ileri derecede düzensizdir. P dalgası olmadığından P:QRS ilişkisi değerlendirilemez. QRS kompleksleri normaldir. 25 Şekil 3.Atriyal fibrilasyon AF sık görülen bir aritmi tipidir. Sıklığı yaşın ilerlemesi ile artar. Etyolojik faktörler, atriyal flutterda olduğu gibidir. Sık olarak ciddi kalp yetersizliği ile birliktedir. Hemodinamik önemi de atriyal fluttera benzer. Atriyal katkının olmaması nedeniyle kardiyak output düşebilir. Hemodinamik değişikliklere ek olarak sol atriyum kavitesi ya da apendiksindeki trombüs oluşumu ile pulmoner ve sistemik emboli riski doğurur. Mitral stenoz ve AF olanlarda bu risk daha yüksektir. KORONER ARTER BYPASS CERRAHİSİ SONRASI ATRİYAL FİBRİLASYON Atriyal fibrilasyon kalp cerrahisi sonrasında sık görülen bir aritmi olup, mortalite ve morbiditeyi arttırmaktadır. Cerrahi ve anestezideki gelişmeler ile miyokard korunmasındaki ilerlemelere rağmen bu aritmilerin sıklığında önemli bir azalma sağlanamamıştır. Post operatif dönemde atriyal fibrilasyon gelişen hastalarda perioperatif MI, konjestif kalp yetmezliği, solunum yetmezliği gelişme sıklığı artmıştır (38). Post operatif atriyal fibrilasyon uzamış yoğun bakım süresi, uzamış hastanede kalış süresi ve artmış maliyete neden olmaktadır (39). Kardiyak cerrahi sonrası gelişen atriyal fibrilasyonun kesin insidansı bilinmemekle birlikte değişik yayınlarda %10 ile %65 arasında değiştiği rapor edilmiştir (40,41). Bu rapor edilen insidans aralığının geniş olmasının sebebi, çalışmalarda değerlendirilmiş olan hasta paterni, cerrahinin türü ile atriyal fibrilasyonun tanım ve tespitinin çok farklı olmasından kaynaklanmaktadır. İzole KABG sonrasında görülen atriyal fibrilasyon insidansı, izole kapak cerrahisi yada kombine KABG+kapak operasyonlarına göre daha azdır. Postop atriyal fibrilasyon sıklıkla ilk 5 günde ortaya çıkar. Post op 2. ve 3. günlerde görülme sıklığı maksimumdur(39,41).Klasik bilgi olarak atriyal fibrilasyon bir veya birkaç hızlı depolarizan odaktaki artmış otomatisiteye ve bir veya daha fazla döngü içeren re-entran akımlara bağlanmıştır (42,43). KABG sonrası atriyal fibrilasyon görülmesinin patogenezi net olmamakla birlikte multifaktöriyel olduğu düşünülmektedir. Muhtemelen anormal atriyal dokudaki belirli uyarı epizodlarının öncü olduğu düşünülmektedir. Birçok hasta yaşa bağlı olarak atrium 26 dokusunda dejeneratif değişiklikler göstermektedir. Postoperatif periyotta elektro fizyolojik paremetrelerde değişikliğe neden olabilecek bu öncü uyarılar atriyal fibrilasyon gelişimine neden olabilir (44). Özellikle post operatif dönemde görülen artmış katekolamin seviyesinin anahtar rol oynadığı düşünülmektedir (45). KABG sonrasındaki atriyal fibrilasyon yüksek oranda spontan olarak normale dönmesi nedeni ile çok spesifiktir. Çoğu hasta ilk 24 saatte, %90’dan fazlası ise 6-8 hafta içinde normal sinüs ritmine döner(46). Kalp cerrahisi ile ilişkili olmayan atriyal fibrilasyonun normal sinüs ritmine dönme olasılığı çok düşüktür. Kalp cerrahisi sonrasında atriyal fibrilasyonun gelişiminde rol oynayan risk faktörleri çeşitli çalışmalarda değerlendirilmiştir. En belirgin bulunan risk faktörleri ileri taş, kapak hastalığı, atriyal genişleme, preop dönemde atriyal aritmi olması, kronik akciğer hastalığıdır (40, 41, 43). Ayrıca fonksiyonel ileti bloklarının varlığı, atriyum duvarındaki cerrahi travmaya bağlı steril inflamasyon, koroner arter hastalığının yaygınlığı, sinoatriyal ve A-V nod arterlerinin tutulumu ve yapılan bypass sayısıda risk faktörleridir (36). Postoperatif Atriyal Fibrilasyon Riskini Arttıran Faktörler İleri Yaş Grubu Kronik Akciğer Hastalık Grubu -Kapak hastalığı -Artmış postoperatif adrenerjik tonus -Sol atriyal genişleme -Beta blokerlerin kesilmesi -Preop. atriyal taşiaritmi -Perikardit -Geçirilmiş kardiak cerrahi -Hipokalemi -Preop digoksin kullanımı -Hipomagnezemi Postoperatif Atriyal Fibrilasyonun Önlenmesindeki Öneriler (ACC/AHA/ESC Practice Guidelines) Class 1 Öneriler: 1-Kontrendike değil ise beta bloker kullanılması 27 2-Postoperatif atriyal fibrilasyonda hız kontrolünün A-V nodu bloke eden ajanlarla sağlanması Class 2a Öneriler: 1-Riskli hastalarda profilaktik sotalol ve amiodarone kullanımı 2-Sinüs ritmine döndükten sonra sinüs ritminin korunması amacıyla ibutilide kullanılması yada kardioversiyon 3-Rekürren yada refrakter postoperatif atriyal fibrilasyonda, koroner arter hastalığında atriyal fibrilasyon gelişmiş gibi tedavi 4-Antitrombotik tedavi mutlaka eklenmeli (37). MATERYAL METOD Hastalar ve metod Bu çalışmada aynı cerrahi ekip tarafından 1.12.2002 - 15.09.2004 tarihleri arasında opere edilen, koroner arter cerrahisi uygulanmış 281 hasta prospektif olarak izlendi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Grup 1 (n=174) kardiyopulmoner bypassa girilmeden, atan kalpte opere edilmiş hastalardan, grup 2 (n=107) konvansiyonel kardiyopulmoner bypass ile opere edilmiş hastalardan oluşturuldu. Koroner arter cerrahisi dışında ilave operasyonları (kapak girişimi, ventrikülotomi gibi) olan hastalar, normal sinüs ritmi üzerine etki etme potansiyeli olan endokrin hastalıkları olan, preoperatif atriyal fibrilasyonu olan, preoperatif dönemde beta blokör veya kalsiyum kanal blökörü dışında antiaritmik ilaç kullanan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Bu iki grubun prospektif olarak kaydedilmiş preoperatif, intraoperatif ve postoperatif değişkenleri ve atriyal fibrilasyon gelişiminin istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Preoperatif değerlendirme Hastaların anamnezleri alındıktan sonra rutin fizik muayeneleri yapıldı. Aynı zamanda laboratuar tetkikleri değerlendirildi. Her hasta için; aşağıdaki preoperatif değişkenleri kaydedildi: ·Yaş 28 ·Cinsiyet ·Vücut Kütle İndeksi(kg/m²): Kilo/BoyunKaresi. ≥30:Obesite 25 - 29.9:Aşırı Kilolu 24.9 - 18.5:Normal ≤18.5:Zayıf ·Preoperatif Angina Klas: Kardiovasküler durum sınıflaması. (I) Kısıtlanmamış, (II) Hafif Kısıtlanmış, (III) Orta Derecede Kısıtlanmış, (IV) Ciddi Kısıtlanmış, Canadian Cardiovascular Society (Campeau,1975) tarafından belirlenenlere göre; ·Ejeksiyon Fraksiyonu: Anjiografi veya iki boyutlu ekokardiografi ile değerlendirilmiş sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ·Hipertansiyon: Preoperatif dönemde antihipertansif tedavi gören hastalar ·Diabetes Mellitus:(En az iki ölçümde açlık kan şekeri >140 mg/dl veya antidiabetik ilaç kullanımı) ·Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı: Uzun süreli inhalasyon veya oral bronkodilatatör veya steroid kullanımı ·Kronik Böbrek Yetmezliği: Serum kreatinin düzeyi>1.8mg/dl ·Periferik Arter Hastalığı: Aşağıdakilerden bir yada daha fazlası: (Karotis tıkanıklığı veya stenozu > %50, geçirilmiş veya planlanmış abdominal aorta, ekstremite arterleri veya karotislere yönelik girişim ·Son 90 Gün İçinde Miyokard Enfarktüsü ·Acil Operasyon ·Euroscore: -Cinsiyet kadınsa 1 puan -KOAH varsa 1 puan -Ekstrakardiak arteriyopati varsa 2 puan -Nörolojik disfonksiyon varsa 2 puan 29 -Geçirilmiş kardiak operasyon varsa 3 puan -Preoperatif serum kreatinin değeri>200micromol/lt ise 2 puan -Aktif endokardit varsa 3 puan -Kritik preoperatif durum varsa 3 puan -Unstable anjina/İV nitrat kullanımı varsa 2 puan -Ejeksiyon fraksiyonu <%30 ise 3 puan,%30-50 ise 1 puan -Son 90 gün içinde Mİ varsa 2 puan -Acil operasyon ise 2 puan -Eşlik eden kardiak operasyon varsa 2 puan -Torasik aorta cerrahisi varsa 3 puan -Post Mİ VSD varsa 4 puan -Preoperatif Beta Bloker Ajan Kullanımı -Preoperatif Kalsiyum Kanal Bloker Ajan Kullanımı Anjiyografik değerlendirme Hastaların anjiografileri değerlendirilerek aşağıdaki değişkenler kaydedildi. ·Sol ana koroner arterde lezyon varlığı ·Sağ koroner arter veya sirkumfleks arter dominans durumu ·Sağ koroner arterde lezyon olmaması ·Sağ koroner arterde kritik lezyon (>%50) varlığı ·Sağ koroner arterin total tıkalı olması ·Sağ koroner arterin yaygın plaklı, hasta olması · Sol ön inen arterin total tıkalı olması ·Sol ana koroner arterde lezyon varlığı ile birlikte sağ koroner arterin total tıkalı olması ·Anjiyografide toplam hasta damar sayısı ·1-2 (+) mitral yetersizlik 30 Premedikasyon ve anestezi Tüm hastalara operasyondan 12 saat önce 10 mg diazepam oral ve operasyondan 30 dakika önce ameliyathaneye gelmeden 0.07 mg/kg midazolam ve 0.5 mg atropin sülfat i.m. uygulanarak premedikasyon yapıldı. Hastalar ameliyathaneye alındıktan sonra elektrokardiyografi elektrodları takılarak V5 göğüs derivasyonu ve D II standart derivasyonu izlenecek şekilde monitörize edildi. Ardından arteryel oksijen satürasyonunun izlenmesi amacıyla pulse oksimetre probu sol el işaret parmağa takıldı. Sol sefalik veya brakial vene 16 -18 gauge kanül ile venöz, sağ radial artere 20 gauge kanül ile arteryel kateterizasyon yapıldı. Steril şartlar altında lokal anestezi ile sağ internal juguler vene Seldinger metoduyla boyun yolu takıldı. Anestezi indüksiyonunda propofol 2 - 3 mg/kg, fentanil sitrat 10 -15 mcg/kg, panküronyum bromid 0.1 mg/kg olarak i.v. yoldan verildi. Hastalar daha sonra entübe edildi ( 7.5 – 8 - 8.5 endotrakeal tüp ile). Anestezi idamesi için propofol 2 - 5 mg/kg/saat, fentanil sitrat 5 - 10 mcg/kg/saat i.v. infüzyon olarak ve panküronyum bromid 0.03 mg/kg/saat i.v. olarak yapıldı. İnhaler anestezik olarak gereğinde sevofluran kullanıldı. Hastanın ısı takibini yapmak üzere rektal ve özofageal ısı probları yerleştirildi. Atan Kalpte Kardiyopulmoner Bypassa Girmeden Operasyon Tekniği Medyan sternotomi yapmadan önce tüm hastalar activated clotting time (ACT) 250 saniyenin üzerinde olacak şekilde heparinize edildi (100 - 200 U/Kg). Distal anastomozlar yapılırken miyokard yüzeyinin kısmi hareketsizleştirilmesi için Octopus IV (Medtronic, İnc., Minneapolis, MN, USA) veya Eustech (Estech – Least İnvasive Cardiac Surgery, Danville, California, USA) stabilizatörler kullanıldı. Anastomoz yapılacak damarın proksimaline derin geçilerek 4.0 prolen sütür ile askı konularak saha kansızlaştırıldı.Askı sırasında elektrokardiyografi (EKG) takibi yapılarak ST , T değişikliği olduğu durumlarda intrakoroner şant kullanımına geçildi, ancak sağ sistem dominant olgularda, eğer sağ koroner damara bypass yapılacaksa rutin olarak intrakoroner şant kullanıldı. Kalbe pozisyon derin perikard askı sütürleri ve apeks tutucuların {[ Starfish(Medtronic, İnc., Minneapolis, MN, USA)] veya [Estech Pyramid Positioner (Estech – Least İnvasive Cardiac Surgery, Danville, California, USA)]} yardımı ile verildi. Revaskülarizasyona sol anterior desandan artere (LAD), sol internal mammaryan arter (LİMA) anastomozu ile 31 başlandı, sağ internal mammaryan arter (RİMA) kullanılan olgularda RİMA LAD’ye ve LİMA sirkumfleks artere anastomoze edildi ve takiben sırasıyla sol taraf damarlarına önce proksimal sonra distal anastomozları yapılarak devam edildi. Sağ koroner arter lezyonu olan hastalarda aynı işlem en son bu damara da uygulandı Kardiyopulmoner Bypassa Girilerek Operasyon Tekniği Hastalar ACT 400 saniyenin üzerinde olacak şekilde (300 - 400 U/kg) heparinize edildi. Aort ve sağ atriyum kanülasyonunu takiben kardiyopulmoner bypassa girildi.Roller pump(Sarns 9000 perfusion system, 3 M, Ann Arbor, Michigan USA) ve membran oksijenatörler (Sechrist 3500/3500 HL Series, Anaheim, USA) kullanıldı. Pompa prime içeriği; 1500 mL Laktatlı Ringer solüsyonu, 150mL %20 mannitol, ve 60 mL %8.4 sodyum bikarbonattan oluşuyordu. Pompa flowu 2.2 - 2.4 L/m2/dakika idi. Hastalar 28°C’ye soğutuldu. Miyokard koruması için potasyumlu kan kardiyopleji yirmi dakikada bir uygulandı. Ve ilave olarak aynı aralıklarla topikal soğuk (4°C) Ringer solüsyonu kalbin üzerine uygulandı. İntraoperatif değerlendirme Operasyon sırasında aşağıdaki değişkenler kaydedilerek değerlendirildi. ·Bilateral internal mammarian arter kullanımı ·Toplam greft sayısı ·Sağ koroner arterin bypass a uygun olmaması ·Operasyon sırasında inotropik ajan kullanımı ·Kardiopulmoner bypass zamanı(dakika) ·Kross klemp zamanı(dakika) Postoperatif izlem Hastalar ameliyathaneden yoğun bakıma alınmışlardır. Klinik olarak uygun kriterlere geldiklerinde ekstübe edilmişlerdir. Hastalara yoğun bakım ünitesinde, 5 leadli monitör ile standart D-II derivasyonlarıyla sürekli EKG takibi yapıldı. Yoğun bakım 32 süresince kan gazı kontrollerine göre gerekli elektrolit replasmanları yapıldı. Klinik seyri normal olan hastalar postoperatif birinci gün drenleri alınarak servise çıkarıldı. Hastalara postoperatif 1.gün rutin 50 mg oral metoprolol başlandı. Servise alınan hastalara ilk 5 gün iki kez ritim EKG izlemi yapıldı ve maksimum 6 saatlik aralıklarla nabız ve arteriyel tansiyon takibi yapıldı. Postooperatif dönemde monitörden veya rutin takip sırasında aritmi saptanan veya çarpıntı şikayeti olan hastalara standart 12 derivasyonlu EKG çekildi. Hastada klinik olarak atriyal fibrilasyonun saptandığı gün, atriyal fibrilasyonun başlangıç saati olarak esas alındı. Atriyal fibrilasyon saptanan hastalara dijitalizasyon(yükleme 0.5 mg-ml(2 ml)lık ampullerden 4 saat ara ile iki ampul, idamesi günde 0.125-0.75 mg = ½-3 tb) veya amiadaron tedavi protokolü (Yüklemesi 250 ml dextroz içinde kilo başına 5 mg,20 dk ile 2 saat içinde verilir.Günlük maximal doz 2200 mg olacak şekilde 24 saatlik infüzyona geçilir.İnfüzyonun ilk günü cordarone tb 3x1 geçilir.) uygulandı. Hastaların klinik sonuçlarına ilişkin değişkenler kaydedildi. Postoperatif değerlendirme Operasyon sonrası aşağıdaki değişkenler kaydedilerek değerlendirildi. ·Kreatinin kinaz-myokard bandı (CK-MB) 1.saat değeri (IU/Lt): Antikor inhibisyon yöntemi ile Hitachi 704 Automatic Analyzer cihazi ile bakıldı. ·Operasyon sonrası inotropik ajan kullanımı · Operasyon sonrası intra aortik balon pompası kullanımı ·Total drenaj miktarı (mLt) ·Mekanik ventilasyon süresi (saat) ·Yoğun bakım kalış süresi (saat) ·Kanama revizyonu ·Operasyon sonrası inme ·Gastrointestinal sistem komplikasyonu ·Sternal detaşman ·Sternal yara yeri enfeksiyonu 33 ·Mediastinit ·Operasyon sonrası Beta bloker kullanımı ·Operasyon sonrası kalsiyum kanal bloker kullanımı ·Hastanede kalış süresi (gün) ·Atriyal fibrilasyon gelişimi ·Atriyal fibrilasyon gelişme günü BULGULAR Off-pump grubu ve KBP grubunda yer alan hastaların demografik karakteristikleri Tablo -1’de görülmektedir. KPB kullanılarak koroner revaskülarizasyon yapılan hastaların yer aldığı grupta 90 erkek,17 kadın olmak üzere toplam 107 hasta bulunmaktadır. Atan kalpte KPB kullanılmadan koroner revaskülarizasyon yapılan hastaların yer aldığı grupta 153 erkek, 21 kadın olmak üzere toplam 174 hasta bulunmaktadır. Çalışmada yer alan her iki grup cinsiyet, vucut kütle indexi, Canadian Cardiovascular Society anjina sınıfı, preoperatif beta bloker kullanımı, preoperatif kalsiyum kanal bloker kullanımı, preoperatif risk faktörlerinden KOAH, renal yetmezlik, periferik arter hastalığı, ejeksiyon fraksiyonu, son 90 gün içinde geçirilmiş MI, acil operasyon, euroscore, DM, hipertansiyon açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Off-pump grubu hastaların yaşı açısından KPB grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p= 0.0022). Tablo-2’ de hastaların anjiografik özellikleri görülmektedir.Off-Pump grubu ve KPB grubu sol ana koroner arterde lezyon varlığı, sağ koroner arter veya sirkumfleks arter dominansı, sağ koroner arterin total tıkalı olması, sağ koroner arterin yaygın plaklı hasta olması,sol ön inen arterin total tıkalı olması, sol ana koroner arterde lezyon varlığı ile birlikte sağ koroner arterin total tıkalı olması, 1-2(+) mitral yetersizlik olması açısından karşılaştırıldığında anlamlı bir fark saptanmamıştır. Off-Pump grubu sağ koroner arterde lezyon olmaması (p=0.0004), sağ koroner arterde kritik lezyon varlığı (p=0.0002) ve 34 anjiografide toplam hasta damar sayısı (p<0.0001) açısından KPB grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Tablo – 3 de hastaların intraoperatif değişkenleri verilmiştir. Off-Pump grubu ve KPB grubu bilateral internal mammarian arter kullanımı, sağ koroner arterin bypass’a uygun olmaması, operasyon sırasında inotropik ajan kullanımı açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Off-Pump grubu toplam greft sayısı açısından KPB grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0.0001). Tablo – 3 de ayrıca KPB grubunun ortalama kardiyopulmoner bypass zamanı ve kross klemp zamanı belirtilmiştir. Tablo -4 de hastaların postoperatif değişkenleri belirtilmiştir. Off-Pump grubu ve KPB grubu operasyon sonrası inotropik ajan kullanımı, operasyon sonrası İABP kullanımı, operasyon sonrası kanama revizyonu, operasyon sonrası inme, operasyon sonrası GIS komplikasyonu, operasyon sonrası sternal detaşman, operasyon sonrası sternal yara yeri enfeksiyonu, operasyon sonrası Beta- blokör kullanımı, operasyon sonrası kalsiyum kanal blokör kullanımı açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Off- Pump grubu hastalar 1. saatteki CK-MB ( IU/Lt) ( p<0.0001) değeri , operasyon sonrası total drenaj miktarı (mlt) (p=0.0001), operasyon sonrası mekanik ventilasyon süresi (saat) (p=0.0089), operasyon sonrası yoğun bakım kalış süresi (saat) (p=0.0018), hastanede kalış süresi ( gün) (p<0.0001) açısından KPB grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Her iki grup hastada da mediastinit görülmemiştir. Off-Pump grubunda bir hastada GİS komplikasyonu olarak GİS kanaması görülmüştür. KPB grubunda da bir hastada GİS komplikasyonu olarak pankreatit görülmüştür. Tablo – 5’de hastalarda atrial fibrilasyon gelişimi ve gelişme günü belirtilmiştir. Off-Pump grubu ve KPB grubu arasında atrial fibrilasyon gelişimi açısından istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. Off-Pump grubu hastalar atrial fibrilasyon gelişme günü açısından KPB grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p= 0.0032). 35 Tablo – 6’ da Off-Pump grubu hastalar sağ koroner arterlerinin normal veya kritik (>%50) lezyonlu olmasına göre ikiye gruplandırılıp, AF sıklığı açısından grup içi karşılaştırılması belirtilmiştir. İstatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p= 0.8321). Tablo – 7’ de KPB grubu hastalar sağ koroner arterlerinin normal veya kritik (>% 50) lezyonlu olmasına göre ikiye gruplandırılıp, AF sıklığı açısından grup içi karşılaştırılması belirtilmiştir. İstatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p= 0.7760). AF gelişen hastaların tamamına magnezyum perfüzyonu uygulanmıştır. Off-Pump grubunda 10 hastaya doğrudan amiadarone tedavisi uygulanmış ve yanıt alınmıştır. OffPump grubunda diğer 15 hasta dijitalize edilmiştir. Dijitalizasyon tedavisine cevap vermeyen 8 hastada amiadarone tedavisine geçilmiştir. Amiadarone tedavisinede cevap vermeyen 1 hastaya GAA kardiyoversiyon uygulanmış ve cevap alınmıştır. Diğer 10 hastada sadece digoksin+Beta bloker tedavisi ile ritim NSR’ye dönmüştür. KPB grubunda 12 hastaya doğrudan amiadarone uygulanmış ve yanıt alınmıştır. Diğer 7 hasta dijitalize edilmiştir. Dijitalizasyon tedavisine cevap vermeyen 3 hastada amiadarone tedavisine geçilmiştir ve cevap alınmıştır. Diğer 7 hastada sadece digoksin+Beta bloker tedavisi ile ritim NSR’ye dönmüştür. İstatistiksel analiz Data ortalama ± standart sapma olarak ifade edilmiştir. Gruplar arasındaki farklılığın istatistiksel anlamı data dağılımına göre uygun olarak Student t test, Mann Whitney-U test, Ki kare veya Fischer’s exact test ile değerlendirilmiştir. 0.05’den küçük olan p değeri istatistiksel anlamlı olarak kabul edilmiştir. 36 Tablo 1. Hastaların demografik karakteristikleri Değişken Yaş Erkek Cinsiyet Kadın Cinsiyet Vucut Kütle İndeksi(kg/m²) Canadian Cardiovascular Society Klas I-II Canadian Cardiovascular Society Klas III-IV Kronik Obtrüktif Akciğer Hastalığı Renal Yetmezlik Periferik arter hastalığı Ejeksiyon Fraksiyonu >%50 Ejeksiyon Fraksiyonu %30-50 Ejeksiyon Fraksiyonu <%30 Son 90 Gün İçinde Miyokard Enfarktüsü Off-Pump Grubu (n=174) 61.03±11.24 153(%87.9) 21(%12) 26.59± 3.53 72(%41.3) KPB Grubu (n=107) 57.27± 9.56 90(%84.1) 17(%15.8) 26.61 ±3.58 42(%39.2) P Değeri 102(%58.6) 65(%60.7) 0.8026 21(%12) 8(%7.4) 0.3125 5(%2.8) 12(%6.9) 115(%66) 41(%23.5) 18(%10.3) 32(%18.3) 0 6(%5.6) 75(%70) 24(%22.4) 8(%7.4) 25(%23.3) 0.1603 0.8040 0.5139 0.8847 0.5266 0.3599 0.0022 0.3742 0.3742 0.9648 0.8026 37 Acil Operasyon Euroscore Diabetes Mellitus Hipertansiyon Preoperatif Beta-Bloker Kullanımı Preoperatif Kalsiyum Kanal Bloker Kullanımı 11(%6.3) 2.11± 2.77 23(%13.2) 96(%55.1) 80(%45.9) 14(%13) 2.06± 2.06 17(%15.8) 66(%61.6) 50(%46.7) 0.0823 0.8601 0.5988 0.3206 0.9027 8(%4.5) 9(%8.4) 0.2066 Tablo 2. Hastaların anjiyografik özellikleri Değişken Sol Ana Koroner Arterde Lezyon Varlığı Sağ Koroner Arter Dominans Varlığı Sirkumfleks Arter Dominans Varlığı Sağ Koroner Arterde Lezyon Olmaması Sağ Koroner Arterde Kritik Lezyon Varlığı Sağ Koroner Arterin Total Tıkalı Olması Sağ Koroner Arterin Yaygın Plaklı Hasta Olması Sol Ön İnen Arterin Total Tıkalı Olması Sol Ana Koroner Arterde Lezyon Varlığı+Sağ Koroner Arterin Total Tıkalı Olması Anjiografide Toplam Hasta Damar Sayısı Off-Pump Grubu(n=174) 19(%10.9) KPBGrubu (n=107) 17(%15.8) P Değeri 0.2705 139(%79.8) 88(%82.2) 0.7554 26(%14.9) 16(%14.9) 1.0000 80(%45.9) 26(%24.2) 0.0004 70(%40.2) 68(%63.5) 0.0002 20(%11.5) 10(%9.3) 0.6919 4(%2.3) 3(%2.8) 1.0000 19(%10.9) 12(%11.2) 1.0000 8(%4.6) 5(%4.6) 1.0000 2.35± 0.86 2.77± 0.83 <0.0001 38 1-2 (+) Mitral Yetersizlik 11(%6.3) 7(%6.5) 1.0000 Tablo 3. Hastaların intraoperatif değişkenleri Değişken Off-Pump Grubu (n=174) Bilateral İnternal Mammarian 65(%37.3) Arter Kullanımı Toplam Greft Sayısı 1.90± 0.62 Sağ koroner Arterin By 44(%25.2) pass’a Uygun Olmaması Operasyon Sırasında 8(%4.6) İnotropik Ajan Kullanımı Kardiopulmoner By pass Zamanı(Dakika) Kross Klemp Zamanı (Dakika) KPB Grubu (n=107) 34(%31.7) P Değeri 0.3698 2.44± 0.74 23(%21.4) <0.0001 0.5644 7(%6.5) 0.5865 91.15 ±28.87 - 49.72 ±14.71 - Tablo 4. Hastaların postoperatif değişkenleri Değişken Kreatinin Kinaz-Miyokard Bandı 1.saat (IU/Lt) Operasyon Sonrası İnotropik Ajan Kullanımı Operasyon Sonrası İntra Aortik Balon Pompası Kullanımı Operasyon Sonrası Total Drenaj Miktarları(mlt) Operasyon Sonrası Mekanik Ventilasyon Süresi(saat) Operasyon Sonrası Yoğun Bakım Kalış Süresi(saat) Operasyon Sonrası Kanama Revizyonu Operasyon Sonrası İnme Off-Pump Grubu (n=174) 22.7± 8.06 KPB Grubu (n=107) 41.36± 13.06 P Değeri <0.0001 16(%9.2) 5(%4.6) 0.2421 7(%4) 2(%1.8) 0.4901 808.39± 323.11 998.69± 485.50 0.0001 8.51± 2.206 9.69± 3.55 0.0089 21.3± 3.6 22.6± 3.3 0.0018 6(%3.4) 2(%1.8) 0.7145 4(%2.3) 0 0.3012 39 Operasyon Sonrası Gastrointestinal Sistem Komplikasyonu Operasyon Sonrası Sternal Detaşman Operasyon Sonrası Sternal Yara Yeri Enfeksiyonu Operasyon Sonrası Mediastinit Operasyon Sonrası Beta Bloker Kullanımı Operasyon Sonrası Kalsiyum Kanal Blokeri Kullanımı Hastanede Kalış Süresi (gün) 1(%0.5) 1(%0.9) 1.0000 3(%1.7) 3(%2.8) 0.6772 9(%5.1) 4(%3.7) 0.7720 0 0 - 142(%81.6) 80(%74.7) 0.1780 9(%5.1) 7(%6.5) 0.7949 6.02± 1.63 7 ±1.69 <0.0001 Tablo 5. Hastalarda atriyal fibrilasyon gelişimi Değişken Atriyal Fibrilasyon Gelişimi Atriyal Fibrilasyonun Geliştiği Gün Off.Pump Grubu (n=174) 25(%14.3) 1.48±0.87 KPB Grubu (n=107) 19(%17.7) 2.32± 0.89 P Değeri 0.5000 0.0032 Tablo 6. Off-Pump grubu içerisindeki hastaların sağ koroner arterlerinin normal veya kritik (>%50) lezyonlu olarak ikiye gruplandırılıp, AF sıklığı açısından grup içi karşılaştırılması Değişken Sağ Koroner Arterde Lezyon Olmayanlar (n=80) Sağ Koroner Arterde Kritik Lezyon Olanlar (n=94) P Değeri 40 Atriyal Fibrilasyon Gelişimi 12(%15) 13(%15.4) 0.8321 Tablo 7. KPB grubu içerisindeki hastaların sağ koroner arterlerinin normal veya kritik (>%50) lezyonlu olarak ikiye gruplandırılıp, AF sıklığı açısından grup içi karşılaştırılması Değişken Sağ Koroner Arterde Lezyon Olmayanlar (n=26) Atriyal Fibrilasyon Gelişimi 5(%19.2) Sağ Koroner Arterde Kritik Lezyon Olanlar (n=81) 14(%17.2) P Değeri 0.7760 TARTIŞMA 1980’li yıllarda Buffolo ve ark. (32,34) ile Benetti ve ark. (32,34) sundukları serilerin ardından OPCAB operasyonların sıklığında anlamlı bir artış oldu. 1990’lı yıllara gelindiğinde daha fazla hasta sayılarını içeren seriler yayınlanmaya başladı. Cartier ve ark., KPB kullanarak konvansiyonel metodla opere ettikleri 1870 hasta ile OPCAB prosedürüyle opere ettikleri 300 hastayı karşılaştırdıkları çalışmalarında OPCAB operasyonu uygulanan hastaların kullanılan kan ve kan ürünü miktarlarında, intraaortik balon pump kontrapulsasyonu ihtiyacında ve postoperatif CK-MB değerlerinde anlamlı bir fark olduğunu tespit etmişlerdir (32). Postoperatif komplikasyonlar açısından değerlendirildiğinde, Calafiore ve ark. 1843 hastalık serilerinde OPCAB operasyon oranının %49.9 (919 hasta) olduğunu ve bu hasta grubunda hastane mortalitesi, peroperatif miyokard infaktüsü ve postoperatif erken dönemde görülen komplikasyonların daha düşük oranda saptandığını bildirmişlerdir (32). Hernandez ve ark. tarafından yapılan benzer bir çalışmada da KPB kullanılarak opere edilen 6126 hasta ile OPCAB operasyonu uygulanan 1741 hasta karşılaştırılmış, hastane mortalitesi ve majör komplikasyon (mediastinit, felç, kanama revizyonu v.b.) oranları benzer bulunmuş, fakat intraaortik balon pump kontrapulsasyonu ihtiyacı ve postoperatif atrial fibrilasyon görülme oranının OPCAB grubunda anlamlı olarak daha düşük olduğu tespit edilmiştir (32). Beating Heart Against 41 Cardioplegic Arrest Studies 1 ve 2 isimli çalışmalarda da 401 hastadan 200’üne OPCAB operasyonu uygulanmış ve hastane mortaliteleri arasında anlamlı bir fark olmamakla birlikte sternal yara infeksiyonu, inotrop kullanım ihtiyacı, aritmi sıklığı, total drenaj miktarı, kan ve kan ürünü transfüzyon oranı, yoğun bakımda kalış süresi ve hastanede kalış süresi oranının OPCAB grubunda anlamlı olarak daha düşük olduğu saptanmıştır (32). Van Dijk ve ark. tarafından yapılan ve 281 hastayı içeren çalışmada 142 hastaya OPCAB operasyonu uygulanmış olup bu hasta grubunda total entübasyon sürelerinin ve hastanede kalış sürelerinin daha kısa olduğu görülmüştür (32). Bu çalışmalarda da görüldüğü gibi OPCAB operasyonu uygulanan olgularda postoperatif morbidite ve organ disfonksiyonu oranlarının konvansiyonel metodla KPB ve kardiyoplejik arrest uygulanarak opere edilen hastalara göre anlamlı bir şekilde düşük tespit edilmiş olması özellikle yüksek risk grubundaki hastaların OPCAB operasyonlarına daha uygun olduğu görüşünü gündeme getirmiştir. Mohr ve ark., 1 hafta içinde akut miyokard infartüsü geçirmiş olan 57 hastaya OPCAB operasyonu uygulamış, operatif mortalite oranını %1.7 ve 5 yıllık survi oranını %82 olarak saptamıştır (32). Chamberlain ve ark., yüksek risk grubunda bulunan 1570 hastadan 332’sine (%21.1) OPCAB operasyonu uygulamış, bu hastalarda toplam drenaj miktarını, transfüzyon ihtiyacını, yoğun bakımda ve serviste kalış sürelerini diğer gruba oranla daha düşük olduğunu tespit etmiştir (32). Bu çalışmaya dahil edilen yüksek risk grubunda yer alan hastalar; 75 yaşın üstünde, sol ventrikül fonksiyonları düşük (EF değerleri %30’un altında), 1 ay içinde geçirilmiş miyokard infarktüsü öyküsü olan, serum kreatinin değerleri 1.5 mg/dl’nin üstünde olan, solunum fonksiyonları bozuk olan ve periferik arter hastalığı öyküsü olan hastalardır. Burada da görüldüğü gibi bu çalışmalar OPCAB operasyonlarının özellikle geçirilmiş miyokard infarktüsü öyküsü olan ve buna bağlı sol ventrikül fonksiyonları düşük olan hastalar için önemli bir avantaj olabileceğini göstermektedir. Bunun yanında renal fonksiyonları, solunum fonksiyonları ve nörolojik fonksiyonları açısından KPB kullanılarak konvansiyonel metodla opere olması halinde postoperatif dönemde çeşitli organ disfonksiyonları gelişme oranı ihtimali yüksek olan hasta grubu açısından da OPCAB prosedürü, önemli bir çığır aşmıştır. Birçok çalışmanın sonuçlarına göre KABG operasyonu geçiren hastaların %20-40’ında AF ortaya çıkması ameliyat sonrası dönemde morbidite açısından önemli bir etken olup, herhangi bir etiyolojik faktörle AF ortaya çıkması arasında kesin bir ilişki ve tam bir birlik sağlanamamıştır ( 47,48,49,50). Bu çalışmaların birçoğunda sol ventrikül performansı, ileri yaş, hipertansiyon, geçirilmiş MI, 42 operatif iskemi süresi, inkomplet revaskülarizasyon, önceden geçirilmiş kardiak cerrahi, koroner lezyonların miktarı, atrial korumanın yetersizliğinin AF sıklığını arttırdığı rapor edilmektedir (50,51,52,53,54,55). Literatürde off-pump ve konvansiyonel kardiyopulmoner bypass tekniğinin atriyal fibrilasyon üzerine etkisini kıyaslayan sınırlı sayıda çalışmalar mevcuttur. Ancak bu çalışmaların sonuçları çelişkilidir ve kesin bir yargıya varılamamıştır. Az sayıda hasta üzerinde yapılan çalışmalarda off-pump tekniği ile atriyal fibrilasyon görülme sıklığının değişmediği bildirilmiştir [13-15]. Salamon ve arkadaşlarının bildirdiği 2569 hastalık seride de atriyal fibrilasyonun off-pump tekniğinde azalmadığı bildirilmiştir [16]. Diğer yandan kardiyopulmoner bypass kullanılmadan atan kalpte opere edilen hastalarda belirgin şekilde atriyal fibrilasyonun azaldığını iddia eden yayınlar da vardır. Miyokard koruma yöntemlerininde supraventriküler taşiaritmi üzerine etkilerini araştıran çalışmalar vardır.Soğuk kardiyopleji tekniklerinin kullanılmaya başlandığı 1970’li yıllardan sonra postoperatif atryial fibrilasyon insidansında artma gözlenmiştir.Bu durum, büyük miktarlardaki potasyumun kalbin içine girmesine ve miyokardın çok hipotermik kalışına bağlanmıştır [44]. Yine bazı çalışmalarda derin myokard hipotermisinin ve elektromekanik arrestin, genellikle ventriküler miyokardiyumu etkilediği, ancak kardiyoplejik arrest sırasında atriyum dokusunun iskemik zararlanmadan korunup korunamadığının bilinmediği ve bu durumun gözden kaçtığı vurgulanmıştır. Smith ve ark. Atriyal ve ventriküler miyokard ısılarını karşılaştırmışlar , atriyum dokusunun daha geç soğuyup daha erken ısındığını ortaya koymuşlardır [55]. Gerçekoğlu ve ark. nın koroner arter cerrahisi sonrası supraventriküler taşiaritmilerde üç farklı miyokard koruma yöntemininin (ventriküler fibrilasyon ve intermittant aortik kros klemp, soğuk kan kardiyoplejisi ve soğuk kristaloid kardiyopleji) etkilerinin karşılaştırıldığı çalışmalarında kristaloid kardiyopleji kullanılan hastalarda supraventriküler taşiaritmi sıklığı anlamlı olarak diğer yöntemlere göre anlamlı yüksek saptanmıştır [56]. Tüm bu çalışmalar gözönüne alındığında birçok kardiyovasküler cerrah, OPCAB operasyonu uygulanan hastaların KPB’ın yan etkilerinden korunduğu görüşünde 43 birleşmektedir. Özellikle KPB sırasında uygulanan hemodilüsyon, hipotermi ve iskemireperfüzyonun meydana gelen yan etkilerin büyük kısmından sorumlu tutulması sebebiyle bu görüş oldukça fazla destek bulmaktadır. Literatürde KPB’ın AF oluşumu üzerine etkisi konusundaki veriler birbiriyle çelişmektedir. Önceki çalışmalarda düşük hasta sayıları ile KPB ve AF sıklığı arasında ilişki saptanmamıştır. Diğer bazı çalışmalar KPB’ın kullanılmadığı operasyonlarda AF’un azaldığını göstermişlerdir. Kilger ve arkadaşları KPB kullanımının artmış AF ile ilişkisini göstermişlerdir (17). Bizim çalışmamızda Off-Pump grubu ve KPB grubu arasında AF sıklığı açısından fark görülmemiştir. İki grubun anjiyografik incelemelerinin karşılaştırılmasında sağ koroner arterde kritik lezyon varlığı açısından istatistiksel anlamlı fark olmasının AF sıklığını etkileyebileceği düşünülmüş ve ileri istatistiksel analizle her iki grup içinde sağ koroner arterde kritik lezyon varlığı ve yokluğuna göre hastalar ikiye ayrılmış ve bu grupların AF gelişim frekansı istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır. Her iki grup içinde de sağ koroner arterde kritik lezyon varlığı AF üzerine istatistiksel anlamlı fark yaratmamaktadır. Bu sonuç, çalışmamızda iki grup arasında saptanan bu farkın, sonucu anlamlı şekilde etkilemediğini düşündürmektedir. Atriyal fibrilasyon koroner arter cerrahisi sonrası en sık görülen aritmidir. Koroner arter bypass cerrahisi sonrası görülen atriyal fibrilasyon insidansı geniş serilerde %20 ile % 40 arasında bildirilmektedir[1-3]. Bu klinik problem halen önemli bir morbidite sebebi olmaya devam etmektedir. Cerrahi ve anestezideki gelişmeler ile myokard korumasındaki ilerlemelere rağmen bu aritmilerin sıklığında önemli bir azalma sağlanamamıştır. Literatürde atriyal fibrilasyonun, hemodinamik instabilite, artmış strok riski, uzamış hastane kalım süreleri, artmış antiaritmik ajan ve pacemaker kullanımı ve artmış tedavi maliyetleri ile ilişkisi gösterilmiştir [1,4-6] Ancak halen koroner arter cerrahisi sonrası görülen atriyal fibrilasyonun etiyolojisi tam olarak bilinmemesine rağmen, literatürde pek çok risk faktörü ve tetikleyici olaylar öne sürülmüştür. Pek çok yazar, kardiyopulmoner bypass kullanımının rolünü suçlamıştır. Son yıllarda kardiyopulmoner bypass kullanmadan atan kalpte koroner arter cerrahisi giderek artan sıklıkta uygulanmaya başlanmıştır. Amaç, kardiyopulmoner bypass ve beraberinde kullanılan vücut soğutma yöntemlerinin fizyolojik sistemler üzerine olan olumsuz etkilerinden kaçınmaktır. Bu durum cerrahi endikasyon sınırlarını ciddi oranda 44 artırmıştır. Özellikle 70 yaş üstü hastalarda, ileri derecede düşük ejeksiyon fraksiyonu olan vakalarda, reoperasyon durumunda, serebrovasküler hastalık, karaciğer hastalığı, kanama bozuklukla, ileri derecede kalsifik aortası olan hasta gruplarında ya da kan ve kan ürünleri kullanılamayan hastalarda konvansiyonel KPB kullanılarak yapılan ameliyatlara göre üstünlük sağladığı çeşitli çalışmalarda bildirilmektedir (9,10,11,12). Literatürde off-pump ve konvansiyonel kardiyopulmoner bypass tekniğinin atriyal fibrilasyon üzerine etkisini kıyaslayan sınırlı sayıda çalışmalar mevcuttur. Ancak bu çalışmaların sonuçları çelişkilidir ve kesin bir yargıya varılamamıştır. Az sayıda hasta üzerinde yapılan çalışmalarda off-pump tekniği ile atriyal fibrilasyon görülme sıklığının değişmediği bildirilmiştir (13-15). Salamon ve arkadaşlarının bildirdiği 2569 hastalık seride de atriyal fibrilasyonun off-pump tekniğinde azalmadığı bildirilmiştir (16). Diğer yandan kardiyopulmoner bypass kullanılmadan atan kalpte opere edilen hastalarda belirgin şekilde atriyal fibrilasyonun azaldığını iddia eden yayınlar da mevcuttu (17,18). Kilger ve arkadaşları çalışmalarında kardiyopulmoner bypass prosedürünün atriyal fibrilasyon sıklığını açıkça arttırdığını ileri sürmüşlerdir (17). Çalışmamızda atrial fibrilasyon takibinde sürekli monitorizayon yapılmadığından kısa süreli atriyal fibrilasyon atakları atlanmış olabilir. Holter monitorizayonu kullanılarak yapılan bir çalışmada Af insidansı %41.3 iken, aralıklı EKG çekilerek yapılan takipte bu oran %19.9’a düşebilmektedir [57]. Ancak sonuç olarak, koroner arter cerrahisi sonrası klinik olarak önemli kabul edilebilecek, tedavi gerektiren AF olguları çalışmaya tamamıyla dahil edilmiştir. Sonuç olarak, çalışmamızda AF sıklığı açısından Off-pump ve KPB grupları arasında fark saptanmamıştır. Bu sonuç; kardiyopulmoner bypass prosedürünün AF gelişimi üzerine önemli etkisi olmadığını düşündürmektedir. Koroner arter cerrahisi sonrası gelişen AF’nun etiyolojisinde kardiyopulmoner bypass prosedürüne, hipotermiye ve kardiyoplejik arreste bağlı etiyolojik araştırmalardan uzaklaşılarak, her iki operasyon tekniğinde (KPB’a girilerek arrest kalpte ve KBP’a girilmeden atan kalpte) ortak olması mümkün olan etiyolojik sebeplerin (revaskülarizasyona bağlı reperfüzyon hasarı, kardiyak cerrahi girişime bağlı kalbin çeşitli bölgelerinin manipülasyonu, postoperatif perikardiyal effüzyon, elektrolit imbalansı, perioperatif katekolamin deşarjı, yaşa bağlı atrium 45 dokusundaki dejeneratif değişiklikler, postoperatif periyotta elektro fizyolojik parametrelerdeki değişiklikler vb) araştırılmasına yönelmenin uygun olacağı görüşündeyiz. KAYNAKLAR 1. Cresswell LL, Schuessler RB, Rosenblom M, Cox JL. Hazards of postoperative atrial arrhythmias. Ann Thorac Surg 1993; 56: 539-59. 2. Ommen SR, Odell JA, Stanton MS. Atrial arrhythmias after cardiothoracic surgery. NEJM 1997; 336:1429-34. 3. Creswell LL. Postoperative atrial arrhythmias: Risk factors and associated outcomes. Semin Thorac and Cardiovasc Surg 19999; 11:303-7. 4. Sibert J, Anisimowitz L, Lango R ve ark. Atrial fibrillation after coronary artery surgery bypass grafting: Does the type of procedure influence the early postoperative incidence? Eur J Cardiothorac Surg 2001; 19(4): 455-59. 5. Aranki SF, Shaw DP, Adams DH, et al. Predictors of atrial fibrillation after coronary artery graft surgery: Current trends and impacts on hospital resources. Circulation 1996;94:390-7. 6. Almassi GH, Schowalter T, Nicolosi AC, Aggarwald A. Atrial fibrillation after cardiac surgery: A major morbid event? Ann Surg 1997; 226:501-13. 46 7. Dixon FE, Genton E, Vacek JL, Moore CB, Landry J. Factors predisposing to supraventricular arrhythmias after coronary artery bypass grafting. Am J Cardiol 1986; 58:476-8. 8. Ad N, Snir E, Vidne BA, Golomb E. Potential preoperative markers for the risk of developing atrial fibrillation after cardiac surgery. Semin Thorac and Cardiovasc Surg 1999; 117:298-301. 9. Stamou SC, Corso PJ: Coronary revascularization without cardiopulmonary bypass in high-risk patients: A route to the future. Ann Thorac Surg 2001;71:1056. 10. Ricci M, Karamanukian HL, Abraham R, et al: Stroke in octogenarians undergoing coronary artery surgery with and without cardiopulmonary bypass. Ann Thorac Surg 2000;69:1471. 11. Koutlas TC, Elbeery JR, Williams JM, et al: Myocardial revascularization in the elderly using beating heart coronary artery bypass surgery. Ann Thorac Surg 2000;69:1042. 12. Pasini E, Ferrari G, Cremona G, et al: Revascularization of severe hibernating myocardium in the beating heart: Early hemodynamic and metabolic features. Ann Thorac Surg 2001;71:176. 13. Cohn WE, Sirois CA, Johnson RG. Atrial fibrillation after minimally invasive coronary artery bypass grafting: A retrospective, matched study. J Thorac Cardiovasc Surg 1999;117:298-301. 14. Puskas JD, Wright CE, Ronson RS, Brown WM, Gott JP, Guyton RA. Offpump multivessel coronary bypass via sternotomy is safe and effective. Ann Thorac Surg 1998;66:1068-72. 15. Staatvedt K, Fiane AE, Sellevold O, Nordstrand K. Is atrial fibrillation caused by extracorporeal circulation? Ann Thorac Surg 1999;68:931-3. 16. Salamon T, Michler RE, Knott KM, Brown DA. Off-pump coronary artery bypass grafting does not decrease the incidence of atrial fibrillation. Ann Thorac Surg 2003;75:505-7. 17. Kilger E, Weis FC, Goetz AE, Frey L ve ark. Intensive care after minimally invasive and conventional coronary surgery: A prospective comparison. Inten Care Med 2001;27:534-9. 18. Stamou SC, Dangas G, Hill PC ve ark. Atrial fibrillation after beating heart surgery. Am J Cardiol 2000;86:64-7. 47 19. Frering B, Philip I, Dehoux M, Rolland C, Langlois JM, Desmonts JM. Circulating cytokines in patients undergoing normothermic cardiopulmonary bypass. J Thorac Cardiovasc Surg 1994;108:636-41. 20. Aydın NB, Gerçekoğlu H, Aksu B, Özkul V, Şener T, Kıyğıl İ, Türkoğlu T, Çimen S, Babacan F, Demirtaş M. Endotoxemia in coronary artery bypass surgery: A comparison of the off-pump tecnique and conventional cardiopulmonary bypass. J Thorac Cardiovasc Surg 2003;125:843-8. 21. Ascione R, Lloyd CT, Underwood MJ, Lotto AA, Pitsis AA, Angelini GD. Inflammatory response after coronary revascularization with or without cardiopulmonary bypass. Ann Thorac Surg 2000;69:1198-204. 22. Fransen E, Maessen J, Dentener M, Senden N, Geskes G, Buurman W. Systemic inflammation present in patients undergoing KABG without exracorporeal circulation. Chest 1998;113:1290-5. 23. Taggart DP, Sundaram S, McCartney C, Bowman A, McIntyre H, Courtney JM, Wheartley DJ. Endotoxemia, complement and white blood cell activation in cardiac surgery: A randomized trial of laxatives and pulsatile perfusion. Ann Thorac Surg 1994;57:376-82. 24. Faymonville ME, Pincemail J, Duchateau J, Paulus JM, Adam A, DebyDupont G, et al. Myeloperoxidase and elastase as markers of leukocyte activation during cardiopulmonary bypass in humans. J Thorac Cardiovasc Surg 1991;102:309-17. 25. Hennein HA, Ebba H, Rodriguez JL, Merrick SH, Keith FM, Bronstein MH et al. Relationship of the proinflammatory cytokines to myocardial ischemia and dysfunction after uncomplicated coronary revascularization. J Thorac Cardiovasc Surg 1994;108:626-3 26. Gu YJ, Mariani MA, van Oeveren W, Grandjean JG, Boonstra PW. Reduction of the inflammatory response in patients undergoing minimally invasive coronary artery bypass grafting. Ann Thorac Surg 1998;65:420-4. 27. Stephenson LW. History of cardiac surgery. In: Edmunds LH Jr, Cohn LH ed. Cardiac surgery in the adult. New York, McGraw-Hill Companies, 2003:3-29. 28. Demirtaş MM, Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi arşiv kayıtları. 29. Edmunds LH Jr, Hessel EA, Colman RW, Menasche P, Hammon JW Jr. Extracorporeal circulation. In: Edmunds LH Jr, Cohn LH ed. Cardiac surgery in the adult. New York, McGraw-Hill Companies, 2003:315-87. 48 30. Dignan RJ, Kadletz M, Dyke CM, Lutz HA, Yeh T, Wechsler AS. Microvascular dysfunction after myocardial ischemia. J Thorac Cardiovasc Surg 1995;109:892-898. 31. Mangano CM, Hill L, Cartwright CR, Hindman BJ. Cardiopulmonary bypass and the anesthesiologist. In: Kaplan JA ed. Cardiac anesthesia. Philadelphia, WB Saunders Company, 1999:1061-110. 32. Ascione R, Caputo M, Angelini GD. Off-pump coronary artery bypass grafting: Not a flash pan. Ann Thorac Surg 2003;75:306-13. 33. Metin K, Oto Ö. Minimal invaziv kalp cerrahisi. Türkiye Klinikleri Kardiyoloji Dergisi. 2003;16(4):361-8. 34. Buffolo E, Gerola LR. The evolution of coronary artery grafting on the beating heart. In: Salerno TA, Ricci M, Karamanoukian HL, D’Ancona G, Bergsland J ed. Beating heart coronary artery surgery. New York, Futura Publishing Company, 2001:3-8. 35. Doç.Dr.Tayfun Güler, Aritmi ve Elektrokardiyografi, 16.12.2002 36. Suat Canbaz. Kororoner arter cerrahisi sonrası AF gelişimindeki belirleyicilerin irdelenmesi. TKDC Dergisi; Ekim, 2000, cilt 8, sayı 4,767-770. 37. L. Erik PausJenssen MD; FRCP(C), Cardiology Resident, Division of Cardiology, University of Saskatchewan. Atrial Fibrillation Following Coronary Artery Bypass Grafting. 38. Almassi GH, Schowalter T, Nicolosi AC, Aggarwal A, Moritz TE, Henderson WG, et al. Atrial fibrillation after cardiac surgery: A major morbid event? Ann Surg 1997;226:501-11. 39. Aranski SF, ShawDP, Adams DH, Rizzo RJ, Couper GS, VanderVliet M. Predictors of atrial fibrillation after coronary artery surgery. Current trends and impact on hospital resources. Circulation 1996;94:390-7. 40. Creswell LL, Schuessler RB, Rosenbloom M, Cox JL. Hazards of postoperative atrial arrhythmias. Ann Thorac Surg 1993;56:539-49. 41. Maisel WH, Rawn J, Stevenson WG. Atrial fibrillation after cardiac surgery. Ann Intern Med 2001;135:1061-73. 42. Braunwald, E. (2001). Heart Disease: A textbook of cardiovascular medicine (6th edition). Philadelphia: W.B. Saunders Company. 43. Fuster V, Ryden LE. ACC/AHA/ESC Guidelines for the Management of patients with atrial fibrillation. J Am Coll Cardiol 2001;38(4):1-69. 49 44. Cox, JL. A perspective of postoperative atrial fibrillation in cardiac operations. Ann Thorac Surg 1993;56:405. 45. Thompson AE, Hirsch GM, Pearson GJ. Assessment of new onset postcoronary artery bypass surgery atrial fibrillation: Current practice pattern review and the development of treatment guidelines. J Clin Pharm Ther 2002;27:21-37. 46. Stebbins D, Igidbashian L, Goldman SM, et al. Clinical outcome of patients who develop atrial fibrillation after coronary artery bypass graft surgery. PACE 1995;18:798. 47. Rubin DA, Hieminski KE, Reed GE, Herman MY. Predictors, prevention and longterm prognosis of atrial fibrillation after coronary arter surgery. J Thorac Cardiovascular Surgery. 1987:94:331-335 48. Dimerod OJM, McGregor CGA,Stone DE. Arrhytmias after coronary bypass surgery. Br.Heart j. 1984:51:618-621 49. Vecht RJ, Nicolaide EP, Ikwenka JK, Liassider CH. Incidence and prevention of supraventricular tachyarrhytmia after coronary arter surgery. Int J Cardiolaogy 1986:13:125-134 50. Groves PH,Hall RJC.Atrial tachyarrhytmia after cardiac surgery. European Heart J. 1991:12:458-463 51. Tyras DH, Stotheart JC. Supraventricular tachyarrhytmias after myocardial revascularisation. A randomized trial of prophylactic digitalisation. J Thorac Cardiovasc Surgery. 1979:77:310-31 52. Laitch JQ, Thomson D. The importance coronary artery bypass grafting. J Thorac Cardiovasc Surgery. 1990:100:338-342 53. Muller JC, Khan N. Atrial activity during cardioplegia and postop arrhytmias. J Thorac Cardiovasc Surgery. 1987:94:558-565 54. Cameron A, Schwotz MJ. Prevalence and significance of atrial fibrillation in coronary disease. Am J Cardiology. 1988:61:714-717 55. Smith PK, Buhrman WC. Supraventricular condition abnormalities following cardiac operations. A comparison of inadequate atrial preservation. J Cardiovasc Surgery. 1983:85:105-115 56.Gerçekoğlu H, Evrenkaya S, Aydın B, Şener T, Karabulut H, Türek O. Koroner Arter Cerrahisi Sonrası Supraventriküler Taşiaritmiler: Üç Farklı Miyokard Koruma Yönteminde Karşılaştırmalı Klinik Çalışma.Kardiyoloji.Cilt :7 Sayı:3 2000 50 57.Aranski SF,Shaw DP,Adams DH ,et al.Predictors of atrial fibrillation after coronary artery surgery: Current trent and impact on hospital resources. Circulation 1996; 94: 390 – 7. 51