سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َ ا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 1 / SAYI 6 RECEB 1433/ HAZIRAN 2012 Aylık Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz.. kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk ب ِ ْس ِم FIYATI 2,00 € H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . Fihrist Konu Yazar Sayfa Fihrist — 2 Editör 3 Tefsir Dersleri Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) Ebu Abdurrahman 5 Ebu Ensar 6 Muhtelif Yazarlar 7 Cemaleddin Hocaoğlu 8 Gençlerle başbaşa Muhtelif Yazarlar 9 Gençlerle başbaşa(devamı) Muhtelif Yazarlar 10 Said Havva 11 Fatıma Betül Hanım 12 Ramazan El Butiy 13 Ansiklopediler 14 — 15 Gündem/Yorum Fetva Köşesi Sohbetler/Düşünceler Beyyineler Ibadet/Islam Hanımlar Köşesi Siyer /Davet Faydalı Bilgiler/Şifalı Bitkiler Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi www.muhacirun.net [email protected] Sayfa 2 Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/ yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan(Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ Gündem/Yorum Kadına Şiddet Yasası! Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten korunmasına dair Kanun Tasarısı Meclis alt komisyonundan geçti.. Tasarının, Koca düşmanlığına varan mevcut şekli ile yeni sosyal sorunlara neden olmasından endişe ediliyor. Uzmanlar AB baz alınarak oluşturulan bu tasarının Türk/Islam aile yapısını bozacağını belirterek, tasarının yeniden gözden geçirilmesini istediler. Psikololar, tasarının aile kavramının kalmadığı Avrupayı örnek aldığını ifade ederek Avrupa, kadınları canavarlaştırdı ve aileler bitti. Aynı şeyi bizim ailemize de yapmaya çalışıyorlar. Insanlar evlenmekten vazgeçecekler. Bu yüzden gayrimeşru ilişkiler artacak uyarısında bulundular. Editör diğini yaptırmasıdır, Zulmüdür. Devletin Ana, aile reisinin Baba olamayışındandır. Insanların kanunları uygulamamasındandır. Bunun önüne hiç gecemeyeceksiniz.Çünkü devlet olarak sizde aynı şekilde vatandaşlarınıza davranıyorsunuz. Istediğiniz kadar maaş veriyorsunuz, Istediğiniz kadar vergi alıyorsunuz, Istediğiniz kadar konuşturuyorsunuz, Istediğiniz kadar ceza veriyorsunuz, Istediğiniz kadar zam yapıyorsunuz, Istediğiniz kadar ve Istediğiniz gibi yasalar çıkarıyorsunuz, Istediğiniz kadar kadınları acıyorsunuz, Istediğiniz kadar istediğiniz dersleri okula alıyorsunuz, Istediğiniz sistemi/dini değil işinize geleni kabul ediyorsunuz. Hep Devletlik yapıyorsunuz. Islamda devlet Vatandaşına hizmet etmek için vardır. Vatandaşını sömürmek için değil.Yani siz herkese zulm ediyorsunuz. Yani Kadına çok hak vererek zulm, erkeğin hakkını kısıtlayarak zulm ediyorsunuz. Sizin hiç bir yasanız yıllardan beri insanları mutlu edemedi. Zaten bu sizin işiniz değil. 237 tane feminist kadın derneğinin bu kanunun çıkması için bastırdığını ifade eden Uzmanlar, Şiddetin arttığı yok. Şiddeti artıranda yok zaten. Sadece basında fazla yer aldığınSize acizane tavsiyem, Allahın Kitabı Kur´an ve Resululdan dolayı bu şekilde görünüyor. Basın aşırı derecede lahın yaşayışı olan Sünnete tabi olun. Geriabartıyor. Kanun çok ağır zaten, erkeğin si boşuna para, zaman ve Insan harcaKalplerinde bir hastalık elini kolunu bağlamış durumda dediler. mı var? Yoksa şüphe ve maktır. Yeni kanun teklifine göre, erkeğin kadıtereddüd içinde midir- َ ِ ََ َ َأت واأَمهُِو َأت َ َ َ م ُفِفَ َأف ِ َأفِي ُل ُوِهِمِم ٌض َ م na sesini yükseltmesi, gittiği yere karışler? Yoksa Allah ve Reٌ ması suç sayılıyor. Kadın bağıran koُ ُ ُِ ُ َّللا ُ َل َو مِم َس َا casını şikayet ederse, kocaya evine sulünün kendilerine zu- Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa yaklaşamama cezasından hapis cezasına lüm ve haksızlık ede- şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve kadar çeşitli cezalar verilebilecek. ceğinden mi korkuyor- haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Tasarıda itme ve saç çekme de şiddet (Nur, 50) sayılıyor. Ayrıca hakaret ve para vermelar? (Nur, 50) me de duygusal şiddet olarak değerlendiriliyor. Bir kadın ömründe bir kez bile bunlardan birine ma- İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir ruz kalmışsa şiddete uğramış olarak kabul edilecek! makâma sâhip kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk (Bakara 228) de: Eğer koca ceza alırsa, evine, mahallesine ve çocuğunun "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınokuluna yaklaşamayacak, bunların hepsi suç sayılacak. ların da erkekler üzerinde hakları vardır." buyurmuşErkek karısı ile iletişime geçmeye çalıştığında bile on beş günden altı aya kadar hapis cezası alacak. Ayrıca adam bu tur.Rasulullâh (s.a.v.) de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda: arada kadına nafaka da vermek zorunda olacak, memursa maaşından kesilecek yoksa da ödemediğinde hapis yatacak. Tasarı ile kadınlar, kızgınlıkları geçtikten sonra şikayetini Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’almak için başvuruyorlar; fakat alamıyorlar. Erkeğe hapis tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olacezası verilmişse ceza para cezasına çevriliyor. İki erkek rak aldınız. arasındaki kavgada şikayetlerini geri alınması ile dava so- Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en nuçlanırken, karı koca arasında geçmişse şikayetlerini alma hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı fırsatı tanınmıyor. olanınızım. Kadının Delili olup olmaması veya şahit gösterip gösterme- Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en mesi hakimin takdirine bırakıldı. hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır. Ayrıca teklif edilen kanun sadece evlileri değil, sevgilileri, nişanlıları, birlikte yaşayanları da kapsıyor. Mesela nişanlı çiftten erkek ayrılmak istiyor. Kız onu şikayet ederse erkek yandı. Ona da kadına şiddet kapsamında duygusal şiddet yaptığı için aynı cezalar gelecek. O halde proplem Devletlerin/Insanların kötülüklerinden ve kanunların yetersizliğinin yanısıra güçlünün güçsüze iste- Sayfa 3 Vedâ Haccında: Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin! MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . TEFSIR DERSLERI ( ِ ) نِص َف ُ َوسِ ون ُِ ِضَ ُ َلو2( ِ ) ُل ِم و ٌ َ و ِ ٌَ َلو1( ُ ََم َوََمَم و ُم ٌلض ( ِ َ َُِ َُو ِع َل َو ََ َل َ ) و ِ ٌنم4( ِ ) َوس دِ َل َو ِ َس َاأ ِ و ُ َوفَ َأ أ3 َ ئةَ َ و ٌ ِ َِ َع َو ِ ) وِفٌ َنم5 ِ) وِفٌ َ ََ فِع و ٌَ َمما6( ِ ئ َ َسقوو َس َول َِ ُت ل َ ُ ٌ َ َ ِ ِ ) َا َب و َمر8( ِ ِ) َسوذك ِ وُ َم َاه ََ َسأبَِ و ِ ِ أَب7( َُِِب م َق )9( َِسو َمغ ِبِ ََ و ِ َ َ و ِ ٌَ َُ َِ َفمأٌ ِ ًل ُ َسك Ebu Abdurrahman Rasûlullah (s.a.v)'in bu uzleti seçişi, Allah Teâlâ'nın, istikbalde kendisini bekleyen büyük göreve onu hazırlamak için bir tedbiri idi. O bu uzlette nefsiyle başbaşa kalmakta, hayatın sıkıntı ve basit meşgalelerinden kurtulmakta, kendisini tamamen, kainatın verdiği ilhamlara ve bu kainatın yaratıcısına delalet eden bunca delillere vermekteydi. Ruhu varlığın ruhuyla birlikte teşbihe dalmakta, kainattaki eşsiz güzellik ve harika mükemmellikle kucaklaşmaktaydı. Tefekkür ve idrak içinde büyük hakikatle uğraşmaktaydı. Beşerî hayatın gidişatını etkilemesi ve ona başka bir yön vermesi istenen herkes için bir süre uzlet, dünya iş ve gürültülerinden, hayatı saran keder ve üzüntülerden kopmak mutlaka gereklidir. Uçsuz bucaksız kâinat ve onun sınırsız 73- MÜZZEMMİL SÛRESİ gerçekleri üzerinde bir süre kafa yormaya ihtiyaç vardır. Hayat Mushaftaki Sıralamaya Göre 73. Sûredir. Mufassal Sûreler meşgalelerine kendini vermek, nefsi ona alıştırır ve uyuşturur. Kısmının Altıncı Grubundaki Beşinci Sûredir.20 âyettir. O zaman nefs bu hali değiştirme gayreti de göstermez. Ama Mekke'de nazil olmuştur. hayat tam bir bağımsızlık içinde akıp giderken bunlardan bir süre uzak kalmak ruhu daha büyük şeyleri görmeye ehil kılar. Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. İnsanların geleneğine ve başka bir kaynaktan yardım almaya Hamd Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Allah'ın Rasûlüne, âile ihtiyaç duymaksızın ruha kendisini olgunlaştırma şuuru kazandırır. halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz; bizden kabul buyur. Çünkü sen duaları işiten, her şeyi bilensin. İşte böylece Allah Teâlâ Muhammed (s.a.v) için tedbir almış ve el-Müzzemmil sûresi iki fıkradan oluşur. Birinci fıkra Allah'a ulaştıran yolda en üst düzeyde yürümeyi ve Allah'a kulluğun hakkını vermeyi ister. İkinci fıkra, hiç kimse için noksanlaştırılması caiz olmayan en alt seviyede Allah yolunda gitmeyi talep eder. En üst seviyedeki istekle Rasûlullah (s.a.v)'ın muhatap olduğu, alt seviyenin ise Rasûlullah (s.a.v) ve Müslümanlar için bir kolaylık olduğu hususu dikkat edilmesi gereken bit noktadır. Birinci fıkrada hitabın sadece Rasûlullah (s.a.v)'e yöneltilmesi, İslâma davet işini üstlenen kişiden, başkalarına göre daha fazla kulluk isteneceğine işaret etmektedir. Bu istek diğerleri hakkındaki istekten daha güçlüdür. BİRİNCİ FIKRA, BİRİNCİ GRUBU(1-9. ÂYETLER) 1. Ey örtüsüne bürünen (Muhammed). 2. Gecenin birazı müstesna kalk. 3. Yarısında veya ondan biraz eksilt. 4. Yahut ona biraz ekle. Kur’ân’ı da yavaş yavaş oku. 5. Muhakkak Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz. 6. Gerçekten gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha sağlamdır. 7. Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır. 8. Rabbinin adını zikret, herşeyi bırakıp yalnız O’na yönel. 9. O, doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O’nu vekil tut. Rasûlullah (s.a.v) kendisine peygamberlik gelmezden üç yıl önceden başlayarak her sene Ramazan ayında Mekke'den iki mil kadar uzakta bulunan Hira mağarasında inzivaya çekilir ve ibadet ederdi. Ailesi de O'na yakın bir yerde kalırdı. Hira'da geçirdiği bu ay içinde yanına gelen yoksulları doyurur, çevresini saran kâinat ve onun da ötesinde bu kâinatı yaratan güç hakkında tefekküre dalardı. Kavminin benimsediği bâtıl inanç ve pörsümüş anlayışlar onu tatmin etmiyordu. Fakat önünde ne açık bir yol, ne belirli bir program, ne de tatmin olacağı bir hedef mevcuttu. Sayfa 4 onu büyük emaneti taşımaya, yeryüzünün bozuk gidişini ve tarihin akışını değiştirmeye hazır hale getirmiştir. Peygamberlik görevi vermeden üç sene önce onu uzlet yoluyla olgunlaştırmıştır." BİRİNCİ GRUBUN TEFSİRİ (1-9. ÂYETLER) Ey Örtüsüne Bürünen, Kalk ve Rabbine İbadet Et (Âyet 1 -9) Ey örtüsüne bürünen (Muhammed)." İbn Kesîr burada şöyle der: "Allah Teâlâ Rasûlü Muhammed (s.a.v)'e geceleyin bürünmeyi terkederek Rabbine ibadet için kalkmasını emrediyor. Gece kalkıp teheccüd namazı kılmak sadece ona farzdı. Burada kalkması gereken miktarı beyan etmek üzere Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Gecenin birazı müstesna kalk. Yarısında veya ondan biraz eksilt, yahut ona biraz ekle." Sana gece yarısı, istersen biraz önce yahut biraz sonra kalkmanı emrettik. Bu konuda sana bir sınırlama yok." "Kur'ân'ı yavaş yavaş oku." İbn Kesîr der ki: "Kur'ân'ı ağır ağır oku. Çünkü böyle okuman Kur'ân'ı anlamana ve mânaları üzerinde düşünmene yardım eder. "Nesefî de bu âyetle ilgili olarak şöyle der: "Açık açık, tane tane oku. Yahut ağır ağır harflerini belli ede, ede durulacak yerlere dikkat ederek hareketlerin hakkını vererek oku." "Muhakkak Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz." İbn Kesîr bu âyet hakkında Hasen ve Katâde'den: "Yapılması zor, yahut heybetinden dolayı nüzûlü sırasında ağır gelen bir söz vahyedeceğiz" şeklinde bir görüş nakleder. Nesefî aynı konuda şöyle der: "Mükelleflere yerine getirilmesi zor olan emir ve yasakları ihtiva etmesinden dolayı ağır bir söz olan Kur'ân'ı sana indireceğiz. Yahut münafıklara ağır gelen veya değersiz ve hafif değil kıymetli ve üstün MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ bir söz indireceğiz demektir." birlikte, Allah'ı zikret, anlamını çıkarmak da mümkündür. Kur'ân ahlakıyla ahlâklanmak, onun emirlerini yerine getirmek, bunları insanlara öğretmek ve tebliğ etmek, onları buna göre yetiştirmek hep insan nefsine ağır gelen işlerdir. Bu yükün taşınması ancak Allah Teâla'ya sarsılmaz bir imanla mümkündür. Bu sebeple Cenâb-ı Hak: "Muhakkak Biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz" buyurmuştur. Sanki gece kalkıp ibadet etmenin ve geceleyin yavaş yavaş Kur'ân okuma emrinin sebeplerinden birini, bu ağırlık oluşturmaktadır. Buna göre Allah yoluna davet ve halkı eğitme görevini yerine getiren kişilerin gece ibadetinden nasiblerini almaları lâzımdır. "...Herşeyi bırakıp yalnız O'na yönel." Nesefî âyet hakkında şöyle der: "O'ndan başka herşeyden çekilerek Allah'a ibadete yönel. Âyet-i kerimede geçen ( ;(التبتل başkasından değil sadece Allah'tan iyilik ümid ederek kendini O'na vermek anlamınadır. Dünyayı ve dünyadaki şeyleri terkedip, Allah katında olan şeyleri istemek anlamında olduğu da söylenmiştir." İbn Kesîr'in bu kelimenin tefsirine dair söyledikleri, ihlâs, Allah'a ibadete yönelmek bu hususta gayret göstermek anlamlarına gelmektedir. Buna göre yukarıdaki âyetin manası: "Allah'ın adını zikret ve Allah'a yönel" olmaktadır. "Gerçekten gece kalkışı..." veya geceleyin yapılan ibadet yahut gece dakika ve saniyeleri "...daha tesirli..."; uyku vaktinde uyumaktan alıkoyduğu için bu, namaz kılana gündüz namazından daha ağırdır. "Ve o zaman okumak daha sağlamdır." Gürültüler yatışmış, hareketler kesilmiş olacağından gece okumak daha sağlam olur. İbn Kesîr şöyle der: "Gece ibadeti, okuma ve okunanı anlama konusunda zihni gündüz ibadetinden daha çok toparlayıcıdır. Çünkü gündüz insanların rızık için dağılıp seslerin yükseldiği bir zamandır. Âyet-i kerimede anlatılmak istenen şudur: Gece, okumaya karşı dikkatleri daha çok toplayıcıdır. Ayrıca geceleyin ibadette dil ile kalp birbirine daha uygun olur." Ben derim ki: Bu âyet, geceleyin kalkıp ibadet etme emrinin sebeplerinden ikincisini beyan etmektedir. Bu sebep de gece ibadetinin nefse daha ağır gelmesi ve kalbi Allah'a daha çok yöneltmesidir. Buna bağlı olarak gece ibadetinin nefis üzerindeki düzeltici etkisi daha fazla olmaktadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Çünkü gündüz senin için uzun bir meşguliyet vardır." İşlerin ve önemli meselelerin için meşguliyetlerin vardır. Yahut uyumak ve dinlenmek için gündüz boş vaktin vardır. O halde geceyi Rabbi'ne ibadet için boşalt. Bu âyet, geceleyin kalkıp ibadet etme emrinin üçüncü bir sebebini bildiriyor ve gece ibadetine teşvik ediyor. Zira gündüz, ihtiyaçların karşılanmasına kâfi ve âdeten ihtiyaçları karşılama vaktidir. Öyleyse gündüzü ihtiyaçlarını görmeye ve dinlenmeye, geceyi de Allah'a ayır. "Rabbinin adını zikret..." Nesefî bu âyetle ilgili olarak şöyle der: "Allah'ı gece ve gündüz zikretmeye devam et. Allah'ı zikretmek, teşbihi, tehlili, tekbiri, namazı, Kur'ân okumayı ve ilim öğrenmeyi de içine alır." İbn Kesîr bu âyetin anlamı hakkında şunları söylemektedir: "Allah'ı zikretmeyi çoğalt, O'na yönel, dünya işlerinden ihtiyacın kadarını yapıp meşguliyetlerin bitince kendini Allah'a ibadete ver." Ben derim ki: Bu âyetten, gece ibadetiyle Sayfa 5 Bütün bunlar, İslâm davetçisinin gecesini teheccüde tahsis etmesi, gündüz ve gece Allah'ı zikretmesi, kendisini tamamen Allah'a verdiği vakitlerinin bulunması, dünya işleriyle ihtiyacı kadar ilgilenmesi gerektiğini ifade ediyor. Bundan sonra Allah Teâlâ zikri ve Allah'a yönelmeyi emretmenin sebebini beyan ederek şöyle buyurur: "O doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse O'nu vekil tut." Nesefî bu âyet münasebetiyle şöyle der: "Sana va'dettiği yardıma kefil tut. O'nun doğunun ve batının Rabbi olduğunu ve O'ndan başka ilah olmadığını bildiğine göre, bütün işlerinde O'na dayan. ( ( فاتخذه kelimesinin başındaki "fa" harfi şu mânayı ifade eder: Allah'ın doğunun ve batının Rabbi olduğunu, O'ndan başka ilâh olmadığını öğrendikten sonra beklemeden işlerini tek ve Kahhâr olan Allah'a bırak. Zira önceki kısmı onayladıktan sonra, işlerini Allah'a bırakmada gecikmenin haklı bir mazereti kalmamıştır. İbn Kesîr de şöyle der: "Doğunun ve batının sahibi ve mutasarrıfı O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Sadece O'na ibadet ettiğin gibi yalnız O'na tevekkül et ve O'nu vekil tut." Ben derim ki: Allah Teâla, gece ibadet etmeyi, zikretmeyi ve kendisine yönelmeyi emrettikten sonra elçisi Muhammed (s.a.v)'e doğunun ve batının Rabbi olduğunu ve tek oluşunu hatırlattı. Sonra tevekkül emrini bunlar üzerine bina etti. Böylece bu fıkradaki emirlerin toplamı beşe ulaştı: 1) Gece ibadeti, 2) Yavaş yavaş Kur'ân okuma, 3) Allah'ı zikretme, 4) Allah Teâla'ya yönelme, 5) O'na tevekkül. MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . Fetva Köşesi Ebu Ensar olarak yaşamak dinî anlamda bir farz değildir, ama kolaylık esasına Mezhebler konusunda en makul ölçü göre pratik anlamda bir şudur: Bir mezhepten diğerine geçiş, farzdır.Yani zamanımızda bir ya mukallidin zaruret duyduğu bir zarurettir. meselede başka bir mezhebin görüşünü taklid etmek şeklinde olur Mezhepler sayesinde sünnetin her ki, bunda bir beis yoktur ve caizdir. çeşidi uygulama alanı bulur ve İslâm'ın her yere ve zamana göre Ya mezheplerin kolay taraflarını yaşanabilen bir din olduğu ortaya araştırmak ve ihtiyaç yokken sırf konulmuş olur. nefsinin arzusuyla işine gelenleri Mezhep, Kur'ân'da ve Sünnette almak şeklinde olur ki, bu caiz bulunup açık olmayan, ya da hiç değildir. Çünkü bu bizi, kabul edilmeyen telfike (mürekkep icma ile bulunmayan konular hakkındaki görüş demek olduğuna göre, "dört caiz olmadığında ittifak edilen sonuçlara) götürür. Bu hevaya …Dolayısı ile bir mezhebe tabi olmaktır, Islam bunu yok etmek için gelmiştir. Ancak bağlı olarak yaşamak dinî bunu yapanı dinen anlamda bir farz değildir, lanetlememiz doğru değildir. MEZHEBLER (3) ama kolaylık esasına göre Ya da bir meselede araştırma pratik anlamda bir farzdır. ve ictihad sonucu olarak ortaya çıkar. Bu durumda araştırıcı Yani zamanımızda bir bu makama, yani müctehidlerin zarurettir. delilleri arasında tercih yapabilme makamına ehil ise ve tarafsız ise bunda da bir beis yoktur. Değilse bu da caiz olmaz, denmiştir. mezhep de nereden çıktı?" deyip herkesi güya Kur'ân'a ve Sünnete Hatta "avamın mezhebi yoktur" göndermek aslında dört değil, 1 esasınca, avamdan olan birisi, Milyar mezhep kabul etmek önüne çıkan bir meselenin hükmünü demektir. Çünkü herşey Kur'ân'da bir Müctehid Imama sorar ve artık açık olarak bulunsaydı zaten mesele ona göre yaşar. Bir Imamın olmazdı. Bu yüzden, yukarıda da cevabını beğenmeyip başka bir işaret ettiğimiz gibi, meselâ Hanefî Imama tekrar sormak çok mezhebine bağlı yaşamak, Kur'ân'ı tehlikelidir... ve Sünneti bırakıp Ebu Hanife'ye uymak demek değil, Kur'ân'ı ve Özetlersek, herkes için aslolan Sünneti onun anlayışı ile yaptığı hareketin gerekçesini kabullenmek, yani Kur'ân'a ve (delilini) bilmek ve Sünnetin açıklamaları doğrultusunda Kur'ân- Sünnete Ebu Hanife penceresinden bakmak demektir. ı Kerîm'e göre yaşamaktır. Dolayısı ile bir mezhebe bağlı Sayfa 6 Resûlullah Efendimizin aynı meselede bazen değişik uygulama ya MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 da takrirleri bulunduğuna göre, tek bir mezhebin bulunmasını istemek, Sünnetin bir kısmını budamak demektir. Halbuki buna bizim hak ve yetkimiz yoktur. Sünnetin değişik görüşlerden oluşan mezhepler, bir zenginlik ve kolaylık sebebi olmuşlardır. Çeşitli zaman ve zeminlere göre Müslümanlara rahmet olmuşlardır. Mezhepsizler bizlerin mukallidi dahi olamadığımız mezheplerimizi kabul etmezler. Ehl-i Sünnet'in iki büyük alimi Ebu Mansur el-Maturidî ve Ebu'l-Hasan el-Eş'arî bunlara göre, saf Islâm akidesini kelamî deliller kullanmak ve akli nakle (Aklı, ayet ve hadislere) hakem kılmak suretiyle bozmuşlarmış / bulandırmışlarmış. Özellikle müteşabih ayet ve hadislerin Allah Tealâ'nın şanına ve yüceliğine uygun olarak tevil edilmesine şiddetle karşı çıkarlar. Öyle ise, İslâm'ın bir alternatif güç olarak sunduğu günümüzde ve benzer zamanlarda, müslümanların meselesi mezheplerin meşruluk ya da gayri meşrûluğunu tartışma olmamalıdır. Bu, olsa olsa müslüman Alimleri ilgilendiren bir iç meseledir Böyle zamanlarda bu meseleler kasıtlı olarak körükleniyor ve müslümanların birbirleriyle cedelleşmeleri ve dağılmaları sağlanmış oluyor. Alim taslakları hariçte uğraşacak meseleleri kalmayınca bunu kendi ortaya atıp tartışırlar.Yani Islamın iç düşmanları, dış düşmanlarına güc yetiremedikleri zaman, kimsesiz korumasız kuzulara saldıran Vahşi Kurtlar gibi davranırlar. RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ Sohbetler/Düşünceler Kemalizme başkaldıran Merhum Şeyh Said’i şehadetinin yıldönümünde rahmetle anıyoruz! DAVA DERGİSİNE KONUŞAN CEMALEDDİN HOCAOĞLU (Rh.a.) „Şeyh Said çağdaş deccala ve onun inkilaplarına ilk kıyam edenlerden ve ilk isyan bayrağını çekenlerden olmuştur!“ Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan)’a Şeyh Said’den, onun hayatından ve hayatındaki mücadelesinden ve mücadelesi esnasındaki Mustafa Kemal’e ve onun inkilaplarına karşı kıyamından ve bu kıyamın değerlendirilmesinden ve tarihteki yerinden sorulmuştu. Hoca’nın cevabı şu oldu: „Şeyh Said Merhum; Evvelen: Tarihî bir şahsiyettir; tarihe mal olmuş simalardan biridir. Saniyen: Çok cepheli bir zat, her haliyle örnek bir insan; cesaret-i medeniyyenin, salabet-i diniyyenin, fazilet-i ilmiyyenin, meziyyet-i sufiyyenin ve nihayet ahlak-ı hamidenin bir timsalidir. Kendisinden sonrakilere, hususiyle ilim ve şeyhlik makamında bulunanlara çok büyük dersler vermiş ve üzerine düşeni yapmıştır. Şöyle ki: Şeyh Said Merhum; 1- Bir ilim adamıdır. Hem de doğu medreselerinin yetiştirdiği ender ulemadandır. Medrese tezgâhından geçmiş, on iki ilmi tahsil etmiştir. Ve aynı zamanda ilmin hakkını vermiş, ilmiyle amel etmiştir. Kendini bilen, davasını bilen, dost ve düşmanı bilen, dünya ve ahireti tanıyan, dünyasını ahireti için terketmede tereddüt etmeyen, hak ve batılı idrak eden, hakkın yanında yer alıp batılın karşısına dikilen ulema sınıfından olmuş ve fakat mala-mülke tenezzül edip kendini kaybeden, makam ve mevkiye tâmâh eden, taviz veren, dünya hayatı için baş sallayan, dalkavukluk yapan ulema-i sudan, bel’am tipinden olmamış, tersine çağdaş deccala da ve onun inkilaplarına ilk kıyam edenlerden ve ilk isyan bayrağını çekenlerden olmuştur ve bu suretle ilmin hakkını vermiş, icabını yerine getirmiştir. Ve yine bu suretle ulema makamında olanlara fevkalâde bir ders vermiştir. gönül âlemine bakarak bu âlemle de meşgul olmuş, zikir dersini yapmanın yanında cihad görevini terketmemiş, günün dünyasının, istisnaların dışında, oniki ilmi tahsil etmiş olmaları şöyle dursun, isimlerini bile saymaktan aciz şeyhlik makamını işgal eden cihad kaçkını tenbellerden ve ucuz kahramanlardan olmamıştır. 3- Tetik çekme: Şeyh Said Merhum, insan-ı kâmil olmak için üçüncü merhaleden de geçmiştir. Yani kışla hayatını yaşamış gibi bir asker ve bir komutan olmuştur. Üç Müessese: Zaman zaman yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, müslüman, kâmil bir insan Şeyh Said çağdaş Deccala ve onun inkilaplarına ilk kıyam edenlerden ve ilk isyan bayrağını çekenlerden olmuştur! olmak için şu üç tezgâhtan geçmelidir: Medrese, Tekke ve Kışla! Medresede Şeriat’ı öğrenecek, on iki ilmi tahsil edecektir. Tekkede tasavvufî bir hayatı yaşıyarak onun inceliğine, hikmetine, aşk ve şevkine vasıl olacak ve bu suretle kalb tezkiyesini, gönül tasfiyesini icra etmiş olacaktır. Kışla: Kâmil bir insan olmanın üçüncü müessesesi ise, kışladır. Ecdad, buraya „asker ocağı“ ismini verir. Demek oluyor ki, müslüman, bu tezgahtan da geçmiş olmalı, iyi bir asker ve iyi bir kumandan olarak yetişmelidir. Allah Resul’ü (s.a.v.) de öyle söylüyor ve öyle tavsiye ediyor: „Çocuklarınıza atıcılık, binicilik, yüzücülük öğretiniz!“ üzerine olsun!.. DAVA: Sizce, bu kabil zatların hayatlarını anlatmakta fayda nedir? Nasıl değerlendirirsiniz ve hususiyle yeni nesle ne kazandırır? Bu hususta bize mâlumat verir misiniz? Cemaleddin Hocaoğlu: Bu kabil şahsiyetler, hayat yolunda ve yolculuğunda birer âlemdir (yani birer alâmettir, birer işarettir ve birer nirengi noktalarıdır), kendilerinden söz etme ilahî rahmetin nüzulüne vesiledir. Çünkü bunlar hak müdafileridir. Hak müdafilerinin ve o yolda can verip şehadet şerbetini içenlerin hayatlarını anlatmaktan, kıssalarını hikâye etmekten maksat, sadece okuyup geçmek veya yazıp çizmek değildir. Tersine örnek alıp küfre ve kâfirliğe karşı cihad etmek, kıyam etmektir. Gerçi Merhum’un başlattığı bu hareket, her ne kadar müslüman geçinen bazı kişilerin ihanet ve hiyanetleri neticesinde ve dış düşmanların içtekilere bilfiil yardımları sebebiyle başarılı olamıyan bu mübarek hareketi akim bırakmayıp, hiç olmazsa ilmî ve fikrî zeminde devam ettirmek ve neticede Ümmet-i Muhammed’in topraklarının kendilerine iade edilmesini sağlamak ve devlet idaresini Şeriat’laştırmaktır. Ve bu iş, bu vazife ve bu İslamî inkılab, kan dökülmeden ve Kürt-Türk demeden topyekün Ümmet-i Muhammed’e düşmektedir. Aşağıda da görüleceği üzere, „Ben de müslümanım!“ diyen her ferde, makam ve mevkii ne olursa olsun her müslümana düşmektedir. Ve her müslüman bundan sorumludur; Dünyada da sorumludur, ahirette de! Huzur bundadır sadece! İslam düşmanlığını üzerine almış bir putun arkasından gidip onun gibi, Şeriat’a, Allah ve Peygamber’e düşman olmak mı hayırlıdır? Yoksa Allah kanunudan ibaret olan Kur’an’ı anayasa, Allah nizamını kanun kabul edip Allah’a kul, PeygamVe netice itibariyle şu ifadeyi kullana ber’e ümmet olma mı hayırlıdır? Elinizi biliriz: Kâmil bir insan ve olgun bir müslüman, vicdanınıza koyun da birbirinize sorun!.. ancak bu üç tezgâhtan geçen ve havasını Ve aşağıdaki dilekçeyi dikkatle ve insafla teneffüs edip madde ve ruh yapısına saokuyun, hatamız, yanlışımız varsa cevap hip olan insandır. İşte Merhum Şeyh Said verin! Yoksa hakka kulak verin, gereğine Efendi bu üç tezgahtan geçmiş, havasını uyun; vallahı ve billahi ve tallahi hayır 2- Hakiki bir Sofu: Şeyh Said Merhum, aynı zamanda bir teneffüs edip madde ve ruh yapısına sa- görürsünüz, mutlu olursunuz!.. mütesavvıf, hakikî bir sofudur ve bir zikir hip olmuş, zülme ve küfre ve her türlü ehlidir. Medrese hayatını yaşamış, oniki haksızlığa karşı koymuş ve nihayet üzTebliğ bizden, tevfik Cenab-ı Mevla’dan!. ilmi tahsilden sonra bu ilimlerin ışığında erine düşeni yapmiştır. Allah’ın rahmeti Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . Beyyineler Cemaleddin Hocaoğlu küfürdür ve kâfirliktir. ISLAMDA DEVLET (3) O halde, dini devletten, devleti de dinden ayırmak mümkün değildir. Günümüz insanının ve hatta müslümanının yanıldığı ve ayaklarının kaydığı noktalardan biri ve en mühimi budur. Yani bunları birbirinden ayırmak, dini dünya ve devlet hayatından ayırmak... Şimdi bir de bunun mümkün olmadığını ve Olamayacağını şu yönden muhakeme edelim: lam ve en güzelini göstermektedir.” (İsra, 9), ,,Şüphesiz ki, bu benim Dini devlet yönetiminden kaldıran dosdoğru yolumdur, buna uykişi veya kişiler ne yapmışlardır? Diun!..” (Enam, 153) derken, dini devletnin devlet bölümünü ve İslam huku- ten kaldıranlar ne yapmış oluyorlar? kunu beğenmemiş ve kabul etmemiş- Allah’ı tekzib etmiş ve O’nu yalanlerdir; Allah’ın devletle ve dünya nilamış oluyorlar. Allah’ı tekzib eden ve zamıyla ilgili tâlimat ve nizamını kaO’nu yalanlayanlar kâfir olmazlar da bul etmemişlerdir. İnsan yapısı kane olurlar? Hangi İslam âlimi çıkıp da nunları ve nizamları, Allah’ın gönder- bunları savunabilir? Hayır, bunlar diği kanun ve nizamlardan daha kâfir olmazlar diyebilir mi? üstün görmüşler, daha yeterli, daha isabetli görmüşlerdir. İnsanın fikrini, Müslümanların yanıldığı fahiş hatainsan aklını Allah’ın ilminden daha lardan biri de bu meseledir; devlet ileri, daha medenî görmüşlerdir... meselesidir. Şöyle derler; “Din ayrı şeydir, devlet ayrı şeydir. Onlara göre Böyleleri, ne kadar ,,Biz de müslüdin, Allah ile kul arasında bir vicdan manız!” deseler de Allah’ın hükmün- işidir, dinin dünya ile, dünya işleriyle de müslüman değillerdir. Çünkü, bir alakası yoktur. 0 camide olup bitendir.. ... dini devletten, devleti de Yukarıda da görüldüğü üzere, Bu fikir İslam dininin ruhuna da devlet, dinin bir bölümüdür, bir aykırıdır, metnine de aykırıdır. Hiçdinden ayırmak mümkün parçasıdır. Etle kemik gibi, ruhla bir İslam âlimi bunu söyleyemez. beden gibi, sıkı sıkıya birbirine değildir. Günümüz insanının Bu İslam’a şen’i bir iftiradır. bağlı, birbirini tamamlayan, biri ve hatta müslümanının Hatta İslam’ı tetkik eden gayrîdiğerinin içinde iki unsurdur. müslim ilim adamları da bu hakiNasıl ki, iman meselelerini, ibadet yanıldığı ve ayaklarının katı itiraftan kendilerini beri alameselelerini, namaz ve orucu dinden ayırmak mümkün Olmadığı kaydığı noktalardan biri ve mamışlardır. İşte bunlardan sadece birkaçı: gibi, devleti de dinden, İslam’dan ayırmak mümkün değildir. Nasıl en mühimi budur. ... 1- ,,İslam, sadece bir din değil, aynı ki, namazı ve orucu kaldırmaya zamanda siyasi bir nizamdır.” (Dr. veya bunları kabul etmemeye kimsebunlar bu halleriyle Allah’a cehl veya V. Fitzgerald, Muhammedan Law, ch. nin hak ve selahiyeti olmadığı gibi, hata isnad etmişlerdir. Yani Allah bil- 1, p. 1) devleti de İslam’dan ayırmaya, dini memiştir veya hata etmiştir. Bir başka devletten uzaklaştırmaya da kimsenin 2- ,,Hz. Muhammed, bir vakitte hem ifade ile bunların durum ve tutumhak ve selahiyeti yoktur. Nasıl ki, larını ortaya koyacak olursak, bunlar dini hem devleti tesis etti ve bu iki imanın şartlarından veya İslam’ın şöyle demiş oluyorlar; ,,Bizler devlet müessesenin sınırları birbirine uygunşartlarından birini kaldırmaya, lağvetişlerini Allah’tan daha iyi biliriz, Allah dur.” (C. A. Nallino, cited by Sir T. meye kalkışmak demek, dine müdadünya ve devlet işlerini bizim kadar Arnold in his book: The Caliphate, p. hele etmek, dini bozmak, dini yıkmak bilemez...” İşte böyle demiş oluyorlar 198) ve Allah’a karşı çıkıp O’na savaş açve kendilerini Allah’tan daha üstün mak demektir. Bir müslüman, müslütutuyorlar. Bu şirk değil de ya nedir? 3- ,,İslam, dinin ötesinde aynı man olarak buna ne cüret edebilir ne zamanda siyasi bir nizamı temsil eder; de rıza gösterebilir!.. Dini de gider sözün özü, İslam, din ve devlete şamil Bir başka yönden de bakıldığı zaimanı da!.. mükemmel bir ilim hazinesidir.” (Dr. man görülür ki, bunların zihniyet ve Sehacht, ,,Encyclopaedia of Social Sciinançları Allah’ın beyanlarıyla, verÇünkü, namazı kılmamak, orucu tutences”, Vol. yIlI, p. 333) diği haberleriyle çatışma halindedir, mamak başka şeydir; namazı kaldırinkar halindedir. Allah, Kur’an’da, mak, orucu kaldırmak başka şeydir. 4- ,,Apaçıktır ki, İslam, bem din hem ,,En güzel hüküm koyan, kanun vaz Birincinin hükmü günahkâr olmaktır, de siyasettir. Onu tesis eden hem bir eden benim; benim kanunlarımdan ikincinin hükmü ise kâfir olmaktır. başkası cahiliyet kanunlarıdır. (Maide, Peygamber’di, hem de bir devlet adBirincide kabul var, tatbik yok, ikinci50), ,,Hakimlerin en güzel hakimi be- amı...” (R. Strothmann, ,,The Encyclode ise kabul de yoktur. Dinin, herhanpaedia”, IV, p. 350) nim.” (Tin,8), ,,Hiç şüphesiz ki, bu gi belli bir meselesini kabul etmemek Kur’an, yolun (hayat yolunun) en sağSayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ Gençlerle Başbaşa MİRAÇ YÜRÜYÜŞÜ VE GÖKYÜZÜNE YÜKSELME! ِ َ ِس ْب...ِْم ِِ ِم ِ ِْ ِْم ال ن سِم ِ ِ ن ْ َْ ِْ َِ َس َمع ِب َه ْب َ ُ ْ ال ِْنيأ ر ْ ِب ِ ِّا َل ِْا ِ ُ َْ ْ َِ س ِد َِ ََِّ ِْ َ َ ِْنِيأ َب َامْ َا ْ س ِدَ ِْ َِ َمِم اِ ََْ ِْ َا ْ َ ِ ِْ ُ ِم ُ ِا ْل ت ِاا َا اِ ن ُ َُّ ِْ ن }1{ ِْب ِ ُم َ ُسا ر َ َ َ ''Noksanlıktan uzaktır O (Allah) ki, geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya yürüttü. O'na ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (böyle yaptık). O gerçekten işiten, gerçekten görendir!'' (İsra, 1) Emîr’ul Mu’minîn yapılmaktadır. 7- Mirac gecesi: Bu geceye isim verilmiştir. Receb ayının 27. gecesine rastlayan bu mübarek geceye, Leyle-i Mirac da denir. Mirac gecesinde 12 rekat nafile namaz kılınması, öteden beri iyi görülmüştür. Rivayete göre her rekatında Fatiha ile başka bir sure okuyarak iki rekatta bir selam vermeli, sonra yüz defa ''Subhanallahi velhamdulillahi ve la ilâhe illallahu vallahu Ekber'' demeli. Bundan sonra yüz defa istiğfar ederek yüz defa da selât ve selam okumalıdır. Bu mübarek günün gündüzünü sıyamla, geceyi de kıyamla geçirmelidir. Bu durumda yapılacak her duanın kabulü Allah'tan umulur. Yeter ki, günahla ilgili olmasın! ''Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hatta öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hakk, Beyt'ül-Makdis'i bana gösterdi; Ben de Beyt-ül-Makdis'e bakıyorum, birer birer her şeyi târif ediyordum!'' (Hadis-i şerif) Mirac, hicretten bir buçuk sene önce Receb ayının 27. gecesi vuku bulmuştur. Peygamberimiz bir gece Cebrail Aleyhisselam'ın refaketinde Mescid-i Haram'dan (Mekke mescidinden) Mescid-i Aksa'ya (Kudüs mescidine) gitmiştir. Mirac'ın bu bölümü Kur'an ile 1- İsra: Yürütmek, göndermek, sabit olduğundan inkâr eden, gece seferi yapmak, isral etmek, dinden çıkar. Peygamberimiz gece yürüyüşüne çıkmak, Mescid-i Aksa'dan da göklere geceleyin yürümek. ''Ba'' harf-i gidiyor, orada cennet ve cehennem cerri ile: Geceleyin yürütmek, kendisine gösteriliyor. Oradan da geceleyin götürmektir. Mâzi''Sidre-i Münteha''ya varıyor ki, Muzâri-Mastar sığalarıdır. Yani, burası bir dönüm noktası, bir sınır Emsile-i Muhtelife'nin birinci, çizgisidir. Gökleri, cennetleri ikinci ve üçüncü sığalarıdır. kucaklayan ulu varlık ağacıdır. 2- Âbid: Kul, köle. Abdihi! Peygamber'in, meleklerin erebildikleri son noktadır. (Muhammed) kulunu!.. Ötesine ne bir melek, ne de bir peygamber varamaz. 3- Leylen: Gece. Leylen: Gecenin bir parçası. 4- Mescid-i Haram: Mekke-i Mükerreme'de ve Kâbe'nin ılerisi gayb âlemidir, sınır âlemidir. Allah'tan başkası orasını bilemez. Peygamberimiz'in semalara ve Sidret'ülbulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri. Münteha'ya gitmiş olduğu da hadis-i meşhur ile sabittir. Kâbe: Dünyanın en kudsî mâbedi, Beytullah, Beyt'ülMamur, Beyt'ül-Atik. Bütün mü'minlerin ibadet esnasında ınkâr eden ehl-i dalalet, yani dalalet ehli sayılır. Arş ve Kürsi ile cennet ve cehennemi görmesi de, hadis-i Ahad yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına ''Mescid'ül-Haram'' ismi ile nakledildiğinden dolayı inkâr eden ehl-i bid'at sayılır. Haberde varid olduğuna göre Peygamberimiz'e bu verilir. yolculuk beş vasıta ile yaptırılmıştır. 5- Mescid-i Aksa: Kudüs'te çok eskiden gelen Şöyle ki; peygamberlerin yaptırdıkları mâbed. Rivayete göre; Davud (a.s.) başlatıyor, oğlu Süleyman (a.s.) tamamlıyor. 1- Mekke'den Mescid-i Aksa'ya ''Burak'' ile (Burak, 6- Mirac'ın lügat manası: Merdiven, yükselecek yer, en katırdan büyük, eşekten küçük olan çok hızlı bir hayvan); 2- Mescid-i Aksa'dan birinci semaya ''Mirac'' vasıtası ile; yüksek makam, huzur-u ilahî. Tâbir-i caizse manevî bir 3- Birinci semadan yedinci semaya ''Cenah-i Melaike'', merdiven. ''Mirac'ün'' ism-i âlet. Emsile-i Muhtelife'nin yani meleklerin kanatları ile; 16. sığasıdır, ''Minsarün'' gibi. 4- Yedinci semadan Sitre-i Münteha'ya kadar ''Cebrail'' İstilahî manası ise: Mirac'un-Nebi olan Hz. ile; Muhammed'in (s.a.v.) Efendimiz'in, Receb ayının 27. 5- Peygamberimiz yalnız olarak da ''Refref'' ile huzur-u gecesinde hem ruhen hem de cismen, Cenab-ı Hakk'ın ilahiye'ye kavuştu. ''Refref'': Yeşil renkli olan bir halı. huzuruna yükselmesidir ki, en büyük mucizelerden bir Mevlid-i Şerif sahibi merhum Süleyman Çelebi'nin dediği tanesidir. gibi; Mucize: ''Peygamber olan zatın elinde veya çevresinde ''Söyleşirken Cebrail ile kelâm, meydana gelen harikulade (olağanüstü) bir olay, bir Geldi Refref önüne verdi selam!'' harekettir!'' Akaid kitaplarımızda böyle târifi Sayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . Mi'rac Hediyeleri: 1- Bakara Suresi'nin son iki ayeti; 2- Beş vakit namaz; 3- Ümmet-i Muhammed'den şirk koşmayanların da cennete girebileceği müjdesi. ''Namaz mü'minin miracıdır!'' Bu hadis'e göre namaz kılan mü'min ne yapmış oluyor? Bu Mi'raç merasimini yaşamış oluyor. Namazda okunan tahiyyat, selat-i selam ve dualar ve sonunda sağa-sola verilen selamlar, arkasından da hep birlikte ''Allahümme entesselamü ve minkes selam...'' diyorlar. Yani, ''Ey bizim Rabb'imiz! Sen selamsın, senden (bize) selam geldi. Ey celal ve ikram sahibi!'' Bunu derken de Rabb'lerinin Mirac'dan dönenle gönderdiği selam ve rahmeti aldıklarını, memnun ve müteşekkir bulunduklarını ifade etmiş oluyorlar. ''Hem ben, beni yaratana niye kulluk etmeyeyim?'' (Yasin, 22) misali. Ben de ''Namaz mü'minin miracıdır!'' düsturuna göre niye namazımı, Mi'rac havasını yaşayarak kılmayayım. Hep birlikte dua edelim de, Allah (c.c.) namazlarını bu şekilde kılanların zümresine bizleri de ilhak eylesin. Amin! Bu Mi'rac merasiminde Peygamberimiz'in daha neler gördüğünü anlatan Necm Suresi'nin 1. ile 18. arası ayetlerin meallerine bakmak kâfidir. Malesef, zayıf imanlılar, ''Bu olur mu?'' diye dinden dönüyorlardı. Sağlam müslümanlar bu Mi'rac hadisesine inanıp, Peygamberimiz'i tebrik ediyorlardı. Hz. Ebu Bekir, kendisine gelen müşriklerden, ''Bak senin arkadaşın, ''Ben gökleri gezdim geldim diye'' söylüyor diyenlere karşı, ''Ben daha bunun büyüğüne inanıyorum'' diyordu. Kâfirler ise yeni mal bulmuş mağribi gibi dillerine doluyorlar, ortalığı velveleye veriyorlardı. Mi'rac gesecinin sabahında, Mi'racını Kureyş'e haber verdi. Kureyş de tekzib etti, yalanladı: ''Eğer Beyt'ülMakdis'e gitmiş isen, Beyt'ül-Makdis'in kapılarını ve duvarlarını ve ahvalini bize târif et. Balâda yazdığımız hadis-i şerif'te, Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam ferman ediyordu! İşte o vakit Kureyşliler baktılar ki, Beyt'ül-Makdis'ten doğru ve tam haber veriyor. Ayriyeten, Kureyş'e vermiş olduğu kafileyle ilgili haberi de Allah'ın izniyle doğru çıktı. Kâfirler her ne kadar doğru olduğunu kabul ettiler ise de, inadlarından vaz geçip iman etmediler. Bu Mi'rac hadisesi, aynı zamanda bir imtihandı. Kimin doğru, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkacaktır ve çıkmıştır da. ışte Sıddık lakabıyla lakaplananlar! ışte kazip lakabıyla lakaplananlar! Rivayetlere göre Peygamberimiz'e ''Yetimlerin mallarını yiyenlerin, riba yiyenlerin, zanilerin, kocalarının yanına onlardan olmayan çocukları getiren kadınların sıfatları gösterilmiştir!'' Ayriyeten Musa (a.s.)'ın Resullullah (s.a.v.)'e namazın hafifletilmesi hakkında müşaverede bulunup, 50 vakit Sayfa 10 namazın, 5 vakite inmesidir. Yalnız kim iman ederek ve ecirlerini isteyerek 5 vakit namazı eda ederse onun için farz kılınmış 50 namaz ecir ve sevabı olur. Sonra üç kap getirildi; Birisi su, birisi içki, birisi de süt idi. Ve bana arz olundu. Ben ise sütü aldım ve içtim. Cibril bana dedi ki: ' 'Sen de, ümmetin de hidayete erdiniz!'' Peygamberimiz, Mescid-i Aksa da peygamberlere iki rekat namaz kıldırdıktan sonra, uruc (yukarı çıkmak) hadisesi başlamıştır. Muhterem okuyucular! İşte Mi'rac hadisesini tâbir caizse, şöyle bir merasim olarak gözden geçirmeye çalıştık. Haşiv'den, Tatvil'den ve Ta'kid'den de uzak kaldık. Yani ne fazla uzattık ne fazla kısaltdık, ne de anlaşılmaz bir hale getirdik. Herkesin anlıyacağı bir şekilde, muhtasar olan bir yazıdır. Azda olsa, Rabb'imiz amellerimizi dergah-ı izzetinde en güzel bir şekilde kabul edip, kusurlarımızı, hatalarımızı bağışlasın.. ''Allah katında amellerin en sevimlisi, az bile olsa devamlı olanıdır!'' Bu hadis-i şerife göre mümkün olduğu kadar amellerimizi azda olsa, devamlı yapmaya çalışalım. Yeryüzünde efdal, en faziletli olan mescidlerin üçüncüsü Mescid-i Aksa'dır. Bu kutsal olan mescid bugün esir durumundadır. Ne yazık ki, siyonistlerin işgali altında esirdir. Lisan-ı haliyle tüm müslümanlara sesleniyor ve diyor ki: ''Beni bu durumdan kurtaracak, Ömer'ler, Ammar'lar, Osman'lar, Ali'ler, Selahaddin-i Eyyubî'ler nerelerde? Bu esirlik ne zamana kadar devam edecek? Kıyamet sabahına kadar mı?'' Hayır, hayır, hayır! Bu esaret ebediyen devam etmeyecek ve beklenilen o saat gelecektir. Şeyh'ül-Ekber, büyük şeyh ve Allah dostu olan Muhyiddin-i Arabî'nin kalp gözüyle söylediği o şey tahakkuk edecek ve inşaallah o Mehdi'nin arkasında Cuma namazını Kudüs'te tüm müslümanlar ile birlikte eda edeceklerdir. Dua edelim de o günleri Rabb'imiz bizlere göstersin! Yalnız her müslüman kendi üzerine düşen görevini karınca kadarınca yerine getirecektir. Sırt üstü, yan gelip yatmayacak, yani ''Mehdi gelecek bu iş düzelecek!'' demeyecektir. Her müslüman Mehdi gibi çalışacaktır! Onun için sa'y edip, sabırla, şükürle, zikir ve dua ile, tefekkürle, tevessül ve tevekkülle amellerimizi yerine getirip, galibiyetin yalnız Allah'ın elinde olduğunu da unutmayalım. Zamanlarımızı boşa geçirmeyelim. Hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecek gibi de ahirete çalışalım! Şimdiden bu mübarek gecemiz, hepimize mübarek ve kutlu olsun! İslam âleminin dirlik, birlik ve beraber olmalarına, gayr-i müslim'lerin de hidayetlerine vesile olsun! Ayriyeten yeryüzünde adaletin hâkim kılınmasını Rabb'mizden dua ve niyaz ediyoruz! MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ Islam/Ibadet ISLAM- (5) 8-Yüce Allah -C.C.- dünya hayatını ahireti de içerecek geniş ve presfektif ile düzenlesinler diye insanları bu nitelikleri taşıyan islamiyeti benimseyip uygulamakla yükümlü tuttu. Fakat insan nefsi, tabiatının gereği olarak, şahsi arzlarını, içgüdülerini, ihtiraslarını ve başıboşluğunu sınırlayacak yükümlülüklerden, her ne kadar bu sınırlamalar, yararına bile olsa, hoşlanmaz. Bu yüzden, yüce Allah kendisine inanmış, bağlılıkları kesin hak taraftarlarına diğer insanlara Allah'ın egemenliğini benimsetmeyi farz kıldı. Bu görev iyiligi emredip kötülükten sakındırmak ve cihad aracılığı ile yerine getirilecektir. Iyiliği emredip kötülükten sakındırmak müslüman toplumda islamın uygulanmasını hedef edinirken Cihad görevi de Allah'ın şeriatının Islam yurdunun sınırları dışında kalan dünyada egemen olmasını sağlamayı amaçlamaktadır.Çünkü yüce Allah -c.c.- şöyle buyuruyor. Fitne ortadan kalkıp Allah'ın dini tam anlamı ile egemen oluncaya kadar onlarla savaşın.(Bakara,193) Ey mü'minler en yakınınızdaki kâfirler ile savaşınız, bunlar sizde sertlik bulsunlar ve biliniz ki, Allah kendisinden korkanlar ile beraberdir.(Tevbe, 123) Bu üç görev, yani cihad, iyiliği emretmek ve kötülükten sakmdırmak Islamın uygulanmasını sağlayacak beşeri müeyyidelerdir. Bunlar dışında Islamdan sapan kimselerin çarpılcağı fıtri cezalar ile açık dünya ve ahiret cezalandırmalarında beliren ilahi müeyyideler de vardır. Bu üç beşeri müeyyide, taşıdıkları büyük önemden ötürü Peygamberimizin Sayfa 11 Said Havva Islamla ilgili bazı tariflerinde yer almışlardır. Mesela Bezzaz'ın bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle buyuruyor: Islam sekiz paydır: Islama inanmak bir paydır, namaz bir paydır, zekat bir paydır, oruç bir paydır, Beytullahı ziyaret etmek bir paydır, iyiliği emretmek bir paydır, kötülüklerden sakanmak bir paydır, cihad bir paydır. Bu paylardan hiç birine sahip olmayan aldanmıştır. (Bezzaz) Hakim'in bildirdiğine göre de Peygamber Efendimiz(SAV) şöyle buyuruyor: Islam, kendisine hiç bir ortak koşmaksızın Allaha kulluk etmen, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan'da oruç tulman, hacca gitmen, iyiliği emredip kötülükten sakındırman ve aile halkına selam vermendir. Kim bunlardan birini eksik bırakırsa Islamın bir payını terketmiş olur. Bu payların tümünü terkeden kimse ise Islama arka dönmüş demektir. (Hakim) Maruf, yani iyilik, şeriat tarafından yapılması istenen veya mubah sayılan şeylerdir. Bunların tümünü içeren geniş kapsamlı bir terimdir. Söz konusu şeyler ister farz, ister vacip, ister sünnet, isterse mubah olsun. Buna karşılık mün ker, yani kötülük de şeriat tarafından yapılması caiz görülmeyen veya insanlardan kaçınılması, uzak durulması istenen şeylerin tümünü içeren genel bir terimdir. Bu tür haram ve mekruhlar bu terimin kapsamına girer. Bu arada maruf terimi; Islamın rukünleri ile islam binasını içerdiği gibi, münker terimi de hem rukünler ve hem de yapı olarak Islamdan her türlü sapmayı içerir. Müslümanların temel görevi islamiyeti yürürlükte tutmaktır. Bu yüzden her hangi bir yer ve zamanda islam egemenliğinin varolup olmadığının belirtisi yüce Allah -C.C.- tarafından şöyle ifade ediliyor: Kim MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 Allah'a yardım ederse bilsin ki Allah da mutlaka kendisine yardım edecektir. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstün iradelidir. Onlar ki, eğer biz kendilerini yeryüzünde egemen kılarsak namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar. Her şeyin akıbeti Allah'a aittir. (Hacc,40-41) Namaz kılmak, müslümanların devletin Allah'a ibadet etme ilkesi üzerinde kurulu bir devlet olduğunu sembolize eder. Zekat vermek, bu devletin ilahi adalet esasına dayandığını gösterir. Iyiliği emretmek, her çeşit iyiliğin Islam devletinde varolduğunu sembolize eder. Kötülükten sakındırmak bu devletin her türlü kötülüğe karşı savaş halinde olduğunu gösterir. Bunların hepsi de islam binasının hem temel ve hem de yapı olarak ayakta olduğunu sembolize eder. Daha önce söylediklerimizin ışığı altında düşünürsek az önce okuduğumuz son iki hadisin de tıpkı daha önceki benzerleri gibi islam bütününün önemini vurgulamak istedikleri parçalarla tarif ettiklerini görürüz. Bu tarifler de Islamın bütününü anlatmıyor. Çünkü daha önce gördüğümüz gibi Islam bu tariflerin içeriğinden daha geniş kapsamlıdır. Bu tariflerden birinde islamın rukünleri dile getiriliyor, ayrıca bunlara bu dinin ayakta durmasını sağlayacak beşeri müeyyideler ekleniyor. Maksad müslüman açısından bu rukünler ile müeyyidelerin önemini belirtmektir. Ikinci tarifte ise islamın evi içinde gözeteceği bir edeb kuralı hatırlatılıyor. Amaç yine söz konusu ilkelerin önemini belirtmek, Islamın bütünü içindeki yerlerinin ağılığını vurgulamaktadır. Yoksa, dediğimiz gibi, bunlar lslamın tümü değildirler. RECEB 1433/ HAZIRAN2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . Hanımlar Köşesi Kadı Şüreyh(r.a.) Kadı Şüreyh, tabiinden Şâbi hazretlerine:Ey Şâbi, eğer evlenirsen Benî Temim kabilesinden bir kızla evlen. Çünkü onlar, kızlarını iyi yetiştiriyorlar, diye tavsiyede bulundu: Şâbi:Nereden biliyorsun? diye sormuş. Kadı Şüreyh anlatmış:Genç ve bekârlığımda Beni Temim kabilesinin tarafına gitmiştim.Ihtiyar bir kadınla bir kızın oturduğunu gördüm. Kız, gâyet sevimli, boylu boslu görünüyordu. Kızı yakından görmek için su içmek bahanesiyle yanlarına varip kendilerinden su istedim. Kadın kıza bir su getirtti. Suyu içtikten sonra kadına,- Bu kız kimin diye sordum, adı nedir? dedim. Kadın:- Hüdeyr'in kızıdır . Adı Zeyneb'dir , dedi. Evli midir? Bekarmıdır? dedim. Bekardır , dedi. Allahın emriyle bana verirmisiniz? dedim. Dengi isen, sorup soruşturur veririz, dedi. Oradan evime geldim. Kızı beğenmiştim, onunla evlenmeyi kafama koydum. Akrabalarımdan birkaç kimse alıp kızın amcasına giderek, maksadımızı söyledik. Arada bir tanışma sohbetinden sonra kızı istedik. Münâsiptir dediler ve söz kesildi. Nikâh olduktan sonra, Beni Temim kabilesinin kadınlarının nasıl olduğunu bilmiyorum, ayrı kabilenin insanlarıyız diyerek kalben pişman olmuştum. Buna rağmen, kimseye belli etmedim. Hayırlısı diyerek işin neticesini bekledim. Neticede evlendik ve gelini getirdik. Güveyi gecesi kız bana:«Efendim, bu akşam damat iki rekat namaz kılar. Allah rızası için kılınan bu namazdan sonra gelinin hayırlı ve uğurlu olmasını dilemesi, Cenabı Haktan hayır ve bereketler niyaz etmesi Sünnettir.» dedi. Ben de: «Evet, öyledir.» diyerek iki rekat namaz kıldım. Selamdan sonra Sayfa 12 Betül Hanım baktım ki o da namazını kılıyor. Böylece namazlarımızı kılıp, dualarımızı ettikten sonra, kız bana şöyle dedi: Efendim, ikimiz de ayrı kabilelerdeniz. Ne var ki kader bizi birleştirdi. Birbirimizin huy ve ahlâkını, örf ve âdetlerinizi bilmediğimiz halde madem ki ilahi takdir bizi birleştirdi, öyle ise bana sevdiğiniz ve memnun olduğunuz şeyleri bildirin ki, isteğinize göre hareket edeyim. Sevmediğiniz, hoşlanmadığınız hal ve hareketleri de söyleyin ki, onlardan sakınayım. Böylece siz bana yumuşak huylu davranın, ben de size zevcelik görevlerimi yerine getirmek için gayret edeyim. Eğer size karşı vazifelerimi yerine getirmeyip itaatsizlikte bulunursam, beni babamın evine gönderebilirsiniz. Bunun için hiç üzülmeyiniz. Benim sizden rica edeceğim hususlar bunlardır. Allah, bizi birbirimize hayırlı etsin, dinimizi gereği gibi yapmayı nasip etsin . Kadı Şüreyh:«Hanım, bana öyle şeyler söyledin ki, eğer dediklerini yaparsan gerçekten beni mutlu ve bahtiyar edersin. Eğer bu söylediklerini yerine getirmezsen, senin aleyhinde olur. Ben, şunları isterim, şu hareketleri de sevmem, istediklerimi yerine getir, istemediklerimi de gizleme» der . Gelin : Akrabamın gelip gitmelerini istermisin, dedi. Kadı Şüreyh: Usandırmamak şartıyla gelebilir, pek sık istemem der . Kadın : Komşulardan kimler gelip gidebilir? istemediklerinize yüz vermem. Kadı Şüreyh: Şu şu komşular gelebilir . Namuslu ve dindar insanlardır. Filan ve falan kimseleri istemem, iyi ve Islâmi hayatları yoktur . Bu gibilerin evimize gelmesinde hayır yoktur . Bu ölçülerle kurulan yuva kısa zamanda Cennet yuvası oluvermiştir . Bir sene felan MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 geçtikten sonra bir gün adam evine geldiğinde evde ihtiyar bir hanım misafir gelmiş ve ev sahibesine kızım şöyle yap, böyle yapma, diye öğütler vermekte olduğunu görmüş. Kadı Şüreyh hanımına: Bu kimdir ? diye sormuş. Hanımı: Kayınvalideniz, demiş. Adam hemen elini öpüp saygı ve hürmet göstermiş. Kadın, hemen damadına sormuş:Hanşmşndan memnun musun? demiş. Kadı Şüreyh:Çok memnunum demiş. Allah sizden razı olsun. Çok iyi bir evlat yetistirmişsiniz,demiş. Bunun üzerine Kayın validesi:Oğlum, kadının huysuzundan Allah korusun. Huysuz ve terbiye kıtlığı iki halde kendini gösterir . Birincisi, erkek çocuk doğurdugu vakit; Ikincisi de kocasından yüz bulunca. En uygunsuzu kocasından yüz bulunca huysuzlaşan dilberlerdir. Böylesinden Allah esirgesin, demiş. Hanımının akrabalarının sizi görmeye gelmelerini istermisiniz? Ne vakit, kaç günde gelsinler? diye sormuş. Damat: Aman efendim, istedikleri zaman gelsinler, evim onlarındır, der. Kayınvalide her sene bir defa gelip bu yolda nasihatlar edip gidermiş. Kadı Şüreyh, o hanımla tam yirmi sene geçirmişler. Bu kadar senede hanımının bir ayıbını,kötülüğünü görmemiş. Bunun tersine bir komşuları varmış. Onun da hanımı huysuz terbiyesizmiş, evlerinde her gün kavga ve gürültü, dayak patırtısı eksik olmazmış. Onların halini gören Kadı Şüreyh, Hanımı Zeyneb için söyle bir medhiye yazmış: Zevceler içinde Zeynebim bir tek, Kırılsın ellerim, vurursam kötek, Adaletsizliktir suçsuzu dövmek, Zeynebime haktır medhedip övmek. Kadınlar içinde o bir güneştir, Diğer kadınlarsa yıldıza eştir, Güneşin yanında yıldızlar kaybolur, Erkek saâdeti yuvada bulur... Zeyneb itaatli, Zeyneb sadıktır, Ona dayak değil,Medhiye layıktır. RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ Siyer/Davet Ramazan El Butiy üçün üçüncüsü olduğunu bildirmek -hâşâ- için gönderildiğini, ondan sonra gelen bir başka peygamberin de; Allah'ın bir olduğunu, eşinin ve ortağının bulunmadığım açıklamak için görevlendirildiğini; her iki peygamberin de Hz. Muhammed as, Peygamberlerin sonuncusudur ve ondan Allah'tan aldıklarını açıklamada doğru sözlü olduklarını sonra artık peygamber yoktur. Müslümanların üzerinde savunmak aklın kabul etmeyeceği bir husustur. ittifak ettikleri ve zarûrat-ı diniyye'den bildikleri şeylerden Akide konusundaki durum budur. biri de budur. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Benimle, benden önceki peygamberlerin misâli, şu Teşriî konusuna gelince; teşriî kelimesi, fert ve toplum kişinin misâli gibidir: Bu adam bir bina kurmuş ve binayı hayatını düzenleme ve hükümler koyma anlamında güzel yapıp, süslemiş, yalnız köşelerinden bir köşede bir kullanılmaktadır. Bir peygamberle diğer peygamberin kerpiç yeri eksik kalmış. Bu vaziyette halk, binayı şeriatı arasında keyfiyyet ve kemmiyyet bakımından birtakım dolaşmaya başlarlar, binayı çok beğenir­ler ve «Keski şu farklar bulunuyordu. Bunun sebebi de, teşri'in (şeriat bir tek kerpiç de konulmuş bulunsaydı!» derler, işte ben o, koyma) ihbar türünden değil de, inşâ türünden oluşudur. (yeri boş bırakılan) kerpicim. Ben peygamberlerin Akide konusunda söylediklerimiz, teşriî konusunda sonuncusuyum». söylenemez. Zira, çeşitli kavim ve milletlerin varlığının, Resûlullah'ın da'veti ve onun da'vetinin geçmiş zamanın değişmesinin şeriatların değişmesinde ve çeşitli peygamberlerin da'veti ile alâkasına gelince, yukarıda olmasında önemli etkisi vardır. Ayrıca, teşrii fikrinin temeli, zikredilen hadîsin de işaret ettiği gibi, onun da'veti, geçmiş kulların dünya ve âhiret maslahatına peygamberlerin da'vetlerini te'kid ve dayandığı sebebi de, bu konuda önemli tamamlamak esası üzerine kurulmuştur. bir etkendir. Buna, geçmiş 4- Hz.Muhammed(s.a.v) ve Davetinin Geçmiş Semavî Davetlerle İlgisi (1) Bunun anlamı şudur: Her peygamberin dâvası iki temel prensip üzerine kurulur: Birincisi akide (inanç); ikincisi ise, şeriat (hukuk) ve ahlâktır. Akideye gelince, onun muhtevası, Hz. Âdem'in peygamber olarak gönderilmesinden, ta peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gelinceye kadar değişmemiştir. Bunlar ise Allah'ın vahdaniyyetine, O'nun Zât-ı ulûhiyyetine yakışmayan sıfatların her türünden münezzeh olduğuna inanmak, âhiret gününe, insanların öldükten sonra hesaba çekileceklerine; Cennet ve Cehennem'e inanmaktır. Böylece her peygamber kendi halkını, bu hususlara iman etmeye çağırıyordu. Onların tümü kendinden önceki peygamberlerin da'vetini tasdik ederek, kendinden sonra ge­lecek peygamberin peygamberliğini de müjdeleyerek geliyordu. İşte böylece, peygamberlerin halkı itâata çağırmak ve tebliğ etmekle yükümlü oldukları -Tek Hakikat»! pekiştirmek için çeşitli kavim ve milletler birbirini izledi. Dikkatle bakalım! Onların çağırdıkları tek hakikat; peygamber seçme ve din gönderme hakkının yalnızca Allah'a âit olduğudur. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de, şu âyet ile bu gerçeğe işaret ediyor: «Allah, Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuş­tur. Ey peygamber! Sana vahyettik, İbrahim'e, Musa'ya- ve isa'ya da buyurduk ki: «Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin.» Putperestleri çağırdığın şey, onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer. Kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir"» Esasen, akide konusunda, peygamberlerin da'vetlerinde bir ihtilâfın olduğu düşünülemez. Çünkü akide konuları, ihbar türündendir. Birşeyden haber vermeye gelince; haber konusunda doğru sözlü olduğunu kabul ettiğimiz iki haberci arasında, verdikleri haber konusunda ihtilaflı olmaları düşünülemez. Peygamberlerden birinin insanlara, Allah'ın Sayfa 13 peygamberlerden herbirinin peygamberliklerinin belirli bir millete mahsus olduğunu ve bütün insanlar için umumî olmadığını da ilâve edebiliriz. Buna göre, şer'î hükümler de, o ümmetin kendi hususiyetleriyle birlikte belli bir çerçeve içinde sınırlandırılmıştır. Meselâ, Mûsâ (a.s.) Israiloğullarına gönderilmişti. O zamanki şartlar, Mûsâ (a.s.)'nın şeriatının -İsrailoğullarının durumuna göre - ruhsatlar üzerine değil de, katı bir şekilde azimetler üzerine kurulmasını gerektiriyordu. Fakat, bir müddet geçtikten sonra Efen­ dimiz Isâ Aleyhisselâm onlara peygamber olarak gönderildi. Hz. İsâ (a.s.) onlara daha önce Mûsâ (a.s.)'nın getirdiği şeriattan daha kolay bir şeriatı tebliğ etti. Bu hususta, Hz. İsa'nın İsrailoğullarına yaptığı konuşmada; Cenâb-ı Hakk'ın onun dilinden buyurduğu şu âyete bakınız: «...Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmekle beraber, size yasak edilenlerin bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden bir âyet getirdim.... Hz. İsa İsrailoğullarına, kendisinin akide işleriyle alâkalı konularda Tevrat'ta bulunan şeyleri tadik ve te'kid edici, da'veti de yenileyici olduğunu açıklamıştı. Haram ve helâl hükümleriyle, teşrii duruma gelince, hakikaten o, bir kısım değişikliklerle, bazı kolaylıklar sağlamak ve katlandıkları katı hükümlerin bir kısmını yürürlükten kaldırmakla görevlendirilmişti. Buna göre her peygamberin peygamberliği akide ile teşriî durumu kapsar. Bir peygamberin akide konusundaki çalışması, herhangi bir değişiklik yapmaksızın, önceki peygamberlerin getirdiği akidenin Özünü te'kid etmekten başka birşey değildir. Teşri'e gelince; her peygamberin şeriatı, desteklediği veya sustuğu konular hariç; önceki şeriatı yürürlükten kaldırır. MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012 ِ إِن ُكْم ْإ إِه ِك. ُ ُ Faydalı Bilgiler — Şifalı Bitkiler AKASYA Diğer İsimleri : Salkımağacı, Robinia pseudoacacia Botanik Bilgi : Baklagillerden; bir çeşit süs ve gölge ağacıdır. Salkım çiçekli ve küçük yapraklıdır. Çiçekleri güzel kokar. Çiçekleri kullanılır. Bilinen Bileşimi : Asparagin, robinin, tanen, indican, agaciin, metil eteri, indul, benzaldehid, antranil asidi. Ağustos ayı içinde amigdalin, globulin, fitosterin, stigmasterin. ulaşılacaktır. Dünya Üzerindeki Nüfus Dağılımını Gösteren Grafik Harita 8,5 milyara 2020 yılında ulaşılacaktır. En güncel tahminlere göre dünya 9,6 milyara 2030 yılında nüfusu 6,6 milyara 2007 Haziran'ında ulaşılacaktır. ulaşmıştır ve 2008 itibariyle 6 640 10,3 milyara 2040 yılında 000 000'u aşmıştır. ulaşılacaktır. 12 milyara 2050 yılında ulaşılacaktır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun belirlediği tarihe göre 12 Ekim Nüfus sıralamasında ilk 17 ülke 1999'da dünya nüfusu 6 milyara (2005) ulaşmıştır. 7 milyara ise Kasım 2012'de ulaşacağı sanılmaktadır. Çin : 1.32 milyar (Dünya'nın Şimdiye kadar yaklaşık 110.000.000.000 (110 Milyar) insan doğmuştur. 20. yüzyılın son 70 senesinde dünya nüfusu tarihte en fazla yükselişini göstermiştir 1 milyara 1802 yılında ulaşılmıştır. 2 milyara 1927 yılında ulaşılmıştır. 3 milyara 1961 yılında ulaşılmıştır. 4 milyara 1971 yılında ulaşılmıştır. 5 milyara 1987 yılında ulaşılmıştır. 6 milyara 1999 yılında ulaşılmıştır. Yukarıdaki rakamlara göre, son 81 yılda dünya nüfusu üçe katlanmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından 2002 yılında yayınlanan tahminlere göre: 7,2 milyara 2010 yılında Sayfa 14 20%'si ) Hindistan : 1.12 milyar (17%) Amerika Birleşik Devletleri : 304 milyon (4.6%) Endonezya : 225 milyon ( 3.5%) Brezilya : 186 milyon (2.8%) Pakistan : 165 milyon (2.5%) Bangladeş : 147 milyon (2.3%) Rusya : 143 milyon (2.2%) Nijerya : 135 milyon (2.1%) Japonya : 128 milyon ( 2.0%) Meksika : 108 milyon ( 1.7%) Filipinler : 86 milyon(1.3%) Vietnam : 84 milyon (1.3%) Almanya : 82 milyon (1.3%) Etiyopya : 76 milyon (1.2%) Mısır : 75 milyon (1.2%) Türkiye : 70 milyon (1.2%) MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 Özellikleri : Kabız yapıcı, mikrop öldürücü, trankilizan / yatıştırıcı, kolagog / safra artırıcı, mide ekşimesini azaltıcı ( çiçekler ), kan dindirici. Faydaları Diş eti yaralarına iyi gelir. Astım şikayetlerini geçirir. Göze keskinlik verir. Kanamalarda, yüksek ateşte yaprakları ve taze sürgün dalları kaynatılarak banyosu yapılır. Kullanım şekli ve dozu : 4 bardak suya 20 -30 gr. yaprak konularak kaynatılır. Soğuduktan sonra süzür. Günde 2 çay bardağı içilir. Yan tesirleri : Yüksek dozda yapraklar zehirleyicidir. RECEB 1433/ HAZIRAN2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c.c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler Yeni bir Din Türetilmek İsteniyor! 09 MAYIS 2012 ÇAR 05:45 Vaktiyle Hindistan'da Ekber Şah ismindeki sultan İslam'ı, Mecusiliği ve Hıristiyanlığı karıştırarak yeni bir din çıkartmıştı. Bu dine "Din-i İlahî" adını vermiş, "İbadet-hâne" denilen tapınaklar kurmuş, İslam selamını kaldırmış, onun yerine "Allahu Ekber" denilmesini emr etmiş, bunlara benzer temel değişiklikler ve yenilikler yapmıştı. . Bugün Türkiye'de buna benzer bir hareket başlatılmıştır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam bir kazanda kaynatılarak yeni bir din türetilmek isteniyor. 9. Yahudi, Katolik, Süryanî, Gregoryen, çeşit çeşit Protestan temsilcilerle; patrikler, papazlar, monsenyörler, pastörler ile birlikte mübarek Ramazan aylarında beş yıldızlı içkili otellerde iftar ziyafetlerinde buluşmak. 10. İslam'ın tek hak din olduğu inancını kaldırıp, onun yerine üç İbrahimî hak din vardır inancını ikame etmek. 11. Yahudilerin ve Hıristiyanların, Hz. Muhammed aleyhissalatü vesselamın son Peygamber olduğunu inkar etmelerine önem vermemek. 12. Tevhid ile Teslis inancını, âmentü bakımından bir görmek. 13. Yahudi ve Hıristiyanların ellerindeki kutsal Bu dinin bazı özellikleri ve temel inançları şunlardır: metinleri muteber kabul etmek. 1. Kelime-i Tevhid'in ilk kısmını söylemek, gerektiğinde ikinci kısmını (Yahudileri ve Hıristiyanları üzmemek için) söylememek. 14. Onların şeriatlarının nesh edilmiş olduğunu kabul etmeyip, yürürlükte ve muteber olduğuna inanmak. 2. Kur'andaki "Allah katında (hak ve geçerli) din 15. Yahudi ve Hıristiyanları dost ve veli kabul İslam'dır" temel inancını kaldırıp, onun yerine "Üç etmek. Bu ise, açık ve muhkem Kur'an ayetlerine hak ibrahimî din vardır. Bunların üçünün mensupları aykırıdır. da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" inancını getirmek. 3. Kur'anın Yahudileri İslam'a çağırmadığını kabul etmek. 4. Yine Kur'anın Hıristiyanları İslam'a çağırmadığına inanmak. Bilindiği gibi 1925'ten bu yana İslam'ın tasavvuf tarikatları yasak ve kapalıdır. Yukarıda bahs ettiğim yeni dininin müzikli âyinleri ise serbestçe yapılabilmektedir. Ankara Diyanet'inin bu yeni dine cephe alması ve Müslümanları bu konuda uyarması gerekirken 5. İslam kadınlarının Yahudi ve Hıristiyan erkeklerle maalesef bu yapılmamaktadır. Mardin'in tarihî evlenmesini meşru görmek. Kasımiye medresesinde yapılan papazlarla karışık ayin ve törenlere Diyanet, büyük bir il müftüsünü 6. Muharref Tevrat ve İncil'i dinî referans olarak göndererek katılmıştır. kabul etmek. 7. İslam'ın camilerini, kilise ve sinagoglara benzetmek için sıralar, tabureler, sandalyalarla doldurmak. 8. Yahudi ve Hıristiyan din adamlarıyla toplantılar tertip etmek, ezanlar okunurken çanlar çalarken, müşterek âyinler yapmak. Sayfa 15 Nâçizane talebim: Bir Ehl-i Sünnet ve cemaat Müslümanı olarak, ülkemizdeki bütün sünnî cemaat, tarikat, grup, hizip, fırka ve toplulukların bir araya gelerek bir ulema meclisi kurmalarını, türetilmek istenen yeni dinin incelenmesini ve bu konuda halkın uyarılmasını candan temenni etmekteyim. MUHACIRUN DERGISI– YIL-1/ SAYI-6 RECEB 1433/ HAZIRAN2012