fıkıh ~elene~İ ve/vevu ~eleneksel fıkıh Abdullah·KAHRAMAN Prof. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Geleneksel Fıkhın Mahiyeti ı~~' ~er şe~~e~ önce Müsl~aı:ıan~ hukuk .bi~­ gısını ve Musluman hukuk bılginlennce gelişhriten hukuk bilgi ve birikimini ifade eder. Hukuktan en bariz farkı, fıkhın salt hukuk manhğıyla değil, inanç, ahlak, ibadet anlayışıyla oluşturulmuş olmasıdır. Dolayısıyla fıklıın içerisinde fertterin birbiriyle dini-hukuki ilişkisini, ferdin devletle ilişkisini dü~ zenleme anlayışı gibi hukiik mantığı yanında, ferdin Allalı ile olan ilişkisi de düzenlenmiştir. Sistematik ibadetlerin, ibadet niteliği taşıyan kefaret gibi cezaların, helal-haram (kerfıhiye ve istihsan) konularının hemen her fıkıh kitabının içeriğinde yer alması bu düşüncenin bir sonucudur. Fıkıh yoluyla bireylere bir taraftan hak ve vazife bilgisi verilirken bir taraftan da hem alılaken eğitilmeleri, hem de bilgilerini pratize etmeleri hedeflenmiştir. Dolayısıyla fıkhı salt hukuk nazariyatı olarak algılam'ak en azından eksik bir değerlendirme olur1• F Fıklıın esas orijinal tarafı, ilahi iradeye dayanan ve hükümlerle, değişen hayat olaylan ve toplumsal şartlar arasında bağ kurmaya ve yeni meseleleri bu çerçevede çözmeye çalışmasıdır. Fıkıh, değişmeyen Kur'an ve sünnet metinleriyle (nass) hayatı buluştu­ ran, karşılaştıran, banştıran, her ikisini derinden okuyan, Müslümanlara yol haritası çizen ve yolda rehberlik eden bir ilim olmuştur. Fıkhın Esas Mimarı Olarak Hz. Peygamber İslam tarihinde fıkhın ilk mimarı, şüphesiz Hz. Pey- gamber'dir. Onun bu alanda yapıp ettikleri ve söyledikleri daha sonraki devirlerde derlendiğinde ciltler tutmuştur. Hadis koleksiyonlannda özellikle hukuk kontilanna göre yapılan tasnifler "sünen" adıyla ifade edilmiştir. Hz. Peygamber'in geldiği ve muhatap aldığı toplumu tamamen hukuksuz olarak düşünüp onun bütünhukuku yeniden ve hiç yoktan inşa ettiğini düşünmek, hamaset ve duygusal nutuk malzemesi yapılsa da, sosyolojik ve tarihi gerçeklerle asla örtüşmez. Aksine Arap toplumunda bir huku~. vardı fakat bu hukuk, İslam'ın Hz. Peygamber'le pratik hayata kazandırdığı İlahi-tabii hukuka aykın epey fıklun esas orijinal tarafn, ilahi iradeye dayanan ve değişmeyen hi.iıki.imBerle, değişeını hayat olayiarD ve toplumsal şartlar arasmda bağ lunmaya ve yeni meseleleri bu çerçevede çözmeye çahşmas1d1r. unsur içermekteydi. Hukukun ana hedefi ve idesi durumunda olan adalet, hakkaniyet ve nısfet ölçülerinde her-zaman terazi doğruyu tartmaya göre ayarlanarnıyordu. İşte Hz. Peygamber'in fonksiyonu da tam bu noktada devreye girecek ve o, en önemli müdahale ve misyonunu da bu alanda üstlenecekti. Onun misyonunda, hukukun maddelerinden ziyade felsefesinde önemli değişiklikler yer alıyordu. Hak, adalet, insan, kadın, toplum, hakimiyet gibi temel kavramlar Hz. Peygamber'in diliyle yeniden tanırn­ landı. Hukuk branşlannın büyük bir kısmı aynı adlarla anılmaya devam etse de, içerikleri ve bu içeriğe giydirilen mantık ve anlayış tamamen değişmişti. Nitekim hamaset ve kabilecilik anlayışının sonucu olarak söylenegelen "Kardeşin zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım et" şeklindeki Arap atasözü, Hz. Peygamber tarafından da bir hadis olarak tekrarlanınca, sahabe: "Ya Rası1lallah, mazlum olduğu zaman tamam yardım edeceğiz, anladık da zalim olduğu zaman nasıl yardım edeceğiz?" deyince, "Zulmüne engel olmak suretiyle yardırncı olacaksınız. " de66 ESKIYENI KIS 2010 SAYI 16 miştir2 • Yani sahabe daha önce bildiği bu sözü Hz. Peygamber'den de duyunca adeta, "Biz bunu zaten ,biliyorduk senin farkın ne?" diye tepki göstermiş, o da kendi farkını şöyle açıklarnıştı: "Siz daha önce kardeşiniz haklı da olsa haksız da olsa onun yanında oluyor ve ona yardımcı oluyordunuz. Şimdi ise, haklı olduğu zaman yanında olacak ve yardım edeceksiniz. Haksız olduğu zaman yapacağınız yardım ise, onun elini tutma ve zulmüne engel olma şeklinde olacaktır. " Böyle önemli bir misyonu yerine getirmek o gün için devrim niteliği taşıyordu. Nitekim Hz. Peygamber'in hukuk adına yapıp ettiklerine bakılırsa devrimci hukuk adamı nitelemesini fazlasıyla hak ettiği tereddütsüz olarak söylenebilir. Devrimci hukuk adamı Hz. Peygamber'in, toplumda geleneksel olarak devam edegelen hukuku veya hukuksuzluğu olumlu bir düzleme kavuşturabilme adı­ na yaptığı müdahale de psikolojinin ve sosyolojinin · kurallarına uygun düşmekte~di. Zira onun müdahalesinde üç veebeli bir yöntem .görülmektedir: Islah, ilgii ve ibkii. Toplumda var olan her şeyi 4eğiştirmek gibi anlamsız ve gerçeğe aykın bir yola b~vurmadı. Bunun yerine yapması gerekenleri üç kısma ayırdı: Getirdiği İlahi -sistemin ruhuna uygun olan bazı uygulamalara dokunınadı ve onları olduğu gibi bıraktı. Biz buna ibkii tasarrufu diyoruz. Bir kısmını da sözkonusu sisteme aykın bulduğu için tamamen iptal etti. Buna da ilgii tasamifu adını veriyoruz. Aslı doğru fakat uygulaması yanlış · olan bazı uygulamalan ise düzeltme yoluna gitti ki bunlara da ıslah tasarnıfiı denilebilir. Mesela o, toplumda var olan hukuk ve iktisat uygulamalannı bütünüyle kaldırmak yerine, haksız kazanca yol açan miz, tefecilik, karaborsacılık gibi yanlış uygulamalan yasakladı. Keialet, kiralama, kredi gibi uygulamalann sadece aksak yönleri ıs. lah edildi. Karı davalannı, yanlış nikab çeşitlerini, kölelere hukuksuz muiimele etineyi yasakladı . Bunların yerine insan onur ve şahsiyetine uygun hükümler getirdi. O, insanı ve onun psikolojisini dikkate alarak öğretici, eğitici ve yol gösterici hükümler vaz etti. Toplumu doğru okuyarak ıslah edici adımlar attı ve ilahi iradeye uygun olarak dönüştürdü. Teker teker fertler bakırnından herkesin istenen olumlu noktaya geldiği iddia edilemese de, toplum ve devlet bazında hakim irade ve iktidar Hz. Peygamber' e aitti. Fıkıh Geleneğinin Oluşmasında Ebii Hanife'nin Öncü Rolü Hz. Peygamber'in özel sohbet arkadaşlan olan alim sabahllerin önemli katkılanyla belli bir aşama kay- nine indirgediği için eleştirilmektedir. Ancak olumlu deden fıkıh disiplini, adı bu şekilde konulmasa da taraflan olduğu da unutulmamalıdır'. pratik bir hal almıştı. Sahabe nesiini takip eden ve liSağlam temeller üzerine kurulan fıkıh geleneğinde teratüre "tabiün" olarak geçen nesil, fıkhın esaslanbir hukuk sisteminde olması gereken bütün temel nı geliştirmekle kalmadı aynı zamanda ona ilimlerin konular yer almaktadır. Fıkhın klasik örgüsil içeritasnifinde yer alan özel adını da verdi. Tarihin şahit sinde hak, adalet, insan haklan, sorumluluklan ince olduğu en güçlü fakİlılerden biri olan Ebu Hanife ' bir şekilde işlenmiştir. Fakihler yaşadığı bölge şart­ teknik boyutu tartışılsa da, ilk defa bir fıkıh tarifi ıanna ve karşılaştıklan farklı insan psikolojilerine ilyaptı. Onun tanırnıyla fıkıh; kişinin leh ve aleyhine gisiz kalmamış, hemen her davranış ve vaka için bir olan şeyleri bitmesiydi. Bu tarif daha sonra boyutlahüküm belirleme yoluna gitınişlerdir. Bu durum da- . n netleşen fıkhı teknik olarak tanımlamadığı ve ha sonra fıkhın kazuistik bir görünüm almasına seonun kapsamını aştığı gibi gerekçelerle eleştiriise de, fıkhın mahiyetine ve genel hedefine son derece bebiyet verse de, fakihlerin bakış açısını göstermesi uygundur. Hatta o dönemde böyle kuşatıcı bir tanımı bakımından önemlidir. Bir bütün olarak fıkıh doktriyapabilmesi yönüyle Ebu Hanife'ye övgü yağdıran ni, geçmiş dönemlerde İslam toplumlarının probmüellifler de olmuştur. Yaptığı tarifın ötesinde Ebu lemlerini çözmüş, bundan sonra da çözecek potansiHanife'nin esas katkısı, fıkıh geleneğinin oluşması yeli bünyesinde banndırmaktadır. Sosyaİ ilişkileri anlama noktasındaki mühim rolü sebebiyle diğer noktasında olmuştur. Kurulu sisteme ilavede bulunmak veya onutadil etınek nispeten kolay bir iş oldu- ilimlerin konumu zaman zaman tartışılsa da bir bilim olarak fıkıh tartışma konusu olmarnıştırs. ğu halde, esas zor olan sistem kurabilmektir. İşte Ebu Hanife fıkıhta sistem kurabilmiş ve fıkıh gelef1k1h gefteınıeğiınıin temel amacu, Müslüman neği oluşturahilmiş bir fakihtir3 • Bu başansı dolayı­ tophumlarm hıuıkıuık ve ahlak basta olmak sıyla fıkıh tarihinde ona "mutlak ve müstakil mücteüzere, ferdi ve toplumsaD talepleriınıi hid" payesi verilmiştir. Kendileri de büyük fakihler karşiiamak, çağ• yakalamalarma hatta çağm olmakla birlikte, hocalarının kurduğu sistem ekseaınılayuşmu olıuıştıuırmalarum sağlamak ve ninde hukuk faaliyeti yürütınelen ,dolayısıyla onun insanlarm öınıüınıde gitmek-tü. iki mümtaz talebesi İmam Muharnrrıed ve İmam Ebu Yusuf (imameyn) "mezhepte müctehid" payesine layık görülmüşlerdir. Bu payelerin isabeti tartışmaya Kısacası, Ebu Hanife'nin fıkih tanımında da görüldüaçık olmakla birlikte kendi içerisinde tutarlı bir sisğü üzere, İslam ilimler tarihi içerisinde, dinin ana tem oluşturma çabalan olmalan bakırnından her za- kaynaklarından zihni çaba ile elde edilen dini bilgileman takdire şayan faaliyetler olarak anılmaya değer rin hemen tamamına fıkıh adı verilse de, daha sonrataraflan vardır. Ebu Hanife'nin ön~ülüğünde kurulan özellikle Müslümanların ferdi ve sosyal hayatını. lan fıkıh geleneği, talebelen ve tabileri tarafindan ilgilendiren, dinl-hukfikl-ahlald-siyasi-mali ve idari beninısenip devam ettirilmiştir. Bu arada kurulan ·konularda uyulması gereken hükümleri araştıran ve sistemin gücüne vurgu yapmak için belli dönemden sonra ictihad kapısının kapandığı şeklinde bir söy- öğreten özel bir ilme fıkıh adı verilmiş, bu düşünce etrafında da fıkıh ve tefakkuh geleneği oluşmuştur. lem de oluşmuştur. Bu söylemin yanlışlığı ve İslam Nit~kim fıkhın bu yönüne işaret eden batılı bir oryandünyasına getirdiği olumsuzluklar bir tarafa, oluş­ masını besleyen ana etkenlerden birinin, kurulan fı­ talist şu ifadeye yer vermiştir: "İslam hukukunun belkıh geleneğini bozmama anlayışı oldu~ düşünüle­ ki esaslı bir yönünü teşkil eden gelenekçilik, şeri bir bilir. Yani o döneme kadar kurulan fıkıh geleneği o hukukun tipik ifadesidir"6. Çünkü öncü fıkıh alimlekadar benimsenmiş ve geleneği kuranlar o denli gü- ri olan selef sonraki nesillere, metodolojisi ve pratiği ven kazanmışlar ki, ehil olmayan elierin bu sistemi ile bir hukuk tekniği ve külliyatı hediye etmişlerdir. ve geleneği bozup yok edeceği endişesi gibi- olumlu Sonrakilerden beklenen elbette "halef devarnlı selebir düşünce, ictihadı en geniş anl~yla uygulam~ · fın sofrasından yer" tespitini haklı çıkaracak hazırcı­ hürriyetini daraltına gibi olumsuz bir anlayışa sebep lık ve mirası körü körüne tüketınek yerine, özü koruolmuştur. Bunu, temelde iyi niyetİn beslediği aşın yarak mirasın kıymetini bilmek, nasıl oluşturuldu­ korumacılık olarak okumak da mümkündür. Bu anğunu düşünmek, aksayan yönlerini onarmak, gereklayış, ictihadı, sadece kurulan mezhep sistemi ekseSAYI 16 KIS 2010 ESKIYENi 67 li tadilatı mek yapmak, hedefi koruyarak onu geliştirebil­ olmalıydı. Fıkıh Geleneğinin Geleneksel Fıkha Dönüşmesi Gelenek, içinde biri olumlu diğeri olumsuz iki vurguyu taşıma özelliğine sahiptir. Kıvarnı tutturulan ve mecrasına oturtulabilen gelenek hem gereklidir hem de olumludur. Böyle bir gelenek canlı organizmalar gibi, eli ayağı, gözü kulağı olan yani etkilenme ve etkileme özelliğine sahip bir varlıktır. Çevresinde 6lılphitei:ilere ğözüD.ü ve kulağını tıkayarak dediğim dedik havasına girmez. Derde göre çare olmak için donanımını tazeler. Yöntemini devamlı gözden geçirir. Fakat gelenekselleşen gelenek, özellikle taassup gibi bir virüs de kaparsa, gözü kör ve kulağı sağır hale gelir ki, etrafındaki olup bitenlerden etkilenmez. Doğruyu tekeline alır ve indirgemeci bir anlayışa kendini mahkum eder. Bu haliyle olumh.ı olmaktan çok olumsuz sonuçlar doğıırur. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, olumlu adımlarla oluşturulan fıkıh geleneği, zaman içerisinde geleneğin olumsuzluklarından da nasibini almaktan kurtulamadı. Yani gelenekler oluşturulma noktasında büyük çabalar isterken aynı ~amanda mevcut zamana ve geleceğe yönelik olarak da güçlü umutlar beslerler. Geleneğin oluşturulduğu gaye unutularak şuursuz tekrarlanan otomatik bir hale gelir, aşınan taraflar zaman içerisinde tamir edilip geliştirilmezse bu sefer olumsuzluklar baş verir. En basitinden gelenek kendinden bekleneni.veremez olur. Büyük çabalarla, iyi niyetlerle ve umutlarla oluşan fıkıh geleneği de zaman içerisinde benzer olumsuzluklara maruz kalmıştır. Fıkıh geleneğinin temel amacı, Müslüman toplumların hukuk ve ahlak başta olmak üzere, ferdi ve toplumsal taleplerini karşılamak, çağı yakalamalarını hatta çağın anlayışını oluşturmalarını sağlamak ve insanların önünde gitrnekti. Fıkhın sistemine literal yaklaşımla­ rm değil de daha dinamik olan akll yoruma dayalı anlayışın hakim olmasının en önemli sebebi de bu amaçtı. Çünkü nasslar sınırlı, hayat olayları sınırsızdı. Sınırlı ile suiırsıza hükmetrnenin en makul yolu, kendi içinde tutarlı yoruma dayalı, mı.ıhakeme kabiliyetine sahip, esneklik taşıyan bir usul geliştirmekti. İşte ilk dönem :fukahası bu zor işi başarm.ıştı. Kurulan fıkıh geleneği varlığını kesintisiz devam ettirse de zaman içerisinde ictihad düşüncesindeki dinamizmin kaybolması veya zayıflaması, ictihadın teşvik görmemesi, taabbud (dinde sorgulanamaz ve değiştirilemez) alanın genişletilmesi7, mezhep taas68 ESKiYENI KIS 2010 SAYI 16 subu, prensipler yerine şahıslarm yüceltilmesi, hukuki işlemlerin geçerliliğinde aşın şekilcilik ve yapılan tanımlarm sınırını aşarnama gibi sebeplerle fı·­ kıh geleneğinin olumlu seyrinde bazı gedikler açıl­ masına da yol açtılarB. Tarih içerisinde Müslümanların fıkıh ve hukuk alanında en büyük eksikliklerinin başında, sağlam temeller üzerine bina ettikleri fıkıh geleneğinden mezhepler üstü bir kanun oluşturmakta geç kalmaları gelmektedir. Tarihin birçok olumsuz şartları beraberinde bulundurduğu bir noktada, eşsiz mesai ile oluşturulan Mecelle, tek meZhebi esas alıp bütün hukuk branşlarını da içerrnemekle haklı olarak tenkit edilmişti. ı 9 ı 7 tarihinde yürürlüğe giren ve Mecelle'nin belirtilen iki eksiğini tamamlama noktasında iyi bir örnek olan Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile geç de olsa, belli bir noktaya gelinse de, onun da ömrü uzun olmarnıştı.ll dipnotlar ı Fıkhın tanımına, değişmeye ı B k. Ebu Hilal el-Askeri, Kitabu cemhereti '!-emsal, Beyrut 1988, I, 58; Buhari, "İkrah", 7; Ebu'l-Meali, Ömer b. Abdurrahman el-Kazvini, Muhtasaru şu abi 'l-iman li'l-Beyhakf, Dımeşk 1405, s. 109. 3 Onun öncü rolünü genişçe ele alan bir etüd için bk. Sava Paşa, İslam Hukuk N azariyatı Hakkında Bir Etüd, İstanbul (t.y), I, s. 72vd. onun rolünü bir şiir! e şu şekilde ifade edenler de olmuştur: "Fıkhı, İbn Mesud ekti, Alkame biçti, İbra­ him Nelıiif harman yaptı, EbU Hanife öğiittü, Ebu Yusuf hamu runu kardı, İmam Muhammed pişirdi, diğer insanlar da hazır yiyorlar (İbn Abidin, Reddü '1-mulıtiir, I, 50). 4 müsait olduğunU., ifade eden bir unsurun eklenmesi gereği ve konudaki öneriler için bk. Aktan, Hamza, Çağdaş/aşma Sürecinde İslam Hukuku, II. Kutlu Doğum İlmi Toplantılan, s. 167-168. Fıkhın, İslam bilginlerinin toplumu açıklamalanna yarayan bir bilim oluşunu ve modern zamanlarda geliştirilen pek çok bilim dalının İslam tarihinde fıkıh içerisinde geliştiğini ele alan bir etüd için bk. Şentürk, Recep, İslam Dünyasında Modernleşme ve Toplumbilim, İstanbul I 996, s. I 7vd. Bk. Sabri Şakir Ansay, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, Ankara 2002, s. 29-30 (özellikle 59 nolu dipnot). s Recep Şentürk, Türk Düşüncesinin Sosyo/ojisi Sosyal Bilim/ere-, İstanbul 2008, s. 95vd. 6 7 -Fıkıhtan J. Schacht, İslam Hukukuna Giriş, s. 2 I 4. Tarihi süreçte, taabbud alanı o kadar geniş tutulmuş ki, bir alim bu genişlemenin ana sebeplerinden birini tasvir eder·· ken şöyle demiştir: s Bk. Saffet Köse, "İslam Hukuk Düşüncesinin Bazı Problemleri", İslamiyat, c, 2, sayı, 1, ocak-mart 1999, 35-60; Abdullah Kahraman, İslam 'da ibadet/erin Değişmez fiği, İstanbul 2002, s. 76-82; a.mlf., "Mansurizade Mehmed Said'in Klasik Fıkıhçılara Yönelttiği bazı Eleştiriler", C.Ü. ilahiyat Fak. Derg. Ci lt V, Sayı, I, Sivas, 2001.