ilk sayfalar

advertisement
ANDROLOJ‹
BÜLTEN‹
TÜRK ANDROLOJ‹ DERNE⁄‹
YAYIN ORGANIDIR
Türk Androloji Derne¤i
Cemil Aslan Güder Sok. ‹dil Ap.
B Blok D.1 34349 Gayrettepe, ‹stanbul
Tel: 0212 288 50 99
Faks: 0212 288 50 98
E-posta: [email protected]
Web: www.androloji.org.tr
TÜRK ANDROLOJ‹ DERNE⁄‹
ADINA SAH‹B‹
Prof. Dr. Atefl Kad›o¤lu
YÖNET‹M KURULU ADINA
BÜLTEN SORUMLUSU
Doç. Dr. Selahittin Çayan
GENEL YAYIN YÖNETMEN‹
Doç. Dr. Bar›fl Altay
Uz. Dr. Memduh Ayd›n
REDAKTÖR
Yard. Doç. Dr. Cüneyt Adayener
YÖNET‹M KURULU
Atefl Kad›o¤lu (Baflkan)
Bülent Semerci (Genel Yazman)
‹rfan Orhan (Sayman)
Ramazan Aflç› (Üye)
M. Önder Yaman (Üye)
Selahittin Çayan (Üye)
Mustafa F. Usta (Üye)
Aral›k 2007
Yay›n Türü: Yerel Süreli
3 Ayda Bir Yay›nlan›r
Say› 31
YÖNET‹M KURULU ADINA BÜLTEN SORUMLUSU
Doç. Dr. Selahittin ÇAYAN
Mersin Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Mersin
GENEL YAYIN YÖNETMEN‹
Uzm. Dr. Memduh AYDIN
Doç. Dr. Ahmet Bar›fl ALTAY
Taksim E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
Ege Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, ‹zmir
REDAKTÖR
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt ADAYENER
Gata Haydarpafla E¤itim Hastanesi Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
B‹L‹MSEL KURUL
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
EJAKÜLASYO PREKOKS
Prof. Dr. Ahmet MET‹N
Prof. Dr. Haluk EROL
A.‹.B.Ü. ‹zzet Baysal T›p Fakültes‹ Üroloji AD, Ankara
Adnan Menderes Üniversites‹ T›p Fakültes‹ Üroloj‹ AD, Androloji Bilim Dal› Baflkan›, Ayd›n
TEMEL ARAfiTIRMA
Doç. Dr. Hakan KILIÇARSLAN
Doç. Dr. Mustafa Faruk USTA
Uluda¤ Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Bursa
Akdeniz Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Androloji Bilim Dal›, Antalya
REKONSTRÜKT‹F CERRAH‹
Prof. Dr. M. Önder YAMAN
Prof. Dr. Tahir TURAN
Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Ankara
Pamukkale Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Denizli
PROSTAT VE C‹NSELL‹K
Prof. Dr. Ramazan AނI
Prof. Dr. Levent PEfiK‹RC‹O⁄LU
Doç. Dr. Murat ÇAKAN
Ondokuz May›s Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Samsun
Baflkent Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Ankara
SB Ankara D›flkap› Y›ld›r›m Beyaz›t E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi, 2. Üroloji Klini¤i, Ankara
ED VE FARMAKOTERAP‹S‹
Prof. Dr. Ahmet Adil ESEN
Prof. Dr. Melih ÇULHA
Yrd. Doç. Dr. Fikret ERDEM‹R
Doç. Dr. Muammer KEND‹RC‹
Uzm. Dr. Osman Melih BEYSEL
Dokuz Eylül Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, ‹zmir
Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, ‹zmit
Gaziosmanpafla Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Tokat
fiiflli Etfal E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi, 2. Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
Çorlu Devlet Hastanesi Üroloji Klini¤i, Tekirda¤
YAfiLILIK VE C‹NSELL‹K
Prof. Dr. Yaflar ÖZGÖK
Doç. Dr. Ali ATAN
Uzm. Dr. Önder CANGÜVEN
Gülhane Askeri T›p Akademisi Üroloji AD, Ankara
Ankara Numune E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi, 3. Üroloji Klini¤i, Ankara
Dr. Lütfi K›rdar Kartal E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi, 2. Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
INFERT‹L‹TE
VAR‹KOSEL
Doç. Dr. Selahittin ÇAYAN
Uzm. Dr. Necati GÜRBÜZ
Doç. Dr. Ayhan KARABULUT
Doç. Dr. ‹. Atilla ARIDO⁄AN
Mersin Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Mersin
Bak›rköy Dr. Sadi Konuk E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
Ankara E¤itim Ve Araflt›rma Hastanesi 1. Üroloji Klini¤i, Ankara
Çukurova Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Adana
ANDROLOJ‹ LABORATUVARI
Yrd. Doç. Dr. Engin KANDIRALI
Uzm. Kimyager Gülflen AKTAN
A.‹.B.Ü. ‹zzet Baysal T›p Fakültesi Üroloji AD, Bolu
‹stanbul Üniversitesi ‹stanbul T›p Fakültesi Androloji Laboratuvar›, ‹stanbul
YARDIMLA ÜREME TEKN‹KLER‹
Doç. Dr. Ahmet Bar›fl ALTAY
Doç. Dr. Lütfi TUNÇ
Uzm. Dr. A. Arman ÖZDEM‹R
Yrd. Doç. Dr. Mehmet TURGUT
Ege Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, ‹zmir
Gazi Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Ankara
Zeynep Kamil Kad›n - Çocuk Hastal›klar› Hastanesi Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
Osmangazi Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Eskiflehir
PED‹ATR‹K ANDROLOJ‹
Doç. Dr. Tarkan SOYGÜR
Doç. Dr. A. Kenan KARADEM‹R
Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Çocuk Ürolojisi Bilim Dal›, Ankara
Gata Haydarpafla E¤itim Hastanesi Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
OBSTRÜKT‹F ‹NFERT‹L‹TE
Prof. Dr. Hamdi ÖZKARA
Prof. Dr. ‹rfan ORHAN
‹stanbul Üniversitesi Cerrahpafla T›p Fakültesi Üroloji AD, ‹stanbul
F›rat Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Elaz›¤
KADIN ‹NFERT‹L‹TES‹
Prof. Dr. Erkut ATTAR
‹stanbul Üniversitesi ‹stanbul T›p Fakültesi Kad›n Hastal›klar› ve Do¤um AD, ‹stanbul
ENDOKR‹NOLOJ‹
Doç. Dr. ‹sa ÖZBEY
Atatürk Üniversitesi Aziziye Araflt›rma Hastanesi Üroloji AD, Erzurum
GENET‹K
Prof. Dr. Nihan Erginel-Unaltuna
‹stanbul Üniversitesi Deneysel T›p Araflt›rma Enstitüsü Genetik AD, ‹stanbul
GEL‹fi‹MSEL ÜREME VE SEKSÜEL B‹YOLOJ‹
Prof. Dr. Kaan AYDOS
II
Ankara Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD ve K›s›rl›k Araflt›rma ve Uygulama Merkezi, Ankara
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Doç. Dr. Sezgin GÜVEL
Baflkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araflt›rma Hastanesi Üroloji AD, Adana
Doç. Dr. Ercan YEN‹
Harran Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, fianl›urfa
Prof. Dr. Bülent ALICI
‹stanbul Üniversitesi Cerrahpafla T›p Fakültesi Üroloji AD, ‹stanbul
Yard. Doç. Dr. Abdullah ARMA⁄AN
Süleyman Demirel Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Isparta
Kad›n - Erkek Cinsel Sa¤l›¤› ve Erkek ‹nfertilitesi Hemflire Çal›flma Grubu
CERRAH‹ HASTALIKLAR
Yrd. Doç. Dr. Dilek AYG‹N
Sakarya Üniversitesi Sa¤l›k Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu, Sakarya
KARD‹YOLOJ‹K HASTALIKLAR
Msc. Hicran YILDIZ
Marmara Üniversitesi Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
PS‹K‹YATR‹
Prof. Dr. Sevim BUZLU
Dr. Leyla KÜÇÜK
‹stanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
‹stanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
KADIN HASTALIKLARI VE DO⁄UM
Prof. Dr. Hediye ARSLAN
Prof. Dr. Nuran KÖMÜRCÜ
Prof. Dr. Nezihe KIZILKAYA BEJ‹
Maltepe Üniversitesi Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
Marmara Üniversitesi Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
‹stanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
ONKOLOJ‹K HASTALIKLAR
Yard. Doç. Dr. Gülbeyaz CAN
‹stanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemflirelik Yüksek Okulu,‹stanbul
D‹YABET
Prof. Dr. Rukiye PINAR
Yrd. Doç. Dr. fieyda ÖZCAN
‹stanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
‹stanbul Üniversitesi Florance Nightingale Hemflirelik Yüksek Okulu, ‹stanbul
TÜRK CUMHUR‹YETLER‹NDE ANDROLOJ‹
Uzm. Dr. ‹lham AHMEDOV
Uzm. Dr. Firdovsi MEMMEDOV
Uzm. Dr. Shavkat SHAVAKHABOV
Uzm. Dr. Erol UÇANER
Bakixanov.23 Azerbaycan Tiib Universiteteti Baku-370022, Azerbaycan
Azerbaycan Merkezi Klinik Hastanesi Üroloji Klini¤i, Azerbaycan
State Specialized Center Of Urulogy (Uzbekistan) Chief Of Andrology Department, Özbekistan
Lefkofla Burhan Nalbanto¤lu Devlet Hastanesi Üroloji Klini¤i - Cengiz Topel Devlet Hastanesi Üroloji Klini¤i
TÜRK‹YE’DEK‹ ANDROLOJ‹ YAYINLARI VE KONGRE TAKV‹M‹
Prof. Dr. M. Murad BAfiAR
K›r›kkale Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD, Ankara
B‹R PORTRE
Uzm. Dr. Memduh AYDIN
YayÝncÝ
YerkŸre TanÝtÝm ve
YayÝncÝlÝk Hizmetleri A.Þ.
SÝracevizler Cad. 43/3
Þißli 34381 Üstanbul
Taksim E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi Üroloji Klini¤i, ‹stanbul
Tel. : (0212) 219 49 00
Faks : (0212) 230 50 09
www.yerkure.com.tr
BaskÝ
Mahmutbey Mh. Deve Kaldõrõm Cd. Gelincik Sk.,
YÝltem Reklam ve BasÝm GŸven Üß Merkezi No:6/2 BaÛcõlar - Üstanbul
Tel : (0212) 445 02 45 pbx
Hiz. Ltd. Þti.
Faks : (0212) 446 80 82
∞
Bu yay›nda ISO 9706: 1994 (Requirements for Permanence) uluslararas› standartlar›na uygun olarak asitsiz k⤛t kullan›lm›flt›r.
This publication is printed on acid-free paper that meets the international standart ISO 9706: 1994 (Requirements for Permanence).
III
YAZIM KURALLARI
1.
Androloji Bülteni, Türk Androloji Derne¤i'nin resmi yay›n organ› olup, üç ayda bir yay›nlan›r.
2.
Bültenin amac›, erkek ve kad›n cinsel sa¤l›¤›, erkek infertiltesinde sürekli bilgi ak›fl›n› sa¤lamakt›r. Bültende kongre
ve konferans bildiri özetleri, literatür özetleri ve derlemeler yay›nlan›r. Derlemeler 4 sayfay›, literatür özetleri 1 sayfay› aflmayacak flekilde haz›rlanmal›d›r.
3.
Yay›n için yaz› gönderen yazarlar, yaz›lar›n çeviri içeri¤inden sorumludurlar.
4.
Bültene gönderilen yaz›lar, anlam ve yaz›m kurallar› yönünden incelenecektir. Yay›n kurulu yaz›larda düzenlemeler
yapabilecektir.
5.
Bültene gönderilecek güncel makale özetlerinin ak›c› bir çeviri ile Türk Dil Kurumu Türkçe sözlü¤ü ve yaz›m kurallar›na uygun olarak yaz›lmas› gereklidir. Yaz›larda bilimsel içeri¤i bozmayacak flekilde k›saltmalar ve düzeltmeler yapma hakk› yay›n kuruluna aittir.
6.
Yaz›da kullan›lan tablolar numaraland›r›lmal›, bafll›k içermeli, tablo alt›nda gerekli aç›klama yap›lmal›, yaz› içindeki
yerleri belirtilmelidir.
7.
Sadece standart k›saltmalar kullan›lmal›d›r. Bafll›kta k›saltma kullan›lmamal›d›r. K›saltma standart bir ölçüm birimine
ait de¤ilse, metinde ilk kullan›ld›¤› yerin önünde k›saltman›n ait oldu¤u tam terim bulunmal›d›r.
8.
Derlemelerde kaynaklar, metinde geçifl s›ras›na göre numaraland›r›lmal›d›r ve NLM nin ‘Index Medicus’ta kulland›¤› format esas al›narak haz›rlanm›fl afla¤›daki örnek stiller kullan›lmal›d›r.
1. Dergiler: 1) Yazar›n soyad› ve isimlerinin bafl harfleri (nokta); 2) Yaz›n›n bafll›¤› (ilk harf d›fl›nda tamamen küçük
harfle) (nokta); 3) Derginin ad› veya Index Medicusa'a göre k›salt›lm›fl flekli; 4) Yay›nland›¤› y›l (noktal› virgül); Cilt
numaras› (arabik) (iki nokta üst üste ve boflluk); ‹lk sayfa (tire) son sayfa (nokta). Örnek: Levine LA, Estrada CR, Storm
DW, Matkov TG. Peyronie disease in younger men: characteristics and treatment results.; J Androl. 2003 JanFeb;24(1):27-32.
2. Kitaplar: 1) Yazar›n ad› (nokta); 2) Kitab›n ad› (nokta); 3) (Varsa) kaç›nc› bask› oldu¤u (nokta); 4) Yay›nland›¤› flehir (Birkaç taneyse yaln›zca ilki) (virgül); 5) Yay›nevi (virgül); 6) Yay›nland›¤› y›l (noktal› virgül ve boflluk); 7) ‹lk sayfa (tire) son sayfa (nokta). Örnek: Culley Carson, Roger Kirby, Irwin Goldstein.; Textbook of Erectile Dysfunction Oxfort, Isis Medical Media, 1999; 133-140.
3. Kongre bildileri: 1) Yazar›n soyad› ve isimlerinin bafl harfleri (nokta); 2) Yaz›n›n bafll›¤› (ilk harf d›fl›nda tamamen
küçük harfle) (nokta); (3) Yay›nland›¤› bilimsel konferans; 4) Yay›nland›¤› y›l (noktal› virgül); Cilt numaras› (iki nokta
üst üste ve boflluk); ‹lk sayfa (tire) son sayfa (nokta). Örnek: Culley Carson. American contributions to the treatment
of erectile dysfunction. ISSIR 2002 / Montreal 26th September 2002;145
9.
Güncel makale özetlerinde makale bafll›¤›n›n alt›na orijinal literatürün yazar›, yay›nland›¤› dergi y›l› ve dergideki sayfa numaras›; makale sonuna ise özetleyenin ad› - soyad›, çal›flt›¤› kurum belirtilmelidir. Orjinal literatürün kaynak format›, Medline ile birebir olmal›d›r.
10. Editöre mektuplar, kaynaklarla birlikte 1 sayfay› aflmayacak flekilde yaz›lmal›d›r.
11. Yaz›lar Word for Windows format›nda, e-mail olarak [email protected] adresine gönderilmelidir.
IV
B A fi K A N D A N
M E S A J
YÜKSELME VE ATAMA KR‹TERLER‹ HAKKINDA DÜfiÜNCELER
Türk Üroloji Derne¤i ve Türk Üroloji Yeterlilik Kurullar› taraf›ndan üniversiteler ve e¤itim
hastaneleri için yükselme ve atamalarda belli kriterlerin oluflturulmas› sevindiricidir; ancak kriterler gözden geçirildi¤inde yükselme ve atama için istenilen bas›l› yay›n say›s›n›n doçentlik baflvurusu için en az 8 olarak belirlendi¤i görülmektedir.
Bilgi üretiminin en üst düzeyde olmas› gereken uzmanl›k sürecinde (Bu doçentlik için 5
y›l olarak belirlenmifltir.) her y›l 1.6 yay›n yapmak doçent olmak için yeterli olacakt›r.
Ülkemiz son y›llarda bilgi üretiminde yükselerek 98 186 makale ile dünyada 21. s›raya
yerleflmifltir. Yükselme ve atama için istenen yay›n say›s›n›n daha fazla olmas› ülkemizin bilgi üretiminde daha üst s›ralara t›rmanmas›n› h›zland›rabilirdi. Ayr›ca ülkemiz bilgi
üretiminde belli bir düzeye ulaflmas›na ra¤men at›f s›ralamas›nda 24. s›radad›r ve yazarlar›n kendi at›flar› ç›kar›ld›¤›nda ise at›f say›s› üçte birine (428 642’den 112 705’e) düflmektedir (1). Bu nedenle bas›l› yay›nlar›n bir k›sm›n›n yaln›zca SCI kapsam›ndaki dergilerde (SCI expanded de¤il) yay›nlanm›fl olmas›n›n kriter olarak konulmas› uygun olurdu. Ortak metinde (15.12.2007 tarihli) kriterlerin 2 y›lda bir güncellefltirilece¤i vurgulanmaktad›r.
Bas›l› yay›n ve at›f konusunda gelecek yükselme ve atama ilkelerinde ç›tan›n yükseltilmesi dile¤iyle…
Prof. Dr. Atefl Kad›o¤lu
1. Türkiye Bilimsel Yay›n Göstergeleri (I) Ed: I. Hakk› Demirel, Cem Saraç, Elif Aytek Gürses. Ankara, 2007
www.ulakbim.gov.tr/cabim/yayin
V
‹Ç‹NDEK‹LER
Bölüm Editörleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .II
Yaz›m Kurallar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .IV
Baflkandan Mesaj . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .V
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Türk toplumunda erektil disfonksiyon de¤erlendirmesinde anketler objektif testlerin yerini tutabilir mi?
Dr. Hac› ‹brahim Çimen, Dr. Ege Can fierefo¤lu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .277
Testosteron’un ak›m arac›l› dilatasyon ve arteriyel nab›z dalga h›z›na etkileri
Yrd. Doç. Dr. Dilek Aygin, Funda Akduran, MS, Doç. Dr. Mustafa Y›ld›z . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .280
5 Fosfodiesteraz inhibitörlerinin erektil disfonksiyon d›fl›nda kullan›m alanlar›
Dr. Rashad Mammadov, Doç. Dr. Bar›fl Altay . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .283
Priapizm patofizyolojisindeki yenilikler
Yrd. Doç. Dr. Serkan Deveci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .290
Güncel Makale Özeti
BPH: Epidemiyoloji ve efllik eden patolojiler
Çeviri: Uzm. Dr. Metin Öztürk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .293
Uzun etkili parenteral testosteron undecanoat ile tedavi edilenlerde normal s›n›rlarda dihidrotestosteron (DHT)
seviyelerinin elde edilmesi
Çeviri: Dr. Ercan Malkoç, Doç. Dr. Kenan Karademir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .296
Testis kanseri nedeniyle izlenen hastalarda hipogonadizm ve androjen yetmezli¤i semptomlar›
Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Ferhat Atefl, Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Adayener . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .297
Sildenafil primer prematür ejakülasyonu tedavi edebilir mi? Prospektif bir çal›flma
Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Adayener, Dr. Ercan Malkoç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .298
Geç bafllayan hipogonadizmli erkeklerde testosteron replasman tedavisinin prostat dokusuna etkisi
Çeviri: Prof. Dr. Yaflar Özgök, Yard. Doç. Dr. Selçuk Güven . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .299
Erkekte sünnetin cinselli¤e etkisi
Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Fikret Erdemir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .301
Oral fosfodiesteraz-5 inhibitörleri: Rat korpus kavernozumunda hem-oksijenaz inhibisyonunun cGMP iletimine etkisi
Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Fikret Erdemir, Yrd. Doç. Dr. Bekir Süha Parlaktafl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .302
Tükürük testosteron düzeyi: Erkek hipogonadizminin de¤erlendirilmesinde ak›lc› bir yaklafl›m
Çeviri: Doç. Dr. ‹sa Özbey . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .304
‹NFERT‹L‹TE
D e r l e m e
Erkek infertilitesinde komplet ve parsiyel Y mikrodelesyonlar›n›n önemi
Uzm. Bio. Burcu Ak›n, Prof. Dr. Atefl Kad›o¤lu, Prof. Dr. Nihan Erginel-Ünaltuna . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .305
Cep telefonu ve testisler
Doç. Dr. Ali Ayy›ld›z, Op. Dr. Turgay Akgül . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .309
Globozoospermi
Emb. Zeynep G. Tokat, Dr. Hakan K›ran . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .312
Klinefelter sendromunda fertilitenin sa¤lanmas›
Yard. Doç. Dr. Selçuk Güven, Prof. Dr. Talat Yurdakul . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .316
TÜRK‹YE’DEK‹ ANDROLOJ‹ YAYINLARI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .320
KONGRE TAKV‹M‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .321
VI
‹Ç‹NDEK‹LER
Geliflimsel üreme ve seksüel biyoloji üreme felsefesinin kuantum fizi¤iyle izah›
Prof. Dr. Kaan Aydos . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .322
Güncel Makale Özeti
Kabergolin tedavisinin uzun süreli kesilmesinin ard›ndan hiperprolaktinemi remisyonunun göstergeleri
Çeviri: Asist. Dr. Hac› ‹brahim Çimen, Asist. Dr. Ege Can fierefo¤lu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .335
Varikosel prevalans› yaflla artmakta m›d›r?
Çeviri: Dr. Deniz Abat, Doç. Dr. ‹. Atilla Ar›do¤an . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .337
Deneysel varikosel gelifltirilen s›çanlarda varikosel onar›m›n›n testiküler germ hücre apoptozisine etkisi
Çeviri: Dr. Alper Eken, Doç. Dr. ‹. Atilla Ar›do¤an . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .338
Adolesanlarda varikosel derecesi ve testis hipotrofisi ile semen parametreleri aras›ndaki iliflki
Çeviri: Dr. Mehmet Büyükflerbetci, Doç. Dr. Ayhan Karabulut . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .340
Genç infertil erkeklerde akut sildenafil ve tadalafil kullan›m› sonras› sperm motilitesindeki de¤ifliklikler
Çeviri: Uzm. Dr. Turgay Akgül, Dr. Murat Ba¤c›o¤lu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .341
Testiküler spermatidler ve ejakülattaki spermatozoada protamin-1 ve protamin-2 mRNA oran› ve
bcl-2 mRNA içeri¤i fertil ve infertil erkekler aras›nda ay›r›m sa¤lamaktad›r
Çeviri: Dr. Mehmet Umul, Prof. Dr. Necmettin Ç›k›l› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .343
Dansite gradient santrifüj (DGS) sonras› ölçülen sperm kromatin yap› analizi parametreleri yard›ml› üreme
teknikleri sonuçlar› için prediktif de¤ildir
Çeviri: Dr. Mehmet Umul, Doç. Dr. Bar›fl Altay . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .344
‹nmemifl testis tan›s› ve tedavisinde uzat›lm›fl human koryonik gonadotropin (hCG) stimülasyonunun sonuçlar›
Çeviri: Doç. Dr. ‹sa Özbey . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .345
Orgazm bozuklu¤u tedavisinde yohimbin
Çeviri: Dr. Ercan Malkoç, Doç. Dr. Kenan Karademir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .346
Azospermik olgular›n testis biyopsilerinde mast hücreleri
Çeviri: Yrd. Doç. Dr. Bülent fien, Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Adayener . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .347
Varikoselli adolesanlarda semen kalitesi konusunda longitudinal çal›flma: Tedavi edilmeli mi? Edilmemeli mi?
Çeviri: Op. Dr. Yusuf Sönmez, Doç. Dr. Ayhan Karabulut . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .348
Erkeklerde varikosel geliflimi için neden oluflturabilecek bir faktör; kronik konstipasyon
Çeviri:Dr. Orçun Yalav, Doç. Dr. ‹. Atilla Ar›do¤an . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .349
‹nsan izole veziküloseminalisi üzerinde sildenafilin inhibitör etkisi
Çeviri: Prof. Dr. M. Murad Baflar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .351
B‹R PORTRE
Prof. Dr. Bilal Gümüfl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .352
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
D e r l e m e
Menopoza girmifl kad›nlarda azalm›fl cinsel istek bozuklu¤u
Doç. Dr. Ercan Yeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .353
Do¤um sonras› dönemde fizyolojik, ruhsal de¤ifliklikler ve cinsellik
Yrd. Doç. Dr. Gülgün Durat, Yrd. Doç. Dr. Dilek Aygin ve Ö¤r. Gör. Selen fien . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .358
Üniversite ö¤rencilerinde cinsiyete göre cinsel mitler: Ön de¤erlendirme sonuçlar›
Msc. Nihal Bostanc›, Prof. Dr. Sevim Buzlu, Filiz Tufek, Dilek Kalayc›oglu, Nurdan Y›ld›r›m, Sema Y›lmaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .362
Yafll› kad›nlarda cinsellik
Ö¤r. Gör Hicran Y›ld›z . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .365
VII
Derleme
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Türk toplumunda erektil disfonksiyon
de¤erlendirmesinde anketler objektif testlerin
yerini tutabilir mi?
Dr. Hac› ‹brahim Çimen, Dr. Ege Can fierefo¤lu
Ankara Atatürk E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi, 1. Üroloji Klini¤i
Erektil disfonksiyon (ED), tatmin edici bir cinsel faaliyet
için gerekli ereksiyonu sa¤lama ve sürdürmedeki yetersizlik olarak tan›mlanmaktad›r (1). Cinsel problemleri için hekime baflvuran erkekler aras›ndaki en yayg›n seksüel disfonksiyonun ED oldu¤u geçmiflte ileri sürülmüfltür (2) ve
ED’nin tüm dünyada yaklafl›k 152 milyon kadar erke¤i etkiledi¤i düflünülmektedir (3). Son 20 y›lda ED için efektif
tedavi say›s› dramatik olarak artm›flt›r (4).
Her ne kadar ED nörolojik, vasküler ya da psikolojik
faktörlerden kaynaklan›yorsa da, genelde hastalar›n flikâyetleri oldukça benzerdir. Literatüre bak›ld›¤›nda, ED tan›s›nda 1999 y›l›na kadar kan›ta dayal› yaklafl›mlar›n yer ald›¤› görülmektedir. Ancak ED’nin tipi ve ciddiyetini belirlemede ürologlara yard›mc› olan pudental arteriografi, kavernozografi, kavernozometri, nokturnal penil tümesans
ve rijidite (NPTR) testi ve penil kan ak›m çal›flmalar› gibi
testler hem zaman al›c› hem de invaziftir. Bu nedenle son
zamanlarda, ED hakk›nda objektif veri sa¤layan anketler
bu testlerin yerini almaya bafllam›flt›r (4,5,6). Ayr›ca, ED
tedavisinde FDA onayl› ilk oral ajan olan sildenafile gösterilen afl›r› ilgi ve ilaç endüstrisinin tedavi yan›t›n› de¤erlendirmede “self-report” metodlar›, objektif testlerin yerine
kabul etmeleri bu e¤ilimi h›zland›rm›flt›r (4).
Uluslararas› erektil fonksiyon indeksi (IIEF) erkek seksüel disfonksiyonunu de¤erlendirmede sensitif ve spesifik
bir yöntem olarak önerilmifltir (7). Önceleri ED’nin farmakolojik tedavisini de¤erlendirmede kullan›lan ve erkek
seksüel davran›fllar›n›n birçok yönünü ölçen IIEF son zamanlarda erkek cinsel fonksiyonunu sorgulamada en s›k
kullan›lan ve kabul gören ankettir (8,9). IIEF’in kültürleraras› ve psikometrik olarak geçerli bir ölçüm oldu¤u kaydedilmifltir (7). Rosen ve ark. IIEF’in ‹ngilizce versiyonunun
iyi bir genel güvenilirli¤i oldu¤unu ortaya koymufllard›r
(7). Ancak her ülkede çal›flma popülasyonlar›n›n kültürel
ve sosyodemografik olarak farkl›l›k gösterdi¤i dikkate
al›nd›¤›nda, anketlerin orijinal veya tercüme versiyonlar›n›n titizlikle valide edilmeden, farkl› ülkelerdeki farkl› po-
pülasyonlarda kullan›m›n›n uygun olmayaca¤› unutulmamal›d›r. Ayr›ca erektil fonksiyona iliflkin sorulara verilen
subjektif yan›tlar›n, gerçek fizyolojik kapasiteyi yans›tmayabilece¤i flüphesi hâlâ mevcuttur.
Bu derlemede, IIEF’in Türk toplumu için uygun bir test
olup olmad›¤› ve ED tan›s›nda kullan›lan objektif testlerin
yerini al›p alamayaca¤› güncel literatür ›fl›¤›nda gözden
geçirilecektir.
1. IIEF Türk toplumu için uygun bir anket midir?
Bildi¤imiz kadar›yla IIEF’in Türkçe versiyonu ilk olarak
Akkufl ve ark. taraf›ndan ED prevalans çal›flmas›nda kullan›lm›fl ve bundan sonra birçok çal›flmada yer alm›flt›r
(10,11). Bu çal›flmada hekim yard›ml› anket tekni¤i kullan›lmas›na ra¤men 2422 uygun erke¤in 2158’i anketi tamamlam›flt›r ve araflt›rmac›lar yaln›z 1982 (%81.83) uygun
veri toplayabilmifllerdir (10). Yazarlar›n da de¤indi¤i gibi,
bu çal›flmadaki anketlerin hekim taraf›ndan doldurulmas›,
hastalar›n kendilerinin doldurmalar›ndan daha avantajl›d›r.
Çünkü erkekler psikolojik ve cinsel konular› bir hekimle
tart›fl›rken daha istekli olabilir, bu anketi tek bafllar›na doldururken duyabilecekleri utangaçl›¤› üzerlerinden atabilirler. Baflka bir aç›dan bu yöntem okumakta, alg›lamakta veya cevap vermekte zorland›klar› sorularda hastalara, önceden e¤itilmifl bir hekim taraf›ndan ilave yard›m imkân› da
sunmaktad›r. Bu durum, IIEF formunu uygun doldurabilme
aç›s›ndan, klini¤imizde yürüttü¤ümüz bir çal›flma ile Akkufl ve ark. taraf›ndan yap›lan çal›flma sonuçlar› aras›ndaki
farkl›l›¤› aç›klayabilir. Bizim çal›flmam›zda erkeklerin sadece %67.2’si testi tamamlayabilmifl ve %31.6’s› refakatçilerinin yard›m›na ihtiyaç duymufltur (14).
Buna ek olarak Akkufl ve ark. Türkiye’de yafl-ayarl› ED
prevalans›n›n %69.2 oldu¤unu, 40-49 yafl aras› prevalans
%49.9 iken, 70 yafl ve üzerinde bu oran›n %94.7’ye ç›kt›¤›n›; yaflla birlikte ED’nin fliddetinin de artt›¤›n›; e¤itimsizlik ve iflsizlik gibi sosyodemografik de¤iflkenlerle ED pre277
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
valans› aras›nda pozitif korelasyon oldu¤unu göstermifllerdir (10). Bizim çal›flmam›zda ise daha yafll›, e¤itim seviyesi ve/veya geliri daha düflük olan hastalarda anketi
uygun tamamlayabilme oran› düflük bulunmufltur (14).
Türkiye’de ED prevalans› ve fliddetinin bu hastalarda daha
yüksek oldu¤u göz önüne al›n›rsa bu sonuçlar düflünmeye de¤erdir, çünkü daha s›k ve daha a¤›r ED flikayeti tarifleyen hastalar›n IIEF’i uygun olarak doldurma oranlar› düflük bulunmufltur (10,14).
Ayr›ca ilginç olarak çal›flmam›zda 14. soru 18-27 yafl
grubundaki hastalar›n %22’si taraf›ndan bofl b›rak›l›rken,
di¤er tüm sorular yüksek oranda yan›tlanm›flt›r (14). Bu
durum, orijinal IIEF’de yer alan ‘partner’ kelimesinin Türkçe’ye ‘efl’ olarak çevrilmesi ve bu kelimenin genellikle kar›-kocadan her biri anlam›na gelmesiyle aç›klanabilir. Böylece bu yafl grubunda yer alan ve evli olmayan hastalar
anlam kargaflas› yaflam›fl olabilir.
Benzer bir durum 68 yafl üstü erkeklerde de izlenmifl,
bu yafl grubunda %41.4 oran›nda uygunsuz cevap verilmifltir (14). Bu yafl grubundaki olas› efl kay›plar› bu durumun nedeni say›labilir.
2. IIEF, ED tan›s›nda kullan›lan objektif testlerin yerini
alabilir mi?
Blander ve ark., ED’yi de¤erlendirmede kullan›lan anketlerin objektif testlerin yerini al›p alamayaca¤›n› sorgulam›fllar ve çal›flmalar›nda penil prostoglandin E1 enjeksiyonu sonras› 89 hastay› erektil yan›t›na göre 3 farkl› gruba ay›rm›fllard›r (1-yetersiz ereksiyon 2-yeterli ereksiyon
3-mükemmel ereksiyon) (4). Bu üç grubun rezistif indeksleri (RI) aras›nda istatistiksel olarak anlaml› fark izlenmifltir.
Mükemmel ereksiyon ile yetersiz ereksiyon gruplar› aras›nda, tepe sistolik ak›m h›z› (PSV) ve IIEF’in 1,2,3,4,15
sorular›na verilen yan›tlar›n toplam skoru aç›s›ndan anlaml› farkl›l›k bulunmufltur. Ancak, Viagra çal›flma grubu
taraf›ndan primer etkinli¤i gösterdi¤i öne sürülen 3. ve 4.
soru puan toplam› (Q3+Q4) gruplar aras›nda anlaml› farkl›l›k göstermemifltir (4). Hastalara daha sonra penil renkli
Doppler ultrason yapan araflt›rmac›lar ED alt grubunu tayin etmifl (arteriyel yetmezlik, kavernöz venöz oklüzif hastal›k, mikst vasküler ED, normal vasküler yan›t), Doppler
sonuçlar› anormal olan hastalarla normal olan hastalar aras›nda IIEF (1, 2, 3, 4, 15) ve Q3+Q4 skorlar› aras›nda istatistiksel olarak anlaml› fark bulmufllard›r. Ancak anormal
grubun alt tiplerinde IIEF (1,2,3,4,15) ve Q3+Q4 skorlar›
278
Derleme
aras›nda istatistiksel olarak anlaml› fark gözlenmemifltir.
Baflka bir çal›flmada ise Tokatl› ve ark. IIEF ile objektif
bir test olan NPTR testini karfl›laflt›rm›fllard›r (11). ‹lginç
olarak bu çal›flmada IIEF-erektil fonksiyon k›s›m skoru ile
NPTR parametleri aras›nda klinik bir korelasyon izlenmemifltir ve yazarlar IIEF’in ED tan›s› koymak ve ED fliddetini
belirlemek için yetersiz oldu¤unu ileri sürmüfllerdir (11).
Bize göre bu durumun 2 olas› izah› vard›r: 1. Türk hastalar sorular› tam olarak anlay›p do¤ru flekilde yan›tlayamamaktad›r, 2. IIEF-erektil fonksiyon k›s›m skoru, hem orjinal
hem de Türkçe versiyonlarda erektil fonksiyonla zay›f iliflkilidir. Melman ve ark. taraf›ndan yap›lan bir baflka çal›flmada da benzer sonuçlar elde edilmifl ve yazarlar subjektif veriler kullan›larak yap›lan özenli istatistiksel metodlar›n, objektif testlerden elde edilecek sonuçlara eflit olamayaca¤›n› kaydetmifllerdir (12). NPTR ile IIEF-erektil k›s›m
skorunun karfl›laflt›r›ld›¤› ve birbiriyle zay›f iliflkili bulundu¤u bir baflka çal›flmada ise Yang ve ark., bir testin di¤erini öngörmedeki klinik kullan›m›n›n s›n›rl› oldu¤unu kaydetmifltir. Hakl› olarak bu iki testte ölçülen parametrelerin
farkl› oldu¤unu (erektil fonksiyon alg›s› ile fizyolojik kapasite) belirten yazarlar, saptad›klar› bu zay›f iliflkinin her iki
testin de tek bafl›na kullan›m›n› k›s›tlamayaca¤›n› öne sürmüfllerdir.
Ayr›ca bu çal›flmada, IIEF ile yap›lan de¤erlendirmenin
4 hafta ile s›n›rland›r›lmas›n›n önemli bir eksiklik oldu¤unun alt› çizilmifltir (13). Bu öngörüleri netlefltirmek için daha fazla çal›flman›n gerekli oldu¤u aç›kt›r.
Sonuç olarak ED’nin bafllang›ç de¤erlendirmesinde yararl›, kolay uygulanabilir ve ucuz bir yöntem olan IIEF’in
orjinal ve Türkçe versiyonlar› ED prevalans çal›flmalar›nda,
farkl› tedavi flekillerinin sonuçlar›n› de¤erlendirmede ve
ilaç-etkinlik analizlerinde yayg›n olarak kullan›l›yor ise de,
bu subjektif metodun güvenilirli¤ine dair kuflkular dünyada ve ülkemizde mevcuttur. Bununla birlikte ED s›kl›¤›n›n
ve fliddetinin daha fazla oldu¤u yafll›, düflük gelir ve e¤itim düzeyine sahip kiflilerdeki düflük yan›tlama becerisi
dikkate al›nd›¤›nda, IIEF Türkçe versiyonunun anlafl›labilirli¤inin ve dolay›s›yla güvenilirli¤inin artt›r›lmas› için daha
ileri validasyon çal›flmalar›n›n gerekti¤i görülmektedir. Bu
sonuçlar ›fl›¤›nda özellikle bu tür hastalarda anketlerin yerine objektif testlerin kullan›lmas› daha do¤ru bir yaklafl›m
gibi gözükmektedir. Yine bu tip hastalarda anketlerin uygun biçimde doldurulabilmesini daha yüksek oranda sa¤layarak bu anketlerin güvenilirli¤ini artt›r›labilece¤inden,
“kendi bafl›na uygulama” metodu yerine “hekim yard›ml›
Derleme
uygulama” metodu üzerinde durulabilir.
Bütün bunlara ra¤men yüksek derecede içsel tutarl›l›k
gösterdi¤i için IIEF, özellikle klinik çal›flmalarda ve ilaç
araflt›rmalar›nda hasta üzerindeki de¤ifliklikleri de¤erlen-
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
dirmek amac›yla kullan›labilir. Ayr›ca IIEF’in, seksüel disfonksiyonun fleklinin tespitinde (orgazm bozukluklar›, prematür ejakülasyon, libido kayb›) ve klinik tan› algoritmalar›nda klinisyene yard›mc› olabilece¤i unutulmamal›d›r.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
NIH Consensus Development Panel on Impotence.Impotence.JAMA
1993; 270:83-90.
Hawton K. Sex Therapy: A Practical Guide. New York: Oxford University
Press, 1985, p 36.
McKinlay JB. The worldwide prevalence and epidemiyology of erektil
dysfunction. Int J Impot Res 2000; 12: S6
Blander DS, Sanchez-Ortiz RF, Broderick GA. Sex inventories: can questionnaires replace erectile dysfunction testing? Urology. 1999
Oct;54(4):719-23.
Derogatis LR, and Melisaratos N: The DSFI: a multidimensional measure
of sexual functioning. J Sex Marital Ther 1979; 5: 244-281.
Libman E, Rothenberg ›, Fichten CS, et al: The SSES-E: a measure of sexual self-efficacy in erectile functioning. J Sex Marital Ther 1985; 11:
233-244.
Rosen RC, Riley A, Wagner G, et al: The international index of erectile
function (IIEF): a multidimensional scale for assesment of erectile dysfunction. Urology 49: 822-830, 1997.
Goldstein I, Lue TF, Padma-Nathan H, et al: Oral sildenafil in the treatment of erectile dysfunction. N Engl J Med 1998; 338: 1397-1404.
Shabsigh R: Efficacy of sildenafil (Viagra) is not affected by etiology of
erectile dysfunction (abstract) . Int J Impot Res 10(suppl 3): 14, 1998.
10. Akkus E, Kadioglu A, Esen A, Doran S, Ergen A, Anafarta K, Hattat H,
(Turkish Erectile Dysfunction Prevalence Study Gruop). Prevelance and
correlates of erectile dysfunction in Turkey: A population-based study,
Eur Urol 2002; 41:298-304.
11. Tokatli Z, Akand M, Yaman, Gulpinar O and Anafarta K. Comparison of
international index of erectile function with nocturnal penile tümescence and rigidity testing in evaluation of erectile dysfunction. Int J
Impot Res 2006; 18: 126-129.
12. Melman A, Fogarty J, Hafron J. Can self-administered questionnaires
supplant objective testing of erectile function? A comparison between
the international index of erectile dysfunction and objective studies. Int
J Impot Res 2006; 18: 126-129.
13. Yang CC, Porter MP, Penson DF. Comparison of the international index
of erectile function erectile domain scores and nocturnal penile rigidity
measurements: does one predict the other? BJU Int. 2006 Jul; 98(1):
105-9 discussion 109.
14. Serefoglu EC, Atmaca AF, Dogan B, et al: Problems in understanding
Turkish translation of International Index of Erectile Function. EAU 1st
Eastern Mediterranean Meeting 2007 / Antalya 19-20 October 2007;
poster number 116.
279
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Testosteron’un ak›m arac›l› dilatasyon ve
arteriyel nab›z dalga h›z›na etkileri
Yrd. Doç. Dr. Dilek Aygin1, Funda Akduran, MS1, Doç. Dr. Mustafa Y›ld›z1,2
1
Sakarya Üniversitesi SYO, 2Kardiyoloji ve ‹ç Hastal›klar›
Düflük testosteron seviyelerinin, günümüzde en yayg›n mortalite sebepleri aras›nda gösterilen, kardiyovasküler hastal›klar için bir risk faktörü olabilece¤i çeflitli çal›flmalarda ifade edilmifltir (1-3). Bu yaz›da, konunun önemi
ve güncelli¤i göz önünde bulundurularak testosteronun,
ak›m arac›l› dilatasyon (FMD) ve arteriyel nab›z dalga h›z›
arac›l›¤› ile arteriyel sistem üzerine olan etkileri literatür
eflli¤inde gözden geçirilmifltir.
Ateroskleroz, ak›m arac›l› dilatasyon (FMD) ve arteriyel
nab›z dalga h›z›
Ateroskleroz, arterlerin intima tabakas›nda kolesterol
depolanmas›, fibrozis ve inflamasyonla karakterize fokal
lezyonlardan oluflan kronik bir süreçtir (4,5). Lezyonun
bafllang›c›nda, endotel hücresi adezyon moleküllerinin
ekspresyonu ve okside düflük dansiteli lipoprotein
(LDL)'in kemotaktik etkisi rol oynamaktad›r. Makrofajlar›n
okside LDL'yi tutarak lipid yüklü köpük hücrelerine dönüflmeleri ve düz kas hücrelerinin bu lipidden zengin çekirdek etraf›nda fibröz bir k›l›f oluflturmak üzere göçü ile lezyon ilerler. T lenfositler ve aktive makrofajlar salg›lad›klar›
interlökin I (IL-1), interlökin II (IL-2), tümör nekrozis faktör-α (TNF-α) ve interferon-γ (IFN-γ) gibi sitokinler arac›l›¤› ile genetik ekspresyon, köpük hücre oluflumu, düz kas
hücre proliferasyonu, anjiogenez ve serbest oksijen radikalleri yap›m›n› düzenler. Oluflan aterosklerotik plaklar koroner arterleri daralt›r, miyokard perfüzyonunu bozar ve
stabil anjina pektoris oluflumuna neden olabilir. Bu plaklar›n baz›lar› oldukça ince bir fibröz flapkaya sahip olup rüptüre olarak koagülasyon sisteminin aktivasyonuna yol açabilen bir dizi reaksiyonu bafllatabilir. Sonuçta oluflan trombüs damar› t›kayarak infarktüs geliflimi ile sonuçlanabilir
(4,5). Ateroskleroza ba¤l› damar de¤iflikliklerini de¤erlendirmek üzere invaziv ve non-invaziv (ak›m arac›l› dilatasyon, nab›z dalga h›z› gibi) çeflitli yöntemler kullan›labilir
(6-8).
280
Ak›m arac›l› dilatasyon (FMD)
Endotele ba¤›ml› vazomotor fonksiyonun de¤erlendirilmesinde brakiyal arterden ultrasonografik olarak (noninvazif) ak›m ölçümü yap›labilir (6). Brakiyal arterde bir ak›m
uyaran› meydana getirmek için, tansiyon aleti manflonu
dominant kol antekübital fossas›n›n afla¤›s›na sar›l›r ve
brakiyal arter çap› bazal olarak ölçülür. Daha sonra manflon sistolik de¤erin üstünde bir bas›nçta fliflirilir ve 3-5 dakika boyunca kol iskemik kalacak flekilde arteriyel ak›m
engellenir. ‹skemi sonucunda damarda vazodilatasyon
geliflir. Ard›ndan vazodilatasyona uyum için k›sa süreli bir
yüksek ak›m dönemi (reaktif hiperemi) olur. Manflon bas›nc› indirildikten 60 saniye sonra brakiyal arter çap› tekrar ölçülerek reaktif hiperemiye yan›t olarak oluflan FMD
yüzde olarak hesaplan›r:
FMD= % (Hiperemik ak›m sonras› ortalama çap - Bazal
Çap) / Bazal çap
Arteriyel nab›z dalga h›z›
Arter nabz› kalp kontraksiyonunun oluflturdu¤u bir
dalgalanmad›r ve kalp h›z› ile ayn› s›kl›kta oluflur. Kan›n
sol ventrikülden aort kapa¤›na do¤ru pompalanmas› ile
aortada oluflan ak›m, bas›nç ve arter a¤aç boyunca pulsasyonlara sebep olur. Bu pulsasyonlar›n ço¤u "nab›z" olarak
düflünülür. Nab›z dalga h›z›n›n ölçümü arterlerin elastik
özelliklerini belirlemedeki önemli yöntemlerden birisidir.
Birbirlerine belli uzakl›ktaki iki arterin (karotis-femoral,
brakiyal-radyal arterler gibi) traseleri üzerine ciltte yerlefltirilmifl iki ultrason ya da bas›nç duyarl› transdüser kullanarak ölçüm yapma prensibine dayanmaktad›r (7). Ölçülen nab›z dalga h›z› arter duvar› sertli¤inin bir göstergesidir; ayn› zamanda arter geniflleyebilirli¤i (geniflleyebilirlik)
ya da Bramwell ve Hill’in klasik formülü ile hesaplanm›fl
göreceli arter esnekli¤i (esneklik) [(dV/V)/dP, dV: hacim
de¤iflimi, dP: bas›nç de¤iflimi] ile ters orant› gösterir (8).
Derleme
Arter esnekli¤i gibi nab›z dalga h›z› ve bundan kaynaklanan geniflleyebilirlik indeksi kan bas›nc›ndan etkilenmektedir (8).
Testosteron
Testosteron, testisin Leydig hücreleri taraf›ndan salg›lanan bir anabolik steroid hormondur. Bu hormon günde
2 ile 10 mg aras›ndaki miktarlarda kolesterolden oluflur.
Kanda, testosteron albümin ile birlikte veya cinsiyet hormonu ba¤layan globuline s›k› bir flekilde ba¤lanarak tafl›n›r. Hormon, hedef doku hücrelerine ba¤lanarak veya
inaktif bilefliklerine y›k›larak salg›lanmas›n›n 30 ile 60 dakikas› içinde kandan uzaklaflt›r›l›r (9). Hedef dokularda biyolojik olarak aktif olan dihidrotestosterona ve ya¤ dokusunda östrojene metabolize edilir. Testosteron üreme ve
üremeyle ilgisi olmayan organlar üzerinde etkilere sahiptir. Bu hormon do¤um öncesi farkl›laflman›n uyar›lmas› ve
testis, penis, epididimis, seminal veziküller ve prostat›n
ergenlikte geliflimi için gereklidir. Testosteron ayr›ca kemik hücrelerinin büyüme ve proliferasyonunu uyar›r, kemiklerde yo¤unluk art›fl›na neden olur. Tüy da¤›l›m› üzerine de etkisi vard›r ve deride kal›nlaflmaya neden olur.
Testosteron karaci¤eri etkiler, p›ht›laflma faktörlerinin ve
hepatik lipazlar›n sentezine neden olur. Testosteronun
eritropoetin üretimi üzerine etkisi nedeniyle hematokrit
ve hemoglobin konsantrasyonlar› yükselir. Bu hormon,
protein sentez h›z›n› artt›rd›¤› için, ço¤u dokuda genel etkiye sahiptir. Steroid hormon olmas› nedeni ile hedef doku hücrelerinin sitoplazmalar›na, hücre zar›ndan geçerek,
kolayca girer. 5-α-keto redüktaz enzimi ile dihidrotestosterona dönüfltürülür. Dihidrotestosteron stoplazmik bir reseptör proteine ba¤lan›r. Bu birleflim çekirde¤e göç eder
ve burada DNA-RNA okunmas›na neden olan bir çekirdek
proteinine ba¤lan›r (9).
Testosteron’un vasküler reaktivite ve arteriyel nab›z
dalga h›z› üzerine etkileri
De¤iflik hormonal uyar›lara azalm›fl vasküler cevap (endotel disfonksiyonu) aterosklerozun önemli bir bulgusudur. Azalm›fl vazodilatasyon ve artm›fl vazokonstriksiyon
vazospazm ve anjina pektoris geliflimine yol açar. Endotel
disfonksiyonu, plak rüptürü ve tromboz oluflumu arac›l›¤›
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
ile koroner olaylar›n geliflmesine katk›da bulunur (10-12).
Östrojenin vasküler fonksiyonlar üzerine etkilerini de¤erlendiren çok say›da klinik ve deneysel çal›flma olmas›na
ra¤men (13-18), testosteron’un vasküler reaktivite üzerine
etkilerini inceleyen çal›flma say›s› görece olarak daha azd›r
(19). Testosteron genomik veya nongenomik ve endotel
arac›l› veya endotel arac›l› olmayan mekanizmalar arac›l›¤›
ile vazoreaktivitede (vazodilatasyon veya vazokonstriksiyon) de¤iflikliklere yol açabilir (20-24). Bu farkl›l›klar tür,
cinsiyet, efllik eden hastal›k ve testosteron dozu ile ilgili
olabilir. Testosteron fizyolojik konsantrasyonlarda androjen reseptörleri aktivasyonu yolu ile vazodilatasyonu s›n›rlar görünürken; suprafizyolojik veya farmakolojik dozlarda
nongenomik mekanizmalar arac›l›¤› ile arteriyel vasodilatasyonu potansiyelize etmektedir. Testosteron’un vasküler
tonüs regülasyonu üzerindeki hücresel ve moleküler mekanizmalar tam olarak bilinmemektedir. Endoteliyal nitrik
oksit (NO) üzerinde durulmaktad›r. Köpek koroner arteri,
rat aortas› ve rat serebral arterlerinde nitrik oksid sentaz
inhibitörü NG-monomethyl-L-arginine testosterona ba¤l›
(T-induced) vasodilatasyonunu engelledi¤i görülmüfltür
(20-22). Ancak baflka bir in vitro çal›flmada, NG-monomethyl-L-arginine’in tavflan aortas› ve koroner arterlerinde
testosterona ba¤l› vasodilatasyon üzerine bir etkisi olmad›¤› belirtilmifltir (23,24).
Damar esneyebilirli¤inin de¤erlendirilmesinde oldukça önemli ve pratik bir tetkik olan arteriyel nab›z dalga h›z› (artmas› arteriyel sertli¤e iflaret eder)’na testosteronun
etkisini inceleyen bir çal›flmada; Tip 2 diyabetes mellituslu erkek hastalarda serum endojen androjen konsantrasyonlar› ile nab›z dalga h›z› arac›l›¤› ile de¤erlendirilen arteriyel sertlik aras›nda ters bir iliflki saptanm›flt›r (25). Dolay›s› ile azalm›fl plazma testosteron seviyeleri artm›fl arteriyel sertli¤e katk›da bulunabilmektedir (26). Japon tip 2
diyabetes mellituslu hastalarda yap›lan baflka bir çal›flmada ise metabolik sendrom ile subklinik aterosklerotik belirteçler, serum adiponektin ve endojen androjen konsantrasyonlar› aras›nda anlaml› bir iliflki saptanmam›flt›r (27).
Sonuç olarak, testosteron düzeyindeki düflmeye ba¤l›
olarak kardiyovasküler sistemde baz› de¤ifliklikler meydana gelmektedir. Önemli morbidite ve mortaliteye yol açabilecek bu de¤iflikliklerin gözden kaç›r›lmamas› için gerekli testlerin yap›lmas› ve özellikle tedavi gerektirecek
hastalar›n saptanmas› oldukça önem arz etmektedir.
281
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
Khatibi A, Agardh CD, Shakir YA, Nerbrand C, Nyberg P, Lidfeldt J,
Samsioe G. Could androgens protect middle-aged women from cardiovascular events? A population-based study of Swedish women: The
Women's Health in the Lund Area (WHILA) Study Climacteric
2007;10(5):386-92.
Mohamad MJ, Mohammad MA, Karayyem M, Hairi A, Hader AA. Serum
levels of sex hormones in men with acute myocardial infarction. Neuro
Endocrinol Lett 2007;28(2):182-6.
Haddad RM, Kennedy CC, Caples SM, Tracz MJ, Bolona ER, Sideras K,
Uraga MV, Erwin PJ, Montori VM. Testosterone and cardiovascular risk
in men: a systematic review and meta-analysis of randomized placebocontrolled trials. Mayo Clin Proc 2007;82(1):29-39.
Ross R. Atherosclerosis is an inflammatory disease. Am Heart J
1999;138(5 Pt 2):S419-20.
Raines EW, Ross R. Smooth muscle cells and the pathogenesis of the
lesions of atherosclerosis. Br Heart J 1993;69(1 Suppl):S30-7.
Celermajer DS, Sorensen KE, Gooch VM, Spiegelhalter DJ, Miller OI,
Sullivan ID, Lloyd JK, Deanfield JE. Non-invasive detection of endothelial dysfunction in children and adults at risk of atherosclerosis. Lancet
1992;340:1111-5.
Smulyan H, Vardon S, Griffiths A, Gribbin B. Forearm arterial distensibility in systolic hypertension. J Am Coll Cardiol 1984;3:387-93.
Imura R, Yamamoto K, Kanamori K, Mikami T, Yasuda H. Non invasive
ultrasonic measurement of the elastic properties of the human abdominal aorta. Cardiovasc Res 1986;20:208-14.
Guyton & Hall, (Çeviri Editörü: Solako¤lu (Ayd›n) Z): T›bbi Fizyoloji.
‹stanbul: Nobel Kitabevi, 2003:617-20.
De Caterina R. Endothelial dysfunctions: common denominators in vascular disease. Curr Opin Lipidol 2000;11:9-23.
Griedling KK, Alexander RW. Endothelial control of the cardiovascular
system: recent advances. FASEB J 1996;10:283-92.
Libby P. Molecular bases of the acute coronary syndromes. Circulation
1995;91:2844-50.
Hayward CS, Kelly RP, Collins P. The roles of gender, the menopause and
hormone replacement on cardiovascular function. Cardiovasc Res
2000;46:28-49.
Sacks FM, Walsh BW. Sex hormones and lipoprotein metabolism. Curr
Opin Lipidol 1994;5:236-40.
282
15. Mendelsohn ME, Karas RH. The protective effects of estrogens on the
cardiovascular system. N Engl J Med 1999;340:1801-11.
16. Shaul PW. Novel role of estrogen receptors in vascular endothelium.
Semin Perinatol 2000;24:70-4.
17. Nathan L, Chaudhuri G. Estrogens and atherosclerosis. Annu Rev
Pharamcol Toxicol 1997;37:477-515.
18. White MM, Zamudio S, Stevens T, Cid MC, Martin MB, Kleinman HK,
Greene GL, Schnaper HW. Estrogen, progesterone and vascular reactivity: potential cellular mechanisms. Endocr Rev 1995;16:739-51.
19. Wu FCW, von Eckardstein A. Androgens and coronary artery disease.
Endocrine Reviews 2003;24(2):183-217.
20. Chou TM, Sudhir K, Hutchison SJ, Ko E, Amidon TM, Collins P, Chatterjee
K. Testosterone induces dilatation of canine coronary conductance and
resistance arteries in vivo. Circulation 1996;94:2614-9.
21. Costarella CE, Stallone JN, Rutecki GW, Whittier FC. Testosterone causes direct relaxation of rat thoracic aorta. J Pharmacol Exp Ther
1996;277:34-9.
22. Geary GG, Krause DN, Duckles SP. Gonadal hormones affect diameter of
male rat cerebral arteries through endothelium-dependent mechanisms. Am J Physiol Heart Circ Physiol 2000;279:H610-8.
23. Yue P, Chatterjee K, Beale C, Poole-Wilson PA, Collins P. Testosterone
relaxes rabbit coronary arteries and aorta. Circulation 1995;91:115460.
24. Hishikawa K, Nakaki T, Marumo T, Suzuki H, Kato R, Saruta T. Up-regulation of nitric oxide synthase by estradiol in human aortic endothelial
cells. FEBS Lett 1995;360:291-5.
25. Fukui M, Ose H, Kitagawa Y, Yamazaki M, Hasegawa G, Yoshikawa T,
Nakamura N. Relationship between low serum endogenous androgen
concentrations and arterial stiffness in men with type 2 diabetes mellitus. Metabolism 2007;56(9):1167-73.
26. Fogari R, Preti P, Zoppi A, Fogari E, Rinaldi A, Corradi L, Mugellini A.
Serum testosterone levels and arterial blood pressure in the elderly.
Hypertens Res 2005;28(8):625-30.
27. Fukui M, Ose H, Kitagawa Y, Kamiuchi K, Nakayama I, Ohta M, Obayashi
H, Yamasaki M, Hasegawa G, Yoshikawa T, Nakamura N. Metabolic syndrome is not associated with markers of subclinical atherosclerosis,
serum adiponectin and endogenous androgen concentrations in
Japanese men with Type 2 diabetes. Diabet Med 2007;24(8):864-71.
Derleme
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
5 Fosfodiesteraz inhibitörlerinin erektil
disfonksiyon d›fl›nda kullan›m alanlar›
Dr. Rashad Mammadov, Doç. Dr. Bar›fl Altay
Ege Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD
Fosfodiesteraz 5 (PDE5) inhibitörleri, sildenafil, vardenafil ve tadalafil erektil disfonksiyonun (ED) birinci aflama
tedavisinde genifl biçimde yer almaktad›rlar. Sildenafilin
1998 y›l›nda bulunuflundan sonra 40 milyonu aflk›n erkek
bu ilaçla baflar›yla tedavi edilmifllerdir (1). PDE5 inhibitörlerinin yüksek tolerabilitesi ve güvenilirli¤i bu ilaçlar›n fizyolojik fonksiyonlar›n›n ileri araflt›rmalar›n› çekici k›lm›flt›r.
Siklik GMP’nin (cGMP) intrasellüler sinyal iletiminde anahtar rol oynad›¤›ndan dolay›, ED d›fl›nda yeni tedavi endikasyonlar› gündeme gelmifltir. Bu endikasyonlarda PDE5
inhibitörlerinin kronik kullan›m› söz konusudur. Sildenafilin 2005 y›l›nda pulmoner hipertansiyon tedavisinde kullan›m› bu alandaki araflt›rmalar›n baflar›s› gibi nitelendirilebilir. PDE5 inhibitörlerinin di¤er endikasyonlarda kullan›m›na dair birçok araflt›rma preklinik aflamadad›r. Son zamanlarda literatürde bununla ilgili çok çeflitli ve çeliflkili
çal›flmalar yer almaktad›r. Bu derlemenin amac› PDE5 inhibitörlerinin di¤er kullan›m alanlar› ile ilgili klinik ve preklinik bilgilerin literatür eflli¤inde özetleyerek aktar›lmas›
olmufltur.
bafllat›yor. Bu yolun sonunda intrasellüler kalsiyum seviyesinde art›fl görülmekte ve bunun etkisiyle düz kas relaksasyonu ve kalsiyuma ba¤l› süreçlerin oluflu sa¤lanmaktad›r (3).
Seksüel stimulasyon NO’in kavernoz sinir uçlar›ndan,
penil arterlerin endotelyumundan ve korpus kavernozumlardan salg›lanmas›yla penil dokuda selektif vazorelaksasyonu indüklemektedir. Relaksasyon cGMP’nin art arda
oluflu ile sa¤lanmaktad›r. Siklik GMP’nin y›k›m›n› önlemekle bu fizyolojik mekanizmay› hayli güçlefltirmekte ve
yeterli ereksiyon için gerekli vazorelaksasyonu sa¤lamaktad›r. Bu PDE5 inhibitörlerinin ED tedavisinde baflar›s›n›
aç›klayan mekanizmad›r.
Korpus kavernozum d›fl›nda PDE5’in sistemik vaskülaritenin düz kas›nda (4), prostatta (5), mesanede (6), kardiyak dokuda (7-8), beyin ve trombositlerde (9-10) oldu¤u
gösterilmifltir. Bu dokular PDE5 inhibitörlerinin yeni hedefleri olarak meydana ç›kmaktad›r.
PDE5 inhibitörleri ile kardiyovasküler hastal›klar›n ve
endotelyal disfonksiyonun tedavisi
Girifl
Nitrik oksidin ve natriüretik peptidlerin intrasellüler
cGMP seviyesini, çözünür ve membran ba¤l› guanilat siklaz stimulasyonu arac›¤›yla yükseltti¤i iyi bilinmektedir.
Siklik GMP’nin oluflu kardiyovasküler, santral ve periferik
sinir sistemlerinin regüle edildi¤i genel biyokimyasal yolun ilk ad›m› olarak de¤erlendirilmektedir (2). PDE5 hücre
içinde sekonder “haberci” olarak bilinen cAMP ve
cGMP’nin hidrolizini katalize ederek inaktif metabolitlere
(AMP ve GMP) dönüflümünü sa¤layan intrasellüler enzimlerdir. Siklik GMP’nin guanilat siklaz taraf›ndan oluflturulmas› PDE5 etkisi ile efektif bir flekilde azalt›larak denge
sa¤lanmaktad›r. PDE5’in inhibisyonu intraselüler cGMP
seviyesini yükselterek cGMP-ba¤l› reaksiyon kaskad›n›
PDE5 inhibitörleri etki mekanizmalar›ndan dolay› kardiyovasküler hastal›klar›n tedavisinde kullan›labilmektedir. Literatürde kalbin iskemiden korunmas›nda ve reperfüzyonunda PDE5 inhibitörlerinin etkili olduklar›na dair çal›flmalar mevcuttur. Di¤er otörler bu ajanlar›n antihipertrofik (11), antiproliferatif (12) ve antifibrotik (13) etkisini
göstermifllerdir
Pulmoner hipertansiyon
Pulmoner hipertansiyonun PDE5 inhibitörleri ile tedavisi kardiyovasküler alanda bu ajanlar›n en iyi yerleflmifl
kullan›m fleklidir. PDE5 inhibitörlerinin pulmoner sirkülasyonda vasküler rezistans› ve pulmoner arterlerde bas›nc›
düflürdü¤ü bir çok preklinik ve klinik çal›flmayla kan›tlan-
283
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
m›flt›r. Buradaki mant›k alveollerin oksijenizasyonuyla
NO’in serbest hale gelmesi ve bunun etkisiyle pulmoner
damar rezistans›n›n relaksasyonunu sa¤layabilece¤i hipotezine dayan›yor.
Ratlarda monocrotalinle indüklenen pulmoner hipertansiyon modelinde PDE5 inhibitörü olan sildenafilin pulmoner arterde bas›nc› ve kalpte hipertfrofiyi azaltt›¤› gösterilmifltir (14). Sildenafilin pulmoner hipertansiyonda güvenilirli¤i ve etkinli¤i klinik çal›flmalarda da gösterilmifltir.
Sildenafil Use in Pulmoner Hipertansiyon (SUPER-1) çal›flmas›nda (genifl, randomize, kontrollü, çok uluslu çal›flma)
sildenafilin anlaml› derecede egzersiz kapasitesini, fonksiyonel s›n›f› ve hemodinamik parametreleri artt›rd›¤› kan›tlanm›flt›r(15). Bu verilere dayanarak 2005 y›l›nda PDE5 inhibitörlerinin pulmoner hipertansiyon tedavisinde kullan›m› ABD’de FDA (Food and Drug Administration) onay› alm›flt›r. Baz› çal›flmalarda vardenafil ve tadalafilin de pulmoner vazodilatasyon yapabilece¤i vurgulanarak güvenle
kullan›labilirli¤i gösterilmifltir (16-17). Vardenafilin etkisi
daha h›zl› bafllamakla beraber pulmoner sirkülasyon için
selektivitesi görülmemifltir (17). Son zamanlarda PDE5 inhibitörlerinin kronik obstruktif akci¤er hastal›¤› olan hastalarda da faydal› olabilece¤ine dair çal›flmalar yap›lm›flt›r
(18).
Kalp yetmezli¤i
Koroner arter hastal›¤›, geçirilmifl miyokard infarktüsü
ve hipertansiyon kalp yetmezli¤inin nedenleri aras›nda
önemli yer almaktad›rlar. PDE5 inhibitörlerinin bu hastal›¤›n seyrine ve semptomlar›na pozitif etkisi bir çok mekanizmayla aç›klanmaktad›r. En belirgin mekanizma direk
vazodilatasyonu sa¤layan cGMP’ye ba¤l› düz kas relaksasyonudur. Konjestif kalp yetmezlikli hastalarda sildenafil, pulmoner rezistans› azaltmakta ve pik oksijen uptake’ini düzeltmektedir. Ancak sa¤l›kl› gönülülerde bu etkiler görülmemifltir (19). Direk vasküler dilatasyon büyük
kan damarlar›na da etkilidir; pik ventriküler bas›nc› azaltmakta ve diyastol s›ras›nda periferal perfüzyonu düzeltmektedir. Bu etki Hirata ve ark. taraf›ndan gösterilmifltir
(20). Sol ventrikül yetmezli¤i olan ve ejeksiyon fraksiyonu
%35’in alt›nda olan hastalarda tek doz 50 mg sildenafil
periferal rezistans› azaltarak kardiyak performans› art›rm›flt›r. PDE5 inhibitörlerinin di¤er potansiyel yarar› endoteliyal fonksiyona olumlu etkisidir (21). Plasebo kontrollü bu
çal›flmada PDE5’in akut inhibisyonu kronik kalp yetmezli-
284
Derleme
¤i olan hastalarda endotele ba¤l› vazodilatasyon oluflturmufltu. Bu veriler Hryniewiz taraf›ndan konfirme edilmifltir (22).
Takimoto ve ark. yapt›klar› çal›flmada farelerde aort
ba¤lama protokolü ile oluflturulan kronik bas›nç art›fl›nda
sildenafilin kardiyak hipertrofiyi komplet süprese etti¤ini
göstermifllerdir (11). Özet olarak PDE5 inhibitörlerinin
kalp yetmezli¤ine ve kardiyak hipertrofiye pozitif etkisi
birçok çal›flmayla kan›tlanm›flt›r.
Raynaud hastal›¤›
Raynaud hastal›¤› so¤uk havada parmaklarda vazospazm ve bunun sonucu olarak siyanoz ile karakterize bir
hastal›kt›r. Primer, komplike olmayan Raynaud fenomeni
ile beraber konnektif doku hastal›klar›nda sekonder oluflan
formu da mevcuttur. Hastal›¤›n bu formu komplike seyri,
parmaklarda nekroza kadar giden bozukluklarla karakterizedir. Nonfarmakolojik tedavi so¤uk havadan kaç›nmay›,
sigara içmemeyi ve emosyonel stresten uzak olmay› içermektedir. Farmakolojik tedavi ise henüz tam ayd›nlat›lm›fl
de¤ildir. Hastal›¤›n patogenezine dair birçok çal›flman›n
yap›lmas›na ve hipotezlerin ileri sürülmesine ra¤men lokal
vazokonstriksiyonun mekanizmas› ö¤renilmemifl olarak
kalmaktad›r. Bununla birlikte NO/cGMP’nin bu mekanizmada major rolüne dair kan›tlar›n say›s› artmaktad›r (23).
Ça¤layan ve ark. yapt›klar› pilot çal›flmada PDE5 inhibitörü - vardenafilin Raynaud hastal›¤› olan 40 hastada
periferal kan ak›m› ve klinik semptomlara erkileri araflt›r›lm›flt›r. Laser-Doppler flowmetri ile periferik kan ak›m›n›n
hastalar›n %75’inde düzeldi¤i görülmüfltür (24). Fries ve
ark. yay›nlad›¤› çal›flmada sekonder Raynaud hastal›¤›
olan, vazodilatatör tedavisine dirençli 16 hastada sildenafilin Raynaud ataklar›n›n s›kl›¤›n› ve süresini azaltt›¤› görülmüfltür (25).
PDE5 ‹nhibitörleri ile santral sinir sistemi hastal›klar›n›n tedavisi
PDE5’ler santral sinir sisteminde (SSS) bol miktarda
eksprese olmaktad›rlar. PDE5 inhibitörlerinin SSS’ne etkilerine dair bilgiler bir çok çal›flmada yer alm›flt›r (26). Çal›flmalarda PDE5 mRNA’in ve PDE5 enziminin beyinin bir
çok yerinde bulundu¤u gösterilmifltir (korteks, serebellum, hipokampus gibi) (27-29). Bununla birlikte kan damarlar›nda da varl›¤› izlenmifltir (serebral, baziler, mezen-
Derleme
terik arterlerde) (30). Bu bulgular NO/cGMP yolunun serebral fonksiyonda ve beyin metabolizmas›nda önemli role sahip olabilece¤ini göstermektedir. PDE5 inhibitörlerinin beynin kognitif fonksiyonlar›na etkisi ve felç modellerinde nöroprotektif etkisi birçok in-vitro ve in-vivo çal›flmada araflt›r›lm›flt›r (31).
5 PDE inhibitörlerinin haf›zaya ve ö¤renime etkisi.
‹n-vitro rat modellerinde sildenafilin ve vardenafilin
NO ba¤l› cGMP seviyesini hipokampuste yükseltti¤i gösterilmifltir (32). Siklik GMP’nin kortikal seviyesinin art›fl›
ratlarda sildenafil tedavisinden sonra gösterilmifltir (33).
Siklik GMP’›n fonksiyonel rolü ilk kez ratlarda davran›fl çal›flmas›nda ortaya konmufltur. Hipokampusa 8-bromocGMP enjeksiyonu sonras› ratlarda objeleri tan›mayla kendini belirten haf›za perfomans›nda düzelme görülmüfltür.
Sildenafil bazl› hayvan çal›flmalar›nda farelerde uzun dönemde muhafaza ve bask›lanmadan kaç›nma kabiliyetinin
artt›¤› izlenmifltir (34). PDE5 inhibitörlerinin bu etkisi
cGMP seviyesinin hipokampusta yükselmesi ve haf›za peformans›n›n art›fl› ile aç›klanabilir.
‹nsanlarda PDE5 inhibitörlerinin haf›zaya etkisi sporadik çal›flmalarda gösterilmifltir. Bu çal›flmalarda PDE5 inhibitörlerinin verbal tan›ma haf›zas›na pozitif etkisi net gösterilememifltir (35). Sonuç olarak, bu ajanlar›n hayvanlarda haf›za potansiyelini artt›rd›¤›na dair yeterli say›da kan›t
mevcuttur. PDE5 inhibitörlerinin bu etkisi SSS’de cGMP’›n
art›fl› ile aç›klanabilir.
5 PDE inhibitörlerinin felç durumunda nöroprotektif
etkisi.
NO/cGMP yolunun kemirici hayvan modellerinde reparatif mekanizmaya katk›da bulundu¤u birçok deneysel
çal›flmalarda net ortaya konmufltur. Ratlarda oluflturulan
embolik strok (felç) sonras› oral sildenafil ile tedavi (2 veya 5 mg/kg) nörolojik sonuçlara pozitif etki göstermifltir.
‹nfarkt volümünün azalmas›nda tedavi edilen ve edilmeyen gruplar aras›nda fark olmasa da, sildenafilin subventriküler zonda ve striatumda hücre proliferasyonu artt›rd›¤› izlenmifltir (36-38). PDE5 inhibitörlerinin nörogenezisi
belirgin olarak art›rd›¤›na dair kan›tlar yafll› ratlar üzerinde
yap›lan çal›flmalarda gösterilmifltir. Sildenafil (10 mg/kg)
ile tedaviden 7 gün sonra fonksiyonel rehabilitasyonda,
vasküler dansitede, endotelyal hücre proliferasyonunda,
sinaptogeneziste tedavi edilmeyen gruba nazaran belirgin
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
art›fl gözlenmifltir (39). Çal›flmalar genelde ayn› çal›flma
grubundan ç›km›flt›r ve hepsinde nörogenezisin art›fl› subventriküler zonda fosfoinositol-3-kinaz/Akt glikojen sentaz kinaz 3 yolu ile tetiklenen hücre proliferasyonu ile
aç›klanm›flt›r (40). PDE5 inhibitörlerinin serebral kan ak›m›n› ve oksijenasyonu art›rd›¤›na dair de birkaç çal›flma
yay›nlanm›flt›r, fakat sonuçlar tart›flmal›d›r (41-44).
PDE5 inhibitörleri ile ürolojik hastal›klar›n tedavisi
Kad›n seksüel disfonksiyonu(KSD)
Kad›nlarda seksüel yan›t›n fizyolojisi tam ö¤renilmemifl olarak kalmaktad›r. Birkaç deneysel çal›flmada
PDE5’›n kad›n genital organ fizyolojisinde rolü konusunda
bilgiler bildirilmektedir. ‹nsan çal›flmas›nda PDE5’›n klitoral korpus kavernozumda varl›¤› ve hidrolitik aktivitesi
gösterilmifltir (45-47). Organ banyosu deneylerinde PDE5
inhibitörlerinin vajeni ve klitoral kaslar› gevfletebilece¤i
gösterilmifltir (48-49). Bu mant›kla PDE5 inhibitörlerinin
vajinal ve klitoral kan ak›m›n› düzeltebilece¤i ve uyar›lmayla orgazm› kolaylaflt›rabilece¤i düflünülmüfltür. Yaln›z
sildenafilin bu konuda etkisi araflt›r›lm›flt›r, fakat çal›flmalar›n sonuçlar› yüz güldürücü de¤ildir. Sildenafil KSD’si olan
kad›nlarda orta düzeyde etki etmifltir ve bu etki genelde
uyar›lma bozuklu¤u olan hastalarda görülmüfltür (50-53).
Bu verilerden yola ç›karak uyar›lma bozuklu¤u olan diyabetli kad›nlarda PDE5 inhibitörlerinin kullan›m› önemli olabilir ve bu son zamanlar premenopozal diyabetli kad›nlarda yap›lan çal›flmalarda bariz gösterilmifltir (54-55).
KSD’si olan kad›nlarda PDE5 inhibitörlerinin etkisi belirgin
olarak görülmektedir, fakat ileri çal›flmalara ihtiyaç vard›r.
Benign prostat büyümesi ve alt üriner sistem
semptomlr› (BPB/AÜSS)
Prostat dokusunda PDE varl›¤› ilk kez 1970 y›l›nda
gösterilmifltir (56). Daha sonra PDE’›n çeflitli izoenzimlerinin prostatta eksprese edildi¤i gösterilmifltir (5,57). PDE5
inhibisyonu için kullan›lan zaprinast›n prostat dokusunu
relakse etti¤i in-vitro çal›flmalarda görülmüfltür (5,58). Bununla birlikte son zamanlarda vardenafil, sildenafil ve tadalafilin in-vitro çal›flmalarda prostat›, mesaneyi ve üretray› relakse etti¤i kan›tlanm›flt›r (12). Buna ilaveten ratlar
üzerinde yap›lan preklinik çal›flmada vardenafilin ve sildenafilin istemsiz kontraksiyonlar› azaltmada etkili oldu¤u
gösterilmifltir. On iki hafta boyunca günlük 100 mg silde-
285
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
nafil veya 20 mg tadalafil verilen BPB’si olan erkeklerde
ilaçlar›n IPSS (Uluslar aras› Prostat Semptom Skoru) üzerine pozitif etki etti¤i görülmüfltür. Fakat ürodinamik incelemede fark izlenmemifltir, dolay›s›yla ilaçlar›n semptomlar üzerine etkili oldu¤u söylenebilir (59-61).
Afl›r› aktif mesane ve inkontinans
Afl›r› Aktif Mesanenin(AAM) ICS (International Continence Society) taraf›ndan tan›mlamas› afla¤›dakileri içermektedir: S›k›flma hissi (idrar kaç›rmas› ile veya olmaks›z›n),
s›k idrara gitme ve noktüri (62). S›k›flma tipi idrar kaç›rmas› AAM’in en s›k görülen semptomlar›ndan biridir. Bu hastal›¤›n patofizyolojisi tam olarak anlafl›lm›fl de¤ildir ve multifaktoriyel olarak kabul edilmektedir. Mesanenin düz kaslar›n›n direk kontraksiyonu ve relaksasyonu bu hastal›kta kritik rol oynamaktad›r. Hastal›¤›n farmakolojik tedavisi genelde antikolinerjik ajanlarla yap›lmaktad›r. PDE inhibitörlerinin
bu amaçla kullan›m›na dair kan›tlar çok azd›r. PDE’in çeflitli
izogenlerinin (PDE5 dahil) detrusor kas›nda eksprese oldu¤una dair yay›nlar mevcuttur (6). ‹n-vitro PDE5 inhibitörlerinin mesane tonusunu azaltt›¤› gösterilmifltir (63-66).
PDE5 inhibitörlerinin ürotelyuma etkisi birçok yay›nda kan›tlanm›flt›r. Domuzlarda ürotelyal, subürotelyal ve intramural nöron uçlar›nda endoteliyal NO sentetaz (e-NOS) ve
NO ba¤l› cGMP varl›¤› gösterilmifltir (67-68). PDE1 inhibitörü olan vinopectine’nin AAM semptomlar›n›n gerilemesinde etkili oldu¤u gösterilmifltir (69). Bununla birlikte
PDE5 inhibitörlerinin AAM tedavisinde kullan›m›n› destekleyen yeterli say›da klinik veri bulunmamaktad›r.
Prematür ejakülasyon
Prematür ejakülasyon, bir erkek seksüel bozuklu¤u
olup prevalans› %5-30 aras›nda de¤iflmektedir (70-72).
Bu hastal›¤›n moleküler düzeyde mekanizmas› tam olarak
anlafl›labilmifl de¤ildir. Trisiklik antidepresanlar, serotonin
inhibitörleri, topikal anestetikler bu hastal›¤›n tedavisinde
kullan›lmaktad›r (73). Davran›fl tedavisi ve psikoterapi de
yaln›z veya yukar›da belirtilen ajanlarla birlikte bu amaçla
kullan›m görmektedir (74). NO/cGMP yolunun prematür
ejakülasyondaki rolü bir çok çal›flmada ayd›nlat›lmaya çal›fl›lm›flt›r ve NO-donörlerinin vas deferens ve seminal vezikülleri relakse edebilece¤i vurgulanm›flt›r (75). Sildenafil, vardenafil ve tadalafilin prematür ejakülasyonda etkisi
birçok klinik çal›flmada gösterilmifltir (76-77). Bu çal›flmalarda intravajinal ejakülatuar latent zaman›nda (IELT-intra-
286
Derleme
vaginal ejaculatory latency time) art›fl izlenmifltir (78-80).
Fakat PDE5 inhibitörlerinin prematür ejakülasyonda tedavi protokollerine girmesi için ileri araflt›rmalara gereksinim
duyulmaktad›r.
Peyronie hastal›¤›
Peyronie hastal›¤› tunika albugineada fibroz plaklar›n
oluflu ile karakterize bir hastal›kt›r. Hastal›¤›n prevalans› literatürde %0.4-%9 olarak bildirilmifltir. Moleküler mekanizmas› tam aç›kl›¤a kavuflturulamad›¤› için en etkin tedavi flekli cerrahi olarak kabul görmektedir. Fibroblastlar›n
proliferasyonu ve birikmesi hastal›¤› ilerletti¤i için bir tedavi hedefi fibroblast proliferasyonunu önlemektir.
NOS/NO/cGMP’›n fibrotik plak geliflmesinde önemli rol
oynad›¤› ortaya konmufltur. ‹nsan Peyronie plaklar›ndan
elde edilen fibroblastlardan oluflturulan hücre kültüründe
sildenafil ve nonspesifik PDE inhibitörü olan teofilinin, kollagen 1 sentezini ve miyofibroblast diferansiasyonunu
azaltt›¤› ve apopitozisi artt›rd›¤› in-vitro gösterilmifltir
(81). Ratlarda yap›lan çal›flmada vardenafilin kollagen 1 ve
3’ün depolanmas›n› zay›flatt›¤› ve miyofibroblastlar› azaltt›¤› ortaya konmufltur (82). Bu preklinik çal›flmalar›n klinik
çal›flmalarla desteklenmesi gerekmektedir.
Priapizm
Genel popülasyonda ender görülen bu hastal›k seçilmifl
hasta grubunda (orak hücreli anemisi olan hasta grubunda)
yüksek insidansa (%40) sahiptir. Patofizyolojisi iyi bilinmemekle birlikte disfonksiyonel penil kan ak›m› bu hastal›ktan
sorumlu tutulmaktad›r (83-84). Çok az say›daki klinik çal›flman›n sonuçlar›, PDE5 inhibitörlerinin priapizm tedavisinde baflar›s›n› göstermektedir (85). Barret ve ark. yapt›klar›
çal›flmada sildenafil ve tadalafilin hastalarda ereksiyon
ataklar›n›n aras›n› uzatt›¤›n› göstermifllerdir (48). Bu durumun aç›klanmas› için PDE5 inhibitörlerinin uzun süre kullan›m› cGMP’›n kronik birikmesini ve afl›r› kan ak›m›n› önleyebilece¤i hipotezine dayanmaktad›r (86). Fakat bu hipotezin ileri çal›flmalarla kan›tlanmas›na ihtiyaç vard›r.
PDE5 inhibitörlerinin di¤er hastal›klar›n tedavisinde
kullan›m›
Yükseklik hastal›¤›
PDE 5 inhibitörlerinin yükseklikte pulmoner ödemi
(ölüme neden olabilecek) önleyecek etkisine dair birkaç
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
çal›flma yap›lm›flt›r. Fakat dozu ve net kullan›m› ile ilgili
henüz tam bir bilgi elde edilmifl de¤ildir (87-89).
Diyabet
PDE 5 ihibitörlerinin uzun süreli kullan›m›n›n diyabete
etkisini aç›klayacak çal›flmalar çok azd›r. Bununla birlikte
Grover-Paez ve ark sildenafilin 30 günlük kullan›m› mikroalbuminürini azaltt›¤›n› göstermifllerdir (90).
Sonuç
PDE5 inhihibitörleri benzersiz etki mekanizamalar›yla
ED tedavisinde güvenle kullan›labilen ajanlard›r. Son zamanlar bir çok klinik ve preklinik çal›flmada PDE5 inhibitörlerinin yeni mekanizmalar› ve kullan›m alanlar› gösterilmifltir. Gelecekte PDE5 inhibitörlerinin ED d›fl›nda genifl
kullan›m opsiyonlar›n›n olmas› kuflkusuzdur.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
Sandner P,Hütter J,Tinel H,Ziegelbauer K and Bischoff E. 5 PDE inhibitors
beyond erectile disfonction. International Journal of ‹mpotence
Research 2007;19;533-543.
Moncada S, Palmer RM, Higgs EA. Nitric oxide: physiologypathophysiology and pharmacology. Pharmacol Rev 1991; 43:109–142.
Lucas KA, Pitari GM, Kazerounian S, Ruiz-Stewart I, Park J,Schulz S et al.
Guanylyl cyclases an signaling by cGMP.Pharmacol Rev 2000; 52:
375–414.
Rybalkin SD, Yan C, Bornfeldt KE, Beavo JA. Cyclic
GMPphosphodiesterases and regulation of smooth muscle function.Circ
Res 2003; 93: 280–291.
Uckert S, Kuthe A, Jonas U, Stief CG. Characterization and functional
relevance of cyclic nucleotide phosphodiesterase isoenzymes of the
human prostate. J Urol 2001; 166: 2484–2490.
Truss MC, Uckert S, Stief CG, Kuczyk MA, Jonas U. Cyclic nucleotide
phosphodiesterase (PDE) isoenzymes in the human detrusor smooth
muscle: I. Identification and characterisation. Urol Res 1996; 24:
123–128.
Stacey P, Sulten S, Dapling A, Phillips SC. Molecular cloning and expression of human cGMP-binding cGMP-specific phosphodiesterase (PDE5).
Biochem Biophys Res Commun 1998; 247: 249–254.
Loughney K, Hill TR, Florio VA, Uher L, Rosmann GJ, Wolda SL et al.
Isolation and characterization of cDNAs encoding PDE5A, a human
cGMP-binding, cGMP-specific 30,50-cyclic nucleotide phosphodiesterase. Gene 1998; 216: 139–147.
Kotera J, Fujishige K, Omori K. Immunohistochemical localization of
cGMP-binding cGMP-specific phosphodiesterase (PDE5) in rat tissues. J
Histochem Cytochem 2000; 48: 685–693.
Lin CS, Lin G, Xin ZC, Lue TF. Expression, distribution and regulation of
phosphodiesterase 5. Curr Pharm Design 2006;12: 3439–3457.
Takimoto E, Champion HC, Li M, Belardi D, Ren S, Rodriguez ER et al.
Chronic inhibition of cyclic GMP phosphodiesterase 5A prevents and
reverses cardiac hypertrophy. Nat Med 2005; 11: 214–222.
Tinel H, Stelte-Ludwig B, Huetter J, Sandner P. Preclinical evidences for
the use of PDE5 inhbitors for treating benign prostate hyperplasia and
lower urinary tract symptoms. BJU Int 2006; 98: 1259–1263.
Ferrini MG, Kovanecz I, Nolazco G, Rajfer J, Gonzalez-Cadavid NF.
Effects of long-term vardenafil treatment on the development of
fibrotic plaques in a rat model of Peyronie’s disease. BJU Int 2006; 97:
625–633.
Schermuly RT, Kreisselmeier KP, Ghofrani HA, Yilmaz H, Butrous G,
Ermert L et al. Chronic sildenafil treatment inhibits monocrotalineinduced pulmonary hypertension in rats. Am J Respir Crit Care Med
2004; 169: 39–45.
Galie N, Ghofrani HA, Torbicki A, Barst RJ, Rubin LJ, Badesch D et al.
Sildenafil citrate therapy for pulmonary arterial hypertension. N Engl J
Med 2005; 353: 2148–2157.
Aizawa K,Hanoaka T,Kasai H,et al. Long-term vardanafil therapy
improves hemodynamics in patients with pulmonary hipertansion.
Hypertens Res 2006;29;123-8
Ghofrani HA,Pepke-Zaba J, Barbera JA,et al. Nitric oxide pathway and
phosphodiesterase inhibitors in pulmonary arterial hypertansion.J Am
Coll Cardiol 2004;43:68-72
Alp S,Skrygan M,Scmidt WE,Bastian A. Sildenafil improves hemodynamic parameters in COPD-an investigation of six patients.Pulm Pharmacol
Ther 2006;19:386-90
19. Guazzi M, Tumminello G, Di Marco F, Fiorentini C, Guazzi MD. The
effects of phosphodiesterase-5 inhibition with sildenafil on pulmonary
hemodynamics and diffusion capacity, exercise ventilatory efficiency,
and oxygen uptake kinetics in chronic heart failure. J Am Coll Cardiol
2004;44: 2339–2348.
20. Hirata K, Adji A, Vlachopoulos C, O’Rourke MF. Effect of sildenafil on
cardiac performance in patients with heart failure. Am J Cardiol 2005;
96: 1436–1440.
21. Katz SD. Potential role of type 5 phosphodiesterase inhibition in the
treatment of congestive heart failure. Congest Heart Fail 2003; 9: 9–15.
22. Hryniewicz K, Dimayuga C, Hudaihed A, Androne AS, Zheng H,
Jankowski K et al. Inhibition of angiotensinconverting enzyme and
phosphodiesterase type 5 improves endothelial function in heart failure. Clin Sci (London) 2005;108: 331–338.
23. Freedman RR, Girgis R, Mayes MD. Acute effect of nitric oxide on
Raynaud’s phenomenon in scleroderma. Lancet 1999; 354: 739.
24. Caglayan E, Huntgeburth M, Karasch T, Weihrauch J, Hunzelmann N,
Krieg T et al. The phosphodiesterase type 5 inhibitor vardenafil increases peripheral blood flow in patients with Raynauld syndrome.
Circulation 2004;110: 142.
25. Fries R, Shariat K, von Wilmowsky H, Bo¨hm M. Sildenafil in the treatment of Raynaud’s phenomenon resistant to vasodilatory therapy.
Circulation 2005; 112: 2980–2985.
26. Blockland A, Schreiber R, Prickaerts J. Improving memory:a role for
phosphodiesterases. Curr Pharm Des 2006; 12:2511–2523.
27. Prickaerts J, Van Staveren WC, Sik A, Markerink-van Ittersum M,
Niewohner U, van der Staay FJ et al. Effects of two selective phosphodiesterase type 5 inhibitors, sildenafil and vardenafil, on object recognition memory and hippocampal cyclic GMP levels in the rat.
Neuroscience 2002; 113: 351–361.
28. Loughney K, Hill TR, Florio VA, Uher L, Rosman GJ, Wolda SL et al.
Isolation and characterisation of cDNA encoding PDE-5A, a human
cGMP binding, cGMP specific 3050-cyclic nucleotide phosphodiesterase. Gene 1998; 216: 139–147.
29. Van Staveren WC, Steinbusch HW, Markerink-Van Ittersum M, Repaske
DR, Goy MF, Kotera J et al. mRNA expression patterns of the cGMP
hydrolyzing phosphodiesterases types 2, 5, 9 during development of rat
brain. J Comp Neurol 2003;467: 566–580.
30. Kruse LS, Sandholt NTH, Gammeltoft S, Olesen J, Kruuse C.
Phosphodiesterase 30 and 5 cyclic nucleotide gated ion channel expression in rat trigemino vascular system. Neurosci Lett 2006; 404:
202–207.
31. Hoheisel U, Unger T, Mense S. The possible role of the NOcGMP pathway
in nociception: different spinal and supraspinal action of enzyme blockers on rat dorsal horn neurones.Pain 2005; 117: 358–367.
32. Milman HA, Arnold SB. Neurologic, psychological, andaggresive disturbances with sildenafil. Ann Pharmocother 2002; 36: 1129–1134.
33. Zhang R, Wang Y, Zhang L, Zhang Z, Tsang W, Lu M et al. Sildenafil
(Viagra) induces neurogenesis and promotes functional recovery after
stroke in rats. Stroke 2002; 33: 2675–2680.
34. Baratti CM, Boccia MM. Effects of sildenafil on long-term retention of
an inhibitory avoidance response in mice. Prog Neurobiol 2002; 68:
209–245.
35. Schultheiss D, Mueller SV, Nager W, Stief CG, Schlotte N, Jonas U et al.
Central effects of sildenafil (Viagra) on auditory selective attention and
verbal recognition memory in humans:a study with event related brain
potentials. World J Urol 2001; 19: 46–50.
287
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
36. Grass H, Klotz T, Fathian-Sabet B, Berghaus G, Engelmann U,Kaferstein
H. Sildenafil (Viagra): is there an influence on psychological performance? Int Urol Nephrol 2001; 32:409–412.
37. Zhang R, Wang L, Zhang L, Chen J, Zhu Z, Zhang Z et al. Nitric oxide
enhances angiogenesis via the synthesis of vascular endothelial growth
factor and cGMP after stroke in the rat. Circ Res 2003; 92: 308–313.
38. Zhang L, Zhang RL, Wang Y, Zhang C, Zhang ZG, Meng H et al.
Functional recovery in aged and young rats after embolic stroke: treatment with a phosphodiesterase type 5 inhibitor Stroke 2005; 36:
847–852.
39. Zhang RL, Zhang Z, Zhang L, Wang Y, Zhang C, Chopp M. Delayed treatment with sildenafil enhances neurogenesis and improves functional
recovery in aged rats after focal cerebral ischemia. J Neurosci Res 2006;
83: 1213–1219.
40. Wang L, Gang ZZ, Lan ZR, Chopp M. Activation of the PI3-K/ Akt pathway mediates cGMP enhanced neurogenesis in the adult progenitor
cells derived from the subventricular zone. J Cereb Blood Flow Metab
2005; 25: 1150–1158.
41. Kruse C, Thomsen LL, Jacobsen TB, Olesen JJ. The phosphodiesterase 5
inhibitor sildenafil has no effect on cerebral Blood flow velocity but
nevertheless induces headache in healthy subjects. Cereb Blood Flow
Metab 2002; 22: 1124–1131.
42. Amavz A, Aurich A, Weissenborn K, Hatmann U, Emmrich HM, Schneider
U. Effect of sildenafil (Viagra) on cerebral blood flow velocity: a pilot
study. Psychiatry Res 2003; 122:207–209.
43. Rosengarten B. Sildenafil improves dynamic vascular function in the
brain: studies in patients with pulmonary hypertension. Cerebrovasc Dis
2005; 21: 194–200.
44. Nagdyman N Fleck T, Bitterling B, Ewert P, Khalid HA, Stiller B et al.
Influence of intravenous sildenafil on cerebral oxygenation measured
by near infrared spectroscopy in infants after cardiac surgery. Pediatr
Res 2006; 59: 462–465.
45. Park K, Moreland RB, Goldstein I, Atala A, Traish A. Sildenafil inhibits
phosphodiesterase type 5 in human clitoral corpus cavernosum smooth
muscle. Biochem Biophys Res Commun 1998; 249: 612–617.
46. Uckert S, Oelke M, Waldkirch E, Stief CG, Albrecht K, Troger HD et al.
Cyclic adenosine Nonophosphate and cyclic guanosine monophosphate-phosphodiesterase isoenzymes in human vagina: relation to
nitric oxide synthase isoforms and vasoactive intestinal polypeptidecontaining nerves.Urology 2005; 65: 604–610.
47. Oeke M, Hedlund P, Albrecht K, Ellinghaus P, Stief CG, Jonas U et al.
Expression of cAMP and cGMP-phosphodiesterase isoenzymes 3, 4, and
5 in the human clitoris:immunohistochemical and molecular biology
study. Urology 2006; 67: 1111–1116.
48. Uckert S, Ehlers V, Nuser V, Oelke M, Kauffels W, Scheller F et al. In vitro
functional responses of isolated human vaginal tissue to selective
phosphodiesterase inhibitors. World J Urol 2005; 23: 398–404.
49. Tinel H, Huetter J, Sander P. PDE-5 inhibition relaxes isolated rat vaginal strips and rat clitoral corpus cavernosum. J Sex Med 2006; 3(Suppl
5): 399.
50. Caruso S, Intelisano G, Lupo L, Agnello C. Premenopausal women affected by sexual arousal disorder treated with sildenafil: a double-blind,
cross-over, placebo-controlled study. BJOG 2001; 108: 623–628.
51. Basson R, McInnes R, Smith MD, Hodgson G, Koppiker N. Efficacy and
safety of sildenafil citrate in women with sexual dysfunction associated with female sexual arousal disorder. J Womens Health Gend Based
Med 2002; 11:367–377.
52. Basson R, Brotto LA. Sexual psychophysiology and effects of sildenafil
citrate in oestrogenised women with acquired genital arousal disorder
and impaired orgasm: a randomized controlled trial. BJOG 2003; 110:
1014–1024.
53. Berman JR, Berman LA, Toler SM, Gill J, Haughie S, Sildenafil Study
Group. Safety and efficacy of sildenafil citrate for the treatment of
female sexual arousal disorder: a double-blind, placebo controlled
study. J Urol 2003; 170:2333–2338.
54. Enzlin P, Mathieu C, Van den Bruel A, Bosteels J,Vanderschueren D,
Demyttenaere K. Sexual dysfunction in women with type 1 diabetes: a
controlled study. Diabetes Care 2002; 25: 672–677.
55. Caruso S, Rugolo S, Agnello C, Intelisano G, Di Mari L, Cianci A. Sildenafil
improves sexual functioning in premenopausal women with type 1 diabetes who are affected by sexual arousal disorder: a double-blind,
crossover, placebo-controlled pilot study. Fertil Steril 2006; 85:
1496–1501.
56. Kuciel R, Ostroski W. Phosphodiesterase from human prostate gland.
Bull Soc Chim Biol 1970; 52: 1051–1060.
288
Derleme
57. Uckert S, Oelke M, Stief CG, Andersson KE, Jonas U, Hedlund P.
Immunohistochemical distribution of cAMPand cGMP-phosphodiesterase (PDE) isoenzymes in the human prostate. Eur Urol 2006; 49:
740–745.
58. Drescher P, Eckert RE, Madsen PO. Smooth muscle contractility in prostatic hyperplasia: role of cyclic adenosine monophosphate. Prostate
1994; 25: 76–80.
59. McVary KT, Monning W, Camps JL, Joung JM, Tseng LJ, Ende G. Sildenafil
citrate improves erectile function and urinary symptoms in men with
erectile dysfunction and lower urinary tracts symptoms associated with
benign prostatic hyperplasia: a randomized, double-blind trial. J Urol
2007; 177: 1071–1077.
60. Kaplan SA, Gonzalez RR, Ogiste J, Te AE. Combination of an alpha blocker, alfuzosin SR and a PDE-5 inhibitor, sildenafil citrate is superior to
monotherapy in treating lower urinary tract symptoms (LUTS) and sexual dysfunction. J Urol 2006;175: S528.
61. Roehrborn CG, McVary KT, Kaminetsky JC, Auerbach SM, Wachs B,
Young JM et al. The efficacy and safety of tadalafil administered once
a day for lower urinary tract symptoms(LUTS) in men with benign prostatic hyperplasia (BPH).J Urol 2006; 175: S527.
62. Abrams P, Cardozo L, Fall M, Griffiths D, Rosier P, Ulmsten U et al. The
standardisation of terminology of lower urinary tract function: Report
from the Standardisation Sub-committee of the International
Continence Society. Neurourol Urodyn 2002; 21: 167–178.
63. Truss MC, Uckert S, Stief CG, Kuczyk MA, Jonas U. Cyclic nucleotide
phosphodiesterase (PDE) isoenzymes in the human detrusor smooth
muscle: II. Effect of various PDEinhibitors on smooth muscle tone and
cyclic nucleotide levels in vitro. Urol Res 1996; 24: 123–128.
64. Qiu Y, Kraft P, Craig EC, Liu X, Haynes-Johnson D.Identification and
functional study of phosphodiesterases in rat urinary bladder. Urol Res
2001; 29: 388–392.
65. Qiu Y, Kraft P, Craig EC, Liu X, Haynes-Johnson D. Cyclic nucleotide
phosphodiesterases in rabbit detrusor smooth muscle. Urology 2002;
59: 145–149.
66. Uckert ST, Seemann C, Stief CG, Lietz B, Neuhaus L, Bischoff E et al.
Funktionelle in vitro-effekte cAMP/cGMP moduliernder Pharmaka am
humanen Detrusormuskel. J Urol Urogyn 2002; 9: 7–14.
67. Gillespie JI, Drake MJ. The actions of sodium nitropursside and the
phosphodiesterase inhibitor dipyridamole on phasic activity in the isolated guinea-pig bladder. BJU Int 2004; 93:851–858.
68. Gillespie JI, Markerink-van Ittersum M, De Vente J. Endogenous nitric
oxide/cGMP signaling in the guinea pig bladder: evidence for distinct
population of sub-urothelial interstitial cells. Cell Tissue Res 2006; 325:
325–332.
69. Truss MC, Stief CG, Uckert S, Becker AJ, Schultheiss D, Machtens S et al.
Initial clinical experience with the selective phosphodiesterase-I isoenzyme inhibitor vinpocetine in the treatment of urge incontinence and
low compliance bladder.World J Urol 2000; 18: 439–443.
70. Aschka C, HimmelW, Ittner E, Kochen MM. Sexual problems of male
patients in family practice. J Fam Pract 2001; 50:773–778.
71. Montague DK, Jarow J, Broderick GA, Dmochowski RR,Heaton JP, Lue TF
et al. AUA guideline on the pharmacologic management of premature
ejaculation. J Urol 2004; 172:290–294.
72. Althof SE. Prevalence, characteristics and implication of premature
ejaculation/rapid ejaculation. J Urol 2006; 175:842–848.
73. Hellstrom WJ. Current and future pharmacotherapies of premature
ejaculation. J Sex Med 2006; 3(Suppl 4): 332–341.106 –
74. Piediferro G, Colpi EM, Castiglioni F, Scroppo FI. Premature ejaculation
3. Therapy. Arch Ital Uro Andro 2004; 76:192–198.
75. Mancina R, Filippi S, Marini M, Morelli A, Vignozzi L,Salonia A et al.
Expression and functional activity of phosphodiesterase type 5 in
human and rabbit vas deferens.Mol Hum Reprod 2005; 11: 107–115.
76. McMahon CG, McMahon CN, Leow LJ, Winestock CG.Efficacy of type5
phosphodiesterase inhibitors in the drug treatment of premature ejaculation: a systematic review. BJU 2006; 98: 259–272.
77. Wang WF, Minhas S, Ralph DJ. Phosphodiesterase 5 inhibitors in the
treatment of premature ejaculation. Intl J Androl 2006; 29: 503–509.
78. Atan A, Basar MM, Tuncel A, Ferhat M, Agras K, TekdoganU. Comparison
of efficacy of sildenafil-only, sildenafil plus topical EMLA cream, and
topical EMLA-cream-only in treatment of premature ejaculation.
Urology 2006; 67:388–391.
79. Sommer F, Klotz T, Mathers MJ. Treatment of premature ejaculation: a
comparative vardenafil and SSRI crossover study. J Urol 2005;
173(Suppl.): 202.
Derleme
80. Mattos RM, Lucon AM. Tadalafil and slow-release fluoxetine in premature ejaculation – a prospective study. J Urol 2005;173(Suppl.): 239.
81. Valente EG, Vernet D, Ferrini MG, Qian A, Rajfer J, Gonzalez-Cadavid NF.
L-arginine and phosphodiesterase (PDE) inhibitors counteract fibrosis
in the Peyronie’s fibrotic plaque and related fibroblast cultures. Nitric
Oxide 2003; 9:229–244.
82. Ferrini MG, Davila HH, Kovanecz I, Sanchez SP, Gonzalez-Cadavid NF,
Rajfer J. Vardenafil prevents fibrosis and loss of corporal smooth muscle that occurs after bilateral cavernosal nerve resection in the rat.
Urology 2006; 68: 429–435.
83. Burnett AL. Pathophysiology of priapism: dysregulatory erection physiology thesis. J Urol 2003; 170: 26–34.
84. Pryor J, Akkus E, Alter G, Jordan G, Lebret T, Levine L et al. Priapism. J
Sex Med 2004; 1: 116–120.
85. Burnett AL, Bivalacqua TJ, Champion HC, Musicki B. Longterm oral
phosphodiesterase5 inhibitor therapy alleviates recurrent priapism. J
Urol 2006; 67: 1043–1048.
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
86. Burnett AL, Bivalacqua TJ, Champion HC, Musicki B.Feasibility of the use
of phosphodiesterase type 5 inhibitors in a pharmacologic prevention
program for recurrent priapism. J Sex Med 2006; 3: 1077–1084.
87. Bates MG,Thompson AA,Baillie JK .Phosphodiesterase type 5 inhibitors
and prevention of high altitude pulmonary edema. Curr Opin ‹nvestig
Drugs 2007;8: 226-31
88. Das BB,Wolfe RR,Chan KC,Larsen GL,Reeves JT ,Ivy D. High-altitude pulmonary edema in children with uderlying cardiopulmonary disorders
and pulmonary hypertension living at altitude.Arch Pediatr Adolesc
Med 2004;158:1170-6.
89. Maggiorini M,Brunner-La Rocca HP, Peth S,et al. Both tadalafil and dexamethasone may reduce the incidence of high-altitude pulmonary
edema:a randomized trial. Ann ‹ntern Med 2006;145:497-506
90. Grover-Paez F,Villegas Rivera G,Guiilen Ortiz R. Sildenafil citrate diminishes microalbuminuria and percentage of A1c in male patients with
type 2 diabetes. Diabetes Res Clin Pract 2007,Epub ahead of print
289
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Priapizm patofizyolojisindeki yenilikler
Yrd. Doç. Dr. Serkan Deveci
Yüzüncü Y›l Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
Priapizm hastal›¤›n›n isim babas› mitolojik kahraman
Priapos’tur. Priapos Afrodit ve Diyonus’un o¤ludur. Büyük
erekte penisi nedeniyle mitolojik figürlerde erkekli¤in ve
gücün sembolü olarak kullan›lmaktad›r (1).
Priapizm tan›m olarak cinsel istek ve uyar›dan ba¤›ms›z istenmeyen, uzam›fl ereksiyon halidir. Bu uzam›fl süre
4-6 saat olarak tan›mlanmaktad›r. Bu süre kan gazlar›nda
iskemik de¤ifliklerin oluflmas› için gereken zamand›r. Priapizm tüm yafl gruplar›nda görülebilir. Çocukluk ve genç
yafl grubunda orak hücreli anemi ve malignite, eriflkinlerde ise farmakolojik ajanlarla stimülasyon en s›k görülen
sebepleridir. Priapizm sadece kavernöz dokular› etkiler.
Spongiyöz cismi etkilemez. Hastal›¤›n önemi sürekli ve
geri dönüflümsüz erektil disfonksiyona yol açabilmesidir
(2-5).
Hastal›k ›rk olarak predileksiyon göstermez. Ancak Afrika kökenli Amerika’ l›larda daha s›k rastlan›ld›¤›ndan söz
etmek mümkündür. Erkek hastal›¤› olarak bilinmesine karfl›n nadiren de olsa klitoral priapizm vakalar›na rastlamak
mümkündür (2,3,4).
Etyolojik olarak hastal›¤› primer ve sekonder olarak iki
grupta incelemek mümkündür. Tablo 1’de etyolojik s›n›flama özetlenmektedir. Etyolojik faktörlerin görülme s›kl›¤›n›n araflt›r›ld›¤› Pohl ve arkadafllar›na ait çal›flmada; %40
idiyopatik, %21 ilaç tedavisi, %12 genital travma ve %11
orak hücreli anemi olarak rapor edilmifltir (6). Görüldü¤ü
Tablo 1. Priapizmde etiyolojik s›n›flama
Primer (idiyopatik)
Sekonder
Tromboemboli (Orak hücreli anemi, lösemi, talasemi)
Nörojenik (Spinal stenoz, nöropati, kauda equina sendromu)
Malignite (Metastatik kanserler)
Travmatik ( Perineal veya genital)
‹yatrojenik (‹ntrakavernoz enjeksiyon, A-V by-pass cerrahisi)
‹laçlar
Total parenteral nütrisyon
Enfeksiyöz (Malarya)
290
Tablo 2. Priapizme yol açan ilaçlar
Antikoagülanlar
Heparin
Varfarin
Antihipertansifler
Hidralazin
Guanitidin
Prozasin
Antidepresanlar
Trazadon
Fluoksetin
Sertralin
Antipsikotikler
Fenotiyazin
‹ntrakavernöz ilaçlar Papaverin
Uyuflturucular
Kokain
üzere priapizm etyolojisinde halen %40 gibi yüksek oranda sebebi bilinmeyen faktörler rol oynamaktad›r. Çok say›da ilaç priapizme yol açmaktad›r. Priapizme yol açt›¤›
tespit edilen ilaçlar›n say›s› her geçen gün artmaktad›r. Tabo 2’de priapizme yol açan ilaçlar s›ralanmaktad›r (2,3,4).
Priapizm klasik olarak hemodinamik mekanizmaya dayan›larak iskemik ve iskemik olmayan priapizm olarak iki
grupta incelenmektedir. ‹skemik priapizmde kavernöz
dokudan d›flar› venöz drenaj›n blokaj› söz konusu oldu¤undan düflük ak›ml› priapizm olarak ta tan›mlanmaktad›r. ‹skemik olmayan priapizmde artm›fl penil arteriyel iç
ak›m vard›r, bu nedenle yüksek ak›ml› priapizm olarak tan›mlanmaktad›r (2,3).
Priapizm patofizyolojisi ile ilgili modern literatürde yay›nlanm›fl ilk makale Hinman’ ait 1914 y›l›nda yay›nlanan
araflt›rmad›r. Hinman bu çal›flmas›nda priapizmi mekanik
(%80) ve nörojenik (%20) olarak iki katergoriye ay›rm›flt›.
Mekanik nedenler aras›nda hematolojik hastal›klar, pelvik
abse, genital travma ve penil tümör bulunuyordu. Nörojenik sebepler ise sifiliz, beyin tümörü, epilepsi, beyin
travmas› ve entoksikasyon gösterilmiflti (7). Daha sonra
1960 y›l›nda Hinman Jr ›fl›k mikroskopu kullanarak yapt›¤›
araflt›rmada korporal dokunun günler içerisinde kal›nlaflarak, ödematoz ve fibrotik hale geldi¤ini gösterdi (8). Ayn› y›l içerisinde yap›lan baflka bir çal›flmada Burt ve arka-
Derleme
dafllar›, travmatik koitus sonucu oluflan yüksek ak›ml› priapizmi tan›mlad› (9). Spycher ve arkadafllar›, elektron
mikroskopunda priapizm oluflan dokuda 12. saatte sinuzoidal epitelde destrüksiyon, 24. saatte trombosit adherans›, 48. saatte sinuzoidal alanda trombüs ve düz kasta
nekroz olufltu¤unu gösterdiler (10). Broderick ve arkadafllar›, hayvan (tavflan) deneyinde anoksik koflullarda alfaadrenerjik agonistlerin çal›flmayarak intraselüler kalsiyum
art›fl›na ve uzun süren düz kas relaksasyonuna yol açt›klar›n› kan›tlad›lar (11). Bir baflka araflt›rmada Kim ve arkadafllar›, korporal düz kasta kontraksiyon oluflmamas›n›
yüksek enerjili fosfatlar›n yoklu¤unda oksidatif fosforilasyonunun gerçekleflmemesine ba¤lad›lar (12,13). Moon
ve arkadafllar› ise matabolik asidoz koflullar›nda düz kasta
kontraksiyon oluflmad›¤›n› gösterdiler (14). Evliyao¤lu ve
arkadafllar›n›n yapt›¤› araflt›rmada ise iskemik priapizmde
lipid peroksidasyon art›fl›n›n olufltu¤u gösterildi (15). Rolle ve arkadafllar› uzam›fl ereksiyonda fibrinoliziste art›fl oldu¤unu ve bunun sonucunda lokal koagülapati olufltu¤unu gösterdiler (16). Levine tekrarlay›c› priapizmde penil
detümesans› kontrol eden endotelyal adrenerjik sistemde
adrenerjik fonksiyon bozuklu¤u olufltu¤unu öne sürdü (4).
Yak›n zamana kadar yap›lan araflt›rmalar›n sonucunda
priapizm patofizyolojisi 2003 y›l›nda yay›nlanan Amerikan
Üroloji Birli¤i (AUA) rehber kitap盤›na göre; detümesans
mekanizmas›nda bozukluk, düzensiz nörotransmiter sal›n›m›, venöz drenajda blokaj, uzam›fl intrakavernöz düz
kas gevflemesi ve intrinsink detümesans mekanizmas›nda
disfonksiyon olarak özetlenmifltir (3).
fiekil 1: ‹skemik priapizmde patofizyoloji
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Bu patofizyolojik mekanizmalar›n ›fl›¤›nda priapizm iskemik ve iskemik olmayan olmak üzere iki gruba ayr›lm›fl
ve tedavi buna göre flekillendirilmifltir. Buna göre iskemik
priapizm bir kompartman sendromudur. Tüm priapizmler
önce iskemik olmayan tip olarak bafllamaktad›r. Daha sonra asidozis ve anoksi geliflerek veno-okluzif forma yani iskemik forma dönüflmektedir. Bu nedene tedavisi acildir.
fiekil 1’de iskemik priapizmdeki patofizyoloji özetlenmifltir.
Yüksek ak›ml›, di¤er ad›yla iskemik olmayan priapizmde ise künt perineal veya genital travma söz konusudur.
Travma sonucu y›rt›lan arterdeki yüksek ak›m trabeküler
mesafeye aç›lmakta ve bunun sonucunda bir arteriyo- laküner fistül geliflmektedir. ‹yi oksijenize korporal dokuya
yüksek arteriyel ak›m devam ederken yeterli venöz d›fl
ak›mda oluflmaktad›r. Venöz kanallar aç›k oldu¤undan
ereksiyon komprese edilebilir, parsiyel rijidite mevcuttur.
Erektil doku olaydan 3 y›l sonra dahi normal görünümdedir.
Erektil disfonksiyon tedavisinde fosfodiesteraz tip 5
(PDE-5) inhibitörlerinin 1998 y›l›ndan itibaren yayg›n olarak kullan›lmya bafllanmas› ile birlikte androloji ile ilgilenen tüm ürologlar ilgilerini NO- cGMP yola¤›na yönelttiler. Bu ilgiden priapizm patofizyolojisi alan›nda da yararlan›ld›. Buradaki temel amaç klasik hemodinamik mekanizmalar› d›fllamaks›z›n, aberan nitrik oksit uyar›m› ve
PDE- 5 dengesiz regülasyonunun etkisini araflt›rmakt›r.
Burnett ve ekibi taraf›ndan Dengesiz Ereksiyon Tezi oluflturuldu (17,18). Buna göre arteriyel ak›m ve venöz drenaj
aras›nda dengeyi sa¤layan bir regülatör mekan›zma mevcuttur. Bu regülasyonun bozuldu¤u durumlarda priapizm
geliflmektedir. Bu regülatör sistem içinde nörojenik durumlar da bulunmaktad›r. Bilindi¤i üzere sempatik sinir
sistemi, detümesans ve flaksidite sa¤lamada ana efektör
mekanizmay› oluflturmaktad›r. Bu durumda Hinman’›n
1914 y›l›nda yapt›¤› s›n›flamaya at›fta bulunmak mümkündür. Hinman nörojen durumlar› ayr› bir kategoriye ay›rarak konuya dikkat çekmifltir. Regülatör fizyolojiye göre
kavernozal dokuda tümesans ve detmesans aras›nda gidip gelen bir denge vard›r. Bu dengenin bozuldu¤u durumlarda ya erektil disfonksiyon veya priapizm geliflmektedir. fiekil 2 dengesiz ereksiyon teorisini göstermektedir.
‹skemik priapizmde günümüze kadar kabul edilen mekanizmada; venöz d›fl ak›mda azalma hipoksi, asidoz ve
hiperkapni ile birlikte geliflen endotelyal hasar, tromboz
291
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
fiekil 2: Dengesiz ereksiyon tezi
ve fibrozisle sonuçlanan bir mekanizma sorumlu tutulmaktayd›. Moleküler mekanizmada ise oksidatif stres (reaktif oksijen radikalleri), nitrik oksit biyoyararlan›m›n›n
yoklu¤u, dönüfltürücü büyüme faktörü-Beta’n›n rolü yeni
mekanizmalar olarak sunulmaktad›r. Bunlar› destakleyen
mekanizmalar olarak ise kavernoz doku içerisinde PO2 art›fl›, Rho kinaz regülasyonunun bozulmas›, aberan NO regülasyonu ve endotel kökenli biyokimyasal yolaklar›n afl›r› uyar›lmas› öne sürülmektedir (19,20,21). PO2’de art›fl
vazokonstriktör ajanlar› bask›lay›p vazodilator ajanlar› pro-
Derleme
vake etmektedir. Ek olarak bu durum, korporal düz kasta
myozini fosforile ederek bazal tonusu sa¤layan Rho kinaz
regülasyonunun bozulmas›na neden olmaktad›r. Artan
NO’e sekonder suprafizyolojik cevap, aberan NO regülasyonu ile sonuçlanmaktad›r. ‹ntrakorporal kan›n mekanik
etkisi (shear stres) ise endotel kökenli biyokimyasal yolaklar›n afl›r› uyar›lmas›na neden olmaktad›r. Hipoksinin yan›s›ra oksidatif stres, NO imbalans›, PDE-5 disregülasyonu
birbirini tamamlayan bir k›s›r döngü oluflturmaktad›r. NO
moleküler hedef olarak al›nd›¤›nda; PDE-5 agonistleri,
tekrarlayan NO replasman› ve e- NOS gen transferi gündeme gelmektedir (22). Buradan hareketle kronik düflük
doz PDE-5 inhibitörü tedavisinin tekrarlay›c› priapizm
ataklar›n› önleyerek normal regülasyonu yeniden stabilize
edip edemeyece¤i konusu araflt›r›lm›flt›r (23). Dengesiz
regülasyon teorisi priapizm için yeni bir patofizyolojik mekanizma sunmaktad›r. Priapizm, PDE-5 ereksiyonun dengesiz regülasyonuna yol açan, aberan NO uyar›m›na ba¤l› oluflabilir. NO fonksiyonunu araflt›ran çal›flmalarla priapizm koruyucu ve önleyici yeni stratejiler gelifltirmek
mümkün olabilecektir.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
Papadopoulos I, Kelami A. Priapus and priapism: from mythology to
medicine. Urology 1988; 32:385.
Pryor J, Akkus E, Alter G, Jordan G, Lebret T, Levine L, Mulhall JP, et al.
Priapism. J Sex Med. 2004,1(1); 116-120.
Montague DK, Jarow J, Broderick GA, et al. American Urological
Association guideline on the management of priapism. J Urol 2003, 170;
1318-1325.
Levine FJ, Saenz de Tageda, Payton TR et al. Recurrent prolonged erections and priapism as a sequele of priapism: pathophysiology and management. J Urol 1991, 145; 764.
Leal J, Walker D, Egan EA. Idiopathic priapism in the new born. J Urol
1978, 120:376.
Pohl J, Pott B, Kleinhans G. Priapism: a three-phase concept of management according to aetiology and prognosis. Br J Urol. 1986
Apr;58(2):113-8. Review.
Hinman F. Priapism: report of cases in a clinical study of literature with
reference to its pathogenesis and surgical treatments. Ann Surg. 1914,
60:689.
Hinman Jr. Priapsim: reasons for failue of therapy. J Urol 1960, 83:420.
Burt FB, Schirmer HK, Scott WW. A new concept in the management of
priapism. 1960, 83:60.
Spycher MA, Hauri D. The ultrastructure of erectile tissue in priapism. J
Urol 1986, 135; 142-147.
Broderick GA, Gordon D, Hypolite J, Levin RM. Anoxia and corporal
smooth muscle dysfunction: a model for ischemic priapism. J Urol 151:
259-262, 1994
Kim NN, Kim JJ, Hypolite J, et al. Altered Contractility of Rabbit Penile
Corpus Cavernosum Smooth Muscle by Hypoxia. J Urol 155: 772-778,
1996
Kim JJ, Moon DG, Koh SK: The role of nitric oxide in vivo feline erection
under hypoxia. Int J Impot Res. 1998 Sep;10(3):145-50; discussion 151.
292
14. Moon DG, Lee DS, Kim JJ. Altered contractile response of penis under
hypoxia with metabolic acidos. Int J Impot Res 11: 265-271, 1999
15. Evliyao¤lu Y, Kayrin L, Kaya B. Effect of allopurinol on lipid peroxidation
induced in corporal tissue by veno-occlusive priapism in a rat model. Br
J Urol 80: 476-479, 1997
16. Rolle L, Bazzan M, Bellina M, Fontana D. Coagulation and fibrinolytic
activity of blood from the corpus cavernosum. Arch Ital Urol Nefrol
Androl. 63:471-473, 1991
17. Burnett AL. Pathophysiology of priapism: dysregulatory erection physiology thesis. J Urol 170:26-34, 2003
18. Burnett AL. Nitric oxide in the penis--science and therapeutic implications from erectile dysfunction to priapism. J Sex Med. 2006, 3(4); 578582.
19. Munarriz R, Park K, Huang YH, Saenz Tajeda I, Moreland RB, Goldstein I,
Traish AM. Reperfusion of ischemic corporal tissue: physiologic and biochemical changes in an animal model of ischemic priapism. Urology
2003, 62; 762- 764.
20. Ul- Hasan M, El Sakka AI, Lee C, Yen TS, Dahiya R, Lue TF. Expression of
TGF-beta mRNA and ultrastructure alterations in pharmacologically
induced prolonged erection in canine model. J Urol 1998, 160; 22602263.
21. Chitaley K, Webb RC, Mills TM. RhoA/Rho-kinase: a novel player in the
regulation of penile erection. Review. Int J Impot Res 13:67-72, 2001
22. Bivalacqua TJ, Burnett AL. Priapism: New concepts in the pathophysiology and new treatment strategies.Curr Urol Rep. 2006, 7(6); 497-502.
23. Burnett AL, Bivlacqua TJ, Champion HJ, Musicki B. Feasibility of the use
of phosphodiesterase type 5 inhibitors in a pharmacologic prevention
program for recurrent priapism. J Sex Med. 2006, 3(6):1077-84.
Güncel Makale Özeti
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
BPH: Epidemiyoloji ve efllik eden patolojiler
McVary KT,
Am J Manag Care. 2006 Apr;12(5 Suppl):S122-8. Review.
Benign prostat hiperplazisi (BPH), üretray› çevreleyen
prostat dokular›n›n büyümesiyle, üretral aç›kl›¤›n daralmas› ve buna ba¤l› olarak efllik eden alt üriner sistem
semptomlar›n›n (AÜSS) art›fl› ile karakterizedir (1,2). Tedavi edilmeyen BPH hastalar›nda, akut üriner retansiyon,
böbrek yetmezli¤i, üriner enfeksiyon ve mesane tafl› gibi
ciddi komplikasyonlar görülebilir (2). BPH’nin kesin etiyolojisi bilinmemekle birlikte, BPH ve embriyonik morfogenez aras›ndaki benzerlik, BPH’nin embriyonik indüksiyon
sürecinin eriflkin dönemde yeniden uyanmas›yla ortaya ç›kabilece¤i hipotezini do¤urmufltur (3).
Histolojik olarak BPH bulunan tüm erkeklerde, tedavi
gerektiren AÜSS görülmemektedir. Prostatik enfarkt, adenokarsinom ve devam eden prostatit sonucunda ortaya
ç›kan akut veya kronik enflamasyon, semptomatik BPH
geliflimini h›zland›rabilir. Semptomlar›n ortaya ç›kmas›nda
prostat büyüklü¤ü de önemlidir (3). BPH’nin, bireyden bireye önemli farkl›l›k gösteren, alfa1A-adrenerjik reseptörler (a1A-AR) arac›l›¤›yla kontrol edilen ve prostatik düz
kas tonusu taraf›ndan belirlenen dinamik komponenti de
vard›r (4). BPH’nin statik ve dinamik komponentlerindeki
bireysel farklar, AÜSS ve rahats›zl›k düzeyini belirler.
Görülme s›kl›¤› ve etkisi: Histolojik BPH, 31-40 yafllar›
aras›nda erkeklerin %8’inde görülmekte, bu s›kl›k yaflla
birlikte belirgin olarak artmakta ve 9. dekatta yaklafl›k
%90’a ulaflmaktad›r (5,6,7). Bununla birlikte, yukar›da da
belirtildi¤i gibi, BPH olan her erkekte tedavi gerektiren
AÜSS ortaya ç›kmaz. Amerika Birleflik Devletlerinde BPH
görülme s›kl›¤› araflt›r›lm›fl (Olmsted County Study-OCS)
ve sonuçlar, orta-fliddetli AÜSS görülme s›kl›¤›n›n progresif olarak artt›¤›n› ve 8. dekatta yaklafl›k %50’ye yükseldi¤ini göstermifltir (8). Orta ve fliddetli AÜSS varl›¤›nda,
BPH progresyonunu gösteren bir semptom olan akut üriner retansiyon görülme s›kl›¤› da artar. Tüm OCS popülasyonunda, akut retansiyon s›kl›¤›, her 1000 kifli için y›lda
6.8 iken, bu oran 70 yafl üzerinde ve orta - fliddetli AÜSS
olan grupta 34.7 olarak bulunmufltur (2,9).
BPH hayat› tehdit eden bir durum olmamas›na ra¤men, hayat kalitesi üzerindeki etkisi anlaml›d›r ve küçümsenmemelidir. Uluslar aras› prostat semptom skoru (International Prostate Symtom Score-IPSS) >7 olan 117 hasta
sorgulama formlar› ile hayat kalitesi aç›s›ndan de¤erlendirilmifl ve seksüel aktivite üzerindeki etkinin birinci s›rada
oldu¤u saptanm›flt›r (10). BPH ve AÜSS’n›n etkisi, ‹ngiltere’de toplum bazl› bir çal›flmada incelenmifltir. 50 yafl
üzerindeki yaklafl›k 1500 kiflide BPH semptomlar› ve bunun hayat kalitesi üzerindeki etkileri de¤erlendirilmifltir
(11). Bu kiflilerin %41’inde orta - fliddetli AÜSS (IPSS≥8)
tespit edilmesine ra¤men sadece %18’i BPH tan›s› ald›klar›n› belirtmifllerdir. Ayr›ca semptomlar›n fliddeti artt›kça,
hayat kalitesinde azalma ve genel sa¤l›k durumlar›nda bozulma oldu¤u tespit edilmifltir. Bu çal›flmada tespit edilen
yüksek AÜSS s›kl›¤›na ra¤men, çal›flmaya kat›lan bireylerin sadece %11’i medikal veya cerrahi tedavi seçene¤i oldu¤unu biliyorlard›. BPH tedavisinde aile hekimleri önemli bir role sahiptir. Bir çal›flmada aile hekimlerinin %86’s›n›n BPH ilaçlar› reçete etti¤i, ancak %66’s›n›n semptom
skorlar›n› hiç kullanmad›¤› ya da nadiren kulland›¤› tespit
edilmifltir (12,13).
Medikal Tedaviler: Medikal tedavilerin ortaya ç›kmas›, birçok BPH hastas›nda cerrahi gereksinimini ortadan
kald›rm›flt›r. ‹lk seçenek olan a1-AR antagonistleri etkinliklerini, a1-AR arac›l›¤›yla kontrol edilen prostatik düz kas
ve mesane boynu kontraksiyonlar›n› engelleyerek gösterir
(1,14). 3 ayr› a1-AR subtipi vard›r: a1A, a1B ve a1D; terazosin, doksazosin ve alfuzosin tüm a1-AR subtiplerine eflit
afinite göstermektedir (4,15,16,17). Tamsulosin a1A ve
a1D subtiplerine selektif olmakla beraber a1B-AR’lerine
de düflük afinitesi vard›r (15,18). AÜSS yak›nmalar› olan
hastalarda, a1-AR antagonistlerinin birbirleriyle karfl›laflt›r›labilir etkinlikleri vard›r ki bu etki, toplam semptom skorunda %35-40 düzelme ve Qmax de¤erinde %15-30 ar-
293
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
t›fl fleklindedir (19). Ayr›ca sonuçlar, tamsulosin ve alfuzosin gibi titrasyon gerektirmeyen a1-AR antagonistlerinin,
direkt tedavi dozlar›nda bafllanabildi¤i için, di¤erlerine
göre (doksazosin, terazosin) daha h›zl› etki etti¤ini düflündürmektedir (19,20,21).
5a reduktaz inhibitörleri (finasterid, dutasterid) 3-6 ay
içinde prostat hacminde %20-30 azalmaya neden olurlar.
4 y›la kadar finasterid tedavisi alan hastalarda prostat hacminde ilave büyüme ya da küçülme gözlenmemifltir (22).
Ancak prostat hacmindeki küçülme üretra içindeki direnci her zaman yeterli derecede azaltmaz. Bu nedenle
semptomlardaki azalma yeterince h›zl› veya etkin olmayabilir. 5a reduktaz inhibitörleri, a1-AR antagonistleri ile
kombine edildi¤inde daha iyi semptom kontrolü sa¤lanabilir ancak finasterid, yaln›z veya kombinasyon olarak kullan›ld›¤›nda, a1-AR antagonistlerine göre seksüel yan etkilere daha s›k rastlanmaktad›r (21).
Yafllanan Erkeklerde Görülen Patolojiler
Kardiyovasküler Hastal›klar ve Hipertansiyon. Kardiyovasküler hastal›klar dünya üzerinde ölümlerin %25-55’inden sorumludur (22). Hipertansiyon kardiyovasküler hastal›klar için risk faktörüdür ve BPH gibi yaflla birlikte artan
s›kl›kta görülmektedir. BPH ve hipertansiyon farkl› hastal›klar olsa da, yafla ba¤l› olarak artan sempatik tonus her
ikisinin de patofizyolojisinde yer alabilir (23). Amerika Birleflik Devletleri (ABD) ve ‹ngiltere’de yap›lan çal›flmalar 60
yafl üzerindeki kiflilerin %50-65’inin hipertansif oldu¤unu
göstermifltir (23). Gerçek rakamlar bundan daha da yüksek olabilir, çünkü BPH gibi hipertansiyon da oldu¤undan
daha az tan› konulan bir hastal›kt›r (24,25). Bu nedenle
ürolog veya kardiyolog, 60 yafl üzerindeki hastalarda,
BPH veya hipertansiyon için tedavi planlarken, birarada
s›k bulunan bu iki durumu göz önünde bulundurmal›d›r.
Framingham Heart Study ortalama Amerikan toplumunda kardiyovasküler hastal›k prevalans›n› ve efllik eden
risk faktörlerini 30 y›ldan uzun bir sürede de¤erlendirmifl
ve 1976-1998 y›llar› aras›nda bu riskin 1952-1975 aras›nda hesaplanan riske göre yüksek oldu¤unu bulmufltur
(26). Bu de¤ifliklik, artan obezite e¤ilimine ba¤l› olabilir
(26). Bu bulgular 65 yafl üzerinde BPH ve hipertansiyon
birlikteli¤inin s›k oldu¤unu düflündürmektedir. Baflka bir
retrospektif çal›flmada 9800’den fazla BPH hastas› incelenmifl, IPSS de¤erinde, yaflla birlikte ve hipertansiyon
294
Güncel Makale Özeti
varl›¤›nda art›fl oldu¤u tespit edilmifltir (27). Bu çal›flman›n bulgular›, BPH ve hipertansiyon patofizyolojisinde
benzerlik bulunabilece¤i görüflünü desteklemektedir.
Diyabet. Yafllanan erkeklerde kardiyovasküler hastal›k
ve hipertansiyon prevalans›, bu popülasyondaki yüksek
tip 2 diyabet insidans› ile ilgili olabilir. Diyabetik hastalarda kalp hastal›¤› en s›k ölüm nedenidir, ayr›ca kalp hastal›¤› ve inme riski, sa¤l›kl› bireylerden 2-4 kat daha yüksektir (28). BPH gibi, diyabet insidans› da yaflla birlikte artmaktad›r. Kabaca hesapland›¤›nda, ABD’nde 3.5-4.2 milyon erke¤in hem BPH hem de diyabet hastas› oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r. Bu nedenle, bu iki durumdan herhangi
biri tedavi edilirken, di¤er patolojinin bulunma ihtimali de
ak›lda tutulmal›d›r. BPH ve diyabetin birlikte oldu¤u hastalarda rastlanabilecek di¤er bir patoloji de, 10 y›l veya
daha fazla süren tip 1 diyabet hastalar›nda %25 oran›nda
tespit edilen erektil disfonksiyondur (ED) (29).
Metabolik Sendrom. Metabolik sendrom, efl zamanl›
olarak bulunan baz› kardiyovasküler risk faktörleridir (abdominal obezite, proatherosklerotik dislipidemi, hipertansiyon, insülin direnci veya glükoz intolerans› ve protrombotik ya da proenflamatuar kan tablosu gibi) (30). Bu bireylere, kardiyovasküler hastal›k riskinin azalt›lmas› için,
hayat tarz› de¤ifliklikleri (sigaran›n b›rak›lmas›, kilo verilmesi, fiziksel aktivitenin art›r›lmas› ve diyet modifikasyonu gibi) önerilmelidir (30). Son zamanlarda yap›lan bir çal›flmada, erkeklerde azalan androjen seviyelerinin, metabolik sendrom geliflimi için risk oluflturdu¤u gösterilmifltir
(31). Baflka bir çal›flmada, metabolik sendromda önemli
olan C-Reaktif Protein seviyesinin, BPH’nde intraprostatik
enflamasyon ile iliflkili olabilece¤i gösterilmifltir (32). Metabolik sendrom ve BPH aras›ndaki birlikteli¤i araflt›rmak
için yeni çal›flmalar gereklidir ancak hekimler, BPH hastalar›ndaki potansiyel komorbiditelerden birinin metabolik
sendrom oldu¤unu bilmelidir.
Erektil Disfonksiyon. ED yafllanan erkeklerde s›k rastlanan bir durumdur (5,6). Massachusetts Male Aging
Study (MMAS), 40-70 yafllar› aras›ndaki erkeklerde erektil disfonksiyon prevalans›n› araflt›rm›flt›r (33). Herhangi
bir derecede ED %52 olarak bulunmufl, fliddetli ED prevalans› yaflla birlikte belirgin biçimde artarak, 40 yafllar›nda
%5 iken, 70 yafllar›nda %15 oran›nda tespit edilmifltir.
Kardiyovasküler hastal›k, hipertansiyon ve diyabet, ED
görülme s›kl›¤›n› art›rmaktad›r. Bu çal›flman›n sonuçlar›,
ED’un yafllanan erkeklerde önemli bir sa¤l›k sorunu oldu-
Güncel Makale Özeti
¤unu göstermifltir (33). Daha sonra yap›lan uluslararas› bir
çal›flmada, 40-70 yafllar› aras›ndaki 2412 erkek ED aç›s›ndan (American Urological Association-AUA, kriterlerine
göre) incelenmifl, sa¤l›kl› olanlarda ED prevalans› %16.1
olarak tespit edilirken, diyabet, hipertansiyon, kardiyovasküler hastal›k gibi komorbiditeleri bulunanlarda bu oran
yaklafl›k iki kat› bulunmufltur (%31.5) (34). Bu çal›flmada
ayr›ca, yafl ve sigaran›n, ED için risk faktörü oldu¤u, buna
karfl›l›k fiziksel aktivite ve e¤itim düzeyi ile ED geliflimi
aras›nda negatif korelasyon bulundu¤u tespit edilmifltir.
Bu çal›flman›n sonuçlar›, sigaradan kaç›nma, kilo kontrolü
ve fiziksel aktivite gibi sa¤l›kl› yaflam tarz›n›n erektil dis-
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
fonksiyon aç›s›ndan önemini göstermifltir (34).
BPH, 50 yafl ve üzerindeki erkeklerde AÜSS’n›n en s›k
rastlanan nedenidir ve BPH semptomlar›n›n tedavi edilmesi, seksüel fonksiyonun düzelmesine katk›da bulunabilir (34). BPH tedavisi planlan›rken, yafla ba¤l› komorbiditelerin mevcut olabilece¤i ve verilen tedavilerin di¤er patolojiyi kötülefltirebilece¤i ak›lda tutulmal›d›r.
Çeviri:
Uzm. Dr. Metin Öztürk
Haydarpafla Numune E¤itim Ve Araflt›rma Hastanesi 2.
Üroloji Klini¤i
295
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Güncel Makale Özeti
Uzun etkili parenteral testosteron undecanoat
ile tedavi edilenlerde normal s›n›rlarda
dihidrotestosteron (DHT) seviyelerinin elde edilmesi
A. Yasin, F. Saad.
Andrologia, 39; 181–184, 2007.
En güçlü do¤al androjen olan DHT, 5α-redüktaz enzimiyle testosterondan dönüflür. Bu enzimin 2 tipi vard›r.
5α - redüktaz tip 1; karaci¤er, deri ve beyinde, 5α - redüktaz tip 2; periferik ve prostatik bölgede, deri ve karaci¤erde bulunur. Kandaki DHT seviyeleri, kan testosteron
seviyelerinin yaklafl›k %10’u kadard›r. Ayr›ca testisten kana düflük miktarda DHT sal›n›r. Her testosteron tedavisinde oluflan DHT seviyesi de¤ifliktir. Transdermal testosteron tedavisi, parenteral uygulanan testosterona göre daha yüksek seviyede plazma DHT oluflturur (deride mevcut
olan 5α - redüktaz tip 1 nedeniyle). Androjen tedavisinin
ana amac› testosteron seviyelerini mümkün oldu¤unca
fizyolojik konsantrasyonlarda tutmakt›r. Baz› androjen ba¤›ml› fonksiyonlar için testosteron bir öncül hormon olup,
periferde DHT ve östradiole çevrilir.
Yazarlar bu çal›flmada, 122 hipogonadal erke¤i parenteral uzun etkili testosteron undecanoat ile tedavi etmifllerdir. Yafl aral›¤› 55-74 olan bu hastalar, bir y›l süreyle
gözlem alt›nda tutulmufltur. Hastalar›n baflvuru sebebi
erektil ifllev bozuklu¤u ve pek ço¤unda da metabolik sendrom varm›fl. Plasma testosteron seviyeleri normalin alt›nda olan olgulara testosteron replasman tedavisi uygulanm›flt›r. Çal›flmaya dahil edilmeyenler; geçmifl veya
mevcut prostat kanseri, ileri derece kalp hastal›¤›, ciddi
diyabet, ciddi böbrek ve karaci¤er hastal›klar› olanlard›r.
Hastalara enjeksiyonlar, tedavinin 1.günü ile 6.haftada
ve daha sonra 12 haftada bir yap›lm›flt›r. Tedavi öncesinde yüksek plazma DHT seviyesi olan 5 hastadan 3’üne
prostat güvenli¤i için 5a-redüktaz inhibitörü bafllanm›fl,
di¤er 2 hasta bu tedaviyi istememifltir. Tüm hastalar›n tedavi öncesinde total testosteron, DHT ve PSA de¤erlerine
296
bak›lm›fl, prostat güvenlik parametreleri olarak parmakla
rektal muayeneleri (DRM) yap›lm›fl, prostat spesifik antijen, uluslar aras› prostat semptom skoru (IPSS) ve prostat
hacimleri de¤erlendirilmifltir. Sonraki de¤erlendirmeler 6
ve, 18. haftalarda ve sonrakilerde her 12 haftada bir (12
ay boyunca) yap›lm›flt›r.
Tedavi sonras›nda anormal derecede yüksek ve/veya
düflük plasma DHT seviyeleri bulunmam›flt›r. Befla-redüktaz al›m›n› reddeden 2 hastan›n DHT seviyelerinde düzelme görülmüfl, prostat hacminde, PSA seviyelerinde ve
DRM’de anlaml› bir farkl›l›k görülmemekle beraber
IPSS’de minimal bir artma olmufltur.
Çal›flman›n sonuçlar›na göre, testosteron undecanoat
tedavisi ile sadece plazma testosteron seviyeleri fizyolojik
seviyelere gelmekle kalmam›fl, DHT seviyeleri de normale gelmifltir. Üç adet jel çal›flmas›nda, PSA seviyeleri,
prostat hacmi veya semptomlar›nda art›fl görülmemifltir.
Ancak bunlar›n 3-6 ay gibi k›sa süreli çal›flmalar oldu¤u
vurgulanm›flt›r. Hatta çal›flmalar›n birinde prostat hacminde %15’lik azalma oldu¤u gösterilmifltir. Testosteron tedavisi ile prostat kanseri aras›nda iliflkinin olup olmad›¤›n›
belirleyebilmek için 6.000 yafll› hipogonadal erke¤e 6 y›l
süreyle testosteron ve placebo uygulamas› gereklili¤i belirtilmektedir.
Sonuç olarak, testosteron undecanoat tedavisiyle DHT
düzeyleri fizyolojik seviyelere gelmifl ve prostat güvenlik
parametrelerinde bir de¤ifliklik olmam›flt›r.
Çeviri:
Dr. Ercan Malkoç, Doç. Dr. Kenan Karademir
GATA Haydarpafla E¤t.Hst, Üroloji Kl.
Güncel Makale Özeti
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Testis kanseri nedeniyle izlenen hastalarda
hipogonadizm ve androjen yetmezli¤i semptomlar›
Lackner J.E., Mark I., Schatzl G., Marberger M. and Kratzik C,
Urology 69:754-758,2007
Yirmi ile k›rk yafllar› aras›ndaki erkeklerde en s›k görülen malign tümörün testis kanseri oldu¤u ve orfliektomiye
ek tedavi seçenekleri ile sa¤ kal›m›n %90’lar civar›nda oldu¤u bilinmektedir. Uzun sa¤ kal›m süresi nedeniyle bir
çok çal›flmada hastalar›n yaflam kalitesi üzerine odaklan›lm›flt›r. Tek tarafl› orfliektomi ile Leydig hücrelerinin yar›s›
kaybedilirken, ek olarak kemoterapi alan olgularda da
uzun süre düflük serum testosteron (T) seviyeleri görülmektedir. Yaln›z izlem uygulanan hastalarda da düflük serum T seviyeleri bildirilmektedir. Uzun süre izlenen olgularda kontrol grubuna göre daha fazla hipogonadizm geliflme riski mevcuttur. Bu genç hasta grubunda düflük T
seviyesi androjen yetmezli¤i semptomlar›na (AYS) ve yaflam kalitesinin düflmesine neden olabilmektedir. Bu çal›flmada yazarlar yafllanan erkek semptom skalas› (AMS) ölçümleri ile seks hormon düzeyleri aras›ndaki iliflkiyi de¤erlendirmifl ve serum T için semptomlarla iliflkili bir eflik
de¤er bulmaya çal›flm›fllard›r.
Çal›flma Viyana Üniversitesi’nde yap›lm›fl ve iki tarafl›
kanseri olan olgular ve hormon replasman tedavisi alanlar
çal›flma d›fl› b›rak›lm›fllard›r. Toplam 68 hasta EAU k›lavuzlar›na göre, izlem, tek ajan kemoterapi (Carboplatin 400
mg/m2) ve çoklu kemoterapi alanlar (25 mg/m2 cisplatin,
100 mg/m2 etoposide ve 15 mg/m2 bleomisin) olmak
üzere 3 ayr› gruba ayr›lm›fllard›r. Tüm hastalarda luteinizan hormon (LH), folikül stimülan hormon (FSH), serum T,
dihidroepiandrostenedion (DHEA) ve seks hormon ba¤lay›c› globülin (SHBG) düzeyleri ölçülmüfl, serum T seviyesi
<3,0 ng/mL olanlar hipogonad, di¤erleri ögonad olarak
tan›mlanm›fllard›r. AMS’ye göre 26’n›n alt›ndaki skorlar
normal, 27 ve üzeri ise AYS mevcut olarak de¤erlendirilmifltir.
Evre 1 testis tümörlü 68 hastadan 41’i seminom, 27’si
ise nonseminomatöz olgular olup, orfliektomi sonras›
24’ü izlemi seçmifl, 15’inde tek ajan, 29’unda ise çoklu
kemoterapi uygulanm›flt›r. Hastalar›n ortalama yafllar› 39,
izlem süreleri ise 52,5 ay olarak rapor edilmifl. AMS skor-
lar› ile hasta yafl› ve DHEA seviyeleri iliflkili, serum T ve
serbest T seviyeleri ile takip süreleri ise iliflkisiz bulunmufltur. Serum T seviyelerine göre 68 hastan›n 18’inin
(%26,5) hipogonad ve 50’sinin (%73,5) ögonad oldu¤u
belirtilmifl(p=0,456). Hipogonad ve ögonad olgular aras›nda AMS skoru, yafl ve süre aç›s›ndan anlaml› bir fark
bulunmam›flt›r.
AMS’ye göre 68 hastan›n 23’ünde (%33,8) AYS mevcut iken 45 olgu (%66,2) asemptomatikmifl (p=0,267).
AYS olan tüm erkeklerde serum T seviyesi ortalamas› 3,6
ng/mL, hipogonad olup AYS gösterenlerde 2,4 ng/mL ve
ögonad olup AYS gösterenlerde ise 4,7 ng/mL oarak bulunmufltur.
Hipogonad olup AYS gösterenlerle göstermeyenler
aras›nda di¤er parametreler aç›s›ndan belirgin bir fark tespit edilmemifltir. Asemptomatik hipogonadlardan 6’s› kemoterapi alan olgular iken (4 çoklu, 2 tek ajan) 4 hasta izlemdeymifl. Semptomatik grupta ise 8 hastadan 5’inin kemoterapi ald›¤› (2 tek ajan ve 3 çoklu) 3’ünün ise izlemde oldu¤u belirtilmifl. Ögonad olup asemptomatik olan
olgular (50 olgudan 35’i), semptomatik olanlardan (50 olgudan 15’i) yafl, orfliektomiden sonra geçen süre ve serum DHEAS seviyeleri aç›s›ndan farkl› bulunmufl.
Testis kanseri tedavisi alanlar hipogonadizm ve androjen yetmezli¤i semptomlar› aç›s›ndan tedavi fleklinden
ba¤›ms›z olarak risk alt›ndad›r. Yazarlar çal›flma grubundaki hastalar›n dörtte birinin hipogonad, üçte birinin ise
semptomatik oldu¤unu belirtmifller ancak semptomlar›n
bafllamas› için özel bir eflik testosteron de¤eri tespit edemediklerini ifade etmifllerdir. Sonuç olarak androjen yetmezli¤i semptomlar›n›n bafllamas› için eflik serum testosteron seviyesinin her bir hasta için kifliye özel oldu¤unu
öne sürmüfllerdir.
Çeviri:
Yrd. Doç. Dr. Ferhat Atefl, Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Adayener
GATA Haydarpafla E¤itim Hastanesi Üroloji Servisi
297
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Güncel Makale Özeti
Sildenafil primer prematür ejakülasyonu
tedavi edebilir mi? Prospektif bir çal›flma
Wei-Fu Wang, Yang Wang, Suks Minhas and David J Ralph,
Int. Journal of Urology 2007(14), 331–335.
Erken veya h›zl› ejakülasyon olarak bilinen prematür
ejakülasyon(PE), penetrasyon esnas›nda az bir cinsel uyar› ile istem d›fl› olarak sürekli veya tekrarlayan ejakülasyon
olarak tan›mlanmaktad›r. Erkeklerin %75’ini etkileyen ve
görülme s›kl›¤› %21’den fazla olan PE, erkeklerdeki en
yayg›n cinsel bozukluktur. Ayr›ca PE’li erkeklerin %30’unda efl zamanl› erektil ifllev bozuklu¤u (ED) görülebilmektedir. ED tedavisinde kullan›lan sildenafilin PE’ye olan
olumlu etkisi birkaç çal›flmada bildirilmifl ancak iliflki tatmin skoru (ISS) belirtilmemifltir. Yazarlar bu çal›flmada PE
tedavisi için paroksetin ve sildenafili ayr› gruplarda kullanm›fl ve sonuçlar› üçüncü grupta tek bafl›na s›k›flt›rma tekni¤i önerdikleri olgularla karfl›laflt›rm›fllard›r. Karfl›laflt›r›lan
parametreler; vajina içerisinde kal›fl süresi (IELT), PE derecesi, erkek ve kad›n ISS ve haftal›k iliflki say›s›d›r.
2001-2004 tarihleri aras›nda PE rahats›zl›¤› ile baflvuran 286 hastay› çal›flmaya dahil eden yazarlar, PE’yi, penetrasyon öncesi veya 2 dk. içerisindeki ejakülasyon olarak tan›mlamaktad›rlar. En az 6 ayd›r sabit partnere sahip
olan olgular›n hepsi çal›flma öncesi psikolojik profil analizinden geçmifller. PE derecesi, IELT, uluslar aras› erektil
fonksiyon indeksi (IIEF), ISS, iliflki s›kl›¤› ve ilac›n yan etkileri 3. ve 6. ayda kaydedilmifl. Ayn› zamanda partnerlerin
ISS’leri de de¤erlendirmeye al›nm›flt›r.
Sekonder PE, ED, düflük libido, depresyon da dahil olmak üzere majör psikiyatrik veya psikolojik rahats›zl›klar,
alkol, ilaç veya madde ba¤›ml›l›klar›, SSR‹ veya sildenafil
al›m›n› engelleyecek organik rahats›zl›k ve geçmifl 3 ay
içinde PE tedavisi için baflka ilaç al›m› çal›flmadan d›fllanma kriterleri olarak belirlenmifltir. Primer PE’li 180 hastay›
çal›flmaya alan yazarlar, olgular› rastgele üç gruba ay›rm›fl,
grup A ihtiyaç halinde iliflkiden 1 saat önce 50 mg sildenafil, grup B günlük 20 mg paroksetin alm›fl, Grup C’deki
olgular ise s›k›flt›rma tekni¤i uygulam›fllard›r.
IELT partnerler taraf›ndan ölçülmüfl ve geçen 3 ay için-
298
de ortalama IELT süresi 2 dk’dan az olanlar ve PE derecesi 4 veya daha fazla olanlar çal›flmaya dahil edilmifllerdir.
‹liflki tatmin skoru, “geçti¤imiz 3 ay boyunca ne s›kl›kla
zevk ald›n?” sorusuna verilen cevaba göre ölçülmüfl ve
son 3 ay içinde haftal›k vajinal penetrasyon s›kl›¤› 0.5 veya daha fazla olanlar çal›flmaya dahil edilmifltir.
Gruplarda olgular›n ortalama yafl ve PE süreleri aras›nda anlaml› farkl›l›k görülmemifltir. IELT, PE derecesi, ISS ve
iliflki s›kl›¤›na bak›ld›¤›nda bafllang›çta 3 grup aras›nda
fark yokken, bafllang›ca göre 3 ve 6. aylarda iliflki s›kl›¤›
haricindeki tüm parametrelerde anlaml› farkl›l›k görülmüfltür. Parametrelerdeki olumlu düzelme sildenafil grubunda
en fazla iken s›ras› ile paroksetin ve s›k›flt›rma tekni¤inde
de tüm parametrelerde düzelme oldu¤u belirtilmifltir.
Sildenafil ve paroksetinin birlikte kullan›lmas› durumunda tatmini artt›rma olas›l›¤›na karfl›, bu çal›flmada sildenafil ve paroksetin ayr› gruplarda tek bafl›na kullan›lm›fl
ve s›k›flt›rma tekni¤i ile karfl›laflt›r›lm›fllard›r. Sonuçta, paroksetin ve s›k›flt›rma tekni¤i ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda sildenafil ile tedavide tüm ölçülen parametrelerde anlaml› geliflme görülmüfltür. Bunun d›fl›nda sildenafil grubunda tedaviyi b›rakma oran› da di¤er gruplardan anlaml› olarak
düflük ve çal›flma sonunda ayn› tedaviye devam etmek isteyen olgu oran› ise belirgin olarak fazla bulunmufltur. Sildenafil IELT, ISS ve iliflki s›kl›¤›n› art›r›rken, PE derecesini
hafif veya orta yan etkilerle azaltmaktad›r. PDE5 inhibitörlerinin PE tedavisinde yeri olup olmayaca¤›n›n belirlenebilmesi için, yüksek hasta say›l›, üretici sponsorlu¤unda,
çift – kör, plasebo kontrollü ve çok merkezli çal›flmalara
ihtiyaç vard›r.
Çeviri:
Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Adayener,
Dr. Ercan Malkoç
GATA Haydarpafla E¤itim Hastanesi Üroloji Servisi
Güncel Makale Özeti
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Geç bafllayan hipogonadizmli erkeklerde testosteron
replasman tedavisinin prostat dokusuna etkisi
Marks LS, Mazer NA, Mostaghel E, Hess DL, Dorey FJ, Epstein JI, Veltri RW, Makarov DV, Partin AW, Bostwick DG, Macairan ML, Nelson PS.
JAMA. 2006;296:2351-2361
Bugüne kadar yap›lan çal›flmalarda, sa¤l›kl› yafll› erkeklerde testosteron replasman tedavisi (TRT) ile prostatta
karsinojenik veya fizyolojik olmayan de¤iflikliklerin ortaya
ç›kt›¤› gösterilmemifltir. Deneysel çal›flmalarda da laboratuar hayvanlar›na testosteron verilmesi hafif karsinojenik
etki göstermifltir. Bu yay›nda TRT’nin prostata olan etkileri prostat dokusuna odaklanarak araflt›r›lm›flt›r. Seri biyopsilerin al›nd›¤› çal›flmada eksojen testosteronun prostatta
birikerek dihidrotestosterona dönüfltü¤ü ve bezdeki biyolojik de¤iflimi etkiledi¤i varsay›lm›flt›r.
Geç bafllayan hipogonadizme ba¤l› flikâyetleri olan,
testosteron düzeyi 300 ng/dL (10.4 nmol/L)’nin alt›nda
44 ve 78 yafllar› aras›nda 44 hastaya bafllang›çta yap›lan
biyopsiden bir hafta sonra testosteron veya plasebo bafllanm›flt›r. Haftada iki kez testosteron enanthate veya salin
(plasebo) yap›lan hastalar›n tedaviye bafllamadan önceki
ve 6 ay sonraki prostat dokular› randomize, çift-kör, plasebo kontrollü çal›flma ile karfl›laflt›r›lm›flt›r.
Çal›flmay› tamamlayan 40 hastada (TRT, n=21; plasebo, n=19) TRT serum testosteron düzeyini midnormal düzeye yükseltirken (bafllang›ç 282 ng/dL; 6. ayda 640
ng/dL); kontrol grubunda istatistiksel olarak de¤ifliklik
saptanmam›flt›r. TRT grubunda ortalama prostat dokusu
testosteron ve dihidrotestosteron düzeylerinde anlaml›
olmayan hafif bir yükselme saptanm›flt›r. Prostat histolojisinde, doku biyolojik belirteçlerinde (androjen reseptör,
Ki-67, CD34), gen ekspresyonunda (AR, PSA, PAP2A,
VEGF, NXK3, CLU) veya kanser insidans›nda tedaviye
ba¤l› de¤ifliklik gözlenmemifltir. Prostat hacmi, transizyonel zon hacmi, toplam PSA, serbest PSA, IPSS, ifleme flikayetleri ve idrar ak›fl h›z›nda hafif de¤ifliklikler gözlenmifltir. Hemoglobin ve hematokrit düzeyi anlaml› flekilde artm›flt›r.
Bu ilk sonuçlar geç bafllayan hipogonadizmli yafllanan
erkeklerde 6 ayl›k TRT’nin serum androjen düzeylerini
normallefltirdi¤ini ve prostatik doku androjen düzeyi ile
hücresel fonksiyonlar› üzerine minimal etkisi oldu¤unu
göstermektedir. Semptomatik hipogonadizmi olan erke¤e 6 ay süre ile serum testosteronunu mid-normal düzeye yükseltecek kadar ekzojen testosteron verilmesinin
prostat bezine az bir etkisinin oldu¤u görülüyor. Özellikle
prostatik androjen düzeylerindeki yükselme hafif ve anlaml› de¤il. Ayr›ca prostatik doku kompozisyonu, hücre
proliferasyon göstergeleri, anjiogenez ve gen ekspresyonu tedavi ile de¤ifliklik göstermemifltir. Bu çal›flmada testosteron tedavisinin intraprostatik dihidrotestosteronu
artt›r›p, bezin biyolojik fonksiyonlar›n› de¤ifltirebilece¤i hipotezi do¤rulanamam›flt›r.
Dolafl›mdaki testosteronun artmas›na ra¤men prostatik testosteron al›m›n›n azalmas›n›n sebebi klinik çal›flmalarda görülen prostat›n göreceli ters etkilenmesi olabilir.
Düflük androjenli ortamlarda prostat bileflenleri gen ekspresyonunun devam› için yeterli androjeni çekerken eflik
düzeyin üzerindeki androjenin androjen reseptör arac›l›
etkilere ilave katk›s› yoktur.
Bu çal›flmada 10 hastada prostat kanseri tan›s› konmuflur. Bunlardan 4’ü çal›flman›n bafl›nda kondu¤u için randomizasyonda çal›flma d›fl› b›rak›lm›flt›r. Di¤er 6 hastada
tan› çal›flman›n sonunda konmufltur, bu 6 hastadan 4’ü
plasebo, 2’si TRT grubundad›r. 10 hastan›n sadece birinde
PSA düzeyi (4 ng/ml) biyopsi endikasyonu oluflturuyordu.
Prostat kanseri yafllanan erkeklerde oldukça s›kt›r ve neredeyse hastalar›n dörtte birinde tan› atlanabilir. Çal›flma sonunda prostat kanseri tespit edilen 6 hastada olas›l›kla çal›flma boyunca prostat kanseri mevcuttu. Bu nedenle bu
bilgilerle TRT’nin kanseri uyard›¤› sonucuna var›lamaz.
Prostat büyüklü¤ünü ve histolojik de¤ifliklikleri indüklemek için maymunlarda yap›lan çal›flmalarda tedavi süresi
daha uzundu (33 ay), testosteron dozu afl›r› idi veya kastre edilmifl model kullan›lm›flt›. Prostat kanserine iliflkin
maymunlar ve köpeklerle yap›lan çal›flmalarda testosteron verilmesi neoplaziye neden olmam›flt›r. Kemirgenler-
299
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
le yap›lan çal›flmalarda, testosteronun yaln›z bafl›na prostat kanserini indüklemedi¤i, di¤er baz› nonspesifik karsinojenik ajanlar›n etkilerini indükledi¤i görülmüfltür. Bu çal›flma daha önceden yap›lm›fl olan hayvan çal›flmalar› ile
de uyumludur.
TRT’de prostat güvenilirlili¤i için daha uzun süre teda-
300
Güncel Makale Özeti
vi alan genifl popülasyonlardaki çal›flmalara ihtiyaç vard›r.
Çeviri:
Prof. Dr. Yaflar Özgök1, Yard. Dr. Selçuk Güven2
1
Gülhane Askeri T›p Akademisi Üroloji AD
2
Selçuk Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Güncel Makale Özeti
Erkekte sünnetin cinselli¤e etkisi
Kim D, Pang MG.
BJU Int, 99: 619-622, 2007.
Sünnet, erkekte penis derisinin %30-50’sinin al›nmas›
ile ince dokunma nöroreseptörlerin neredeyse tamam›n›n
al›nmas›n› içermektedir. Bununla birlikte sünnetin cinsel
duyarl›l›¤a olan etkisi hakk›nda s›n›rl› say›da yap›lan çal›flmalar ve tart›flmalar bulunmaktad›r. Mevcut çal›flmalar›n
ço¤u yenido¤an dönemde sünnet olan çocuklar üzerinde
yap›lm›flt›r. Eriflkinlerde yap›lan iki çal›flmada ise aç›k sonuçlar bulunmamaktad›r. Güney Kore’deki sünnetlerin ço¤u ileri çocukluk dönemi, eriflkinler ve adolesanlarda yap›lmaktad›r. Bu çal›flmada olgular sünnet olanlar ve olmayanlar olarak ayr›larak sünnet öncesi ve sonras› cinsel yaflamlar karfl›laflt›r›lm›flt›r.
Ortalama yafllar› 37.1 (30-57) y›l aras›nda olan 255
sünnetli erkek ile ortalama yafllar› 38.2 (30-54) y›l olan
118 sünnet olmayan erkek olmak üzere toplam 373 olgu
çal›flmaya dahil edildi. Sünnet olan 255 hastada 138’i
sünnet öncesi seksüel olarak aktif olup bunlar›n da tamam› 20 yafl üzerindeydi. Olgularda sünnetin cinsel yaflam
kalitesine olan etkisi, K›sa Erkek Cinsel ‹fllev Araflt›rmas› ile
de¤erlendirildi (BMSFI). Ayr›ca ejakülasyon latent zaman›
sünnet öncesi ve sonras› olgulara soruldu. Sünnet olanlar
ile olmayan olgular aras›nda cinsel aktivite, ereksiyon ve
ejakülasyon aç›s›ndan istatistiksel olarak anlaml› fark saptanmad›. Sünnetsiz olanlarda ejakülator latent zaman›
sünnet olanlara göre daha uzun olsa da bu fark istatistiksel olarak anlaml› de¤ildi. Buna karfl›l›k mastürbasyon s›kl›¤› sünnet olmayanlarda sünnet olanlara göre anlaml› olarak daha fazla saptand›. Mastürbasyon tatmininin sünnet
sonras› %48 oran›nda azald›¤› saptan›rken olgular›n
%8’inde de bu oran›n artt›¤› gözlendi. Geri kalan %44’ü
ise bir de¤ifliklik olmad›¤›n› ifade etti. Mastürbasyon zorlu¤u sünnet sonras› olgular›n %63’ünde görülürken
%37’si bu durumun kolaylaflt›¤›n› ifade etti.
Olgular›n %74’ü sünnet sonras› cinsel yaflamlar›nda
de¤ifliklik olmad›¤›n› belirtirlerken %6’s› daha iyi oldu¤unu ve %20’si ise daha da kötüleflti¤ini ifade ettiler. Sünnet
sonras› iyi ve kötü hisseden gruba bunun nedenleri soruldu. Olgular›n ço¤u penis duyarl›l›¤›n›n artmas›n›n ya da
azalmas›n›n buna neden oldu¤unu belirttiler. Cinsel yaflam›n kötüleflmesinin di¤er nedenleri yetersiz deri nedeniyle ereksiyon konforsuzlu¤u, erektil kurvatür, a¤r›, ciddi
skar ve penis büyüklü¤ünün azalmas› olarak belirtildi.
Sünnet olan olgulardan %9’u genifl skarlar ve %63’ü de
küçük skarlar oldu¤unu belirtmifltir. Güney Kore’de erkekler cinsel yaflama ulaflt›¤›nda sünnet edilmektedir. Bu
oran Güney Kore’de %100’e kadar ulaflmaktad›r. Bu durum infant ve yenido¤anlarda sünnetin yayg›n oldu¤u
toplumlardan farkl› bir durumdur. BMSFI skalas› Oleary taraf›ndan oluflturulmufl bir skala olup cinsel arzu, erektil
fonksiyon, ejakülasyon ve genel doyumu de¤erlendirmektedir. Literatürde daha önce yap›lan çal›flmalarda da
bu çal›flmada oldu¤u gibi ejakülasyon latent zaman›n›n
sünnet olmayanlarda daha uzun oldu¤u saptanm›flt›r.
Sonuç olarak mastürbasyon doyumu ve cinsel zevk haricinde ereksiyon ve ejakülasyon gibi parametrelerde sünnetin bir etkisinin olmad›¤› görülmüfltür. Buna göre sünnetin eriflkin erkeklerin ancak küçük bir k›sm›nda seksüel
fonksiyonlar› olas›l›kla sinir uçlar›n›n kayb›na ba¤l› olarak etkiledi¤i söylenebilir. Bundan baflka sünnet olan olgular›n
%9’u penislerinde ciddi skarlar oldu¤unu belirttiler. Bu olgular›n ço¤u da ereksiyonda konforsuzluk, kurvatür, a¤r› ve
ereksiyonda kanama görülen hastalar ile örtüflmekteydi.
Çeviri:
Yrd. Doç. Dr. Fikret Erdemir
Gaziosmanpafla Üniversitesi, T›p Fakültesi, Üroloji AD
301
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Güncel Makale Özeti
Oral fosfodiesteraz-5 inhibitörleri: Rat korpus
kavernozumunda hem-oksijenaz inhibisyonunun
cGMP iletimine etkisi
Aziz AMT, Mostafa T, Atta H, Rashed L, Marzouk SA, Obaia EM, Sabry D, Hassouna AA, El-Shehaby AM, Aziz ATA
Andrologia, 39: 66-70, 2007.
Nörovasküler fenomen olan penil ereksiyon nöral bütünlük, fonksiyonel vasküler sistem ve sa¤l›kl› kavernozal
dokular›n varl›¤›na ba¤l›d›r. Normal ereksiyon eflzamanl›
ve sinerjistik üç evreyi izlemektedir. Bunlar sinirsel arac›l›
penil arteriyel kan ak›m›n›n artmas›, korpus kavernozumdaki düz kaslar›n gevflemesi ve penisten venöz ak›m›n
önlenmesidir. Nitrik oksit (NO) penil ereksiyon sürecinde
anahtar rol oynamaktad›r. Kavernoz dokudaki endotelyal
NO sentaz (eNOS) NO’in temel kayna¤›d›r. Penisteki
NO’in en önemli fizyolojik temel hedefi guanilat siklazd›r.
NO, guanilat siklaz› uyararak GTP (guanozin trifosfat)’den
cGMP (siklik guanozin monofosfat) oluflumunu sa¤lamaktad›r. Bunun sonucunda da düz kas gevflemesi olmaktad›r. Siklik guanin monofosfat’›n etkisi tip-5 fosfodiesteraz
taraf›ndan sonland›r›lmaktad›r. Fosfodiesteraz tip 5 inhibitörleri selektif olarak etki ederek penil düz kaslarda gevfleme yap›p vazodilatasyon oluflturarak ereksiyon sa¤lamaktad›rlar. Sildenafil, vardenafil ve tadalafil olarak bilinen
bu ajanlar benzer etkinlik ve etki mekanizmalar›na sahiptirler. Hem oksijenaz (HO) enzimi hemi biliverdine dönüfltüren ve hem degradasyonunda h›z s›n›rlay›c› bir enzimdir. Hem oksijenaz hemden biliverdin oluflumundaki oksidatif degradasyon basama¤›nda h›z s›n›rlay›c› katalitik enzim olarak görev yapmaktad›r. Bu basamak sonunda demir ve CO2 (karbondioksit) oluflmaktad›r. HO-1, memeli
dokular›nda bulunan indüklenebilen izoform olup HO-2
santral sinir sisteminde yer almaktad›r.
Toplam 504 adet Sprague-Dawley rat çal›flmada kullan›ld›. Ratlar 5 gruba ayr›ld›. Grup 1 (n=72) kontrol grubu,
grup 2 (n=72) sildenafil sitrat, grup 3 (n=72) vardenafil
hidroklorit, grup 4 (n=72) tadalafil alanlar olmak üzere ayr›ld›lar. Grup 5 (n=216)’de ise ratlar A, B ve C olmak üzere 3 gruba ayr›ld›lar. Grup 5’de üç subgruba ayr›lan ratlara ayr› ayr› sildenafil, vardenafil ve tadalafil al›m›na ilave
olarak hemoksijenaz inhibitörü Zn (çinko) protoporfirin
verildi. Ratlar›n kavernoz dokular› al›narak de¤erlendirildi.
302
Kavernoz doku cGMP düzeyleri kontrol grubu ile k›yasland›¤›nda anlaml› olarak sildenafil, tadalafil ve vardenafil alan ratlarda daha yüksekti. Genel olarak belirgin
yükseklik 0.5. saatte görülmüfl olup 1. saatte tepe noktas›na ulaflt›ktan sonra 3. saatten itibaren azalm›flt›r. Sildenafil, tadalafil ve vardenafil verilenlere ilave olarak HO
alan ratlardaki cGMP seviyelerindeki azalma yaln›zca bu
üç ilac› alan gruplara göre anlaml› olacak flekilde daha fazla olarak saptanm›flt›r. Sildenafil ve vardenafil ile birlikte efl
zamanl› HO alanlarda kontrol grubuna göre ilk 6 saatte
cGMP seviyeleri yüksek saptanm›flt›r. Buna karfl›n tadalafil ve HO inhibitörünü beraber alanlarda kontrol grubuna
göre yükseklik 18 saat boyunca görülmüfltür.
1998 y›l›nda PDE-5 inhibitörü sildenafilin ED tedavisinde kullan›lmas›n› takiben tadalafil ve vardenafil de kullan›ma girmifltir. Böylece ereksiyon oluflum mekanizmas› daha yo¤un olarak araflt›r›lmaya bafllanm›flt›r.
Bu çal›flmada kavernoz doku cGMP seviyeleri oral
PDE-5 inhibitörü alarak tedavi edilen grupta kontrol grubu ile k›yasland›¤›nda anlaml› olarak yüksek bulunmufltur.
Sildenafil ve vardenafil ile tedavi edilenlerde cGMP seviyeleri kontrol grubu düzeylerine 6. saatte gerilerken bu
süre tadalafil grubunda 18 saat olarak saptanm›flt›r. Bu,
ilaçlar›n yar›lanma zamanlar›n›n farkl› olmas›na ba¤l›d›r.
Her üç oral fosfodiesteraz inhibitör al›m›na ilave olarak
HO alan ratlarda cGMP seviyelerinde sadece oral PDE-5
inhibitörü alanlarla k›yasland›¤›nda anlaml› azalma gözlendi. Subgruplar içerisinde sildenafil ve vardenafile ilave
olarak HO alanlarda cGMP seviyeleri kontrol grubuna göre anlaml› olacak flekilde ilk 6 saat yüksekti.
Buna karfl›n tadalafil ve HO ile tedavi edilen gruptaki
cGMP seviyeleri kontrol grubuna göre k›yasla ilk 18 saatte daha yüksek olarak bulundu.
Kontrol grubuna göre artm›fl cGMP seviyeleri bazal NO
ileti yoluna ba¤l› sal›nan cGMP ile aç›klanabilirken sonraki
düflüfller her ilac›n farmakokinetik özellikleri ile aç›klanabilir.
Güncel Makale Özeti
Sonuç olarak bu çal›flmada, PDE5-inhibitörlerinin rat
kavernoz dokusundaki ereksiyon yap›c› etkileri k›smen
HO aktivasyonu ve cGMP yolundaki sinyal aktivasyonu
yolu ile gerçekleflmektedir.
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Çeviri:
Yrd. Doç. Dr. Fikret Erdemir,
Yrd. Doç. Dr. Bekir Süha Parlaktafl
Gaziosmanpafla Üniversitesi, T›p Fakültesi, Üroloji AD
303
ERKEK C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Güncel Makale Özeti
Tükürük testosteron düzeyi: Erkek hipogonadizminin
de¤erlendirilmesinde ak›lc› bir yaklafl›m
Arregger AL, Contreras LN, Tumilasci OR, Aquilano DR and Cardoso EML
Clinical Endocrionology, 67: 656-662, 2007
Ratlarda yap›lan deneysel ve sa¤l›kl› erkeklerde yap›lan klinik çal›flmalarda tükürük testosteron (tT) düzeyleri
ile periferik kandaki serbest testosteron (sT) düzeyleri aras›nda iyi bir korelasyon oldu¤u gösterilmifl bulunmaktad›r.
Son zamanlarda hipogonadik erkeklerde tT düzeyleri ile
serum biyo kullan›fll› (bioavailable) testoseron (bio-T) ve
sT düzeyleri aras›ndaki korelasyon araflt›r›lm›fl ve bu hastalarda iyi bir korelasyon oldu¤u bildirilmifltir. Bütün bu
kan›tlara ra¤men, erkek hipogonadizminin araflt›r›lmas› algoritmas›nda henüz tT düzeylerinin ölçülmesi günlük kullan›ma girmemifltir.
Bu çal›flmada, ögonadal ve hipogonadal erkeklerde diürnal ritminden dolay›, sabah tükürük örneklerindeki tT
düzeyleri ile serum örneklerindeki sT, bio-T ve total testosteron (TT) düzeyleri karfl›laflt›r›larak, hipogonadizm tan›s› için bir tT cut-off de¤eri elde edilmeye çal›fl›lm›flt›r.
Çal›flmaya 52 ögonadal (Yafl aral›¤›:20-55, BMI: 24.0± 3.0
Kg/m2) ve 20 hipogonadal (Yafl aral›¤›: 25-70, BMI:
23.0±2.0 kg/m2) erkek dahil edilmifltir. Tükürük örneklerini almadan önce, deneklerin iki saat süreyle a¤›zlar›na su
dahil hiçbir g›da almamalar› ve difllerini f›rçalamamalar›
sa¤lanarak, tükürük miktar›n› art›rmak için a¤›zlar›na sitrik
asit içeren 18 mm çap›ndaki ka¤›t diskler yerlefltirilmifl ve
sabah 07.00 ila 09:00 saatleri aras›nda bir kateter yard›m›
ile yaklafl›k 3.5 mL tükürük polipropilen kaplara toplanarak, 1000xg, 10 dakika santrifüj edildikten sonra, tT analiz zaman›na kadar – 20 °C’de saklanm›flt›r. Bütün deneklerin efl zamanl› olarak serum TT, SHBG ve albumin düzeyleri ölçülerek, sT ve bio-T ölçümleri internet üzerindeki
http://www.issam.ch adresinden hesaplanm›flt›r. Serum
ve tükürük T düzeyleri ars›ndaki korelasyon Spearman
rank order korelasyon testi ile test edilmifltir.
Tükürük salg›s› uyar›lmadan ölçülen tT düzeyleri ile
uyar›ld›ktan sonra yap›lan ölçümler aras›nda fark saptanmad›¤›ndan, tükürük ak›m h›z›n›n tT düzeyini etkilemedi¤i sonucuna var›lm›flt›r. Ayr›ca sabah tükürük örnekleri ile
akflam örneklerinde bak›lan tT düzeyleri, tükürükte de testosteronun diürnal ritm gösterdi¤ini göstermifltir. Ögona-
304
dal erkeklerin birinci örneklerinde ölçülen tT ve sT düzeyleri s›ras›yla 0.453±0.19 nM ve 0.428±0.135 nM iken,
ikinci örneklerdeki de¤erler s›ras›yla 0.464±0.194 nM ve
0.444±0.154 nM olarak bildirilmifltir.
Böylece her iki örnek aras›nda anlaml› fark olmad›¤›
saptanm›flt›r. Kifliler aras›ndaki fark %5’ten küçük bulunmufltur. Hipogonadal erkeklerin ortalama tükürük tT düzeyleri birinci ve ikinci örnekler için s›ras›yla, 0.117±0.056
nM ve 0.111±0.055 nM olarak ölçülürken, serum sT düzeyleri s›ras›yla, 0.139±0.065 nM ve 0.139±0.059 nM
olarak hesaplanm›flt›r ve kifliler aras› farkl›l›k %10’dan az
olarak bildirilmifltir. Efl zamanl› yap›lan sabah ölçümlerinde, ögonadal erkekler için tükürük tT de¤erleri 0.2000.729 nM de¤erleri aras›nda bulunurken, ayn› deneklerin
serum sT de¤erleri 0.230-0.686 nM aras›nda bildirilmifltir.
Bu de¤erler hipogonadal deneklerde tükürük tT için
0.019-0.195 nM, serum sT için ise 0.023-0.229 nM olarak hesaplanm›flt›r. Her iki grupta da tükürük ve serum T
de¤erleri bak›m›ndan oldukça anlaml› bir korelasyon
(r=0.97, P=0.0001) saptanm›flt›r. Ögonadal denekler için
TT, bio-T, sT ve tT cut-off de¤erleri s›ras›yla, 17.98±5.4
nM, 9.48±3.17 nM, 0.402±0.125 nM ve 0.423±0.157
nM olarak hesaplan›rken, hipogonadal erkeklerdeki cutoff de¤erleri yine s›ras›yla, 6.32±2.53 nM, 3.15±1.50 nM,
0.139±0.065 nM ve 0.115±0.05 nM olarak bildirilmifltir.
Sonuç olarak, bu çal›flmada tükürük tT düzeyleri ile serum TT, sT ve bio-T de¤erleri aras›nda iyi bir korelasyon oldu¤u, tükürük T’nun serum T’nu gibi sirkadiyen ritim gösterdi¤i, tükürük h›z›n›n tT düzeylerini etkilemedi¤i gösterilmifl bulunmaktad›r. Bu nedenle yazarlar noninvazif olmas› aç›s›ndan, erkek androjen yoksunlu¤unun tan›s›nda
tarama testi olarak tükürük tT ölçümlerinin klinik kullan›mdaki algoritmaya dahil edilmesi gerekti¤ini savunmaktad›rlar.
Çeviri:
Doç. Dr. ‹sa Özbey
Atatürk Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
‹NFERT‹L‹TE
Derleme
Erkek infertilitesinde komplet ve
parsiyel Y mikrodelesyonlar›n›n önemi
Uzm. Bio. Burcu Ak›n1, Prof. Dr. Atefl Kad›o¤lu2, Prof. Dr. Nihan Erginel-Ünaltuna1
1
‹stanbul Ü. T›p Fakültesi, Deneysel T›p Araflt›rma Enstitüsü, Genetik AD, 2‹stanbul Ü. T›p Fakültesi, Üroloji AD, Androloji Bilim Dal›
‹nfertilite, çiftlerin yaklafl›k %15’ini etkilemekte, ve infertil çiftlerin yaklafl›k %50’sinde erke¤e ba¤l› faktörler infertiliteyi belirlemektedir (1). Erkek infertilitesinin yaklafl›k
%15’i genetik faktörlere ba¤l›d›r (Tablo 1) (2). Bu genetik
faktörlerden Klinefelter Sendromu ve kromozomal translokasyonlar gibi say›sal ve yap›sal kromozom anomalileri,
erkek infertilitesinin temel nedenleri aras›nda yer almaktad›r. Vaz deferensin konjenital bilateral yoklu¤u (CBAVD),
infertil erkeklerin %1-2’sinde gözlenmekte olup hastalar›n
%60-70’inde kistik fibroz transmembran regülatör (CFTR)
gen mutasyonlar› sorumlu tutulmaktad›r (2). Çeflitli kro-
mozomal bozukluklar, Y kromozom mikrodelesyonlar› ve
çeflitli gen mutasyonlar› spermatogenez üzerine olumsuz
etkide bulunarak oligospermi (sperm say›s› azl›¤›) ve azoospermi’ye (semende hiç sperm olmamas›) yol açabilmektedir (2,3).
Y kromozomu sadece efley tayininde de¤il ayn› zamanda spermatogenezin kontrolünde de önemlidir. ‹nfertil erkekler aras›nda en yayg›n olarak gözlenen kromozomal bozukluk Klinefelter sendromu iken en yayg›n kromozomal olmayan de¤ifliklik ise Y kromozomunun uzun kolu (Yq) mikrodelesyonlar›d›r (2).
Tablo 1: Erkek infertilitesi etyolojisi
Erkek ‹nfertilitesi Nedenleri:
1.Genetik
(%15-20)
Genetik Anomali
Fenotip
A)Kromozomal Bozukluklar
Klinefelter Sendromu (XXY)
Di¤er Efley kromozomal de¤ifliklikler
Robertsonian Translokasyonlar
Resiprokal Translokasyonlar
B)Y Kromozom Delesyonlar›
AZFa
AZFb
AZFc
AZFb-c
AZFa-b
AZFa+b+c
Parsiyel AZFc
AZF d›fl›nda
C)Gen Mutasyonlar›
CFTR
(CBAVD hastalar›nda %60-70)
Obstrüktif Azoospermi
AR
‹NSL3-LGR8
Azoospermi- Normospermi
Azoosopermi-fiiddetli Oligospermi
Azoospermi- Normospermi
Azoosopermi-fiiddetli Oligospermi
Azoosopermi-fiiddetli Oligospermi
Azoosopermi-fiiddetli Oligospermi
Azoospermi-SCOS
Azoospermi-Spermatogenik Arrest
Azoospermi-fiiddetli Oligospermi
SCOS/Spermatogenik Arrest
Azoospermi-SCOS-fiiddetli Oligospermi
Azoospermi-SCOS
Azoospermi-Normospermi
<%5
Azoospermi-Oligospermi
Kriptorflizm
Prevalans
(S›kl›k)
~%5.8
~%4.15
%0.15
%0.75
%0.75
~%8.2
%0.4
%1.3
%2.7
%0.7
%0.1
%0.3
%2.3
%0.5
%1-6
%1.7
<%5
2.Varikosel (%35)
3. ‹diyopatik (%25)
4. Enfeksiyon (%10)
5. Endokrin (<%5)
6. ‹mmünolojik (<%5)
7. Kanal Obstrüksiyonlar› (<%5)
305
‹NFERT‹L‹TE
Y mikrodelesyonu olgular›n›n yaklafl›k %60’›n› AZFc
delesyonlar›, %16’s›n› AZFb delesyonlar›, %8’ini AZFbc
delesyonlar›, %5’ini AZFa delesyonlar›, %4’ünü AZFabc
delesyonlar›, %6’s›n› ise AZF d›fl› delesyonlar oluflturur. Y
kromozom mutasyonlar› bak›m›ndan taranan 4800 infertil
hastada yap›lan meta-analiz çal›flmas›nda, infertil erkeklerin %8.2’sinde, fertil erkeklerin %0.4’ünde, AZF’de bir ya
da daha fazla bölgede delesyon saptanm›flt›r (4). Y mikrodelesyonlar›n s›kl›¤›, azoospermik erkeklerde %10-15
iken oligospermik erkeklerde %5-10’dur (5). Yq bölge delesyonlar› spermatogenetik bozuklukla ba¤lant›l›d›r. Ancak bu bölgede yer alan genleri ve genotip-fenotip korelasyonlar›n› tam olarak tayin etmek oldukça güçtür (6).
Derleme
Y kromozomu üzerinde yer alan AZF delesyonlar›, bu
bölgede bulunan bir ya da daha fazla aday genin (DAZ,
RBMY, USP9Y ve DBY) eksilmesi ile sonuçlan›r ve erkek
infertilitesine yol açan spermatogenetik bozukluklar›n görülmesine neden olur (4). Bu genler Yq11’de azoospermik
faktör (AZF) lokusunda AZFa, AZFb ve AZFd (AZFc’nin
proksimal k›sm›) ve AZFc bölgeleri üzerinde tan›mlanm›flt›r (fiekil 1) (7,8). Y kromozomu toplam 131 adet gen içerir (Ensembl Human Map View, Oct 2007).
12345123451234
A Seti
B Seti
C Seti
fiekil 2: A, B ve C setlerinden oluflan multipleks PCR ürünlerinin
%2’lik agaroz jeldeki görüntüsü (A seti; 1:delesyonlu hasta 2:delesyonsuz hasta 3:erkek kontrol 4:kad›n kontrol 5:negatif PCR kontrol; B seti; 1,2: delesyonsuz hasta 3: erkek kontrol 4:kad›n kontrol
5: negatif PCR kontrol; C seti; 1:delesyonsuz hasta 2:erkek kontrol
3: kad›n kontrol 4: negatif PCR kontrol)
Metod
fiekil 1: Y kromozomu üzerinde yer alan aday genler ve AZF bölgeleri
306
Erkek infertilitesinde AZF delesyon tayini rutin olarak
gerçeklefltirilmektedir. Bunun için Y kromozomu üzerinde
bulunan STS (Sequence-Tagged-Site) primerler kullan›l›r.
Her bir STS primerle, bilinen genomik DNA dizileri ço¤alt›l›r. Her bir PCR reaksiyonunda DNA dizilerinin normal
olarak ço¤almas›, Y kromozomunda bu DNA dizisinin varl›¤›n› gösterir. ‹stenen bölgeye ait DNA parçac›¤›n›n ço¤almama durumu ise delesyonun varl›¤›na iflaret eder (4).
STS-PCR tekni¤i periferal kandan izole edilen genomik
DNA kullan›larak uygulan›r. Bir delesyonun varl›¤›n› saptarken yüksek kalitede bir DNA materyali kullan›m›na, internal ve eksternal pozitif ve negatif kontrollere (SRY ya
da ZFX/ZFY geni, erkek kontrol, kad›n kontrol ve negatif
PCR kontrol) gereksinim duyulur. Delesyonu tayin edilecek bölgelere ait seçilen primerler ve internal kontrol,
multipleks PCR (baz uzunluklar› dikkate al›narak seçilen
birkaç markörün ayn› reaksiyon tüpü içerisinde ço¤alt›lmas›) yöntemiyle ço¤alt›labilir (4). Ço¤alt›lm›fl DNA ürünleri, %2’lik etidyum ilaveli agaroz jelde, seçilen STS primerler, belirli bir zaman aral›¤›nda yürütülür (fiekil 2). Yürütme sonunda UV lambas› ile jel görüntüsü al›narak PCR
Derleme
ürün boylar›na göre AZF bölge delesyonlar› tayin edilir.
Y mikrodelesyonlar› için seçilen STS primerleri çeflitlilik
gösterir. Genel bir kural olarak, Y mikrodelesyon analizi 2
aflamada yap›lmal›d›r. Bafllang›çta her bir AZF bölgesinin
tayini için en az 2 adet STS marker kullan›lmal›d›r; bu primerlerden birinde ya da bir kaç›nda delesyon saptanma
durumunda ise, delesyonun büyüklü¤ü ve k›r›k noktalar›
için, kullan›lan STS primer say›s› artt›r›lmal›d›r. Bu yöntemle komplet ve parsiyel delesyonlar kolayl›kla tayin edilebilmektedir.
Önemi
Erkek infertilitesinde AZF delesyon tayini ICSI tedavisi
isteyen çiftler için prognostik öneme sahiptir. Delesyon tipi (komplet ve parsiyel AZF), TESE uygulanmas› planlanan
erkekte sperm eldesinde potansiyel bir prognostik faktör
olarak görülmektedir (6). Y kromozomlar›n›n komplet ve
parsiyel (k›smi) delesyonlar›na ba¤l› olarak erkekte hafif
sperm bozuklu¤undan, azoospermiye kadar varabilen
a¤›r sperm üretim bozuklu¤u görülebilmektedir. Bu yüzden hastan›n Y mikrodelesyonlar› bak›m›ndan de¤erlendirilmesi önem tafl›maktad›r.
Komplet AZFa delesyonlar›n›n genellikle tip 1 Sertolicell-only sendromu (SCOS- germ hücrelerinin yoklu¤u) ve
Azoospermi ile iliflkili oldu¤u bildirilmifltir. Bu durumda
hiçbir spermatogonia geliflimi olmamaktad›r. Bu hastalarda “Intra cytoplasmic sperm injection (ICSI)” icin testikuler sperm eldesi mümkün olmamaktad›r. Literatürde az
say›daki çal›flmalardan elde edilen sonuçlara göre parsiyel
AZFa mikrodelesyonlar›n›n diagnostik biyopside ciddi hipospermatogenezle ba¤lant›l› olup SCO sendromuyla iliflkili olmad›klar› saptanm›flt›r (9,10). Bu durumda olgun ve
fonksiyonel sperm hücreleri testiküler epitelyumda bulunabilmektedir (1).
Komplet AZFb delesyonlar›nda ço¤unlukla histolojik
SCO tablosu ve azoospermi ile karakterize sperm maturasyon arresti görülmektedir (10). Komplet AZFb delesyonlar›nda “intra cytoplasmic sperm injection (ICSI)” icin
testiküler sperm eldesinin mümkün olmad›¤› bildirilmifltir.
Parsiyel AZFb delesyonlar›nda ise germ hücrelerinin
komplet yoklu¤unun yan› s›ra sperm eldesinin mümkün
olabildi¤i spermatogenez vakalar› da bildirilmifltir (1,11).
Komplet AZFc delesyonlar›nda Tip II SCOS (baz› seminifer tübüllerde germ hücrelerinin olmamas› durumu)-
‹NFERT‹L‹TE
azoospermi’den- fliddetli hipospermatogenez (tüm germ
hücre tiplerinin bulundu¤u fakat say›lar›n›n azald›¤› durum) ve hatta fliddetli oligospermi’ye varabilen klinik bulgulara rastlan›r (7,12). AZFc delesyonuna sahip yaklafl›k
%50 azoospermik hastada olgun sperm bulunabilmektedir (6). TESE ile sperm eldesi ve ICSI uygulamas› mümkün
olabilmektedir (4).
Yap›lan baz› çal›flmalarda AZFc bölgesindeki segmentler aras›ndaki homolog rekombinasyonlar sonucu meydana geldi¤i aç›klanan parsiyel AZFc delesyonlar›n›n (gr/gr,
b1/b3, b2/b3) AZFc bölgesindeki genlerin kopya say›s›nda azalmaya neden oldu¤u saptanm›flt›r (13).
Parsiyel AZFc delesyonlar›yla spermatogenetik bozukluk aras›nda iliflki hâlâ tart›flma konusudur (12,14). Çal›flmalardan elde edilen ortak sonuç co¤rafik ve etnik farkl›l›klar›n AZF delesyon ve AZFc parsiyel frekans›n› etkileyebildi¤i kadar delesyon paternini ve muhtemel fenotipik
ekspresyonu da etkileyebildi¤idir (13).
AZFd delesyonlar›nda da histopatoloji de¤iflkendir.
Normal sperm say›s›na sahip hastalar›n yan› s›ra, spermleri anormal olan globozoospermi hastalar›nda da AZFd delesyonu saptanm›flt›r (8).
Y kromozomal mikrodelesyonlara sahip hastalarda kesin fenotip/genotip korelasyonunun saptanmas› zordur.
Buna ra¤men komplet AZFa, AZFb, AZFb+c, AZFa+b+c
delesyonlar›n›n, AZFc bölge delesyonlar›na k›yasla spermatogenez üzerine daha fliddetli etki gösterdi¤i bildirilmifltir (13).
Y mikrodelesyonlar›n›n büyük k›sm› de novo olarak ortaya ç›kmaktad›r. Ço¤unlukla bu delesyonlara baban›n
DNA’s›nda rastlanmaz (4). Mayotik profazdaki primer
spermatositler oldukça duyarl› hücreler olduklar› için, delesyonlar DNA replikasyonu s›ras›nda ya da spermiyogenez s›ras›nda meydana gelmifl olabilir (6). Do¤al olarak
oluflan ya da ICSI uygulama sonras› oluflturulan gebeliklerde, de novo mutasyonla oluflmufl bir Y mikrodelesyon,
babas›ndan erkek çocu¤a aktar›labilmektedir. Bu delesyonlar babadan o¤ula geçebildi¤i gibi testiste de oluflabilmektedir. ‹lginç olarak, Y kromozom mikrodelesyonu olmayan baz› erkek bireylerde ICSI sonras› do¤an erkek çocuklar›nda da Y kromozom mikrodelesyonu saptanm›flt›r.
Günümüzde infertilite tedavisinin en önemli konular›ndan
biri azoospermik erkeklerden sperm eldesidir. Yap›lan
muayene, tetkik ve de¤erlendirmelerden sonra erkekte
sperm üretimi olabilece¤i düflünüldü¤ünde epididim ve-
307
‹NFERT‹L‹TE
ya testislerinden aç›k biyopsi veya aspirasyon ile spermatozoa elde edilmesi yoluna gidilmektedir. Hastan›n durumuna ve tetkiklerinin sonucuna göre ifllem s›ras›nda spermatozoa elde etme flans› de¤iflmektedir. Bu ifllemlerde
elde edilen dokularda spermatozoa bulundu¤u durumda
intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) uygulanabilir.
Yard›mc› üreme tekniklerinin gelifltirilmesi, infertil erkeklerin çocuk sahibi olmalar›na olanak sa¤lamaktad›r. ICSI
uygulamas› bafllamadan önce, infertilitenin nedeninin bulunmas› önemlidir.
Mikrodelesyonlar›n saptanmas› hem tan›, hem de infertil çiftlere genetik dan›flmanl›k verilmesi aç›s›ndan
Derleme
önemlidir. Ciddi hasarl› spermatogenezli hastalarda ICSI
yap›lmadan önce Y mikrodelesyonlar›n›n taranmas› uygundur. Çünkü AZFa veya AZFb bölgesinde komple delesyon ya da AZFa+b+c ve AZFb+c bölge delesyonuna
sahip vakalarda TESE uygulamas› tavsiye edilmemektedir.
Komplet AZFc, parsiyel AZFa ya da parsiyel AZFb delesyon durumunda baflar›l› TESE prosedürü (testisten matür
sperm elde edilmesi) uygulanabilmektedir. Bu nedenle Y
mikrodelesyonunun yeri ve delesyon büyüklü¤ünün saptanmas› büyük önem tafl›maktad›r (komplet ya da parsiyel). Y kromozom mikrodelesyonlar›n›n rutin olarak taranmas› ICSI tedavi öncesinde önemlidir.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
Hellani A, Al-Hassan S, Iqbal M, Coskun S. Y chromosome microdeletions in infertile men with idiopathic oligo- or azoospermia. J Exp Clin
Assist Reprod. 2006; 30;3(1):1.
Ferlin A, Arredi B, Foresta C. Review Genetic causes of male infertility.
Reproductive Toxicology 2006; 22:133–141.
Dohle GR, Weidner W, Jungwirth A, Colpi G, Papp G, Pomerol J,
Hargreave TB. Gu›del›nes on male Infertility, European Association of
Urology 2007; 14-25.
Foresta C, Moro E and Ferlin A. Y Chromosome Microdeletions and
Alterations of Spermatogenesis. Hum. Reprod., August 1, 2001; 16(8):
1543-1547.
Krausz C.Y chromosome and male infertility. Journal Compilation ©
2005 Blackwell Publishing Ltd Andrologia 37 (2005) 219–223.
Krausz C, Quintana-Murci L, and McElreavey K. Prognostic value of Y
deletion analysis: What is the clinical prognostic value of Y chromosome microdeletion analysis? Hum. Reprod. 2000; 15: 1431-1434.
Vogt PH, Edelmann A, Kirsch S, Henegariu O, Hirschmann P, Kiesewatter
F, Kohn FM, Schill WB, Farah S, Ramos C, Hartman M, Hartschuh W,
Meschede D, Behre HM, Castel A, Nieschlag E, Weidner W, Grone HJ,
Jung A, Engel W, Haidl G. Human Y chromosome azoospermia factors
(AZF) mapped to different subregions in Yq11. Hum Mol Genet 1996;
5:933-43.
Kent-First M, Muallem A, Shultz J, Pryor J, Roberts K, Nolten W, Meisner
L, Chandley A, Gouchy G, Jorgensen L, Havighurst T, Grosch J. Defining
regions of the Y-chromosome responsible for male infertility and identification of a fourth AZF region (AZFd) by Y-chromosome microdeletion
detection. Molecular Reproduction and Development, 1999; Volume 53,
Issue 1 , Pages 27 – 41.
308
9.
10.
11.
12.
13.
14.
Kamp C, Huellen K, Fernandes S, Sousa M, Schlegel PN, Mielnik A,
Kleiman S, Yavetz H, Krause W, Kupker W, Johannisson R, Schulze W,
Weidner W, Barros A, and Vogt PH. High deletion frequency of the complete AZFa sequence in men with Sertoli-cell-only syndrome. Mol. Hum.
Reprod 2001; 7(10): 987 - 994.
Telöken C, Arent A, Chammas M, Bertaiolli V, Marques DS and Badalotti
M. Microdeletions of Y chromosome genes in infertile men International
Congress Series 2004, 1271: 173-176.
Ferlin A, Moro E, Rossi A, Dallapiccola B,and Foresta C. The human Y
chromosome's azoospermia factor b (AZFb) region: sequence, structure,
and deletion analysis in infertile men. J. Med. Genet. 2003; 40(1):18-24.
Zhang F, Lu C, Li Z, Xie P, Xia Y, Zhu X, Wu B, Cai X, Wang X, Qian J, Wang
X and Jin L. Partial deletions are associated with an increased risk of
complete deletion in AZFc: a new insight into the role of partial AZFc
deletions in male infertility. Journal of Medical Genetics 2007; 44:437444.
Fernando L, Gromoll J, Weerasooriya TR, Nieschlag E, Simoni M. Y-chromosomal microdeletions and partial deletions of the Azoospermia
Factor c (AZFc) region in normozoospermic, severe oligozoospermic and
azoospermic men in Sri Lanka. Asian J Androl. 2006; 8(1):39-44.
Minor A, Wong EC, Harmer K, Sai M. Molecular and Cytogenetic
Investigation of Y Chromosome Deletion Over Three Generations
Facilitated by ICSI. Prenatal Diagn, 2007; 27(8):743-747.
‹NFERT‹L‹TE
Derleme
Cep telefonu ve testisler
Doç. Dr. Ali Ayy›ld›z, Op. Dr. Turgay Akgül
SB Ankara E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi 2. Üroloji Klini¤i
‹nsan yaflam› endüstri ve teknolojilerdeki yeniliklerle
daha kolay hale gelmektedir. Bununla beraber, bu geliflmelerin bir sonucu olarak çevre kirlili¤i artmakta ve insan
yaflam›n› da tehdit etmektedir. Cep telefonlar› elektromanyetik dalga yayarlarken, frekans yükseldikçe hem
kontrollü etkilenmede hem de kontrolsüz etkilenmede
elektrik alan fliddeti, manyetik alan fliddeti ve güç yo¤unlu¤u da artmaktad›r. Ayr›ca cep telefonlar›n›n çal›flabilmesi için baz istasyonlar›na ihtiyaç bulunmaktad›r. Cep telefonlar› belli aral›klarla elektromanyetik dalga yayarlarken
baz istasyonlar› düflük ama sürekli yaymaktad›rlar (1). Telefondan sal›nan ve dokular taraf›ndan absorbe edilen radyofrekans enerji miktar› önemlidir. Bu enerji oran›na spesifik absorbsiyon oran› (SAR) denmektedir. Üst limiti 1.6
W/kg’d›r. SAR de¤eri 4.0 W/kg üzerine ç›kt›¤›nda elektromanyetik enerjinin vücutta etkileri bafllamaktad›r (2).
Bu doza maruz kalma durumunda vücut ›s›s› 10C artmaktad›r. Bugüne dek yap›lan araflt›rmalar insan vücudunun
ancak 0.10C’lik bir ›s› art›fl›n› kan dolafl›m›n›n h›zland›r›lmas› suretiyle dengeledi¤ini, bir derecelik ›s› art›fl›n› ise
düzenleyemedi¤ini ve sorunlar yaratt›¤›n› göstermektedir
(3). Elektromanyetik enerjiler biyolojik, ›s›sal, ›s›sal olmayan, genetik ve karsinojenik etki göstermektedirler (4).
Biyolojik Etkiler: Bu tür enerjiler iyonize moleküllerin
yap›s›n› de¤ifltirmezler ve hücrelerde direkt kimyasal de¤iflikliklere neden olmazlar. Hücrelerdeki elektriksel ak›mlar› etkileyebilirler, ancak bu ak›mlar normal hücresel
ak›mlar kadar genifl modda de¤ildirler. Biyofiziksel aç›dan
bak›ld›¤›nda, bu enerjilerin zararl› etkilerinin keflfedilememesinin nedeninin hücrelerin bafllang›çtaki uyumu oldu¤u
düflünülmektedir (5).
Is›sal Etkiler: Biyolojik dokular›n ›s›nmas› mikrodalga
enerjinin canl› dokular›n suyu taraf›ndan ard arda so¤urulmas› fleklindedir. Canl› organizmada ›s›nman›n miktar›;
sistemi penetre eden enerjinin yo¤unlu¤una, biyolojik
maddenin elektriksel özelliklerine, vücudun termoregü-
lasyon mekanizmas›n›n etkinli¤ine ba¤l›d›r. Mikrodalga
yo¤unlu¤u belirli gücün üzerinde ise ›s› homeostazisi sürdürülemez ve zararl› etkileri ortaya ç›kmaya bafllar (4,6).
Testisler, ›s› art›fl›na karfl› hassast›r. Hatta normal vücut ›s›s›n›n bile spermatogenezisi etkiledi¤i bilinmektedir.
Is›sal Olmayan Etkiler: Beyin aktivitesinde de¤ifliklikler, uyku bozukluklar›, dikkat bozukluklar›, bafl a¤r›lar›, bulan›k görme, iflitme kayb›, bafl dönmesi gibi etkiler tan›mlanm›flt›r (4).
Genetik ve Karsinojenik Etkiler: Ço¤u çal›flmada akut
veya kronik RF’a maruz kalmada direkt olarak DNA hasar›
gösterilememifl ise de bu konuda henüz kesin bir netlik
oluflturulamam›flt›r.
Cep telefonlar› erkeklerde ço¤unlukla bel bölgesinde,
kemer hizas›nda tafl›nmaktad›r. Cep telefonlar›; frekans›n
yo¤unlu¤u, SAR de¤erleri, birden fazla telefon tafl›nmas›,
baz istasyonlar›n›n durumu, hücresel iletiflim sisteminin
yo¤unlu¤u, telefonlar›n aç›k, kapal› veya konuflma durumu, kayna¤›n güç yo¤unlu¤u, maruziyet süresi testisler
üzerine etkiyi de¤ifltirebilir.
Histopatoloji
Testisler, ›s› art›fl›ndan etkilendiklerinden elektromanyetik enerjinin kalitesi ve kantitesi ile maruziyet süreleri
etkilerin fliddetini de¤ifltirecektir. Bu amaç göz önüne al›narak, sonuçlar› birbirleri ile çeliflkili, deneysel ve klinik çal›flmalar yap›lm›flt›r. Baz› araflt›rmac›lar yüksek dozda akut
etkinin, testis dejenerasyonuna ve üretim kapasitesinde
azalmaya neden oldu¤unu ve termoregülasyonun bozulmas›na ba¤l› oldu¤unu aç›klamalar›na ra¤men (6,7) Saunders ve Kowalczuk 100 W/m2 düzeyinde testislere akut
etkisi olmad›¤›n› ifade ettiler (8). Akda¤ ve ark ise, kronik
sürede ve düflük yo¤unlukta maruziyet durumlar›nda 13.
günde testis ve epididim dokular›nda etki gözlemezlerken, 26, 39 ve 52. günlerde; interstisiyel ödem, tübüller-
309
‹NFERT‹L‹TE
de nekroz ve atrofi, interstisiyel ödem, metaplazi, mononükleer hücre infiltrasyonu, perforasyon, fibroblastik aktivitede art›fl gözlediklerini bildirmifllerdir (9). Akgül ve ark,
görüflme modunda 1.53 W/kg, aktif durumda 0.49 W/kg
SAR de¤eri olan cep telefonu 2 ay boyunca günde 30 dk
görüflme modunda kullan›ld›lar ve testis dokular›nda histopatolojik farkl›l›k bulunamad›lar. Tübül çaplar› ve Johnson skorlar› da de¤iflmemiflti (10). Riberio ve ark da testiküler histolojinin etkilenmedi¤ini, lipid bileflimi ve peroksidasyonunun de¤iflmedi¤ini bildirilmifltir (11).
Spermatogenez, üreme ve in vitro fertilizasyon
Akut veya kronik maruziyet durumlar›nda epididimal
sperm say›s›, günlük sperm üretimi de¤iflmemektedir
(8,12). Buna karfl›n sperm say›s›, sperm morfolojisinde
de¤ifliklikler, testiküler fonksiyon ve üreme kapasitesinde
azalma da gösterilmifltir. Clearly ve ark ise izotermal durumlarda epididimal spermin fertilizasyon kapasitesinde
azalma görülebilece¤ini bildirmifllerdir (13). Bununla birlikte, Hall ve ark., 2.45 GHz mikrodalga (MW) uyguland›¤›nda ise sperm fertilizasyon kapasitesinde ve yaflam süresinde, anormal sperm yüzdesinde de¤ifliklik tan›mlamam›fllard›r (14). McRee ve ark. da embriyogenez esnas›nda
maruziyet durumunda sperm say›s› ve üreme kapasitesinde azalma bildirmifllerken (15), Akda¤ ve ark sperm maturasyonunun da etkilendi¤ini göstermifllerdir (9).
Chowdhury ve Steinberger 15 dk süre ile rat testislerini 430C’lik ›s›ya maruz b›rakt›klar›nda erken primer spermatositler ile geç primer ve bölünen spermatositlerin etkilendi¤ini ifade etmifllerdir (16). Ancak bu çal›flmada rat
testislerindeki ›s› miktar›n›n normalin oldukça üzerinde oldu¤u görülmektedir. Bununla birlikte Saunders ve Kowalczuk da erken/geç primer ve sekonder spermatositlerin daha çok, buna karfl›n tip B spermatogonialar›n daha
az etkilendiklerini sunmufllard›r (6). Primer ve sekonder
spermatositlerin ölümcül hasar›, spermatogenez zincirinde bozulmaya yol açacakt›r (7). Is›, sinsityumlar›n stoplazmik köprülerinde bulunan proteinlerin denatürasyonuna
yol açabilir, sinsityumlardaki hücrelerin baz›lar›nda hasar
meydana gelir, bu da sertoli hücrelerindeki mitojenik polipeptidlerin y›k›lmas›yla bölünen hücrelerin ölümüne neden olur. Hücre siklus kineti¤i regülasyonu bozulur ve
hem spermatogonia hem de preleptoten spermatositler
etkilenir (7,9). ‹lginç olarak Aitken ve ark, spermatoge-
310
Derleme
nezde de¤iflim olmamas›na ra¤men, epididimal sperm
hücresindeki mitokondrial DNA ve nükleer ß-globulin lokuslar›nda hasar göstermifllerdir (17). Birçok araflt›rmac›
üreme kapasitesinde azalmaya neden oldu¤unu göstermiflken (9), di¤erleri epididimal sperm say›s›, günlük
sperm üretimi, testiküler fonksiyonu de¤ifltirmedi¤ini saptam›fllard›r (8,12). Baz› araflt›rmac›lar, ›s› artt›¤›nda testislerde oksidatif hasar ve germ hücre apoptozisi bildirmifller (12,18), Riberio ve ark., da epididim sperm say›s›n›n
de¤iflmedi¤ini, sertoli hücre say›s›n›n artt›¤›n›, pakiten
spermatosit / sertoli hücre oran›n›n ise azald›¤›n› belirtmifllerdir (11). Embriyogenez esnas›nda ise MW’a maruz
kalan adult ratlarda sperm say›s› ve üreme kapasitesinde
azalma görüldü¤ü belirtilmifltir (19).
Klinik çal›flmalarda, uzun süre cep telefonu kullan›m›n›n sadece sperm motilitesi üzerinde etkili oldu¤u saptanm›flt›r (20). MW ve radara maruz kalan askerlerde yap›lan
baz› çal›flmalarda da seminal parametrelerde kötüleflme
gösterilmifltir (21). Ortalama 8 y›l MW’a maruz kal›nd›¤›nda sperm konsantrasyonu ve sperm motilitesinde azalma,
anormal sperm morfolojisinde artma saptanm›flt›r. Üçte
ikisinde de maruziyet durdurulduktan 3 ay sonra spermatogenezde düzelme tespit edilmifltir (22). Farkl› olarak ise,
askerlik görevleri esnas›nda radara maruz kalan 33 erke¤in sperm parametrelerinde istatistiksel olarak herhangi
bir fark izlenmemifltir (23). Amerikan Üreme Sa¤l›¤› Derne¤i'ne göre, günde 4 saatten fazla konuflan erkeklerin
sperm miktar› ve kalitesinde büyük düflüfl bulunmaktad›r
(24).
Hormonlar ve kanser
Hipotalamo-hipofiz-testis aks›ndaki de¤iflimlerin fertiliteyi olumsuz yönde etkiledi¤i bilinmektedir. Riberio ve
ark., serum testesteron seviyesini etkilemedi¤ini (11) belirtse de, Stevens melatonin üretimini bask›layarak karsinogenezisi indükledi¤ini ileri sürmüfllerken (25); aral›kl›
MW dalga ile yap›lan çal›flmalarda melatonin veya hipotalamo-hipofiz-adrenal aks›ndaki di¤er hormonlar›n normal sirkadiyen ritimlerinde bozulmalar tespit edilememifltir (26). Çok yüksek dozlarda k›sa veya uzun süreli MW
veya RF; hücre içi nükleus ve DNA’da hasarlar olufltururken (27-29); Daflda¤ ve ark., testiküler dokuda p53’ün etkilenmedi¤ini ifade etmifllerdir (30). Cep telefonlar›n›n
testis kanserini artt›rd›¤› görüflleri üzerine Hardell ve ark
Derleme
seminom ve nonseminomlu hastalar›n analog, dijital veya
kablosuz telefon kullan›mlar›ndaki oranlar ile kontrol grubunun kullan›m oranlar› aras›nda istatistiksel bir fark bulamam›fllard›r. Buna ra¤men yine de uzun süreli sa¤l›k etkisinin d›fllanmamas› gerekti¤i vurgulanm›flt›r (31).
Sonuç
Sonuç olarak, çal›flmalarda standardizasyon eksikli¤ine
‹NFERT‹L‹TE
ba¤l› görülen tart›flmal› sonuçlar ve genellikle k›sa dönem
etkiler bulunmaktad›r. Cep telefonlar›, termal etkilerinden
dolay› vücut/skrotal ›s›y› art›rmaktad›rlar. Bugüne kadar
yap›lan araflt›rmalarda insan vücudunun 10C s›cakl›k art›fl›n› dahi düzenleyemedi¤i gözlenmifltir. Cep telefonlar› ço¤u zaman standby konumunda durdu¤undan ve konuflma
esnas›nda testislerden uzak oldu¤undan testisleri az etkiledi¤i düflünülse de, klinik çal›flmalarda bildirilen negatif
etkiler göz ard› edilmemelidir.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
Aniolczyk H. Electromagnetic field pattern in the environment of GSM
base stations. Int J Occup Med Environ Health. 1999; 12(1):47-58.
Ono T, Saito Y, Komura J, Ikehata H, Tarusawa Y, Nojima T, Goukon K,
Ohba Y, Wang J, Fujiwara O, Sato R: Absence of mutagenic effects of
2.45 GHz radiofrequency exposure in spleen, liver, brain, and testis of
lacZ-transgenic mouse exposed in utero. Tohoku J Exp Med. 2004; 202:
93-103.
Özen fi, Onural Afi, Çömlekçi S, Çerezci O. 900 MHz em ›fl›n›m›n insan
beyninde oluflturdu¤u s›cakl›k art›fl›n›n ve ÖSO’nun beyin eflde¤er modeli kullanarak deneysel olarak belirlenmesi. GÜ Fen Bilimleri Dergisi
2004; 17(3): 127-132.
Hyland GJ. Physics and biology of mobile telephony. The Lancet 2000;
356: 1833-36.
Dasdag S, Zulkuf Akdag M, Aksen F, Yilmaz F, Bashan M, Mutlu Dasdag
M, Salih Celik M. Whole body exposure of rats to microwaves emitted
from a cell phone does not affect the testes. Bioelectromagnetics 2003;
Apr;24(3):182-8.
Saunders RD, Kowalczuk CI. Effects of 2.45 GHz microwave radiation
and heat on mouse spermatogenic epithelium. Int J Radiat Biol Relat
Stud Phys Chem Med. 1981; Dec;40(6):623-32.
Gasinska A, Hill S. The effect of hyperthermia on the mouse testis.
Neoplasma. 1990; 37(3):357-66.
Saunders RD, Kowalczuk CI. The effect of acute far field exposure at
2.45 GHz on the mouse testis. Int J Radiat Biol Relat Stud Phys Chem
Med. 1981; 39:587-596.
Akda¤ ZM, Çelik MS, Ketani A, Nergiz Y, Deniz M, Daflda¤ S. Effect of
chronic low-intensity microwave radiation on sperm count, sperm morphology, and testicular and epididymal tissues of rats. ElectroMagnetobiology. 1999; 18 (2): 133-145.
Akgül T, Nuho¤lu B, Ayy›ld›z A., Fidan V, Üstün H, Germiyano¤lu C. Cep
telefonu kullan›m›n›n testis histopatolojisi üzerine erken dönemde etkisi var m›d›r? Deneysel bir çal›flma, Türk Üroloji Dergisi 2006; 32: 327331.
Ribeiro EP, Rhoden EL, Horn MM, Rhoden C, Lima LP, Toniolo L. Effects
of subchronic exposure to radio frequency from a conventional cellular
telephone on testicular function in adult rats. J Urol. 2007;177:395399.
Lebovitz RM, Johnson L. Acute, whole-body microwave exposure and
testicular function of rats. Bioelectromagnetics. 1987; 8(1):37-43.
Cleary SF, Liu LM, Graham R, East J. In vitro fertilization of mouse ova
by spermatozoa exposed isothermally to radio-frequency radiation.
Bioelectromagnetics. 1989;10(4):361-9.
Hall CA, McRee DI, Galvin MJ, White NB, Thaxton JP, Christensen VL.
Influence of in vitro microwave radiation on the fertilizing capacity of
turkey sperm. Bioelectromagnetics. 1983; 4(1):43-54.
McRee DI, Thaxton JP, Parkhurst CR. Reproduction in male Japanese
quail exposed to microwave radiation during embryogeny. Radiat Res.
1983; Oct;96(1):51-8.
Chowdhury AK, Steinberger E. Early changes in the germinal epithelium
of rat testes following exposure to heat. J Reprod Fertil. 1970;
Jul;22(2):205-12.
17. Aitken RJ, Bennetts LE, Sawyer D, Wiklendt AM, King BV. Impact of radio
frequency electromagnetic radiation on DNA integrity in the male
germline. Int J Androl. 2005; Jun;28(3):171-9.
18. Cairnie AB, Harding RK. Cytological studies in mouse testis irradiated
with 2.45-GHz continuous-wave microwaves. Radiat Res. 1981;
Jul;87(1):100-8.
19. Kowalczuk CI, Saunders RD, Stapleton HR. Sperm count and sperm
abnormality in male mice after exposure to 2.45 GHz microwave radiation. Mutat Res. 1983; Nov;122(2):155-61.
20. Fejes I, Zavaczki Z, Szollosi J, Koloszar S, Daru J, Kovacs L, Pal A. Is there
a relationship between cell phone use and semen quality? Arch Androl.
2005; Sep-Oct;51(5):385-93.
21. Ahlbom A, Green A, Kheifets L, Savitz D, Swerdlow A; ICNIRP
(International Commission for Non-Ionizing Radiation Protection)
Standing Committee on Epidemiology. Epidemiology of health effects of
radiofrequency exposure. Environ Health Perspect. 2004;
Dec;112(17):1741-54.
22. Lancranjan I, Maicanescu M, Rafaila E, Klepsch I, Popescu HI. Gonadic
function in workmen with long-term exposure to microwaves. Health
Phys. 1975; Sep;29(3):381-3.
23. Schrader SM, Langford RE, Turner TW, Breitenstein MJ, Clark JC, Jenkins
BL, Lundy DO, Simon SD, Weyandt TB. Reproductive function in relation
to duty assignments among military personnel. Reprod Toxicol. 1998;
Jul-Aug;12(4):465-8.
24. http://www.ivf.net/ivf/index.php?page=out&id=2334
25. Stevens RG. Electric power use and breast cancer: a hypothesis. Am J
Epidemiol. 1987; Apr;125(4):556-61.
26. de Seze R, Ayoub J, Peray P, Miro L, Touitou Y. Evaluation in humans of
the effects of radiocellular telephones on the circadian patterns of
melatonin secretion, a chronobiological rhythm marker. J Pineal Res.
1999; Nov;27(4):237-42.
27. Sykes PJ, McCallum BD, Bangay MJ, Hooker AM, Morley AA. Effect of
exposure to 900 MHz radiofrequency radiation on intrachromosomal
recombination in pKZ1 mice. Radiat Res. 2001; Nov;156(5 Pt 1):495502.
28. Tice RR, Hook GG, Donner M, McRee DI, Guy AW. Genotoxicity of
radiofrequency signals. I. Investigation of DNA damage and micronuclei
induction in cultured human blood cells. Bioelectromagnetics. 2002;
Feb;23(2):113-26.
29. Mashevich M, Folkman D, Kesar A, Barbul A, Korenstein R, Jerby E, Avivi
L. Exposure of human peripheral blood lymphocytes to electromagnetic
fields associated with cellular phones leads to chromosomal instability.
Bioelectromagnetics. 2003; Feb;24(2):82-90.
30. Dasdag S, Ketani MA, Akdag Z, Ersay AR, Sari I, Demirtas OC, Celik MS.
Whole-body microwave exposure emitted by cellular phones and testicular function of rats. Urol Res. 1999; 27: 219-223.
31. Hardell L, Carlberg M, Ohlson CG, Westberg H, Eriksson M, Hansson Mild
K. Use of cellular and cordless telephones and risk of testicular cancer.
Int J Androl. 2007; Apr;30(2):115-22. Epub 2006 Dec 20.
311
‹NFERT‹L‹TE
Derleme
Globozoospermi
Emb. Zeynep G. Tokat, Dr. Hakan K›ran
Prof. Dr. M. Turan Çetin Kad›n Sa¤l›¤› ve Tüp Bebek Merkezi
‹nfertilite üreme ça¤›ndaki çiftlerin %12’sini etkileyen
bir sorundur ve erkek faktörü tek bafl›na bu sorunun
%50’sini oluflturmaktad›r. Erkek infertilitesinin birçok nedeni aç›klanm›flt›r. Bunlardan baz›lar› genetik kaynakl›d›r.
Bunlar; Klinefelter sendromu (XXY), Robertsonian veya resiprokal translokasyonlar veya Y kromozomunun uzun kolu üstündeki AzFa, AzFb veya AzFc bölgelerindeki mikrodelesyonlar gibi kromozomal anomalileri içermektedir (1).
Ayr›ca ço¤u vakada vas deferensin kongenital bilateral
yoklu¤u (CBAVD), veya CFTR geninde mutasyonlar görülebilmektir (2).
Folikül stimülan hormon (FSH), luteinizan hormon (LH)
veya Anti –Müllerian Hormon (AMH) reseptörlerindeki
gen mutasyonlar› da infertil erkek hastalarda görülebilmektedir. ‹nsan spermatozoalar›n›n fertilizasyon potansiyellerinin en iyi göstergelerinden biri sperm morfolojisidir. Sperm bafl›na ait ciddi anomalileri olan hastalarda fertilizasyon sa¤lanabilse bile gebeli¤in baflar›l› bir flekilde
devam flans› düflük kalmaktad›r. Sperm hücresi bafl, boyun, orta parça ve kuyruk bölümlerinden oluflur. Bafl bölümünün büyük k›sm›n› kompakt yap›daki nükleus kaplar
ve içinde paternal DNA bulunmaktad›r. Bafl bölgesinde
ayn› zamanda akrozom ve plazma zar› yer almaktad›r. Akrozom golgi organelinden türemifl, bafl›n dörtte üçünü
kaplayan bir yap›d›r. Akrozomal membranlar aras›ndaki
matrikste yer alan hidrolitik enzimler akrozomal reaksiyon
ve oosit penetrasyonunda rol oynar. Akrozomun alt›nda
post akrozomal segment yer al›r ve bu bölge genelde
sperm ile oosit membran füzyonunun gerçekleflti¤i bölgedir. Akrozoma ait ana yap›sal defektler, akrozomun k›smi
yoklu¤u, komplet yoklu¤u, intranükleer inklüzyonlar›n
varl›¤›, akrozomun dejenerasyonu ve hipoplazisidir (3).
Globozoospermia teratozoospermia’n›n ender gözlenen bir tipidir ve yuvarlak spermatik bafllar, akrozom veziküllerinin yoklu¤u, midpiece ve kuyruktaki organizasyon
bozukluklar› ile karakterizedir. Nükleer hasar anormal kro-
312
matin paketlenmesi (4) ve mitokondri anomalileri ile iliflkilidir (5).
Globozoospermia infertil erkek hastalar›n %0,1’inde
gözlenen, spermin kendi bafl›na oositi fertilize etme kabiliyetinin olmad›¤› bir durumdur. Spermatozoan›n oosite
ba¤lanmas› ve genetik materyalin transferi için, akrozomun morfolojik ve fonksiyonel yönden tam olmas› gerekir. Bu nedenle akrozomda meydana gelebilecek eksiklik
ve bozukluklar spermatozoan›n fertilizasyon kapasitesinin
bozulmas›na yol açar (6). Globozoospermia; akrozomun
tamamen yoklu¤u, sperm orta bölgesinin dezorganizasyonu, zonaya ba¤lanamama ve infertilite ile giden, henüz
genetik nedeni tam olarak belirlenememifl bir durumdur.
‹ntra Sitoplazmik Sperm Enjeksiyonu (ICSI) (7) yöntemi ile birlikte, ciddi erkek infertilitesine sahip bu çiftlere
yeni bir tedavi alternatifi sunulmufl oldu. Ancak globozoospermia vakalar›nda sonuçlar tam olarak birbirini desteklememektedir. Bir k›s›m araflt›r›c›lar fertilizasyon, gebelik
ve canl› do¤um rapor ederken (8-15), baz›lar› ise düflük
fertilizasyon veya fertilizasyon baflar›s›zl›¤› (16-19) bildirmifllerdir. Fertilizasyon oranlar›ndaki farkl›l›klar, bu probleme sahip erkeklerin ejakülatlar›ndaki yuvarlak bafll› sperm
formlar›n›n de¤iflken oranlar›ndan kaynaklanabilmektedir
(20).
Globozoospermia ilk defa 1965 y›l›nda Myhöfer taraf›ndan rapor edilmifltir (21). Bu patolojide spermatozoonlarda spermiyogenez esnas›nda golgi cisimci¤inden geliflen akrozomal vezikül sperm bafl›n›n ön k›sm›na göç edip
toplanamaz ve bu flekilde akrozomu olmayan, küresel
sperm bafllar› görülür. Globe (küre) fleklindeki sperm bafl›
ile beraber genifl vakuoller içeren anormal flekilli nükleus
mevcuttur. Globozoospermia’ya sahip hastalarda semen
analizi genellikle konsantrasyon ve motilite yönünden
normaldir.
Akrozomu olmayan spermatozoona sahip erkek hastalar infertil say›l›rlar (22) çünkü akrozomsuz spermatozoa
Derleme
zona pellucidaya ba¤lanamazlar, konvansiyonel In Vitro
Fertilizasyon (IVF) esnas›nda oositlere penetre olamazlar
(23-25). Bu nedenle IVF ve subzonal sperm enjeksiyonu
(SUZI) ile gebelik elde etmek mümkün de¤ildir.
Globozoospermian›n 2 alt tipi tan›mlanm›flt›r (26). Tip
1; bir proteinaz olan akrozinin, hücre iskeleti proteini olan
kalisinin (27) ve akrozomal membran›n tamamen yoklu¤u
ile karakterizedir. Yuvarlak bafllar genelde büyük vakuol
bölgelerine sahip anormal flekilli nükleusa sahiptirler. Kromatin genelde de¤iflen miktarlarda sitoplazma ile çevrilidir (13). Bu spermatozoan›n zona pellusidaya penetre olma kabiliyeti yoktur. Akrozom ve kuyruklar›nda, mitokondri ve mikrotübüllerinde yap›sal bozukluklar görülür (28)
ve primer infertilite nedenidirler. Tip 2 globozoospermiada ise; konik bir nükleusa efllik eden çok az miktarda akrozom bulunmaktad›r. Spermatozoa büyük dropletlerle
beraber sitoplazmik materyal ile çevrelenmifltir. Bu tip infertilitenin düflük motiliteden kaynakland›¤› düflünülmektedir (26) ancak gonadotropinler kullan›larak bu grupta
gebelikler elde edilebilmifltir (29).
Genetik araflt›rmalar
Erkek infertilitesi ile kromozomal anomaliler yak›n iliflki içindedirler. Genel populasyona göre infertil erkeklerde
10 kat daha fazla anormal kromozomal yap› saptanm›flt›r
(30). Aile vakalar›n›n varl›¤›, globozoosperminin genetik
olarak aktar›lan bir durum oldu¤unu düflündürmektedir,
ancak kal›t›m modeli ve bu patolojiden sorumlu genler
halen tam olarak bilinmemektedir (19,20,27). Yak›n zamanda kazein kinaz II α’ katalitik alt ünitesi bulunmayan
fareler gözlenmifltir. Bu mutant fare, insan globozoospermi sendromunu hat›rlatan tek tip fenotip göstermektedir.
Epididimal bölümde yaflayan sperm hücrelerinin
%100’ünün yuvarlak bafla sahip, akrozomsuz, k›r›k kuyruklu, anormal spermatozoa oldu¤u görülmüfltür (31).
Globozoospermia, karyotipin normal olmas›na ra¤men
ICSI programlar›nda çok düflük baflar›n›n elde edildi¤i
(32), sperm morfolojisinin fertilizasyon oranlar›n› etkiledi¤i yegane patolojidir (8,9,10,33). Düflük fertilizasyon oran› anormal oosit aktivasyonu ile aç›klanabilir (14,16,34).
Yuvarlak bafll› spermatozoan›n düflük fertilizasyon oran›n›,
fertilizasyon sonras› embriyonik geliflimi desteklemedeki
yetersizli¤ini, genetik veya çevresel defektleri, ICSI sonras› oosit aktivasyonundaki düflük baflar›s›n› aç›klamaya ça-
‹NFERT‹L‹TE
l›flan bir çok teori ortaya konmufltur. Aktivasyon baflar›s›zl›¤› ve oositin mayozu tamamlamas›ndaki baflar›s›zl›¤›n
büyük oranda Prematür Kromatin Kondensasyonu (PCC)
ile ilgili oldu¤u düflünülmektedir. Oosit aktive olmad›¤›nda, sperm enjeksiyonundan sonra PCC meydana gelir.
Ooplazmada kromozom kondanse edici faktörler sperm
nükleusuna do¤ru göç edip PCC yi indüklerler. ICSI sonras› fertilize olmayan oositlerin haploid PCC setine sahip olduklar› gözlenmifltir (13). Edirisinghe ve ark. ICSI sonras›
normal spermatozoaya k›yasla yuvarlak bafll› spermatozoada PCC’nin daha yüksek oranda oldu¤unu göstermifllerdir (17). Bu tip spermatozoan›n sperm immobilizasyonu esnas›nda oluflan hasara karfl› daha hassas olabilecekleri de ileri sürülmüfltür (13,17). Ditzel ve ark. kromozom
13, 16 ve 21 anöploidi oranlar›n›n Floresence In Situ Hibridizasyon (FISH) ile de¤erlendirilmesi sonucu bu oranlar›n globozoospermik hastalarda daha yüksek oldu¤unu
gözlemifllerdir. (35). Carrel ve ark. iki erkek kardeflte kromozom X, Y, 13, 18 ve 21 anöploidi oranlar›n› çal›flm›fllar, iki kardefl aras›nda farkl›l›klar olmakla beraber, anöploidi oranlar›n›n normal popülasyondan daha yüksek oldu¤unu saptam›fllard›r (36). Gerloff ve ark. globozoospermisi olan iki erkek kardeflin ve babalar›n›n spermlerini ultra strüktürel olarak de¤erlendirmifl, baban›n spermlerinin
%94 normal flekle sahip oldu¤unu belirtmifltir. Çocuklar›n
her ikisinin de spermlerinde akrozom görülememifl ve bu
nedenle genetik geçiflin monojenik de¤il, polijenik ve polimorfik olabilece¤ini ileri sürmüfllerdir (29). Morel ve ark.
FISH ile iki hastada kromozom 7, 9, 13, 18, 21, X ve Y
anöploidi oranlar›n› de¤erlendirmifllerdir. ‹ki hasta aras›nda 13 ve 21 disomi oranlar› bak›m›ndan anlaml› bir fark
oldu¤unu göstermifllerdir (37). Vicari ve ark. sperm kromatin paketlenme kalitesini ve DNA fragmantasyonunu
araflt›rm›fllar ve kontrol grubuna göre anlaml› farkl›l›k saptam›fllard›r. Bu nedenle globozoospermik hastalarda kromatin yap›s›n›n anormal oldu¤unu ve DNA’da k›r›klar›n
bulundu¤unu belirtmifllerdir (38). Taflk›ran ve ark. Y kromozom mikrodelesyonlar› ile globozoospermia aras›ndaki iliflkiyi 3 AZF bölgesi, RBM1, ZFY, SRY, sY78, CDY, BPY2
ve PRY’ yi Y kromozom mikrodelesyonlar› aç›s›ndan Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) kullanarak araflt›rm›fl, ancak globozoospermia ile Y kromozom mikrodelesyonlar›
aras›nda herhangi bir iliflki bulamam›fllard›r (39). Martin ve
ark. globozoospermik erkeklerde kromozom anöploidisi
ve diploidi frekanslar›n› 1, 15, 21, X ve Y kromozomlar›
313
‹NFERT‹L‹TE
üzerinde FISH yöntemi ile araflt›rm›flt›r. Bu hastalarda belirgin artm›fl XY disomisi gözlenirken, anöploidi ve diploidide herhangi bir anlaml› farkl›l›k izlenmemifltir (40). Pirrelo ve ark. globozoospermia hastalar›ndan ikisinin kardefllerinde de ayn› problemin oldu¤unu gözleyip, sendromun otozomal resesif olabilece¤ini ileri sürmüfllerdir (34).
Zeynelo¤lu ve ark. globozoospermik hastada, FISH sonras› artan numerik kromozom anomalilerine ve AZFa; sY86
ve AZFb ; sY131 bölgelerinde mikrodelesyonlara rastlam›fllard›r (15). Stone ve ark. çal›flmalar›nda globozoospermian›n ailesel varl›¤›n› gözlemifl, ancak kal›t›m›n›n henüz
bilinmedi¤ini aç›klam›fllard›r (13). Kal›t›m›n otozomal resesif, otozomal dominant, X’e ba¤l› dominant (41) veya
polijenik oldu¤u ileri sürülmektedir (36). Globozoospermik hastalarda mikrodelesyon varl›¤›n› gösteren çal›flmalar literatürde çok s›n›rl› say›da bulunmaktad›r. Bunun nedeni muhtemelen bu patolojinin ender görülmesidir.
Spermde artan FISH anomalileri ve genetik aras›ndaki
ba¤lant› globozoospermian›n oluflum mekanizmas›na ›fl›k
tutabilir. Son zamanlarda farelerde sterilite ve globozoospermiye sebep olan bir tek gen defekti gösterildi. Hrb geni vezikül göçünde ve füzyonunda rol alan bir proteini
kodlamaktad›r. Bu geni tafl›mayan erkek farelerin zonaya
tutunamayan, fertilizasyon yetene¤i olmayan akrozomsuz
spermatozoon üretti¤i görülmüfltür (42). Globozoospermian›n genetik mekanizmas›n› aç›klayabilmek için flu anda henüz bilinmeyen polimorfolojilerin veya gen mutasyonlar›n›n keflfedilmesi gerekmektedir.
Globozoospermi ve fertilite
Akrozomsuz spermler zona pellusidaya ba¤lanamazlar. Bu nedenle IVF ve SUZI sonras›nda gebelik elde edilememifltir. ‹lk kez 1994 y›l›nda Lundin ve ark. ICSI sonras› bir hastada ikiz gebelik ve do¤umu bildirmifllerdir (8).
Troukodes ve ark. 1995 y›l›nda ICSI sonras› gebelik elde
Derleme
edip sa¤l›kl› bebek do¤urtmufllard›r (10). Rybouchkin ve
ark., ICSI uygulad›klar› hastalar›nda oosit aktivasyonunda
bozukluk saptamalar› nedeniyle, aktivasyon için kalsiyum
klorür ve ionofor tedavisi uygulam›fllar ve oluflan embriyolar›n transferi ile gebelik elde etmifllerdir (32). Kim ve
ark. ilk defa globozoospermik hastan›n spermleriyle yap›lan enjeksiyondan sonra geliflen dondurulmufl embriyolar› kullanarak gebelik elde etmifllerdir (43). Kilani ve ark. 5
siklusta enjeksiyonlar sonras› %38 fertilizasyon ve bir canl› do¤um elde etmifllerdir (44).
Rybouckin ve ark. yuvarlak bafll› spermatozoan›n ICSI
sonras› fare oositlerini aktive etmede baflar›s›z olduklar›n›
göstermifllerdir (45) . Bu spermlerde, sperm ba¤lant›l› oosit aktive edici faktörün yoklu¤u veya düflük regülasyonundan ötürü, spermlerin oosit aktivasyonunda yetersiz
kald›klar› kabul edilmektedir. Ancak oositlere kalsiyum
klorür (CaCl2) enjeksiyonu veya oositlerin ionofor ile muamele edilmesi sonucu fertilizasyon oranlar›nda art›fl, normal embriyo klivaj› ve sa¤l›kl› do¤um elde edilebilmifltir.
Bu yüzden e¤er oosit aktivasyonu elde edilirse, globozoospermik spermatozoa fertilizasyonu ve embriyo geliflimini sa¤layabilir (32, 4). Buna karfl›n; baz› hastalarda globozoospermia fertilizasyon ve klivaj sonras›ndaki embriyo
geliflimini tehlikeye atmaktad›r (5). Bunlar›n ileri embriyonik geliflimi destekleyememesinin nedeni muhtemelen
anormal kromatin paketlenmesi, hasarl› DNA veya her ikisi birden olabilir (46). Teratozoospermian›n di¤er formlar›
gibi globozoospermiada da DNA dizi k›r›klar›ndaki art›fl;
spontan abortuslar›n, malformasyonlar›n, kanser ve genetik hastal›klar›n görülme s›kl›¤›n› da art›rmaktad›r (47).
Günümüzde globozoospermian›n gerçek etiyolojisi tam
olarak bilinmemektedir. Globozoospermik erkeklerle yap›lacak ileri çal›flmalar ICSI baflar›s› ile kromatin bütünlü¤ü
ve oosit aktivasyon defektleri aras›ndaki iliflkileri daha net
ortaya koyacak ve patolojinin gerçek nedeninin ayd›nlat›lmas›n› sa¤layacakt›r.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
Layman LC (2002) Human gene mutations causing infertility. J Med
Genet 39,153- 161.
Stuhrmann M and Dork T (2000) CFTR gene mutations and male infertility. Andrologia 32,71-83.
Kupker W, Schultze-Mosgau A, Diedrich K (1998) Paracrine changes in
the peritoneal environment of women with endometriosis. Human
Reprod 5:5719-5723
Larson KL, Brannian JD, Singh NP, Burbach JA, Jost LK, Hansen KP,
Kreger DO and Evenson DP (2001) Chromatin structure in globozoospermia: a case report. J Androl 22,424-431.
314
5.
6.
7.
Battaglia DE, Koehler JK, Klein NA and Tucker MJ (1997) Failure of
oocyte activation after intracytoplasmic sperm injection using roundheaded sperm. Fertil Steril 68,118-122.
Aitken RJ, Kerr L, Bolton V et al. (1990) Analysis of sperm function in
globozoospermia: implications fort he mechanism of sperm zona interaction. Fertil Steril 54,701-707.
Palermo G, Joris H, Devroey P and Van Steirteghem AC (1992)
Pregnancies after intracytoplasmic injection of single spermatozoon
into an oocyte. Lancet 340,17-18
Derleme
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
Lundin K, Sjogren A, Nilsson L and Hamberger L (1994) Fertilization and
pregnancy after intracytoplasmic microinjection of acrosomeless spermatozoa. Fertil Steril 62,1266-1267.
Liu J, Nagy Z, Joris H, Tournaye H, Devroey P and Van Steirteghem AC
(1995) Successful fertilization and establishment of pregnancies after
intracytoplasmic sperm injection in patients with globozoospermia.
Hum Reprod 10,626-629.
Trokoudes KM, Danos N, Kalogirou L, Vlachou R, Lysiotis T, Georghiades
N, Lerios S and Kyriacou K (1995) Pregnancy with spermatozoa from a
globozoospermic man after intracytoplasmic sperm injection treatment. Hum Reprod 10,880-882.
Tasdemir I, Tasdemir M, Tavukcuoglu S, Kahraman S and Biberoglu K
(1997) Effect of abnormal sperm head mophology on the outcome of
intracytoplasmic sperm injection in humans. Hum Reprod 12,12141217.
Kilani ZM, Shaban M, Ghunaim SD, Keilani SS and Dakkak AI (1998)
Triplet pregnancy and delivery after intracytoplasmic injection of
roundheaded spermatozoa. Hum Reprod 13,2177-2179.
Stone S, O’Mahony F, Khalaf Y, Taylor A and Braude P (2000) A normal
livebirth after intracytoplasmic sperm injectiom for globozoospermia
without assisted oocyte activation. Hum Reprod 15, 139-141.
Nardo LG, Sinatra F, Bartolomi G, Zafarana S and Nardo F (2002)
Ultrastructional features and ICSI treatment of severe teratozoospermia: Report of two human cases of globozoospermia. Eur J Obstet
Gynecol Reprod Biol 104,40-42
Zeyneloglu HB, Baltaci V, Duran HE, Erdemli E and Batioglu S (2002)
Achivement of pregnancy in globozoospermia with Y chromosome
microdeletion after ICSI. Hum Reprod 17,1833-1836.
Battaglia DE, Koehler JK, Klein NA and Tucker MJ (1997) Failure of
oocyte activation after intracytoplasmic sperm injection using roundheaded sperm. Fertil Steril 68,118-122.
Edirisinge WR, Murch AR, Junk SM and Yovich JL (1998) Cytogenetic
analysis of unfertilized oocytes following intracytoplasmic sperm injection using spermatozooa from a globozoospermic man. Human Reprod
13,3094-3098.
Khalili MA, Kalantar SM, Vahidi S and Ghafour-Zadeh M (1998) Failure
of fertilization following intracytoplasmic injection of round-headed
sperm. Ann Saudi Med 18,408-411.
Viville S, Mollard R, Bach M-L, Falquet C, Gerlinger P and Warter S
(2000) Do morphological anomalies reflect chromosomal aneuploidies?
Hum Reprod 15,2563-2566.
Syms AJ, Johnson AR, Lipshultz LI and Smith RG (1984) Studies on
human spermatozoa with round head syndrome. Fertil Steril 42,431435.
Meyhofer W. (1965) Contribution to the cytophotometric evaluation of
pathologically changed spermatozoa with special reference to roundshaped spermatozoa following Feulgen and fast gren staining. Z Haut
Geschlechtskr 39,174-182.
Schirren CG, Holstein AF and Schirren C (1971) Über die Morphogenese
rund-köpfiger Spermatozoen des Menschen. Andrologia 3,117-125.
Aitken RJ, Kerr L, Bolton V and Hargreave T (1990) Analysis of sperm
function in globozoospermia: implications for the mechanism of spermzona interaction. Fertil Steril 54,701-707.
Schmiady H, Radke E and Kentenic H (1992) Round-headed spermatozoa-contraindication for IVF. Geburtshilfe Frauenheilkd 52,301-303.
Dale B, Iaccarino M, Fortunato A et al. (1994) A morphological and
functional study of fusibility in round-headed spermatozoa in the
human. Fertil Steril 61,336-340.
Singh G. (1992) Ultrastructural features of round-headed human spermatozoa. Int J Fertil 37,99-102.
Florke-Gerloff, S.F., Topfer-Peterson, E., Muller-Esterl, W. et al. (1984)
Biochemical and genetic investigation of round-headed spermatozoa in
infertile men including two brothers and their father. Andrologia
16,187-202.
‹NFERT‹L‹TE
28. Task›ran Ç, Baflaran A, ve Günalp S (2005) Globozoospermi: Erkek infertilitesinde son nokta. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derne¤i Dergisi 4,273278.
29. Lamprect IA, Kotzur B, Schopf E. (1976) Round-headed human spermatozoa. Fertil Steril 27,685-693.
30. VanAssche E, Bonduelle M, Tournaye H, et al. (1996) Cytogenetics of
infertile men. Human Reprod 11:1-24.
31. Xu X, Toselli PA, Russel LD and Seldin DC (1999) Globozoospermia in
mice lacking the casein kinase II alpha catalytic subunit. Nat Genet
23,118-121.
32. Rybouchkin A, Dozortsev D, Pelinck MJ, De Sutter P and Dhont M (1996)
Analysis of the oocyte activating capacity and chromosomal complement of round-headed human spermatozoa by their injection into
mouse oocytes. Hum Reprod 11,2170-2175.
33. Nikolettos N, Küpker W, Demirel C et al (1999) Fertilization potential of
spermatozoa with abnormal morphology. Human Reprod 14,47-70.
34. Pirrello O, Machev N, Schimdt F, Terriou P, Menezo Y and Viville S (2005)
Search for mutations involved in human globozoospermia. Human
Reprod 5,1314-1318.
35. Ditzel N, El-Danasouri I, Just W and Sterzik K (2005) Higher aneuploidy
rates of chromosomes 13, 16 and 21 in a patient with globozoospermia.
Human Reprod 81(1),217-220.
36. Carrell DT, Emery BR, Liu L (1999) Characterization of aneuploidy rates,
protamine levels, ultrastructure and functional ability of round-headed
sperm from two siblings and implications for intracytoplasmic sperm
injection. Fertil Steril 71,511-516.
37. Morel F, Douet-Gilbert N, Moerman A, et al. (2004) Chromosome aneuploidy in the spermatozoa of two men with globozoospermia. Mol
Human Reprod 10,835-838.
38. Vicari E, Perdichizzi A, De Palma A, Burrelo N, D’Agata R, Calogero AE
(2002) Globozoospermia is associated with chromatin structure abnormalities: case report. Hum Reprod 17,2128-2133.
39. Taskiran C, Baltaci V and Gunalp S (2006) Globozoospermia: Do Y-chromosome microdeletions play a role in this rare spermatogenic disorder?
J Reprod Med 51(8):628-634.
40. Martin RH, Greene C, Rademaker AW (2003) Sperm chromosome aneuploidy analysis in a man with globozoospermia. Fertil Steril 79(3):16621664.
41. Stanislavov R and Ganev V (1998) A clinico-genetic study of male infertility with globozoospermia. Akush Ginekol 37,20-22.
42. Kang-Decker N, Mantchev GT, Juneja SC, McNiven MA and Van Deursen
JM (2001) Lack of acrosome formation in Hrb-deficient mice. Science
294:1531-1533.
43. Kim ST, Cha YB, Park JM, Gye MCG (2001) Successful pregnancy and
delivery from frozen-thawed embryos after intracytoplasmic sperm
injection using round-headed spermatozoa and assisted oocyte activation in a globozoospermic patient with mosaic Down syndrome. Fertil
Steril 75:445-447.
44. Kilani Z, Ismail R, Ghunaim S and et al. (2004) Evaluation and treatment
of familial globozoospermia in five brothers. Fertil Steril 82:1436-1439.
45. Rybouchkin AV, Van der Straeten F, Quatacker J, De Sutter P and Dhont
M (1997) Fertilization and pregnancy after assisted oocyte activation
and intracytoplasmic sperm injection in a case of round-headed sperm
associated with deficient oocyte activation capacity. Fertil Steril
68:1144-1147.
46. Sakkas D, Urner F, Bianchi PG, Bizzaro D, Wagner I, Jaquenoud N,
Manicardi G, Campana A (1996) Sperm chromatin anomalies can influence decondensation after intraytoplasmic sperm injection. Hum
Reprod 11:837-843
47. Ibrahim ME, Moussa MA, Pedersen H (1988) Sperm chromatin heterogeneity as an infertility factor. Arch Androl 21:129-133
315
‹NFERT‹L‹TE
Derleme
Klinefelter sendromunda fertilitenin sa¤lanmas›
Yard. Doç. Dr. Selçuk Güven, Prof. Dr. Talat Yurdakul
Girifl
da bulunan genlerle ilgili çal›flmalar yap›lmaktad›r.
Klinefelter Sendromu (KS), jinekomasti, küçük, sert
testisler ve gonadotropinlerde yükselme ile karakterizedir. Erkeklerde en s›k rastlanan hipogonadizm ve seks
kromozomu bozuklu¤u nedenidir. Prevalans› 100 000’de
152’dir (1). Tüm azoospermik hastalar›n %11-13’ünü Klinefelter Sendromlu hastalar oluflturur (1,2). En s›k rastlanan karyotip 47, XXY’dir (%80-85). Di¤er karyotipler
(46,XX/47,XXY veya 48,XXXY; 49,XXXXY) daha ender
görülür. Fazladan bulunan X kromozomu olgular›n yaklafl›k yar›s›nda, paternal ayr›lmamadan (undysjunction) kaynaklan›r. Do¤umda testisler normal histolojik görünümde
olmas›na ra¤men adolesan dönemde fliddetli germ hücre
kayb›n› progresif tübüler hyalinizasyon izler (3).
Klinefelter Sendromlu hastalarda fertilite
Klinefelter Sendromumda gonadal bozukluk
Erken çocukluk döneminde, KS’lu hastalar›n testis histolojileri, sa¤l›kl› çocuklar›nkine benzerdir. Seminifer tübüller ve Sertoli hücreleri puberteye kadar korunur. Pubertal geliflme ile birlikte Sertoli hücreleri ile germ hücreleri
apopitotik bir sürece girerler ve tübül y›k›m›n› hyalinizasyon izler. Bu dönemi çok az say›da tübül atlat›r ve iki tip
Sertoli hücresi (Tip A, B) kal›r. Germ hücrelerinin neredeyse tamam› kaybolur (4,5). Leydig hücreleri ile ender,
odaksal spermatogenez alanlar› içeren sklerotik tübüller
bulunur (6). Çocukluk döneminde normal veya normale
yak›n düzeylerde bulunan inhibin B, yetiflkinlerde ölçülemez düzeylerdedir. Bu nedenle inhibin B’nin KS’lu hastalarda Sertoli hücre fonksiyonu ve apopitozisi de¤erlendirmek için gösterge olarak kullan›lmas› önerilmifltir (7).
Germ hücrelerinin erken yaflamda bulunmalar›na ra¤men
tamam›na yak›n›n›n puberteden sonra kaybolmas›n›n sebebi henüz netleflmemifltir. Bu konuda XXY Sertoli hücreleri, XXY germ hücreleri ve fazla say›daki X kromozomun-
316
Mozaik KS’lu hastalar›n ejakülatlar›nda sperm bulunabilirken saf Klinefelter’lilerin azoospermik olduklar› kabul
edilir. Bugüne kadar do¤al yollarla iki sa¤l›kl› bebek do¤du¤u rapor edilmifltir (3,8). Yard›mc› üreme tekniklerindeki geliflmeler ve azoospermik hastalar›n ICSI ile çocuk sahibi olmalar›yla, daha önceleri steril kabul edilen Klinefelter Sendromlu hastalar için, genetik olarak kendi çocuklar›na sahip olma flans› do¤mufltur. ‹lk kez 1997 y›l›nda Hinney ve arkadafllar› 47 XXY karyotipli bir hastan›n ejakülat
spermi ile gebelik sa¤lad›lar (9). 1998’de Palermo ve arkadafllar› testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE) ve ICSI ile
KS’lu bir hastada sa¤l›kl› do¤um elde ettiklerini bildirdiler
(10). Bizim bilgilerimize göre yard›mc› üreme teknikleri ile
bugüne kadar KS’lu babalar›n oldu¤u çiftlerin 60 çocu¤u
dünyaya gelmifltir (6,11,25).
Klinefelter Sendromlu hastalarda testis biyopsisi
Levron ve arkadafllar› 2000’de, Freidler ve arkadafllar›
ise 2001’de KS’lu hastalarda uygulad›klar› TESE ve ICSI
sonuçlar›n› yay›nlad›lar. Konuyla ilgili en genifl serili sonuçlar 2004’de Vernaeve ve arkadafllar› (50 hasta) ve
2005’de Schiff ve arkadafllar› (42 hasta) taraf›ndan bildirilmifltir (6,9). Bugüne kadar yap›lan çal›flmalar genel olarak
de¤erlendirildi¤inde; olgular›n %27-72’sinde (ortalama
%56) sperm elde edilmifltir (Tablo I). KS’u ile obstrüktif olmayan azoospermide (NOA) sperm bulunma oranlar› birbirlerine benzerdir.
KS’lu TESE uygulanm›fl hastalar›n rapor edildi¤i birçok
çal›flmada testis histolojileri hakk›nda bilgi verilmemifltir.
TESE sonras› testis histolojilerinin bildirildi¤i iki çal›flmada
ise sonuçlar uyum göstermemektedir (6, 9). Bunun testis
‹NFERT‹L‹TE
Derleme
Tablo 1: Klinefelter Sendromlu hastalarda TESE ve ICSI sonuçlar›
Friedler, 2001 (12)
Levron, 2000 (13)
Vernaeve, 2004 (9)
Seo, 2004 (14)
Schiff, 2005 (6)
Toplam
Hasta (n)
TESE (n)
Sperm +
Klinik gebelik/siklus
12
20
50
36
42
160
12
20
50
36
54
190
5 (%42)
8 (%40)
24 (%48)
10 (%27)
39 (%72)
86 (%56)
4/10
4/8
22/39
30/57
histolojilerini de¤erlendirmedeki terminoloji farkl›l›¤›ndan
kaynakland›¤› görülmektedir (Tablo II). Özellikle tübüler
skleroz ile SCOS aras›ndaki fark›n tan›mlanmas› gereklidir.
yor. Verneave ve arkadafllar› raporlar›nda; testis histolojisinde sperm bulunmufl hastalar›n hepsinde TESE’de
sperm elde ettiklerini (n=6), ancak histolojide sperm bu-
Tablo 2: Klinefelter Sendromlu hastalarda testis histolojisi
Hasta say›s›
SCOS
Mat. Arrest
Leydig hücre hiperplazisi
Bilinmeyen histoloji
Fokal hipospermatogenez
Tübüler sklerozis atrofi
Schiff ve ark. (6)
Verneave ve ark. (9)
42
34 (%62)
1 (%0.1)
9 (%16)
7 (%12)
3 (%67)
-
50
9 (%18)
3 (%6)
38 (%76)
KS’lu hastalarda testis histolojilerinin tipiyle sperm bulunma oranlar› aras›ndaki iliflki henüz bilinmemektedir.
Schiff ve arkadafllar›, bu hastalarda TESE sonras› histolojik
gruplara göre sperm bulunma oranlar›n› bildirmifllerdir
(Tablo III).
Tablo 3: Klinefelter Sendromlu hastalarda testis histolojisine göre sperm bulunma oranlar› (6).
Histoloji
Say›
Sperm + (%)
SCOS
Leydig hücre hiperplazisi
Fokal hipospermatogenezis
Maturasyon Arresti
Bilinmeyen histoloji
34
9
3
1
7
24 (%71)
3 (%33)
2 (%67)
0
6 (%86)
Obstrüktif olmayan azoospermik hastalara benzer flekilde Klinefelter Sendromlu hastalarda da TESE s›ras›nda
sperm elde edilebilece¤ini öngören klinik veya biyolojik
bir parametre belirlenememifltir. Bu konuda hastan›n yafl›,
testis hacmi, testosteron düzeyi, hCG testi, FSH-LH oran›,
androjen duyarl›l›k indeksi (LH x testosteron) incelenmifltir (9,15). Hastalar›n d›fl görünüflleri; fasiyal k›llanma ve jinekomasti gibi özellikler de sperm ararken belirleyici de¤ildir (9). Yap›lan çal›flmalar bu konuda bize ›fl›k tutabilecek tek parametrenin testis histolojisi olabilece¤ini öneri-
lunmayan 23 hastan›n ancak 15’inde TESE s›ras›nda
sperm elde edebildiklerini bildirdiler. Bu çal›flmada testis
histolojisinin öngörü duyarl›l›¤› %29, özgüllü¤ü %100,
pozitif öngörüsü %100, negatif öngörüsü %6 olarak bildirilmifltir (9).
Klinefelter Sendromlu hastalarda testis biyopsisinin
zamanlamas›
Yard›mc› üreme tekniklerindeki (YÜT) geliflmeler, fertilite potansiyeli olan hastalarda gelece¤e yönelik plan yapmay› da gerekli k›lm›flt›r. Ichioka ve ark.’› 2006’da, daha
önce ejakulat spermi ile IVF/ICSI uygulanm›fl ve çocuk sahibi olmufl KS’lu bir hastada aradan 2 y›l geçtikten sonra
azoospermi geliflti¤i ve TESE’den elde edilen spermle
IVF/ICSI ile gebelik sa¤lanamad›¤›n› gösteren bir olgu
sundular (16). KS’da puberteyle geliflen germ hücrelerindeki h›zl› y›k›m, bu hastalardan erken dönemde sperm elde edilmesi ve semen dondurulmas›n› gündeme getirdi.
Damani ve ark.’› spermatogenezisin pubertenin di¤er bulgular›ndan daha önce bafllad›¤›n› ve sperm korunmas› için
Tanner evre V’in beklenmesinin gerekli olmad›¤›n› bildirdiler. Bu konuda yap›lm›fl çal›flmalar bu hastalardaki progresif sperm kayb› nedeniyle sperm bulunma ve dondurul317
‹NFERT‹L‹TE
ma ifllemi için erken davran›lmas›n› önermektedir (17).
TESE yap›lmas›na karar verilen hastalarda; eksojen testosteronun spermatogenezi yavafllataca¤›ndan, ifllemden
en az 4 ay önce testosteronun kesilmesi ve testosteron
düzeyinin 15.6 nmol/lt’nin üstünde olmas› tercih edilir (6,
9). Testosteron düzeyi düflük hastalar, aromataz inhibitörü ve/veya hCG ile tedavi edildikten sonra TESE uygulanabilir (6).
Klinefelter sendromlu hastalar›n çocuklar›nda genetik
anomali riski
KS’lu hastalar›n IVF/ICSI ile çocuk sahibi olmalar› yayg›nlaflmaktad›r, ancak do¤acak çocuklar›n genetik aç›dan
riskli olabilecekleri doktorlar ve aileler için endifle kayna¤›d›r. Teorik olarak KS’lu hastalar›n spermlerinin %50’sinin
hiperploid ve oluflan embriyolar›n %50’sinin anöploid olaca¤› düflünülebilir. Ancak bu hastalarda mayoz ürünleri
floresan in-situ hibridizasyon (FISH) ile incelendi¤inde
mozaik KS’lular›n %2.2’sinde, saf KS’lular›n %2.621.7’sinde spermlerde hiperploidi saptanm›flt›r. Ayr›ca
KS’lu hastalar›n spermlerinde seks kromozomu d›fl›nda
otozomal bozukluklar kontrol gruplar›ndan daha yüksek
bulunmufltur (5, 18). Estop ve ark.’› KS’lu bir olguda
sperm morfolojisi ile sperm seks kromozomlar› say›s› aras›nda korelasyon bulmufllard›r. Buna göre sperm morfolojisi bozuk hastalarda kromozom anomalisi 11/18 iken
normal morfolojide bu oran 1/6’d›r (19).
Yap›lan araflt›rmalarda spermlerdeki hiperploidi kontrol gruplar›ndan yüksek olmas›na ra¤men beklenenden
oldukça düflük ve sonuçlar birbirinden oldukça farkl›d›r.
Bunun sebebi konuyla ilgili yap›lm›fl çal›flmalar›n azl›¤› ve
bu çal›flmalarda k›s›tl› say›da hastalar›n incelenmifl olmas›
olabilir. Bizim bilgilerimize göre, bugüne kadar Klinefelter
sendromlu hastalar›n yer ald›¤› çiftlerin YÜT ile 60 çocu¤u
olmufltur. Bu çocuklar›n hiçbirinde beklenen genetik anomaliler saptanmam›fl, sadece üçüz gebelik oluflmufl bir
çiftte, düflükle sonuçlanm›fl bir fetüsün, yap›lan karyotip
analizinde 47 XXY oldu¤u bildirilmifltir (18).
Klinefelter Sendromunda implantasyon öncesi genetik
tan› (PGD)
Bu hastalar›n çocuklar›nda bulunabilecek muhtemel
genetik anomalileri önceden saptamak için 1996’da Sta-
318
Derleme
essen ve ark. 1998’de Reubinoff ve ark.’› implantasyon
öncesi embriyo biyopsisi ve FISH teknolojisini kullanarak
genetik de¤erlendirme yap›lmas›n› önerdiler (20,21).
‹mplantasyon öncesi genetik tan›da (preimplantation
genetic diagnosis – PGD) mikroenjeksiyon sonras› 3. gün
en az 4 blastomerli embriyolardan biyopsi al›n›r. Biyopsi
yap›lacak embriyolar standart ICSI’deki gibi transfer kriterlerine uygun embriyolar aras›ndan seçilir. Alt›-sekiz hücreli embriyodan, 2 hücre FISH için kullan›l›r. FISH’de seks
kromozomlar› ile birlikte otozomal kromozomlar da
(13,16,18,21,22.kr) incelenebilir (11).
Staessen ve ark.’lar› 20 KS’lu ve 43 X’e ba¤l› hastal›¤›
olan çiftte PGD+ICSI uygulad›lar. Normal cinsiyet kromozomlu embriyo geliflme oran› KS’lu hastalarda (%54) di¤erlerine (%77) göre istatistiksel olarak önemli derecede
düflüktü. Otozomal kromozomlardaki bozukluklar da,
özellikle 18. ve 21. kr bozukluklar› KS’lu hastalarda belirgin biçimde yüksekti (5, 11). Yine Bielanska ve ark’lar›n›n
çal›flmalar›nda KS’lu bir olgudan geliflen 10 embriyodan
sadece 3’ü X, Y veya 18. kr aç›s›ndan normaldi, ayn› hastan›n spermlerinin yaln›zca %3,9’u hiperploiddi. Kromozom bozukluklar›, sperm ve embriyolarda yüksek, ancak
oluflan fetüs ve do¤an çocuklarda s›k olmamaktad›r. Bunun nedeni disomik sperme karfl› güçlü bir seleksiyon olmas› ve haploid hücrelerin gebelik için daha uygun olmas›na ba¤l› olabilir veya genetik olarak normal olmayan
embriyolar›n implantasyon becerilerinin daha düflük olmas›ndan kaynaklanabilir (22).
PGD uygulamadan morfolojik de¤erlendirme ile embriyo transferi yap›lmas› anormal embriyo transferini engelleyemez. Embriyo morfolojisinin normal olmas› kromozom bozuklu¤unu d›fllamaz. PGD uygulan›rken karfl›lafl›labilecek en önemli s›k›nt›, zaten ender sperm bulunabilmifl ve embriyo gelifltirilmifl çiftlerde embriyo canl›l›¤›n›
tehlikeye atmakt›r. Bugüne kadar biyopsi sonras› embriyo
canl›l›¤› ve implantasyon kapasitesinin etkilendi¤i bildirilmemifltir (11).
Henüz tam olarak aç›klanmam›fl bir konu da, Klinefelter hastalar›n›n embriyolar›ndaki artm›fl genetik bozuklu¤un XXY karyotipinden mi yoksa testiküler sperm kullan›lmas›ndan m› kaynakland›¤›d›r. Palermo ve arkadafllar›
2002’de; spermin elde edilifline göre ejakulat, epididimal
ve testiküler spermlere FISH uygulam›fl ve kromozomal
bozukluklar› karfl›laflt›rm›fllard›r. Bu çal›flmada; X, Y, 18. ve
21. kromozomlar aç›s›ndan anöploidi; testiküler spermler-
Derleme
de (%11.4), epididimal (%1.8) ve ejakulat (%1.5) sperminden daha yüksekken, anöploidinin epididimal sperm
ile ejakulat spermi aras›nda farkl› olmad›¤› bildirilmifltir
(23). KS ve NOA hastalar›n›n kromozom anormalliklerinin
analiz edildi¤i daha genifl çal›flmalara ihtiyaç vard›r.
‹NFERT‹L‹TE
EAU k›lavuzunda KS’lu hastalarda hiperploid spermatozoa üretme flans›n›n yüksek oldu¤u, bu hastalarda
IVF/ICSI uygulamalar›nda PGD yap›lmas›, olanaklar yetersiz ise amniyosentez ve karyotip analizi önerilmektedir
(24).
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
Yoshida A, Miura K, Shirai Y. Chromosome abnormalities and male
infertility. Assist Reprod Rev 1996; 6: 93–9.
Klinefelter HF, Reifenstein EC, Albreight F. Syndrome characterized by
gynecomastia, aspermatogenesis without a Leydigism, and increased
excretion of follicle stimulating hormone. J Clin Endocrin Metab 1942;
2: 615–27.
Lanfranco F, Kamischke A, Zitzmann M, Nieschlag E. Klinefelter’s syndrome. Lancet 2004; 364: 273–83.
Andersson AM, Toppari J, Haavisto AM, Petersen JH, Simell T, Simell O
ve ark. Longitudinal reproductive hormone profiles in infants: Peak of
inhibin B levels in infant boys exceeds levels in adult men. J Clin
Endocrinol Metab 1998; 83: 675–681.
Simpson JL, Cruz F, Ronald S. Swerdloff RS ve ark. Klinefelter syndrome:
Expanding the phenotype and identifying new research directions.
Genet Med 2003; 5(6): 460–468.
Schiff JD, Palermo GD, Veeck LL, Goldstein M, Rosenwaks Z, Schlegel PN.
Success of testicular sperm injection and intracytoplasmic sperm injection in men with Klinefelter syndrome. J Clin Endocrinol Metab. 2005;
90(11): 6263-7.
Aksglaede L, Wikstrom AM, Rajpert-De Meyts E, Dunkel L, Skakkebaek
NE, Juul A. Natural history of seminiferous tubule degeneration in
Klinefelter syndrome.Hum Reprod Update. 2006; 12(1): 39-48.
Laron Z, Dickerman Z, Zamir R, Galatzer A. Paternity in Klinefelter’s syndrome: a case report. Arch Androl 1982; 8: 149–51.
Vernaeve V, Staessen C, Verheyen G, Van Steirteghem A, Devroey P,
Tournaye H. Can biological or clinical parameters predict testicular
sperm recovery in 47,XXY Klinefelter’s syndrome patients? Human
Reproduction 2004; 19 (5): 1135-1139.
Palermo, G.D., Schlegel, P.N., Sills, E.S., Veeck, L.L., Zaninovic, N.,
Menendez, S., Rosenwaks, Z. Births after intracytoplasmic injection
obtained by testicular extraction from men with nonmosaic Klinefelter
syndrome. NEJM. 1998; 338: 588-590.
Staessen C, Tournaye H, Van Assche E, Michiels A, Van Landuyt L,
Devroey P, Liebaers I, Van Steirteghem A. PGD in 47,XXY Klinefelter's
syndrome patients. Hum Reprod Update. 2003; 9(4):319-30.
Friedler S, Raziel A, Strassburger D, Schachter M, Bern O, Ron-El R.
Outcome of ICSI using fresh and cryopreserved-thawed testicular spermatozoa in patients with non-mosaic Klinefelter's syndrome. Hum
Reprod. 2001; 16(12): 2616-20.
Levron J, Aviram-Goldring A, Madgar I, Raviv G, Barkai G, Dor J. Sperm
chromosome analysis and outcome of IVF in patients with non-mosaic
Klinefelter's syndrome. Fertil Steril. 2000; 74 (5): 925-9.
14. Seo JT, Park YS, Lee JS. Successful testicular sperm extraction in Korean
Klinefelter syndrome. Urology. 2004; 64(6): 1208-11.
15. Madgar I, Dor J, Weissenberg R, Raviv G, Menashe Y, Levron J.
Prognostic value of the clinical and laboratory evaluation in patients
with nonmosaic Klinefelter syndrome who are receiving assisted reproductive therapy. Fertil Steril. 2002; 77(6):1167-9.
16. Ichioka K, Utsunomiya N, Kohei N, Ueda N, Inoue K, Terai A. Adult onset
of declining spermatogenesis in a man with nonmosaic Klinefelter's
syndrome. Fertil Steril. 2006; 85(5):1511-12.
17. Damani MN, Mittal R, Oates RD. Testicular tissue extraction in a young
male with 47,XXY Klinefelter's syndrome: potential strategy for preservation of fertility. Fertil Steril. 2001; 76(5):1054-6.
18. Ron-El R, Strassburger D, Gelman-Kohan S, Friedler S, Raziel A,
Appelman Z. A 47,XXY fetus conceived after ICSI of spermatozoa from
a patient with non-mosaic Klinefelter's syndrome: case report. Hum
Reprod. 2000;15(8):1804-6.
19. Estop AM, Munne S, Cieply KM, Vandermark KK, Lamb AN, Fisch H.
Meiotic products of a Klinefelter 47,XXY male as determined by sperm
fluorescence in-situ hybridization analysis. Hum Reprod.
1998;13(1):124-7.
20. Staessen, C., Coonen, E., Van Assche, E., Tournaye, H., Joris, H., Devroey,
P.,Van Steirteghem, A.C. and Liebaers, I. Preimplantation diagnosis for X
and Y normality in embryos from three Klinefelter patients. Hum.
Reprod., 1996; 11, 1650-1653.
21. Reubinoff, B.E., Abeliovich, D., Werner, M., Schenker, J.G., Safran, A.
Lewin, A. A birth in non-mosaic Klinefelter's syndrome after testicular
fine needle aspiration, intracytoplasmic sperm injection and preimplantation genetic diagnosis. Hum. Reprod. 1998;13, 1887-1892.
22. Bielanska M, Tan SL, Ao A. Fluorescence in-situ hybridization of sex
chromosomes in spermatozoa and spare preimplantation embryos of a
Klinefelter 46,XY/47,XXY male. Hum Reprod. 2000;15(2):440-4.
23. Palermo, G.D., Colombero, L.T., Hariprashad, J.J., Schlegel, P., Rosenwaks,
Z. Chromosome analysis of epididymal and testicular sperm in
azoospermic patients undergoing ICSI. Hum. Reprod., 2002; 17, 570575.
24. The EAU Working Group on Male Infertility. EAU guidelines on male
infertility. European Urology 2005; 48: 703–711.
25. Okada H, Goda K, Muto S, Maruyama O, Koshida M, Horie S. Four pregnancies in nonmosaic Klinefelter's syndrome using cryopreservedthawed testicular spermatozoa. Fertil Steril 2005;84(5):1508
319
TÜRK‹YE’DEK‹ ANDROLOJ‹ YAYINLARI VE KONGRE TAKV‹M‹
Uluslararas› dergilerde Türk araflt›rmac›lar taraf›ndan yap›lan “Erkek ve Kad›n Cinsel Sa¤l›¤›” ve “Erkek ‹nfertiltesi” ile ilgili yay›nlar listesi. Bu liste 01.07.2007-25.12.2007 tarihleri aras›nda Pub-Med ve Ulakbim veri taban› temel al›narak haz›rlanm›flt›r. Bu listede yay›n› olmayan ve bu tarihten sonra uluslararas› dergilerde yay›n› bas›lan araflt›rmac›lar›n
[email protected] adresine yay›n künyelerini iletmeleri rica olunur.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
Akand M, Ozayar A, Yaman O, Demirel C. Mechanical failure with malleable penile prosthesis.Urology 2007; 70: 1007.
Akbal C, Tinay I, Simflek F, Turkeri LN. Erectile dysfunction following radiotherapy and brachytherapy for prostate cancer: pathophysiology, prevention and treatment. Int
Urol Nephrol 2007 Oct 25 [Epub ahead of print].
Akcora B, Altug ME, Kontas T, Atik E. The protective effect of darbepoetin alfa on experimental testicular torsion and detorsion injury. Int J Urol 2007; 14: 846-50.
Akgül T, Ayy›ld›z A, Nuho¤lu B, Karagüzel E, O¤üfl E, Ya¤murdur H, Ustün H, Germiyano¤lu C. Ginkgo biloba (EGb 761) usage attenuates testicular injury induced by testicular ischemia/reperfusion in rats. Int Urol Nephrol 2007 Nov 15 [Epub ahead of print].
Aksoy H, Yapanoglu T, Aksoy Y, Ozbey I, Turhan H, Gursan N. Dehydroepiandrosterone treatment attenuates reperfusion injury after testicular torsion and detorsion in rats.
J Pediatr Surg 2007; 42: 1740-4.
Altay B, Turna B, Oktem G, Aktu¤ H, Semerci B, Bilir A. Immunohistochemical expression of connexin 43 and occludin in the rat testis after epididymal and vasal ligation.
Fertil Steril 2007 Sep 5 [Epub ahead of print].
Armagan A, Hatsushi K, Toselli P. The effects of testosterone deficiency on the structural integrity of the penile dorsal nerve in the rat. Int J Impot Res 2007 Sep 27 [Epub
ahead of print].
Artas H, Orhan I. Scrotal calculi. J Ultrasound Med 2007; 26: 1775-9.
Ata A, Hatipoglu FS, Yildiz-Gulay O, Gulay MS. Protective role of ascorbic acid on subacute sperm toxicity in male New Zealand white rabbits treated with endosulfan. Drug
Chem Toxicol 2007; 30: 181-95.
Bak›rc›o¤lu ME, Erden HF, Ciray HN, Bayazit N, Bahçeci M. Gonadotrophin therapy in combination with ICSI in men with hypogonadotrophic hypogonadism. Reprod
Biomed Online 2007; 15: 156-60.
Balci A, Karazincir S, Gorur S, Sumbas H, Egilmez E, Inandi T. Long-term effect of varicocele repair on intratesticular arterial resistance index. J Clin Ultrasound 2007 Dec 18
[Epub ahead of print].
Berktas M, Aydin S, Yilmaz Y, Cecen K, Bozkurt H. Sperm motility changes after coincubation with various uropathogenic microorganisms: an in vitro experimental study.
Int Urol Nephrol 2007 Oct 13 [Epub ahead of print].
Biri A, Korucuoglu U, Ilhan M, Bingol B, Yilmaz E, Biri H. Turkish women's level of knowledge on and attitude toward sexual health. Maturitas 2007; 58: 236-40.
Boztosun B, Olcay A, De¤ertekin M. [Sexual activity and cardiovascular risk] Anadolu Kardiyol Derg 2007; 7: 423-6.
Cakan M, Akman T, Oktar T, Gurkan L, Celtik M, Kadioglu A. The clinical characteristics of Peyronie's patients with notching deformity. J Sex Med 2007; 4: 1174-8.
Cayan F, Dilek S, Akbay E, Cayan S. Sexual function after surgery for stress urinary incontinence: vaginal sling versus Burch colposuspension. Arch Gynecol Obstet 2008; 277: 31-6.
Cayan F, Dilek U, Pata O, Dilek S. Comparison of the Effects of Hormone Therapy Regimens, Oral and Vaginal Estradiol, Estradiol + Drospirenone and Tibolone, on Sexual
Function in Healthy Postmenopausal Women. J Sex Med 2007 Oct 24 [Epub ahead of print].
Cayan S, Woodhouse CR. The treatment of adolescents presenting with a varicocele. BJU Int 2007; 100: 744-7.
Celik B, Sahin A, Caglar N, Erhan B, Gunduz B, Gultekin O, Karabulut M. Sex hormone levels and functional outcomes: a controlled study of patients with spinal cord injury
compared with healthy subjects. Am J Phys Med Rehabil 2007; 86: 784-90.
Cevdet K, Bektic J, Radmayr C, Schwentner C, Bartsch G, Oswald J. The Efficacy of Dihydrotestosterone Transdermal Gel Before Primary Hypospadias Surgery: A Prospective,
Controlled, Randomized Study. J Urol 2007 Dec 13 (Epub ahead of print).
Cimen S, Aslan G, Lebe B, Tuna B, Secil M, Demir O, Pabuccuoglu U, Yorukoglu K. Penile keratoacanthoma associated with urothelial carcinoma of the bladder in MuirTorre syndrome. Urol Oncol 2007; 25: 326-8.
Do¤an S, Do¤an M. The frequency of sexual dysfunctions in male partners of women with vaginismus in a Turkish sample. Int J Impot Res 2007 Sep 20 [Epub ahead of print].
Durakbafl›-Dursun HG, Zamani AG, Kutlu R, Görkemli H, Bahce M, Acar A. A new approach to chromosomal abnormalities in sperm from patients with oligoasthenoteratozoospermia: detection of double aneuploidy in addition to single aneuploidy and diploidy by five-color fluorescence in situ hybridization using one probe set. Fertil Steril
2007 Nov 21 [Epub ahead of print].
Erol B, Sanli O, Korkmaz D, Seyhan A, Akman T, Kadioglu A. A cross-sectional study of female sexual function and dysfunction during pregnancy. J Sex Med 2007; 4: 1381-7.
Ertekin C, Uysal H, Bademkiran F, Altay B. Sacrolumbar intersegmental reflex circuit in men and its relation to the ejaculatory process. Clin Neurophysiol 2007; 118: 2368-74.
Gurbuz N, Ozbay B, Aras B, Tasci AI. Do microdeletions in the AZF region of the Y chromosome accompany cryptorchidism in Turkish children? Int Urol Nephrol 2007 Dec
13 [Epub ahead of print].
‹nano¤lu K, Görür S, Akkurt CO, Güven OE, Kararmaz A. The analgesic efficacy of preoperative versus postoperative lornoxicam in varicocele repair. J Clin Anesth 2007; 19:
587-90.
Kad›o¤lu A, Grohmann W, Depko A, Levinson IP, Sun F, Collins S. Quality of Erections in Men Treated with Flexible-Dose Sildenafil for Erectile Dysfunction: Multicenter Trial
with a Double-Blind, Randomized, Placebo-Controlled Phase and an Open-Label Phase. J Sex Med 2007 Dec 17 [Epub ahead of print].
Kara H, Cevik A, Konar V, Dayangac A, Yilmaz M. Protective effects of antioxidants against cadmium-induced oxidative damage in rat testes. Biol Trace Elem Res 2007; 120: 205-11.
Karaçal N, Livaoglu M, Kutlu N, Arvas L. Scrotum reconstruction with neurovascular pedicled pudendal thigh flaps.Urology 2007; 70: 170-2.
Kaya C, Ergelen M, Ilktac A, Karaman MI. Impaired elasticity of aorta in patients with erectile dysfunction. Urology 2007; 70: 558-62.
Kay›gil O, Agras K, Metin A. Relaxation degree of cavernous smooth muscle: a novel parameter to predict postoperative success in penile revascularization. Int Urol Nephrol
2007; 39: 1203-1208.
Kayigil O, Agras K, Okulu E. Is deep dorsal vein arterialization effective in elderly patients? Int Urol Nephrol 2007 Nov 21 [Epub ahead of print].
Kettafl E, Cayan F, Akbay E, K›yk›m A, Cayan S. Sexual Dysfunction and Associated Risk Factors in Women with End-Stage Renal Disease. J Sex Med 2007 Nov 13 [Epub ahead of print].
Kilicaslan I, Karayigit E, Bulut F, Basaran M, Dizdar Y, Aslay I, Uysal V. Ewing's sarcoma/primitive neuroectodermal tumor (ES/PNET) of the penis. Int Urol Nephrol 2007 Oct
19 [Epub ahead of print].
Kiziler AR, Aydemir B, Onaran I, Alici B, Ozkara H, Gulyasar T, Akyolcu MC. High levels of cadmium and lead in seminal fluid and blood of smoking men are associated
with high oxidative stress and damage in infertile subjects. Biol Trace Elem Res 2007; 120: 82-91.
Mihmanli I, Kantarci F, Ozbayrak M. [Intratesticular varicocele: a rare cause of testicular pain] Ultraschall Med 2007; 28: 446-8.
Mihmanli I, Kantarci F. Erectile dysfunction. Semin Ultrasound CT MR 2007; 28: 274-86.
Naharci MI, Pinar M, Bolu E, Olgun A. Effect of testosterone on insulin sensitivity in men with idiopathic hypogonadotropic hypogonadism. Endocr Pract 2007; 13: 629-35.
Ozdemir O, Gul E, Kilicarslan H, Gokce G, Beyaztas FY, Ayan S, Sezgin I. SRY and AZF gene variation in male infertility: a cytogenetic and molecular approach. Int Urol
Nephrol 2007; 39: 1183-9.
Ozturk H, Eroglu M, Ozturk H, Uzunlar AK, Okur H. Persistent Müllerian duct syndrome associated with transverse testicular ectopia: report of two cases. Fetal Pediatr
Pathol 2007; 26: 41-6.
Ozturk H, Ozturk H, Dokucu AI. The role of cell adhesion molecules in ischemic epididymal injury. Int Urol Nephrol 2007 Jul 27 [Epub ahead of print].
Pekcetin C, Ergur BU, Kiray M, Bagriyanik A, Tugyan K, Erbil G, Ozogul C. The protective effects of trimetazidine on testicular ischemia and reperfusion injury in rats. Pediatr
Surg Int 2007; 23: 1113-8.
Sari A, Uyaroglu MA, Ermete M, Oder M, Girgin C, Dincer C. Microcystic urothelial carcinoma of the urinary bladder metastatic to the penis. Pathol Oncol Res 2007; 13: 170-3.
Seçil Y, Yetimalar Y, Gedizlioglu M, Arpaci E, Tokuçoglu F, Inceoglu Kendir A, Basoglu M, Ertekin C. Sexual dysfunction and sympathetic skin response recorded from the
genital region in women with multiple sclerosis. Mult Scler 2007; 13: 742-8.
Soyer T, Tosun A, Somuncu S, Aydin G, Akman H, Inal E, Kanmaz T, Cakmak M. Electrophysiological evaluation of cremasteric reflex in experimental testicular torsion. Eur
J Pediatr Surg 2007; 17: 261-5.
Talas H, Yaman O, Aydos K. Outcome of repeated micro-surgical testicular sperm extraction in patients with non-obstructive azoospermia. Asian J Androl 2007; 9: 668-73.
Tokgoz H, Yaman O, Gulec S, Soyupek S, Sahinli S, Anafarta K. Electrocardiographic abnormalities in patients with organic erectile dysfunction: comparison with an agematched control group. Int Urol Nephrol 2007 Oct 27 [Epub ahead of print].
Türk G, Ateflflahin A, Sönmez M, Osman Çeribafli A, Yüce A. Improvement of cisplatin-induced injuries to sperm quality, the oxidant-antioxidant system, and the histologic
structure of the rat testis by ellagic acid. Fertil Steril 2007 Aug 4 [Epub ahead of print].
Ustün H, Akgül KT, Ayy›ld›z A, Ya¤murdur H, Nuho¤lu B, Karagüzel E, O¤üfl E, Germiyano¤lu C. Effect of phospodiesterase 5 inhibitors on apoptosis and nitric oxide synthases in testis torsion: an experimental study. Pediatr Surg Int 2007 Nov 6 [Epub ahead of print].
Verit A, Verit FF. FOURNIER'S gangrene: the development of a classical pathology. BJU Int 2007; 100: 1218-20.
Verit FF, Verit A. Validation of the female sexual function index in women with chronic pelvic pain. J Sex Med 2007; 4: 1635-41.
Vural F, Cagirgan S, Saydam G, Hekimgil M, Soyer NA, Tombuloglu M. Primary testicular lymphoma. J Natl Med Assoc 2007; 99: 1277-82.
Yaman O, Gulpinar O, Hasan T, Ozdol C, Ertas FS, Ozgenci E. Erectile dysfunction may predict coronary artery disease: relationship between coronary artery calcium scoring and erectile dysfunction severity. Int Urol Nephrol 2007 Nov 2 [Epub ahead of print].
Yavas US, Calisir C, Kaya T, Degirmenci NA. A sign of arteriogenic insufficiency on penile Doppler sonography: retrograde flow in penile cavernosal-spongiosal communications. J Ultrasound Med 2007; 26: 1643-8.
Yurdakul T, Gokce G, Kilic O, Piskin MM. Transurethral resection of ejaculatory ducts in the treatment of complete ejaculatory duct obstruction. Int Urol Nephrol 2007 Sep
26 [Epub ahead of print].
Yurtçu M, Gündüz M, Toy H, Günel E. Spermatic cord hydatid cyst: an unusual localization. J Pediatr Surg 2007; 42: e15-6.
320
KONGRE TAKV‹M‹
29 Kas›m - 1 Aral›k 2007
Lima, Peru
9th Congress of The Latinamerican Society for Sexual
and Impotence Research
[email protected]
www.slams2007.org
30 Kas›m - 1 Aral›k 2007
Gent, Belçika
ESHRE Campus 2007
International Conference on Ethics of Stem Cell Research
and Moral Responsibility in ART
www.eshre.com
6-9 Aral›k 2007
Chicago, ABD
SMS 2007 Fall Meeting
[email protected]
www.smsna.org
5-7 Ocak 2008
Denver, ABD
34th Annual Conference of the IETS
http://www.iets.org/2008
24-28 Ocak 2008
Bursa
5. Uluda¤ Üroloji Günleri
Web: www.uludaguroloji.org
3-7 fiubat 2008
Davos, ‹sviçre
European Urology Forum
www.uroweb.org, E-mail: [email protected]
7 fiubat 2008
Tahran, ‹ran
Congress on Controversies in ART failure
(Anniversary Of Avesina Infertility Clinic Establishment)
Organizer e-mail: [email protected] ; [email protected]
Web-site: www.avesina.ac.ir
7-9 fiubat 2008
Malmö, ‹sveç
Gene, Environment, Lifestyle Interaction and Human
Reproduction
Serono Symposia International Via del Pigneto 14 00176 Rome, Italy
Fax: +39-06-707015677 E-mail: [email protected]
18-20 fiubat 2008
Antigua, Bat› Antiller
3rd Bi-Annual Joint Caribbean Infertility Conference
2008 – ‘Moving Points in Reproductive Medicine’
Moving Points in Reproductive Medicine (Boston IVF &
Sims Fertility Clinic Dublin)
www.caribbeanivfconference.com
21-24 fiubat 2008
Tampa, ABD
6th World Congress on the Aging Male
21-24 fiubat 2008
San Diego, USA
International Society for the Study of Women’s Sexual
Health (ISSWSH) Annual Meeting
Website: www.isswsh.org
14 Mart 2008
Londra, ‹ngiltere
Royal Society of Medicine (RSM), Sexuality and Sexual
Health Section Meeting: Sex and abuse
www.rsm.ac.uk
26-29 Mart 2008
Milano, ‹talya
23. Avrupa Üroloji Kongresi
Web: www.eaumilan2008.org
5 Nisan 2008
Atina, Yunanistan
Basic genetics for ART practitioners
ESHRE Campus Workshop
ESHRE Central Office Meerstraat 60 1852 Grimbergen Belgium
Tel: +32 (0)2 269 09 69 Fax: +32 (0)2 269 56 00
E-mail: [email protected] Web site: www.eshre.com
11-13 Nisan 2008
Singapur, Singapur
2nd Congress of the Asia Pacific Initiative on
Reproduction (ASPIRE2008) & 6th Biennial Meeting of
the Pacific Rim Society for Fertility & Sterility
(PRSFS2008)
Congress Secretariat : Globewerks International
81 Amoy Street #02-01 Singapore 069900
Tel : +65 8123 3249 Fax : + 65 6234 1089
Organizer e-mail: [email protected]
Web-site: www.aspire2008.com
12-15 Nisan 2008
Albuquerque, ABD
ASA 33rd Annual Conference
Web: www.andrologysociety.com
13-17 Nisan 2008
Roma, ‹talya
European Federation of Sexology (EFS) Biennial
Congress
Web: www.europeansexology.com
6-9 Temmuz 2008
Barselona, ‹spanya
24th Annual Meeting of the ESHRE
ESHRE Central Office Meerstraat 60 B-1852 Grimbergen, Belgium
Tel: +32-(0)2-269.09.69 Fax: +32-(0)2-269.56.00
321
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
Geliflimsel üreme ve seksüel biyoloji
üreme felsefesinin kuantum fizi¤iyle izah›
Prof. Dr. Kaan Aydos
Ankara Üniversitesi Üreme Sa¤l›¤› Merkezi
“‹nsan›n en temel çabas› yemek, bar›nak ya da bir efl
aramak ya da Disney Dünyas›’na gitmek veya daha büyük
bir otomobil almak de¤il tutkular›n›, içsel arzu ve ihtiraslar›n› yönetmeye çal›flmakt›r.”
Hindistan orman bilgeleri (Bhagavad Gita/Upaniflad’dan)
Bundan henüz 30 y›l
önceydi, ilk tüp bebek
dünyaya geldi¤inde.
Londra’da, Doktor Edwards ve ekibi Louise
Brown adl› bebe¤i bu
yöntemle do¤urttular.
Arkas›ndan mikroenjeksiyon yöntemiyle tek bir
spermin oosit içerisine gönderilmesi takip etti. Bununla
da yetinmeyen bilim insanlar›, cilt hücresinden bir canl›
gelifltirmeyi baflard›lar. Öyle bir s›n›ra geldik ki, sonuçlar›
ne olursa olsun üremeyi sürdürmeye kararl›y›z. Bir yandan
insan faktörünün çevrede yaratt›¤› kirlilik, di¤er yandan
genlerin birleflmeleri s›ras›nda ortaya ç›kan bozukluklar,
üremeye ciddi bir engel oluflturmaya bafllad›. ‹flte tüm
gayretler, üreme potansiyelimizdeki düflüfle bir çözüm
bulmaya yönelmifltir. Nedir bu üreme telafl›? Sadece bilimsel tatmin mi? Sadece yeni bir fleyler keflfetmenin dayan›lmaz cazibesi mi? Yoksa, fazla bilincinde olmasak da
genlerimizin dayatmas› m›? Geliflmifl ülkelerin son y›llarda
yat›r›mlar›n› yönelttikleri en önemli alan uzaya aç›lma olmufltur. Küresel ›s›nma, atmosferdeki karbonmonoksit art›fl› veya ozon tabakas›ndaki zay›fl›k insano¤lunu yeni yaflam kaynaklar› aramaya zorlamakta. Belki ideal bir ortam›
Mars’ta bulaca¤›z. Ya da çocuklar›m›z›n dünyas› Ay üssünde olacak. ‹nsan›n bugün uzay teknolojisi yard›m›yla
dünyadan uzaklaflmak istemesi, zorunlu, geliflme mant›¤›na uygun, tutarl› bir kayg› olarak belirmektedir (Ditfurth
2007). Bu zorunlulu¤un temelinde, genetik materyalimi-
322
zin varl›¤›n› sürdürme dürtüsü yer al›yor olabilir…
‹Y‹ K‹ H‹DROJEN ‹NFERT‹L DE⁄‹LD‹
Evren var oldu¤unda,
üreme de bafllad›. Evrenin oluflumunda ilk
ve tek element Hidrojen’di. Hidrojen atomu
ç›kt›¤› yerde durmad›,
daima bir fleyler yapma gayreti içinde oldu. Hiç kuflkusuz, hidrojenin bir “akl›” oldu¤unu kastetmiyoruz,
afl›r› s›cak ve yo¤unluk bask›s› gibi çevresel koflullar›n dayatmas›ndan bahsediyoruz. Hidrojen atomu y›ld›zlar›n ortas›nda pifltikçe, di¤er 91 elementi oluflturdu. Bu temel
maddeler de kendi aralar›nda birleflerek kavrayamayaca¤›m›z kar›fl›kl›kta inorganik bileflimleri meydana getirdi.
Örne¤in toprak parçac›klar›, bahsetti¤imiz inorganik bileflimlerin en ilgincidir.
Daha birkaç ay önce, ABD California Üniversitesi’nden biyofizikçi Helen Hansma ve ekibi, yaflam›n ilk defa özel bir kristal
yap›s›na sahip mika üzerinde geliflti¤ine yönelik gözlemlerini
yay›nlad›lar. Araflt›rmac›lar, do¤adaki ilk biyomoleküllerin, ister RNA isterse proteinler olsun, denizlerde mika minerallerinin ince katmanlar› aras›nda meydana geldi¤ini ileri sürmekteler. Gerek RNA’daki fosfat gruplar›n›n aralar›ndaki mesafelerin gerekse protein ve lipid yüklerinin mika ile olan benzerliklerini de bu görüfllerinde kan›t olarak ileri sürmekteler. E¤er
bu do¤ruysa, inorganik dünya ile organik dünya aras›na bir s›n›r koymam›z oldukça güçleflecektir (Bilim Teknik, 482).
Farkl› topraklar›n farkl› kristal yap›lar› bunlara kendilerine özgü baz› özellikler kazand›rm›flt›r (Ditfurth 2007). Bir
k›s›m kristaloid partiküller, üzerlerinde de¤iflik elementle-
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
rin yerleflmesine olanak tan›d›lar. Bu flekilde özelleflmifl
kristaloid maddeler de durmad›lar, onlar da rüzgâr›n ya da
ak›nt›lar›n etkisiyle ço¤alma u¤rafl›na dald›lar. Ço¤alarak
yeryüzüne da¤›ld›lar. Teflkil ettikleri çat› üzerinde birleflen
elementler ilksel organik moleküllerin de temelini oluflturdu. Neticede ilk aminoasitlerin ortaya ç›kt›¤›n›, bunlar›n
da ilk nükleik asitleri, yani RNA’y› oluflturduklar›n› son y›llarda yap›lan araflt›rmalardan ö¤reniyoruz. Art›k bir “RNA
Dünyas›” ile karfl› karfl›yay›z. RNA molekülleri de durmad›, sürekli ço¤ald›. Etraflar›n› bir membranla çevrelediklerinde ilk hücre de belirmifl oldu. Arkas›ndan DNA’n›n ve
enzimlerin geliflmesi izledi. Hücre yap›s› sayesinde
DNA’lar, o zamana kadar elde ettikleri deneyimleri sadakatle depolayarak, milyonlarca y›l s›rlar›n› kuflaktan kufla¤a aktard›lar (Aydos 2007).
Günümüzden yaklafl›k 1 milyar y›l önceydi, ilk ilksel
çok hücrelilerin ortaya ç›k›fl›. Bu hücrelerin birbiriyle olan
iliflkilerini koparmad›klar›n› ve son derece düzgün bir hiyerarfli içerisinde ço¤almalar›n› sürdürdüklerini, günümüzde spermatogenezde de hayretle gözlemlemekteyiz.
‹lk gerçek çok hücreli, meflhur “Volvox”lard›r. Gerçekten
de Volvox, her bak›mdan hakiki bir çok hücreli, yüksek
geliflmifllik düzeyini temsil eden ilk organizma tipidir (Star
2006). Neredeyse “birey” s›fat› yak›flt›rabilece¤imiz bir
canl›d›r. Üreme telafl› içerisinde yeryüzü, erkek-difli gametler ile ilk defa Volvox’larda karfl›laflt›. Yaflam bu seviyede de durmad›, ço¤alma devam etti. Sudan karaya ç›kt›, s›cakkanl› yaflama geçti. Daha sonras› herkesçe biliniyor: Memeliler ve insan. Ama canl›l›k temel dürtüyü daima üremede buldu. Üredikçe, de¤iflen çevre koflullar›na
uygun genetik materyal tafl›yan yavrular ortaya ç›kt›. ‹flte
ancak bu yavrular sayesindedir ki, o tür, halen varl›¤›n›
sürdürebilmektedir. O halde varl›¤›n kayna¤›, üremedir
diyebiliriz.
Üremenin ne kadar önemli oldu¤unu anlamak için, yine Volvox’lara bakmak yeter. Bu organizman›n hücrelerinin hepsi de¤il, sadece bir bölümü kendini izole edip,
üremektedir (fiekil 1). Çok az say›daki bu hücreler Volvox
küresinin arka k›sm›nda bir bölgede ortaya ç›karlar. Art›k,
di¤er k›s›mlardaki hücreleri “beden” olarak kabul edebiliriz. Bu organizma ço¤almaya bafllay›nca iç yüzeyindeki
üreme hücreleri ço¤alarak yerlerinden ayr›l›r ve koparak
hücre kolonisinin ortas›na düflerler. Ana küre patlay›p
ölünce de, içeride birikmifl yavru hücre kümeleri özgürlüklerine kavuflarak, yeni bir kuflak yapmak üzere do¤ayla
buluflurlar. Neticede beden ölmüfl, gametler ise hayatlar›na devam etmifl olurlar. Biraz daha açarsak, gametlerdeki
genetik materyalin, yani DNA’m›z›n, aynen milyonlarca
y›ld›r süregeldi¤i flekilde, varl›¤›n› sürdürmeye devam etti¤ini görürüz. Bizim de, vücudumuzu oluflturan say›s›z
hücreden sadece üremeye hizmet eden hücreler, en az›ndan potansiyel olarak ölümsüzdürler. Bir bak›ma “ölüm
pahas›na üremeyi tercih etmifliz”.
ÜREME FELSEFES‹NE G‹R‹fi
Hiç kuflkusuz DNA “ben üreyece¤im, flimdi gidip kendime uygun bir efl bulay›m” demez. Ama flimdi anl›yoruz
ki, DNA bir ço¤alma dürtüsü tafl›makta. Öyle bir dürtü ki,
ölümden bile güçlü (fiekil 2)!.
323
‹NFERT‹L‹TE
Ço¤alma dürtüsünün var oldu¤u, çok eskilerden beri
bilinen bir gerçektir. Filozoflar bu dürtünün alt›nda bir çeflit “irade”nin bulundu¤unu savunurlar. ‹rade; varolma iste¤i, iyi ve sa¤l›kl› olma iste¤i, hayatta kalma iste¤idir
(Atayman 2006). ‹rade bütün varl›klar›n içindeki ilk temel
kuvvettir ve a¤›rl›k, yer çekimi kuvveti gibi, üreme dürtüsü olarak kendini gösterir, yeni bir canl› vücuduyla kal›t›lmak!. Dolay›s›yla irade, beden arac›l›¤›yla fenomenleflir.
Schopenhauer’e göre bedenin parçalar› da, iradenin varl›¤›nda ortaya ç›kan temel istek ve arzulara tamamen uymak zorundad›r; bunlar iradenin görünür ifadesidirler. ‹flte, genital organlar da nesneleflmifl üreme dürtüsüdürler.
‹nsanlar› teklefltiren ortak özellik, onlar›n irade’nin do¤rultusundaki istekleri, istemeleridir.
O halde irade, bütün canl›lar› birlefltirdi¤ine göre, evrenin özü, bir bak›ma temel ilkesi olma durumundad›r.
Claude-Adrien Helvetius (1715-1771), insan› do¤al bilimlere dayanarak analiz etmifl ve “amaca yönelik bir güdü”
teorisinden bahsetmifltir. O’na göre canl›lar›n öz-ç›karlar›,
hayatlar›nda bir itici güç olmaktad›r. Eduard Zeller, bedenimizin a¤›rl›k noktas›nda varolma, rahat ve iyi olma iste¤ine, bütün canl›lar› birbirine ba¤layan açl›¤a ve a¤›rl›¤a
dikkat çekerek “içimize bakacak olursak, kendimizi orada
hep ister halde, yani irade olarak buluruz” der (Zeller
1873). Kant’a göre de, deneyimlerimizi düzenleyen ve
yap›land›ran mekanizman›n kendi içimizde bulunmas› zorunludur. Yani, içimizden gelen bir uyar›m, buna dürtü diyebiliriz, bedenin çal›flmas›nda söz sahibi olmakta. O’na
göre deneyimimizi düzenleyen bu mekanizma, bizzat bizim kendimizden kaynaklanmakta olup, evrensel olarak
geçerli ilkelere tabidir (Skirbekk 2006). ‹rade (istek) ise,
görünürdeki dünyan›n özüdür. ‹rade bedenimizle özdefltir, “Beden ve irade ayn› fleydir”. Neticede, irade bedendir. Y›llar önce felsefi olarak tan›mlanan bu düflünceyi günümüz biyoloji kal›plar› içerisinde yorumlarsak, dürtülerimizin oluflturdu¤u isteklerimizin gerçekte bedenimizin
gereksinimlerinden kaynakland›¤› sonucuna var›r›z. Platon da idea ad›n› verdi¤i kavram›n› olgular›n ard›ndaki nitelik fleklinde tan›mlayarak, idea’lar› görünürleflmifl nesnelerin gerisindeki ilkesel nedenler olarak kabul eder (Atayman 2006). T›pk› irade gibi. Fenomenler, yani görünür
dünya, idealar›n görünürleflmifl halidir. Bedenin içindeki
iradeyi biz do¤rudan “isteyen” fley olarak yaflar›z. Öyleyse beden, mekan ve zaman içerisinde nesneleflmifl iradeden baflka bir fley de¤ildir. Schopenhauer’e göre hayat›n
324
Yay›n
söz konusu oldu¤u yerde irade’nin en yo¤un ve güçlü d›flavurumu üreme dürtüsüdür.
Üreme dürtüsü, bireysel ölümü, “tür” içinde varl›¤›n›
sürdürerek yenmifltir. Aynen flekil 2’de ifade edildi¤i biçimde canl›, kendini ayakta tutmak için u¤raflt›¤› anda,
üremeye, türünü koruyup sürdürmeye çal›fl›r. Nas›l bilgi
beynimizde toplan›yorsa, cinsel dürtümüz de iradenin
esas hedefi olan genital organlar›m›zda odaklanm›flt›r.
Aflk, sevda, sevgi, tutku, bunlar›n hepsi, do¤an›n türü koruyup sürdürme konusundaki ›srar› do¤rultusunda insana
içgüdü üzerinden verdi¤i yan›lsamalard›r. MÖ 500’de yaflam›fl olan Parmenides’in dedi¤i gibi, “Esas olan ak›ld›r,
duyular›m›z bizi aldat›r”. Herkes, kendinde eksik olan› sever. Türün ideal tipinden bireysel sapmalar› önlemek için,
uygun oldu¤unu sezdi¤imiz partneri seçerek düzeltmelere, ›slahlara gideriz. En erkek adam en difli kad›n› arayacak
ya da bunun tersi olacakt›r (Atayman 2006). Çünkü türü
koruyup sürdürmek isteyen yaflama iradesi, bunu böyle
düzenlemifltir. Do¤a kendi amac›n› birey üzerinden gerçeklefltirmek için önemli bir hile seçmifl, kad›n› güzlefltirme yolunu bulmufltur. Karfl› cinslerin birbirlerine çekici görünmelerindeki temel ilke, iflte do¤an›n kendini gelifltirme
hedefidir. Bu görüfle göre bireyin kendisi için de¤erli ve
önemli olarak alg›lad›¤› fley, asl›nda tür için de¤erli ve
önemli oland›r. Bir bak›ma cinsler aras›ndaki sevgide tek
tek bireyler türün bir aleti konumuna düflmektedirler. Tür
ise, ortak genetik materyali tafl›yan canl›lar toplulu¤u ola‹lginçtir, son y›llarda evreni oluflturan atom-alt› parçac›klar yerine “sicim kuram›” fikri tart›fl›lmaya bafllan›ld›. Bu kurama göre temel nesneler nokta fleklinde parçac›klar olmay›p, t›pk›
sonsuz incelikte bir sicim parças› gibi, uzunlu¤undan baflka
boyutu olmayan fleylerdir (Hawking 2005). Günefl ve dünyadaki parçac›klar aras›nda adeta bir a¤ yap›s› kurarlar. Daha da
ilginci, John Bell (1928-90) taraf›ndan ispatlanan “parçac›klar›n
birbirinden haberdar olma” kuram›d›r (Gribin 2005). Buna göre, bir atom iki adet foton parçac›¤› f›rlatt›¤›nda, bafllang›çta,
herhangi bir gözlem yapmazsak her ikisi de ayn› özelliktedir,
örne¤in yüksüz, ya da diyelim “renksiz”. Ama parçac›klar›n
yükü nedir, ya da rengi nedir diye bir ölçüm yapt›¤›m›zda, bir
parçac›¤a bak›p “k›rm›z›” olarak görürsek, di¤er parçac›k otomatik olarak “sar›” renk edinir. Einstein bunu “ürpertici uzaktan etki” olarak tan›mlam›flt›r. Oysa k›rm›z› parçac›k di¤er parçac›¤a “sar› ol” diye bir ›fl›n ya da sinyal göndermiyor. Demek
ki, bilmedi¤imiz bir “nesnelerin parçac›klar› aras›nda haberleflme” mevcut. Her ne kadar kuvantum fizi¤i bu olay› parçac›kdalga fonksiyonu ile aç›klamaya çal›fl›rsa da, bunu kavrayabilmemiz için daha uzun bir süre oldu¤unu kabul etmeliyiz.
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
rak düflünülebilir. Pekiyi o halde, genler aras›nda bir çeflit
etkileflim mi var da, bireylerde ortak bir davran›fl ortaya
ç›kmakta?
Buraya kadar sadece tür kapsam›nda efller aras›ndaki
ba¤lay›c› unsurlar› düflündük. Do¤a olarak bakt›¤›m›zda
ise çok say›daki türler aras› iliflki ön plana geçer. Özgür
olan, bir bütün olarak dünya iradesidir. Dünyalar aras›ndaki iliflki ise bizi evrensel bir düzene götürür. Ayn› irade
hem beden içerisinde ifade bularak dünyay› teklefltirirken
(birlefltirirken), bir yandan da evrenin düzenini sa¤lamaktad›r. Bir bak›ma irade do¤ad›r, yani fiziktir. Eski Yunan filozoflar›n›n bu konuda ilginç ç›kar›mlar› olmufltur: “Do¤an›n sonlu ç›kar›mlar› içerisinde farkl› yaflam formlar› ve
çevre aras›ndaki pozitif etkileflim, sonlu ve uyumlu bir bütün olarak cosmos yani evreni meydana getirir”. Pierre
Cabanis, Claude Helvetius gibi ço¤u fizyolojist materyalist
insan›n içindeki ahlaki yan›n, fiziksel yan›n farkl› bir biçimi
oldu¤unu savunurlar. Buna karfl› ç›kan, Aurelius Augustinus gibi düflünürler ise, ahlaki olan›n maddi olandan ba¤›ms›zl›¤›n› göstermeye çal›flm›fllard›r. Di¤er yandan
Kant, tüm insanlar›n ayn› temel “formlara” sahip oldu¤unu, dolay›s›yla her tür bilginin tüm insanlarda bu formlar
taraf›ndan flekillendirilmek durumunda oldu¤unu benimsemifltir. Buna göre temelde formlar evrensel olarak geçerli ve gereklidir. Daha yak›n tarihli bir düflünür olan Ernst
Bloch (1885-1977), iradenin, d›fl dünyaya ait deneyimler
içerisinde madde olarak karfl›m›za ç›kt›¤›n› savunur ve devam›nda maddenin de iradenin nesnelleflme basamaklar›
içerisinde farkl›laflt›¤›n› ileri sürerek, iki kuram› adeta birlefltirir (Atayman 2006, Skirbekk 2006). Baflta üreme olmak üzere, dürtülerin oluflturdu¤u iradenin etkisinde kalarak yafl›yorsak, bunun anlam›, inorganik dünyan›n organik dünya üzerinde yapt›r›mlar› var demektir.
‹norganik dünyada irade geliflirken bafllang›çta amac›
belirsiz bir dürtü olarak karfl›m›za ç›kar. Her erkek hayvan›n, çok say›da difli ile çiftleflerek, genlerini daha fazla yaymas› gibi. Daha sonraki evrelerinde irade kendini daha bireysellefltirir, nesnelefltirir. Erke¤in difli ararken seçici davranmaya özen göstermesi ya da, bitkilerde d›flar›dan gelen uyar›mlar›n karanl›k, sürükleyici güçler durumunda olmas› gibi. Burada neden olmaks›z›n uyar›m hâkimdir.
Hayvanlarda ise tek bafl›na uyar›mlar› bekleyerek ihtiyaçlar giderilemez. Çünkü bireyler aras›nda bir rekabet bafllam›flt›r. En basitinden, mevcut besin da¤›l›m›n›n paylafl›m
mücadelesi bafllam›flt›r. Art›k davran›fllar ortaya ç›kar.
Davran›fllar› ise kazan›lan bilgi ile flekillenen zeka yönlendirir. Hayatta kalma mücadelesinin arac› bundan böyle zeka olmufltur. Sadece dürtülerin flekillendirdi¤i irade de¤il,
bireylerin yaratt›¤› tasar›mlar da belirmeye bafllar. Soyut
kavramlarla ifllem yapma yetene¤i, yani ak›l, zorunlu olarak ortaya ç›km›flt›r. Akl›n ve soyut davran›fl nedenlerine
göre eylem yapabilme imkân›n›n ortaya ç›kmas›yla birlikte salt iradeye ba¤l›, dürtülere göre yaflaman›n o güven
verici dünyas›ndan da art›k uzaklafl›lmaya bafllan›lm›flt›r.
‹nsanda oldu¤u gibi hayvanda da zeka iradenin hizmetinde görev yapar (Skirbekk 2006, Atayman 2006).
Güncel faaliyetlerimiz asl›nda beynimizin faaliyetleridir, ama yine de neticede iradenin etkisinde kal›r. Bu felsefeye göre beden, dürtülerin, iradenin bir eseridir. Beden, iradedir. Kant’›n do¤adaki nesnelerin birlik ve bütünlü¤ünü dayand›rd›¤› temel ilke olarak kabul etti¤i zihinsel
faaliyetler, Schopenhauer taraf›ndan beden ile iliflkilendirilmekte, bir bak›ma maddilefltirilmektedir. Empedokles’e
(MÖ 492-432) göre yaflam 4 temel unsur (o dönemde
bunlar atefl, hava, su ve toprak olarak adland›r›l›yordu) ve
bunlar› birbirine ba¤layan 2 kuvvet (ay›rt edici ve birlefltirici) üzerine infla edilmifltir. Asl›nda kuvvetin iç özü iradedir. Canl›lar dünyas›n›n geliflimsel sürecine bakt›¤›m›zda
bunu daha net anlayabiliyoruz. Önce, dürtülerin yönlendirdi¤i istekler, yani irade vard› (Atayman 2006). Daha
sonra bilinç ortaya ç›kt›. Çünkü insan önce ister, sonra bu
iste¤ini fark ederek bir çözüm arar, yoksa gördü¤ü bir fleye bakarak içinde bir istek uyand›rmaz.
Felsefi olarak madem ki hayat›n söz konusu oldu¤u
yerde irade’nin en yo¤un ve güçlü d›flavurumu üreme
dürtüsüdür ve irade de evrensel bir tekliktir, bu durumda
insandan yola ç›karak evrensel bir üreme felsefesinin bilimsel yorumu nas›l olabilir? Hepimiz biliyoruz ki canl›lar
hücrelerden meydana gelmifltir. Hücreler ise nükleik asitlerden oluflmufl bir genetik malzemeye sahiptir. O halde
isteklerimizi yönlendiren, yine genetik materyallerimiz,
yani DNA’m›zd›r. DNA’n›n bilinci olamayaca¤›na göre,
dürtülerimizi, yani irademizi yönlendiren mekanizma ne
olabilir?
DNA ÜREMEYE MECBURDU
DNA’m›z aynen bir iplik gibi, birbirlerine fosfatlar ile
ba¤lanm›fl nükleotidlerin yapm›fl oldu¤u zincirinden oluflur. Bir nükleotid ise bir baz ve buna ba¤l› flekerden (de-
325
‹NFERT‹L‹TE
oksiriboz) meydana gelmifltir. Bazlar; adenin (A), sitozin
(C), guanin (G) ve timin (T)’dir (fiekil 3) (Star 2006).
Bir nükleik asit zinciri daha sa¤lam kalabilmek için,
ikinci bir nükleik asit zinciri ile sarmafl dolafl halde yaflar.
Böylelikle d›fl flartlara rahatça gö¤üs gerer. Biz buna DNA
çift sarmal› ad›n› veriyoruz. Sarmal yaparlarken A daima T
ile, G ise daima C ile karfl› karfl›ya gelir. Burada bazlar aynen bir m›knat›s gibi davranarak, kendilerine en uygun
baz ile ortakl›k kurarlar. Örne¤in C nukleotidlerinden oluflmufl bir zincir düflünelim. ‹çinde 4 nukleotidi de bar›nd›ran bir havuza konduklar›nda, C’ler hemen G nukleotidlerini bularak, kendilerine ba¤larlar. ‹flte ilginç olan budur.
Yani neden bir Sitozin baz› ortamda bulunan di¤er moleküllerle de¤il de illa ki Guanin baz› ile birlefliyor?
Neden DNA, DNA oldu?
Bu noktada canl›l›¤› bafllatan bu ilginç molekül eflleflmelerinin mekanizmalar›n› incelemek gerekir. Çünkü Sitozin Guanin ile birleflmese, bizlerde olamazd›k. Zaman›nda
ortamda birçok de¤iflik molekül vard›. Örne¤in metan,
karbondioksit vb. Ama Sitozin bunlar› de¤il, Guanin’i tercih etti. ‹yi ki tercih etti, aksi durumda yaflam bafllamayacakt›, ya da flimdikinden çok farkl› bir flekilde olacakt›k.
326
Yay›n
Acaba Sitozin Guanin ile birleflmeye mecbur muydu?
Afla¤›daki sat›rlarda gerçekten de, Sitozinin Guanin ile,
Adeninin de Timin ile birleflmeye mecbur olduklar›n› göreceksiniz. Asl›nda mecbur olmayabilirlerdi de, belki baflka bileflikler de olufltu zaman›nda, ama en elveriflli olan›
ya da ifle yarayan› A-T ve G-C çiftleriydi. Sonuçta da sadece bu çiftler ayakta kalabildi ve DNA fleklinde günümüze
kadar ulaflabildi. fiimdi, DNA’y› oluflturan bir nükleik asit
zincirine yak›ndan bakal›m.
DNA’da iki nükleik asit zinciri birbirine, zincirin orta
k›sm›nda yer alan bazlar arac›l›¤›yla ba¤lan›rlar. Bazlar ise
d›fl k›s›mlar›nda bir fleker molekülüne ba¤l›d›r (fiekil 4).
fieker molekülleri de aralar›na fosfat› alarak birbirlerine tutunurlar. Demek ki DNA’n›n oluflmas›nda 1) Karfl›l›kl› bazlar aras›nda ba¤ (hidrojen ba¤›) oluflacak, 2) Bazlar da altlar›ndaki di¤er bazlara (Van der Waals ba¤lar›) ba¤lanacak,
3) Bazlar flekere (kovalent ba¤) ba¤lanacak, 4) fieker fosfata ba¤lanacak, nihayet 4) fosfatlar da hemen komflulu¤undaki di¤er nükleotidin flekerine (kovalent ba¤) ba¤lanacak. ‹flte, baz›n karfl›l›¤› olan baza, bunun da flekere ve
flekerlerin de fosfata ba¤lanmalar› iflin kritik noktas›n› teflkil eder. Bu ba¤lant›lar tesadüfen olmaz, baz› do¤a kurallar› sayesinde gerçekleflmektedirler. Nedir bu do¤a kurallar›?
Sitozin neden illa ki Guanini seçer? Çünkü Sitozini
oluflturan atomlar sadece ve sadece Guaninin atomlar› ile
ba¤ yapabilir, di¤er moleküllerle de¤il! fiekil 5’de bir guanin ve bir sitozin molekülünü görüyorsunuz. Neden bu
Yay›n
moleküller azot (N), karbon (C), oksijen (O) ve hidrojenden (H) oluflmufllar, neden bu atomlar bu flekilde bir araya gelmifller, flimdilik bir kenara b›rak›p, konumuza devam edelim. ‹leride bunun da aç›klamas›na dönece¤iz.
fiekle dikkat ederseniz, iki molekül 3 noktadan birbirlerine ba¤lanm›fllar: ‹ki yerde oksijen (O) ile azot (N)
atomlar› aralar›na bir hidrojen (H) alarak birbirlerine ba¤lan›rken, bir tanesinde iki azot (N) aralar›na hidrojeni alarak
ba¤lanm›fllar. Her 3 ba¤lant›da da hidrojen atomu arac›l›k,
ya da tutkal vazifesi görmüfl. Biz buna “hidrojen ba¤›” ad›n› veriyoruz. ‹flte, DNA’da bazlar birbirlerine hidrojen ba¤lar› arac›l›¤›yla ba¤lan›rlar. Nedir bu hidrojen ba¤›?
‹NFERT‹L‹TE
Önce neden karbon, azot ve oksijeni de yan›na alarak,
örne¤in Guanini yapm›fl, bunu analiz edelim (fiekil 6). Bilindi¤i üzere, Guanindeki oksijenin d›fl yörüngesinde 6
elektron vard›r ve kural olarak bunlar› 8’e tamamlamas›
gerekir. Bu nedenle de 2 tane daha bulmak için aran›r. Yak›n›nda karbon varsa, hemen bunun 2 elektronunu ortak
kullanmaya bafllar. Gerçekten de, guanine bakarsak, karbon atomu ile iki adet ba¤ yapt›¤› görülür. Bunun anlam›,
oksijenin d›fl yörüngesindeki 6 elektronunun yan›na, karbondan 2 adet elektron daha alm›fl oldu¤udur. Daha do¤rusu karbonun 2 elektronunu ortak olarak kullan›r. Bu flekilde elektronlar›n ortak kullan›lmak üzere iki atomun birbirlerine ba¤lanmas›na “ kovalent ba¤” ad› verilir. Bu durumda oksijen d›fl yörüngesini 8’e tamamlam›flt›r ama fazladan da 2 elektron alm›flt›r. Elektronlar negatif yüklüdür.
Bu durumda oksijen fazladan 2 adet negatif yük alm›fl
olur, yani elektronegatif hale gelir. Oksijenin negatif yüklü hale gelmesi önemli bir özellik kazand›r›r, çünkü etraf›nda pozitif yüklü bir hidrojen varsa, hemen onu tercih
ederek, yan›na yaklafl›r. Afla¤›da görece¤imiz gibi, bir
“hidrojen ba¤›” oluflturarak, birbirlerine ba¤lan›rlar.
Gelelim hidrojen ba¤›na. Hidrojen ba¤›, zay›f bir ba¤d›r, yani kolayl›kla y›k›labilir. Böylelikle DNA’n›n kendini
efllemesi, yani ço¤almas› da kolay olur. fiimdi DNA’daki
bir baz› düflünelim, örne¤in Timin. Timindeki azot (N) toplam 7 adet elektrona sahiptir. Bunun ikisi kural olarak 1.
yörüngede yer al›rken, geri kalan 5’i en d›fl yörüngeye
oturmufltur. Yine do¤an›n bir kural› olarak, atomlar d›fl yö327
‹NFERT‹L‹TE
rüngelerini 8’e tamamlay›p, kararl› hale gelmek isterler.
Bu nedenle hemen etraflar›nda baflka atomlar ararlar. Timin’in azotu da, yine kendisi gibi kararl› hale gelmek isteyen 2 tane karbon atomu ve 1 hidrojen bulur. Her bir atomun d›fl yörüngelerindeki birer elektronu ortaklafla kullanarak, d›fltaki elektron say›s›n› sekize tamamlam›fl, böylelikle de kararl› duruma geçmifl olur. Azotun d›fl yörüngesindeki elektron say›s› (5), hidrojeninkinden (1) çok oldu¤u için, elektronegativitesi de çoktur. Yani azot negatif
yüklüdür denilir. Bu durumda hidrojene pozitif demek kal›yor. fiimdi böyle (+) yüklü bir hidrojen kuvvetle, negatif
yüklü bir atom arar. ‹lginç olan›, bu flekilde ortaya ç›km›fl
durumlarda hidrojenin sadece ya azot (N), ya hidrojen (H)
ya da oksijen (O) aramas›d›r. ‹flte en kolay elde edebilece¤i, tam karfl›s›nda duran Adenin baz›d›r. Çünkü bunun da
azotu, karbon atomlar›n›n 3 elektronunu ortak kullanarak,
d›fl kabu¤undaki say›y› 8’e ç›karm›flt›r. Ama ayn› zamanda
azot, negatif yüklü hale geçmifltir. ‹flte adenin ve timin ayn› ortamdalarsa, Timin’in pozitif yüklü hidrojeni ile Adeninin negatif yüklü azotu, birbirlerini çekerler. Neticede,
baflkalar› de¤il, sadece ve kaç›n›lmaz flekilde Adenin ile
Timin birbirlerine ba¤lanm›fl olurlar. Tabii, adenin ve timin
aras›nda bir de¤il, 2 adet hidrojen ba¤› oluflur. ‹kincisi,
hidrojenin oksijen ile yapt›¤› ba¤lanmad›r.
fiimdi Sitozin’e bakal›m (fiekil 5). Üstteki azot (N) atomu, d›fl yörüngesindeki elektron say›lar›n› 8’e tamamlamak için, 2 adet hidrojen (H)’in d›fl yörüngesindeki elektronlar› ortak kullanarak, o da kovalent ba¤ yapar. Hidrojenin zaten 1 elektronu vard›r ve bunu da azota, ortak kullan›m için vermifltir. Yani, 1 elektronunun negatif yükünden mahrum olmufltur, neticede elektronegatifli¤i azalm›fl, karfl›l›¤›nda pozitifli¤i artm›flt›r. E¤er bir atomun elektronlar› az ise, kovalent ba¤ yapt›¤›nda, elektronu daha
fazla olan atomun elektronunu alm›fl olmaz, aksine kendi
elektronunu vermifl olur. Bu nedenle negatifli¤i azal›p,
pozitifli¤i artar. Karfl›s›ndaki atomun ise, elektronu daha
fazla kullanmas› nedeniyle negatifli¤i artm›fl olur. Sonuçta, sitozinin hidrojeni elektropozitif, guaninin oksijeni ise
elektronegatif hale gelir. ‹flte bu durumda, yukar›da izah
etti¤imiz mekanizmayla, elektronegatif oksijen, otomatik
olarak, elektropozitif hidrojen taraf›ndan çekilir, ve birbirlerine s›k›ca tutunurlar. Daha önceden tan›d›¤›m›z “hidrojen ba¤›” karfl›m›zda. Benzer mant›k ile, guanin ve sitozin
aras›ndaki di¤er 2 hidrojen ba¤›n›n da nas›l olufltu¤unu
böylelikle kavr›yoruz.
328
Yay›n
KARBONUN SIRRI
Canl› organizmalar›n yap›s›ndaki kimyasallar›n birço¤u
karbon elementi içerirler. Çünkü karbon elementi büyük,
karmafl›k ve çok çeflitli moleküller oluflturabilme yetene¤i
ile di¤er elementlerden ayr›l›r. Bu moleküler çeflitlilik sayesindedir ki, Dünya üzerinde çok çeflitli organizmalar evrimleflebilmifllerdir. Canl› maddeyi cans›zdan farkl› k›lan
proteinler, DNA, karbonhidratlar ve di¤er moleküllerin tümü karbon atomlar›ndan oluflmaktad›r. Bu bilefliklerdeki
karbon atomlar›, birbirlerine ve di¤er elementlerin atomlar›na kolayl›kla ba¤lanabilir. Her ne kadar canl›y› oluflturan moleküller genelde hidrojen, oksijen, azot, kükürt ve
fosfordan oluflmuflsalar da, biyolojik moleküllerdeki çeflitlili¤in as›l sorumlusu karbondur. ‹yi ki karbon var! Çünkü,
sayd›¤›m›z bu 5 element az say›daym›fl gibi görünmekle
birlikte, karbon o kadar çok çeflitte bileflik oluflturabilir ki,
Yay›n
Dünya’daki sonsuz çeflitlilikte organik molekül ortaya ç›kabilmifltir.
Bir atomun elektron düzeni, di¤er atomlarla oluflturaca¤› ba¤lar›n say›s›n› etkileyen esas unsurdur. Karbonun
toplam 6 elektronu vard›r: 2’si ilk yörüngede, di¤er 4’ü
ise d›fltaki yörüngesinde döner durur. Yani, 8 elektron
‹NFERT‹L‹TE
içermesi gereken d›fl yörüngesinde sadece 4 elektron tafl›r. 4 elektron, ortada bir say›d›r. Ne baflka atomlara bu
elektronlar› verebilir, ne de baflka atomlardan kopararak
elektron alabilir. Bunun yerine di¤er atomlar›n elektronlar›n› ortak kullanarak, d›fl yörüngesini stabil bir durumda, 8
elektrona tamamlayabilir. Neticede 4 kovalent ba¤ yaparak, kendini doyurur ve rahata erer (Sekmen 2006).
‹flte, karbonun bu derece büyük ve karmafl›k moleküller oluflturabilme yetene¤i, 4 tane valans elektronuna sahip olmas›d›r. Baflka bir deyiflle, karbonun elektron dizilifli, onun di¤er elementlerle kovalent olarak uyumlu olmas›na olanak verir. Bir karbon atomu bir oksijen atomu ile,
oksijenin 2 elektronunu ortak kullan›rsa, d›fl yörüngesindeki 4 elektron say›s›n› 6’ya ç›karm›fl olur, ve oksijen d›fl
yörüngesini 8’e tamamlayarak rahata erer. E¤er karbon
ikinci bir oksijenin 2 elektronunu da ortak kullanmak üzere kiralarsa, toplam 8 elektrona ulaflm›fl olur ki, buda onun
kararl› hale geçmesine yeter, ikinci oksijen de zaten bu
yolla kararl› olmufl olur. ‹flte, karbon daima 2 oksijeni ba¤layarak huzur bulur, ayn› zamanda ba¤land›¤› 2 oksijeni
de huzura erdirir. Aynen guanin ve sitozindeki oksijen ve
karbonlarda oldu¤u gibi. Ama sadece 2 oksijen ba¤layan
karbonun oluflturdu¤u karbondioksit (CO2), hidrojen içermedi¤inden organik kabul edilmez. Ancak hidrojen ba¤›
yap›p, yap›s›na hidrojeni de katarsa organik olma hakk›
kazanabilir, aynen DNA’da, guanin ve sitozinin hidrojen
ba¤› yapmakla organik olma hüviyeti kazanmalar› gibi!
Gelelim, nükleik asitlerin enine de¤il de, boyuna uzamalar›na (fiekil 7). Boyuna uzama, iki nükleotidin alt alta
birbirlerine ba¤lanmalar›d›r. Bu ba¤lanma iki fleker molekülünün, bir fosfat molekülü arac›l›¤›yla tutunmas›yla gerçekleflir. Aynen G ve C aras›nda oldu¤u gibi burada da kovalent ba¤lanma söz konusudur. Yani, üstteki nükleotidin
flekerinin bir hidroksil (OH) grubu, alttaki nükleotidin flekerinin OH grubuna, fosfat arac›l›¤›yla kovalent ba¤ yaparak ba¤lan›r (fiekil 8,9). Fosfat molekülü bir fosfor atomu
ve etraf›nda, fosfat›n d›fl yörüngesindeki elektronlar› ortak
kullanmak üzere ba¤lanm›fl 4 oksijenden oluflur. Oksijenlerden 3 tanesi, d›fl yörüngelerindeki birer elektronlar›n›
hidrojenin bir elektronu ile ortak kullanarak fazladan 3
elektron kazanm›fl olur. Böylece, oksijen (O) ve hidrojen
(H) birlikte hidroksil grubunu (OH) oluflturur. ‹flte bu OH
gruplar›n›n içindeki oksijen (O) de, dengeli hale geçebilmek için, bir di¤er OH’nin oksijeni ile bir elektronunu paylafl›r. Bu paylaflma neticesinde nükleotidler birbirlerine
329
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
Neticede, canl› hücresine hayat veren DNA, baflta karbon olmak üzere azot, oksijen, fosfor ve hidrojen atomlar›n›n de¤iflik kombinasyonlarda bir araya gelmeleri sonucu ortaya ç›kt›. Ama sadece bu 5 atom, yaflam için yeterli de¤ildir. Unutmayal›m ki N, O, C ve H canl› maddenin
%96’s›n› oluflturur. Zaten canl›lar sadece 25 element kullanmaktad›rlar. Oysa do¤ada 92 element tan›mlanm›flt›r.
Bunlar›n üzerine 10 civar›nda sentetik atom da yarat›lm›flt›r. Gelelim, bizi biz yapan bu 25 atomun kayna¤›na.
Bu elementler (element; baflka bir maddeye parçalanamayan, en küçük maddedir. Bir ya da birkaç atomdan oluflabilir. Çünkü baz› atomlar tek bafllar›na bulunamazlar,
mutlaka benzeri birkaç atomla ba¤lan›rlar) do¤ada gösterilmifltir. Fosillerde de bulunabilmifltir. K›sacas› dünyan›n
yap›s›nda mevcutturlar. Evrendeki di¤er gezegenler ya da
y›ld›zlarda da vard›rlar. Demek ki, uzay›n her yeri bu atomlar› içermekte. O halde, bunlar uzayda nas›l ortaya ç›kt›lar?
ÜREME BIG BANG “BÜYÜK PATLAMA” ‹LE BAfiLADI
Bir atomun yap›s›.
ba¤lan›rlar ve uzayarak nükleik asit zincirini, 2 nükleik asit
zinciri de birbirine sar›larak DNA’y› oluflturur.
Demek ki DNA’n›n ortaya ç›kmas›, atomlar›n dengeli
duruma geçebilmek için kendilerine en uygun olan baflka
bir atomu bulmalar› sayesinde gerçekleflir. Bu buluflmalardan en ideal olan›, bu güne kadar varl›¤›n› sürdürmeyi baflarabilen DNA’da gerçekleflmifltir. Kaymakl› ekmek kaday›f›nda kaymak ile kaday›f›n buluflmas› gibi!
330
Günümüzden 13.7 milyar y›l önce bu elementler yoktu. O tarihte, meflhur büyük patlama (Big Bang) oldu. Niye oldu, bilmiyoruz. Stephen Hawking bütün evreni bafllang›çta s›f›r çap›nda tek bir noktaya s›¤d›r›r. Ne olduysa
oldu ve bu nokta patlad› ve ilk olarak en, boy, genifllik ve
zaman boyutlar›yla tan›flt›k. Milyarlarca derece s›cakl›kta,
sonsuz yo¤unlukta bir enerjiden oluflmufl kozmik bir özden bahsediyoruz. Bu ak›l almaz enerji, Einstein’in E=mC2
denklemine göre, so¤uyup, geniflledikçe maddeye dönüflmüfl olabilir mi? Ya da baflkaca bir enerji formu mu
vard›, bilinmez.
‹nan›lmaz s›cakl›k alt›nda, saniyenin milyar kere milyar
kere milyar kere milyar kere on milyonda biri geçti¤inde
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
evrenimiz so¤umaya bafllad›. S›cakken ilksel madde parçac›klar› birbirlerine tutunamayacak derecede titrefliyorlard›. Biraz so¤uyunca “kütle çekimi” denilen ilk maddeler
aras› çekim kuvveti ortaya ç›kt›. Birkaç milyarda bir saniye
sonra da “güçlü çekim” denilen bir etkileflim belirdi. Hemen arkas›ndan “zay›f kuvvet” ve “elektromanyetik kuvvet” belirdi. Bu 4 kuvvet, sahip oldu¤umuz cismin flekillenmesinde ve yerli yerinde durmas›nda etkin tek güçtür.
Kütle çekimi, gezegenleri, y›ld›zlar›, vb. gök cisimlerini yerinde tutmaya yarayan kuvvettir. Bu kuvvetlerin tesiriyle ilk madde parçac›klar› geliflti. ‹lk madde parçac›klar›n›n ortaya ç›kmas› ile ço¤alma da bafllad›. Parçac›klar ço¤ald›, ço¤ald›kça birbirlerini etkilediler ve birleflip bozunarak, daha da ço¤ald›lar. ‹flte, neden yaflam›m›z›n temelini
üreme telafl› oluflturmaktad›r sorusunun cevab›, milyarlarca y›l önce bafllayan evrensel bir gerçeklikte yatmaktad›r.
Evren, genifllemek için gözlerini açt›. Genifllemenin kayna¤› ise yeni parçac›klar›n oluflmas› ve bunlar›n birleflerek,
ya da parçalanarak artmas› olmufltur (fiekil 10).
‹lk madde kuarklar ve leptonlar’d›. Lepton dedi¤imiz
parçac›klar, elektron, muon ve tau ad› verilen partiküllerdir. Bunlar›n hepsi de ayn› olup, sadece kütleleri farkl›d›r.
Kütle dedi¤imiz ölçüm, bu parçac›klar için inan›lmaz derecede küçüktür. Örne¤in bir elektron, 9.11x10-31 kg
a¤›rl›ktad›r.
KUARK B‹LEfi‹KLER‹
Baryonlar (3 kuark)
Proton
yya
Nötron
aay
Lambda
yas
Sigma
yys/aas
Omega
sss
Mezonlar (2 kuark)
Pion
ya/yy
Eta
yy/aa
Kaon
ys/as
Bugün bedenimizi ve canl› cans›z tüm maddeleri en
küçük boyuta kadar parçalasak, geriye sadece iflte bu yukar›da sayd›¤›m›z kuarklardan 2 tanesi, bir de elektron kal›r. Bu parçac›klar da zaten büyük patlaman›n ilk saniyesi
içerisinde serbestleflti (ya da enerjiden meydana geldi!).
Serbestleflir serbestleflmez de 2 yukar› ve bir afla¤› kuark
dedi¤imiz 3 kuark, gluonlar arac›l›¤›yla birbirlerine “güçlü
bir kuvvetle” ba¤land›lar ve ilk protonlar otaya ç›km›fl oldu! Proton, etrafta dolaflan bir elektronla birleflince, iflte ilk
atomumuz, yani H‹DROJEN do¤mufl oldu.
MADDEN‹N EN TEMEL PARÇACIKLARI
Kuarklar (6)
1. aile
2. aile
3. aile
Yukar› (y)
Büyülü (b)
Zirve (z)
Leptonlar (6)
Afla¤› (a)
Garip (s)
Dip (d)
Elektron
Muon
Tau
e nötrinosu
µ nötrinosu
T nötrinosu
TEMEL PARÇACIKLAR ARASINDA KUVVET TAfiIYICILARI
Elektronmanyetik kuvvet
Zay›f kuvvet
Güçlü kuvvet
Kütle çekim kuvveti
Foton
Görme, iflitme,
dokunma, sürtünme,
elektrikli aletler
W, Z
Kuark ve lepton
parçac›klar›n› birbirine
dönüfltürür
Gluonlar
Çekirdek içinde
proton ve nötronlar›
bir arada tutar
Gravitonlar Yer çekimi, gezegenleri yerinde tutan kuvvet
Evren so¤udukça, “zay›f kuvvetler” ad›n› verdi¤imiz
bir etkileflim karfl›m›za ç›kt›, bu etkileflimde arac›l›k yapan
parçac›klar ise W ve Z ad›n› verdi¤imiz partiküllerdir, aynen fotona, yani ›fl›¤a benzerler ama gözle göremeyiz
(fiekil 11). Nas›l fotonlar atomlar›n yörüngesindeki elektronlara çarpt›klar›nda onlar› yerinden eder ve s›çrat›r, ya
da çarpt›klar› yerde görme gibi bir etkileflim yarat›rlar, W
ve Z’ler de kendilerine göre bir etkileflimde bulunarak, ku-
331
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
arklar›n yap›s›n› de¤ifltirebilirler: Bir yukar› kuark› afla¤› kuark haline dönüfltürebilirler. Böylelikle 2 afla¤› kuark, bir
yukar› kuarkla birleflerek (yine gluonlar arada tutkal vazifesi görürler) nötronlar› oluflturdular. fiimdi elimizde hem
proton hem de nötron var. Yeni bir çekirdek modeli ile tan›fl›yoruz: Helyum. Yine bir “birleflme” ile karfl› karfl›yay›z.
Ama burada “cinsel çekicilik” de¤il, gluonlar›n “tutkal çekicili¤i” var. Arkas›ndan de¤iflik say›larda protonlar ve
nötronlar birleflti ve lityum, berilyum vb. elementler ortaya ç›km›fl oldu. Evrenimiz flekilleniyordu!
Evren afl›r› s›cakken, parçac›klar o kadar h›zl› titreflirlerdi ki, birbirleriyle birleflmeden, özgürce yaflamlar›na devam edebilirlerdi. Oysa, evrenin ›s›s› ilk 100 saniye içerisinde bir milyar dereceye düfltü¤ünde, art›k “güçlü çekim
kuvveti” ile bafla ç›kamay›p, protonlar nötronlarla birleflmek zorunda kald›lar, zaten bundan sonra da ›s› bir daha,
o ilk saniyelerdeki kadar yükselmedi¤inden, proton-nötron birlikteli¤i de günümüze kadar bozulmadan gelebilmifltir. Bir gün, belki, ›s› o kadar yükselirse ne olur, tahmin
s›n›r›m›z› oldukça yorar.
Gözümüzde canland›rmas› güç olsa da, biraz hayal gücümüzü zorlarsak o zamanlardaki manzaray› az da olsa
kavrayabiliriz. Ortada protonlar ve nötronlardan oluflmufl
çekirdekler, ve bunlar›n etraf›nda dönen elektronlar. Bir
de elektronlardan a盤a ç›kan fotonlar ile proton ve nötronlar› ba¤layan gluonlar var (Ford 2005).
Fotonlar hiç durmaks›z›n etrafa saç›l›yorlar, karfl›lar›na
ç›kan parçac›klara h›zla çarp›yorlard› fiekil 12,13) (Sekmen
2006). T›pk› bir bilardo topunun, di¤er toplara çarpmas›
gibi. Elektronlara çarpt›kça onlar›n yörüngelerini de¤ifltiri-
332
yor, hatta kopar›p d›flar› atabiliyordu. Nötronlara çarpt›kça
da, d›flar› bir elektron atmakta, böylelikle yükü pozitif olarak, protona dönüflmüfl olmaktayd›. ‹flte bu flekilde proton
say›s› art›p, bu s›rada d›flar› elektron saç›lmaktayd›. D›flar›
saç›lan elektron, beta ›fl›n›m› ad›n› al›r. Beta ›fl›n›m› da di¤er atomlar›n elektron veya çekirdeklerine çarparak onlar›n yap›s›n› de¤ifltirmekte, baflka atomlar› yapmaktayd›.
E¤er foton protona çarparsa, çekirdekten d›flar› pozitif
yüklü elektron (pozitron) at›l›r, kendi nötrona dönüflür,
nisbeten fazla say›da kalan protonlar da d›flar› saç›larak alfa ›fl›¤›n› olufltururlar. Demek ki etrafta dolaflan bir de alfa
ve beta ›fl›n›mlar› var. Tam bir savafl alan›, çarp›flmalar ve
parçalanan parçac›klar. Esas kritik nokta ise burada yatmakta: Parçac›klar, yükleri nedeniyle kararl› duruma geçmek için daima birleflmek isterler. Bir bak›ma eksikliklerini doyurmaya u¤rafl›rlar. T›pk› sperm ve oositin birleflerek,
eksikliklerini tamamlama arzular›nda oldu¤u flekilde!
Bir atom daima kararl› duruma geçmeye çal›fl›r. Kararl›
durum demek, çekirde¤in elektronlar ile denge içinde olmalar› anlam›na gelir. Bu denge durumunda çekirde¤in
tam 0.05 nm uza¤›nda 2 adet elektron bulunmal›d›r. Çekirdekte ise proton ve nötron say›lar› eflit olmal›d›r. ‹flte
tüm savafl, bu denge durumuna geçmek için yap›l›r. E¤er
fotonlar atoma çarp›p, elektronlar›n yerlerini de¤ifltirirlerse, ya da çekirde¤e çarp›p alfa veya beta ›fl›mas›na neden
olurlarsa, bozunan atom derhal baz› manevralar yaparak,
tekrar kararl› durumunu kazanmaya u¤rafl›r. Bu s›rada da
d›flar› baz› parçac›klar yayar. Örne¤in nötrino, muon veya
tau gibi. Daha ad›n› saymad›¤›m›z di¤er parçac›klar› da
unutmamak gerek. Örne¤in 2’fler kuark›n birleflmesiyle
oluflmufl pionlar, etalar ya da kaonlar gibi (Hooft 2003).
Ama bunlar›n hepsi de saniyenin milyonda biri gibi zaman
dilimi içerisinde bozunarak, neticede en son ürünlere, yani elektron veya nötrinolara dönüflürler. Her ne olursa ol-
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
sun, atomlar daima proton, nötron ve elektronlardan oluflmufllard›r. Di¤er parçac›klar etrafta dolaflan figüranlard›r.
Evrenin flekillenmesine devam edersek, bafllangݍta
sadece hidrojen ve helyumdan meydana gelmifl, h›zla dönen galaksi bulutlar› ile karfl›lafl›r›z. Bu bulutlar›n merkezinde çekim kuvveti o derece fazlad›r ki, ›s›n›n gittikçe artmas›na yol açar. Artan ›s› alt›nda helyumun çekirde¤ini
oluflturan proton ve nötronlar birbirleri ile birleflerek, say›lar› daha da artar. Böylelikle etraflar›na daha fazla elektron
ba¤larlar ve neticede oksijen ve karbon gibi a¤›r elementler ortaya ç›kar. A¤›r elementler de birleflerek gezegenler,
bu arada da dünyam›z› oluflturmufllard›r. ‹flte, bugün parmaklar›m›z› veya kollar›m›z› süsleyen alt›n, daha günefl
sistemimiz oluflmadan çok önceleri ortaya ç›km›fl, y›ld›z
patlamalar›n›n fosilleridir!
Dünyam›z›n ilk günlerinde oksijen yoktu ama hidrojen
sülfit gibi zehirli gazlar vard›. Bu flartlar alt›nda, atomlar›n
rasgele birleflmeleri ile makromoleküller ad› verilen büyük
yap›lar›n meydana gelmeleri mümkün. Makromoleküller,
okyanuslardaki di¤er atomlar› da bir araya getirerek, benzer yap›lar›n ço¤almalar›na yol açt›lar. Böylelikle kendilerini ÜRETT‹LER ve ÇO⁄ALDILAR!..
Üretim hatalar› sonucu baz› makromoleküller kendilerini ço¤altamayarak, yok oldular. Çevre flartlar›na uyabilenler ise hayatta kalarak, günümüze kadar uzanan uzun
bir evrimsel süreci bafllatt›lar. Böyle bir ortamda baz› ilkel
yaflam biçimleri ortaya ç›km›fl olabilir. ‹lk ilkel yaflam biHUZUR: Çevre ile s›n›rlar›n ortadan kalkarak, do¤a ile bütünleflme dengesi
Do¤ada bir döngü vard›r. Suyun gaz olup gökyüzüne ç›kmas›
ve arkas›ndan tekrar su halinde yeryüzüne dönmesi, ya da kristallerin kayalar› oluflturup daha sonra toprak fleklinde ufalanmas› gibi. Do¤an›n bu direkten tavr›n› k›rman›n en etkin yolu, moleküllerin kendisi ile çevre aras›nda bir s›n›r koyarak, kendi içinde kapal› bir bütünsel sistem oluflturmas›d›r (Ditfurth 2007).
Zaten bireyleflme de, canl›n›n kendisi ile çevre aras›na mesafe
koymas›, bir s›n›r çekmesi e¤ilimidir. Hayat ilk defa ortaya ç›kt›¤› andan bafllayarak, kendisi ile çevre aras›na bir mesafe koymak zorunlulu¤unu “hissetmifltir”. Ancak böylelikledir ki, kendini dayatabilmifl, ayakta kalabilifltir. ‹flte o zamandan bu yana,
çevre ile sürekli bir gerilim içerisinde yaflar›z.
Ditfurth cenneti, canl›lar›n çevreleriyle tam uyum içinde oldu¤u flartlar fleklinde tan›mlar ve bu uyumu “kendini çevrenin ritmine b›rakmak” olarak tan›mlar. O halde birey huzuru, kendini tafl›ma, kendi bafl›n›n çaresine bakma derdinden uzak, “ilkel
bir bafllang›ç basama¤›na” dönerek yakalayabilir.
çimleri, hidrojen sülfat› tüketip, oksijen ç›karmaya bafllad›lar. Atmosferde artan oksijen ise atmosferi, bugünkü durumuna getirdi ve bal›klar›n, sürüngenlerin, memelilerin
ve sonunda insan gibi daha yüksek yaflam biçimlerinin geliflmesini mümkün k›ld›. Ama temel kural ayn› kald›: Varl›¤›n› sürdürebilmek için kararl› durum kazanma ve bunu
sürdürebilme, kararl› duruma geçebilmek için de birleflme
ve parçalanma, yani ço¤alma telafl›.
DO⁄AYLA ARAMIZDAK‹ SINIR
Kararl› durumun korunmas›, çevreden gelen ›fl›n›mlardan
korunmakla olur. Öyle
ya, her ›fl›n›m atomun
yap›s›n› de¤ifltirebilme
potansiyeline sahiptir.
Atomun yap›s› de¤iflince, makromolekülün
yap›s› da de¤iflir ve sonuçta bozunur. Demek ki bozunmamak için, çevreden korunmal›. Do¤a bunun en ak›lc› çözümünü ise hücre membran›n› gelifltirerek bulmufltur. ‹flte, bugünkü geliflmifl varl›¤›m›z›n en önemli anahtar›, hücre membran›n›n geliflmesi ile do¤adan kendimizi soyutlamam›z olmufltur.
Sürekli olarak bu soyutlamay› sürdürmeye çal›fl›r›z. ‹lginç olan›, bunu sürdürürken de hiç bir zaman huzuru yakalayamamam›zd›r. Çünkü d›fl dünyan›n zararl› etkileflimlerinden korunmak için, hücre membran›n› sürekli uyan›k
tutmak gerekir. Uyan›k tutmak için de metabolizma devaml› ifllemelidir. Hiç durmaks›z›n, hiç uyumaks›z›n iflleyen bir metabolizmay› idame ettirmeye u¤rafl›r›z. Oysa
kap›lar›m›z› do¤aya tamamen açsak, onunla s›n›rlar›m›z›
kald›rsak, hücrenin tüm atomlar› kararl› konumlar›n› kazanacak, yani hidrojene dönüflecektir. Belki de huzuru, hidrojenleflmekle elde edece¤iz! Ama karfl›l›¤›nda bu günkü
varl›¤›m›zdan olaca¤›m›za da hiç kuflkumuz olmas›n. Karar
sizin! Karar elimizde mi, o da belirsiz. Çünkü at›klar›m›zla
kirletti¤imiz do¤a, gittikçe güçlenerek moleküler yap›m›z›
bozmakta. Bunun en güzel kan›t› kanser s›kl›¤›nda art›fl,
daha da güzel örne¤i fertilitenin bozulmas›d›r. Sperm kalitesindeki bozulma, en çarp›c› kan›t› gözler önüne sermekte. E¤er ç›plak DNA’m›z› kontrolsüz foton ›fl›nlar›na,
veya alfa ya da beta ›fl›n›mlar›na maruz tutarsak, mutasyon
oranlar› da anlaml› biçimde artar. Röntgen ›fl›nlar›n›n gebelerde embriyo üzerine zararl› etkilerini hat›rlay›n›z!
333
‹NFERT‹L‹TE
Yay›n
Kaynaklar:
1.
Atayman V. Varolman›n Ac›s› Schopenhauer Felsefesine Girifl. Donkiflot
Yay›nc›l›k, ‹stanbul, 2006.
2. Aydos K. Yaflam›n Gerçek Sahipleri: Bencil RNA’lar. TAD Yay›nlar› 29,
‹stanbul, 2007.
3. Çüçen AK. Felsefeye Girifl. ASA Kitabevi, Bursa, 2005.
4. DemirsoyA. Evrenin Çocuklar› “Yarat›l›fl›n Öyküsü”. Meteksan, Ankara,
2000.
5. Dawkins R. Gen Bencildir. TÜB‹TAK Popüler Bilim Kitaplar›, Ankara 2004.
6. Ditfurth HV. Bafllang›çta Hidrojen Vard›. Cumhuriyet Kitaplar›. ‹stanbul
2007.
7. Ford KW. Kuvantum Dünyas›. Güncel Yay›nc›l›k, ‹stanbul, 2005.
8. Gilmore R. Kuarklar›n Büyücüsü. ODTÜ Yay›nc›l›k. Ankara, 2007.
9. Gott JR. Einstein Evreninde Zaman Yolculu¤u. Arkadafl Yay›nc›l›k.
Ankara, 2006.
10. Gribin M, Gribin J. Zaman ve Uzay. TÜB‹TAK Popüler Bilim Kitaplar› 205;
53, 2005.
11. Hawking S. Zaman›n Daha K›sa Tarihi. Do¤an Kitap, ‹stanbul, 2005.
12. Hooft G. Maddenin Son Yap›tafllar›. TÜB‹TAK Popüler Bilim Kitaplar›,
Ankara, 2003.
334
13. Marinoff L. Felsefe Hayat›n›z› Nas›l De¤ifltirir? Pegasus, ‹stanbul, 2007.
14. Parker B. Kuvantumu Anlamak. Güncel Yay›nc›l›k, ‹stanbul, 2006.
15. Sadd B, Holman L, Armitage H, Lock F, Marland R, Siva-Jothy MT.
Modulation of sexual signalling by immune challenged male mealworm
beetles (Tenebrio molitor, L.): evidence for terminal investment and dishonesty. J Evol Biol. 19; 312-5, 2006.
16. Sekmen S. Parçac›k Fizi¤i “En Küçü¤ü Keflfetme Maceras›”. ODTÜ
Yay›nc›l›k, Ankara, 2006.
17. Skirbekk GS, Gilje N. Felsefe Tarihi. Kesi Yay›nlar›, ‹stanbul 2006.
18. Star C, Taggart R. Biology “The Unity and Diversity of Life”. ThomsonBrooks/Cole, USA, 2006.
19. Taylor JR, Zafaritos C. Modern Fizik (Modern Physics for Scientists and
Engineers). Güven Ltd., ‹stanbul, 1999.
20. Tuncay Ça¤lar. Fizi¤in F’si. Arkadafl Yay›nc›l›k, Ankara, 2007.
21. Zeller E. Geschichte der Deutschen Philosophie seit Leibniz. Mün, 1873.
(Atayman 2006’dan al›nt›)
22. Zohar D. Kuantum Benlik. Doruk Yay›nc›l›k, ‹stanbul, 2003.
23. http://staff.jccc.net/pdecell/cells/basiccell.gif
Güncel Makale Özeti
‹NFERT‹L‹TE
Kabergolin tedavisinin uzun süreli kesilmesinin
ard›ndan hiperprolaktinemi remisyonunun
göstergeleri
Colao A, Di Sarno A, Guerra E, Pivonello E, Cappabianca P, Caranci F, Elefante A, Cavallo LM, Briganti M, Crillo S ve Lombardi G
Clinical Endocrinology 2007;67, 426-433
Hiperprolaktineminin tedavisinde dopamin agonistleri
dünyada yayg›n olarak kullan›lmaktad›r. Kabergolin (CAB)
dopamin tip2 selektif reseptör agonistidir. Hiperprolaktinemi sendromunun belirti ve semptomlar›n› kontrol eder.
Haftada 1-1.5 mg dozla 6-24 ay CAB tedavisi, hem erkek
hem de kad›nlarda gonadal fonksiyonlar› korumakta, tümör boyutlar›n› küçülterek nörolojik semptomlar›n düzelmesini sa¤lamaktad›r.
Rekürren hiperprolaktinemi genelde medikal tedavinin
kesilmesinden sonra geliflir ve cerrahi sonras› rekürrensten daha s›kt›r. Bromokriptin (BRC) ve CAB tedavisinin kesilmesinden sonra mikroprolaktinomal› hastalarda %60%100, makroprolaktinomal› hastalarda ise yaklafl›k %90
oran›nda rekürrens kaydedilmifltir. Bu nedenle yak›n bir
zamana kadar hiperprolaktinemili hastalarda uzun süreli
dopamin agonist tedavisinin gerekli oldu¤u düflünülmekteydi. Ancak son zamanlarda araflt›rmac›lar CAB tedavisi
kesilen hastalar›n %60’dan fazlas›nda uzun süreli normal
prolaktin (PRL) seviyeleri bildirmifllerdir. Yap›lan çal›flmalarda 2-5 y›ll›k tahmini rekürrens oranlar› non-tümöral hiperprolaktinemili (NTH) hastalarda %24, mikroprolaktinomal› hastalarda %32.6, makroprolaktinomal›larda %43.3
olarak bulunmufltur. Ayr›ca, tedavi s›ras›nda manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile küçük kal›nt› tümör belirlenen hastalarda tedavinin kesilmesinden sonraki 2-5 y›ll›k tahmini rekürrens oranlar›, MRG’de tümör belirtisi olmayanlara oranla daha yüksek bulunmufltur.
Bu çal›flmada yazarlar, CAB tedavisinin kesilmesinin
farmako-ekonomik etkilerini de dikkate alarak, bu tedavinin kesilmesinin ard›ndan hastalar› 24 ila 96 ay süreyle
gözlemlemifllerdir. Sonuçta yazarlar, normal PRL seviyesi
ve negatif MRG bulgusu olan hastalarda medikal tedavinin kesilebilece¤ini savunmufllard›r.
Araflt›rmac›lar 2 kriter varl›¤›nda CAB tedavisini kesmifllerdir: 1-Normal serum PRL düzeyi (kad›n <750 mU/l, erkek
<450 mU/l), 2-Tümörün kaybolmas› yada tümörün bafllan-
g›ç boyutuna göre ≥%50 küçülmesi, mevcut tümörün optik
kiazmaya uzakl›¤›n›n >5mm olmas› ve kavernöz sinüs yada
di¤er kritik bölgelere invazyon olmamas›. Rekürrensin tan›s›
PRL seviyelerindeki art›fl›n tespiti ile yap›lm›flt›r.
Çal›flmaya 27 NTH’li, 115 mikroprolaktinomal› ve 79
makroprolaktinomal› olmak üzere 173’ü kad›n, 48’i erkek
toplam 221 hasta dahil edilmifltir. Tüm hastalara bafllang›ç
dozu olarak ilk hafta için 1x0.5 mg/hafta, sonras›nda
2x0.5 mg/hafta olacak flekilde CAB bafllanm›flt›r. ‹ki ayl›k
tedavi sonras›nda her iki ayda bir serum PRL supresyonuna dayan›larak doz ayarlamas› yap›lm›flt›r.
Tedavi kesilmeden önce tüm hastalar›n CAB dozu 0.5
mg’a düflürülmüfltür ve tedavisinin kesilmesinin ard›ndan
PRL seviyeleri düzenli aral›klarla de¤erlendirilmifltir. CAB
tedavisinin kesilmesini takiben ilk y›l 6 ayda bir, sonraki
dönemlerde y›lda bir MRG ile tümör boyutlar› de¤erlendirilmifltir.
NTH’li, mikroprolaktinomal› ve makroprolaktinomal›
hastalarda hiperprolaktinemi rekkürensi s›ras›yla 7
(%25.9), 39 (%33.9) ve 42 (%53.1) hastada tespit edilmifltir. Çoklu regresyon analizinde, tedavinin kesilmesinden sonraki PRL seviyelerinin en iyi göstergeleri bafllang›ç
PRL seviyesi (t:6.7, p<0.0001), tedavinin kesildi¤i s›radaki maksimal tümör çap› (t:2.8, p< 0.001) ve tan› an›ndaki
maksimal tümör çap› (t:2.2, p:0.016) olarak bulunmufltur.
Hiperprolaktineminin tekrar etti¤i 88 hastan›n hiçbirisinin
makro yada mikroadenomunda tekrar büyüme tespit edilmemifltir. Toplam 57 kad›n hastan›n %31,6’s›nda oligomenore, %14’ünde menstrüal siklusta azalma, %5,3’ünde
provokatif galaktore semptomlar› kaydedilmifltir. Ayr›ca
31 erkek hastan›n %41,9’unda testosteron seviyelerinde
de¤ifliklik olmaks›z›n seksüel güçte ve libidoda azalma izlenmifltir. Hiperprolaktineminin tekrarlama riski NTH, mikroprolaktinoma ve makroprolaktinomal› hastalarda s›ras›yla %3, %9 ve %20 olarak bulunmufltur.
Bu çal›flman›n sonuçlar›, baz› kriterler sa¤land›¤›nda
335
‹NFERT‹L‹TE
hiperprolaktinemi hastalar›nda uzun dönem CAB tedavisinin güvenle kesilebilece¤ini ve tümör volümünde anlaml› gerileme sa¤lanabilece¤ini vurgulam›flt›r. Bir di¤er
önemli bulgu ise, CAB tedavisinin kesilmesinden önceki
PRL düzeyi ≤162 mU/l ve en uzun tümör çap› ≤3.1 mm
olan hastalarda en uzun remisyon süresinin izlenmesidir
(% 7.7). Sonuç olarak gereksiz tedaviden kaç›nmak için
PRL düzeyleri ≤162 mU/l ve tümör çap› ≤3.1 mm olan
hastalarda CAB tedavisi kesilebilir. Rekürrensler en s›k ilk
336
Güncel Makale Özeti
bir y›l içinde geliflti¤i için takipler ilk y›lda s›k› yap›lmal›,
sonraki y›llarda hastan›n hikayesi ve hastal›¤›n fliddetine
göre ayarlanmal›d›r.
Çeviri:
Asist. Dr. Hac› ‹brahim Çimen,
Asist. Dr. Ege Can fierefo¤lu
Ankara Atatürk E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi,
1. Üroloji Klini¤i
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Varikosel prevalans› yaflla artmakta m›d›r?
U Levinger, M Gornish, Y Gat, GN Bachar,
Andrologia 39: 77-80, 2007
Varikosel testiküler venöz drenaj sisteminde yer alan
internal spermatik venlerdeki tek yönlü kapakç›klar›n bozuklu¤uyla ortaya ç›kan vasküler bir hastal›kt›r. Bu durum
testiküler venöz mikrodolafl›m sisteminde patolojik hidrostatik bas›nca neden olur. Sonunda, bu bas›nçlar arteriolar bas›nc› aflarlar. Arteriolar ve venüler sistem aras›ndaki
bas›nç dengesinin tersine dönmesi testosteron üreten
Leydig hücrelerinde hipoksiye neden olur ve bilateral varikosel testosteron üretimini azalt›r. Varikosel tan›s› rutin
fizik muayene, ultrason veya termografi ile konur. Hastalar bazen skrotal kitle veya tüm gün ayakta durduktan
sonra testiste oluflan a¤›rl›k veya a¤r› flikayetiyle baflvururlar.
Alt ekstremite ve gövdedeki variköz venlerin geliflmesinde yafl›n en önemli faktörlerden biri oldu¤u bilinmektedir. Bu retrospektif çal›flma, varikosel prevalans›n›n yaflla
birlikte artaca¤› düflünülerek planlanm›flt›r.
Çal›flma grubu y›ll›k rutin kontrollerine gelen 504 sa¤l›kl› erkekten olufluyormufl ve hastalar ayn› ürolog taraf›ndan sadece fizik muayene ile de¤erlendirilmifller. Tüm
hastalar 30 yafl üzeriymifl ve en yafll›s› 89 yafl›nda olup ortalama yafl 54.7 olarak tespit edilmifl.
Hastalar s›cak bir odada 5 dakika ayakta bekledikten
sonra ayakta durur pozisyonda ve Valsalva manevras› s›ras›nda muayene edilmifller. Bulgular Dubin & Amelar sistemine göre derecelendirilmifl (grade 1: sadece Valsalva
manevras› s›ras›nda palpe edilebilen varikosel, grade 2:
ayakta durur pozisyonda palpe edilebilen varikosel, grade
3: izlemeyle fark edilen varikosel).
tan hasta yafl› ile varikosel varl›¤› aras›nda iliflki oldu¤u
görülmüfl. Yaflam›n her bir dekad› için yaklafl›k olarak %10
art›fl varm›fl. Görülme s›kl›¤› 30 - 39 yafl grubu için %18
iken (105 olgunun 19’u), 80 - 89 yafl grubu için %75’mifl
(16 olgunun 12’si).
Yazarlar bu sonucun internal spermatik vendeki tek
yönlü kapakç›klar›n yaflam boyunca mekanik bask›dan etkilenmeleri ve yetersiz hale gelmelerine ba¤l› oldu¤unu
düflünmüfller.
Testiküler venöz kan ak›m›, internal spermatik venler
(ISV) arac›l›¤›yla sol tarafta renal vene, sa¤ tarafta ise vena cava inferiora drene olur. Sol ISV sa¤a göre 8 - 10 cm
daha uzundur. Her iki ISV 6 - 8 adet tek yönlü kapak盤a
sahiptir ve her biri aras›nda yaklafl›k 6 - 8 cm vard›r. Vücut yaflland›kça kapakç›klar hasarlan›r, bu da testiküler
drenaj sisteminde hidrostatik bas›nc›n artmas›na neden
olarak varikosel oluflumuna yol açar. Yeterli tedavi edilmifl
varikosel sonras› total ve serbest testosteron düzeylerinin
yükseldi¤i ve buna paralel olarak spermatogenezin artt›¤›
ve Leydig hücrelerindeki patolojik de¤iflikliklerin geriledi¤i çal›flmalarla gösterilmifltir. Y›ll›k olarak erkeklerin serum
testosteron seviyeleri %1-2 azalmaktad›r. Varikosel de serum testosteron düzeylerini düflürmektedir. Varikosel erkeklerde yafllanma ile iliflkili olabilir mi veya bu süreci h›zland›rmakta m›d›r?
Varikoselin tedavi edilebilir bir hastal›k olmas› ve yeterli tedavi sonras› testosteron düzeylerinin artabiliyor olmas› nedeniyle, bizler acaba k›smen de olsa varikoselli erkeklerin yafllanma sürecini geciktirebilir miyiz?
Sonuçlar
Çeviri:
Dr. Deniz Abat, Doç. Dr. ‹. Atilla Ar›do¤an
Çukurova Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD
504 erke¤in 175 (%34.7)’inde varikosel bulunmufl. Ar-
337
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Deneysel varikosel gelifltirilen sݍanlarda varikosel
onar›m›n›n testiküler germ hücre apoptozisine etkisi
Fazlio¤lu A, Yilmaz I, Mete O, Kurtulus F, Parlakkilic O, Guctas O, Cek M.,
J Androl. published August 1, 2007 as doi:10.2164/jandrol.107.002717
Pampiniform pleksusu oluflturan venlerdeki staz ve
yüksek bas›nçla karakterize olan varikosel fertiliteyi etkilemektedir ve infertilitenin bilinen en s›k nedenidir. Testiküler fonksiyonlardaki etkilenmeyle ilgili birçok hipotez ortaya at›lmakla beraber hiçbiri ispatlanamam›flt›r. ‹nfertilite
patofizyolojisini aç›klamak için tan›mlanan son faktör
programlanm›fl hücre ölümü olarak da bilinen apoptozistir. Apoptozisin varikoseldeki rolü, testiküler doku ve
spermatogenezisin varikoselden nas›l etkilendi¤i tam anlam›yla tan›mlanmam›flt›r. Bu çal›flmada deneysel varikosel oluflturulan eriflkin s›çanlarda, varikoselektomi öncesi
ve sonras›nda testislerde oluflan apoptozis düzeyi incelenmektedir.
Çal›flmada kullan›lan 40 eriflkin Wistar s›çan›n 5’i sham
grubu ve 5 tanesi kontrol grubu olarak belirlenmifl. Saypol
ve arkadafllar›n›n 1981 y›l›nda tarifledi¤i üzere, s›çanlar›n
sol renal veninde parsiyel ligasyon yap›larak deneysel varikosel modeli gelifltirilmifl. Varikosel grubundaki 5 s›çan
postoperatif 14. günde ve di¤er 5 s›çan ise 28. günde
sakrifiye edilmifl. 20 s›çana postoperatif 14. günde varikoselektomi (yüksek ligasyon) uyguland›ktan sonra varikoselektomi sonras› 7., 14., 21. ve 28. günlerde sakrifiye
edilip 4 grup halinde incelenmifl. Apoptotik indeks seminifer tübül bafl›na düflen apoptotik hücre say›s› olarak hesaplanm›fl. Kruskal Wallis testi varyans analizi için ve
Mann-Whitney U testi çoklu karfl›laflt›rma için kullan›lm›fl.
Sham grubu ve kontrol grubu aras›nda istatistiksel anlaml› fark bulunmam›fl ancak deneysel varikosel oluflturulan ve 14. gün sakrifiye edilen grupta apoptotik indeks istatistiksel olarak anlaml› bulunmufl (<0.005). Deneysel varikosel oluflturulan ve 28. günde sakrifiye edilen grupta
apoptozis hafifçe artm›fl ancak 14. günde sakrifiye edilen
grupla aras›nda anlaml› fark bulunamam›fl. Varikoselektomi uyguland›ktan sonra 7. ve 14. günde sakrifiye edilen
grup ile varikoselli grup karfl›laflt›r›ld›¤›nda apoptoziste
anlaml› düflüfl olmad›¤›, bunun yan›nda varikoselektomi
338
sonras› 21. günde sakrifiye edilen grupta apoptotik indeksin her iki testiste de belirgin flekilde düflük oldu¤u bulunmufl. Ancak bu düflüflün sol testiste istatistiksel olarak anlaml›, sa¤ testiste ise anlaml› olmad›¤› görülmüfl. Tedavi
sonras› 28. günde sakrifiye edilen grupta apoptozis indeksindeki düflmenin her iki testiste de belirgin oldu¤u izlenmifl.
Varikosele ba¤l› testiküler hasar› aç›klamak için çeflitli
hipotezler ortaya at›lm›flt›r. Is› art›fl›, testiküler kan ak›m›nda artma veya azalma, renal ve adrenal metabolitlerin reflüsü veya toksik etkileri, hipoksi ve hormonal bozukluk
varikosel patofizyolojisinde rol oynad›¤› öne sürülen baz›
faktörlerdir (Baker HGW, 1985). Hormonal yetmezlik, inmemifl testis, venöz staza ba¤l› hipoksi, testis kan ak›m›nda artma ve lokal ›s› art›fl›n›n apoptozisi artt›rd›¤› gözlenmifltir (Fujisawa M, 1999- Hikim S, 2000). ‹diyopatik testiküler yetmezli¤i olan hastalara yap›lan biyopsiler sonucunda apoptozisin artt›¤› gözlenmifl ve bu art›fl›n testiküler disfonksiyona ve infertiliteye neden oldu¤u hipotezi
öne sürülmüfltür (Lin WW, 1997) Benzer flekilde Bacetti
ve arkadafllar›n›n çal›flmas›nda da apoptotik sperm hücre
say›s›n›n varikoseli olan hastalarda olmayanlara oranla
100 kat fazla oldu¤u gösterilmifltir (Bacetti B, 1996). fiimflek ve arkadafllar›n›n çal›flmas›nda varikoselektomi geçiren hastalarda ve sa¤l›kl› bireylerde testis biyopsisi yap›lm›fl, varikoseli olan bireylerde apoptozisin 7 kat fazla oldu¤u izlenmifltir. Sadece Fujisawa ve ark.n›n yapt›¤› çal›flma varikoselde apoptozisin azald›¤›n› öne sürmektedir.
Fujisawa’n›n çal›flmas›nda varikoselli subfertil bireylerden
ve sa¤l›kl› kiflilerden al›nan biyopsilerde varikosel grubunda apoptoziste azalma oldu¤u sonucu elde edilmifltir (Fujisawa M, 1999). Bu farkl› sonucun ortaya ç›kmas›nda çeflitli teknik sebeplerin ( fiksasyon için Bouin solüsyonu yerine formalin kullan›lmas›) sorumlu oldu¤u düflünülmektedir.
Tek tarafl› varikosel oluflturuldu¤unda apoptozis düze-
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
yi her iki testiste de artmaktad›r ve cerrahi tedavi sonras›
bu düzey düflmektedir. Apoptozisi etkileyen faktörler,
mediatörler ve özellikle genler araflt›r›lmal›d›r. Apoptozisin daha iyi kavranmas›, infertilite tedavisine ve yeni kontrasepsiyon metodlar›n›n gelifltirilmesine yeni bir anlay›fl
getirecektir.
Çeviri:
Dr. Alper Eken, Doç. Dr. ‹. Atilla Ar›do¤an
Çukurova Üniversitesi T›p Fakültesi Üroloji AD
339
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Adolesanlarda varikosel derecesi ve testis hipotrofisi
ile semen parametreleri aras›ndaki iliflki
Diamond DA, Zurakowski D, Bauer SB, Borer JG, Peters CA, Cilento BG, Paltiel HJ, Rosoklija I, Retik AB.
J Urol 2007;178(4 Pt 2):1584-8.
Adolesan varikoselinin cerrahi endikasyonlar› yüksek
varikosel derecesi ve testis hipotrofisidir. Bugüne kadar
bunlar semen parametreleri ile korele edilmemifltir. Bu çal›flmada adolesanlarda, unilateral sol varikosel derecesi ve
testis volümü de¤iflimi ile semen parametreleri aras›ndaki iliflkinin incelenmesi amaçlanm›flt›r.
Klinik olarak varikoseli olan, yafllar› 14 ile 20 aras›nda
de¤iflen 57 Tanner Evre V adölesan erkekte semen analizi yap›ld›. Varikosel derecesi çal›flmaya kat›lan ürolog taraf›ndan belirlendi. Veri analizi non-parametrik istatistiksel
metod kullan›larak yap›ld›.
Semen analizi parametreleri her üç volüm de¤iflikli¤i
kategorisi için sperm konsantrasyonu, hareketli yüzdesi ve
toplam hareketli sperm say›s›nda de¤iflikli¤e sebep oldu.
%10’un üzerinde testis volüm de¤iflimi olan adölesan erkeklerde %10’un alt›nda testis volümü de¤iflimi olanlara
göre belirgin olarak düflük sperm konsantrasyonu ve toplam motil sperm say›s› saptand›. %20’nin üzerinde testis
volümü azalmas› olanlarda de¤ifliklikler daha dramatikti.
%20’nin üzerinde testis volümü azalmas› olanlar ve %10
ile %20 aras›nda de¤iflim olanlar Mann-Whitney U testi ile
karfl›laflt›r›ld›. %20’nin üzerinde testis volümü azalmas›
olan adölesan erkeklerde hareketli sperm say›s›, %10 alt›nda de¤iflim olanlara ve %10 ile %20 aras›nda de¤iflim
olanlara göre belirgin azd›. Volüm de¤iflikli¤i normal morfoloji oranlar›nda herhangi bir de¤iflikli¤e neden olmad›.
%20’nin üzerinde testis volümü azalmas› olanlar›n
%59’unda 10 milyonun alt›nda hareketli motil sperm varken, %10 ile %20 aras›nda de¤iflim olanlarda bu oran
%11’di ve %10’un alt›nda testis volümü de¤iflimi olanlarda ise 10 milyonun alt›nda hareketli motil sperm say›s›
olan hiç yoktu. %10’un alt›nda testis volümü de¤iflimi
olanlar›n %85’i, %10 ile %20 aras›nda de¤iflim olanlar›n
%67’si ve %20’nin üzerinde testis volümü azalmas› olanlar›n ancak %33’ü mükemmel say›da (20 milyonun üze-
340
rinde) hareketli sperm say›s›na sahipti. Sonuç olarak testis
volümü de¤iflikli¤i ve toplam hareketli sperm say›s› aras›nda kuvvetli bir ba¤ saptand›.
Varikosel derecesi de¤iflikli¤i ve yafl art›fl› ile herhangi
bir semen parametresi için belirgin bir de¤ifliklik saptanmad›. Schlesinger ve ark. yapt›¤› bir çal›flmada varikoselektomi sonras› 16 adolesandan 12’sinin sperm konsantrasyonu, 12’sinden 5’inin sperm hareketlili¤i ve 10’undan 5’inin sperm morfolojisinde olumlu de¤iflim gözlenmiflti. Sperm morfolojisi sadece sperm konsantrasyonunda art›fl olursa düzeliyordu. Bu sebepten adolesanlarda
varikoselektomi sadece belirgin sperm konsantrasyonu
azalmas› olursa düflünülmelidir.
Bu çal›flma Tanner evre V hastalar ile s›n›rl›d›r. Bu kriteri kullanmadan yap›lm›fl çal›flmalardaki semen parametrelerindeki geliflim normal geliflimsel maturasyona ba¤l›
olabilir.
Yazarlar bu çal›flman›n da baz› s›n›rlamalar› oldu¤unu
belirtmifllerdir. Adolesanlar›n %61’i sadece bir semen örne¤i vermifl olup 2 ve 3 defa örnek alman›n daha do¤ru
sonuçlar verdi¤i bilinmektedir. Sonografik olarak belirlenen %10’un üzerinde volüm de¤iflimi ile normal testisi
olanlarda belirgin bir sperm konsantrasyonu ve toplam
hareketli sperm say›s› farkl›l›¤› gözlendi. Bu sonuçlara göre fizik muayene, sonografik olarak testis volümü ölçümü
ile adolesanlar gelecekte oluflacak infertilite için düflük ve
yüksek risk gruplar›na ayr›labilir. Bu, tek tarafl› varikoseli
olan erkek çocuklarda gelecekte oluflacak bir infertilite riskinin belirteci olabilir. En az›ndan bu adolesanlar›n semen
analizi ve y›ll›k yak›n takibi yap›lmal›d›r.
Çeviri:
Dr. Mehmet Büyükflerbetci, Doç. Dr. Ayhan Karabulut
S.B. Ankara E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi,
1. Üroloji Klini¤i
Güncel Makale Özeti
‹NFERT‹L‹TE
Genç infertil erkeklerde akut sildenafil ve tadalafil
kullan›m› sonras› sperm motilitesindeki de¤ifliklikler
Pomara G, Morelli G, Canale D, et al.
Fertil Steril. 2007; 88(4):860-5.
Fosfodiesteraz tip 5 enzim inhibitörü olan sildenafil
günümüzde erektil disfonksiyon (ED) tedavisinde en çok
öngörülen oral ajand›r. Tadalafil de PDE5 ve PDE 11 için
potent inhibitördür.
fiimdiye kadar, sildenafil ve tadalafilin sperm parametreleri üzerine etkilerini karfl›laflt›ran ve her iki ilac›n yüksek
riskli infertil hastalardaki etkinli¤ini araflt›ran bir bilgi yay›nlanmad›. Bu çal›flmada, sildenafil (50 mg) ve tadalafil
(20mg) kullan›m›n›n genç infertil erkeklerdeki seminal parametrelere akut etkisi sunulmaktad›r.
Yafllar› 32 ve 39 aras›ndaki 18 beyaz, gönüllü infertil
erkek çal›flmaya al›nd›. Rutin serum analizlerinden hemogram ve serum biyokimyas›na ek olarak semen analizi
ve üreme hormonlar› ölçüldü. Hastalardan semen örne¤i
al›nmadan önce en az 3 günlük cinsel perhiz ve bu 3 günlük zaman periyodunda alkol, kafein içeren ürünlerden kaç›n›lmas› ve sigara içilmemesi istendi. Bafllang›ç de¤erlendirmesi için her bir hastadan WHO’nun k›lavuzlar›na
göre tedavi öncesinde 2 hafta aral›klarla 2 semen örne¤i
al›nd›. Çift kör çal›flmayla, hastalara rasgele flekilde sildenafil (50mg) ya da tadalafil (20mg)’den biri verildi. Maksimum plazma konsantrasyonuna ulaflmak için farkl› medyan zamanlar oldu¤u göz önüne al›narak, hastalardan semen örnekleri, sildenafil ya da tadalafil al›m›n› takiben 1.
ve 2. saatlerde artarda al›nd›.
Mikroskopik inceleme s›ras›nda, konsantrasyon, motilite, spermatozoan›n agglutinasyonu, spermatozoalar haricindeki hücresel elemanlar›n varl›¤› tespit edildi. Motilite: a-h›zl› ilerleyen, b-yavafl ilerleyen, c-ilerlemeyen ve dhareketsiz olarak s›n›fland›r›ld›.
Sildenafil ve tadalafil kullan›m› sonras› spermlerin motilitesindeki h›zl› ilerleyici ve total ilerleyici hareketlerindeki belirgin de¤ifliklikler bazal de¤erlerle karfl›laflt›r›ld› Bafllang›ç de¤erleri ile sildenafil kullan›m› sonras› h›zl› ilerleyici ve total ilerleyici sperm motilitesindeki de¤ifliklikler
karfl›laflt›r›ld›¤›nda belirgin bir art›fl gözlendi. Aksine tada-
lafil kullan›m› sonras› spermin ilgili hareketlerinde belirgin
bir düflüfl gözlendi. Az say›da infertil hastada akut sildenafil kullan›m› sonras› sperm motilitisinde art›fl oldu¤u gözlendi. Tadalafil kullan›m›yla ise harekette azalma aras›nda
korelasyon görüldü. Total ilerleyici sperm hareketi için baseline de¤er %28,5 iken, sildenafil kullan›m sonras› %37
ve tadalafil kullan›m› sonras› %21,5 olarak tespit edildi.
Bu çal›flman›n getirdi¤i yenilikler; genç infertil hastalar› (40 yafl alt›) ve akut ilaç kullan›m›n›n etkilerini kapsamas›d›r. Sonuçlar, fertilite problemi olan genç erkeklerde tadalafil kullan›m›na karfl› daha tedbirli yaklafl›m› getirmifltir.
Çünkü sperm hareketlerindeki düflüfl baz› olgularda fertilizasyon potansiyelini etkileyebilir. Bu ç›kar›m, erektil disfonksiyon nedeniyle yard›mc› üreme teknikleri kullan›lan
yüksek riskli infertil hastalar için daha uygundur.
Sa¤l›kl› gönüllülerde sildenafilin kullan›m›n›n akut etkisi çeflitli araflt›rmac›lar taraf›ndan incelenmifltir. Aversa ve
arkadafllar›, akut sildenafil tedavisinin (100 mg) sa¤l›kl›
hastalarda semenin karakteristik özelliklerini de¤ifltirmedi¤ini göstermifller ve yard›mc› üreme teknikleri kullan›l›rken muhtemel ilaç kullan›m›n›n geçici ED’na neden olabilece¤inin üzerinde durmufllard›r. Çift kör ve çaprazlama
yöntemi ile yap›lan bu çal›flmada, akut sildenafil kullan›m›
sonras› infertil hastalarda sperm ileri hareketinde pozitif
etki tespit edilen tecrübe ve klinik çal›flmalar› teyit etmifltir.
Sonuç olarak, yüksek riskli hastalarda yap›lan bu ilk çal›flma sildenafil kullan›m› ile sperm motilitesi art›fl›nda korelasyon oldu¤unu göstermifltir. Aksine, tadalafil kullan›m› sonras› sperm motilitesi medyan de¤erin alt›na düflmüfltür. Bu çal›flma infertil hastalarda özellikle de intrauterin inseminasyon gibi üstün sperm motilitesine ihtiyaç duyan prosedürler için tadalafil kullan›m›nda dikkatli olmay›
önermektedir.
Bu çal›flma genç infertil erkeklerde akut sildenafil ve tadalafil kullan›m›n›n sperm parametreleri üzerindeki etkile-
341
‹NFERT‹L‹TE
rini gösteren ilk prospektif, çift kör, randomize ve çapraz
çal›flmad›r. Semen toplama süresinde hastalarda geçici ED
görülme yüzdesi artt›¤› için IVF merkezlerinde PDE5 inhibitörlerinin kullan›m› rutin prosedür haline gelmektedir.
342
Güncel Makale Özeti
Çeviri:
Uzm. Dr. Turgay Akgül, Dr. Murat Ba¤c›o¤lu
SB Ankara E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi,
2. Üroloji Klini¤i
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Testiküler spermatidler ve ejakülattaki
spermatozoada protamin-1 ve protamin-2
mRNA oran› ve bcl-2 mRNA içeri¤i fertil ve infertil
erkekler aras›nda ay›r›m sa¤lamaktad›r
Steger K, Wilhelm J, Konrad L, Stalf T, Greb R, Diemer T, Kliesch S, Bergmann M, Weidner W
Hum Reprod. 23:11–16, 2008.
‹nsan spermi benzer düzeylerde protamin-1 (P1) ve
protamin-2 (P2) içermektedir. Bununla birlikte infertil erkeklerde anormal protamin oranlar› izlenmektedir. Protamin-DNA etkileflimi ise kromatin kondensasyonu ve gen
ekspresyonunun tamamlanmas› için gereklidir. Spermlerde PI/P2 oran› 0.8-1.2 aras›ndad›r. Son zamanlarda anormal protein sentezi, anormal mRNA retansiyonu ile iliflkilendirilmifl, bu da protamin dönüflüm regülasyonundaki
bozukluklar›n infertil erkeklerdeki protaminle iliflkili defektlere katk›da bulunabilece¤ini düflündürmüfltür. Bu çal›flmada efl zamanl› PCR (RT-PCR) ile saptanan P1-P2
mRNA oran›n›n fertil ve infertil erkekleri ay›rt etmede etkinli¤i test edilmifltir.
Primer infertilite nedeniyle testiküler biyopsi uygulanan 74 erkek ve vazektomi geri dönüflümü sonras› biyopsi al›nan 17 erkek (kontrol grubu) çal›flmaya dahil edilmifltir. Bunun yan› s›ra 95 oligozospermik erkekten ve 10 gönüllü normozospermik bireyden al›nan semen örnekleri
incelendi. RT-PCR tüm bireylerin her iki testisinden P1, P2
ve bcl2 analizi için kullan›ld›.
PCR ile sa¤ ve sol testisler aras›nda fark bulunamad›.
TESE grubunda P2 düzeyi fertil ve infertil gruplarda benzer olmas›na ra¤men ortalama P1 düzeyi infertil erkeklerde daha düflük bulunmufltur. P1-P2 oran› aç›s›ndan gruplar aras›nda istatistiksel anlaml› farkl›l›k vard›r (p=0.0038).
Yan› s›ra infertil erkeklerde fertil gruba göre 10 kat daha
fazla bcl2 saptanm›flt›r (p=0.0155). Bununla birlikte TESEICSI grubunda fertilizasyon ve gebelik oranlar› ile P1-P2
oranlar› aras›nda anlaml› bir farkl›l›k saptanmam›flt›r. Eja-
külattan bak›lan P1-P2 oran› aç›s›ndan fertil ve infertil bireyler aras›nda istatistiksel anlaml› farkl›l›k saptanm›flt›r
(p=0.0002). Bununla birlikte sperm dansitesi ile P1-P2
oran› ve bcl2 düzeyi aras›nda iliflki saptanmam›flt›r. ‹nfertil gruba ait ejakülatlarda ortalama bcl2 düzeyi fertil gruba
göre 10 kat daha fazla saptanm›flt›r. Hem TESE grubu hem
de ejakülat grubunda bcl düzeyleri ve P1-P2 oranlar› aras›nda pozitif lineer korelasyon saptanm›flt›r.
Bu çal›flmada testiküler spermatidlerdeki P2 düzeyi
fertil ve infertil bireylerde benzer bulunmas›na ra¤men P1
düzeyi infertil erkeklerde daha düflük saptanm›flt›r. Bu düflüfl anlaml› olmasa da P1-P2 oran›ndaki de¤iflimi anlaml›
hale getirmifltir. Ancak fertilizasyon ve gebelik oranlar› ile
iliflkilendirilememifltir. Bu durum anormal düzeyde düflük
veya yüksek P1-P2 oran› saptananlarda düflük IVF baflar›s›
bildiren çal›flmalar ile çeliflmektedir. ICSI baflar›s› spermatozoa seçimi ile belirgin iliflkili oldu¤u için total protamin
düzeyi tayiniden çok heterojenite nedeniyle protamin
oran›n›n saptanmas› baflar›l› spermatozoa seçimi ve ICSI
baflar›s› üzerine olumlu katk›da bulunabilir.
Bu çal›flmada hem testiküler dokularda hem de ejakülat örneklerinde protamin mRNA oranlar›n›n ve bcl2
mRNA düzeylerinin anlaml› flekilde farkl› bulunmas› fertil
ve infertil bireylerin ayr›m›nda bu biyomarkerlar›n kullan›m›n› anlaml› k›labilir.
Çeviri:
Dr. Mehmet Umul, Prof. Dr. Necmettin Ç›k›l›
Ege Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
343
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Dansite gradient santrifüj (DGS) sonras› ölçülen
sperm kromatin yap› analizi parametreleri yard›ml›
üreme teknikleri sonuçlar› için prediktif de¤ildir
Bungum M, Spanò M, Humaidan P, Eleuteri P, Rescia M, Giwercman A
Hum Reprod. Jan;23(1):4-10, 2008
Son y›llarda sperm DNA ve kromatin bütünlü¤ünün infertilite üzerine etkileri hakk›nda araflt›rmalar artmaktad›r.
Sperm DNA bütünlü¤ünü de¤erlendirmek üzere pek çok
test tan›mlanm›flt›r. Bunlardan biri olan sperm kromatin
yap› analizi (SCSA) in vivo ve in vitro olarak fertilitenin de¤erlendirilmesinde iyi bir prediktör olarak kabul edilmektedir. Ancak SCSA ile yap›lan çal›flmalar›n pek ço¤u taze
semen örnekleri ile yap›lan de¤erlendirmelerdir. Bu çal›flmada ise, SCSA parametreleri olan DNA fragmantasyon
indeksi (DFI) ve HDS’nin (yüksek DNA boyanabilirli¤i)
sperm haz›rlama teknikleri sonras› elde edilen spermlerle
yap›lan yard›mc› üreme teknikleri (YÜT) sonuçlar›na etkilerinin incelenmesi amaçlanm›flt›r.
Çal›flmaya 396 çifte ait ard›fl›k 510 YÜT siklusu (197
IUI, 220 IVF ve 93 ICSI) dahil edilmifltir. Bu sikluslarda, taze semen örnekleri ile yap›lan SCSA’da DFI ve HDS sonuçlar› benzerdir. SCSA için yeterli sperm elde edilebilmesi için 1milyon/ml ve üzeri sperm konsantrasyonuna
sahip hastalar çal›flmaya dahil edilmifltir. YÜT seçimi infertilite tipine ba¤l› olarak yap›lm›flt›r. Aç›klanamayan infertilitesi olan çiftler IUI’a yönlendirilmekle birlikte IVF grubu
daha çok kad›n infertilitesi olan çiftlerden oluflmufltur.
DGS sonras› progresif motil sperm say›s› <500.000 saptanmas› durumunda ICSI uygulanm›flt›r.
‹ncelenen örneklerin ço¤unda DGS sonras› DFI ve HDS
de¤erlerinde iyileflme olmufltur. Sadece %1 oran›nda
DFI’de art›fl saptanm›flt›r. Sadece üç örnek d›fl›nda tüm taze semen örneklerinde %30’un üzerinde DFI saptanm›fl,
DGC sonras› bu oran %30’un alt›na düflmüfltür. Bu düflüfl
tüm YÜT için benzer olmufltur. HDS de¤erleri için de benzer de¤iflim izlenmifltir. Tüm YÜT için sikluslar gebelik
344
sa¤lanan ve sa¤lanamayan çiftler olarak gruplara ayr›ld›¤›nda, gruplar aras›nda DGS sonras› DFI ve HDS de¤erleri aç›s›ndan istatiksel anlaml› farkl›l›k saptanmam›flt›r
(p>0.6). ‹statiksel analiz sonras› in vivo ve in vitro olarak
DGS sonras› DFI ve HDS de¤erleri için bir eflik de¤eri saptanamam›flt›r. Oysa taze semen örnekleri kullan›ld›¤›nda
DFI için % 30 de¤eri eflik düzey olabilmektedir. Özellikle
IUI uygulanan çiftlerde taze semen örneklerinde DFI>%30
olan çiftlerde klinik gebelik oran› düflmektedir.
Bu çal›flma sadece DGS sonras› SCSA analizinin prediktif de¤eri üzerine odaklanm›flt›r. Bu çal›flman›n sonucunda,
taze semen örnekleri ile yap›lan SCSA analizinden farkl›
olarak DGS sonras› elde edilen örneklerle yap›lan SCSA
analiz sonuçlar›n›n YÜT baflar›s› için prediktif olmad›¤› görülmüfltür. Daha önce sadece 24 ve 34 siklusu kapsayan
iki ayr› çal›flmada ifllenmifl semen örnekleri ile SCSA analizi yap›lm›fl ve bu çal›flmaya paralel sonuçlar elde edilmifltir. Bu çal›flma yüksek kat›l›m say›s› ile daha kesin sonuçlar verebilmektedir. SCSA d›fl›nda di¤er tekniklerle sperm
kromatin bütünlü¤ünü de¤erlendiren çal›flmalarda DFI’nin
etkisi net de¤erlendirilememifl ancak TUNEL testi ile yap›lan bir çal›flmada %10 gibi bir eflik de¤er saptanm›flt›r.
Bu çal›flma ile SCSA analizinin prediktif de¤erinin sadece taze semen örnekleri ile yürütülen YÜT üzerinde olabilece¤i sonucuna var›lm›flt›r. Bu durum DGC sonras› DNA
fragmantasyonu gösteren sperm yüzdesinin düflmesi ile
aç›klanmaya çal›fl›lm›flt›r.
Çeviri:
Dr. Mehmet Umul, Doç. Dr. Bar›fl Altay
Ege Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
‹nmemifl testis tan›s› ve tedavisinde uzat›lm›fl
human koryonik gonadotropin (hCG)
stimülasyonunun sonuçlar›
Dixon J, Wallace AM, O’Toole S and Ahmed SF,
Clinical Endocrinology, 67:816-821, 2007
Termde do¤an erkek çocuklarda inmemifl testis oran›
%4 iken, bu oran 1 yafl›nda %1’e kadar düflmektedir. ‹nmemifl testis tedavisinde hCG tedavisi 40 y›ldan fazlad›r uygulan›yor olmas›na ra¤men, hangi olgulara uygulanaca¤› ve
nas›l bir protokol uygulanmas› gerekti¤i konusu halen tart›fl›lmaya devam edilmektedir. Ancak henüz ideal bir tedavi
protokolü konusunda fikir birli¤ine var›lamam›flt›r. Ayr›ca
bu süre içerisinde hCG stimülasyonu ile fonksiyonel testisin
olup olmad›¤› ve testosteron (T) biyosentezinde bozukluk
olup olmad›¤› da yayg›n olarak araflt›r›lm›fl bulunmaktad›r.
Bu çal›flmada, cerrahi aday› olan inmemifl testisli çocuklara bilinen k›sa protokolün yerine, uzun süreli hCG stimülasyonu yap›larak, testislerin skrotuma inme oranlar›,
maliyet-yarar durumu, T biyosentez bozukluk oranlar› ve
olas› ek tan›sal yararlar› irdelenmifltir. Çal›flma, 2001-2005
tarihleri aras›nda cerrahi kliniklerden endokrinoloji kliniklerine refere edilen ve uzun süreli hCG stimülasyonu uygulanan 16 puberte öncesi erkek çocu¤un dosya bilgilerini içermektedir. Çocuklar›n yafl aral›¤› 0.1-12.7 y›l (Ortalama: 4.6 y›l) olarak bildirilmifltir. Yedi çocukta bilateral
palpabl olmayan testis (üçünde di¤er bir genital anomali
var), 7 çocukta unilateral palpabl olmayan testis (üçünde
di¤er bir genital anomali var) ve kalan ikisinde ise bilateral ingüinal testis (birinde di¤er bir genital anomali var) oldu¤u bildirilmifltir. Karyotip analizinde 15 çocuk 46XY
iken, 1’i 45X/46XY olarak rapor edilmifltir. ‹lk haftan›n 1,
2 ve 3. günlerinde 1500 U, ikinci ve üçüncü haftalarda ayn› doz iki kez olmak üzere ‹M uygulanm›fl ve kan örnekleri ise, 1. gün ilk hCG dozundan önce, 4. gün ve 22. günlerde toplanm›flt›r. D›fl genital organlar, eksternal maskülinizasyon skoru (EMS) (Skrotal füzyon, penis boyutlar›,
üretral meatus ve testislerin pozisyonu) ile de¤erlendirilmifltir. Klinik de¤erlendirmeler, tedaviden sonraki 4. ve 8.
haftalarda yap›lm›flt›r. Al›nan kan örneklerinden serum T,
androstenedion, dihidrotestosteron (DHT) ve seks hormon ba¤lay›c› globulin (SHBG) düzeyleri ölçülmüfltür.
En yüksek T art›fl› 7 çocukta (%44) 4. günde, 5 çocukta (%31) 22. günde gerçekleflirken, geri kalan 4 çocukta
serum T düzeyleri düflük kalm›flt›r. Ortalama T/androstenedion oran› 1. günde 0.4 iken, 4. günde 1.7’ye yüksel-
mifl, ancak 22. günde ilave bir art›fl olmam›flt›r.
Ortalama DHT/T oran› 1. ve 4. günlerde de¤iflmemifltir. SHBG düzeyleri 22. günde, 4. günden daha düflük bulunmufltur. Androjen sensitivitesi için bir belirteç olarak
kullan›lan T/SHBG oran› 0.2 olarak bulunmufltur. Bu de¤erlendirmeye al›nan 16 çocu¤un 7’sinin EMS skorlar›nda
art›fl saptanm›flt›r. Testiküler inifl sa¤lanan çocuklarda yafl
ortalamas› 4.6 y›l iken, inifl sa¤lanamayanlarda 4.1 y›l olarak saptanm›flt›r. ‹ntraabdominal oldu¤u kabul edilen 19
inmemifl testisten, 7’si palpe edilebilir hale gelirken, 12’si
palpe edilir hale gelmemifltir. Palpe edilen testislerin 5’i
sonuçta skrotuma inmifltir. ‹ngüinal kanalda palpe edilen
6 testisten 4’ü skrotuma inerken, 2’si ingüinal kanalda kalm›flt›r. hCG stimülasyonuna hormonal yan›t vermeyen 3
çocu¤un 1’ine anorfli tan›s› konulmufl ve laparaskopi ile
teyid edilmifltir. Di¤er kalan iki çocukta atrofik testis saptanm›fl, 1’ine orkidopeksi yap›l›rken, di¤erine laparaskopik orfliektomi uygulanm›flt›r. Geri kalan 12 çocukta, cerrahi ertelendi¤i için uzun hCG protokolü ile 3’ünde (%20)
cerrahiye gereksinim kalmayacak flekilde skrotuma inifl
sa¤lanm›flt›r. Üçünde ise, cerrahi daha da ertelenerek izlem protokolü uygulanm›flt›r.
Toparlanacak olursa, bu çal›flmada daha önce yap›lm›fl
meta-analiz sonuçlar›na benzer bir flekilde, uzat›lm›fl hCG
stimülasyonu ile inmemifl testislerin %37’si skrotuma inmifltir. ‹ngüinal testislerde skrotuma inme oran›, daha önceki çal›flmalardakinden yüksek olmufltur. Yine daha önceki
çal›flmalarda palpe edilemeyen inmemifl testislerde k›sa süreli hCG stimülasyonu ile skrotuma inifl oran› % 14 olarak
bildirilirken, bu çal›flmada uzat›lm›fl hCG stimülasyonu ile
bu oran %26’ya kadar ç›kar›lm›flt›r. Ancak daha önceki çal›flmalarda oldu¤u gibi bu çal›flmada da hCG stimülasyonu
için optimal yafl›n ne oldu¤u konusu ayd›nlat›lamam›flt›r.
Sonuç olarak, yazarlar uzat›lm›fl hCG stimülasyonu
protokolü ile inmemifl testis için orkidopeksi gereksiniminin azalt›labilece¤ini savunmaktad›rlar.
Çeviri:
Doç. Dr. ‹sa Özbey
Atatürk Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
345
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Orgazm bozuklu¤u tedavisinde yohimbin
Ade AA, Giles SB, John PP, David JR
Asian J Androl. 2007 May;9(3):403-407
Erkek orgazm›, cinsel hazz›n en yüksek seviyelere ç›kt›¤›nda gerçekleflen, genellikle ejakülasyon ile birlikte
olan zevk verici duygu olarak tan›mlan›r. Buna göre anorgazmi, noktürnal emisyon(NE) olabilmesine ra¤men cinsel iliflki s›ras›nda orgazma ulaflamamakt›r. Anorgazmi 3
gruba ayr›l›r. Bunlar primer komplet (hayat boyu normal
orgazm olmam›fl), primer inkomplet veya geciken ejakülasyon ve sekonder fleklinde s›ralan›r. Geçmiflte anorgazmi tedavisi psikoterapi veya ilaçla (fizostigmin, apomorfin, bromokriptin) ve/veya ilaçs›z vibratörlerle yap›lm›flt›r.
Bu çal›flmada yazarlar, alfa-2 adrenerjik reseptör blokörü
olan yohimbinin anorgazmi tedavisindeki deneyimlerini
raporlam›fllard›r.
1991-2000 y›llar› aras›nda, yafl aral›¤› 20-70 (ortalama
38) olan 29 anorgazmik hasta çal›flmaya al›nm›fl. Ciddi seviyede yohimbin hipersensitivitesi, kontrol edilemeyen hipertansiyonu, T6’n›n üstünde tetrapleji/paraplejisi olanlar çal›flmadan ç›kart›lm›fl. ‹lk olarak 20 mg yohimbin oral olarak klinikte uygulanm›fl. ‹lac› oral yoldan tolere edemeyen üç hastaya yohimbin mikroenema yoluyla verilmifltir. Sonras›nda
hastalardan mastürbasyon yapmalar› istenmifl ve ejakülasyon olup olmad›¤› kaydedilmifl. Boflalamayan hastalara evlerinde 5’er mg’l›k art›fl yaparak kullan›lmas› önerilmifl(en
fazla 45-50 mg). 50 mg’da ejakülasyon olmad›¤›nda baflar›s›z kabul edilmifl. Yohimbin tedavisinin sonuçlar›; baflar›l›,
düzelmifl ve baflar›s›z olarak de¤erlendirilmifl. Orgazma vibratör yard›m›yla ulafl›ld›¤›nda bu düzelme olarak nitelendirilmifl (yohimbinsiz önceki kullan›m baflar›s›z olanlar).
Yirmi dokuz hastan›n 13’ünde primer komplet (yafl
aral›¤› 20-51), 8’inde primer inkomplet (yafl aral›¤› 2844), 8’inde sekonder (yafl aral›¤› 35-70) anorgazmi varm›fl. Onüç hastada NE mevcutmufl(%75 primer komplet,
%40 primer inkomplet, %50 sekonder). Hastalar›n 15’i infertilite, 14’ü normal cinsel yaflant› iste¤i nedeniyle baflvurmufl olup tedavi sonras› 16 erkekte mastürbasyon veya iliflki ile ejakülasyon sa¤lanm›flt›r (%55.2). 3 erkekte
346
vibratör ile birlikte baflar›l› olunmufltur. Ortalama kullan›lan doz 28 mg olmas›na ra¤men ilk ejakülasyon 38 mg
dozda sa¤lanm›flt›r.
Baflar›l› 19 hastan›n 11’i (%58) ilk doz ile boflalm›fl, geri kalan 8 kifli (%48) evde doz art›r›m›na ihtiyaç duymufltur.
Bu hastalar›n 2’si çocuk sahibi olabilmifl. 3 kifli yohimbin ile
birkaç baflar›l› boflalmadan sonra ilaçs›z ejakülasyon sa¤layabilmifltir. Primer inkomplet 8 erke¤in 3’ünde tedavi baflar›l› olmufl, bu hastalar›n 2’sinde NE mevcutmufl. Yazarlar
primer inkomplet hastalar için, NE ile baflar› aras›nda bir
iliflki oldu¤unu iddia etmifllerdir. Primer komplet 13 hastan›n 6’s›nda tedavi baflar›l› olmufl, 3 tanesi ise düzelme
göstermifltir. Bu grup içinde, NE’nin olup olmamas›n› anlaml› bulmufllard›r. Sekonder gruptaki 8 erkekten 7’sinde
baflar› sa¤lanm›flt›r. Tedavi sonuçlar›na bak›ld›¤›nda; normal cinsel yaflant› iste¤i ile baflvuran erkeklerin %79’unda
ve infertil hastalar›n %53’ünde baflar› sa¤lanm›flt›r. Yafla
göre sonuçlar incelendi¤inde fark anlaml› de¤ildir.
Yazarlara göre yohimbin aç al›nmal› veya lavman fleklinde uygulanmal›d›r. ‹laç al›nd›ktan 30-40 dk. sonra etkisini göstermekte(dartos kas›lmas›) ve 30-50 dk. etkili kalmaktad›r. Yan etkileri; dartosun kas›lmas› (etkinli¤i en iyi
gösteren durum), nab›z ve kan bas›nc›nda art›fl, titreme,
hofla giden kar›ncalanma, çarp›nt›, k›rg›nl›k, bulant› ve bafla¤r›s› olarak kaydedilmifl ancak çal›flmada hiçbir hastada
ilac› b›rakt›racak bir etki görülmemifltir. Yazarlar, ilk tedavinin kan bas›nc› kontrol edilerek mutlaka klinikte yap›lmas›n› ve hipertansif erkeklere uygulanmamas› gerekti¤ini ifade etmektedirler. Sonuç olarak, yohimbin tedavisi
hastalar›n %55’inde baflar› sa¤lam›fl, ayr›ca %10’unda ise
iyileflme görülmüfltür. Di¤er tedavilere göre, yohimbin tedavisi daha basit ve yan etkileri çok az olan bir tedavidir.
Çeviri:
Dr. Ercan Malkoç, Doç. Dr. Kenan Karademir
GATA Haydarpafla E¤itim Hastanesi, Üroloji Kl.
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Azospermik olgular›n testis biyopsilerinde
mast hücreleri
MMF. Roaiah, H.Khatab, T. Mostafa
Andrologia 39; 185-8, 2007.
Mast hücreleri IgE’ye ba¤l› olarak hipersensitivite reaksiyonlar›nda rol oynayan, histamin, serotonin, heparin gibi
güçlü fizyolojik aktivitesi olan granülleri içeren, konnektif
dokularda bulunan serbest hücrelerdir. Dokularda fizyolojik s›n›rlarda bulunurken, premalign veya neoplastik dokularda art›fl gözlenebilir. Histometrik çal›flmalarda mast hücrelerinin infantil dönemde testis ve epididimde artt›¤›, çocukluk döneminde azald›¤›, puberte döneminde tekrar artt›¤› gösterilmifltir. ‹nsan testisinde 2 tip mast hücresi bulunur. Bunlardan interstisyel mast hücreleri konnektif doku
içinde olurken peritübüler mast hücreleri ise seminifer tübüllerin yak›n›nda ya da lamina propria içinde yer al›rlar.
Bu çal›flmada yazarlar, farkl› infertil hasta gruplar›nda
yap›lm›fl testis biyopsileri ile mast hücre varl›¤›n› ve fertilite ile iliflkisini göstermeyi amaçlam›fllard›r. Çal›flmaya bilgilendirilen ve onay› al›nan 100 olgu al›nm›flt›r. Bunlar 4
gruba ayr›lm›fl. Fertil kontrol grubu (n:10), obstrüktif azospermi (OA) (n: 20), spermatogenik arrest (n:35), Sertoli
cell only (SCO) (n:35) olarak gruplar oluflturulmufl. Hipersensitivitesi ve hormonal anormallikleri bulunan olgular
çal›flmaya dahil edilmemifltir. Kontrol grubunu inguinal f›t›k cerrahisi geçiren normozoospermik olgular oluflturmufltur. OA’li olgular vazektomili veya epididimo-vazostomi operasyonu bekleyen hastalard›r. Testiküler biyopsiler lokal anestezi alt›nda uygulanm›fl, hematoksilen eosin
ile boyanarak Johnson skorlamas› ve mast hücreler toloidin mavisi ile boyanarak say›lm›flt›r.
Nonobstrüktif azospermili grupta skorlama, obstrüktif
azospermili ve kontrol grubuna göre anlaml› olarak düflük
bulunmufl. Kesitlerde her 2 tip Mast hücresi araflt›r›lm›fl.
‹nterstisyel tip, büyük, yuvarlak flekilli, hacimli granülleri
bulunan, gevflek konnektif doku etraf›nda, kapiller damarlar ve Leydig hücreleri ile iliflkili hücreler olarak tespit edilirken, peritübüler tipin ise düz flekilli ve granül bak›m›ndan fakir oldu¤u, peritübüler kollajen tabakas› içinde yer
ald›¤› gösterilmifltir. ‹nterstisyel tip tüm gruplarda peritübüler tipten daha fazla say›da tespit edilmifltir. Her iki
mast hücre tipi, NOA’li olgularda di¤er gruplara oranla
anlaml› derecede fazla say›da bulunmufltur. OA’li grupta
kontrol grubu ile k›yasland›¤›nda anlaml› bir art›fl tespit
edilmemifltir. SCO’li kesitlerde her iki tip, tüm gruplarla
karfl›laflt›r›ld›¤›nda en fazla say›da rapor edilmifltir. Modifiye Johnson skoru ile her iki tip mast hücre say›lar› aras›nda negatif bir korelasyon mevcuttur.
Meineke ve ark, NOA’li olgularda peritübüler ve interstisyel yerleflimli mast hücreler kontrol grubuna göre art›fl
oldu¤unu tespit edilmifl. Ayr›ca sertoli, myoid ve spermatogenik hücrelerden sal›nan parakrin faktörlerin bu art›fltan
sorumlu olduklar› belirtilmifltir. ‹nsan mast hücre matürasyonu en az iki faktöre ba¤l›d›r; bunlar ‹nterlökin 3 ve stem
cell faktördür. Böylece spermatogenezis bozuldu¤unda,
seminifer tübüllerden sal›nan parakrin faktörler mast hücrelerinden sal›n›m art›fl›na neden olabilir. Potent fibroblast
büyüme faktörleri, mast hücresinden sal›nan triptaz gibi
ürünlerle birlikte testiste tübüler kal›nlaflmaya ve baz› fibrotik de¤iflikliklere neden oldu¤u gösterilmifltir.
NOA’li olgularda peritübüler mast hücreleri, kontrol
ve OA’li gruba göre anlaml› derecede yüksek oldu¤u
gösterilmifltir. Modifiye Johnson skoru ve mast hücre say›lar› aras›nda negatif korelasyon mevcuttur. Seminifer tübül duvar›nda artm›fl mast hücre say›s›, azalm›fl sperm say›s› ve Johnson skoru ile iliflkilidir. Baz› çal›flmalarda mast
hücre blokerleri kullan›larak idiyopatik infertilite olgularda
sperm kalitesinin art›fl› gözlenmifltir. Ancak Çayan ve ark.
ise mast hücre blokeri olan fexofenadine ile yapt›klar› çal›flmada anlaml› derecede düzelme tespit edememifllerdir. Sonuç olarak yazarlar testiküler disfonksiyon ve mast
hücre say›s›ndaki art›flla yak›n bir iliflki oldu¤unu ifade
ederken, bu konuda daha ileri araflt›rmalara ihtiyaç duyuldu¤unu belirtmifllerdir.
Çeviri:
Yrd. Doç. Dr. Bülent fien, Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Adayener
GATA Haydarpafla E¤itim Hastanesi, Ürloji Servisi
347
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
Varikoselli adolesanlarda semen kalitesi
konusunda longitudinal çal›flma: Tedavi
edilmeli mi? Edilmemeli mi?
Zampieri N, Corroppolo M, Zuin V, Cervellione RM, Ottolenghi A, Camoglio FS
Urology 2007: 70; 989-93.
‹diopatik varikosel, semen kalitesi ve say›s›nda bozukluk yaparak hipoinfertiliteye neden olan androlojik bir hastal›kt›r. Çocuklarda semen analizi yap›lamad›¤›ndan cerrahinin sonuçlar› net olarak bilinememektedir. Bu çal›flman›n amac› testiküler hipotrofisi olan ve olmayan çocuk
hastalarda varikoselokteminin rolünü semen analizi ile de¤erlendirmektir.
Ocak 1999 ile Ocak 2000 Doppler velosimetre ile grade 2 ve 3 varikosel saptanan 11-14 yafllar›nda 214 hasta
3 grup halinde de¤erlendirildi. 1. Grupta (n=106) testiküler hipotrofisi olan ve cerrahi tedavi yap›lan, 2.grupta
(n=54) testiküler atrofisi olmayan fakat cerrahi tedavi uygulanan, 3. grupta (n=54) ise 6 ayl›k aral›klar ile izlemde
tutulan hastalar vard›. Cerrahi ifllem uygulanan hastalar›n
bir k›sm›nda testiküler arter korunurken, di¤er k›sm›nda
ise tüm spermatik damarlar ba¤land›. Hastalar 18 yafl›na
geldiklerinde üç hafta aral›kla iki kez yap›lan spermiyogramlarla de¤erlendirildi.
Birinci ve 2. grup aras›nda spermiyogram analizlerinde
önemli bir istatistiksel farkl›l›k saptanmad›. Testiküler hipotrofisi bulunan hastalar içinde testiküler arterin korundu¤u alt grupta tüm damarlar›n ba¤land›¤› alt grupla karfl›laflt›r›ld›¤›nda daha iyi spermiyogram sonuçlar› elde
edilmifltir. Testiküler hipotrofisi olmayan 2. gruptaki has-
348
talarda arterin korundu¤u ve ba¤land›¤› alt gruplar aras›nda bir farkl›l›k saptanmam›flt›r. Üçüncü gruptaki hastalar›n
izleminde testiküler hipotrofi veya a¤r› saptanmam›flt›r.
Tüm gruplar›n spermiyogram sonuçlar› aras›nda istatistiksel farkl›l›k saptanmam›flt›r.
Eriflkinlerde preoperatif ve postoperatif semen analizleri karfl›laflt›r›ld›¤›nda varikoselektomiden fayda görüldü¤ü aç›k olmas›na ra¤men bazen bu geçerli de¤ildir. Çünkü gonadal hasar varikosel nedeniyle uzun dönemde
oluflmaktad›r ve gonadal hasar›n ne zaman bafllad›¤› henüz net olarak ortaya konmam›flt›r. Çocuk hastalarda cerrahi prosedürlerin önemini ortaya koyacak ek radomize
çal›flamalara ihtiyaç duyulmaktad›r. Bu çal›flmada çocukluk ça¤›nda varikoselektominin tek endikasyonu testis hipotrofisi oldu¤u belirtilmifltir. Testiküler arterin korunmas›
spermiyogram sonuçlar›n› olumlu yönde etkilemektedir.
Tan› an›nda testiküler hipotrofisi olmayan grade 2,3 varikoseli olan hastalar ultrasonografi ile testis boyutlar› takip
edilerek 18 yafl›na kadar gözlem alt›nda tutulabilirler.
Çeviri:
Op. Dr. Yusuf Sönmez, Doç. Dr. Ayhan Karabulut
S.B. Ankara E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi,
1. Üroloji Klini¤i
Güncel Makale Özeti
‹NFERT‹L‹TE
Erkeklerde varikosel geliflimi için neden
oluflturabilecek bir faktör; kronik konstipasyon
A.T.Turgut, E.Özden, P.Koflar, U.Koflar, B.Çakal, A.Karabulut
J Ultrasound Med 2007;26:5-10
Konstipasyon, genel populasyonda %2’den %28’e kadar olan yayg›nl›¤› ile klinikte, sindirim sistemine ait en s›k
rastlanan durumlardan birisidir. Kolonik tembellik veya
anorektal ifllev bozuklu¤u kronik konstipasyon fizyopatolojisinde rol oynayan faktörler olarak kabul edilmifltir.
Genç erkeklerin %15’ini etkileyen ve etiyopatogenezi
hakk›nda çok fazla fikir birli¤i olmayan varikoselin primer
tipi d›fl›nda, üzerinde çok fazla tart›fl›lmayan bir de sekonder tipi vard›r. Sekonder tip genellikle intraabdominal veya retroperitoneal bas› sonucu, 40 yafl üzerindeki erkeklerde görülür. Literatürde, malign olmayan sebepler aras›nda bildirilen bir di¤er sebep de, içindeki feçesden dolay› inen kolon taraf›ndan sol renal venin kompresyonudur. Bu çal›flma kronik konstipasyonun varikosel insidans›na etkisini göstermeye yönelik prospektif radyolojik bir
çal›flmad›r.
Bu prospektif çal›flmada, 3 - 96 ay aras›nda kronik
konstipasyon semptomlar› olan 25 erkek (grup 1) ile;
konstipasyon ile iliflkili herhangi bir flikayeti olmayan 26
gönüllü erkek (grup 2) yer alm›flt›r. Tüm olgular fizik muayene ve skrotal renkli dopler ultrason (RDUSG) ile de¤erlendirilmifl, pleksus pampiniformisdeki (PP) venlerin çap›n›n 2 mm’yi aflmas› ve 1 saniyeden uzun süren reflü olmas› tan› koydurucu olmufltur. Tüm olgular ayn› ürolog taraf›ndan de¤erlendirilmifl ve ayn› radyolog taraf›ndan
RDUSG incelemesine tabi tutulmufltur.
Gruplar aras›nda yafl fark› saptanmam›flt›r. RDUSG’de
grup 1’de 13 hastada (%52) sol varikosel saptan›rken
grup 2’de 5 hastada (%19) sol varikosel saptanm›fl ve fark
anlaml› olarak bulunmufltur. Her iki grupta da sa¤ varikosel tespit edilmemifltir. Solda PP çap ölçümleri grup 1’de
2.58±0.97 mm iken grup 2’de 1.71±0.53 mm olarak tespit edilmifltir. Sa¤da ise bu çaplar grup 1’de ortalama
1.52±043 mm, grup 2’de 1.41±041mm olarak bulunmufltur. Sol PP çap› için her iki grup aras›nda anlaml› fark
tespit edilirken, sa¤da bu fark tespit edilmemifltir.
Grup 1’de USG ile belirlenen 13 sol varikoselli olgunun yaln›z 9’unda fizik muayene ile palpe edilebilir varikosel saptanm›flken, grup 2’de USG ile tan›mlanan 5 sol
varikoselli olgunun sadece 2’sinde fizik muayenede palpe
edilebilir varikosel bulunmufltur. Gruplar aras›nda testis
hacimleri yönünden bir fark tespit edilmemifltir. Ayn› flekilde konstipasyon süresi ile sol varikosel ve sol PP çaplar› aras›nda da anlaml› iliflki bulunamam›flt›r.
Konstipasyon, bat› dünyas›nda önemli bir sa¤l›k problemidir. Roma II kriterine göre Kuzey Amerika’da yaklafl›k
63 milyon insan konstipasyon problemi ile karfl› karfl›ya
kalmakta ve bu hastalar›n yaklafl›k %89’unun 14.7 ayl›k takip döneminde kronik konstipasyon halinin devam etti¤i
bildirilmektedir. Özetlenen bu çal›flmada ise, bu halin 17
ay devam etti¤i bildirilmifltir. Günümüzde, üriner trakt
anomalileri ve konstipasyon ile iliflkili literatür verileri genifl ve kapsaml›d›r. Konstipasyonlu hastalarda yap›lan baz› çal›flmalarda, üst üriner sistem dilatasyonu ve üriner sistem enfeksiyonlar›, genifllemifl rektumun yaratt›¤› mekanik kompresyona ve rektumun anatomik olarak mesane
ile üreterlere olan yak›nl›¤›na ba¤lanm›flt›r. Benzer flekilde, çocuklarda konstipasyonun, skrotal ya da testiküler
a¤r› sebebi oldu¤u, bunun da direkt olarak rektum içindeki fekal kitle taraf›ndan direk nöral situmülasyon ile iliflkili
oldu¤u bildirilmifltir. Anatomik olarak iyi bilinir ki, sol testiküler ven; sol testiküler arterin her iki yan›ndan paralel
flekilde, peritonun arkas›ndan, psoas majorün ve üreterin
önünden yukar› ç›kar. Önemli olan, sol testiküler venin,
inen kolonun alt k›sm›n›n arkas›ndan ve sol kolik veni çaprazlayarak geçmesidir. Anson ve Maddock önce, sol testiküler vendeki varislerin nedeni hakk›nda, sol testiküler
venin sigmoid kolon taraf›ndan süperpoze olmas›ndan
dolay› olabilece¤i hakk›nda tahminlerde bulunmufl ve daha sonra Warnik ve Williams bunu destekleyerek, d›flk›
dolu inen kolonun alt k›sm›n›n da sol testiküler vendeki
dilatasyonun ve venöz dönüflteki obstrüksiyonun sebebi
349
‹NFERT‹L‹TE
olabilece¤ini belirtmifltir.
fiimdiye kadar, RDUSG kullanarak skrotum de¤erlendirilmesi ile, varikosel geliflmifl erkeklerde kronik konstipasyon ile varikoselin iliflkisini gösteren bir çal›flma daha önce bildirilmemifltir. Bu çal›flmada yazarlar, sol testiküler
venin genifllemifl inen kolon taraf›ndan kompresyonunun
ya da süperpozisyonunun, artm›fl sol varikosel prevalans›n›n aç›klanmas›nda önemli bir neden oldu¤unu ileri sürmüfllerdir. Ayn› zamanda yazarlar, uzun süreli kendini zorlama ile tekrarlayan artm›fl intraabdominal bas›nc›n da, erkek populasyonunda varikosel oluflumunun nedenlerinden biri olabilece¤ini ileri sürmüfllerdir.
350
Güncel Makale Özeti
Sonuç olarak bu çal›flmada, kronik konstipasyonun, varikosel oluflumunda anlaml› bir nedensel faktör olabilece¤i gösterilmifltir. Bu, genifllemifl sigmoid ya da inen kolonun distal parças›n›n, retroperitondaki sol testiküler vene
yapt›¤› kompresyona ba¤l› olabilir. Yazarlar radyolojik
gözlemlerine göre, alt bat›n ve perine a¤r›s› veya di¤er
semptomlar› olan erkeklerde, varikosel geliflme ihtimaline
karfl›l›k rutin RDUSG de¤erlendirmesini önermektedirler.
Çeviri:
Dr. Orçun Yalav, Doç. Dr. ‹. Atilla Ar›do¤an
Çukurova Üniversitesi, T›p Fakültesi
‹NFERT‹L‹TE
Güncel Makale Özeti
‹nsan izole veziküloseminalisi üzerinde
sildenafilin inhibitör etkisi
Sessin AG, Tano T, Resende AC, Bitencourt JAF, de Lemos NM, Damiao R, Criddle DN, de Moura RS
BJU Int 2007; 100: 1322-1325
Ejakülatör refleks, santral serotonerjik ve dopaminerjik
nöronlar aras›ndaki iliflkiden kaynaklanan, sekonder olarak
da adrenerjik, kolinerjik, oksitosinerjik ve GABAerjik nöronlar›n kat›l›m› ile gerçekleflen karmafl›k bir olayd›r. Veziküloseminalis (VS) gibi sekonder seks organlar›n düz kaslar›n›n
ritmik kontraksiyonlar› ise ejakülasyon için çok önemlidir.
Nitrik oksit (NO) insan VS’inin kontraktilitesinde çok
önemli etkilidir. Örne¤in, NO-verici ajanlar hücre içi kalsiyum iyon konsantrasyonunu azaltarak noradrenalin ile
uyar›lm›fl olan VS kontraktiltesini bask›larlar. Selektif fosfodiesteraz tip 5 (PDE5) inhibitörü olan sildenafilin, prematür ejakülasyon (PE) tedavisinde serotonin geri al›m inhibitörlerini de içeren mevcut ilaçlardan daha etkili oldu¤unu gösteren az say›da çal›flma vard›r. Bu çal›flmada, sildenafilin izole insan VS’inin noradrenalin ve potasyum ile
uyar›lm›fl kontraksiyonu üzerine etkisi araflt›r›lm›flt›r.
Mesane veya prostat kanseri nedeni ile cerrahi uygulanan 41 erke¤in VS’i operasyonda hemen ç›kar›larak so¤uk ringer laktat içine konulmufl ve operasyon günü incelemeye al›nm›flt›r. Haz›rlanan VS parçalar› %95 O2, %5
CO2 içeren 7,4 pH ve 37oC’deki fizyolojik tuzlu su solüsyonu içeren organ banyosuna konuldu. Ard›ndan parçala-
r›n›n gerim kuvvetleri ölçüldü.
Daha sonra, noradrenalin (1-300 µM) ve KCl (20-60
mM) kümülatif olarak eklenerek kontrol-konsantrasyon
yan›t e¤risi ortaya konuldu. Daha sonra ortama sildenafil
ilave edildi ve sildenafil varl›¤›nda noradrenalin ve KCl ile
konsantrasyon-yan›t e¤risi kaydedildi.
Tüm örneklerde noradrenalin ve KCl gevfleme olmaks›z›n insan VS’inde kontraksiyona neden oldu. Sildenafil’inde (25-100 µM), noradrenailn ve KCl ile uyar›lm›fl
kontraksiyonlar› konsantrasyona ba¤›ml› olarak anlaml› bir
flekilde bask›lad›¤› izlendi.
Bu çal›flmada, sildenafilin izole insan VS’inde belirgin
kontraktil inhibitör etkisi oldu¤u gösterilmifltir. PE’li hastalarda sildenafilin yararl› etkisi NO-cGMP’de düzenleyici
etkisine ba¤l› olabilir. Sonuç olarak, sildenafil izole VS
kontraksiyonlar›n› konsantrasyona ba¤l› olarak inhibe etmektedir ve bu etki, sildenafilin PE tedavisinde kullan›labilece¤ini göstermektedir.
Çeviri:
Prof. Dr. M. Murad Baflar
K›r›kkale Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
351
B‹R PORTRE
Prof. Dr. Bilal Gümüfl
Celal Bayar Üniversitesi, T›p Fakültesi, Üroloji AD
1957 Konya-Hasanfleyh Köyü do¤umlu olan Bilal Gümüfl ilkokulu köyünde bitirdikten sonra ortaö¤renimi için
‹zmir’e gelmifltir. ‹zmir Atatürk Lisesi mezunu olmakla her
zaman övünç duyan Dr. Gümüfl, 1982 y›l›nda Ege Üniversitesi T›p Fakültesi’nden mezun olmufltur. O tarihte yürürlükte olan Zorunlu Hizmet Kanunu kapsam›nda Gaziantep-Aktoprak Köy Sa¤l›k Oca¤›’nda iki y›l pratisyen hekim
olarak çal›flm›flt›r. 1984-1986 y›llar› aras›nda Bursa Ifl›klar
Askeri Lisesi’nde Revir Tabibi olarak askerlik görevini yerine getirmifltir.
1986 y›l›nda Sa¤l›k Bakanl›¤› uzmanl›k s›nav›n› kazanarak ‹zmir Atatürk E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi Üroloji Klini¤i’nde Üroloji Asistan› olarak çal›flmaya bafllam›flt›r.
1990 y›l›nda uzman olmufl ve yine ayn› klinikte 1994 y›l›na kadar Üroloji Baflasistan› olarak çal›flm›flt›r. Bu dönemde androlojiye ilgisi nedeniyle klinikte Cinsel ‹fllev Bozukluklar› Poliklini¤i’ni, Üroloji Poliklini¤i içinde haftada iki
352
gün hasta kabul edecek flekilde hayata geçirmifl ve kurumsal bir kimlik kazand›rm›flt›r. ‹zmir Atatürk E¤itim ve
Araflt›rma Hastanesi Üroloji Klini¤i’nde androlojik cerrahi
ameliyatlar ilk olarak bu dönemde yap›lm›flt›r.
Dr. Gümüfl, 1994 y›l›nda Celal Bayar Üniversitesi T›p
Fakültesi’ne yard›mc› doçent olarak atanm›flt›r. 1996 y›l›nda Almanya /Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesi
Üroloji Klini¤i’nde davetli ö¤retim üyesi olarak bulunmufltur. 2000 y›l›nda Doçent ve 2006 y›l›nda Profesör ünvanlar›n› kazanan Bilal Gümüfl halen Celal Bayar Üniversitesi
T›p Fakültesi Üroloji AD’de çal›flmaktad›r.
Prof. Dr. Bilal Gümüfl’ün üroloji prati¤inin büyük ço¤unlu¤unu androloji oluflturmaktad›r. Yurtiçi ve yurtd›fl› kongrelerde poster ve bildiri olarak sunulmufl olan yüze yak›n
çal›flmas› olan Dr. Gümüfl, Dünya Üroloji Derne¤i, ESSIM,
Türk Üroloji Derne¤i ve Türk Androloji Derne¤i üyesidir.
Dr. Gümüfl evli ve biri k›z biri erkek iki çocuk babas›d›r.
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Menopoza girmifl kad›nlarda azalm›fl cinsel
istek bozuklu¤u
Doç. Dr. Ercan Yeni
Harran Üniversitesi T›p Fakültesi, Üroloji AD
Azalm›fl cinsel istek bozuklu¤u (HSDD) uluslararas› komitenin yeni revize etti¤i flekliyle: seksüel ilgi ve iste¤in
azalmas› ya da kayb›, seksüel düflünce ya da fantezilerin
yoklu¤u ve tepkisel iste¤in oluflmamas› olarak tan›mlanmaktad›r. Seksüel uyar›lma ile sonuçlanabilecek davran›fllardan da kaç›nma vard›r. Seksüel istekteki azalma, kiflinin
kendinde veya eflinde s›k›nt›ya neden olur ise seksüel bozukluk olarak kabul edilir (1,2). HSDD tan›mlamas› sorunlu ve de¤iflken bir patoloji olup, seksüel t›pta, tedavisinde en çok zorlan›lan durumlardan birisidir. Güncel s›n›flamalarda ‘seksüel iste¤in bütünüyle kayb›’ndan daha çok
‘seksüel iste¤in azalmas› veya hipoaktivite’ varl›¤› kabul
edilmektedir (3). Postmenopozal bir çok kad›n, seksüel
yaflam›n bafllar›nda, seksüel fantezi ve düflünce odakl› iliflkiler yaflad›klar›n›; ilerleyen y›llarda, özellikle stabil ve
uzun ömürlü iliflkilerin varl›¤›nda, partner ile karfl›l›kl› duygusal etkileflimin seksüel motivasyonu bafllatt›¤›n› bildirmifllerdir (1).
Orta yafl civar›ndaki kad›nlarda seksüel ilgi, seksüel
aktivite s›kl›¤› ve orgazma ulaflmada belirgin bir azalma
söz konusudur ve bu benzer yafltaki erkeklerde gözlenenden çok daha belirgindir. Bu fark›n oluflmas›nda, yafllanma ile oluflan genel de¤iflikliklerden farkl› olarak menopoza girmenin seksüel fonksiyonlar üzerindeki olumsuz
etkileri gerekçe olarak gösterilmektedir (1,4,5). Postmenopozal kad›nda seksüel fonksiyon bozukluklar›na ilk dikkat çekenler Masters ve Johnson ile Kinsey ve arkadafllar›d›r. Bu çal›flmalar›n ço¤unda, menopozun birkaç y›l›
içinde seksüel ilgi, koit s›kl›¤› ve orgazma ulaflmada
%40’tan fazla azalma rapor edilmifltir (6). ‹lgili literatürde,
postmenopozal dönemde HSDD s›kl›¤› ile ilgili çok de¤iflik oranlar bildirilmifltir. Postmenopozal kad›nlarda birçok
farkl› zaman ve farkl› toplum kesimlerinde yap›lm›fl
Hällström (7), Bottiglioni (8), McCoy (9), Cawood (10) ve
Chen (11) gibi araflt›r›c›lar›n örnek verilebilecek çal›flmalar›nda %40’lardan %80’lerin üstüne de¤iflen oranlarda
seksüel istek kayb› bildirilmifltir. Bat› Avrupa’l› kad›nlar›n
incelendi¤i yak›n tarihli bir çal›flmada %46 ile en s›k
HSDD oran› cerrahi menopoz grubundaki kad›nlarda belirlenmifltir (5). Seksüel istek skorlar›; seksüel uyar›lma,
orgazm ve seksüel doyum skorlar› ile yüksek oranda iliflkili bulunmufl ve HSDD’li kad›nlar›n seksüel yaflamlar›n›n
ve eflleri ile iliflkilerinin di¤er kad›nlara k›yasla daha olumsuz oldu¤u gösterilmifltir (1).
Etiyoloji
Etiyolojide medikal, psikiyatrik, psikolojik ve efller aras› iliflkilere ba¤l› birçok faktör suçlanmaktad›r. Androjen
yetmezli¤i, östrojen eksikli¤i ve hiperprolaktinemi gibi
endokrin bozukluklar, diyabet, kardiyovasküler ve di¤er
sistemik hastal›klar medikal nedenleri oluflturmaktad›r
(1,12,13,14). Çeflitli çal›flmalarda testosteronun libido
üzerine direkt etkisinin oldu¤u, santral etki ile ruhsal durum, özgüven, enerji ve iyilik hali oluflturdu¤u, kad›n seksüel fonksiyonlar› için di¤er önemli bir hormon olan östrojenin biyosentezinde öncül madde olarak yer ald›¤› ve
yüksek hipotalamik konsantrasyonlar›na olanak sa¤lad›¤›
ve vajinal kan ak›m› ile lubrikasyonu art›ran direkt vazomotor etkisinin oldu¤u bildirilmifltir. Öte yandan testosteron düflüklü¤ü durumunda azalm›fl libido, seksüel iste¤in
tümüyle kayb›, seksüel fantezi yoklu¤u, genital organ duyarl›l›¤›nda azalma, uyar›lma ve orgazma ulaflmada eksiklik, adale gücü, yaflam enerjisi ve genel iyilik halinde azalma belirlendi¤i rapor edilmifltir (1,12,15,16). Östrojen
azalmas›n›n; genital organlarda kan ak›m›nda azalma, deri ve mukozal yap›larda incelme, deri alt› ya¤ dokusu kayb› ve vajinal giriflte daralma, genital bölge nörönal yap›lar›nda ileti ve uyar›labilirlikte azalma ve disparoni gibi birçok farkl› geliflmeye neden olabildi¤i ve bunlara sekonder
olarak kiflinin sekse karfl› istek ve motivasyonunda azalma
geliflebilece¤i gösterilmifltir (15,17). Hipotalamo-hipofi-
353
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
zer aks› etkileyen s›k hormonal bozukluklardan biri de hiperprolaktinemidir. Prolaktin kronik yüksekliklerine ba¤l›
olarak GnRH’n›n pulsatil sal›n›m›n›n bask›lanmas› ile cinsel
istekte azalma (ki hastalar›n yaklafl›k %60-80’inde bildirilmekte) baflta olmak üzere birçok alanda seksüel sorunlarla karfl›lafl›lmaktad›r (16).
Yafllanma ve özellikle menopozla birlikte artan kardiyovasküler hastal›klar, diyabet ve di¤er sistemik baz› hastal›klar seksüel ifllevler üzerine fizyolojik mekanizmalar ile
do¤rudan veya hastal›kla iliflkili psikolojik faktörler arac›l›¤›yla dolayl› olarak etkili olabilirler. Bu hasta grubunda
seksüel istekteki azalman›n, daha çok di¤er ifllevlerdeki
bozulmalara sekonder olarak geliflti¤i öne sürülmüfltür
(18-21).
Antidepresan ve antihipertansifler baflta olmak üzere
baz› ilaç tedavileri de do¤rudan seksüel iste¤in kayb›na
neden olabilirler (12,13). Antidepresanlar›n, gruplar aras›nda farkl›l›klar gözlense de, hastalar›n %50-90’›nda cinsel aktiviteye olan ilgide azalmaya neden oldu¤u saptanm›flt›r (22). Antihipertansif tedavi gören kad›nlarda (tiazid
alan hastalarda daha belirgin olmak üzere) ayn› yafl grubunda ilaç kullanmayan bireyler ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda daha düflük cinsel istek skorlar› saptanm›flt›r (23,24).
Psikiyatrik ve psikolojik bir k›s›m faktörler seksüel iste¤i etkileyebilirler. Majör depressif bozukluk, psikoz, alkol
ve madde ba¤›ml›l›¤›, seksüel travma ve sald›r› öyküsü ve
çevresel faktörler HSDD’nin ortaya ç›kmas› ve/veya devaml›l›k göstermesine neden olabilmektedir (12,13).
Medikal, psikiyatrik ya da psikolojik problemi olmayan
kad›nlarda efller aras› iliflki, etnik ve ›rki farkl›l›klar gibi sosyokültürel faktörlere ba¤l› HSDD geliflebilece¤i ak›lda tutulmal›d›r. Sonuç olarak, HSDD’de etyolojinin multifaktöryel oldu¤unu bilmek, de¤erlendirme ve tedavi planlamas›nda bunu dikkate almak gereklili¤i aç›kt›r (12,13).
Derleme
luklar ki ayn› yafl erke¤e oranla postmenopozal kad›nda
çok daha s›kt›r, seksüel iste¤i etkileyebilir ve bu durumu
ortaya koymak için hormonal tarama yap›lmal›d›r. Hipofizer-hipotalamo-gonadal aks östrojen, testosteron, LH ve
FSH ile mutlaka de¤erlendirilmeli, ihtiyaç duyuldu¤unda
ileri hormonal incelemeler yap›lmal›d›r (12,25).
Psikolojik de¤erlendirmede klinik belirtileri etkileyen
altta yatan herhangi bir nedeni yakalamak esast›r. Bu
amaca yönelik çok say›da sorgulama formu gelifltirilmifltir.
Ancak postmenopozal kad›nda HSDD’yi de¤erlendirmeye yönelik önerilen form kad›n seksüel fonksiyon profili
(PFSF) dir. PFSF’nin 500 cerrahi menopozlu kad›nda geçerlik ve güvenirlik çal›flmalar› yap›lm›flt›r (26). Kad›n seksüel fonksiyon indeksi (FSFI) de bu konuda önerilen ve yayg›n olarak kullan›lan di¤er bir formdur (27). Ancak sorgulama formlar› asla klinik görüflmenin yerini tutamaz ve gerekli durumlarda seks terapistlerinden dan›flmanl›k al›nmal›d›r (1).
Tedavi
Seksüel istek bozukluklar›, tüm seksüel bozukluklar
aras›nda tedavide en az baflar›l› olunan bozukluk tipidir.
Etyolojideki karmafla, kifliler aras› iliflkilerin etkisi, duygusal beklentilerin karfl›lanamamas›, yeni bir partnerle seksüel iliflki için düflük motivasyon v.b. tedavi baflar›s›n› azaltan durumlard›r. HSDD’li kad›nlarda tedavide en çok baflar›l› olunan durum, cerrahi olarak menopoza girmifl, hormonal eksikli¤i ortaya konmufl ve aktif olan kad›nlara uygulanan hormon yerine koyma tedavisidir (1).
HSDD’de tedavi seçenekleri medikal ve hormonal müdahaleler, psikolojik yard›m ve çift terapileri olarak s›ralanabilir. Baz› kad›nlar hormon yerine koyma tedavisi gibi
tek bir tedaviden yeterince yarar görebiliyorken di¤erlerinde kombine tedavi gereksinimi oluflabilmektedir (12).
Medikal ve Psikolojik De¤erlendirme
Hormonal Tedaviler
Etiyolojide yer alan bütün faktörler (s›kl›k s›ras›na göre)
gözden geçirilmelidir. Medikal nedenleri de¤erlendirmek
için öncelikle detayl› bir fizik muayene önerilmektedir. Bu
yolla sakl› kalm›fl sistemik hastal›klar veya postmenopozal
kad›nlarda s›kça karfl›lafl›lan vajinal atrofi gibi lokalize patolojiler ortaya konabilir. Hemen her hastada rutin laboratuar çal›flmalar (açl›k kan flekeri, karaci¤er-böbrek fonksiyon testleri, hemogram) yap›lmal›d›r. Hormonal bozuk-
354
Kad›nlarda menopozal süreçte (östrojen seviyesindeki
düflüklük baflta olmak üzere) yaflanan hormonal de¤iflikliklere ba¤lanan menopozal sorunlar›n yan› s›ra cinsel arzu, uyar›lma ve iliflki s›kl›¤›nda azalma gibi birçok cinsel
fonksiyon bozuklu¤u da bildirilmifltir. Gözlenen bu bozukluklar›n tedavisinde östrojen, progesteron ve testosteron
içeren ürünler tek veya de¤iflik kombinasyonlar olufltura-
Derleme
rak yayg›n kullan›m alan› bulmufltur (14,17).
Postmenopozal kad›nlarda östrojen yerine koyma tedavisi (ERT)’nin ilk uygulamalar› 1930’larda bafllam›fl,
1970’lere gelindi¤inde artan meme ve endometrial kanserlerden suçlu olarak gösterilmesi ERT’nin kullan›m›n›
azaltm›flt›r. Günümüzde ERT sadece histerektomize kad›nlarda kullan›lmakta; uterusu olan kad›nlarda endometrial
kanser riskini azaltmak için progesteronla kombine flekilde (HRT) kullan›lmaktad›r (14,28). Seksüel fonksiyonlar
üzerine östrojenin hem direkt hem de dolayl› olarak etki
etti¤i yayg›n olarak kabul edilmekte, yap›lacak her türlü
hormonal veya medikal müdahalelerde kad›n›n normal
östrojen düzeylerine sahip olmas› ön flart› aranmaktad›r
(12,14).
Testosteron yerine koyma tedavisi (TRT); androjen eksikli¤inin belirlendi¤i veya düflünüldü¤ü durumlarda erkelerde yayg›n olarak kabul görürken, postmenopozal
HSDD’li kad›nlarda tart›flmal›d›r (12,14). Kuzey Amerika
Menopoz Toplulu¤u’nun 2005 toplant›s›nda kiflisel strese
neden olan HSDD’li postmenopozal kad›nlarda, belirlenebilen baflka bir nedenin yoklu¤unda, TRT‘nin uygun bir tedavi oldu¤u deklare edildi ve baz› prensipler ortaya konuldu. Bu prensipler i) hastan›n yeterince östrojenize olmas›,
ii) testosteron düflüklü¤üne yol açacak bilateral ooferektomi gibi bilinen fizyolojik bir nedenin var olmas›, iii) tedavi
öncesi ve süresince kan testosteron düzeylerinin izlenmesi, iv) seksüel istek ve doyum gibi subjektif veriler ve olas› yan etkilerin izlenmesi, v) transdermal yama, jel ya da
krem formlar›n›n tercih edilmesi, vi) meme ve over kanseri gibi patolojiler ile kardiyovasküler risk faktörlerinin varl›¤›nda düflük doz ve k›sa süre kullan›mlar›n planlanmas› ve
son olarak vii) hastalar›n olas› yaralar ve zararlar konusunda detayl›ca bilgilendirilmesi olarak s›ralanabilir (12).
Tibolon zay›f östrojenik, progestojenik ve androjenik
etkileri olan sentetik bir steroiddir. Egarter ve arkadafllar›,
185 kiflilik postmenopozal hasta grubunda 4 ayl›k tibolon
tedavisiyle orgazm güçlü¤ü, koital a¤r›, vajinal kuruluk ve
libido kayb› gibi seksüel problemlerde iyileflme belirlemifller ve buna sebep olarak tibolonun parsiyel androjenik
etkinli¤i, merkezi libido art›r›c› etkisi, SHBG düzeyi bask›lamas› ve vajinal mukozadaki lokal faydalar›n›n olabilece¤ini ileri sürmüfllerdir (29). Kökçü ve arkadafllar›, postmenopozal kad›nlarda karfl›laflt›rmal› olarak tibolone ve konjuge östrojen-medroksiprogesteron asetat ile hormon yerine koyma tedavisi yapm›fllar; etkinlik olarak her iki grup-
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
ta anlaml› iyileflme oldu¤unu, seksüel istek ve iliflki s›kl›¤›nda tibolon grubunda daha iyi sonuçlar al›nd›¤›n› rapor
etmifllerdir (30).
Androjenlerin yan etkileri iyi bilinmektedir. fiimdiye
kadar dislipidemi, polisitemi, hiperglisemi, alopesi, akne,
hirsutizm, kliteromegali, memelerde hassasiyet, ses de¤ifliklikleri, s›v› retansiyonu, kardiyovasküler patolojilerde
art›fl ve hepatik hastal›k gibi yan etkiler bildirilmifltir. Virilizasyon nadir bir durum olup a¤›r sporlarla u¤raflan kad›n
sporcularda gözlenirken, akne ve hirsutizm fizyolojik dozlarda s›k olarak karfl›m›za ç›kar. S›v› retansiyonu, androjenlerin zay›f progesteron benzeri etkinlikleri nedeniyle meydana gelir. Polisitemi erkeklerde kullan›lan dozlarda s›kça
gözlenirken kad›nlarda ancak yüksek dozlarda ve nadiren
meydana gelir. Hepatik hasar oral androjen kullan›m›nda
oluflabilir. Ancak kad›nda kullan›lan dozlarda olas› de¤ildir. Uyku apnesi özellikle afl›r› kilolularda gözlenebilir. Lipid profili bozuklu¤u (HDL düflüklü¤ü) oral formlar›n kullan›m›nda geliflebilirken di¤er formlarda özellikle transdermal ürünlerde gözlenmez. Androjenlerin meme ve
endometriumda hiperplazi ve/veya neoplaziye neden olmalar› hayli tart›flmal›d›r. Östrojen preparatlar› kullan›m›n›n kontrendike oldu¤u meme ve endometrium kanseri
veya artan risklerinin oldu¤u durumlarda aromataz aktivitesi ile periferde östrojene dönüflümü dikkate al›narak androjen kullan›m›ndan da kaç›n›lmal›d›r (12,14).
Hormon D›fl› Medikal Tedaviler
Bupropion, norepinefrin ve dopamin reuptake inhibitörüdür. Depresyon tedavisinde etkin bir flekilde kullan›lmaktad›r. 1987 y›l›ndan beri premenopozal kad›nlarda
HSDD tedavisinde etkin bir flekilde kullan›lmaktad›r. Segraves ve arkadafllar› bupropionla yapt›klar› çok merkezli,
plasebo kontrollü çal›flmada 75 hipoaktif istek bozuklu¤u
olan 75 premenopozal kad›na 300-400 mg /gün 16 hafta
süreyle bupropion vermifller ve hastalar› Changes of Sexual Functioning Questionnaire ve Brief Index Sexual
Function sorgulama formlar› ile de¤erlendirmifllerdir. Tedavi sonunda CSFQ skorunda anlaml› derecede art›fl oldu¤u, buna ilaveten uyar›lma, orgazm ve tatminde de anlaml› art›fl›n oldu¤u görülmüfltür (31).
Apomorfin k›sa etkili bir dopamin (D1, D2) reseptör
agonistidir. Baz› veriler dopaminin cinsel istek ve uyar›lmaya arac›l›k etti¤ini göstermektedir. Periferde ve merke-
355
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
zi sinir sisteminde nitrik oksit yap›m›n› artt›rd›¤› düflünülmektedir. Caruso ve arkadafllar› plasebo kontrollü çal›flmada premenopozal HSDD’li kad›nlarda sublingual apomorfin ile istek baflta olmak üzere seksüel fonksiyonlarda
anlaml› derecede iyileflme elde etmifllerdir (32).
Bupropion ve apomorfin’in premenopozal HSDD’li kad›nlarda kullan›m› ile ilgili veriler, benzer etki mekanizmalar› ile postmenopozal kad›nlarda da etkin olabilecekleri
hususunda beklentiler vard›r ve konu ileri çal›flmalar› gerekli k›lmaktad›r (12).
Psikoterapi ve Seks Terapisi
Psikodinamik Psikoterapi, Kognitif Analitik Terapi
(CAT), Biyo-Psikososyal Yaklafl›m, ‹ntegratif (Bütünleyici)
Terapi ve Seks Terapisi bafll›klar› alt›nda anlat›lan tedavi
yöntemleri, özellikle organik nedenlerin bulunmad›¤› du-
Derleme
rumlarda veya organik nedenlerin tedavisine ek olarak,
konuya özelleflmifl terapistler taraf›ndan, baflar›l› flekillerde
uygulanmaktad›r (12).
Sonuç olarak; seksüel problemler oldukça kompleks
problemler olup, birçok kere çok yönlü tedavi gereksinimi oluflmaktad›r. Örne¤in problem seksüel organlarla
iliflkili (fiziksel), seksüel kimlikle iliflkili (psikolojik) veya
seksüel partner ile olan iliflkilere ba¤l› (kifliler aras› iliflki)
alanlardan herhangi biri veya birkaç›na birden ba¤l› olabilir ve tedavi de buna göre flekillendirilmelidir. Ayr›ca tedavi planlan›rken hastan›n beklentileri, ahlaki de¤erleri
ve yaflad›¤› toplumun kültürel özellikleri gibi birçok farkl› parametre dikkate al›nmal›d›r. Son y›llarda seksüel bozukluklar›n tedavisinde önemli de¤ifliklikler sa¤lanm›flt›r.
Bu yeni ve h›zl› geliflmelerin konu ile ilgilenenlerce takibi, belli zorluklar içerse de, bir zorunluluk olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
Dennerstein L, Alexander JL, Graziottin A. Sexual desire disorders in
women. In: standart practice in sexual medicine. Eds: Porst H and Buvat
J, Blackwell Pub. Oxford, UK, chp:21, pp: 315-319, 2006.
Basson R, Leiblum S, Brotto L, at al. Revised definitions of women's sexual dysfunction. J Sex Med. 2004;1(1):40-8.
Pfaff D. Drive. Neurobiological and molecular mechanisms of sexual
motivation. Cambridge, MA: the MIT Pres; 1999.
Dennerstein L, Hayes RD. Confronting the challenges: epidemiological
study of female sexual dysfunction and the menopause. J Sex Med.
2005; 2 Suppl 3:118-32.
Dennerstein L, Koochaki P, Barton I, Graziottin A. Hypoactive sexual
desire disorder in menopausal women: a survey of Western European
women. J Sex Med. 2006; 3(2):212-22.
Hendrix S, Dennerstein L, Pinn VW: Sexuality. In: Wenger NK, Lenfant
CJM, Paoletti R, Pinn VW (Eds): International position paper on
“women’s health and menopause: a comprehensive approach” NIH
Publication No. 02-3284, Atlanta, 2002, pp: 121-140.
Hällström T: Sexuality in the climacteric. Clin Obstet Gynaecol 1977; 4:
227-239.
Bottiglioni F, De Aloysio D: Female sexual activity as a function of climacteric conditions and age. Maturitas 1982; 4: 27-32.
McCoy NL, Davidson JM: A longitudinal study of the effects of
menopause on sexuality. Maturitas 1985; 7: 203-210.
Cawood EH, Bancroft J: Steroid hormones, the menopause, sexuality
and well-being of women. Psychol Med 1996; 26: 925-936.
Chen J, Ho SC: Contraceptive status and sexual function of climacteric
Chinese women. Contraception 1999; 59: 85–90.
Wylie K, Daines B, Jannini EA, et al. Loss of sexual desire in the postmenopausal woman. J Sex Med. 2007;4(2):395-405.
Leiblum SR, Rosen RC. Principles and practice of sex therapi, (Third Ed).
New York: Guilford Pres, 2000
Yeni E. Menopoz ve cinsellik. Erkek ve Kad›n Cinsel Sa¤l›¤›. Eds: Kad›o¤lu
A, Baflar M, Semerci B, Orhan ‹, Aflç› R, Yaman Ö, Çayan S, Usta F,
Kendirci M. Türk Androloji Derne¤i Yay›n›, 652-66, 2004.
Lobo RA. Androgens in postmenopausal women: production, possible
role, and replacement options. Obstet Gynecol Surv 2001; 56: 361-76.
356
16. Önem K, Ahmedov ‹, Kad›o¤lu A. Kad›n cinsel fonksiyon disfonksiyonunun patofizyolojisi. Erkek ve Kad›n Cinsel Sa¤l›¤›. Eds: Kad›o¤lu A,
Baflar M, Semerci B, Orhan ‹, Aflç› R, Yaman Ö, Çayan S, Usta F, Kendirci
M. Türk Androloji Derne¤i Yay›n›, 620-29, 2004.
17. Basson R: Postmenopausal Sexual Dysfunction: Fact or Fiction?
Psychologic and biologic factors. Women Health Primary Care 2001;
4:479-489.
18. Sarrel PM: Sexuality and menopause. Obstet Gynecol. 1990; 75 (4
Suppl): 26-30
19. Goldstein I, Berman JR. Vasculogenic female sexual dysfunction: vaginal engorgement and clitoral erectile insufficiency syndromes. Int J
Impot Res 1998; 10 Suppl. 2: S84-90
20. Ylikorkala O. HRT as secondary prevention of cardiovascular disease.
Maturitas 2004; 47: 315-8
21. Jackson G. Sexual dysfunction and diabetes. Int J Clin Pract 2004; 58:
358-62
22. Kulo¤lu M, Atmaca M, Geçici Ö, K›l›ç N, Tezcan AE. Antidepresan
‹laçlar›n Cinsel ‹fllev Üzerine Etkileri. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni,
2000;10 (2):97-102
23. Duncan L, Bateman DN,.Sexual function in women. Do antihypertensive
drugs have an impact? Drug Saf.1993.8;225-230
24. Basil NO, Ndudim CO. Sexual dysfunction in female hypertensives. J Nat
M Ass; 2006,98; 638-640
25. Lombardo F, Gandini L, Santulli M, et al. Endocrinological diagnosis in
sexology. J Endocrinol Invest. 2003;26(3 Suppl):112-4.
26. Derogatis L, Rust J, Golombok S, et al. Validation of the profile of female
sexual function (PFSF) in surgically and naturally menopausal women.
J Sex Marital Ther. 2004;30(1):25-36.
27. Rosen R, Brown C, Heiman J, et al. The Female Sexual Function Index
(FSFI): a multidimensional self-report instrument for the assessment of
female sexual function. J Sex Marital Ther. 2000;26(2):191-208.
28. Hassa H: Hormon Replasman Tedavisi (HRT). Menopoz ve Osteoporoz.
Eds: Ertüngealp E, Seyiso¤lu H., Ulusal Menopoz ve Osteoporoz Derne¤i
Yay›nlar›, ‹stanbul, 142-178, 2000.
29. Egarter C, Topcuoglu A, Vogl S, Sator M: Hormone replacement therapy
with tibolone: effects on sexual functioning in postmenopausal women.
Acta Obstet Gynecol Scand 2002; 81: 649–653.
Derleme
30. Kökçü A, Çetinkaya MB, Yanik F, Alper T, Malatyal›o¤lu E: The comparison of effects of tibolone and conjugated estrogen-medroxyprogesterone acetate therapy on sexual performance in postmenopausal
women. Maturitas 2000; 36: 75-80.
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
31. Segraves RT, Clayton A, Croft H, Wolf A, Warnock J. Bupropion sustained
release for the treatment of hypoactive sexual desire disorder in premenopausal women. J Clin Psychopharmacol. 2004;24(3):339-42
32. Caruso S, Agnello C, Intelisano G, Farina M, Di Mari L, Cianci A. Placebocontrolled study on efficacy and safety of daily apomorphine SL intake
in premenopausal women affected by hypoactive sexual desire disorder
and sexual arousal disorder. Urology. 2004;63(5):955-9.
357
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Do¤um sonras› dönemde fizyolojik, ruhsal
de¤ifliklikler ve cinsellik
Yrd. Doç. Dr. Gülgün Durat, Yrd. Doç. Dr. Dilek Aygin ve Ö¤r. Gör. Selen fien
Sakarya Üniversitesi, Sa¤l›k Yüksek Okulu
Gebelik, do¤urgan ça¤daki her kad›n›n yaflayabilece¤i
fizyolojik bir olayd›r. Bu dönem genital organlara özgü
de¤iflikliklerin yan› s›ra metabolik ve sistemik de¤iflikliklerin, vücut biçiminde, beden imaj›nda birtak›m farkl›l›klar›n
ortaya ç›kt›¤› bir dönemdir (1,2).
Hormonal dalgalanmalar, bedensel ve sosyal de¤ifliklikler, kad›n›n fiziksel iyilik halini, duygu durumunu, efliyle iliflkisini ve cinselli¤ini etkiler. Gebelik ve do¤um sonras› süreçte kad›nlar›n cinsel arzular›nda azalmalar, bireysel cevaplar›nda farkl›l›klar görülmesi söz konusudur. Yorgunluk ve emzirme gibi faktörler de cinsellik ölçütleri üzerine do¤rudan ya da dolayl› olarak etki etmektedir (3-6).
Kad›nlar›n ço¤u için hamilelik olumlu bir deneyimdir.
Bununla birlikte do¤um sonras› dönem aileye yeni bir
üyenin kat›lmas›ndan dolay› yeni bir düzenin kuruldu¤u
dönemdir Bebe¤ine, do¤um sonras› rahats›zl›klara, aileye,
yeni düzene uyum yapmak zorunda olan anne için bu dönem oldukça zordur (6). Kad›n›n cinselli¤ini de etkileyen
pek çok de¤ifliklik meydana gelir. Bunlardan biri annelik
rolünün benimsenmesidir. Annelik rolünün kalitesi ile cinsellik ölçütleri aras›nda güçlü bir iliflkinin oldu¤u belirtilmektedir (1,7).
Yeni anneler, çocu¤un geliflimini seyretme, çocuklar›ndan sevgi alma, çocu¤u için sorumlu ve gerekli olma,
çocu¤una sevgi verme, çocu¤un yaflam›na biçim vermeye yard›m etme vb. anne olmak ile ilgili iyi fleyler oldu¤unu ifade etmifllerdir (6). Annelik rolünün olumsuz görünümlerini ise, kiflisel ilgilerini devam ettirebilme özgürlü¤ünün k›s›tlanmas›, aktif sosyal yaflama sahip olamama,
lo¤usal›k sürecinde zaman›n kullan›m›n› kontrol edebilmenin zor olmas›, kiflide güven kayb›na neden olmas› ve
yeni do¤an›n yeme, uyku vb. sorunlar› ile bafl etme zorluklar› oluflturmaktad›r (1,6).
Büyük çapl› bir çal›flman›n sonuçlar› ilk çocu¤un aileye
kat›lmas›n›n evlilik kalitesinde düflüfle neden oldu¤unu
ortaya ç›karm›flt›r. Farkl› ülkelerde yap›lm›fl di¤er çal›flma-
358
larda da, ebeveynli¤e geçifl boyunca evlilik memnuniyetinde azalmay› destekleyen veriler bulunmufltur. Sherr do¤um sonras›nda seksüel aktivite s›kl›¤›n›n azalma e¤iliminde oldu¤unu, ancak kalitesinde ve hazz›nda de¤ifliklik
olmad›¤›n› bulmufltur (6,8).
Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün (DSÖ) bildirdi¤ine göre;
postpartum 8. haftada kad›nlar›n %71’i, 10. haftada %90’›
cinsel iliflkiye bafllamaktad›r. Yap›lan çal›flmalarda, kad›nlar›n postpartum dönemde cinsel iliflkiye en erken 6-7.
haftalarda bafllad›klar› belirlenmifltir (9).
Literatür gözden geçirildi¤inde postpartum periyotta
cinsel arzuda, cinsel iliflki s›kl›¤›nda ve cinsel memnuniyet
seviyesindeki azalmalar›n, kad›n›n çal›flma rolü, annelik
rolü gibi sosyal rollerdeki de¤iflikliklerle, evlilik memnuniyetiyle, yorgunluk ve gerginlikle, emzirmeyle, çocu¤un
do¤umu ile ilgili fizyolojik de¤ifliklikler ve duygu durum
ba¤lant›l› olabilece¤i belirtilmektedir (6,7).
Söz konusu fizyolojik de¤iflikliklerden, hormonal de¤iflikliklerin dikkat çekici düzeylerde oldu¤u gözlenmektedir.
Do¤um sonras› meydana gelen duygu durum de¤iflikliklerinde psikolojik ve sosyal de¤iflikliklerin yan› s›ra hormonal
etiyolojinin de önemli olabilece¤i düflünülmekte, kad›n›n
cinselli¤inin de bu durumdan etkilenebilece¤i belirtilmektedir (5,10). Hamilelik s›ras›nda progesteron ve östradiol
düzeylerinde normalin birkaç yüz kat›na varabilen yavaflça
yükselme durumunun, do¤umdan sonra durdu¤u ve bu
düzeylerin aniden düfltü¤ü belirlenmifltir (10,11). Yap›lan
çal›flmalarda do¤um sonras› ortaya ç›kan depresif semptomlar›n da östrogen, progesteron, prolaktin, kortizol, tiroksin ve TSH ile iliflkili olabilece¤i bildirilmektedir (11).
Do¤umdan sonra menstruel siklus bafllad›¤›nda, önce
östradiolde ve sonra progesteronda art›fl olmakta, prolaktin düzeyinde hamilelik boyunca süren yükselme, do¤umdan sonra da devam etmekte ve beslenme biçimine
de ba¤l› de¤ifliklikler görülmektedir. Örne¤in emziren annelerde prolaktin yüksek düzeyde kalmaktad›r (10).
Derleme
Do¤um sonras› dönemde kad›n›n cinselli¤i etkileyen faktörlerden biri de postpartum ruhsal bozukluklard›r (6). Bütün
postpartum kad›nlar›n yar›s›ndan fazlas› geçici duygusal dalgalanmalar, %10-15’i postpartum depresyon, %0,1’i puerperal psikoz yaflarlar. Libido kayb› postpartum depresyona
efllik eder. Son zamanlarda postpartum depresyon cinsel
iliflki s›kl›¤›ndaki düflüflle de iliflkilendirilmifltir (2).
Do¤um sonras› depresyon do¤um sonras› ikinci ya da
üçüncü ayda bafllayan ›l›ml›dan fliddetliye do¤ru haftalar
ya da aylar içinde yavafl bir biçimde geliflen, somatik flikâyetler, afl›r› yorgunluk, bitkinlik, a¤lama, anoreksi, uyku ifltah bozuklu¤u, irritasyon, suçluluk, ümitsizlik gibi belirtileri olan bir bozukluktur. Baz› durumlarda depresyon daha fliddetli kendi kendini elefltiren buhranl› y›k›c› semptomlar içerir. ‹çeri¤inde intihar düflünceleri ve muhtemelen hastaneye yatma gereksinimi olabilir. Bu bozuklu¤un
geliflme riski bir y›l ya da baz› araflt›rmalara göre do¤um
sonras› 2 y›l devam edebilir (12-14).
Do¤um sonras› depresyonun etiyolojisinde zay›f aile ve
evlilik iliflkileri, do¤um eyleminin uzunlu¤u, çocu¤un do¤umu ile ilgili mutsuz olaylar, do¤um sonras› yak›nlardan
al›nan deste¤in az olmas›, düflük aile geliri, düflük mesleksel statü ve çal›flma hayat› ile ilgili zorluklar ve obstetrik
komplikasyonlar say›labilir (1). Özellikle efliyle olmak üzere baflkalar›yla kurulan güven verici ve içten iliflkilerin ise
kad›n› depresyona karfl› korudu¤u bildirilmektedir (6).
Depresyon ayn› zamanda cinsel arzunun ve hamilelikteki cinsel memnuniyet düzeyinin ve postpartum süreçteki cinsel iliflki s›kl›¤›n›n da önemli bir belirleyicisidir (6). Bianchi-Demicheli ve arkadafllar› çal›flmalar›nda, do¤um
sonras› kad›nlar›n ifade etti¤i semptomlar; yorgunluk
(%39), suçluluk hissi (%35), hüzün (%34) ve anksiyete
(%29)’dir. Bu kad›nlar›n %31’inde en az bir cinsel disfonksiyon görüldü¤ünü, %18’inde cinsel istekte azalma,
%17’sinde orgazmik bozukluklar, %12’sinde vajinal kuruluk, %11’inde de disparoni oldu¤unu saptam›fllard›r (15).
Annelik rolü, hormonal de¤ifliklikler ve ruhsal de¤iflikliklerin yan› s›ra, do¤um ve postpartum süreçle ba¤lant›l›
fiziksel rahats›zl›klar da kad›n›n cinselli¤ini etkileyebilir.
Do¤um esnas›nda pek çok kad›n özellikle vajinal do¤umlarda, perineal a¤r›, y›rt›lma ya da epizyotomi deneyimler.
Perineal travma gibi fiziksel faktörler de erken postpartum
periyotta cinsel fonksiyonun önemli belirleyicilerindendir.
Do¤umu takip eden süreçte meydana gelen dramatik
hormonal de¤ifliklikler vajinal duvarda incelmeye ve lub-
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
rikasyonda azalmaya sebep olur (2,6,8).
Masters ve Johnson, postpartum dönemdeki kad›nlarda postpartum 4–5. haftalarda vajinal lubrikasyonda azalma oldu¤unu, orgazm›n zay›f ve k›sa gerçekleflti¤ini vurgulam›fllard›r. Baz› kad›nlar›n hamilelik öncesi seviyelere
birkaç hafta içinde döndü¤ünü, di¤erlerinin postpartum
üç ayl›k dönemde cinsellikle hiç ilgilenmediklerini belirtmifllerdir (7).
Barett ve di¤erleri ilk kez do¤um yapan 484 kad›nla
yapt›klar› çal›flmada, do¤um sonras› üç ay içerisinde kad›nlar›n %80’inin en az bir cinsel problem yaflad›klar›n› ve
üçte ikisinin postpartum alt›nc› ayda halen problemler yaflamaya devam ettiklerini ifade etmifllerdir (8).
Yüzondokuz primiparla yap›lan baflka bir çal›flmada kad›nlar›n %57’sinde, hamilelik öncesi seviye ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda, postpartum 12 haftal›k süreçte cinsel aktivite düzeylerinde azalma oldu¤u bildirilmifltir. ‹lk bir y›ll›k süreçte kad›nlar›n ço¤unda cinsel iliflki s›kl›¤›nda anlaml› bir
azalma oldu¤u halde, %24’ünde seksten hofllanma, hamilelik öncesinden daha fazla görülmüfltür (7).
Yüzdoksandört örnekli bir baflka çal›flmada ise, kad›nlar›n cinsel ilgilerinde çok az azalma oldu¤u veya hiç azalma olmad›¤›, ancak bu dönemde efllerinin cinsel ilgilerinde azalma oldu¤u bildirilmifltir (7).
Do¤um sonras› cinsel aktivite ile ilgili bir baflka sorun
da disparonidir. Disparoni do¤um sonras› dönemde aylarca devam edebilir (6,8). Do¤umdan sonra perineal a¤r› ve
disparoniden yak›nma oran› ile vajinal kuruluk ve kad›n›n
cinsel iste¤indeki azalman›n iliflkili olabilece¤i gösterilmifltir. A¤r› deneyimi ya da cinsel birleflme ile ortaya ç›kan rahats›zl›k sonraki süreçte kad›n› cinsel birleflme arzusundan uzaklaflt›r›r ve cinsel memnuniyetini azalt›r (6).
Postpartum disparonin gelifliminde, ileri do¤um yafl›n›n, do¤um fleklinin, laserasyon olup olmamas›n›n ve emzirme durumunun riski artt›rd›¤›, do¤um say›s›n›n çok etkili olmad›¤›, disparoni ile postpartum depresyon aras›nda karmafl›k bir iliflkinin oldu¤u belirtilmektedir (9).
Postpartum onikinci haftada kad›nlar›n ço¤u cinsel iliflki yönünden önceki durumlar›na dönmekle birlikte, özellikle disparoni ve cinsel arzuda azalma gibi cinsel zorluklar› deneyimleyebildikleri görülmüfltür (6).
Postpartum süreçte kad›n›n cinselli¤i üzerinde etkisi
olabilece¤i düflünülen di¤er bir etken de emzirmedir. Emzirmenin psikososyal etkisi, annenin ve eflinin süt verme
olay›na gösterdikleri kiflisel reaksiyonlarla ba¤lant›l›d›r.
359
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Bunun yan› s›ra emzirmeye karar veren kad›nlar›n bunu
yapmayanlara göre kiflilik ve çevre bak›m›ndan farkl› olduklar› belirlenmifltir. Emziren kad›nlar›n tüm yaflam koflullar›nda vücutlar›ndan memnun olduklar›, gö¤üslerini
cinsellik ve erotizmin oda¤› olarak gördükleri belirtilmektedir (2). Erken postpartum periyotta emzirmenin cinsel
birleflme s›kl›¤›n› ve kad›n›n cinsel iste¤ini azaltt›¤› bildirilmifltir (6).
Günümüzde cinsel fonksiyon birçok biyopsikososyal
faktörden etkilenen çok boyutlu bir fenomen olarak tan›mlanmaktad›r. Kenny cinsel fonksiyonu; cinsel istek, s›kl›k, zevk ve orgazm›n birleflimi olarak tan›mlamaktad›r.
Kaplan’›n cinsel cevab› istek, uyar›lma ve orgazm gibi fazlara ay›rmas› annenin cinselli¤i ile ilgili tart›flmalarla da örtüflmektedir (2).
Hormonal aç›dan bak›ld›¤›nda, süt veren kad›nda bebe¤in emmesi nedeniyle yüksek prolaktin düzeyinin devam›, overian östrogen üretimini bask›lamakta, bu da cinsel uyar›y› cevaplamada vajinal lubrikasyonun azalmas›yla
sonuçlanmaktad›r (6).
Masters ve Johnson süt veren 24 kad›nla yapt›klar› çal›flma da ise kad›nlar›n tamam› cinsel aktivite seviyelerinde hamilelik öncesine göre art›fl oldu¤unu ve cinsel aktiviteye h›zla dönme isteklerini ifade etmifllerdir (7). Bir di¤er çal›flma sonuçlar› ile Masters ve Johnson’un sonuçlar›
dolayl› olarak birbirini desteklemektedir. Bu çal›flmada,
emziren kad›nlar›n, bebe¤ini biberonla besleyenlere oranla hamilelik öncesi cinsellik düzeylerine daha çabuk ulaflt›klar› belirlenmifltir (2).
Emzirenlerle emzirmeyenlerin karfl›laflt›r›ld›¤› bir di¤er
çal›flmada da, emzirmenin annenin cinselli¤i üzerinde
önemli bir etkisinin olmad›¤› saptanm›flt›r (2).
Do¤um sonras› dönemde baz› kad›nlarda emzirmenin
cinsel doyum sa¤lay›c› etkisinin olabilece¤i, bunun da
suçluluk duygular›n› ortaya ç›karabildi¤i, dolay›s›yla onlar›n cinsel ifllevlerinde azalmaya neden olabilece¤i ifade
edilmifltir (6).
Avery’nin araflt›rmas›nda ise baz› emziren anneler büyümüfl olan memelerinin hassasiyeti artt›¤› için erotizmde
art›fl deneyimlediklerini, bebe¤in emmesi ve yak›nl›¤›n›n
cinsel isteklerini art›rd›¤›n› ifade etmifllerdir (7). Baflka bir
çal›flmada da bebe¤ini uzun süre emziren kad›nlar›n, gö¤üslerdeki de¤iflikli¤i olumlu alg›lamalar›na ra¤men, süt
s›z›nt›s›n› olumsuz bir de¤ifliklik olarak tan›mlad›klar› görülmüfltür (2).
360
Derleme
Sekse ilgide azalma, memelerde hassasiyet, postpartum a¤r›, vajinal sekresyonlarda azalma ve süt s›z›nt›s› nedeniyle cinsel aktivitede azalma olabilir. Bunun yan› s›ra
emziren kad›nlardan cinsel ilgilerinde azalma olanlar›n serum androjen düzeylerinde, olmayanlara göre düflüklük
tespit edilmifltir. Emziren kad›nlarda prolaktin düzeyinin
yüksek olmas› ile cinsel iliflki s›kl›¤› aras›nda da negatif bir
iliflki oldu¤u belirlenmifltir. Emzirme östrogen düzeyini
bask›layarak vajinan›n kayganl›¤›n›n azalmas›na neden olmakta, genital cevab› azaltmakta ve vajinal a¤r›ya neden
olabilmektedir (2,7).
Yorgunluk, gebelik ve postpartum süreçte kad›n›n deneyimledi¤i en yayg›n problemlerden biridir. Bitkinlik,
yorgunluk ve zay›fl›k gebeli¤in son döneminde ve postpartum süreçte cinsel arzunun kayb›na yol açmas› bak›m›ndan önemlidir. Uykusuzluk, gece beslemeleri s›ras›nda uykunun bölünmesi ve çocuksuz geçirilen zaman›n azl›¤› cinsel aktiviteyi bozan ilave faktörler olarak ele al›nabilir (6,8).
Yorgunluk; emzirme, annelik rolünün benimsenip benimsenmemesi, do¤um sonras› görülebilen duygu durum
de¤ifliklikleri ile de ba¤lant›l› olabilir. Bir çal›flmada 5–6 ay
boyunca bebe¤ini emziren kad›nlar›n duygu durumlar›nda
düzelme, yorgunluk hissetmelerinde azalma ve iliflki s›kl›¤›nda art›fl oldu¤u rapor edilmifltir (7).
Judicibus ve arkadafllar›n›n çal›flmas›nda da kiflileraras›
iliflkileri yönünden mutlu olan kad›nlar›n, cinsel memnuniyetlerinin daha fazla oldu¤u, annelik rolünü olumlu bak›fl
aç›s›yla daha rahat benimsedikleri, yorgunluk oranlar›n›n
ve depresif semptomatolojilerinin ise daha düflük seviyede oldu¤u belirlenmifltir. Kiflileraras› iliflkilerdeki memnuniyetin, kad›nlar›n cinsel arzular›n›n seviyesini etkiledi¤i
ve memnuniyetin yüksek oluflunun cinsel arzuyu ve cinsel
iliflki s›kl›¤›n› artt›rd›¤› da gösterilmifltir (6).
Ebeveynli¤e geçifl çiftlerde bir yandan hoflnutluk yarat›rken, di¤er yandan arkadafll›k, cinsellik gibi olaylar da
olumsuz bir etken olabilir. Çiftler kendilerini izole olmufl,
yaln›z ve sürekli bask› alt›nda hissedebilirler, birliktelikleri
riske girebilir (2).
Sonuç olarak, do¤um sonras› dönemde kad›n›n cinselli¤ini; do¤um flekline ba¤l› doku travmalar›, memelerdeki
fiziksel de¤ifliklikler, yorgunluk, hormonal de¤ifliklikler,
do¤um sonras› duygusal dalgalanmalar, depresyon, iliflki
memnuniyeti, annelik rolünü kabullenememe gibi psikolojik ve sosyal sorunlar etkileyebilmektedir.
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Derleme
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Durat G. Sakarya ilindeki gebe kad›nlarda do¤um sonras› depresyon
riskinin belirlenmesi ve yüksek riskli kad›nlarda hemflirelik uygulamalar›n›n etkinli¤i, ‹stanbul Üniversitesi Sa¤l›k Bilimleri Enstitüsü,
Doktora Tezi, ‹stanbul, 2003.
La Marre A, Paterson L, Gorzalka B. Breastfeeding and postpartum
maternal Sexual functioning: A review.The Canadian Journal of Human
Sexuality, 2003;Vol.12(3-4) .
Kömürcü N. Do¤um ve Kad›n Hastal›klar› El kitab›. Coflkun A.(Ed) Vehbi
Koç Vakf› Yay›nlar›, ‹stanbul,1996.
Taflk›n L. Do¤um ve Kad›n Sa¤l›¤› Hemflireli¤i. Sistem Ofset Matbaac›l›k,
Ankara, 2000;75–80.
Trutnovsky G, Haas J, Lang U, Ptre E. Women’s perception of sexuality
during pregnancy and after birth. Journal Of Obstetrics & Gynaecology,
Aug 2007;46(4): 282-7.
De Judicibus MA, Mc Cabe MP. Psychological Factors and the Sexuality
of Pregnant and Postpartum Women, Journal of Sex Research, May
2002; 39( 2).
Avery MD, Duckett L, Frantzich CR.The experience of sexuality during
breastfeeding among primiparous women. Journal of Midwifery &
Women’s Health. 2000;45(3):227–237.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
Pacey S. Couples and the first baby: responding to new parents sexual
and relationship problems. Sexual and Relationship Therapy. August
2004;29(3): 223-248.
Arslan H, Potur DC, Bilgi NÇ. Postpartum disparoni geliflimini etkileyen
faktörler ve koruyucu önlemler. Androloji Bülteni, Haziran 2004;18:266268
K›rp›nar ‹, Özer H. Postpartum psikiyatrik bozukluklar (2). Psychomed,
1995;1(3):94-99.
Abou-Saleh MT, Ghubash R, Karim L et al. Hormonal aspects of postpartum depression. Psychoneuroendocrinology,1998; 23(5):465-475.
Barbara L, Parry MD. Comprehensive Textbook of Pschiatry VI.kaplan HI,
Sadock Psychiatry.(eds).Williams Wilkins Waverly Company,USA,
1995;!059-1066.
Dawn S,Gruen AC.A group psccotherapy approach to postpartum
depression.‹nternational Journal of Group Psychotherapy 1993;4(3);2.
Özkan S, Bozkurt O. Kad›n do¤um ve ruh sa¤l›¤›. (Düz.) Özkan S.,
Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Kongre Kitab›. Novartis A.fi. ‹stanbul,
1998;36–49.
Bianchi-Demicheli F, Perrin E, Lüdicke F, Bianchi PG, Chatton D,
Campana A. Termination of pregnancy and women's sexuality.
Gynecologic And Obstetric Investigation, 2002; Vol. 53 (1), pp. 48-53.
361
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I / Hemflire Çal›flma Grubu
Derleme
Üniversite ö¤rencilerinde cinsiyete göre
cinsel mitler: Ön de¤erlendirme sonuçlar›
Msc. Nihal Bostanc›1, Prof. Dr. Sevim Buzlu1, Filiz Tufek2, Dilek Kalayc›oglu3, Nurdan Y›ld›r›m2, Sema Y›lmaz2
1
Psikiyatri Hemflireli¤i AD Ö¤retim Elemanlar›, 22006-2007 Akademik Ders Y›l› 4. s›n›f ö¤rencileri, 32006-2007 Akademik Ders Y›l› 3. s›n›f
ö¤rencisi, ‹stanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemflirelik Yüksekokulu
G‹R‹fi
Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün tan›m›yla sa¤l›k, sadece hastal›k ve sakatl›¤›n olmay›fl› de¤il, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Bununla ba¤lant›l› olarak
cinsel sa¤l›k, bireysel ve sosyal de¤erler ile iliflkili bir flekilde, cinsellikten zevk alabilme, yanl›fl inan›fl, utanç ve
korkulardan ar›nma, cinsel ve üreme fonksiyonlar›na zarar
veren organik bozukluk, hastal›k ve sakatl›klar›n yoklu¤u
olarak tan›mlanabilir (1,2). ‹nsan›n cinsel yaflam› di¤er yaflam alanlar›ndan ayr› ve izole olarak düflünülemez. Cinsellik de yemek, giyinmek, temizlenmek gibi ö¤renilmesi
gereken bir konudur. Ancak toplumumuzda anne ve babalar kendi bilgi eksiklikleri ve/veya cinsellik konusunda
konuflmaktan rahats›zl›k duymalar› nedeniyle bu konularda çocu¤un ö¤renme gereksinimini karfl›lamaya pek istekli de¤ildirler (3). Ülkemizde tabu olarak görülen, aile
ve toplumda aç›kça tart›fl›lamayan cinsel konular e¤itim
sisteminde de kendine yer bulamamaktad›r. Geliflmifl ülkelerde ilkokulun ilk y›llar›ndan itibaren çocu¤un yafl ve
gereksinimlerine göre düzenlenmifl kapsaml› cinsel e¤itim programlar› uygulan›rken, ülkemizde bu tür e¤itimler
çok s›n›rl› kalmaktad›r (1,4,5). Genellikle ergenlik yafllar›nda bafllayan cinsel bilgilenmenin kayna¤›n› s›kl›kla arkadafl
çevresi, büyük kardefller ve gazete, dergi, kitap gibi yay›nlar oluflturur. Büyük oranda eksik bilgi aktaran bu kaynaklar cinsellikle ilgili önyarg› ve mitlerin genel olarak kabul görmesine katk›da bulunurlar (6,7). Cinsel mit, kiflilerin cinsel konularda do¤ru oldu¤unu düflündükleri, ço¤u
zaman abart›l›, yanl›fl, çarp›k ve bilimsel de¤eri olmayan
inan›fllard›r (3,6,8).
Cinselli¤in konuflulmad›¤›, bask›land›¤›, tabu olarak
görüldü¤ü, yeterli cinsel e¤itimin verilmedi¤i toplumumuzda öncelikle araflt›r›lmas› gereken toplumumuzun cinselli¤e bak›fl aç›s›, cinsel inan›fllar›, cinsel düflünceleri, nas›l ve ne derece bilgilendirildi¤i olmal›d›r. Toplumun ge-
362
lece¤inde belirleyici rolü ve bilgi birikimi ile ayd›n kesimin
çekirde¤ini oluflturmas› aç›s›ndan üniversite gençli¤i, farkl› de¤er yarg›lar› tafl›yan ö¤rencilerin bir araya gelmesiyle
farkl› bir kültür oluflturmas› ve sosyoekonomik de¤iflimlerin etkisini yo¤un bir flekilde yaflamas› nedeniyle gençlik
içinde özel ve önemli bir yere sahiptir. Bast›r›lm›fl ve normal geliflimi önlenmifl dürtüler nedeniyle gençlik döneminde görülen çeflitli ruhsal sorunlara, saplant› ve sapmalara, bireysel ve toplumsal sorunlara engel olabilmek için
cinsel tart›flma ve araflt›rmalar›n gereklili¤i pek çok yazar
taraf›ndan vurgulanm›flt›r (1,9).
Toplumumuzdaki bu gereksinimden yola ç›karak bu
araflt›rmada, üniversite ö¤rencilerinde cinsiyete göre cinsel mitlerin de¤erlendirilmesi amaçland›.
Araflt›rmada yan›t aranan sorular flunlard›r:
• Üniversite ö¤rencilerinde cinsel mitlerin görülme yayg›nl›¤› nedir?
• K›z ve erkek ö¤rencilerdeki cinsel mitler aras›nda fark
var m›d›r?
GEREÇ-YÖNTEM
Araflt›rma kesitsel ve tan›mlay›c› bir çal›flmad›r. Araflt›rma için araflt›rmac›lar taraf›ndan literatür çal›flmas› yap›larak haz›rlanan bilgi formu (3,5,7,8) ve cinsel mitleri de¤erlendirme formundan oluflan anket formu kullan›ld›. Bilgi formu; demografik (yafl, cinsiyet) bilgiler, cinsel deneyimler ve cinsel bilgileri edinme yollar› ile ilgili sorulardan
olufltu. Cinsel mitleri de¤erlendirme formu, Zilbergeld taraf›ndan gelifltirilen, daha önce ülkemizde araflt›rmalarda
kullan›lan (3,8), do¤ru ve yanl›fl olarak de¤erlendirilen 17
cinsel mitten oluflmaktad›r. Anket formlar›, ö¤rencilere
kald›klar› yurtlarda veya ders aralar›nda kantinde görüflme
yap›larak, Kas›m 2006 - Ocak 2007 tarihleri aras›nda uyguland›. Karfl›l›kl› etkilenimleri önlemek için anket formu-
Derleme
Hemflire Çal›flma Grubu /
nu yaln›zken doldurmalar› istendi. Araflt›rman›n amac› kat›l›mc›lara k›saca anlat›ld› ve araflt›rmaya kat›lmay› isteyip
istemedikleri soruldu. Verecekleri bilgilerin gizli kalaca¤›
ile ilgili güvence vermenin yan›nda, formlar isimsiz olarak
doldurulup, kapal› zarf içinde geri topland›. Anket formunu tamamlama süresi yaklafl›k olarak 5-10 dakikayd›. 780
ö¤renciye anket formu da¤›t›ld›, 600 anket formu geri
döndü. Geriye dönme oran› %76.9’dur.
Araflt›rman›n sonuçlar› bilgisayar ortam›nda say›, yüzdelik ve ki-kare (χ2) testleriyle de¤erlendirildi.
BULGULAR ve TARTIfiMA
Araflt›rmada toplam 376 k›z (%62.6) ve 224 erkek
(%37.4) ö¤renci ile çal›fl›ld›. K›z ö¤rencilerin yafl ortalamas› 20.23±1.87, erkek ö¤rencilerin yafl ortalamas›
21.63±2.35; k›z ö¤rencilerin ilk cinsel iliflkiye girme yafl
ortalamas› 18.48±1.73, erkek ö¤rencilerin ilk cinsel iliflkiye girme yafl ortalamas› 16.98±2.31 olarak belirlendi.
Özan ve arkadafllar› (2004) ilk cinsel iliflki yafl›n› erkeklerde 17,58±2,90, k›zlarda ise 19,25±2,60 olarak: Aras ve
arkadafllar› (2005) ilk cinsel iliflkiye girme yafl›n› ortalama
15,7±1,5 (erkeklerde 15,7±1,5; kad›nlarda 16,5±0,8) olarak; Ö¤el ve arkadafllar› (2005) ilk cinsel iliflkiye girme yafl›n› erkeklerde 14-15 aras›; kad›nlarda 16 olarak; Koten
(1996) ilk cinsel iliflkiye girme yafl›n› ortalama 18±2,29
(erkeklerde 17,71±2,20; kad›nlarda 19,5±2,23) olarak belirlemifllerdir. Yap›lan çal›flmalar sonucunda; ö¤rencilerin
cinsiyete göre ilk cinsel iliflkiye girme yafl ortalamalar›n›n
benzer oldu¤u ve genel olarak, k›zlar›n erkeklere göre cinsel iliflkiyi daha ileri yafllarda deneyimledikleri görüldü.
K›z ve erkeklerin cinsel iliflki deneyimleri karfl›laflt›r›ld›-
Grafik 1: K›z ve Erkek Ö¤rencilerin Cinsel ‹liflki Deneyimlerinin Da¤›l›m› (n=600)
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
¤›nda; erkeklerin k›zlara oranla cinsel iliflki deneyimlerinin
istatistiksel olarak anlaml› derecede fazla oldu¤u görüldü
(χ2= 203.05; p=0.000). Koten (1996) çal›flmas›nda, üniversite ö¤rencilerinin %35,7’sinin cinsel deneyiminin (k›zlarda %11,8, erkeklerde %60,5) oldu¤unu; Gokengin ve
arkadafllar› (2003) ö¤rencilerin %36,6’s›n›n cinsel deneyimlerinin oldu¤unu ve erkeklerin kad›nlardan daha aktif
olduklar›n› belirtmifllerdir. Bu çal›flma sonuçlar›, çal›flma
sonuçlar›m›z ile uyumludur.
K›z ve erkeklerin cinsel bilgileri ö¤renme yollar› karfl›laflt›r›ld›¤›nda, aradaki fark istatistiksel olarak anlaml› bulundu (χ2=65.02; p=0.000). K›zlar›n cinsel bilgileri ço¤unlukla arkadafllar›ndan, görsel medyadan ve ailesinden
edindikleri; erkeklerin, arkadafllar›ndan, görsel medyadan
ve porno sitelerinden edindikleri görüldü. Yaflan ve Gülgen (2004) çal›flmalar›nda, ilk cinsel bilgi edinme kayna¤›n›n büyük oranda arkadafl oldu¤unu, Özan ve arkadafllar› (2004) en büyük bilgi edinme kayna¤›n›n pornografik
filmler ve internet oldu¤unu, Kapamadzija ve arkadafllar›
(2000) ö¤rencilerin cinsel bilgileri %63,7 oran›nda görsel
medyadan ve %50,6 oran›nda arkadafllar›ndan edindi¤ini
belirtmifllerdir. Araflt›rma sonuçlar›m›z, bu konuda yap›lan
di¤er araflt›rma sonuçlar› ile uyumludur.
K›zlar ve erkekler aras›nda istatistiksel olarak anlaml›
olan cinsel mitlere bak›ld›¤›nda;
• “Kad›n›n seksi bafllatmas› daha fazla ahlaks›zl›kt›r” mitinin erkeklerde (χ2=4.10; p= 0.043),
• “Seks ancak çift ayn› anda orgazm olabilirse güzeldir”
mitinin k›zlarda (χ2=5,67; p= 0.017),
• “‹yi sekste amaç cinsel iliflkidir” mitinin erkeklerde
(χ2= 19.57; p= 0.000),
• “Seks do¤ald›r, ö¤renilemez, seksle ilgili konuflmak ya
da düflünmek onu bozar” mitinin erkeklerde (χ2=7.78;
p= 0.005),
• “Erkekler duygular›n› belli etmemelidir” mitinin erkeklerde (χ2=32.05; p= 0.000),
• “Sekste kesin, evrensel do¤rular vard›r” mitinin erkeklerde (χ2=6.68; p= 0.010),
• “‹liflkiye giren bir çift içgüdüsel olarak karfl›s›ndakinin
ne istedi¤ini bilir” mitinin k›zlarda (χ2= 3.95; p=
0.047),
• “Erke¤in penisi sertleflti¤inde hemen orgazm olmas›
kötüdür” mitinin erkeklerde (χ2=20.98; p= 0.000),
• “Bir erkek sekse yok diyemez” mitinin k›zlarda
(χ2=10.72; p= 0.001) daha yayg›n olarak görüldü.
363
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I / Hemflire Çal›flma Grubu
Derleme
Tablo 1. ve Erkek Ö¤rencilerde Cinsel Mitlerin Da¤›l›m› ve Karfl›laflt›r›lmas› (n=600)
Cinsel Mitler
Kad›n›n seksi bafllatmas› ahlaks›zl›kt›r.
Seks ancak çift ayn› anda orgazm olabilirse güzeldir.
‹yi sekste amaç cinsel iliflkidir.
Seks do¤ald›r, ö¤renilemez, seksle ilgili konuflmak ya da düflünmek onu bozar.
Erkekler duygular›n› belli etmemelidir.
Seks hep erke¤in davetiyle bafllar.
Sekste kesin, evrensel do¤rular vard›r.
Birleflme s›ras›nda cinsel fanteziler kurmak yasakt›r.
Fiziksel bütün yaklafl›mlar cinsel iliflkiye gider.
‹liflkiye giren bir çift içgüdüsel olarak karfl›s›ndakinin ne istedi¤ini bilir.
Cinsel iliflki s›ras›nda özdoyurum (masturbasyon) yanl›flt›r.
Özdoyurum (masturbasyon) pis ve zararl›d›r.
Erke¤in penisi sertleflti¤inde hemen orgazm olmas› kötüdür.
E¤er çiftler birbirlerini seviyorlarsa seksten de zevk almas›n› bilirler.
Erkekler cinsel eyleme her an haz›r ve isteklidir.
Bir erkek sekse yok diyemez.
Her erkek efline nas›l zevk verece¤ini bilmelidir.
SONUÇ
Toplumumuz halen sa¤l›kl› ve yeterli cinsel bilgi kaynaklar›ndan yoksundur. Eksik ve abart›l› mesajlar›n al›nd›¤› cinsel bilgi kaynaklar›na ba¤l› olarak cinsel mitler toplumumuzda halen yayg›n olarak görülmektedir. Yayg›n olan
cinsel mitler ile bafledebilme, cinsel bilgilerin zaman›nda
ve do¤ru kaynaklardan bireylere aktar›lmas› ve sa¤l›kl›,
doyumlu bir cinsel yaflam ile mümkündür. Bu nedenle,
sa¤l›kl› ve yeterli cinsel bilgilerin verildi¤i kaynaklara gereksinim vard›r. Cinsellikle ilgili kulaktan dolma, bilimsel
olmaktan uzak, eksik bilgiler yerine; ailede anne ve baba
K›zlar
n
(%)
23
284
109
125
17
41
73
27
59
291
177
71
235
332
218
223
351
(6.1)
(75.5)
(29.0)
(33.2)
(4.5)
(10.9)
(19.4)
(7.2)
(15.7)
(77.4)
(47.1)
(18.9)
(62.5)
(88.3)
(58.0)
(59.3)
(93.4)
Erkekler
n
(%)
24
149
105
100
42
28
64
18
45
157
115
38
180
191
124
102
202
(10.7)
(66.5)
(46.9)
(44.6)
(18.8)
(12.5)
(28.6)
(8.0)
(20.1)
(70.1)
(51.3)
(17.0)
(80.4)
(85.3)
(55.4)
(45.5)
(90.2)
χ2;
p
χ2= 4.10;
χ2= 5,67;
χ2= 19.57;
χ2= 7.78;
χ2= 32.05;
χ2= 0.35;
χ2= 6.68;
χ2= 0.14;
χ2= 1.89;
χ2= 3.95;
χ2= 1.02;
χ2= 0.34;
χ2= 20.98;
χ2= 1,15;
χ2= 0.39;
χ2= 10.72;
χ2= 1.95;
p= 0.043
p= 0.017
p= 0.000
p= 0.005
p= 0.000
p= 0.553
p= 0.010
p= 0.701
p= 0.169
p= 0.047
p= 0.312
p= 0.555
p= 0.000
p= 0.283
p= 0.530
p= 0.001
p= 0.162
ile bafllayan, okullarda ö¤retmenlerin deste¤i ile devam
eden, profesyoneller rehberli¤inde, bilimsel kaynakl›, net
ve anlafl›l›r cinsel e¤itim programlar› erken yafllardan itibaren bafllamal›d›r. Üniversitelerde tüm ö¤rencilere üreme
ve cinsel sa¤l›k konular›nda e¤itim ve dan›flmanl›k hizmeti vermek üzere “Gençlik Dan›flmanl›k Birimi” aç›labilir.
Üniversite gibi toplumun e¤itimli kesiminde yap›lan
bu çal›flmada saptanan bulgular, di¤er gruplardaki cinsel
mitlerin çok az bir k›sm›n› yans›t›yor olabilir. Daha farkl›
yafl ve sosyokültürel ortamlardan olgular üzerinde yap›lacak araflt›rmalar ile bu konudaki toplumsal gereksinimler
daha kapsaml› bir flekilde saptanabilecektir.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Koten Y. Üniversite ö¤rencilerinde cinsel tutum ve davran›fllar ile sosyoekonomik durum ve psikiyatrik semptom da¤›l›m›n›n karfl›laflt›r›lmas›.
Trakya Üniversitesi T›p Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dal› T›pta Uzmanl›k
Tezi, Edirne, 1996.
Özan S, Aras fi, fiemin S, ve ark. Dokuz Eylül Üniversitesi T›p Fakültesi
ö¤rencilerinin cinsel tutum ve davran›fl özellikleri. Dokuz Eylül Üniversitesi T›p Fakültesi Dergisi 2004; 18 (1): 27-39.
Yaflan A, Gürgen F. Cinsel partneri olan bir hemflire grubu ile hiç partneri olmam›fl bir hemflire grubunun cinsel bilgi edinme yollar› ve cinsel
mitlerinin yayg›nl›¤›n›n karfl›laflt›r›lmas›. Yeni Symposium 2004; 42 (2):
72-76.
Aras fi, fiemin S, Günay T, ve ark. Lise ö¤rencilerinin cinsel tutum ve
davran›fl özellikleri. Türk Pediatri Arflivi 2005; 40: 72-82.
Orç›n E, Aras fi, Aç›k R. Üniversiteli gençlerin cinsel tutum ve
davran›fllar›. Jinekoloji ve Obstetrik Dergisi 2003; 17 (3): 169-174.
Altekin S. Do¤ru san›lan yanl›fllar: Cinsel mitler. http://www.dokudanismanlik.com/cinselmitler.htm. (Ocak, 2007)
364
7.
Özmen HE. Cinsel mitler ve cinsel ifllev bozukluklar›. Psikiyatri Dünyas›
1999; 2:49-53.
8. Soylu L. Cinsel ifllev bozukluklar›nda psikososyal etmenler. Çukurova
Üniversitesi T›p Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dal› Uzmanl›k Tezi, Adana,
1999.
9. Araptarl› N. Gençlerin cinsel bilgi düzeyi, tutumlar› ve ailelerin cinsel
tutumlar›n›n karfl›laflt›r›lmas›. XXII. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik
Bilimler Kongresi Bilimsel Çal›flmalar Kitab›, 1986; 1-9.
10. Ö¤el K, Eke CY, Erdo¤an N, ve ark. ‹stanbul’da gençler aras›nda cinsellik
araflt›rmas› raporu. Yeniden Yay›n, No:16, ‹stanbul, 2005.
11. Gokengin D, Yamazhan T, Ozkaya D, et al. Sexual knowledge, attitudes,
and risk behaviors of students in Turkey. J Sch Health 2003; 73(7):258263.
12. Kapamadzija A, Bjelica A, Segedi D. Sex knowledge and behavior in male
high school students. Med Pregl. 2000; 53(11-12): 595-599.
Derleme
Hemflire Çal›flma Grubu /
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Yafll› kad›nlarda cinsellik
Ö¤r. Gör. Hicran Y›ld›z
Uluda¤ Üniversitesi Sa¤lık Yüksek Okulu
Yirminci yüzy›l›n sonunda dünyada ortaya ç›kan yaflam
beklentisinde artma ve bebek do¤um h›z›ndaki azalma
e¤ilimleri, yafll› nüfusun genel nüfusa oran›n› oldukça art›rm›flt›r (1,2). Dünya Sa¤l›k Örgütü’ne göre 65 yafl üstü
nüfusun 2050 y›l›nda 3 kat artarak %7’den %23’e ulaflaca¤› tahmin edilmektedir (3). Nüfus ve Vatandafll›k ‹flleri Genel Müdürlü¤ü'nün 2004 y›l› verilerine göre, 72 milyon
olan Türkiye nüfusunun yaklafl›k 6 milyonunu yafll›lar oluflturmaktad›r ve bunun yaklafl›k 3.5 milyonu kad›nd›r (4).
Yafllanma ile birlikte ortaya ç›kan anatomik ve fizyolojik de¤ifliklikler birçok sorunu da beraberinde getirmektedir (5). Bunlardan biri de cinsel sorunlard›r.
Cinsellik, ömür boyunca bireyin yaflam kalitesinin
önemli bir parças› olarak kal›r (6) ve yafll›lar 70 yafl›na kadar cinsel aç›dan aktiftir (7). Cinsel olarak aktif kalan yafll›
insanlar›n oran›, yafl, cinsiyet, evlilik durumu ve genel
sa¤l›kla iliflkili olarak de¤iflir. Yap›lan tahminlere göre 60
yafl üstü evli kad›nlar›n yaklafl›k %55’i, 76 yafl üstü evli kad›nlar›n %24’ten fazlas› cinsel olarak aktiftir (8).
Global cinsel tutum ve davran›fl çal›flmas›nda Kanada’l›
40-80 yafl aras› bireylerin %73’ünün cinsel olarak aktif oldu¤u ve bu bireylerin ço¤unun (%68) haftada birden fazla cinsel aktivitede bulunduklar› saptanm›flt›r (9).
Ginsberg ve arkadafllar› taraf›ndan 60 yafl ve üzerindeki yafll›larda yap›lan bir çal›flmada; olgular›n en az ayda bir
kez efllerine dokundu¤unu (%60.5), sar›ld›¤›n› (%61.7) ve
eflleri ile öpüfltü¤ünü (%50) belirlemifllerdir. Bu çal›flmada
cinsel deneyimi engelleyen en önemli faktörler partner
yoklu¤u (%60), yafl (%32) ve cinsel ilgi eksikli¤i (%24) olarak saptanm›flt›r (10).
Yafll›l›k döneminde yafllanma ile birlikte ortaya ç›kan
anatomik ve fizyolojik de¤ifliklikler, hastal›klar ve hastal›klara ba¤l› ilaç kullan›m›ndaki art›fl, cerrahi tedaviler, alkol
kullan›m›, psikolojik, sosyal ve kiflisel faktörler cinselli¤i
olumsuz yönde etkileyebilmektedir (5,6,8-14).
Yafllanma ile oluflan genito-üriner sistemdeki de¤iflik-
liklerin ço¤u menopoz s›ras›nda ve sonras›nda hormon
seviyelerinde ortaya ç›kan de¤iflikliklerden kaynaklan›r.
Vajina epitelyumunun bütünlü¤ü östrojene ba¤l›d›r. Menopoza ba¤l› olarak ortaya ç›kan östrojen seviyesindeki
azalma, vajinal kaslar›n ve mukoza epitelyumunun atrofisine, vajina epitelyumunun yass›laflmas›na ve glikojen
kayb›na neden olur (5,11,15). Bu de¤ifliklikler de vajinan›n mikrobiyolojik ortam›n› etkiler ve vajinite yol açan bir
ortam yarat›r (11).
Genital ve vajinal dokulara kan ak›m› ile duyusal uyar›
östrojen seviyelerindeki azalmadan direkt olarak etkilenebilir. Bu de¤ifliklikler vajinal kurulukta art›fl, klitoral duyarl›l›kta, orgazm yo¤unlu¤unda ve orgazm s›kl›¤›nda azalma ile disparoniye neden olabilir (5,9,16).
Menopoz sonras› östrojen sekresyonunda azalmaya
ba¤l› olarak ortaya ç›kan ikincil de¤ifliklikler; meme boyutlar›nda azalma, meme dokusu esnekli¤inde azalma, serviks ve uterus boyutunda küçülme, vajinal duvar atrofisi,
vajinal uzunluk ve geniflli¤inde azalma, vajinal lubrikasyonda azalma, seks streoidlerinde azalma, pubik k›llanmada azalma, mons pubisten ya¤ ve subkütan doku kayb›, labia major atrofisi, vajina elastikiyetinin kayb›, vajinal
mukozan›n incelmesi, perineal kaslar›n gevflemesini içerir
(11,12,16). Cinsel iliflki s›ras›nda detrusor kas› yetersizli¤i
ya da stresle iliflkili üriner inkontinans (5,17,13) ve pelvik
relaksasyona yol açan t›bbi problemler (rektal prolapsus
vb.) utanma hissine neden olabilir (5).
Vajinal kurulu¤u olan yafll› kad›nlarda cinsel disfonksiyon daha yayg›nd›r (8) ve kad›nlarda yafllanmayla birlikte,
özellikle 50 yafl›ndan sonra vajinal lubrikasyonda azalma
artar (13,16-20). Bartolin bezlerinin atrofisi, vajinal hücrelerin olgunlaflmas›nda ve say›s›nda azalma ile vajinal sekresyonlarda bir azalmaya yol açar (11,15). Vajinal mukozan›n incelmesi ve lubrikasyonda azalma cinsel iliflkiyi
zorlaflt›r›r, cinsel iliflki s›ras›nda uretra ve mesane iritasyonuna neden olabilir, disparoni ve kanamaya yol açabilir
365
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I / Hemflire Çal›flma Grubu
(12,17,21).
Genellikle 50 yafl›ndan sonra testosteron seviyesinde
azalma bafllar ve bu durum cinsel istekte azalmaya neden
olur (9). Cinsel istekte azalma kad›nlarda en s›k görülen
sorunlardan biridir ve tedavisi zordur. Çünkü istek hem
psikolojik hem de fizyolojik bir olayd›r. Dolafl›mdaki östrojen seviyeleri yeterli olmaks›z›n hem fizyolojik hem de
psikolojik cevap etkilenebilir (5,9).
Yafllanma ile birlikte kad›nlarda istekte azalma, cinsel
uyar›lmada azalma, orgazma ulaflamama, cinsel cevapta
azalma ya da disparoni gibi cinsel aktivite ile iliflkili sürekli ya da aral›kl› cinsel sorunlar oluflabilir (8,9,11,13,22,23).
Cinsel istek ve uyar›lma bozukluklar› yafll› kad›nlarda genç
kad›nlardan daha yayg›nd›r (23,24). Yafl art›fl›yla birlikte
kad›nlarda cinsel ilgi giderek azal›r; 20-29 yafl aras› kad›nlarda %60 iken 60-70 yafl aras› kad›nlarda %27’dir (23).
Dennerstein ve arkadafllar› taraf›ndan 45-55 yafl aras›
86 kad›n üzerinde yap›lan bir çal›flmada menopoz sonras›
kad›nlarda menopoz öncesi kad›nlara göre cinsel aktivite
s›kl›¤›nda ve libidoda azalma, disparonide ise art›fl oldu¤u saptanm›flt›r (25).
Yaflla iliflkili anatomik ve fizyolojik de¤ifliklikler menopoz sonras› kad›nlarda cinsel cevap siklusunu negatif yönde etkileyebilir. Cilt k›zar›kl›¤› görülmesinde azalma, kas
tonusunda azalma, üriner meatus distansiyonu, uyar›lma
s›ras›nda meme boyutlar›n›n artmamas›, klitoral reaksiyon
zaman›nda gecikme, bartolin bezi sekresyonunun olmamas› ya da gecikmesi, vajinal genifllik, uzunluk ve transservikal genifllemede azalma, vajinan›n 1/3 d›fl k›sm›n›n
konjesyonunda azalma, orgazm s›ras›nda daha az say›da
ve a¤r›l› uterin kontraksiyonlar gibi de¤ifliklikler ortaya ç›kabilir (11,12).
Yafllanma ile birlikte görülen çeflitli çevresel, psikososyal, kültürel ve fizyolojik süreçler cinsel iste¤i etkileyebilir
(7). Kad›nlarda yaflla birlikte cinsel istekte azalma prevalans› artar, 49 yafl›na kadar kad›nlar›n yaklafl›k %10’unda,
50-65 yafl aras› %22’sinde 66-74 yafl aras› %47’sinde cinsel istekte azalma görülür (20). Fizyolojik istek fonksiyonel
nörotransmitterler, androjenler ve tam bir duyusal sistem
gerektirir. Cinsel istek androjen, testosteron ve Dehidroepiandrosteron (DHEA) seviyeleri ile iliflkilidir. DHEA seviyesi 30’lu yafllarda azalmaya bafllar, daha sonra gittikçe
azal›r ve 60 yafl›nda oldukça düfler. Cinsel iste¤e yafl›n etkisi kifliden kifliye de¤iflir. Androjen yetersizli¤i genital ve
meme duyarl›l›¤›n› azaltabilir. Androjen yetersizli¤ine
366
Derleme
ba¤l› olarak cinsel istek, uyar›lma ve orgazmda azalma
oluflabilir. Hastal›¤›n kendisi ve/veya hastal›¤›n tedavisi
için ilaç kullan›m› androjen seviyelerini azaltarak, SHBG
yükselterek, endokrin ve nörotansmitter fonksiyonlar›na
zarar vererek cinsel istek faz›n› negatif yönde etkileyebilir
(7).
Uyar›lma faz› istek faz› ile kombinedir ve bu iki faz tam
bir parasempatik sinir sistemi ve vasküler sistem gerektirir. Genitallere kan ak›m›ndaki art›fl vajinal lubrikasyona
yol açar. Postmenopozal kad›ndaki östrojen azalmas›, cinsel cevapta ve lubrikasyonda azalmaya yol açabilir. Periferal sinirlerde, kan damarlar›nda ve kas dokusundaki yaflla
iliflkili de¤ifliklikler cinsel fonksiyonlar› da etkileyebilir (7)
ve uyar›lma faz› uzar (14,17). Uyar›lma güçlükleri yaflayan
kad›nlarda cinsel aktivite iste¤inde azalma da olabilir (7).
Yafll› kad›nlar gençliklerindekinden daha çabuk yorulur, kas tonüsündeki azalma nedeniyle duyarl›l›¤› azalabilir ve orgazm daha uzun süreli bir direkt fiziksel uyar› gerektirebilir (7). K›sacas›, orgazma ulaflmak için uzun bir
uyar›lma faz›na gereksinim duyulur (17). Bütün bunlar›n
yan› s›ra yafllanmayla birlikte çözülme faz› daha h›zl› oluflur (7).
Yafll›larda kardiyovasküler hastal›klar (özellikle hipertansiyon, periferal vasküler hastal›klar), diyabet, böbrek
yetmezli¤i, kanser, artroz ve nörolojik problemler ve histerektomi, mastektomi gibi çeflitli operasyonlar cinsel sorunlara neden olabilmektedir (8,12,16). Diyabet, koroner arter
hastal›¤›, hipertansiyon, sigara ba¤›ml›l›¤› ve periferik arter
hastal›¤› efor tolerans›n› tamamen azaltabilir; vajinal ve klitoral vasküler yetmezliklere neden olabilir. Pulmoner hastal›klar cinsel aktivite s›ras›nda yorgunlu¤a neden olabilir(5). Artritler, özellikle kalça artriti cinsel aktivite s›ras›nda
pozisyonu ve cinsel aktiviteye dayan›kl›l›¤› etkileyerek
önemli cinsel sorunlara neden olabilir (17). Yafll› kad›nlarda yayg›n olarak görülen demans, cinsel davran›fl› belirgin
flekilde etkileyerek (12) cinsel istekte azalma, de¤iflim ve
artmay› içeren çeflitli cinsel bozukluklara yol açabilir (5).
Sekelle sonuçlanan demans ve inme gibi hastal›klar sonucu kal›c› cinsel davran›fl bozukluklar› oluflabilir (12).
Depresyon yafll› kad›nlarda cinsel disfonksiyonun yayg›n bir nedenidir ve cinsel davran›fl› belirgin flekilde etkileyebilir (12,14). Yaflla iliflkili cinsel disfonksiyon prevalans› ile depresyon aras›nda güçlü bir iliflki vard›r (23).
Reçete edilen antidepresanlar, betablokerler, antipsikotikler, antikolinerjikler gibi ilaçlar da cinsel disfonksiyo-
Derleme
Hemflire Çal›flma Grubu /
na neden olabilir (5,8). Özellikle antihipertansifler ve antidepresanlar cinsel disfonksiyona en çok yol açan ilaçlard›r
(5,17).
Partneri olan yafll› bir kad›n›n cinsel aktivite s›kl›¤›n›,
partnerinin sa¤l›k durumu ve cinsel performans› da etkileyebilir (8,9). Yaflla birlikte artan bir problem olan erektil
disfonksiyon, 60 yafl›ndaki erkeklerin yaklafl›k %57’sinde
vard›r. Bu durum yafll› kad›nlarda cinsel aktivitede azalmaya neden olur (8,17). Yafll› kad›nlar partnerin hastal›¤›
ya da kayb› veya partnerin cinsel performans›n›n yeterli
olmamas› nedeniyle cinsel aktiviteyi b›rakmaktad›r (9,16).
Partnerin kayb› durumunda sosyal tabular, geride kalan
partnerin yeni bir efl aramas›n› engellemektedir (16). Partnerin hasta ya da performans›n›n yetersiz oldu¤u durumda, kad›n›n partnerine ilgi ve sevgi göstermesi cinsel iliflkinin sürdürülmesi sa¤layabilir (8).
Yafll› kad›nlar yafl art›fl›yla birlikte ortaya ç›kan saçlarda
grileflme, cilt k›r›fl›kl›klar› gibi de¤ifliklikler nedeniyle art›k
efline cinsel aç›dan çekici gelmeyece¤i endiflesini yaflar
(13,14,19).
Ço¤u kad›n yafllanma ile birlikte özsayg›s›n› etkileyen
kay›plara yakalan›r. Bunlar, ifl kayb›, statü kayb›, mobilite
kayb›, efl, arkadafl ve aile kayb›n› içerir. Bu faktörlerden
herhangi birinin ya da hepsinin kayb› cinselli¤i negatif
yönde etkileyebilir (8,14).
Yafll› kad›nlar›n yafllanmayla ortaya ç›kan cinsel problemlerin normal ve geri dönüflümsüz oldu¤unu düflünmeleri, utanma, s›k›lma ve korku yafll› kad›nlarda tedavi aray›fl›n› engelleyen faktörlerdir (21). Bu faktörler nedeniyle
yafll› kad›nlar›n ço¤u doktoru ile cinsel disfonksiyon hakk›nda konuflmaya isteksizdir (5,8).
Yafll› kad›nlarda tedavi aray›fl›n› engelleyen bir di¤er
faktör hemflire, hekim ve di¤er sa¤l›k bak›m› verenlerin
uygulamalar›nda yafll›larla cinselli¤i tart›flmaktan rahats›zl›k duymas›d›r (16). Cinsel sorunlar›n sa¤l›k personeli taraf›ndan aç›kça tart›fl›lmas› önemlidir (7,14). E¤er klinisyen
konudan utanm›fl görünürse ve/veya klinisyen ve hasta
aras›nda yafl fark› varsa iletiflim güçlükleri artabilir (7).
Çünkü hastalar›n ço¤u ayn› yafl ve cinsiyetteki sa¤l›k personeli ile konuflmay› tercih etmektedir (21).
Cinsel disfonksiyonu olan yafll› kad›nlar de¤erlendirilirken öncelikle, medikal nedenleri d›fllamak için detayl› bir
anamnez al›nmas› ve muayene yap›lmas› önemlidir. E¤er
medikal bir neden varsa durum yeniden de¤erlendirilmelidir (14).
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I
Jinekolojik muayenede perineal kas tonüsü, pubik k›llar›n da¤›l›m›, cilt rengi ve cildin yumuflakl›k/sertlik derecesi de¤erlendirilmelidir. Bimanuel ve monomanuel muayenede servikal duyarl›l›k, anal kaslar, fibroidler ve endometriyozis de¤erlendirilmelidir. Spekulum muayenesinde
uterus prolapsusunu, vajinal lubrikasyon derecesini, vajinal pH ve vajinal ak›nt›y› de¤erlendirmek mümkün olabilir. Laboratuar testlerinde hormon profili olarak FSH, LH,
total ve serbest testosteron seviyeleri, östradiol ve prolaktin seviyeleri ve SHBG düzeyleri de¤erlendirilmelidir (5).
Özellikle vajinal kurulu¤u olan kad›nlar için östrojen
kremleri ve fitilleri, hormon replasman tedavisi ya da kayganlaflt›r›c›lar kullan›labilir (14). Topikal östrojen art› vajinal kayganlaflt›r›c› kullan›m› disparoninin yayg›n bir nedeni olan vajinal atrofi ile iliflkili vajinal kurulu¤u hafifletir. Topikal östrojen kullan›m› serviks, vajina, mesane, rektum
ve uterus prolapsusunu ve inkontinans› içeren di¤er ürogenital sorunlar›n azalt›lmas›na yard›mc› olabilir (8).
Disparoni hormon replasman tedavisi için en büyük
endikasyonlardan biridir (9). Ancak oral, sürekli, kombine
hormonal preparatlar›n uzun süreli kullan›m› meme kanseri riskini artt›rmas›ndan dolay› pek tavsiye edilmemektedir. Bununla birlikte k›sa süreli kullan›m› (5 y›ldan az) östrojen yetersizli¤i semptomlar›n› biraz azaltabilir ve dozlar, semptomlar›n iyileflmesine göre ayarlanabilir (8).
Östrojen replasman tedavisi libidoyu artt›r›r, vajina ve
klitorisin dokunma ve vibrasyona duyarl›l›¤›n› artt›r›r, koital a¤r›y› ve vajinal kurulu¤u azalt›r. Östrojen tek bafl›na
kullan›ld›¤›nda endometrial kanser riskini artt›r›r. Östrojene progesteron eklendi¤inde koroner arter hastal›¤› depresyon, meme kanseri ve trombolitik hastal›k riski ortaya
ç›kabilir. Postmenopozal kad›nlarda testosteron kullan›m›
cinsel uyar›lma ve orgazm› artt›r›r. Testosteron tedavisinin
yan etkileri hiperkolesterolemi, yüzde k›llanma, klitoral
büyüme, karaci¤er fonksiyon anomalileri ve kilo almad›r.
DHEA tedavisinin cinsel iste¤i artt›rd›¤› tart›flmal›d›r (5).
Bu hastalarda sentetik bir kortikosteroid olan tibolon
da kullan›labilir. Postmenopozal kad›nlardaki çal›flmalar,
vajinal kurulu¤u ve bunu takiben görülen disparoniyi
azaltt›¤›n›, libidoyu att›rabildi¤ini ve ruhsal durumu iyilefltirebildi¤ini göstermifltir (8).
Risk ve yan etkiler hakk›nda uygun dan›flmanl›k sonras›, seçilen yafll› kad›nlarda testosteron replasman tedavisi
de önerilebilir. Klinik deneyler, libidosunda azalma ve nedeni aç›klanamayan inatç› yorgunlu¤u olan baz› kad›nlar
367
KADIN C‹NSEL SA⁄LI⁄I / Hemflire Çal›flma Grubu
için testosteron tedavisinin faydal› oldu¤unu göstermifltir.
Genelde tedaviye yard›mc› olarak androjenle birlikte östrojen de kullan›l›r (8).
Uyar›lma ve orgazm bozuklu¤u olan yafll› kad›nlarda
sildenafil kullan›ld›¤›nda, vajina ve klitorise kan ak›m›nda
art›fl› ile birlikte uyar›lma ve orgazm›n da artt›¤› görülmektedir (7).
Disparoni tedavisinde kullan›lan di¤er tedavi seçenekleri kayganlaflt›r›c›lar›n kullan›m› ve/veya ön seviflmenin
uzat›lmas›n› içerir (9). Üriner inkontinans› olan kad›nlar
için ise aral›kl› kateterizasyon veya pelvik taban egzersiz-
Derleme
leri önerilebilir (14).
Günümüzde tan› ve tedavi yöntemlerindeki geliflmeler, çocuk ve gençlerde oldu¤u gibi yafll›larda da birçok
sa¤l›k sorununun erken tan› ve tedavisini kolaylaflt›rmaktad›r. Bu durum cinsel sorunlar›n tan› ve tedavisi için de
söz konusudur. Cinsel sorunlar›n tan› ve tedavisi için öncelikle yeterli bilgi donan›m›na sahip sa¤l›k personelleri
ile e¤itim ve araflt›rma çal›flmalar›na ihtiyaç vard›r. Cinsel
sorunlar ele al›n›rken giderek say›s› artan yafll› nüfus göz
ard› edilmemeli ve cinsel yaflam›n bireyin yaflam kalitesinin önemli bir parças› oldu¤u unutulmamal›d›r.
Kaynaklar:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
Nass R, Thorner MO. Life extension versus improving quality of life. Best
Practice& Research Cilnical Endocrinology & Metabolism, 2004; 18(3):
381-391.
Teletar TG, Özcebe H. Yafll› nüfus ve yaflam kalitesinin yükseltilmesi.
Türk Geriatri Dergisi, 2004; 7(3):162-165.
Aging and Health. A health promotion aproach for devoloping countries. World Health Organization Regional Office for the Western
Pacific, 2003.
http://www.nvi.gov.tr/11, Ana Sayfa Nufus Kutugu Istatistikleri.html,
2004.
Lesser J, Hughes S, Kumar S. Sexual dysfunction in the older women.
Complex medical, psychiatric illnesses should be considered in evaluation and management. Geriatrics 2005; 60(8): 18-21.
Morley J. Sexuality and aging. Principles and Practice of Geriatric
Medicine. 4 Ed. Ed: J Pathy, AJ Sinclair, JE Morley,. John Wiley& Sons
Ltd., 2006.
Nausbaum MRH, Lenehan P, Sadovsky R. Sexual health in aging men
and women. Addressing the phsiologic and psycholojical sexual
changes that ocur with age. Geriatrics 2005; 60 (9): 18-23.
Yee LA, Sundquist KJ. MJA 2003 Jun; 178: 640-642.
Hansen L, Mann J, McMahon S, Wong T. Sexual health. BMC Women’s
Health 2004; 4 (Suppl 1): 24-31.
Ginsberg TB, Pomerantz SC, Kramer-Feeley V. Sexuality in older
adults:behaviours and preferences. Age and Ageing 2005; 34:475-480.
Gelfand MM. Sexuality among older women. Journal of Women’s
HealthGender-Based Medicine 2000, 9(Supp 1): 15-20.
Phanjoo AL. Sexual dysfunction in old age. Advences in Psychiatric
Treatment 2000; 6:270-277.
Age Page. Sexuality in Later Life. National Institute on Aging, 2005; 112.
Kessel B. Sexuality in the older person. Age and Ageing 2001; 30:121124.
368
15. Turna B, Semerci B. Yafll› kad›nlar ve cinsellik. Erkek ve Kad›n Cinsel
Sa¤l›¤›. Ed: A Kad›o¤lu, M Baflar, B Semerci, ‹ Orhan, R Aflç›, MÖ Yaman,
S Çayan, MF Usta, M Kendirci. Acar Matbaac›l›k, ‹stanbul 2004; 671678.
16. Wallace M. Sexuality and aging in long-term care. Annals of Long Term
Care: Clinical and Aging 2003; 11(2):53-59.
17. Messinger-Rapport B, Sandhu SK, Hujer ME. Sex and sexuality: Is ›t over
after 60? Clinical Geriatrics 2003; 11(10):45-53.
18. Laumann EO, Nicolosi A, Glasser DB, Paik A, Gingell C, Moreira E, Wang
T. Sexual problems among women and men aged 40-80y: prevalence
and correlates identified in this Global study of Sexual Attitudes and
behaviors. International Journal of Impotence Research 2005; 17: 3957.
19. Levy A, Freyberg Z. Sexual dysfunction and aging: Building a bridge
between genders. Clinical Geriatrics 2004; 12(11): 36-42.
20. Lewis RW, Fugl-Meyer KS, Bosch R, Fugl-Meyer AR, Laumann EO, Lizza
E, Martin-Morales A. Epidemiology/risk factors of sexual dysfunction. J
Sex Med. 2004 Jul;1(1):35-9.
21. Gott M, Hinchliff S. Barriers to seeking treatment for sexual problems
in primary care: a qualitative study with older people. Family Practice
2003; 20(6): 690-695.
22. Camacho ME, Reyes-Ortiz CA. Sexual dysfunction in the elderly: age or
disease?Int J Impot Res 2005; 17:52-56.
23. Hartmann U, Philippsohn S, Heiser K, Rüffer-Hesse C. Low sexual desire
in midlife and older women: personality factors, psychosocial development, present sexuality. Menopause 2004; 11(6):726-740.
24. Stulhofer A, Gregurovic M, Pikic A, Galic I. Sexual problems of urban
women in Croatia: Prevalence and correlates in a community sample.
Croat Med J 2005; 46 (1): 45-51.
25. Dennerstein L, Dudley E, Burger H. Are changes in sexual functioning
during midlife due to aging or menopause? Fertil Steril 2001; 76(3):456460.
Download