S.D.Ü. iLAHiYAT FAKÜLTESi ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON THE CONTRIBUTION OF TURKISH WORLD TO ISLAM 31 Mayıs-1 Haziran 2007/31 May-1 June 2007 BİLDİRİLER Dem. No: Tas. No: ISPARTA 2007 S.D.Ü. iL.AııiY AT FAKÜLTESi YAYlNLARI NO: 20 BİLİMSEL TOPLANTlLAR SERİSİ: 8 YAYlN EDITÖRLERİ Prof. Dr. İsmail Hakkı GÖKSOY Dr. Nejdet DURAK KAPAK Nejdet DURAK ISBN 978-9944-452-13-7 Birinci Baski Eylül:2007 ISPARTA ·- . Yazıların sorumluluğu yazariarına aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla iktihas ve atıf şeklinde kullanılabilir. İsterne Adresi: S.D. Ü. İlahiyat FakültesiISPARTA Tel: =(246) 211 3881 Faks: O(246) 237 10 58 BASKI Fakülte Kitabevi Baskı Merkezi Fakülte Kitabevi Yayın Dağıtım Pazarlama Ltd. Şti. Kutlubey Malı. 1004 Sokak No: 15/B ISPARTA Tel: O(246) 233 03 74&75 Faks: O(246) 233 03 76 e-mail: [email protected] KADlHAN DÖNEMİNDE (XII. Y.Y.) FIKIH VE YAŞAM Samagan MYRZAİBRAİMOV* Günümüzde Kırgız ülke sınırlan içerisinde bulunan Özkenıl şehrinden çıknuş olan Hasan b. Mansur b. Mahmud b. Abdulaziz el-Uzcendi'ye 'Fahru'l-Mille ve'd-Din' ve 'Ebu'l-Mehasin ve'l-Mefahir' gibi lakaplar atfedilınekte ise de daha çok nispet edilen ve neredeyse asıl ismi haline gelen lakabı, 'Kadıhan'dır. 2 Kadıhan'ın doğduğu yer ve doğum tarihi kaynaklarla tespit edilmiş olmamakla birlikte doğum yerinin Özkent olma ihtimali yüksektir. Kadıhan'ın eğitimini nerelerde, kimlerden hangi ilimleri öğrendiği ve nerelerde kimlere hocalık yaptığı hakkında çok az bilgiye sahibiz. Herhalde bu sadece Kadıhan için değil o dönemlerdeki birçok alim için de söz konusu olsa gerektir. Hocalarına ve o dönemdeki ilim tahsil sistemine bakılırsa Kadıhan'ın Merginan, Semerkand, Fergana, Belli ve Buhara gibi ilim merkezlerinde ilim tahsil yapma olasılığı yüksektir. Kadıhan, dedesi Mahmud el-Uzcendi, Ebu İshak es-Saffar, Zahiruddin Hasan el-Merginani ve Nizamuddin Ebu İshak el-Merginani'den ilim tahsil etmiştir. Diğer yandan Cemaluddin Mahmud el-Hasiri, Şemsuddin Muhammed el-Kerderi, İftiharuddin Tıihir el-Buharl ve Sadm'l-İslam Tahir b. Muhammed el-Buharl'ye hocalık Ebu'I-Kasını yapmıştır. Onun meslek hayatına gelince ailevi bir meslek haline gelen kadılık mesleğini dedeleri gibi Kadıhan da devam ettirmiştir. Her şeyden önce o bir alimdi. Kaynaklarda Kadıhan'dan 'deniz gibi ilmi derinliği olan, en zor ve hassas konulan çözebilen, derin anlayışlı bir alim' olarak bahsedilınektedir. 3 Tabakat kitaplan onu aynı zamanda 'meselede müctehid' olarak nitelendirir. Onun bıraktığı eserler de bu vasıflandırmalan fazlasıyla doğrular. Kadıhan'ı 'ehli't-tercih' derecesine koyaniann olmasına karşın, günümüz fıkıh araştırmacılannın içerisinde Kadıhan'ı "mezhepte müctehid" olarak görenler de vardır. 4 Bazı tabakat kitaplarında 'Sultanu'ş-Şeria ve Burhanu't-Tarika' 5 olarak övülen Kadıhan'ın öğrencisi Mahmud el-Hasiri'nin şu sözleri Kadıhan'ı en iyi tarif eder: "O bir kadı, imam ve üstat, toplumun sevinci ve İslam'ın direğidir ve Doğunun Müftiyidir" .6 Buhara'da vefat eden Kadıhan, ilmi tahsilini burada devam ettirirken, mesleki hayatını (kadılık ve müftülük) bu şehirde sürdünnüş olup Karahanlı döneminin Buhara'daki en tanınmış ve en güçlü fakihlerin arasına ismini yazdırınayı başarmıştır. Kadıhan'ın içinde bulunduğu ilmi çevresi açısından ilim öğreniminde bölge, soy ve ailenin belirleyici rol oynadığını anlamamızı sağlamaktadır. Aynı zamanda Kadıhan, yaşadığı çağ • Arş. Gör., Oş Devlet Üniversitesi ilahiyat Fakültesi KIRGIZİSTAN ı Kırgızca: Özgön, Rusça: Uzgen, Arapça: Uzcend 2 Yusuf İlyan Serkis, Mu'cemu'l-Matbfiati'l-Arabiyye ve'l-Muarrebe, Matbaatu'l-Behmen, Kum 1814, ll, 1457; Takiyyuddin b. Abdulkadir et-Temiml, Tabakatu's-Seniyye fi Teracimi'l-Hanefiyye, thk. Abdulfettah Muhammed Helu, Daru'r-Risale, Riyad 1983, III, 116; Abdulhayy Leknevl, el-Fevaidu'l-Behiyye fi Teracimi'l-Hanefiyye, Daru'l-Marife, Beyrut 1906, 64; Ebu Adi Zeynuddin Kasım İbn Kutluboğa, Tacu't-Teracim fi Men Sennefe inine'l-Hanefiyye, Daru'lKelam, Dımaşk 1991, 89; Hayruddin Zirik;li, el-A'liim, II, 238-239; Katip Çelebi, Keşfu'z-Zunun, Matbaatu'l-Alem, Dersaadet h.1310, II, 169-170; Ömer Rıda Kehhale, Mu'cemu'l-Muellifin, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabl, Beyrut 1961, III, 297; Mecduddin Yakub Firuzabadl, el-Mirkatu'l-Veliyye fi Tabakati'l-Hanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi: Reisü'lKüttab, nr. 671-672, I, vr.21; Ali el-Karl, el-Esmaru'l-Ceniyye fi Esmai'l-Hanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi: Şehit Ali Paşa, nr. 1844 vr. 46; Kınalızade Ali Efendi, Tabakatu'l-Hanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi: Hasan Hüsnü Paşa nr. 844, vr. 52-53; Kays Ali Kays, el-İraniyyun ve'l-Edebi'l-Arabi ve Ricalu'l-Hanefiyye, Muessesetu'l-BuhGs ve't-Tahkikat, Tahran 1991, V, 208; İbnu'l-İmad Ebu'I-Fettah Abdulhayy b. Ahmed, Şezeretu'z-Zeheb fi Alıbari Men Zeheb, thk. Mahmud Arnavut, Daru İbn Kesir, Beyrut 199l, VI, 504-505; YusufZiya Kavakçı, XI-XII. Asırlarda Karahanlı Devrinde Mavara al-Nahr İslam Hukukçuları, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara 1976, 126; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri (HFA], T.D.V. Yayınevi, Ankara 1990,56. 3 Leknevi, el-Fevaid, 64-65; Kays, el-İraniyyun, V,208; Temimi, Tabakat, VII, 116. 4 Taşköprüzade, Tabakatu'l-Fukaha, Matbaatu'z-Zuherai'l-Hadise, Mevsi! 192:1, 98; Kays, el-İraniyyun, V,208; İbnü'l­ İmad, Şezeretü'z-Zeheb, VI,504; Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi[İHT], İz Yayıncılık, İstanbul 1999, 249. 5 Kınalızade, Tabakat, 52-53. 6 Teminıi, Tabakat, lll, 117. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPO:lYUMU açısından ve ilmi yeteneği ve birikimi açısından, fikhın tanımı dahil, o zamanki fıkhi gelişmelere yönelik değerlendirmelere yaşaınıyla cevap verir niteliktedir. Bunun yanında Kadıhan, -günümüzde de tartışma konusu olan ve xı:. asırda başlayıp devam ettiği ileri sürülen- fıkhın duraklama ve gerileme dönemine, gerek yazdıklanyla gerek kendi yaşaınıyla, bir fakih olarak duruşuyla bize örnek ve kaynak olmaktadır. İslam literatürünün temel kavramlanndan olan fikhın anlatırnma ve tartışmaya değer gördüğümüz bazı konulara değinirken, onun görüşlerine ara sıra yer versek de kronolojik-tematİk sıralamaya bağlı kalacağız. Yani bir yandan teorik yaklaşım sergilerken, diğer yandan da tarihin sayfalanna eğilerek, -tartıştığımız konular çerçevesinde- örneklerneye değer gördüğümüz kişilik olan Kadıhan'ın yaşamından, çevresinden ve diğer ilgili verilerden hareketle bir bütünlük içerisinde soru ve sonınıanınıza cevap arayacağız. fıkhi Fıkhın Amel Temelinde Anlatımı Fıklım tanımını - Kadıhan'ın dedesi Abdulaziz el-Uzcendi'nin hocası olan ve aynı zamanda da on altı sene Özkent'te hapiste yatan Şemsu'l-Eimme es-Serahs!'den ödünç aldığımız tanım çerçevesinde- 'fakih' temelinde açıklamak daha isabetli görünınektedir. Serahsi'nin bu tanımı aynı zamanda Pezdevi tarafindan da kullanılmaktadır. Bu tanımın diğer tanımlardan temel farkı, fıkhı, sıradan bir bilme veya tasdik değil, edimselleşen/amele dönüşen ve kişilik/dini değerlerle kişi/fakili tarafindan bütünleşen bilgi olarak tanımlarımasıdır. Serahsi ile Pezdevi fikhın tanımını yaparken, 'fikhi hikmet' denilen- dini değerlerin bütünsel ilişkisini içinde bulunduran ve o doğrultuda edirnselleşen/amel edilen bilgiye vurgu yapan aynntıyı iyi yakalaınıştır. 7 Fıkıh araştırmacılannın genel eğilimi, fiklıın kavramsanaşma sürecinin, Ebu Hanife'nin tanımından başladığı ve ilk 'teknik' tanım olarak kabul edilen Bakıllaru'nin8 tanımıyla devam edip, daha sonra teknik olarak geliştiği yönündedir. Bu düşünceden hareketle çeşitli fikıh tanımlannda geçen önemli unsurlan incelerken, her tanımda açıkça ya da zımnen bulunan Mükellefin fiilleri/amel, şer'f hüküm, arnelf hüküm/norm, taftili delfl, istidlal ve bilmek (ilim/tasdik) gibi ortak unsurlan fark ederiz. Bu unsurlar, fiklıın kavramsaliaşma sürecinin ötesinde, tanımlayanın -kendi din, bilgi, bilgi edinme ve şeriat anlayışının izin verdiği veya gerektirdiği şekilde­ kendine ait bir tanıııılamaya gitınesiyle önem kazarımaktadır. Serahs! ve Pezdevi'nin penceresinden baktığımızda, tarihsel gelişim çerçevesinde değil tarih üstü bir tanımlama yaptıklarını görmekteyiz. Serahsi. ve Pezdevi'nin tanımında yer alan amel, aynı zamanda bize fakili'i her şeyden önce bir -tinsel edimler bütünü diyebileceğimiz- kişi olarak karşımıza sunar ki, bu arnelin anlarnlaşmasının temel taşıdır. Kişi olmadan amelin'anlamlaşmadığı gibi amel olmadaiı kişiden ve kişinin soruıııluluğundan söz etınek de mümkün değildir. Bu açıdan da Ebu Hanife fikhı 'kişinin hak ve ödevlerini bilmesi' 9 olarak tanımlarken, 'kişi/nefs' kavramını kullanarak daha isabetli ve kişiyle arneli bir bütün olarak tamamlayan bir tanımda bulunur. Serahsi'nin referans aldığını düşündüğümüz Ebu Hanife'nin tanımı, ilk bakışta genel bir nitelik taşıyor gibi gözükse de, onun ideal 'ilim/iman ve edim/amel' ilişkisi anlayışı bunun sadece genel bir yaklaşım olmayıp, onun aklında ideal olarak ilminiimanın edirni/ameli gerektirdiği ve bununla bütünleştiği düşüncesi saklıdır. Çünkü kişinin, lehinde ve aleyhinde olanı bilmesi bir ameldir/kişisel edirndir; bilinçli, özgür ve özgün yönelimdir. Bir kişi olarak fakili de 'bilinmesi gerekeni' ve 'bilmeyi' bilen, arnelde bulunandır. Bir edinıler bÜtünü olarak fakih, alternatif değerler (amaçlar/hükümler, el-ilm bi'l-meşruat) açisından en anlamlı olanı tercih etınesi (bilgi), bunu başarması için alternatif vasıtalar açısından en uygununu seçmesi (farkındalık, bilinç/ el-itkan fi ma'rifeti'lmeşntat) ve amacını gerçekleştirmek için gerekli kararlılığı edirne dönüştürmesi (ameV el-amel bi'l-ilm) ile İki fakihe göre fıkıh üç kısımdan oluşur: Hükümlerin bilgisi (el-ilm bi'l-meşruat), hükümleri bilme hususunda uzmaniaşmak (el-itkan fl ma'rifoti'l-meşl'llat) ve elde edilen bilgi ile amel etmek (el-amel bi'l-ilm). Fıkıh ancak bu üç hususun bir araya gelmesi ile tamam olur. Bir kimse bunları şahsında toplaroadıkça fakih olamaz. Bkz: Şemsu'l-Eimme Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebu Sehl es-Serahs'i, Usulu's-Serahsi, thk. Ebu'I-Vefa ei-Afgan'i, Daru'I-Marife, Beyrut, I, 10; Fahru'I-İslam Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed b. Huseyn ei-Pezdevi, Kenzu'l-Vusul ila Ma'rifeti'l-Usul, thk. Muhammed ei-Bağdad'i, Daru'I-Kitabi'l-Arabi, B.eyrut 1994, I, 46-48. . 8 ei-Bakıllfuıi, et-Takrib, I, 171; Alıntı: Talip Türcan, İslam Hukuk Biliminde Hukuk Normu [İHBHN], Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2003, 39. 9 Bkz: Sadruşşeria Ubeydullah (Abdullah) b. Mesud b. Mahmud el-Buhar!, et-Tavdih fi Halli Gavamidit-Tenkih, 1-11, Mektebi Sanayi Basması, İstanbul h.l310, I, 19. 7 312 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU kendini ifade eder. İşte bu açıdan değerlendirdiğimizde Ebu Hanife'nin yaklaşımının Serahsi ile Pezdevi'nin fıkıh tanımlamasında somutlaştığını fark ederiz. Ebu Hanife, Serahsi'nin fıkıh tanınıının da temel özelliğini dile getiren amel kavramını -iman ve amel ilişkisi temelinde- iki türlü algılamıştır. Birincisi, iman kavramında içkin olan amel kavramı temelinde, bilinçli yönelim dediğimiz amel, yani edirn. İkincisi, İman kavramında içkin olarak bulunmamakla beraber, -kişinin bütünlüğü gereği- imanın arneli zorunlu kılmasını öngören ideal iman-amel ilişkisi (irade-eylem sürekliliği) temelindeki amel. Bu tür amel, dini ritüelleri yerine getirme ve bilgilirnan doğrultusirnda edirnde bulunınak anlarnındaki ameldir. 10 Serahsi'nin tanımındaki fıkhın edirnselliği/amell özelliği aynı zamanda fıkhın tarihselliğine vurgu yapar. Yani evrensel dini değerler, belli bir zaman ve mekan diliminde, bilinçli bir kişilfakih tarafından arnele döküldükçe/fıkhedildikçe anlam kazanır, dolayısıyla tarihseldir. O zaman fıkhı, dini değerleri şer' i olarak tarihsel alanda anlamlandıran ve aynı zamanda da anlamsallaşan bir normlar bütünü olarak değerlendirebiliriz. Fıkhın bu tanımı, Allah'z layzkzyla tanzmanın 11 ve takdir etmenin 12 ve bu tanıma, bilme ve takdir etmenin ona yüklediklerinin gereğini yerine getirmenin tek yolu olduğunu bize hatırlatır. Kültürü Tanımak: Taklit Dönemi Birçok fıkıh uzmanınınihukuk tarihçisinin tenkit ettiği, bir fakili olarak Kadıhan'ın da içinde yaşamış olduğu 'Taklit Dönemi'ne özellikle Hanefi fıkhının yoğun olduğu bölgelerdeki fıkhın sisternleşmesi ve yaşama uygun hale getirilmesi açısından baktığımızda, bu dönemin 'duraklama dönemi' olarak algılanıp eleştirilmesinin eksik bir değerlendirme olduğunu söyleyebiliriz. Taklit Dönemi'nde büyük müçtehitler devrinin hür ve mutlak içtihadının ve doğrudan Kitap ve Sünnet kaynağından hukuki hayata çözümler ve aydınlık getiren çalışmaların durduğu, onun yerine 'taklitçilik ruhu'nun almaya başladığı 13 gerekçe gösterilmesi, daha çok 'fıkıh usulü' çerçevesindeki bir değerlendirme olduğunu göstermektedir. Aslında bu değerlendirme usul açısından da eksik bir değerlendirmedir. Çünkü eğer bir fıkıh ilimi/usulcüsü bir mezhep temelinde herhangi bir içtihatta bulunacaksa ister doğrudan Kitap ve Sünnetten alıntı yapsın ister do laylı vasıtalar kullansın, belli kurallar bütünlüğüne uymak zorundadır. Bunun taklitçilikle ilişkisi yoktur. Eğer bir illimin herhangi bir mezhebe uymayan kendine özgü varsa, ilkeleriyle uyuşmadığı o mezhep içerisinde değedendirilmez ve mutlaka başka bir mezhep içerisinde değerlendirilmelidir. Çünkü mezhep bir anlamda paradigmatik düşünmeyi gerektirir. Fakat biz eşyaya bakış açısı Birinci arnelde Ebu Hanife, arneli iman kavramında içkin olarak görür. Onun imanı ele alış tarzı bunu gösterir. imanı açıklarken kulun, ikrar, marifet ve emin alınaya kendini adamalteslim olma anlamında 'islam' sğzcüğünü kullanır. "İman: tasdik, marifet, emin olmak, ikrar ve-kulun, Allah'ın kendi rabbi olduğunu ikrar etmeye, buna kesin bir şekilde emin olmaya ve Allah'ın kendi rabbi olduğunu bilmeye kendini adamaktır/teslim etmektir ('islam' sözcüğü kullanılmıştır). Bunlar dilde farklı isimler olup, manaları birdir, o da iman'dır. İslam ise, teslim olmak ve Yüce Allah'ın emrine boyun eğmek anlamına gelir" Buradaki metnin yazılış şekline bakarsak, 'islam' sözcüğü, daha sonraki -İmanın alternatif anlatımı olarak- gelen İslam kavrarnından ayrı bir kullanıma sahip olduğunu görürüz. Buradaki 'islam' sözcüğü diğer edimler gibi bilinçli(ama daha kapsamlı) bir yönelim şeklindedir. Tasdik, ikrar, bilgi, marifet ve bunlara kendini adarnalteslim etme, kişinin edirnidir. Yönelimsel edimdir. Bilgi ve kültür(fıkıh), kendine özgü bir aklı, dolayısıyla düşünüşü ve eylemi yansıtır. Bu anlamda bilgilenrnenin/imanın bizzat kendisi edirn olunca, arneVedİm inanmanın içkin bir unsuru haline gelir. ikinci edim ise dışavurumsal ve dış-etkileyişli olduğu için, daba çok önem kazanmıştır. İşte bu anlarndaki amel, imandan ayrı bir yerde oturur. Fakat her ne kadar bu ayırım belirtiise de, İman-İslam ilişkisi, imanlbilgi-amel/edim zorunlu ilişki çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bundan dolayı amel ile imanı ayırmakla beraber, İslam ile İmanı bilinçli olarak bir görür. Yani ideal Mürnin-Müslüman karşılaşmasını temel alır; (Mümin olup Müslüman olmayan veya Müslüman olup mürnin olmayan (İmamiyeci yaklaşım), -ideal kişide gerçekleşmesi gereken- ideal uyurnun görülmediği kişi tiplerine bakılarak hem mürnin hem de Müslüman olan kişiyi ideal kişi olarak nitelendirdik); Fakih olan Ebu Hanife'nin bu yaklaşımı doğaldır. Çünkü normatİf yaklaşımda bulunarak- olması gerekenden bahsetmiştir. Bunun nedeni de 'İman ile İslam her ne kadar dil yönünden ayrılırsa da İslamsız iman, imansız İslam olmadığı, bu ikisinin sırt ve karın gibi' olduğundandır: "Amel imanın gayrı, iman da amelin gayrıdır. Allah, Hz. Muhammed'i insanları İslam 'a davet etmesi için göndermiştir. O da insanları, Allah 'tan başka ilah olmadığına, bir olduğuna şahadet etmelerine ve O 'ndan getirdiklerini kabul etmeye çağırdı ... Daha sonra tasdik edenler için farzlar konuldu. Bu farzların benimsenmesi imanla beraber(veya onun gereği olarak) gerçekleşen bir amel şeklindedir ... (işte burası kırılma noktasıdır) Buna göre amel işlemeyen tasdiki(inıanz) kaybetmiş olamaz, ancak anıe/siz bir tasdiki elde etmiş olur.·· Bkz: Beyazizade, Ahmed b. Hasan b. Sinaniddin, el-Usulu'lMunifa li'l-İmami Ebi Hanife, thk. İlyas Çelebi, M.Ü.İ.F. Vakfı Yayınları, İstanbul 1996,82-83,96-97. 11 En'arn, 91. 12 Zümer, 67. 13 Karaman, İHT, 122. 10 313 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLANIİYETE KATKILARI SEMPOZl'UMU Taklit Dönemi'ni fıkıh usulü açısından değil, fıkıh ve fıkhın özde-niteliği gereği uygulanabilirliği açısından ele almak:tayız. Kadıhan da bu tür tanırnlara malzeme olabilecek deyimlerde bulunmuştur. Onun, "Zamanımızda bizden birine bir mesele sorulunca, imamlanmızdan ittifakla bir hüküm rivayet edilmişse onunla fetva verilir, müftü sağlam bir müçtehit bile olsa kendi görüşü (re'yi) ile onlara karşi. gelemez. Çünkü büyük olasılıkla, onlar buntin 14 gördüğünden daha kuvvetli bir delil görmesel er öyle hükmetmezlerdi ... " Burada her ne kadar taklit çi bir zihniyete sahipmiş gibi görünse de, eserlerindeki fetvalarında aslında öyle olmadığını görmek mümkündür. Kadıhan'ın burada hükmün ittifakla kabul edilmesine vurgu yaptığına ve böyle bir durumda onların bütünsel olarak doğru sonuca varma olasılığının yüksek olmasına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Eğer fıkhın aynı zamanda hukuku da içerdiğini kabul edeceksek ki, günümüzde fıkhın hukukla aynı nitelikte olan bir kavram olarak değerlendirildiğine de tanık olmaktayız, hukukun sistenıleşmesi ve belli konularda uzman ve kamuoyu konsensüsü hukukun işlediği ve bağlayıcılığı açısından kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu dönem, duraklama döneminin ötesinde fıkhın sistemleşme, kurumsallaşma ve yaşamaya uygun bale getirilme sürecidir. Hükünılerin, temel dini hikmete aykırı olmamakla beraber, aynı temel çerçevesinde farklı yorunıları dile getirdiği bir ortamda, çok hızlı ve bireysel görüşleri ifade eden içtibatlar o dönemlerde de çıkmasına karşın genel eğilim, söz konusu duruma uygun çözümler üzerinde uzlaşmaya gitmek olmuştur. Uzlaşmaya aykın veya genel kabul görmeyen içtibatlar -en fazla büyük takdir toplamanın yanında- uygulanma olasılığı zaten zayıf kalacaktı, çünkü toplumun kültürel düzeyi ve yaşam standartları aynı zamanda b üküınierin · uygulanabilirlik ziunan ve rnekamın belirleniektedir. 15 Aynı zamanda bu dönemdeki İslam Kültürünü fıkıh kültürü olarak nitelendirip, toplumu fııkahanın esiri olarak gören ve geri kalmışlığın nedenlerinden biri olarak değerlendiren yakl~şınıların da çok iddialı söylemler olduğu kanaatindeyiz. İslam kültürünün o dönemlerde fıkıh kültürüne indirgendiğini iddia etmek doğru bir saptama olmakla beraber, diğer taraftan belki de insanlık tarihinde çok az rastlanan kurumsal bir başarının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Çünkü fıkıh dini değerler çerçevesinde edirnselleşeİı yani taribe dökülen bir kurumdur. O dönemin fıkıh kültürü olması, insanları inandıklarıyla günlük yaşamında kullandığı hukuk sisteminin ahenk içinde sistemleştiğini gösterir. Bu düzeydeki bir sistemleşmeye günümüzde bile ulaşılabilıniş değildir ve belki de birçok çağdaş problenılerin başında bu alıengin yakalanamaması gelmektedir. Diğer bir yandan İslam kültürünün fıkılıta somutlaşmasını fıkhın zorlayıcı hükünıler bütünü olması açısında.11 tehlikeli veya yanlış olarak görmek de- doğru değildir. Çünkü meşruiyetini İslam'da.11 alan fıkhın zorlayıcılığı, İslami öğretileri kabul eden ve benimseyen(bir anlamda boyun eğen) kişi için sadece kişisel bir edirnin düzenleyicisi ve etkinleştiricisi niteliği taşır. Bir sanat yaratmada, kimse tarafından zorlanmamakla birlikte, sanat yaratmasında oluşan tinsel birikimin sanatçıyı sürekli zorlaması gibi fıkhi alanda da bir zorlama vardır ve bu zorlayıcılık hem sanatkarın hem de fakihin!kişinin anlamsaliaşmasını sağlar. Bu örneği kültürün oluşumundaki temel kavramlar olan ahlak, örf ve hukukun yapısal birliği çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olur. Çünkü bu üç alanı düzenleyen normlar temelde yapı bakımından benzerlik ve özdeşlik gösterirler. Her üç normun kapsadıkları alan kişinin eylenılerini düzenleyen ilkeleri içerirler. Herhangi bir durumun oluşmasında kuralın öngördüğü şekilde davranmak kişi için bir ödev, bir yükümlülüğü deyimler. Kuralın ilgili olduğu alana göre yüküınlülüğün niteliği değişime uğrayarak ahlak, örf ve hukuki yükümlülük adını alır. Fakat ·kuralın yapısı ve anlam kaynağı hep aynı kalır. 16 Bu nedenle kültür, örf, ahlak ve hukuk kurallarını kapsayan fıkhın zorlayıcılığı temelinde kendini gösterir. Çünkü fıkıh 'olması gerekenden' bahseder ve dolayısıyla alışkanlıktan aynlır. Bu 'olması· gerekenin' pratiğe dökülmesi kültürü anlamlı kılar. Çünkü olması gerekeni arnele dökmek ancak kişinin bilinçli edirninin ürünüdür. Bürokrasi ve Fukaiıanın İktidar Mücadeleleri Kadıhan'ın yaşadığı dönem, Karahanidar dönemine denk gelmektedir. Karahanlılar döneminde özellikle Semerkand ve Bulıara'da bölge fakibieri arasında bir ayınşımın (Semerkand fukahası, Bulıara fııkalıası v .b.) olduğu gibi, b ürokrasi ile fııkaha arasında bir otorite mücadelesinden de söz etmek mümkündür. Kadıhan, Fetava, I, 12. E. Hirş, Hukuk Felsefesi, Güney Matbaacıhk, Ankara 1949, 49. 16 İsmail Kıllıoğlu, Ahlak-Hukuk ilişkisi, M.Ü.i.F Yayınları, istanbul 1988,330. 14 15 314 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU Konumuz açısından Kadıhan'ın yaşadığı dönem olan KarahanWar dönemine değinmekle beraber katiplbürokrasi fukaha mücadelesinin daha Samaniler döneminde söz konusu olduğunu belirtmekte yarar var. İşte bu mücadele Karahanlıların Samaniler karşısında Buhara'yı çok zorlanmadan almasını sağlayan unsurların başında gelmektedir. Samani devletinin zayıflamasıyla meydana çıkan kurumalar arası bölünmelerde temel üç grup kendini göstermekteydi. Birincisi, başında komutanın bulunduğu ordu, ikincisi vezirin idare ettiği bürokrasi/katipler, üçüncüsü Hanefi liderin (Ebu Hafs ailesi) başkanlık ettiği kadılardı. Bu son kurum aynı zamanda devletin yargı kanadı olarak da karşımıza çıkar. Kadılar yavaş yavaş kendilerini hükümetten farklı görmeye başlamış, genelde kendilerini bürokrasi ve ordu arasında sıkça gerçekleşen iktidar mücadelelerinin dışında kaldıklarını fark ettikleri anda Karahanlılara karşı Samani direnişini desteklememişlerdir. Bunun sonucunda 999 yılındaki Karahaniının Buhara çıkartmasında Samani devletinin Buhara halkını Karahanlılara karşı teşvik girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Samani vaizleri cami minherlerinde 'düşmana (Karahanlıya) karşı Samani devletinin yanında saf tutmasının bütün Buhara halkının vazifesi olduğuna' yönelik vaazlarda bulunınuşlardı. Daha sonra kadılarla bu konuyu damşan halk, kadıların 'dini bir farklılık söz konusu değil iken dünyevi konulardan dolayı Müslümanların canını riske atmasının gerekli olmadığı' sözüne uyarak Karahanlılara karşı direniş göstermemiştir. 17 kaderi -Samanilerden ders almayan- Karahanlılar da yaşayacaktı. Karahanlılar Maveraünııehri fethettiği zaman, hala göçebe yapısına sahipti. Samaniler döneminde gelişmiş İranlı bürokrasiye, şehirleri ve yerleşik kırsal alanlan kendileri adına yönetme hususunda güvenmek zonında kalan Karahanlılar, göçebe hayatın kendiler için İranlıların şehir hayatından daha uygun ve iyi olduğunu düşünerek şehirlerden uzak kalmıştı. Bu şehir merkezlerini vekilierinin yönettiği anlamına gelmekteydi. Karahanlı yönetiminde katiplerinibürokrasinin ve fukahanın otoritesindeki değişikliği beklenen bir sonuç olarak görebiliriz. Temelde çoğu Sünni olmayan davetçiler ve sufiler aracılığıyla Müslüman olan Karahanlılar iktidara geldiklerinde resmen tanışmış olduklan Sünni fukahaya/ulemaya güvenemediler. Bunun yerine onlar katipiere/bürokratlara güvendiklerinden fukahayla sürekli çekişme içinde oldular. Karahanlı hükümdarlarının bu tavrı Ahmed b. Umar es-Semerkandl'nin (h.550) XII. y.y. eseri Çahar Makale kitabının birinci kısmında geçen iki rivayette güzel bir şekilde tasvir edilmektedir. Semerkand1, bir rivayetinde Karahanlı hükümdarlarına Gazneli Mahmud'dan gönderilen bir mesajdan bahseder. Burada Gazneli Mahmud tarafından sorulan 'İslam'ın haklılık ve haksızlık gibi hususlarda adaletin tabiatının nasıl olacağı' sorusuna Gazne Sarayında hayranlık uyandıracak cevaplar göndermek arzus_uyla ulemadan cevap hazırlamaları talebinde bulunur. Dört ay sonra bir katibin, bütün sorulara "Allah'ın emrine hürmet ve Allah'ın kullarına sevgi-şefkat" şeklinde verdiği cevap Gazne'de çok beğenilir ve Karahanlı hükümdarı zorluğıın bir katip tarafından aşılıp ulemaya ihtiyaç duyulmamış olmasından menınun kalır. 18 , Fakat aynı Babası Sadru'ş-Şehid İsmail es-Saffar, Şemsü'l-Mülk tarafından idam edilirken, Sultan Sencer Maveraünııehre müdahale edinceye kadar, Kadı'l-Kudat'lık makamını koruyan Sadru'ş-Şehid'in oğlu Ebu İshak es-Saffar -yönetimdekileri çekinmeden eleştİren ve doğru gördüğü bir davranışı gerçekleştirmeye çalışmış ve bundan dolayı da aynı babası gibi yönetimle kavgalı olmuştur. Ebu İshak'ı Sultan Sencer tarafından Merv'e sürgün edilmesiyle liderliği eline geçiren 'Ali Burhan' ailesi de Buhara'da Karahanlılar ile anlaşamamıştır. Karahanlıların Karahitay hükümdarlarının hükmüne boyun eğmelerinden sonra, Ali Burhan ailesinin liderliğindeki fukaha katipler karşısında güçlenmiştir. Karahitay yönetimi altında -merkezi Semerkand olup Buhara'nın ise kuramsal olarak Semerkand'ın hükmü altında olduğu bir ortamda- otoritelerini sürdüren Karahanlı yöneticileri sözde sivil valiler olmasına rağmen Buhara'da şehrin işlerini gerçek anlamda idare eden AI-i Burhan ailesinden olan sadrların gücü sürekli şekilde neredeyse bağımsızlıkları kazanıncaya kadar arttı. Onlar Karahitay yöneticileri adına vergi toplamışlardır. 19 Bu gelişmeleri~ doğal sonucu olarak da kadılar çok zenginleşmiştir. Çahar Makale'nin diğer bir rivayetinde ortaya konulduğu gibi Karahitay birliklerinin Buhara'ya girdiğinde büyük dini yetkili olan Sadr Abdulaziz b. Ömer'in oğlunun (Mahmut b. Abdulaziz olabilir) Karahitay ordusuna başlattığı bir muhalefet sırasında öldürülınesiyle, yerine kardeşi Tacu'I-İslam Ahmet b. Abdulaziz 17 Richard Nelson Frye, Orta Çağın Başarısı Buhara[OÇBB], çev. Hasan Kurt, Bilig Yayınları, Ankara 2000, 148, 158. Ahmed es-Semerkandi, Çahar Makale, thk. Muhammed b. Abdu'I-Vahhil.b Kazvini, Berlin 1927, 27-29. 19 Frye, OÇBB, 182. 18 315 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SE1\.1POZWMU geçmiş, ve 1156 yılına kadar bu görevi yürütmüştür. Katvan zaferinden sonra Gür Han adlı Karahitay Buhara'ya vali tayin ettiği Alptigin'in zulümlerine dayanamayan Buhara halkının şikayeti doğrultusunda Gür Han Alptigin'e bürokrasiye karşı fukahanın elini son derece güçlendiren "Alptigin Ahmet'in emirlerini, Ahmet de Hz. Muhammed'in emirlerini yerine getirsin" şeklinde yazı gönderıniştir. 20 hükümdannın İlim ve Meslek Mirasçılığı: Aile Faktörü Fakih bir aileden gelen Kadıhan'ın şahsi özellikleri, kendisini yetiştiren çevreyle bütünleşmiş ve bu çevre kendi sahasında önüne kimseyi çıkarmayan bir fikıh adamını yetiştirmiştir. Kadıhan'ın gerek ilmi çevresi ve gerekse akraba çevresi, o dönemdeki ilim adarnlarının yetişmesi konusunda da bize ipucu verir niteliktedir. Kadıhan'ın dedesi ve aynı zamanda ilk hocası olarak zikredilen Mahmud b. Abdulaziz el-Uzcend!, Şemsu'l­ Eirnme es-Serahsi'nin öğrencisidir. 21 Kadıhan'ın babasının da fakili olduğunu sadece Fetava Kddfhdn'ın son sayfasından öğrenmekteyiz. Siyasi kişiliğiyle tarihe geçen ve siyasi sebeplerden dolayı Sultan Sencer tarafından Merv'e sürgün edilen es-Sa:ffar el-Buhari, Kadıhan'ın hocalarındandır. Kadıhan'ın amcaları, derlesinin kardeşleri ve onların oğulları da fakili idiler. Leknevi, Hasan b. Ali b. Abdulaziz el-Merginan1'den bahsederken, "Merginaru'nin babası Ali b. Abdulaziz, dedesi Abdulaziz b. Abdurrezzak, amcası Mahmud b. Abdulaziz, amcaoğlunun oğlu Kadıhan've kız kardeşinin oğlu -Hulasa'nın sahibi- Tahir el-Merginaru olmak üzere, bunların hepsinin fikıh iiliroleri olduğunu haber vermektedir?2 Kadıhan'ın fakihler ailesinden gelmesi onun fikıhtaki kalitesinin ve şansının anlaşılmasının yanında, bizi o dönemdeki ilim öğreniminde aile faktörünün önemine yöneltir. Özellikle fı.ıkaha arasında ailece ilim öğrenme ve kadı, müftü gibi dönemin önemli mesleklerinde uzmanlaşmanın yaygın olduğunu görmekteyiz. Bu gelenek Buhara'nın dışında Semerkand, Merv, Horosan ve diğer bölgelerde de yaygın olduğu gibi, Karahanlı dönemi öncesine de uzanmaktadır. Fıkıh öğrenimi ve kadılık görevi üstlenme geleneğinin en ilginç tarafi da, bu ailelerin kadılık, müftülük: ve bunun gibi dönemin en önemli mesleklerini babadan oğla miras bırakma geleneği ve sistemin buna uygun bir zemin hazırlamasıdır. Buna o dönemlerde pek çok örnek verilebilse de konumuzu yakından ilgilendirdiği için yine sadece Buhara ile sınırlı kalacağız. Kadıhan, Buhara'da bulunduğu dönemde Buhara liderliğini sırayla elinde bulunduran iki farklı aile ile de bağlantısım koparmamıştır. Buhara'da Karahanlılar döneminde fukaha arasında liderliği ele geçirmiş, bir süre sonra da şehrin yönetimine hakim olan meşhur Ali Burhan ailesinden önce-Buhara'da hem dini, hem siyasi önder olan- Ebu Hafs ailesi Karahanlılar ile ihtilafa düşmüş, daha sonra bu liderliği bir diğer aile olan Sa:ffari imamları elinde tutmuştıır. Buhara'ya Bağdat'tan gelen -Muhammed eş­ Şeybani'nin öğrencisi- Ebu Hafs el-Kebir'in ismiyle anılan Ebu Hafs ailesi Samaniler döneminde Buhara'da otorite sahibi olmuştıır. Daha sonra Semerkand'daki Samani Emiri Nasr b. Ahmet b. Esed'e mektup yazarak, kendisinden Buhara için bir yönetici rica eden Ebu Abdullah b. Ebu Hafs, babası Ebu Hafs'ın üstlendiği 'Kadı'l­ Kudat'lık görevini sürdürmüştür. 23 XI-XIT. asırlarda Buhara'nın hem dini hem siyasi tarihinde önemli yer alan Saffar ailesi de aynı geleneği sürdürmüştür. 1069'da imam ve reislik görevinin her ikisini birden yürüten Ebu İbrahim İsmail es-Sa:ffar, Şemsü'l-Mülk tarafindan idam edilirken, oğlu Ebu İshak İbrahim b. İsmail, babasının 'mirasçısı' olarak, tabakat kitaplannda, takvası, derin ilim sahibi ve kimseden korkmayan cesaretiyle tanındığı ifade edilen biri olarak karşımıza çıkmaktadır. 24 Selçuklu hükümdan Sultan Sencer Maveraünnehre müdahale edinceye kadar, Ebu İshak yüksek makamım korumuş gözükmektedir. Selçuklu Sultan~ın, Ebu İshak'ı kontrol altına almak için yaklaşık 1102'de Merv'e sürgün edip, onun yerine Kadı'l-Kudat olarak getirdiği, Sultan Sencer'in kız kardeşinin kocası olan Merv'in bilgin dini lideri Abdulaziz b. Ömer el-Maze'nin ailesinin öyküsü 20 Semerkandl, Çahiir Makale, 26. Leknevl, ei-Fevaid, 158; Kınalızade, Tabakat, ll; Zirikli, ei-A'lam, VI, 208; Özel, HFA, 42. 22 Leknevi, ei-Fevaid, 62-63. 23 Frye, OÇBB, 146. 24 Ebu İshak'ın birçok öğrencisi olduğunu söyleseler de isim olarak sadece Kadıhan'ı verirler. Bu bir yönden Kadıhan'ın Saffar'ın önde gelen öğrencisi olduğunu, diğer yönden Kadıhan'ın o dönemdeki ilmi ve fıkhl otoritesini de gösterir. Çünkü o dönemde hocaları tanıtırken en tanınmış öğrencilerinin isimlerini kullanmak bir örf haline gelmiştir. Örneğin Alauddin esSmerekandl'nin 'Tuhfatu'l-Fukaha' adlı eserini tanıtırken Kasani'nin hacası olduğu zikredilir; Bkz. Leknevi, el-Fevaid, 8-9; Kureşi, Cevahiru'l-Mudiyye fı Tabakati'l-Hanefıyye, Meclisu Daireti'I-Mearifı'n-Nizaıniyye, Haydarabad 1332/1993, I, 74. 21 316 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU de yukanda değindiğimiz ailelere benzer niteliktedir. Abdulaziz'e diğerleri gibi Sadr ünvanı ve Burhanu 'l-Mille ve'd-Din lakabı verilmiş, onun bu lakabından dolayı Buhara'da önceki ailelerin elinden liderliği alan aileye 'Ali . Burhan' denmiştir. 25 Nesevi Buhara'da hem sivil hem dini liderliği eller:lnde bulunduran sadrların çok zenginleştiğinden bahseder. Abdulaziz'in torunu olan Sadr Burhanurldin Muhammed b. Ahmet b. Abdulaziz'in serveti ancak en güçlü hükümdarlar ile karşılaştınlabilecek kadar büyümüştür. Onun emir ve sorumluluğu altında 6000'den fazla fakili vardır. Karlılıanın en önemli öğrencilerinden -soyadından da anlaşılacağı gibi Abdulaziz el-Buhari'nin torunu olan- Sadru'l-İslam Tahir b. Mahmut b. Alunet b. Abdtılaziz b. Ömer Maza eiBuhari'nin26 de -ünvanından hareketle sadr olduğunu varsayarsak ilim ve meslek geleneğinin -özellikle çok prestijli ve gelir getiren mesleklerde aile faktörünün ne kadar etkili olduğunu fark ederiz. Nesevi'nin 'Srre'sinde belirtilcliğine göre yaklaşık 1209'da Melik Sencer'in iktidanna son verip Buhara'yı alan Harezmşah Muhammed b. Tekiş, Sadr Muhammed b. Ahmet b. Abdulaziz'i Harezm'e esir olarak gönderirken, onun yerine dışandan veziri Nizamu'l-Mülk'ün kardeşi Mecduddin Mesud b. Salih el-Feravi'yi 27 Buharalı Hanefi kadıların başına getirmiştir." Dolayısıyla en verimli görevlerde sadece aktörlerin değiştiği bir sahnede, senaryo hep aynı kalınıştır. Fıkhi-İimi Geleneğin Eserlerle Yaygınlaşması Kadıhan'ın en önemli eseri olan Fetava'yı incelediğimizde, onun alıntı yaptığı birçok eser ve ilim adamlannın isimlerine rastlanz. Fetava Kadihan'da ismi geçen eserler: Zahiru'r-rivaye28 , Keysaniyaf 9 , Nevazil30, NevadrrJ 1, Munteka32 , Ase 3, el-Cılmiu'l-Kebir, el-Camiu's-Sagir, ez-Ziyadat, Şerhu'l-Hiyee 4 , Şerhu' s-Seyran35 , Vakıat. 36 Kadıhan eserinde kitap isimlerinden çok aıirnlerin adlarını zikrederek belirli konularla ilgili görüşlerini eserlerden çok alimierin isimlerine rastlanz. Fetava'da adı geçen alimierin isimleri şunlardır: İbrahim en-Nehai, Ebu Hanife, Şafii, İmam Malik, İmam Zufer, Sufyan es-Sevr!, İmam Muhammed, Ebu Yusuf, Hasan el-Kerhl, Şemsu'l-Einırne, Ebu Bekr Muhammed b. Fadl, Beyhaki, el-Hakimu'ş-Şehid, Şemsu'l-Einırne el-Helvani, Şemsu'l-Eimme es-Serahsi, Ebu Hafs es-Sefkerderl, Natıfi, Ensari, Hilal, el-Hassaf, Hasan b. Ziyad, Havahirzade, Ebu'l-Leys, ebu'I-Kasım es-Saffar, Hilf, Ebu Ali es-Sugdi, Kudurl, el-Hakim Ebu'l-Fadl, Ebu Suleyman, Ebu Hafs, Ebu Nasır, Muhammed b. Selam, Muhammed b. Seleme, Kadı Hişam, Ebu Cafer, Zahid Ali b. Muhammed el-Pezdevi, Muhammed b. Mukatil er-Razi, Ebu İsme, Said b. Muaz elMervez'i, Ebu Ali en-Nesefi, Ebu Hasan es-Sugd'i, Ebu Bekr el-Belhl, Muhammed b. İbrahim el-Meydan!, Ebu'IIIasan el-Kumm1, Rustem, İsanmddin, Nasir, İbn Ebi Leyla, Ebu'I-Kasım el-Belhl, İbnu's-Semmae, Beşir b. Velid, Sadru'ş-Şehid, Şeddad b. Hakim, Ebu Nasır ed-Debbus1, Ebu Bekr el-İyad1, Ebu Cafer Hinduvani, Ebu Bekr el-İskaf, el-Hakim es-Semerkatıd1, Halid b. Sebih, İsa b. Eban, Ebu Suleyman Cüzcani, Ebu Nasr, İbn Şübrüme, Muhammed b. El-Ezher, İs!, Zendevisi, Ebu Bekr el-A'maş, el-İsbicabl. aktannıştır. Dolayısıyla Fıye, OÇBB, 181-182. Ömer Rıza Kehhale, Mu'cem, V, 39. 27 Muhammed b. Ahmed en-Nesevi, Siretu Sultani Celaleddin Menkubirti, thk. Hafız Ahmed Hamdi, Matbaatu'l-İ'timad, Kahire 1953,68-70. 28 İmam Muhammed'in şu: el-Asi, ez-Ziyadat, el-Camiu's-Sagir, el-Camiu'l-Kebir, Siyeru's-Sagir, Siyeru'l-Kebir isimli beş eseri tevatür ve şöhret yoluyla rivayet edilmiş' olup 'Zahiru'r-Rivaye' ismiyle anılırlar. Zahiru'r-Rivaye'nin yanı sıra el-Asar, el-Hucec, Haruniyyat, Keysaniyyat, Cürcanüyat, Rakiyyat gibi eserler ise ahad yoluyla rivayet edilmiş olup 'Nevadiru'rRivaye' ismiyle anılır. Bkz: Özel, HFA, 22-24. 29 Şuayb b.Suleyman el-Keysani'nin rivayet ettiği eser. 30 Bu eser büyük olasılıkla Ebu'l-Leys es-Semerkandl'nin eseri olmalı. Çünkü bu eserden Kadıhan'ın hocası Sadru'ş­ Şehid'in Fetava Klibra'sında çok yararlandığı söylenir. Bkz: Özel, HFA, 46. 31 İmam Haşim'in rivayet ettiği eser. Bkz: Kadıhan, Fetava, I, 305, 346. 32 Bu isimde bize kadar ulaşan (Kadıhan'ın ölümünden önce yazılanlar) üç tane eser var: 1. ei-Hakimu'ş-Şehid'in (ö.334/945) eseri, 2. es-Sadru'ş-Şehid'in (ö.536/ll41) eseri, 3. Burhanuddin Ali el-Merginanl'nin (ö.593/1197) eseri. Fakat Kadıhan'ın Fetava'sında geçen eser el-Hakimu'ş-Şehid'in eseridir. Bkz: Kadıhan, Fetava, I, 276, 280, 281 ... 33 Muhammed eş-Şeybanl'nin eseri. Bkz: Kadıhan, Fetava, I, 61. 34 Şemsu'I-Eimme el-Helvanl'nin eseri. Bkz: Kadıhan, Fetava, I, 321. 35 Ebu Ali es-Sugdi'nin eseri. Bkz: Kadıhan, Fetava, 1, 276, 280, 281. 36 Sadru'ş-Şehid'in eseri. Bkz: Kadıhari, Fetava, I, 464. 25 26 317 ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU Bu isimler sadece Kadıhan'ın Fetava'sında geçmektedir. Onun diğer eserlerine bakma imkfuıımız sadece bununla yetinınek zorunda kaldık. Bu eserden çıkarılan isimler bile o dönemdeki ilim adamlarının arasında eserlerinin önemli bir iletişim aracı olduğunu, ilim adamlarının eserleri temelinde birbirleriyle tartıştıklarını fikir alışverişinde bulunduklarını bize gösterir. Bu gelenek İslam ilim ve kültür tarihi boyunca devam eden ve günümüze kadar gelen bir gelenek:tir. İslam kültürü, tarihte birçok defa yağmalar, savaşlar ve buna benzer olaylardan dolayı birçok eserlerin ismini öğrenmekle yetinınek zorunda kalsak da, günümüzde Fetava Kadıhan gibi eserler o dönemdeki eserlerden ve yazarlarının görüşlerinden haberdar olmamızı ve faydalanmanuzı sağlamaktadır. olmadığından dolayı Aynı zamanda Fetava Kadıhan'dan büyük ölçüde alıntı yapan önemli fıkıh ve fetva kitaplarına da Bunlardan, Fetava-ı Tatarhaniyye 2837 defa, Fetavii-ı Bindiye 2609 defa, Fetava-i Ankaravi 801 defa, Fetava-ı Feyziyye 226 defa Kadıhan'ın fetvalarından alıntı yapar. Kadıhan'ın çağdaşı olan Ruknuddin elKırmani (457-543/1065-1 149), zamanına kadarki Buhara, Horasan, Maveraünnehir ve Kırman şehirlerindeki belli başlı fakihlerin fetvalarını topladığı eseri 'Cevahiru'l-Fetava'sında bir yerde Kadıhan'ın dedesi Muhanımed b. Abdulaziz el-Uzcendi'nin fetvasından bahsederken, sekiz yerde de Kadıhan'nın fetvaianna yer verir. 37 Adı geçen fetvii kitaplarının döneminin en kabul görmüş eserlerinden olduğunu göz önünde bulundurarak, kendi zamanında kabul edilen Kadıhan'ın fikhi-ilmi otoritesinin sonraki zamanlarda da kanıtlandığını söyleyebiliriz. rastlamak:tayız. Büyük ihtimalle bu eser yazılırken Kadıhan hayatta olmalı, çünkü Kadıhan'dan bahsederken 'rahimahu Allahu anh' tabirini kullanmıyor. Bkz: Ebu'l-Fadl Ruknuddin Abdurrahman b. Muhammed el-Kırmani, Cevahiru'l-Fetiiva, (el yazma halinde), Süleymaniye Kütüphanesi: Yenicami, nr. 603-~04, I, vr. 22, 38, 38, 49, 65, 70, 109, 113. 37 318