Mert Yunus BALCI`nın Ulusal Sosyal Bilimler Olimpiyatı`nda (USOBO

advertisement
Mert Yunus BALCI’nın
Ulusal Sosyal Bilimler
Olimpiyatı’nda
(USOBO) derece alan
makalesidir.
1
Bölgesel Güçten Küresel Aktörlüğe Türk Dış Politikası
Türk tarihi incelendiğinde Türk devletlerinin yaklaşık 1400 yıldır siyasi, ekonomik,
teknolojik ve kültürel gerekçelerle Batı’ya aktığı söylenebilir. Orta Asya’dan Viyana’ya kadar
uzanan bu akın Viyana’dan iki kere dönüş sonrasında, Avrupa’da Türk hâkimiyeti gücünü
yitirmiş ve bundan sonraki süreç Türk diplomasisinin Avrupa’dan etkileşim sürecine girmesiyle
sonuçlanmıştır. 1
3. Selim’le başlayan devlet kurumlarının Avrupai tarzda modernizasyonu ve Avrupa ile
ilişkilerin geliştirilmesi için Avrupa’da elçilikler açılması suretiyle, diplomatik alanda başlayan
ilişkiler daha sonra II. Mahmud döneminde sürdürülmüş, Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla
‘’Batıcılık ‘’ kavramı politik tarihimizde yerini bulmuştur.
Dış politikada ‘’Batıcılık’’ Meselesi
18. Yüzyılın başlarında Osmanlı’nın gerileme dönemine girmesiyle birlikte, başında bir
Demokles Kılıcı gibi hissettiği Batıcılık ve Batılılaşma süreci2 dış politikaya da nüfuz etmiş ve
de Soğuk Savaş’a kadar dış politikanın temel bileşenlerinden biri olarak yer alacak olan Avrupa
içi dengeleri kendini müdafaa için kullanma stratejisi gelişmiştir.3
Bu stratejiyi ilk olarak Kırım Harbi ve sonrasındaki gelişmelerde idrak etmek
mümkündür. Bölgede Osmanlı-Rus mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkan Kırım Harbi,
Rusya’nın bölgeyi istila savaşları karşısında, Ortadoğu’daki pazarını kaybetmek istemeyen
Avrupa devletlerinin araya girmesiyle4 Osmanlı’nın toprak bütünlüğü açısından lehine
diyebileceğimiz bir biçimde sonlandırılmıştı. Osmanlı Devleti prosedürde Avrupa devletler
hukukundan yararlanma hakkını ve bir Avrupa Devleti olma vasfını kazanmıştı. Bu antlaşma
aynı zamanda Türk dış politikasının Batı eksenine hukuki olarak geçiş yapmasını da içerisinde
barındırır.
1
Yılmaz Özakpınar, Kültür Değişmeleri ve Batılaşma Meselesi, Ötüken Yayınevi 2003 s.11-12
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Alkım Yayınevi 2006 s.18
3
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları 2008 s. 67
4
Halil İnalcık, Makaleler II, Doğu Batı Yayınları 2008 s.253
2
2
Paris Antlaşması ile Batının Osmanlı’ya giderek artan dış baskıları Osmanlı’nın
içişlerinde yaşadığı problemlerin uluslararası arenaya taşınmasına sebebiyet vermiştir. Bu da dış
güçlerin Osmanlı içişlerine karışma hakkını kendilerinde hissetmeleri anlamına geliyordu. 5
Batıcılık statükosu, Türk dış politikasını bugüne kadar yönlendirmiş ve halen daha
varlığını devam ettirmeyi başarmıştır. Günümüzde yaşadığımız eksen kaymasına ilişkin
tartışmalar batıcılık ve batılılaşma kavramlarının zihinlerimizdeki etkilerinden dolayıdır.
II. Meşrutiyet’in ardından dış politika
Tanzimatla birlikte, dış politika yapım unsurları arasına eklenen batıcılık, II. Abdülhamit
döneminde çok yönlü politikalar oluşturulması, doğu ve güney Müslümanlarını içerisine alacak
bir hinterland oluşturması6 gibi politikaların yanında dış politikayı etkileyen önemli faktörlerden
biri olarak kalmayı başarmıştır. II. Meşrutiyet ardından göreve gelen İttihad ve Terakki
hükümeti dış politik çizgisini bir Turan hedefi üzerine oturtmuştur. Bu misyonu
gerçekleştirebilmek için de batıda bazı devletlerle ittifaklar kurarak dış politikada batı eksenli
bir tutum izlemiştir. Ancak İttihad ve Terakki partisinin dış politika düzeninde İngiltere ve
Fransa’dan ziyade Almanya yer alıyordu7. Bu tercih Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na
girmesine doğrudan etki edecektir.
Bu dönemin dış politika tecrübesinin günümüze ışık tutması gereken en önemli boyutu
reel güçle orantısız bir uluslararası konum arayışının taşıdığı risktir. İttihat ve Terakki
liderlerinin Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’na sokmaya sevk eden temel saik,
yenilmezliğine inanılan Alman askeri gücünün de desteğini alarak Pantürkizm eksenli milliyetçi
ideallerle ani bir stratejik sıçrama yaparak yepyeni bir uluslararası konum kazanma hedefiydi.
Savaşlar ya da geçiş dönemlerde ani stratejik sıçrama yapma hedefine yönelen güçler böyle bir
planın uygulama safhasına konmasından önce mutlaka gerekli stratejik, psikolojik, siyasi,
ekonomik ve kültürel ön hazırlığın yapılmış olduğundan emin olmak zorundadırlar.8 Gerekli ön
hazırlıkları gerçekleştirmeden, realiteden uzak idealist bir dış politika izlenmesi hem İttihad ve
Terakki’nin hem de Osmanlı Devleti’nin çöküşüne zemin hazırlamıştır. Ayrıca II. Abdülhamit
5
Cezmi Karasu, ‘’Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış’’ Ankara Ün. Osmanlı Tarihi
Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM) sayı:4. s.205-221.
6
Davutoğlu, a.g.e, s.67–68
7
İlber Ortaylı, İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1981, s.120–122
8
Davutoğlu, a.g.e, s.68–69
3
döneminde çok yönlü ve dinamik bir dış politika hazırlama çalışmasına giren Türk diplomasisi,
İttihad ve Terakki döneminde bu vasfını yitirmiştir. Mutlak Terk-Mutlak Hâkimiyet
mefhumunun dış politikada yürürlüğe girmesiyle, tarihi ve kültürel mirasın bulunduğu jeopolitik
ön hatlar ile bütün köprülerin atılması stratejik planlamaların eksikliğini açıkça göstermektedir.9
Bu metodolojik hata, Ortadoğu-Kafkaslar ve Balkanlar üçgeninin yabancı kuvvetlerin eline
geçmesini kolaylaştırmış, devlet bölgedeki jeoekonomik ve jeostratejik fırsatlardan yararlanma
imkânı bulamamıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra dış politika
Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış
politikadaki en önemli dinamizm unsuru Batıcılık anlayışıydı. Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde ortaya çıkan Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük akımları10 bu dönemde eskisi
kadar güçlü etki alanlarına sahip değildi. 11
Cumhuriyet döneminde izlenen dış siyaset, uluslararası alanda iddialı bir konumda yer
almak yerine, Misak-ı Milli sınırlarını korumak ve yeni Türk devletini Batı’ya muhalif veya
Batı’nın alternatifi olmaktan ziyade Batı ekseninin bir parçası olmak şeklinde düzenlenmişti.12
Atatürk’ün 1. Dünya Savaşı sonrasında radikal garpçılığı temel kavram olarak benimsemesi,13
devlet stratejisi olarak garpçılığın esas alınmasına ve devletin batı eksenli dış siyasete uyum
sağlamasına vesile olmuştur. Ancak bu siyaset Türkiye’nin doğudan uzaklaşmasına ve doğuya
karşı Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan tatsızlıklar sebebiyle bir cephe almasına sebebiyet
vermiştir. Unutulmamalıdır ki, dış politika geçmişten gelen kötü olayları duygusal boyutlara
taşınarak yönetilirse, devletin siyasi, kültürel ve ekonomik anlamda kazanım imkânları daralmış
olur. Almanya ve Fransa 19. yüzyılda başlayan ve etkisini ancak İkinci Dünya Savaşı sonunda
yitiren yaklaşık 100 yıllık bölgelerindeki mücadelelerini, dış politik çizgilerinde duygusallığa
taşımadıkları için bugün ortak paydada buluştukları ekonomik, siyasi ve kültürel antlaşmalara14
imza atmışlardır. Bu antlaşmalar, iki devletin de dış politika konumlarındaki itibarı noktasında
büyük avantajlar sağlamaktadır. Ancak Türkiye’nin yirminci asrın ilk çeyreğinde Ortadoğu’da
stratejik kuşaklarını kaybedip ikinci ve üçüncü çeyrekte Ortadoğu’ya yabancılaşıp, dördüncü
9
Davutoğlu, a.g.e, s.56
Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Türk Tarih Kurumu Yayınları 1976 s.19-32
11
Davutoğlu, a.g.e, s.69
12
Davutoğlu, ,a.g.e, s. 69–70
13
Halil İnalcık, a.g.e, s.204–205
14
http://en.wikipedia.org/wiki/France%E2%80%93Germany_relations#Political_alliances
10
4
çeyrekte ise hükümetlerin bölgeye bakış açısına göre şekillenen inişli-çıkışlı bir tutum
seyretmesi bölgedeki muhtemel jeoekonomik kazanımlardan uzak kalmasına sebep olmuştur.
Türkiye bu Ortadoğu politikasından kurtulup, bölge için köklü bir revizyona gitmelidir.15
Soğuk Savaş Döneminde Türkiye
Atatürk döneminde Türk dış politikasının en büyük kazanımlarından bir tanesi Yurtta
Sulh – Cihanda Sulh ilkesinin getirmiş olduğu savaştan uzak olma prensibiydi. Zira bu prensip
sayesinde Türkiye İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak kalmayı başarmıştır. Türkiye’nin İkinci
Dünya Savaşı öncesinde yaptığı hamleler, Türkiye gibi dünya barışı destekçisi olan devletlerle
ittifaklar oluşturma şeklinde olmuştur. Buna mukabil olarak Türkiye Sadabat Paktı’na ve Balkan
Antantı’na üye olmuştur.16 Türkiye bu paktlarla üye olarak savaştan gelebilecek birtakım
zararları da önlemiş oluyordu.
Bu savaşta Türkiye’yi ilgilendiren mevzu savaş sonrasında ne tür bir dünya düzeninin
ortaya çıkacağıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan devletler nasıl bir düzenin oluşacağından
haberdar değillerdi.17 Ancak SSCB’nin Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlardaki devletlere karşı
emperyalist bir politika izlemesi18 bölgede çıkarları bulunan devletleri güvenlik önlemi alma
arayışına itmiştir. Bunun sonucunda SSCB’nin liderliğini yaptığı Doğu Blok’una karşı 9 Nisan
1949 tarihinde kolektif bir savunma örgütü olarak NATO kurulmuştur.19Sovyetlerin tehdit ettiği
devletlerden birisi olan Türkiye bu tehdidin gücünü kırabilmek için çeşitli güvenlik ve ittifaklar
arayışına girmiştir.20 Bu arayışların sonucunda, NATO’nun isteği doğrultusunda Kore’ye asker
göndererek 8 Eylül 1952 tarihinde NATO’ya katılmıştır.
Bu tarihten sonra Batı’nın güvenlik şemsiyesi altına girmiş olan Türkiye, NATO
örgütüne üye olduktan sonra soğuk savaş süresince sistemin getirdiği stratejik ve taktiksel
parametrelere sıkı sıkıya bağlı kalması, akabinde Türkiye’nin yüzünün sadece Batı’ya
15
Davutoğlu, a.g.e, s.142
Hasan Köni, ‘’İkinci Dünya Savaşı Öncesi Türk Dış Politikası’’, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 1 1988 s.46
17
Kamuran Gürün, Dış ilişkiler ve Türk Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları 1983
s.209
18
Sedef Bulut, ‘’Sovyet Tehdidine Karşı Güvenlik Arayışları: I. ve II. Menderes Hükümetlerinin (1950-1954)
NATO Üyeliği ve Balkan Politikası’’, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi
S 41, Mayıs 2008, s.37-38
19
http://tr.wikipedia.org/wiki/NATO
20
Tayyar Arı, Uluslar arası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Yayınları İstanbul 2006 s.250–251
16
5
bakmasına neden olmuştur21. Kırım Harbi’nden itibaren yakın düşmanı uzaktaki güçle kontrol22
politikası Türkiye’nin bulunduğu jeopolitik bölgeye ve bölgesindeki jeoekonomik, jeostratejik
imkânlara karşı yabancılaşmasına sebep olmuştur.
Türkiye’nin Soğuk Savaş konjonktüründe Batı ile sürekli yakınlaşması, Doğu ile olan
ilişkilerin oldukça sınırlı bir düzeyde kalmasına tevlit etmiştir23. NATO’nun ortak hamleleri
haricinde kendisi hamle yapmaktan ürken, bölgesinde etkin bir güç olmaktansa edilgenliği
seçen, Osmanlı bakiyesi tarihi, kültürel ve de coğrafi imkânları iyi kullanamayarak bölgesinde
küçük çapta manevra alanı oluşturmuş olan Türkiye soğuk savaş döneminde Johnson Mektubu
ve de Kıbrıs’a uygulanan ambargo konularında sadece Batı endeksli dış politika yapımının
getirdiği stratejik hataları hissetmiştir.24
Soğuk Savaş süresince Türkiye’nin yaptığı hatalardan bir diğeri, Yunanistan ile yaşadığı
çekişmelerdi. Yunanistan ve Türkiye soğuk savaş dönemince birçok konuda birbirlerine muhalif
olmuşlar Türkiye, Yunanistan gibi kendisinden küçük bir devletle siyasi mücadelelere girerek,
dış politikada kullanması gerektiğinden çok daha küçük bir ölçek kullanmıştır. 25 Coğrafik, tarihi
ve kültürel mirasını sentezleyerek bunları dış politika da birer koz olarak kullanmak yerine,
bölgesel ve küresel çapta gücüne inanılan devletlere güvenilerek bu devletlerin gücünün birer
koz haline getirilmesi yanlış bir stratejidir. Çünkü dış politikada çıkarlar sürekli
değişebileceğinden ittifakların da uzun süreli ve muteber olmaları beklenemez.26 Fakat Türkiye
Soğuk Savaş süresince bulunduğu bloğun büyük devletlerinin sahip oldukları küresel ve
bölgesel çaptaki etki alanlarına güvenerek bu devletlerin Ortadoğu üzerindeki çıkarlarının
distribütörü gibi davranmıştır.27 Bu da soğuk savaş dönemindeki Türk dış politikasının stratejik
zihniyetindeki yetersizliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Sonuç
Yukarıda, Türkiye’nin dış politik tarihinde yaşadığı 100 yıllık bir süreci genel hatlarıyla
değerlendirerek Türkiye’nin dış politikasında bulunduğu durumu, stratejik koşulları ve
21
Davutoğlu, a.g.e, s.62–64
Davutoğlu, a.g.e s. 68–69
23
Famil Şamiloğlu, ‘’Türk Dış Politikasında Eksen Kayması Var Mı?’’ www.usak.org.tr
24
Şamiloğlu, a.g.m
25
Davutoğlu, a.g.e, s.72
26
Arı, a.g.e, s.158–159
27
Davutoğlu, a.g.e, s.57
22
6
gelişmeleri üzerinde genel bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bugüne kadar süregelen Türk dış
politikası, Tanzimatla birlikte ülkeye giren batılaşma etkisi altında oluşmuş ve Cumhuriyet
döneminde radikal garpçılığın temel kavram olarak benimsenmesiyle Türk dış politikası batıya
endeksli bir yapı kazanmıştı. Son senelerde ise, hükümet partisinin dış politikayı yeni bir
düzenleme içerisine sokma gayretleri (Ahmet Davutoğlu’nun göreve getirilmesi vb.) ve
geçtiğimiz yıl Başbakanın Davos Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e
karşı eleştirel tavrı, Türkiye’nin Batı’dan ayrılarak bulunduğu batı ekseninden doğu eksenine
kaydığına yönelik birtakım önyargılar oluşturmuştu.28
Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan konjonktür kıtalararası ve bölgesel her türlü iletişimi
zorunlu kılmaktadır.29 Türkiye Cumhuriyeti ise ortaya çıkan yeni konjonktürü algılayamamış,
uluslararası arenada attığı adımları Soğuk Savaş döneminden kalan alışkanlıklarla, yakın
düşmanı uzak ittifak güçleriyle bertaraf etme ve geçmiş olayların duygusallığına kapılarak dış
politikayı idare etme şeklinde biçimlendirmiştir. Çevresindeki komşuları daha düne kadar
potansiyel tehdit olarak gören Türkiye Devleti algıladığı bu tehditleri İsrail, ABD ve NATO’nun
gölgesine sığınarak çözme yoluna gitmiş doğu dünyası ile iletişim kanalları açma yolunda
adımlar atmamış veya attığı adımlar süreklilik arz etmemiştir. Öyle ki Soğuk Savaş sonrası
Türkiye’nin dış politiğinde süreklilik arz eden tek unsur dışişleri bakanlarının değişme
sıklığıydı.30
Ancak dış politikadaki meseleleri bölgesindeki tek eksenli bölgesel tehditlere göre
tanımlayan ufuksuz Türk dış politikasının sahip olduğu tarihi, coğrafik ve kültürel parametreleri
kullanamaması dünya politiğinde oluşan ani hareketlenmelere hazırsızlık yakalanmasına
sebebiyet vermiştir. Bunun en çarpıcı örneği, Bosna Bunalımı esnasında yaşanmıştır. Dış
politikasında sadece kendi sınır boyları için bir savunma anlayışı gerçekleştiren Türkiye Bosna
Bunalımı esnasında bölgeye gönderdiği uçak filosunun ikmal ve kapasite açısından Balkanlarda
operasyon dahi yapamayacağını görünce yeni uçaklar ithal etmek zorunda kalmıştır.31
Türkiye Mackinder’in meşhur Heartland Teorisinin işaret ettiği dünya için, stratejik
olarak özel bir anlam taşıyan, Heartland’da yer almasına32 ve Balkanlar-Ortadoğu-Kafkaslara
28
Soner Cagaptay,’’Is Turkey Leaving The West?’’ www.foreignaffairs.com
Davutoğlu, a.g.e, s.197
30
Davutoğlu, a.g.e, s.48
31
Davutoğlu, A.g.e s.70–76
32
Arı, a.g.e, s.141
29
7
hâkim Osmanlı bakiyesi kültürel, coğrafik ve tarihi parametrelere sahip olmasına rağmen bunu
Soğuk Savaş sonrasındaki yirmi yıl içerisinde iyi bir şekilde kullanabileceği bir altyapı
oluşturamamıştır.
Bütün bu geçmişteki metodolojik hatalara rağmen Türk dış politikasının son on yılda
kendisini yenileme sürecine girdiğini söylenebilir. Çünkü Türkiye bölgesinde son yıllarda
yaptığı hamleler ile bölgesel bir güç olmaktan ziyade küresel bir aktör olma vasfını kazanmaya
yönelmiştir. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığına getirilmesiyle ‘’komşularla
sıfır sorun’’ ,‘’ritmik dış politika’’, ‘’yumuşak güç’’ gibi politik kavramlar belli bir şekil
kazanmıştır.33 Türkiye son dönemlerde, Osmanlı bakiyesi tarihi ve coğrafik mirasını açarak
Doğu’ya, Güneye, Kafkaslara ve Balkanlara da yönelmiştir. Komşularla sıfır sorun politikası
çerçevesinde sınır komşularıyla aramızdaki problemler en az düzeye indirilmek istenmektedir.
Çünkü daha öncesinde komşulara karşı izlenen politikaların bölgesel ilişkilerde olumsuz
sonuçlar ortaya çıkardığı görülmüştür. Ayrıca Türkiye’ye karşı komşu devletlerin koordineli
hareket etmesi Türkiye’yi zaman zaman zor duruma düşürmüştür. Yunanistan eski
başbakanlarından Papandreu’nun 1984’te Suriye Devlet Başkanı Hafiz Esad’la Hatay
konusunda yaptığı görüşmenin akabinde, Suriye PKK militanlarını Beka Vadisi ve çevredeki
kamp noktalarına toplamıştır.34 Bu durum Türkiye’nin uzunca yıllarca başını ağrıtan bir
durumken son yıllarda Suriye ile ikili ittifakların gerçekleştirilmesi iki devleti de siyasi ve
ekonomik yönlerden olumlu etkilemiştir.35 Türkiye, Suriye ile ilişkileri diyalog yolu ile
yöneterek diplomasisine bir artı eklemiştir. Türkiye diğer komşularıyla da ekonomik ve siyasi
anlaşmalar
yapmaktadır.
Ermenistan
ile
ikili protokollerin
başlatılması,
Türkiye’nin
Ermenistan’a karşı iyi niyetinin güzel bir örneğini göstermektedir. Azerbeycan, Gürcistan ve
İran ile enerji ortaklıklarına girilmesi ve bu ülkelerden alınan doğalgaz, petrol gibi maddelerin
Avrupa’ya nakli hem Türkiye için hem de doğu-batı yakınlaşması için güzel bir hamle olarak
33
Çağrı Erhan, 2009 Yılı Türk Dış Politikası 11.01.2010 tarihli makalesinden. www.usak.org.tr
‘’1984 yılının ilk aylarında Yunanistan'da yayımlanan Ellada Sipna(Yunanistan Uyan) kitabının Türkiye'nin
hassasiyetlerinin kullanılması konusundaki verdiği taktikler O günkü Yunanistan Hükümeti tarafından
büyük ilgi ile karşılanmış ve Türkiye'ye karşı düşmanlık hislerini daima canlı tutan Başbakan Andreas Papandreu
tarafından uygulanmaya konmuştur. İlk icraat olarak; Haziran 1984'de Suriye'ye gitmiş ve Suriye Devlet Başkanı
Hafız Esad'la buluşmuştur. Bu buluşmada, Papandreu; "Hatay'ın Türkler tarafından alınması ile
Suriye toprağı gasp edilmiştir. Biz, Yunanistan olarak, propagandamızın geçerli olduğu bütün ülkelerde Hatay'ın
size verilmesini destekleyeceğiz. Ancak siz Suriye olarak Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir
Kürt ayaklanması çıkarın T.C. Devletini askeri ve siyasi yönden bu bölgeye angaje edin" (bağlayın) demiştir.’’
Oğuz Kalelioğlu, ‘’Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea’’, Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü
Atatürk Yolu Dergisi S 41, Mayıs 2008, s.117
35
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=903418&keyfield=73757269796520696C652076697A6573697A20
6765C3A769C59F6C6572
34
8
değerlendirilmektedir. Türkiye yaptığı bu hamlelerle dünya üzerinde bir çekim alanı olma36
hedefine daha da yakınlaşmaktadır.
Türkiye, yakın kara havzasının yanında son dönemlerde yakın kıta havzasıyla da
iletişime geçmiştir. Türkiye Osmanlı bakiyesi Afrika bağlantılarını da güçlendirmektedir. BM
Güvenlik Konseyi üyesi olurken 53 Afrika ülkesinin 52’sinden onay alan Türkiye bu kıtayla da
irtibatını yenilemektedir. Buna örnek olarak Abdullah Gül’ün Kongo’yu ziyaret etmesi ve 17
Mart 2010 tarihinde Kamerun büyükelçiliğinin açılmasını gösterebiliriz.37 Ayrıca Türk
yatırımcılarının Afrika’ya yaptıkları yatırım 2001 yılında 1,5 milyon dolar iken 2009 yılında 10
milyon dolara yükselmiştir.38 Bu da Afrika ile aramızdaki ekonomik ilişkileri göstermesi
bakımından çarpıcı bir örnektir.
Aynı zamanda Türkiye yıllardır diplomatik olarak ikili ilişkilerde bulunmadığı birçok
devletle de irtibata geçmiş durumdadır. Geçtiğimiz Mayıs’ta Brezilya devlet başkanının Türkiye
ziyareti ve Türkiye-Brezilya ortaklığında Karadeniz’de petrol ve doğalgaz arama işlemleri buna
en çarpıcı örnektir.39
Türkiye Ortadoğu’da da üzerine insiyatif almaktadır. Son dönemlerde bölgenin lideri
olarak öne çıkan Türkiye, bölgedeki olaylara duyarsız kalmamakta ve olaylara ilişkin görüşlerini
diplomatik kurumlar ve kişilerin aracılığıyla duyurmaktadır. Türkiye’nin oluşturduğu yeni ‘’çok
taraflı’’,’’çok kulvarlı’’, ‘’çok kanallı’’40 dış politika Türkiye’nin uluslararası arenada
vizyonunu genişletmektedir. Bölgesinde ve küresel meselelerde söz sahibi olan bir Türkiye,
şüphesiz her Türk vatandaşının en büyük arzusudur. Unutulmamalıdır ki ‘’gölgede kalanın
gölgesi olmaz.’’
36
Famil Şamiloğlu, ‘’Türk Dış Politikasında Eksen Kayması Var Mı?’’ www.usak .org.tr
Halil İbrahim Bahar, ‘’Afrika’ya Açılım’’ www.usak.org.tr
38
http://www.economist.com/world/europe/displaystory.cfm?story_id=15772860
39
http://www.turkishny.com/headline-news/2-headline-news/21875-turkiye-ile-brezilya-arasnda-stratejik-ibirlii
40
Muhsin Meriç, ‘’Dış politikada Eksen Kayması Var Mı?’’ Vakit Gazetesi 11–01–2009
37
9
Download