T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ AZINLIK POLİTİKALARININ TÜRKİYE’NİN BİRLİĞE ÜYELİK SÜRECİNE ETKİLERİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan R. Ebru TAN Tez Danışmanı Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK Ankara – 2012 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ...................................................................................................................... iv KISALTMALAR ........................................................................................................ v GİRİŞ .......................................................................................................................... 1 I. BÖLÜM AZINLIK KAVRAMI 1.1 Azınlık Kavramının Doğuşu…………………………………………………….4 1.2 Azınlık Tanımı…………………………………………………………………….5 1.3 Azınlık Türleri…………………………………………………………………....11 1.3.1 Etnik Azınlıklar…………………………………………………………..11 1.3.2 Ulusal Azınlıklar…………………………………………………..…....12 1.3.3 Dini Azınlıklar…………………………………………..…………........12 1.3.4 Dil Azınlıkları………………………………………………….…………13 1.4 Azınlık Hakları……………………………………………………………………14 1.4.1 Bireysel Haklar / Kolektif Haklar……………………………………14 1.4.2 Azınlık Hakları…………………………………………………….……15 1.4.3 Azınlıklar Hakları ve Self-Determinasyon İlişkisi………………...16 1.5 Azınlıklar Konusunun Tarihi Arka Planı……………………………………....18 1.5.1 Milletler Cemiyeti Öncesi Dönem………………………………..…18 1.5.2 Milletler Cemiyeti Dönemi…………………………………………...19 1.5.3 2. Dünya Savaşı Sonrası Azınlıklar…………………………….…..23 1.5.3.1 Birleşmiş Milletler Nezdinde Azınlıklar Konusu…….…..25 1.5.3.1.1 BM Antlaşması…………………………………......25 1.5.3.1.2 Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi……………..27 1.5.3.1.3 BM Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi …………………………………….…..28 1.5.3.2 Avrupa Konseyi Kapsamında Azınlıklar…………………..29 1.5.3.2.1 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi………….........30 1.5.3.2.2 Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı…………………………………………………...31 ii 1.5.3.2.3 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi………………………………………....…32 1.5.3.3 AGİT ve Azınlıkların Korunması…………………………...34 1.5.4 Soğuk Savaş Sonrası Azınlık Haklarına Dair Gelişmeler…….....38 1.6 Dünya Güçleri Açısından Azınlıklar Konusu……………………………...40 1.6.1 Azınlık Hakları Kapsamında ABD’deki Durum……………………..40 1.6.2 Azınlık Hakları Kapsamında Çin’deki Durum……………………....41 1.6.3 Azınlık Hakları Kapsamında Rusya’daki Durum…………………...43 II.BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ VE AZINLIKLAR 2.1 Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Konusunun Gündeme Gelişi…………….....46 2.2 Avrupa’daki Azınlıkların Özellikleri ………………………………………..…48 2.3 Azınlıklar Konusuna İlişkin Temel Belgeler……………………………..…..52 2.4 Kopenhag Kriterleri Ve Üyelik Süreci……………………………………......58 2.4.1 AB Üyeliği ve Merkezi Doğu Avrupa'nın Azınlık Haklarına Yaklaşımı…………………………………………………………………..62 2.5 AB Dil Politikası……………………………………………………………..…...66 2.5.1 Euromosaic……………………………………………………..……...67 2.5.2 ADUM ……………….........................................................................68 2.5.3 CRAMLAMP, Network of European Language Planning Boards, NPLD…………………………………………………………………....68 2.5.4 İspanya ve Dil……………………………………………………….…69 2.5.5 Fransa ve Dil…………………………………………………………...70 III. BÖLÜM TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRİŞİ SÜRECİNDE AZINLIKLAR KONUSU 3.1.Lozan Antlaşması……………………………………………………………...73 3.2 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması…………………………………………....76 iii 3.3 Türkiye’nin Etnik Yapısı………………………………………………….......77 3.4 Türkiye’nin AB’ye Giriş Sürecinde İlerleme Raporlarındaki Azınlıklar Konusu…………………………………………………………….79 3.4.1 1998 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………………...81 3.4.2 1999 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……...………………….......82 3.4.3 2000 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…...………………….…......83 3.4.4 2001 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………….….....84 3.4.5 2002 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar………….............................85 3.4.6 2003 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…………….........................87 3.4.7 2004 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………….……..89 3.4.8 2005 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar………………………..…….92 3.4.9 2006 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………….……..97 3.4.10 2007 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…………………………….99 3.4.11 2008 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………………101 3.4.11.1 Cemaat Vakıflarının Mülkiyet Konusu ………….103 3.4.12 2009 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar... …………………………105 3.2.13 2010 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………………108 3.4.14 2011 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…………………..………...111 3.5 SONUÇ…………………………………………………………………….…..115 KAYNAKÇA……………………………………………………………….………122 ÖZET……………………………………………………………………….………134 ABSTRACT………………………………………………………………….……136 ÖNSÖZ Dünyada etnik, dilsel ve dinsel açıdan tamamıyla homojen yapıya sahip bir ülkeye rastlamak neredeyse imkansızdır. Savaşlar, yeni ülkelerin ortaya çıkması, mevcut sınırların değişmesi veya büyük göçler, bazı insan topluluklarını bulundukları topraklarda azınlık haline getirmiştir. Azınlık hakları konusunun demokrasi ve insan haklarının ilerlemesine bağlı olarak mesele haline gelmekten uzaklaşacağı varsayılsa da, azınlıkların kimliklerini koruma gayretleri ve kültürel hak talepleri devletlerin ulusal çıkarları ile çatıştığı ölçüde azınlıklara ilişkin konular sorunsal yapısını korumaya devam edecektir. Dolayısıyla, azınlıklara ilişkin başlıklar uluslararası ilişkiler gündeminde canlılığını korumayı sürdürecektir. Bu çalışmada, adaylık müzakerelerine devam eden Türkiye’deki azınlık hakları uygulamaları ortaya konarak, Avrupa Birliği’nin azınlıklar ile ilgili politika ve taleplerinin, ülkenin Birliğe giriş sürecini nasıl etkilediği yorumlanacaktır. Bu çalışmanın tamamlanmasındaki katkılarından ve yapıcı tavrından ötürü öncelikle değerli hocam Sayın Prof. Dr. Haydar Çakmak’a ve sonrasında verdikleri manevi destek için sevgili annem, babam ve kardeşime teşekkür ederim. v KISALTMALAR AAET: Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu AB: Avrupa Birliği ABA: Avrupa Birliği Anlaşması ABD: Amerika Birleşik Devletleri AET: Avrupa Ekonomik Topluluğu a.g.e.: Adı Geçen Eser AGİK: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı AGİT: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı a.g.m. :Adı Geçen Makale AİHS: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AK: Avrupa Konseyi AKÇT: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu AP: Avrupa Parlamentosu AT: Avrupa Topluluğu ATA: Avrupa Topluluğu Anlaşması BİHDK: Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu bkz.: Bakınız Birlik: Avrupa Birliği BM: Birleşmiş Milletler bs.: Basım CRAMLAP (Celtic, Regional and Minority Languages Abroad Project-Kelt, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Yurtdışı Projesi) Çev. :Çeviren ECRI: European Commission Against Racism and Intolerance (Irkçılık ve Hosgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa Komisyonu) ed.: Editör EU: European Union (Avrupa Birliği) FM: Frequency Modulation (Radyo Frekansı) GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi MAYK: Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri MC: Milletler Cemiyeti vi NPLD: Network to Promote Linguistic Diversity- Dilsel Çeşitliliği Destekleme Ağı PHARE: Poland and Hungary Assistance For The Restructuring Of The Economy (Polonya ve Macaristan Ekonomisini Yeniden Yapılandırma Yardımı) PKK: Kürdistan İşçi Partisi s.: Sayfa SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği STK: Sivil Toplum Kuruluşları TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi TRT: Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu TC: Türkiye Cumhuriyeti TOKİ: Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı TV: Televizyon UNESCO: United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) GİRİŞ Geçmişi 16. yüzyıla dayanan azınlıklar konusu, din savaşlarına son vermek için bazı düzenlemelere gidilmesi sonucunda birtakım farklı gruplara dini hak ve özgürlüklerin tahsis edilmesi ile uluslararası ilişkiler gündemine taşınmıştır. O dönemden bu yana gerçekleşen savaşlar, göçler veya diğer demografik değişimler sonucu kaçınılmaz olarak bazı gruplar yaşadıkları yerlerde azınlık haline gelmişlerdir. Küreselleşen dünyada, iletişim özgürlükleri ve demokrasinin gelişimine paralel olarak, çoğunluktan farklı olan gruplar farklılıklarını yaratan kimlik ya da kültürlerini sürdürebilmek amacıyla hak taleplerini daha kolay ve geniş platformda dile getirme imkanı bulabilmişlerdir. Ancak, devletler egemenlik ve toprak bütünlüklerini koruma kaygılarının bir sonucu olarak, bu tür farklı gruplara ayrıcalıklar tanımak yerine millet bütünlüğünü sağlama yolunu tercih ederek azınlıklara ilişkin meseleleri inkar etme veya görmezden gelme yolunu seçebilmişlerdir. Dolayısıyla, azınlıklar konusu sorunsal bir hal almış ve bu nedenle olsa ki uluslararası hukukta kesin bir azınlık tanımına veya kime azınlık deneceğine dair tüm ülkeler nezdinde kabul görmüş bir açıklamaya ulaşılamamıştır. Tarihte, özellikle ciddi sınır değişikliklerinin gerçekleştiği dönemlerde azınlıklar konusu milletlerarası politikaları etkilemiş ve ülkeler arasındaki ilişkileri belirlemede hem araç hem de amaç olarak kullanılabilmiştir. Kesin ve net bir azınlık tanımı olmamasına rağmen, Birleşmiş Milletler Raportörü Frances Capotorti'nin 1979 tarihli çalışması sonucu ortaya koyduğu azınlık tanımı bugün referans olarak kullanılmaktadır. Bu tanıma göre azınlık, yaşadığı ülkede başat konumda bulunmayan, o ülkenin vatandaşı olmakla birlikte sayıca nüfusun geri kalanından az ve farklı kimliksel özelliklere sahip olan ve bu özellikleri koruma isteği gösteren gruptur. Günümüzdeki trend bir ülkede azınlık olup olmadığının o ülkenin inisiyatifine bırakmaktan giderek uzaklaşma eğiliminde olsa da, çok çeşitli 2 parametrelerle şekillenen ve paradoksal yönü olan azınlıklar meselesi oldukça hassas bir uluslararası ilişkiler konusudur. Bu çalışmada, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine devam eden Türkiye'deki azınlık hakları uygulamalarının, Birliğin genişleme sürecinde aday ülkelerin önüne koşul olarak serdiği Kopenhag siyasi kriterlerinin bir ayağını oluşturan azınlık haklarına saygı koşulunu karşılaması noktasında, Birliğin konuyla ilgili yaklaşım ve beklentilerinin, Türkiye'nin katılım sürecini nasıl etkilediği yorumlanmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda, adaylığı kabul edilen Türkiye için 1998 yılından bu yana yayınlanan ilerleme raporları dikkate alınacaktır. Avrupa Birliği'nin kesin hatlara sahip ve üye ülkeler arasında tutarlı olduğu söylenebilecek bir azınlık politikasının varlığından bahsedilmesi mümkün olmasa da, aday ülkelerden azınlıklar konusunda daha liberal uygulamalar sağlanması yönünde beklentileri olduğu ve farklı kimliklere özellikle birtakım kültürel birtakım haklar sağlanması yönünde talepleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Birliğin bünyesine dahil edeceği ülkelerden azınlıklara ilişkin sorunlarını çözmesini beklediği söylenebilir. Zaten aday ülkelerin önüne koyduğu Kopenhag kriterlerindeki azınlıklara saygı koşulu bunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar Birlik mevcut üyelerine meseleye ilişkin hukuki ya da başkaca ciddi yaptırımlar uygulayacak bir mekanizmaya sahip olmasa da ve bu konuda aday ülkeler açısından çifte standart yarattığı yönünde eleştirilere uğrasa da, azınlıklar konusunun Birliğin gündeminde olmaya devam ettiği bahsi geçen ilerleme raporlarından açıkça anlaşılmaktadır. Türkiye, adaylık sürecinin devam ettiği bir ülke olarak azınlıklar konusunun hassasiyet içerdiği bir konumdadır. Birliğin beklentileri ile Türkiye'de azınlık haklarının temel dayanağı olan Lozan Antlaşması'nın öngördüğü düzenlemelerin zaman zaman paralel gitmediği ilerleme raporlarındaki notlarda görülmektedir. Bu durum çoğu zaman, Birliğin öne sürdüğü taleplerin sadece azınlık haklarına saygıya dair bir konu olmaktan öte siyasi temelli söylemler olduğu yönünde eleştirilere neden olsa da, 3 azınlıklar konusunun Türkiye'nin adaylık sürecini olumsuz etkileyen başlıklardan biri olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Çalışmanın ilk bölümünde azınlık kavramının ne olduğu ile azınlık türleri ve konunun tarihi geçmişi açıklanmaya çalışılacak, uluslararası örgütlenmeler nezdinde azınlık haklarının gelişimi ortaya konduktan sonra da meselenin evrenselliğine ışık tutma açısından ABD, Rusya ve Çin gibi güçlerin azınlıklara ilişkin mevcut durumlarına genel çerçevede değinilecektir. İkinci bölümde, Avrupa Birliği'nin azınlık politikasına değinilerek, Kopenhag kriterleri ve aday ülkelerin katılım sürecinde bu politikanın nasıl şekillendiği incelenecektir. Son bölümde ise Türkiye'nin azınlık rejiminin hukuki dayanakları ve ülkede dominant nüfustan farklı kimlik özelliklerine sahip temel gruplardan bahsedildikten sonra, Türkiye için Birliğin 1998 yılından bu yana yayınladığı ilerleme raporlarının azınlık haklarına ilişkin kısımları dikkate alınarak, Türkiye'nin azınlık haklarına dair Kopenhag kriterlerinin karşılanmasına yönelik kaydettiği gelişmelerin, Birliğin beklentileri ile örtüşüp örtüşmediği noktasında azınlıklar konusunun üyelik sürecine etkisi yorumlanacaktır. Çalışma, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmeyi arzuladığı kabullenimi altında şekillendiğinden, Birliğe dahil olmanın olumlu veya olumsuz yönleri ya da Birliğin azınlık haklarına ilişkin taleplerine mukabil gerçekleştirilen reformların doğruluğu ya da yanlışlığına dair yorumlar kapsam dışı tutulmuştur. Çalışmada, konu ile ilgili yerli ve yabancı kitap, dergi, makale, gazete haberleri ve özellikle temel belge ve yasaların güncel haline ulaşmak için resmi kurumların elektronik veritabanları kullanılmıştır. 4 I.BÖLÜM AZINLIK KAVRAMI 1.1 Azınlık Kavramının Doğuşu Azınlık kavramı ilk olarak 16. yüzyılda, Katoliklerle Protestanlar arasındaki din savaşlarına son vermek adına yapılan düzenlemelerle gündeme gelmiştir. Fransa, 1598 tarihli Nantes Fermanı ile Protestan uyruklarına dinsel özgürlükler tanımış, toplu ibadet etmelerine ve vatandaşlık haklarından tam olarak yararlanmalarına olanak sağlamıştır. 1648 tarihli Vestfalya Kongresi'nde alınan kararlarda ise ''dinsel azınlıklardan” söz edilmiştir. Dini ilişkiler söz konusu dönemde Avrupa'da farklı toplulukları birbirinden ayıran en önemli unsur olduğundan, dil ve kültür gibi diğer belirleyici özelliklerden ziyade azınlık haklarının esasını din oluşturmaktaydı. Napolyon savaşları sonrasında, Avrupa'nın siyasi coğrafyasının yeniden şekillendiği 1815 Viyana Kongresi'nde ise azınlıklar, ilk kez dinsel topluluklar olarak değil, ulusal topluluklar olarak tanımlanmışlardır. Bu dönem, ulusal azınlık sorunlarının da ortaya çıktığı zamana rastlamaktadır. Büyük güçlerin çıkarları doğrultusunda ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi, bu sınırlar içerisinde kalan etnik/ulusal grupları azınlık haline getirmiştir1. Azınlık konusu üç temel açıdan önemlidir. Öncelikle ülke içerisinde ulusal birliğin sağlanması için yani ulus-devletin iç politikası yönüyle; ikinci olarak bir devletin sahip olduğu azınlıkların olası akraba devleti2 ile veya buna mukabil azınlık konumundaki soydaşlarının yaşadığı diğer ülkelerle ilişkilerinin dış politikanın önemli bir parçası olmasından, yani ulus-devletin dış politikası açısından; son olarak da devletlerin uluslararası sistemin 1 Zeri İnanç, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınevi, 2004, s.17- 18. Bir azınlığın içinde yaşadığı ve yurttaşı olduğu devlete ''ev sahibi devlet'' (host state), o azınlığın soydaşlarının egemen olduğu devlete de ''akraba devlet'' (kin state) denir. Örneğin Yunanistan'daki Batı Trakya Müslüman-Türk azınlığı için ev sahibi devlet Yunanistan, akraba devlet Türkiye'dir. Türkiye'deki Rumlar için de bu durumun tersi söz konusudur. Bkz. Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, 5. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008 s. 41. 2 5 etkilerine gittikçe daha hassaslaştığı günümüzde ülkelerin azınlıklara yönelik tavırlarının anlam kazanması yani uluslararası sistem açısından azınlık konusu önem arz etmektedir3. Dolayısıyla, hem bireysel olarak devletlerin hem de bu devletlerin ikili veya çok boyutlu siyasi ilişkilerinin yönetiminde, güvenlik, barış ve istikrarın teminini açısından, azınlıklar konusu uluslararası arenanın önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Azınlıklar meselesi genel insan hakları sahası içerisindeki spesifik bir meseledir ve onun bir bölümünü oluşturmakla beraber bu saha içerisindeki diğer kategori ve konular gibi özel odak gerektirmektedir4. 1.1 Azınlık Tanımı Azınlık kavramı geniş yani sosyolojik açıdan ele alınırsa; azınlık, bir toplulukta sayısal olarak az olan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan gruba denir. Bu azınlığın en genel tanımıdır ve eşcinseller de bu tanıma dahil edilebilir5. Ancak bu kadar geniş açıdan ele alınan bir azınlık tanımı yorum farklılığına oldukça açık olup, siyasi anlamda kabul edilebilir bir tanıma ulaşılabilmesi için buna birtakım parametreler eklenmesi gerekmektedir. Uluslararası hukukta genel kabul gören bir azınlık tanımına ulaşılamamış olsa da konu ile ilgili özellikle BM İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu (1999'a kadar adı ''Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu'') raportörleri Francesco Capotorti ve Jules Deschenes'in yapmış oldukları tanımlar referans tanımlar olarak kullanılmaktadır6. 3 Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Kitabevi, 5. bs. , Ankara, 2009, s.65. Patrick Thornberry, “International and European Standards On Minority Rights”, Minority Rights In Europe: The Scope For A Transnational Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter Publishers London, 1994, s.20. 5 Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.26. 6 İnanç, a.g.e. , s.20. 4 6 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu özel raportörü Francesco Capotorti'nin 1979 tarihli “Etnik, Dini, Dilsel Azınlıklara Dahil Bireylerin Hakları Üzerine Çalışma”sı (Study of the Rights of Persons Belonging to Ethnic, Religious and Liguistic Minorities) azınlık tanımına yönelik en kapsamlı çalışmadır. Capotorti azınlığı şöyle tanımlamaktadır; ''Bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayıca azınlıkta olan, yönetici konumlarda olmayan, bireyleri (devletin uyrukları olarak) nüfusun geri kalanından sahip oldukları etnik, dini veya dil gibi özellikleriyle farklılaşan, gizli de olsa kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ve dillerini korumaya yönelik dayanışma güdüleriyle hareket eden bir toplumsal gruptur''7. Alt komisyon çalışmalarında öne çıkan diğer tanım Kanadalı üye Jules Deschenes'in 1985'te sunduğu azınlık tanımıdır. Capotorti'nin tanımı ile benzerlikler taşıyan bu tanıma göre azınlık; ''bir devletin sayısal olarak azınlık oluşturan ve o devlette egemen konumda bulunmayan, nüfusun çoğunluğundan farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip, birbirleriyle dayanışma duygusu içinde, üstü örtülü de olsa varlıklarını sürdürmek için ortak bir istekle yönlenmiş ve amacı çoğunluk ile fiili ve hukuki eşitlik elde etmek olan bir grup vatandaşıdır8. Capotorti ile Deschenes'in büyük ölçüde ortaklık taşıyan ancak tüm dünyada kabul edilmiş genel geçerliğe sahip olmayan bu tanımlamaları, azınlıklara ilişkin ulusal ve uluslararası düzeyde başvurulabilir bir kaynak oluşturmaktadır. Aslında azınlık ve çoğunluklar birbirlerinin şartlarına göre tanımlanırlar. Başka bir deyişle, kimliklerini diğerinin varlığı ile şekillendirirler9. Azınlık tanımındaki çoğunluktan çeşitli bakımlardan farklı olmak(etnik, dinsel, dilsel), 7 Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001, s.28. 8 Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, 2. baskı, Su Yayınları, 2001, s. 36. 9 Iver B. Neumann, “The Formation Of European Identity And The Minorities”, Multilingualism On European Borders- The Case of Valcanale, Ed. Irena Sumi, Salvatore Venosi, Slori- Seat Valcanale 1996, s. 194. 7 sayıca az olmak, başat (dominant) olmamak ve yurttaş olmak unsurları azınlık olmanın nesnel koşullarını oluşturmaktadır. Azınlık bilincinin varlığı ise öznel koşuldur ve çok önemlidir. Farklı olduğunun bilincine varamayan ve bu farklılığı kimliğinin vazgeçilmez koşulu saymayan birey veya grup azınlık oluşturamaz10. Dünyada azınlıklar konusunun siyasi sorun teşkil ettiği durumlar, azınlıkların onları farklı kılan özelliklerini ayrımında olduğu ve bunlarla beraber varlıklarını sürdürme konusundaki isteklerinin mevcut siyasi irade ile çakıştığı hallerde söz konusu olmaktadır. Capotorti yaptığı tanımlamada azınlık kavramını devletin yurttaşları, uyruklarıyla sınırlandırmıştır; sığınmacılar, yabancılar veya göçmen işçiler tanımın dışında bırakılmıştır. Uluslararası hukukun süregelen özelliklerinden biri bu ikinci gruba dahil bireyleri azınlıklardan farklı bir kategori olarak değerlendirmesidir. Bu gruplardan hiçbiri 1990- 1995 döneminde AGİT ve AK belgelerinde azınlık sınıflandırmaları içinde yer almamıştır; bu tutumun mantığı da söz konusu grupların siyasi bağımsızlık taleplerinin meşruiyetinin kabul edilememesinin altında yatmaktadır11. Zaten ülkedeki hakim kimliğin dışında kalıp farklılık arz eden her grubun azınlık kavramı altında değerlendirilmesi veya buna dayanarak birtakım söylemlerin oluşturulması ülkelerin manevi bütünlüğü açısından zorlayıcı bir durum yaratması ile beraber tanımlamayı elverişsiz kılmaktadır. Azınlık tanımındaki ''egemen olmayan konum'', beyaz azınlığın siyah çoğunluğu yönettiği ve baskı altında tuttuğu Güney Afrika Cumhuriyeti (eski) örneğinde olduğu gibi egemen durumdaki azınlıkları dışlamak için kullanılmıştır12. Başka bir örnek vermek gerekirse, imparatorluklar döneminde hükümdar ve etrafındakiler, sayısal olarak bir azınlık oluşturdukları halde, özellikle dinin verdiği kutsiyeti kullanarak yönetimlerini toplum gözünde meşrulaştırır; azınlık ve çoğunluk kavramları da böylece sayısal olarak değil, kimin hükümdardan yayılan ve kalıtımsal olarak geçen yetkilere sahip olup olmadığına göre belirlenirdi. Hükümdar ve aristokrasinin dinden ve sülaleden 10 Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.2627. 11 Preece, a.g.e. , s.28,39. 12 Çavuşoğlu, a.g.e. , s.37. 8 gelen yetkileri kendilerine kutsallık sağlayıp güçlerini yasallaştırır ve böylece azınlık oldukları halde toplumdaki güç dağılımı ve tekellerinde olan kaynaklar açısından çoğunluk olarak tanımlanmalarına yol açardı13. Bir grubun azınlık olarak tanınmayı talep etmesi veya resmen azınlık olarak tanınmasının ona birtakım haklar sağlanmasını gerektirmesi durumu, bu grubun egemen konumda olmaması ve dolayısıyla dezavantajlı hale geldiği durumları kendi iradesi ile iyileştirememesin sonucudur. Azınlık olarak tanımlanabilecek grubun sayıca nüfusun geri kalanından az olması gerekmesine rağmen, sayıca az her grup azınlık olarak değerlendirilmemektedir. Gruba haiz farklı özellikleri koruyabilecek makul bir sayı gerekmektedir. Çünkü her farklı kimliği korumak yolu devletlerin kaynaklarını ölçüsüz biçimde zorlamak anlamına gelebilir. Öte yandan, azınlık grubu çoğunlukla neredeyse başabaş sayıda olmamalıdır ki aksi durumda azınlık-çoğunluk ilişkisi yerine bir arada yaşamak zorunda kalan topluluklardan söz etmek gerekir. Buna ek olarak, bir azınlık grubunun ülkedeki coğrafi dağılımı yani belli bölgelerde çoğunluk oluşturması önemli değildir14. Dolayısıyla, farklı bir kimliğin azınlık sayılabilmesi için resmi bir sayısal değer ya da oran olmamasına karşın, bu azınlık bireylerinin kabul edilebilir bir çoklukta, fakat toplumun hakim kimliğine haiz geri kalan bireylerinden de az sayıda olması beklenmektedir. Üyeleri sayıca ülke nüfusu ile karşılaştırıldığında çok az da olsa, yerleşmiş bir kimlik farkındalığı olan ve bunu sürdürme isteği yoğun şekilde hissedilen bir grup, kalabalık ama talepkar olmayan bir kimliğe nazaran daha güçlü ses çıkartabilmektedirler. Öte yandan, hem kavramın kelime anlamına hem de içerdiği sayısal unsura uymayacak kadar çok bireye sahip bir grubun yalnızca farklı özellikler barındırdıkları için azınlık kabul edilmesinin siyasi arenada huzursuzluk yaratması beklenebilir. Çünkü bu grubun azınlık sayılmak yerine ülkenin ana unsuru olduklarını iddia etmeleri daha olasıdır. 13 Fatma Müge Göçek, “Türkiye’de Çoğunluk, Azınlık ve Kimlik Anlayışı”, Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyen: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 58. 14 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 68. 9 Azınlıklar temel olarak ülkenin işgali sonucu, evrim sonucu ya da zorunlu/gönüllü göç sonucu oluşabilmektedir. Zorunlu göç siyasal, dinsel vb. nedenlerle bir topluluğun kendi mekanından uzaklaştırılmasıyla meydana gelebilir. Bu kişiler başlangıçta sığınmacıyken sonradan yerleşik hale gelebilirler (dünyanın çeşitli yerlerindeki Ermeniler, İspanyol Cumhuriyetçileri, Yahudiler gibi). Zorunlu göç bir mekanın savunulması ya da işletilmesi gibi gerekçelerle sistematik olarak topluluk yerleştirme sonucu da olabilir (Amerika'daki Siyahlar gibi). Gönüllü göç ise, ticaret amacıyla ya da çalışmak için yapılan göçler ile sistematik kolonizasyon ve göç rekabeti sonucu (sayısal olarak fazla başat İngiliz kökenli Kanadalılar karşısında Fransız kökenli Kanadalılar gibi) gerçekleşebilmektedir15. Azınlık hakları konusunun hassasiyeti sonucu olarak evrensel bir azınlık tanımına ulaşılamamıştır. Azınlıklara birtakım ayrıcalıklar ve güvenceler sağlanması onların coğrafi bölünmeye yönelik tehdit unsuru olma eğilimlerini azaltacağı varsayımı, uygulama açısından devlet egemenliği hususunda ciddi sorunlar doğurabilmektedir. Ulusal azınlıkların bireysel veya toplumsal olarak tanınması, var olan ulus-devlet sınırları üzerinde hak iddia eden diğer ulusal azınlıklara güç verebilmektedir. Devlet adamlarının çoğunun ulusal azınlık haklarını benimseme konusunda aşırı çekimser olmaları ve konuyu ulus-devletin yurttaşlık yorumu ve ulusal kendi kaderini tayin hakkı içerisinde yer alan insan hakları söylemiyle dile getirmeyi siyasi açıdan daha uygun bulmaları bu nedenle olmuştur16. Ekonomi ve güvenlik kaygılarına bağlı olarak, devletler konuyu usule ilişkin meselelere kaydırmak ya da problemi konu dışı olarak sunmak için, azınlık hakları tartışmalarını erteleme ya da baskılamayı tercih etmektedirler17. Devlet bir yandan azınlık kimlik ve haklarına tehdit oluştururken, aynı zamanda yine devletten bu kimlik 15 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 70- 72. Preece, a.g.e. , s. 56- 57. 17 Slawomir Lodzinski, “Protection Of National Minorities In Central Eastern Europe: Political And Legal Approaches In The Light Of International Law”, Ethnic Minority Rights In Central Eastern Europe, Ed. Madga Opalski and Piotr Dutkiewicz, Canadian Human Rights Foundation Forum Eastern Europe, Ottowa, 1996, s. 27. 16 10 ve hakları gözetmesinin beklenmesi, azınlık haklarının korunması konusunun aslında paradoksal karakterini de ortaya koymaktadır18. Öte yandan, akraba devlet ile ev sahibi devletin azınlıkların korunmasına ilişkin yaklaşımları da farklı olabilmektedir. Ev sahibi devletler için azınlıkların kanun önünde eşitliği ve sosyal bütünleşmesi gibi konular daha önemliyken, akraba devletler öncelikle komşu devletlerdeki soydaşlarına yüksek düzeyde koruma sağlanması ile ilgilenmektedirler. Bu iki yaklaşım da meşrudur ancak rasyonel bir denge üzerine oturtulması gerekmektedir19. Her ne kadar uluslararası ilişkiler disiplini açısından yukarıda belirtildiği üzere makul bir azınlık tanımına ulaşılmış olsa da, tüm dünya tarafından kabul görmüş ve hukuki bağlayıcılığına onay verilmiş bir tanımın mevcut olmaması konuya yaklaşımda esneklik yaratmakta ve bu kavramın ülkelerin bireysel çıkarları söz konusu olduğunda boyut değiştirebildiği görülmektedir. Örneğin ülkesinde azınlık olmadığını iddia eden bir devlete karşı söz konusu azınlığa o ülkede haklar verilmesi gerektiğini iddia eden başka bir ülke bu savlarını aynı tanıma dayandırabilirler. Bu durum özellikle akraba devlet ile ev sahibi devlet arasında tezahür edebilir. Öte yandan çeşitli ulusal düzeydeki yasalara dayanarak bir azınlık grubu hukuken tanımayı ve ona bir takım haklar vermeyi uygun görmeyen bir devletin, bu yolla ulusal egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumaya çalışması gayet kabul edilebilir olsa da, bu durum var olan farklı etnisitenin yok olmasını sağlamayacağı gibi sorunları tırmandırabilmekte ve aynı zamanda küreselleşmenin git gide hız kazandığı teknoloji çağında devletlerin tek taraflı bireysel hareketlere elverişli olmayan uluslararası sistem ve onun yarattığı kurumlardan uzaklaştırılmasına da yol açabilmektedir. Özellikle toplumsal çalkantıların, savaşların yaşandığı ve sonrasında sınırların değiştiği veya yeni devletlerin ortaya çıktığı dönemleri takiben 18 Koen Koch, “The International Community And Forms Of Intervention In The Field Of Minority Rights Protection”, Minorities: The New Europe’s Old Issue, Ed. Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute For Eastwest Studies, 1993, s. 262. 19 Thomas Benedikter, “Minorities in Europe: Legal Instruments of Minority Protection in Europe: An Overview”, Society For Threatened Peoples, November 30, 2006, (Erişim) http://www.gfbv.it/3dossier/eu-min/autonomy-eu.html, 14 Ocak 2012. 11 azınlık sorunlarına ilişkin uluslararası toplumun hassasiyet ve ilgisinin arttığı; olası sıkıntıların çözümüne ilişkin yeni düzenlemelere gidildiği görülmektedir20. Bu bağlamda, Avrupa'da sınırlar değişikliğe uğradığında azınlık sorunları da uluslararası ilişkilerin ilk gündem maddesi haline gelmiş; siyasi haritanın olduğu gibi bırakıldığı ve Avrupa dışındaki sınır değişiklikleri önceden var olan sömürge topraklarını değiştirmediği sürece ulusal azınlıklara dair sorunlar büyük olasılıkla uluslararası toplumun ilgisi çekmemiştir21. Bu durumun, sınır değişikliklerinin veya yeni sınırlar oluşumunun belli grupları o sınırlar dahilinde azınlık haline getirip dezavantajlı konuma sokması sonucu yaşanması tabidir. Meselenin çözümüne dair ikili veya çoklu anlaşmalar tanzim edilmesi ile belli siyasi örgütlenmeler kanalıyla konunun kurumsallaştırılması yoluna gidilmesi, azınlıklar konusunun siyasi istikrarı zedelemesini engellemek ve daha sonra inceleneceği üzere insan hakları ihlallerinin önüne geçebilmek ile ilgilidir. 1.3 Azınlık Türleri 1.3.1 Etnik Azınlıklar Grekçe halk anlamını taşıyan 'etnos' kelimesinden gelen etnik sözcüğü muayyen bir kavime aidiyeti ifade etmektedir. BM Alt Komisyonu 1950 yılında ırk kelimesinin yerini etnik kelimesi ile ikame edilmesini karara bağlamıştır. Bu değişikliğin nedeni ırk kelimesinin sadece genetik fiziki özellikleri kapsarken; ''etnik'' kelimesinin tüm biyolojik, kültürel ve tarihi özellikleri de içermesiydi. Etnik azınlıkların karakteristik özellikleri denilince münhasıran o gruba özgü olan özellikler anlaşılmaktadır. Bu karakteristik özellikler ortak dil, ortak kültür, ortak tarih, kader ve ortak gelecek olmaktadır. Din ve dil azınlıkları da aynı zamanda etnik azınlıklar olarak görülmektedir. Çünkü din ve dil azınlıkları genellikle ortak bir kültür ve tarihe sahiptir ve kader topluluğu 20 21 İnanç, a.g.e. , s. 18. Preece, a.g.e. , s. 144. 12 teşkil etmektedir. Öte yandan, her etnik grup mutlaka etnik azınlık teşkil etmemekte; daha önce belirtildiği üzere kendi kimliğinin bilincinde olması ve bu kimliği muhafaza etme isteğinin mevcut olması gerekmektedir22. 1.3.2 Ulusal Azınlıklar ''Ulusal azınlık'' teriminin uluslararası arenada dört farklı anlam taşıdığı görülmektedir. Öncelikle terim, açıkça bir ülkede bulunan etnik, dilsel, dinsel azınlıklara işaret edebilmektedir. İkinci olarak, bir akraba devleti bulunan azınlıklara atfedilebilmektedir. Üçüncüsü ise sesi güçlü çıkan, azınlık sayılmak için gerekli nesnel koşulların yanı sıra azınlık bilincine de sahip olan grupları nitelemek için; son olarak da ''yeni azınlıkların'' yani göçmen işçi gibi grupların karşıt kavramı olarak kullanılmaktadır23. Ulusal azınlığı diğer azınlıklardan ayıran en önemli özellik, onun halk olma konusundaki siyasi iradesidir; ulusal azınlıklar, etnik azınlıkların gösterdiği özelliklerin yanı sıra siyasi karar mekanizmasına katılma iradesine sahiptirler ve bir devletin içerisinde çeşitli ulusal azınlıkların yaşaması da mümkündür24. 1.3.3 Dini Azınlıklar Herhangi bir dine mensup olmak kişisel bir karar yani sübjektif olmasına karşın, bir dini grup muayyen objektif özellikler (gelenek, ortak tarih, organize olma ve üyelerinin birbiri ile ilişki içerisinde olması) gösterdiği takdirde azınlık olarak tanınabilmektedir. Dini azınlıklar çoğu kez Yahudi ve Müslümanlar bakımından söz konusu olduğunda etnik azınlıklardır. Din kriteri bir azınlığa mensup olmayı belirlemede genel prensip olmayıp, din 22 Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı Ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler Ve Özellikle Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1993, s. 54- 55. 23 Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 4142. 24 Arsava, a.g.e. , s.55. 13 faktörünün grubu objektif olarak çoğunluktan fark edilir şekilde ayırt etmesi ve mensuplarının yaşam ve kültürünü etkilemesi durumunda azınlık kavramından söz edilebilmektedir25. Başka bir deyişle, pek çok inanç sisteminin var olduğu dünyada her inanışın bir azınlığa işaret etmesi sonucu olası değildir. Azınlık tanımındaki nesnel unsurlardan biri olan makul çoğunluk kriteri göz ardı edilmemelidir. Bundan başka, belli bir dine mensup bireyler kimliklerini tanımlarken o dine özellikle atıfta bulunuyor veya o dini kendini ifade ediş biçimi haline getirmiş iseler, dini bir azınlıktan söz etmek doğru olabilir. Böyle bir grubun dinlerinin gereklerini yerine getirmek (ibadet, dini eğitim, kutsal günler gibi) hususunda sıkıntılar yaşadığı ve seslerinin de güçlü çıkabildiği varsayımı dahilinde bir takım haklar iddia edebilmeleri mümkündür. 1.3.4 Dil Azınlıkları Ulusal sorunların mevcut olduğu toplumlarda ulusal toplulukların savaşı her şeyden önce dillerinin tanınması yönünde olmuştur. Bu bağlamda büyük önem arz eden dil azınlıkları, azınlık dili konuşan gruplar olarak belirlenmektedir. Ancak, muayyen bir dili veya muayyen bir diyalekti kullanan tüm gruplar dil azınlığı olarak tanımlanmamaktadır. Öte yandan, azınlık dili sadece sayıca az olan grubun dili olmayıp, aynı zamanda dominant olmayan dili de ifade etmektedir. Dil azınlıklarının saptanmasında, nüfus yoğunluğu, göç, işsizlik, dilin gelişmişlik derecesi, grubun dil bilgisi, muhtariyet, okul dili, kitle haberleşme araçlarının varlığı, azınlığın büyüklüğü, etnik bir partinin mevcudiyeti, siyasi güç, resmi dilin statüsü gibi çeşitli faktörler göz önünde bulundurulur. Dil azınlığının varlığı hukuki ölçütler yerine, sosyo-politik ve coğrafi koşullar ile dil azınlığının kimlik bilinci, bunu koruma isteği ve uluslararası kamuoyuna karşı varlığını sergileme isteğine bağlıdır26. Dil, farklı 25 26 Arsava, a.g.e. , s.56- 57. Arsava, a.g.e. , s. 57- 58 14 etnik kimliği ifade etmenin ve bunu sürdürmenin en etkin araçlarından biri olduğundan, dilsel azınlıklar ana dilde eğitim, kamu hizmetlerinden kendi dillerinde faydalanmak, sosyal hayatın gereklerini yerine getirirken kendi dillerini kullanabilmek, sanatsal ve kültürel aktivitelerini bu dilde gerçekleştirebilmek gibi haklar konusunda talepkar olabilmektedirler. Ancak kamusal alanda kolaylıklar sağlanması veya kültürel haklar düzeyinde azınlık dillerinin kullanımına imkan verilmesi gibi görece sade talepler, özellikle söz konusu azınlığın ulusal bir azınlık olduğu ve güçlü bir siyasi irade gösterdiği ölçüde ulus devletin bütünlüğü ilkesi gözetilerek engellere takılabilmektedir. 1.4 Azınlık Hakları 1.4.1 Bireysel Haklar / Kolektif Haklar Bireysel haklar münferit kişilerin birey olarak doğrudan sahip oldukları haklardır. İnsan hakları, medeni haklar ve temel özgürlükler öncelikle bireysel haklardır. Başka bir deyişle söz konusu teminatları sadece kendileri için talep edebilirler. Ancak insan toplumda diğer bireylerle beraber yaşaması ve temel haklarını toplum içerisinde kullanması nedeniyle, temel hakların grup hakları (kolektif haklar) boyutu da ortaya çıkmıştır27. Azınlık hakları bir ülkede yaşayan azınlık bireylerine devlet tarafından tanınan ve topluca (grup olarak) kullanılabilen özel insan haklarıdır28. Azınlıkların himayesi grupların himayesini gerektirmektedir. Kültürün muhafaza edilmesi onun ortak olarak kullanılması ile mümkündür. Birey münferiden bir kültüre sahip çıkamaz29. Ancak uluslararası vurgu daha çok ''birey''e yapılmakta, ''azınlık hakları'' yerine “azınlığa mensup kişilerin haklarından” bahsedilmektedir. Bunun üç temel nedeni ise, bireylerin uluslararası hukukun öznesi olarak kabul edilmesi; grup olarak koruma tanınmasının millet bütünlüğünü parçalama 27 Arsava, a.g.e. , s 68. Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 33. 29 Arsava, a.g.e. , s 69. 28 15 tehlikesi yaratması ve grubun bireyi ezmesinin engellenmesi yani bireyin gruba karşı bireysel kimliğini koruyabilmesidir. Sonuç olarak azınlık hakları bireylerin haklarıdır; kolektif boyutu olan bireysel haklardır30. Uluslararası belgeler azınlık haklarının bireysel boyutunu öne çıkarsa da, bu haklar azınlıkların varlık ve kimlik hakları çerçevesinde şekillenmekte; azınlık mensubu kişilere tanınan kendi kültürlerini, dillerini ya da dinlerini yaşatma ve koruma hakkı ile asimilasyon31 yasağı, devletlerin bu alandaki pozitif yükümlülükleri ile birlikte düşünüldüğünde dolaylı da olsa grup kimliğinin korunması sonucunu doğurmaktadır32. 1.4.2 Azınlık Hakları Azınlık hakları, çoğulcu ve demokratik toplumlarda eşitlik ilkesinin tam ve etkili biçimde gerçekleşmesi için azınlıklara verilen negatif hakların (herkese tanınan genel hakların) dışındaki pozitif hakları (dezavantajlı gruba tanınan özel haklar) içerir33. Pozitif statü hakları, bireylere devletten olumlu bir davranış, bir hizmet, bir yardım isteme imkânını tanıyan haklardır34. Örneğin eğitim hakkı tek başına temel bir hak yani negatif hak iken, bir dil azınlığına kendi açtığı okulda ana dilinde eğitim yapma hakkı verilmesi ya da din ve vicdan özgürlüğü her yurttaşın sahip olduğu bir özgürlükken, dinsel bir azınlığa ibadethane veya o dinin eğitimini verecek kurumlar yaratma imkanı sağlanması söz konusu olduğunda pozitif haklar ayrımı devreye girmektedir. 30 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 84- 85. Asimilasyon, azınlık kimliğini ortadan kaldırmayı hedefler. Asimilasyon doğal veya zorla olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Doğal asimilasyonda azınlık zaman içerisinde çoğunluk kültürünü benimser; zorla asimilasyonda ise azınlık nitelikleri zor kullanılarak ortadan kaldırılır. Ev sahibi devletin azınlığa karşı tutumları arasında asimilasyondan başka, entegrasyon (bütünleşme), segregasyon (ayrımcılık), etnogelişme, jenosit (soykırım) sayılabilir. Bu kavramlar ile ayrıntılı bilgi için bkz. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 77- 80. 32 Çavuşoğlu, a.g.e., s. 64. 33 Hasan Tunç, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk Gakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1- 2, Haziran-Aralık 2004, s. 10. 34 Fulya Akyıldız, “Binyıl Kalkınma Hedefleri, İnsan Hakları ve Demokrasi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 14, Şubat 2011, s. 18. 31 16 Azınlıklara ilişkin uluslararası belgelere bakıldığında, bir azınlık için üç temel hakkın olduğu görülür. Birincisi, azınlık grubu olarak var olma hakkı, yani doğası gereği kabul edilmesi gereken bir insan hakkı olup, azınlıkların fiziksel varlıklarının korunması, yani soykırıma, etnik temizliğe uğratılmamaları gibi varlığın ortadan kalkmasına yol açacak herhangi bir eyleme karşı korunmalarını içermekte; ikincisi, yine insan hakları belgelerinde yer alan eşitlik ve ayrım gözetilmemesi; üçüncüsü de azınlık kimliğinin tanınması ve kimlik unsurlarının yaşatılması ile geliştirilmesi hakkıdır35. Bu üçüncü hak azınlıklara pozitif haklar verilmesi ile ilgilidir. Çünkü azınlık kimliğinin korunması ve geliştirilmesine ilişkin devletten ek hizmet beklenmesi söz konusudur. Ancak devletler egemenliğin sürekliliği, ulusal bütünlük ya da başka farklı etnik kimliklere emsal teşkil etmemesi gibi kaygılarla azınlıklara artı haklar tanımak yerine, temel hak ve hürriyetlerin kullandırımı konusunda bu gruplar dahil tüm yurttaşlara eşit mesafede yaklaşım ilkesi çerçevesinde hareket etmeyi tercih etmektedirler. Buradaki referans noktası negatif hakların genişletilmesinin, kimi yurttaş gruplarının pozitif hak taleplerini önleyeceğidir36. Çünkü temel hak ve hürriyetlerin layıkıyla kullanıldığı eşitlikçi demokratik toplumlarda zaten azınlık grupların kimliklerini devam ettirme veya kültürel gereksinimlerini yerine getirme imkanları olacağından, bu konuda ek taleplerde bulunmalarına gerek kalmayacağı beklenebilir. 1.4.3 Azınlıklar Hakları ve Self-Determinasyon İlişkisi Self determinasyon, uluslararası alanda çok kullanılan bir terim olmasına rağmen, parçalanma ya da hükümetlerin ihtilal korkusu nedeniyle içeriği konusunda devletler arasında bir uzlaşma bulunmamaktadır. Buna bağlı olarak self determinasyon uluslararası alanda sınırlı bir şekilde 35 Tunç, a.g.m. , s.10. Baskın Oran, “Ulusal Egemenlik Kavramının Dönüşümü, Azınlıklar ve Türkiye”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, 2003, s.11. 36 17 uygulanmaktadır. Self determinasyonunun birinci boyutu ''iç self- determinasyon'' olarak ifade edilen devletlerin iç örgütlenmelerine ilişkin olup, bir halkın istediği yönetim biçimini herhangi bir dış baskı olmadan seçebilme hakkı ya da başka bir ifadeyle, yaşadıkları sistemin sosyal ve siyasal yapısını etkilemek için nüfusun tüm kesimlerinin karar vermesi olup, burada siyasal yönetim biçimini ilgilendirmekte, özellikle devlet ve hükümet biçimlerinin saptanmasında halklara serbestlik tanınmasını ifade etmektedir. İçsel self determinasyon hakkı, sadece ülkedeki etnik, dinsel ve dilsel gruplara tanınmış bir hak olmayıp ülkede yaşayan herkesin yararlanacağı haktır. Azınlıklar açısından bu hak, demokratik hukuk devletinde diğer vatandaşların anayasal sınırlar içerisinde yararlandığı hak ve özgürlüklerden farklı değildir. Bu haklar, azınlıkların da ülke yönetimine katılmasını sağlar. ''Dışsal self determinasyon'' olarak ifade edilen self determinasyonun ikinci boyutu, bir halkın bağımsız devlet kurmak dahil istediği devlete bağlı olmayı seçme hakkı ya da başka bir ifadeyle, bir halkın yabancı bir yönetim olmaksızın kendi siyasal, ekonomik ve kültürel isteklerini uygulama hakkıdır. İçsel self determinasyon hakkı tüm nüfusun çoğulcu bir toplumda yaşamasını sağlamayı hedeflerken dışsal self determinasyon hakkı bir devlet kurmayı, bir devlet içinde otonomi ya da federasyonu içermektedir. Burada kastedilen, belli bir toprak parçasında yaşayan ortak özeliklere sahip bir topluluğun yabancı bir güce bağlı olmadan geleceğini ve uluslararası alandaki yerini belirleyerek, kendi devleti ile egemenliğine sahip olmasıdır. Dışsal self determinasyonun diğer bir yönü ayrılmadır. Bu, önceden mevcut olmayan bir egemenliğin ortaya çıkması anlamında bir halkın, etnik ya da ulusal azınlığın içinde yaşadığı devletten ayrılarak yeni bir devlet kurmasıdır. Buradaki self determinasyon anlayışı ayrılıkçı bir nitelik taşımakta ve devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğü ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Dünyada pek çok etnik grup ayrılıkçı taleplerine destek bulabilmek amacıyla bu ilkeye dayanmaktadır. Bir devletten ayrılma yoluyla gerçekleştirilecek yeni bir devlet kurulması yönündeki self determinasyon hakkı genellikle kabul edilmemekte olup, bunun nedeni uluslararası hukukta yerleşmiş bir ilke olarak kabul edilen 18 “devletin ülkesinin bütünlüğü” prensibidir37. İlgili düzenlemelerdeki vurgular ve toprak bütünlüğü çerçevesinde devletlerin uygulamalarına bakıldığında, halklar derken ülke içindeki bütün insanlar anlaşılmakta ve azınlık gruplarının da ülke nüfusunun bir parçası olması kapsamında birey olarak self-determinasyon hakkı olsa bile azınlık olarak self determinasyon hakları olmadığı görülmektedir. Yani ilgili devletin rızası olmadığı devletlerdeki sürece aynı azınlıkların kökenli bağımsızlık, gruplarla birleşme ayrılık veya diğer haklarından söz edilememektedir38. Bu durumda azınlıklarla self determinasyon ilişkisi içsel self determinasyon boyutundadır ve bir ülkede yaşayan her vatandaş gibi azınlık gruplara mensup bireylerin de o ülkenin vatandaşı olmalarının bir gereği olarak sahip oldukları, ülkenin siyasi geleceğine karar verme hakkı ile ilgilidir. Azınlık grubun tabi olduğu devletten koparak bağımsızlığını ilan etmesi veya akraba devleti ile birleşmesi gibi durumlar uluslararası hukuk prensipleri gereği kabul edilmemektedir. Azınlıklar konusunun 20. yüzyıldaki gelişimi, dünyadaki siyasi konjonktürün gösterdiği değişimlere göre şekillenmiştir. Tüm dünyayı etkileyen dünya savaşları ve sonrasında gelen örgütlenmeler ölçeğinde azınlıklar meselesini incelemek yerinde olacaktır. 1.5 Azınlıklar Konusunun Tarihi Arka Planı 1.5.1 Milletler Cemiyeti Öncesi Dönem Bu dönem üç alt döneme ayrılabilmektedir. Azınlıkların korunması 16. yüzyıldaki Reformasyon sürecinde dinsel azınlıkların ortaya çıkması ile başlamış; yeni dinsel grupların topluca öldürülerek ortadan kaldırılması gibi 37 Doğan Kılınç, “Self Determinasyon İlkesini Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 1- 2, 2008, s. 955- 958. 38 Abdullah Uz, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, No: 9, 2007, s.70. 19 bir durumun söz konusu olmaması ve farklı dinsel inanışlar sonucu gerçekleşen devletlerarası savaşların verdiği zararlar sonucu, devletler bu dinsel azınlıklara önce çıkardıkları belgelerle bir takım haklar vermişlerdir. 17. yüzyıldan itibaren ise bu dinsel azınlıklara ikili anlaşmalar yoluyla da haklar verilmeye başlanmıştır. Bu anlaşmalarla dinsel azınlıklar, egemenlerin bağışladıkları özgürlüklerle sınırlı kalmak üzere dinsel inançlarının gereklerini yerine getirebilme hakkına kavuşmuşlardır. Üçüncü dönemde ise, Avrupa'da Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşlarının ardından dinin yerini ulusçuluğun alması ile beraber yalnız dinsel azınlıkların korunması yönündeki tutum değişmiş; 1815 Viyana Kongresi ile beraber dini azınlıkların yerini ulusal azınlıklar almış ve azınlıkların büyük devletlerce korunması dönemi başlamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem imparatorlukların tasfiyesi çabaları çerçevesinde içişlere karışmanın bir bahanesi olarak, hem de yeni ulus-devletlerin kurulması ve toprak bütünlüklerinin korunması ile ilgili olarak azınlıklar tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde artık ikili anlaşmalar yerini çok taraflı anlaşmalara bırakmış, azınlık haklarından yararlanacak gruplar ulusal azınlıkların eklenmesine paralel olarak genişlemiş ve dinsel hakların yanına medeni ve siyasal haklar da eklenerek tanınan haklar da çeşitlenmiştir39. Görüldüğü üzere kimliğin belirlenmesinde dinin öne çıktığı zamanlardan etnik köken bilincinin oluşumuna doğru giden çizgide azınlıkların çeşidi ve hak talepleri de farklılaşmaktadır. Ancak bu farkındalığı yaratan ya da etkileyen yine değişen siyasi konjonktürdür. 1.5.2 Milletler Cemiyeti Dönemi Ocak 1917’de ABD Senatosunda bir konuşma yapan Woodrow Wilson’ın büyük güçler tarafından desteklenecek bir barış cemiyeti kurulması yönündeki talebini dile getirmesiyle 18 Ocak 1919’da Paris’te toplanan Barış 39 Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Düzenleme: A. Suna Subaşı, 2. baskı, Asil Yayın Dağıtım Ltd.Şti. , 2006, s. 44- 48. 20 Konferansı’nda bu konu ana gündem maddesi olarak ele alınmıştır. Temel amacı uluslararası işbirliğini geliştirerek uluslararası barış ve güvenliği sağlamak olan Cemiyet’in kurulmasına ilişkin sözleşme Versailles Antlaşmasının bir parçası olarak kabul edilerek 10 Ocak 1920’de onaylanarak yürürlüğe girmiştir40. MC dönemindeki üç gelişme siyasal ve diplomatik çevrelerin azınlıklar konusuna eğilmesine yol açmıştır. Bunlar; ulusal azınlık kavramının doğduğu iki ülke Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılması ve Rusya'nın altüst olması; barışçı ve sosyalist grupların azınlıklara statü tanımlanması çabaları ve 1.Dünya Savaşı galiplerinin, yenilenlerin topraklarının paylaşımından ve Doğu Avrupa-Balkanlarda yeni devletlerin kurulması veya eskilerinin genişlemesinden doğacak sorunları fark etmeleriydi41. Savaştan zafer kazanmış olarak çıkan güçler, yeni coğrafi bölümlenmeden etnik grupların tatminsizliğinin, içte ve uluslararası planda şiddeti körükleyen bir unsur olduğunu fark etmişlerdir. Bu bağlamda, azınlık gruplara dahil bireylere yurttaşlık ve siyasi eşitlik hakları ile asgari düzeyde kültürel korunma bağışlanarak, söz konusu bireylerin ayrılıkçı ulusal emellerini gerçekleştirme isteğinden vazgeçecekleri, var olan siyasi bünyelerin durumundan hoşnut sadık yurttaşları haline geleceklerine inanılmıştır42. 1.Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkım, barış ve güvenliğin kalıcı temini yönünde adım atılması adına politik sistemi tetiklemiş ve azınlıklar konusu da istikrarın sürdürülebilirliği açısından olası bir tehdit unsuru olarak öngörüldüğünden, çok kapsamlı olmasa da farklı kimliklere çeşitli güvenceler sağlanması yoluna gidilmiştir. Ancak, MC döneminde azınlık hakları evrensel bir anlayışla değil, sadece Doğu Avrupa ve Balkanlarda yeni kurulmuş veya savaştan topraklarını genişleterek çıkmış devletlere, hem bu kazanımlarının hem de 40 Abdullah Kıran, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 3(6), 2008, (Erişim) http://www.gau.edu.tr/PDF-Files/JASA_03_06_PDF/JASA_003_06_03_Kiran.pdf, 14 Ocak 2012, s. 19. 41 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.124- 125. 42 Preece, a.g.e., s.84-85. 21 uluslararası topluma katılmanın bedeli olarak dayatılmıştı43. Savaşın galipleri arasında bir tek ABD Başkanı Wilson azınlık haklarının evrensel olarak verilmesi için çalışma yapmıştır44. Ancak büyük devletlerin, özellikle İrlanda sorunu olan İngiltere'nin kendisini bağlamaktan çekinmesi nedeniyle karşı çıkması sonucu, MC Misakına azınlıkların korunmasına ilişkin hüküm girmemiştir45. Sonuç olarak bu çalışma esas itibariyle Doğu Avrupa'daki ırksal ve dinsel azınlıklara, özellikle de Polonya'daki Yahudilere güvence verilmesine dönüşmüştür. Bunun nedenleri de Almanya'nın azınlık koruma hükümlerine tabi kılınmasının Batı'ya sirayet etmesinden endişe edilmesi, Polonya'dan gelen pogrom (Yahudilerin topluca öldürülmesi) haberleri ve Yahudilere güvence sağlanmasının onları Almanya'dan, Bolşevizm ve Siyonizm'den uzak tutacağı düşüncesiydi46. Cemiyet azınlık sistemi, ilgili devletlerin kimi maddeleri azınlıklara karşı tutumları çerçevesinde yürürlüğe koymayı kabul edip MC'yi garantör olarak saydıkları bir dizi çok taraflı anlaşmayı içermektedir47. Bu anlaşmalardaki ortak maddeler; yurttaşlık edinilmesi ile ilgili koşullar; gerek özel gerek kamusal alanda devletlerin yerleşiklerinin yaşamları ve özgürlükleri ile soy, din ve inançlarının, genel düzen ve kamu vicdanına aykırı olmaksızın gereklerini yerine getirmeleri ve özgürlüklerinin kayıtsız şartsız korunması; bütün yurttaşlar için yasalar önünde eşitlik, eşit yurttaşlık ve siyasi haklar ile gerek yasalar karşısında gerekse fiilen eşit muamele hakkı; bütün ulusal azınlık dillerine özel ilişkilerde, ticarette, dinde, basın ve yayın araçlarında veya genel toplantılarda sınırlama getirilmemesi; ulusal azınlıkların kendi yararlarına vakıflar, dini, toplumsal ve eğitim ile ilgili kurumlar kurabilmeleri ile bunları denetleyip yönetebilmeleri, kendi dini kurumlarında özgürce ibadet yapabilmeleri hakkı çerçevesinde şekillenmişti48. MC kapsamında azınlık haklarının ele alınışı konuya evrensel nitelik kazandıramamış, büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda Doğu 43 Kurubaş, a.g.e., s.48. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 125. 45 Kurubaş, a.g.e., s.49. 46 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.125. 47 Preece, a.g.e., s. 90. 48 İnanç, a.g.e., s. 19. 44 22 Avrupa-Balkanlar ölçeğinde sınırlı kalmıştır. Ancak MC sistemi, azınlık hakları ile ilgili antlaşma hükümlerine aykırı hüküm getirme yasağı ve bu hükümlerin MC güvencesi altına alınması yolu ile ilk kez uluslararası bir örgüt denetimi ve güvencesi yeniliğini getirmekteydi. Öte yandan Uluslararası Daimi Adalet Divanı49 adlı bir yargı kuruluşu devreye girerek anlaşmazlık çıkması halinde kesin hüküm veriyordu. Bu iki yenilik MC sistemini azınlıkların korunması anlamında büyük bir tarihsel aşama haline getirmişti50. Ayrıca, azınlıklara tanınan haklar genişletilerek dinsel haklara ek olarak azınlık kimliklerinin korunmasına yönelik dilsel ve eğitim ile ilgili haklar da ele alınmış; kimi ihmal edilmiş azınlıklara (Pindus Vlahları, Romanya'daki Szekler, Saksonlar gibi) da bu sistem vesilesi ile koruma sağlanmıştır51. Öte yandan, MC sistemi büyük devletlerin suistimaline açık bir yapı da sergilemiştir. Örneğin 1.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile imzalanan Sevr antlaşması md. 151'de güvence konusu MC'ye değil başlıca müttefik devletlere bırakılmıştır. Ayrıca, MC'de en fazla şikayetçi olan grup beklenilenin aksine Yahudiler değil, Almanlar ve Macarlar gibi güçlü azınlıklar olmuştur52. Güçlü azınlıklar gelişmiş bir ulusal bilince sahip olup, kendi etnik gruplarının hali hazırda çoğunluğu oluşturduğu akraba devletlerinin veya onların çıkarlarını korumak için kurulan uluslararası örgütlerin desteğini almışlardır. Dolayısıyla, özellikle Alman ve Macar azınlıklar için Cemiyet sadece şikayetlerini dile getirebilecekleri bir forum olmayıp, aynı zamanda Orta ve Doğu Avrupa'nın yeni devletlerinin saygınlığını zedeleyebilecekleri ve belki de kaybettikleri toprakları geri alabilecekleri ya da ayrılıkçı emellerine ulaşabilecekleri bir alan yaratmıştır53. Sistemin işleyişindeki belirsizlik ve çoğu kuralın uygulama sonucu ortaya çıkışı, azınlıkları korumakla yükümlü 49 Bugünkü Uluslararası Adalet Divanı’nın selefi olan Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın kuruluşu Milletler Cemiyeti Anlaşması’na dayanmaktadır. Açılış oturumunu 1922’de yapmış ve 1946’da da feshedilmiştir. Genel yargı yetkisi olan ilk daimi uluslararası divan olarak uluslararası hukukun birtakım yönlerinin açıklığa kavuşturulmasını sağlamış ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.icj-cij.org/ 50 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.127- 128. 51 Kurubaş, a.g.e. , s.52. 52 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.128- 129. 53 Preece, a.g.e. , 102- 103. 23 devletlere geniş bir hareket alanı bırakmıştır54. Bu kuralların ad hoc* mantığı ulusal azınlık sisteminin etkinliğini azaltmayı isteyen devletlere fırsat sunmuştur55. Büyük güçler, Cemiyetin azınlık sistemine yönelik tepkilerinde insani veya ulusal kendi kaderini tayin hakkı düşünceleri gibi genel sözlerden çok, uluslararası toplumun geleneksel, devletçi öğretisiyle (egemenliğe karışmama, sınırların dokunulmazlığı gibi) hareket etmiştir56. 1919'un galip güçleri, uluslararası toplumun tüm üyelerine uygulanabilir bir ulusal kendi kaderini tayin ilkesi koymayı hiç düşünmedikleri gibi, ulusal azınlık haklarını da topraklarında ulusal azınlık barındıran bütün devletleri veya başka bir ulus devletin sömürge uyrukları konumunda olan ulusları kapsayan evrensel kurallar olarak koyamamıştır ve MC'nin ulusal azınlıklar sistemi, anlaşmayla bağlı devletlerin egemenliklerinin hoşnutsuz veya sadakatsiz ulusal azınlıklar tarafından yıkılması tehlikesine engel olmak amacı taşımıştır57. MC sistemi dönemi görünürde azınlıklara temel hak ve hürriyetler haricinde birtakım pozitif haklar da verilmesini öngören birtakım anlaşmalarla beraber örgütsel bir mekanizma sunmasından bahisle ilerici bir perspektif arz etse de, bu dönemde küresel bir anlayış oturtulamaması ve büyük devletlerin çıkarları doğrultusunda belli bir kesim yararına hizmet eden bir yaklaşım içermesi ile aslında azınlık hakları konusunda gözle görülür bir gelişme sağlayamamıştır. Devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğü kaygıları ön planda yer almıştır. 1.5.3 2. Dünya Savaşı Sonrası Azınlıklar 2. Dünya Savaşı sonrası azınlıklar ayrıca ele alınmak yerine bireysel insan hakları çerçevesinde korunmuştur. Bunun nedenleri arasında en başta 54 Kurubaş, a.g.e. , s.52. Preece, a.g.e. , 111. 56 Preece, a.g.e. , 109. 57 Preece, a.g.e. , 114. *geçici, belirli bir olaya özgü, bkz. Avrupa Birliği Terimleri http://www.abgs.gov.tr/files/Sozluk/glossary_for_the_european_union.pdf 55 Sözlüğü (Erişim) 24 MC sisteminin kurduğu azınlık sisteminin başarı ile sürdürülememesi gelmiştir. Bu dönemde, örneğin Nazilerin kendi içlerindeki azınlıklara eziyet yaparken sınırları dışındaki Almanları korumak adına kışkırtıcı tavırlarla azınlık haklarını kötüye kullanması, azınlık taleplerinin ulusçuluk, kaybedilen toprakların geri alınması, saldırganlık ve sahtekarlıkla özdeşleştirilerek azınlık korumasına önyargılı bakılmasına sebebiyet vermiştir. Öte yandan savaş sonrası dönemde uluslararası sınırlar büyük ölçüde eskisi gibi bırakılmış ve Soğuk Savaş döneminde bu konuda büyük anlaşmazlıklar çıkmamış; gündem azınlık sorunlarından ziyade askeri ve stratejik konular ile meşgul olmuş; etnik, dilsel ya da dinsel yerine ideolojik farklılıklar ön plana çıkmıştır. Ayrıca, bu dönemde hem ülkelerin ulusal egemenliğe düşkünlüğü artmış, hem de insan hakları belgelerinin mümkün olduğunca çok devlet tarafından kabul edilebilmesi için azınlıklara özel maddelerden vazgeçilmiştir58. Dolayısıyla, 2.Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda ulusal azınlıkların bireylerini egemen kültürel grup içerisinde eritmeyi ve böylelikle gelecekte özel uygulamalara tabi tutulma ya da ayrılma taleplerini ortadan kaldırmayı amaçlayan devlet iç politikaları ile uyumluluk arz eden uluslararası önermeler, özellikle ABD ve müttefikleri tarafından Milletler Cemiyeti azınlık sisteminin çökmesi ile Orta ve Doğu Avrupa’nın ulusal azınlıklarının savaş yılları boyunca Nazilerle işbirliği yapmaları gerekçe gösterilerek desteklenmiştir. Sonuç olarak 1945 sonrası yeni dünya düzeni ulusal azınlık hakları yerine evrensel bireysel insan hakları düzenlemelerini içermiştir59. Bu noktada MC sisteminin sonuçlarından ders alan devletler yine MC sisteminde olduğu gibi egemenlik ve ülke bütünlüğü kaygılarıyla hareket etmiş ve uluslararası sistemin tehdit algılamalarının farklılaşmasına paralel olarak da azınlık haklarının ön plana çıkarılması yerine insan haklarının evrenselleştirilmesi ile azınlık gruplarının taleplerinin önüne geçileceği varsayımı altında hareket edilmiştir. 58 59 Kurubaş, a.g.e. , s.53- 54. Preece, a.g.e. , 51. 25 Bunlarla birlikte, 2.Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan Birleşmiş Milletler örgütü, azınlıklar konusunda ciddi adımların atıldığı ve önemli belgelerin kabul edildiği bir merci olmuştur. 1.5.3.1 Birleşmiş Milletler Nezdinde Azınlıklar Konusu 1.5.3.1.1 BM Antlaşması Birleşmiş Milletler 2.Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak; saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık ve durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek; uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak; ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki uluslararası sorunları çözmede ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini sağlamak ve bu ereklere ulaşılması yolunda ulusların giriştikleri eylemlerin uyumlaştığı bir odak olmak hedefleriyle 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanan ve 110. maddeye uygun olarak 24 Ekim 1945’de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Anlaşması ile kurulmuştur. Anlaşmayı Türkiye 15 Ağustos 1945’te onaylamıştır60. BM Antlaşması ayrımcılık yasağı getirmiş, fakat azınlıkların kimliklerini korumalarına yardımcı olacak ayrıcalıklardan söz etmemiş ve Örgüt azınlıkların 60 korunmasını artık negatif haklarla sınırlı tutmuştur. BM Birleşmiş Milletler Anlaşması Ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi Ankara, (Erişim) www.unicankara.org.tr, 24 Ocak 2012. 26 Antlaşmasının 1. maddesinde insan haklarına ve temel hak ve özgürlüklere herkes bakımından, ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin saygı duymayı teşvik etmek ve bunu yerleştirmekten bahsedilerek eşitlik ve ayrımcılık yasağına özel bir önem verilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra, devletlerin egemenlik haklarından ödün vermeye yanaşmaması ve insan haklarının yalnızca bildirilerde kalmaya başlaması ile azınlıklar konusu tekrar gündeme taşınmıştır. Bu bağlamda 1947'de, Ekonomik ve Sosyal Konsey'e bağlı hükümet temsilcilerinin oluşturduğu İnsan Hakları Komisyonu'nun altında ''Ayrımın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu'' kurulmasıyla azınlık konusu Örgüt içerisinde (münhasıran azınlık korumasına girilmemesi yönündeki eğilim devam ederek) ele alınmaya başlanmıştır61. 10 Aralık 1948'de kabul edilen ''BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi''nde azınlıklardan söz edilmezken, yalnızca ayrımcılığın önlenmesi anlamına gelecek ilkeler koyulmuştur. Bildirge'ye bir azınlık maddesi konmaya çalışılsa da Batılı ülkeler ve Latin Amerika ülkeleri buna karşı çıkmıştır62. Çünkü bunlar göçmen nüfus barındıran ülkeler olup kalıcı azınlık garantilerinin eritmeci politikalarının önünde bir engel oluşturmasından kaygı duymuşlardır63. Öte yandan Bildirge'nin 26.64 ve 27.65 maddelerinde de ileride azınlık haklarının bir yönünü oluşturacak olan kültürel haklardan (öğrenim hakkı, kültürel yaşantıya katılma hakkı) bahsedilmiştir66. 61 Kurubaş, a.g.e. , s.57. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.129. 63 Preece, a.g.e. , 133. 64 Madde 26: 1) Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır. 2) Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir. 3) Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır. (Bkz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Bilgi Bankası, (Erişim) http://www.inhakbb.adalet.gov.tr/bmihbeyan.htm, 24 Ocak 2012) 65 Madde27: 1) Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir. 2) Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır. (Bkz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Bilgi Bankası, (Erişim) http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/bmihbeyan.htm, 24 Ocak 2012) 66 Kurubaş, a.g.e. , s.58. 62 27 Öte yandan yine aynı yıl azınlıkların var olma hakkını yalnızca fiziki anlamda ele alan ''BM Soykırım Sözleşmesi'' (resmi adı: Jenosit Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme) imzalanmıştır67. Ancak Sözleşme'nin soykırımın kültürel boyutunu içermemesi bir eksiklik olup, kimlik hakkını sağlayamaması sonucunu doğurmuştur. Öte yandan ''Irk Ayrımının Bütün Biçimleriyle Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (1965)'', yerli ve kabile halklarından söz eden Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi (1957), UNESCO'nun Eğitimde Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (1960) ve 1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi, BM nezdindeki dolaylı olarak azınlıklar ile ilgili diğer belgelerdir68. Sonuç olarak 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde azınlıklara özel pozitif haklar tesis edilmesi yerine, konu insan hakları çerçevesi dışına çıkılmadan ele alınmış; ayrım gözetmeme, eşitlik, yaşama hakkı ve temel özgürlüklere saygı prensipleri çerçevesinde, azınlıklar konusunda aktif olmayan bir tutum sergilenerek, insan haklarının evrensel ilkelere dönüştürülmesi yaklaşımı izlenmiştir. 1.5.3.1.2 Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi BM uygulamasında ayrımcılığın önlenmesinden azınlıkların korunmasına69 geçiş niteliğinde olan 1992 tarihli bu bildirge, devlete dernek kurma ve sınırlar ötesi ilişki kurma gibi konularda 'negatif' bir görev yüklerken, 67 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 129- 130. Kurubaş, a.g.e. , s.60. 69 Ayrımcılığın Önlenmesi, kişilerin ya da grupların talep ettikleri eşit muameleyi engelleyen her türlü eylemin engellenmesi, yani azınlık ile çoğunluk arasında eşitliğin sağlanmasıdır. Azınlıkların Korunması ise çoğunlukla eşit muamele sağlanmasının yanı sıra temel özelliklerini korumak için ayrıca farklı muamele talep eden başat olmayan grupların korunmasıdır. (Bkz. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.83). Bir ülkenin tüm vatandaşlarına tanıdığı bireysel haklara negatif haklar denir. Yasa önünde eşitlik, siyasal hak eşitliği, dinini uygulama özgürlüğü gibi. Pozitif haklar ise tüm yurttaşlara değil dezavantajlı gruplara onların bireylerini fiiliyatta mümkün olduğunca eşit duruma getirmek için verilir. Azınlık hakları bu gruba girmektedir. Azınlık bireyi bunları kendi grubuyla birlikte kullanır. Kendi okulunu kurup orada kendi anadilini okutmak gibi. Bkz. Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 33. 68 28 kimliğini ifade etme, kendi dilini öğrenme ve o dilde eğitim görme gibi kimi konularda 'pozitif' görevler yüklemektedir70. 1.5.3.1.3 BM Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi insan hakları ve demokrasi konusunda uluslararası kriterleri belirleyen en önemli uluslararası belgelerden biri olarak kabul edilmektedir. Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul edilip imza, onay ve katılıma açılmıştır. Sözleşme 49. maddeye uygun olarak 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Sözleşme henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylamamıştır71. Sözleşmenin azınlıklarla ilgili 27. Maddesi şöyledir: ''Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup kişilerin kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte kendi kültürlerini yaşama, kendi dinlerini açıklama ve uygulama ya da kendi dillerini kullanma hakları engellenemez.'' Madde 27 BM kurulduğundan bu yana azınlıkların korunması alanında çıkarılmış en ilerici metin olmuştur. Öncelikle, MC döneminde ''ırk, dil ve din azınlıkları'' şeklindeki ifadede ''ırk'' kavramı fiziki özellikle de renk farkına işaret ederken, ''etnik'' kavramı belirgin fiziki özellikler olsun ya da olmasın kültürel bir birime gönderme yapmaktadır. Öte yandan maddedeki ''…azınlıkların bulunduğu devletlerde …'' kavramı göçmen ve yerli grupları kapsam dışı bırakma amacını taşımakla beraber72 azınlıkların varlığı için 70 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.133. Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/53-73.pdf, 24 Ocak 2012. 72 27. maddeye ilişkin olarak İnsan Hakları Komitesi 1994'te yayınladığı Genel Yorumda, maddede kullanılan terimlerin korunması düşünülen bir gruba mensup ve ortak bir kültür, din ve/veya dili paylaştıklarına işaret ettiğini; dolayısıyla taraf devletin vatandaşı olmasını, hatta “bulunan / var olan” ifadesinin herhangi bir sürekliliği dahi içermediği için sürekli ikameti bile gerektirmediğini belirtmektedir. Dolayısıyla göçmen kişilerin hatta ziyaretçilerin bile bu madde kapsamındaki hakları kullanımını engelleyemeyeceği anlamı ortaya çıkmaktadır. Bkz. Kurubaş, a.g.e. , s. 62. 71 29 devletlerin onları tanımasının gerekmediği anlamına yol açmakta73; ...bu azınlıklara mensup kişiler, gruplarının diğer üyeleri ile birlikte...'' ifadesi de bireylerin yararlanacağı ancak kolektif uygulama gerektiren haklardan bahsetmektedir74. Öte yandan, azınlıklara mensup kişiler denmesinin sebebinin de, azınlıklara uluslararası kişilik vermemek ve grupların bireyleri ezmesini önlemek olduğu düşünülebilir75. Bir diğer önemli nokta da, ulusal azınlıklara değinilmemesinin büyük ölçüde bu terimin Avrupa’nın azınlıklar sorununa işaret etmesi ve siyasi imalar taşıması ile ilgili olduğudur76. Ancak, maddedeki koşul elbette ulusal azınlık barındıran devletlerin azınlıkları göçmenler, yerliler veya başka bir isim altında yeniden tanımlayıp uluslararası yükümlülüklerinden kurtulma yolu bulmalarını engellememiştir77. Birleşmiş Milletlerden başka azınlıklar konusunun ele alındığı diğer önemli örgütlenme ise Avrupa Konseyi'dir. 1.5.3.2 Avrupa Konseyi Kapsamında Azınlıklar 2.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Konseyi’nin oluşturulması, Avrupa’daki bölünmelerin ve çatışmaların üstesinden gelebilmek için gerekli acil ihtiyaca ilk politik ve kurumsal cevap olmuştur. Örgütün resmi görevi üye ülkeler arasında daha büyük bir birlikteliğe ulaşmak olup; bu da yalnızca elverişli işbirliği önlemleri temelinde değil, tüm bunların üzerinde üye ülkelerin ve buralarda yaşayan insanların çoğulcu demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü prensiplerine bağlılığı şeklindeki spesifik bir politik proje temelinde idi78. 73 Kurubaş, a.g.e. , s. 61. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.131. 75 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.132. 76 Kurubaş, a.g.e. , s. 61. 77 Preece, a.g.e. , 137. 78 Klaus Schumann, “The Role Of The Council Of Europe”, Minority Rights In Europe: The Scope For A Transnational Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter Publishers London, 1994, s.87. 74 30 1.5.3.2.1 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AK çerçevesinde de BM sisteminde olduğu gibi uzun süre azınlık hakları insan haklarından ayrı olarak ele alınmamıştır ve AK'nin insan haklarının korunmasına ilişkin kabul ettiği temel belge 1953'te yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS-resmi adıyla İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Korumaya İlişkin Sözleşme)’dir. Sözleşmede azınlıklara ilişkin özel haklara yer verilmemiş; ayrım gözetmeme ilkesi çerçevesinde din, dil, renk, köken gibi ölçütlerin yanına 'ulusal bir azınlığa mensubiyet' ölçütü de getirilmiştir79. Sözleşme'ye göre bireyler bir azınlığın üyesi olmalarından ötürü uğradıkları ayrımcılık ile ilgili şikayetçi olabilmektedirler. Öte yandan üyeler başka grup üyelerine yapılanlardan ötürü değil kendileri ayrıca bir ayrımcılığın kurbanı olmaları nedeniyle şikayet edebilmektedirler. Sözleşme'nin asıl önemi ise bilinen en etkili denetim mekanizmasına sahip olmasıdır. Kasım 1998'e kadar Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna yapılan bireysel başvurular Avrupa İnsan Hakları Divanına kadar götürülebilmekteyken, bu tarihten sonra Komisyon ile divan birleştirilerek tek yetkili organ olarak yalnız Divan kalmıştır80. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde insan hak ve özgürlüklerinin Evrensel Bildiride olduğu gibi genel ilkeler şeklinde sıralanması yerine, mümkün mertebe somut ve ayrıntılı bir şekilde tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi yoluna gidilmiştir. Bu durum Sözleşmenin hukuki bağlayıcılığı olan bir denetim mekanizması öngörmesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye Sözleşmeyi 10 Mart 1954'te 6366 sayılı ''İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun'' ile onaylamış ve onay belgesini Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine 18 Mayıs 1954 tarihinde depo ederek Sözleşmeye taraf olmuştur81. 79 Kurubaş, a.g.e. , s. 65- 66. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.134. 81 Ayhan Döner, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması Ve Avrupa Sistemi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2003, s. 81- 82. 80 31 AK'nin doğrudan azınlıkların korunmasına ilişkin girişimleri Doğu Bloğunun çöküşü sonucu azınlık sorunlarının Avrupa'da barış ve istikrarı tehdit edici bir hal alması ve Doğu Avrupalı ülkelerin Konsey'e katılmasıyla başlamıştır82. Sonuç olarak Avrupa Konseyi de 1990'lara kadar azınlıklar konusunu ayrımcılığın önlenmesi çerçevesinde ele almış ve azınlıklara pozitif hakların garanti edilmesi yerine bir gruba aidiyetin şahıslara getirdiği olumsuz sonuçları bertaraf etmeye yönelik adımlar atmış ve konu yine insan hakları boyutu içerisinde değerlendirilmiştir. 1.5.3.2.2 Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı Bu sözleşme belli bir ülkede, bir vatandaş grubu tarafından konuşulan, resmi dil veya göçmen dili ya da diyalekt olmayan dillerin korunabilmesine yöneliktir83. Belgenin başlangıç kısmında, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bölgesel diller ile azınlık dillerinin korunmasının Avrupa'da kültürel zenginliğin ve geleneklerin sürdürülüp geliştirilmesine katkısı olacağı ile bir bölgesel dili veya azınlık dilini özel ve kamusal yaşamda kullanma hakkının vazgeçilmez bir hak olduğunun belirtilmesinin yanı sıra, bunların korunmasının ve teşvikinin resmi dillere ve bu dilleri öğrenme ihtiyacına zarar vermemesi gerektiği notu düşülmüştür84. 1992’de imzaya açılan ve 1998’de yürürlüğe giren Şart, AK'de azınlıkların korunmasına yönelik en önemli gelişme olup, söz konusu dillerin eğitim, yargı, yönetim ve kamu hizmetlerinde, basın, kültürel etkinlik, ekonomik ve sosyal yaşamda etkin hale getirilebilmesi için neler yapılabilineceği ve ne gibi önlemler alınabileceği üzerinde dururken, devletlere 82 bu konuda yükümlülükler Kurubaş, a.g.e. , s. 68. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.134- 135. 84 İnanç, a.g.e. , s.87. 83 getirmektedir. Ancak Şart'ın 32 uygulanışında denetiminin sadece tarafların sunacağı düzenli raporlarla sınırlı kalması ve bireysel/ülkesel şikayet mercilerinin öngörülmemesi, denetim mekanizmasının zayıflığına işaret etmektedir85. Fakat yine de, aslında en ayırt edici özellikleri ''dil'' olan azınlıkların Şarttan faydalanabilecek olmasından ötürü, zor ve hassas olan bu konuya dair devletlere yol gösterici olması beklenmiştir.86. 1.5.3.2.3 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi Sözleşmenin başlangıcında, çoğulcu ve gerçek bir demokratik toplumda, ulusal azınlığa mensup herkesin yalnızca etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliğine saygı gösterilmekle kalmayıp, onların bunu ifade etme, koruma ve geliştirmesi için uygun koşulların yaratılması gerektiğinin göz önünde bulundurulduğu belirtilmiştir87. 1998'de yürürlüğe giren Sözleşme’nin ulusal azınlıklara mensup bireylere kendi dilini öğrenme, bu dilde bilgi edinme, yayın yapma, eğitim kurumları açma, ad ve soyadı ile sokak adları kullanma, gerçek ihtiyaç halinde yerel idari makamlarla ilişkilerini azınlık dilinde yürütme gibi getirileri olmaktaydı. Ancak, imzacı devletlerin Sözleşmenin ülke topraklarının neresinde ve kimler için geçerli olacağını belirleyebilme olanağına sahip olması söz konusu devletlere bükülgenlik sağlamıştır88. Öte yandan Sözleşme, açık ve kendiliğinden uygulanabilir hükümler yerine, taraf devletlerin ulusal yasaları ve hükümet politikaları yoluyla uygulamayı taahhüt ettikleri ilkeleri düzenleyen programatik hükümler içermekte olup, devletlerin hazırladıkları uygulama raporlarına dayanan sınırlı bir denetim mekanizmasına sahiptir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nce izlenecek taraf devlet uygulamalarında sınırlı bir değerlendirme yapılabilmesi 85 Kurubaş, a.g.e. , s. 74- 76. Schumann, a.g.m. , s.93. 87 İnanç, a.g.e. , s.75. 88 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.135. 86 33 ve alınan önlemlerin yeterli olmaması durumunda uygulanacak yaptırımlara ilişkin bir düzenlemenin olmaması mekanizmayı gevşek hale getirmiştir89. Buna karşın Sözleşme sadece ulusal azınlıkların korunmasına münhasır ilk çok taraflı ve bağlayıcı uluslararası belge niteliğinde olup, azınlığa mensup bireylere birtakım kültürel hakların zaten verilmiş olduğunu kabul ederek devletlere bunların genişletilmesi ve teşvik edilmesi yönünde yükümlülükler öngörmüştür90. 20 Ocak 2010 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Hukuki İşleri ve İnsan Hakları Komitesi üyesi Letonyalı parlamenter Boriss Cilevics tarafından “Avrupa'da Azınlıkların Korunması: Ortak Standartların Uygulanmasında En İyi Uygulamalar ve Eksiklikler” konulu bir rapor yayınlanmıştır91. Raporda92 özetle; azınlıkların adil muamele görmesinin Avrupa Konseyi'nin önemli önceliklerinden biri olmasının teminat altına alınması adına, Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı'nın Avrupa'da evrensel olarak kabul edilmiş standartlar haline gelmesinin umut edildiği; Çerçeve Antlaşması'nın Avrupa Konseyi üyesi sekiz ülkece hala onaylanmadığı (Andora, Fransa, Monako ve Türkiye imzalamamış; Belçika, Yunanistan, İzlanda ve Lüksemburg imzalamış ancak onaylamamış), onaylayanların da kısıtlayıcı beyan veya çekinceleriyle uygulanmasının önüne geçtiği; zaman zaman ulusal makamların yerel makamların konu ile ilgili görevlerini yerine getirmesini tam olarak sağlayamadığı; dar tanımlamalarla belli etnik grupların dışlandığı veya azınlıklar arasında ayrımcılığa gidildiği ve de azınlıklarla ilgili politikaların siyasi ortama göre değişebildiğine dikkat çekilmektedir. Bundan başka raporda, Parlamenter Meclisin, Avrupa'da eşitlik, adalet, istikrar, 89 Çavuşoğlu, a.g.e. , s. 130- 132. Kurubaş, a.g.e. , s. 78,81. 91 “AKPM'de Avrupa'da Azınlıkların Korunması Konulu Rapor (orijinal metin)” başlıklı haber, abhaber.com, 26 Ocak 2010, (Erişim) http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=5222, 24 Ocak 2012. 92 Raporun orijinali için bkz. Minority Protection In Europe: Best Practices And Deficiencies In Implementation Of Common Standards, Council of Europe Parliamentary Assembly Committee On Legal Affairs And Human Rights, Rapporteur: Mr Boriss CILEVIČS, Latvia, Socialist Group, 20 January 2010 (Erişim) http://assembly.coe.int/Documents/WorkingDocs/Doc10/EDOC12109.pdf, 24 Ocak 2012. 90 34 demokratik güvenlik ve barışın sağlanması için ulusal azınlıklara mensup kişilerin korunmasının uluslararası insan hakları korumasının bir parçası olduğunu ve bunun sosyal gerilimlerin önlenmesi ve kültürel ile dilsel çeşitliliğin desteklenmesindeki önemini vurguladığı belirtilmektedir. Meclisin ayrıca, devletlerin, ulusal azınlıklara mensup kişilerin özellikle kendilerini ilgilendiren yönde kültürel, sosyal, ekonomik hayat ile kamusal alana etkin katılımlarını sağlayacak koşulları sağlaması ve ulusal, dini ya da dilsel tüm azınlık grupların kimliklerini ifade etme ve geliştirme haklarını teminat altına alması gerektiğinin altı çizilmektedir. Raporda, Çerçeve Sözleşmesi'nin uygulanmasındaki sıkıntı öncelikle uluslararası hukukta genel kabul görmüş hukuki bir ulusal azınlık tanımının olmayışına ve Sözleşme'nin kendisinin de korunmasını öngördüğü hak sahiplerinin kim olacağını kesin olarak belirlememesine bağlanmaktadır. Devletlerin uluslararası hukukun genel ve Sözleşme'nin temel prensiplerine aykırı olmamak şartı ile ülkesindeki azınlık grupların Sözleşme kapsamında yer alıp almadığına karar verebileceği ifade edilse de, bunu belirlemede koşulsuz bir hakkı olmadığı; ayrımcı ve adil olmayan şekilde davranılmamasının gerektiği belirtilmektedir. Görüldüğü üzere AK, 1990 sonrası siyasi gelişmeler paralelinde, genel insan hakları uygulaması dışında azınlıklarla direkt ilgili ciddi belgeler oluşturulmasına yönelik adımlar atmış; ancak bunların hayata geçirilmesi konusunda devletlerin ulusal politikaları çerçevesinde onlara yine geniş manevra alanı bırakılmıştır. Azınlıklar konusu BM ve AK'den başka bir diğer önemli örgüt olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın da gündemine girmiştir. 1.5.3.3 AGİT ve Azınlıkların Korunması AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı), 1975'te Helsinki'de başlayıp 1995'e kadar AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) olarak anılan sürecin örgüt haline dönüşmesi olup, sadece Avrupa devletlerinin üye olduğu izlenimini verse de yalnız Avrupa kıtası ile sınırlı olmayan, Kuzey 35 Yarımküreyi kapsayan bölgesel bir yapılanmadır. İnsan hakları AGİT'in asıl konusu olmayıp bir bölümünü oluşturmaktadır. AGİK'in kuruluşunun en önemli sebeplerinden biri Doğu ve Batı Bloğunun arasındaki Soğuk Savaş gerginliğini azaltıp taraflar arası diyalog sağlamak olmuştur93. AGİK 1975'te yapılan Helsinki Zirvesinden 1994'e kadar süren birtakım bağlayıcı olmayan belgelerin kabul edildiği bir konferanslar süreci olarak devam etmiştir. 1994'te gerçekleşen Budapeşte Konferansı ile beraber AGİK kurumsal bir yapıya kavuşturularak AGİT adını almıştır. Zorlayıcı bir mekanizmadan yoksun olan AGİK Belgelerinin uygulanması iyi niyet ilkesine bağlıdır. Azınlıklara ilk kez yer veren 1975 Helsinki Nihai Senedi'nde üç farklı bölümde azınlıklara değinilerek, yalnızca eşitlik ve ayrım gözetmeme ilkelerinin azınlıklar nezdinde yinelenmesiyle kalınmıştır. Konu ile ilgili 1989'a kadar önemli bir ilerleme kaydedilmezken, 1989 Viyana Kapanış Belgesiyle önceki belgelerde geçen ulusal azınlıklara ilişkin hükümlerin hayata geçirilmesi için sürekli çaba gösterileceği vurgulanarak yeni bir yaklaşım sergilenmiştir. Belgede, katılımcıların bu yönde gerekli önlemleri alma ve ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliklerini korunması ve onların geliştirilmesini sağlayacak ortamı sağlayarak azınlıklara mensup bireylerin haklarını özgürce kullanmalarına saygı göstermeleri istenmiştir. Bu durum azınlıkların korunması konusunda AGİK'in BM ve AK'den daha hızlı hareket ederek değişim konusunda onlara öncülük etmesi anlamına gelmektedir94. Ancak, AGİK sistemi 1975 Helsinki Sonuç Kararlarının getirdiği koşullar itibariyle ayrımcılığı engellemeye yönelik önlemler ortaya koysa da devletlere ulusal azınlıklar gözetilerek üstlenilebilecek veya üstlenilemeyecek yükümlülük türlerini seçmede büyük bir serbestlik tanımıştır. Ulusal azınlıklar konusuna gösterilen başlangıçtaki bu ilgi 1975 1989'da gerçekleştirilen çeşitli AGİK Tamamlayıcı Toplantılarında ayakta tutulamamış; bireysel insan hakları (özellikle komünist devletlerdeki insan 93 94 Döner, a.g.e. , s.100. Kurubaş, a.g.e. , s. 68- 69. 36 hakları ve demokrasi talebini yükselten hareketlerle ilgili yurttaşlık ve siyasal haklar) kaygısı etkin olmuştur95. 1989 Viyana Belgesi AGİK insan hakları sisteminin kurucu belgesi olarak yorumlanmaktadır. Belgenin ''insani boyut'' başlıklı bölümünde, daha sonra İnsani Boyut Mekanizması olarak adlandırılacak bir denetim sistemi düzenlenmiş; AGİK sürecinde insan haklarının merkezi bir yer almasını sağlayacak İnsani Boyut Konferansları gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. İnsani Boyut Mekanizması, katılımcı devletlerin AGİK belgelerinden kaynaklanan insan haklarına ilişkin taahhütlerini uygulamalarını sağlamak amacıyla düzenlenmiştir96. 1990 tarihli Kopenhag Belgesi ile önceki belgelerde azınlıklara ilişkin belirtilenlere ek olarak, ulusal azınlığa mensubiyetin kişisel bir tercih olduğu ve bunun hiçbir dezavantaj yaratmayacağı; azınlık gruba mensup bireylerin etnik, dilsel, kültürel ya da dinsel kimliklerini tam bir özgürlük içinde ifade etme, koruma, geliştirme isteklerini asimilasyona uğramadan, kültürlerini bütünüyle korumak ve geliştirmek hakkına sahip oldukları belirtilmiştir. Ardından Doğu Avrupa'da yaşanan halk ayaklanmaları ve rejimlerin sona erişine bağlı olarak Kasım 1990'da AGİK Zirvesi Paris'te ikinci kez toplanarak ''Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı''nı kabul etmiş ve AGİK'in insan ve azınlık hakları ile ilgili tavrı belirginleşmiştir. Sonrasında hazırlanan, Kopenhag üstlenimlerini doğrulayan ve yeni üstlenimler de getiren Cenevre Raporu'nun en önemli özelliği ise her türlü farklılığın zorunlu olarak ulusal azınlıkları ortaya çıkarmayacağı görüşünü kabul etmesi açısından getirdiği yenilik ve ulusal azınlıklarla ilgili sorunlar, yükümlülükler ve haklar gibi konuların devletlerin içişleri ile ilgili değil uluslararası alanın meşru konuları olduğunu vurgulamasıdır. Bu durum daha sonra 1991 Moskova ve 1992 Helsinki belgeleri ile tekrarlanmıştır97. 1992 yılında yapılan doruk toplantısında ise AGİK Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği kurulmasına karar vermiştir. 1993'te göreve başlayan 95 Preece, a.g.e. , s.142. Çavuşoğlu, a.g.e. , s. 150. 97 Kurubaş, a.g.e. , s. 84- 86. 96 37 Yüksek Komiser'in öncelikli görevi AGİT bölgesinde ulusal azınlık sorunlarının çıkmaması için bir erken ihbar ve gerektiğinde erken harekete geçme olanağı sağlama olmakla beraber, bireysel insan hakları ihlallerini araştırmak gibi bir görevi olmamıştır. Ancak bu makamın kurulması AGİT'in konuya verdiği önemin bir göstergesi niteliğindedir98. Yüksek Komiserlik, ulusal azınlıkların dahil olduğu gerilimlerin özünü dile getirirken, sorunlara bağımsız, tarafsız ve çözüm bulmakta yardımcı bir aktör olarak yaklaşmakta olup denetleyici bir mekanizma değildir99. Öte yandan, basın ve hükümet dışı kuruluşlar dahil her türlü kaynaktan ulusal azınlıkların durumu ile ilgili bilgi toplama, ilgili taraflardan kendisine iletilen azınlık hakları ihlallerine ilişkin raporları değerlendirme imkanına sahiptir. Ancak terör olayları ile bağlantılı kişi ve gruplardan iletilen bilgileri dikkate almayıp, terörle ilişkili azınlık sorunları ile ilgilenmemektedir100. Bundan başka, Avrupa ölçeğinde üretilen belgelerin yanı sıra, Afrika ve Amerika kıtasında da, Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri Bildirisi (1948), Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi (1969), Amerikalılararası İşkencenin Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1985), Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı (1981) ve benzeri belgelerle insan hakları ve özgürlükler alanında normlar ve standartlar geliştirilmiştir101. Sonuç olarak AK ve AGİT çerçevesinde azınlıklara yönelik çalışmalar devletleri bağlayıcılık ölçütünde yetersiz kalsa da, bu kişilere birtakım güvenceler verilmesini öngörmesi açısından konunun yadsınmadığının göstergesidir. Ancak her zaman olduğu gibi devletlerin ulusal politikaları baskın gelmektedir. Bu örgütleri oluşturanlar yine devletlerin kendisi olduğundan, aleyhlerine sonuç doğurabilecek uygulamalardan ya da denetim mekanizmaları oluşturmaktan uzak durdukları tabidir. 98 Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.136. İnanç, a.g.e. , s. 120. 100 Çavuşoğlu, a.g.e. , s. 155. 101 İnanç, a.g.e. , s. 26. 99 38 1.5.4 Soğuk Savaş Sonrası Azınlık Haklarına Dair Gelişmeler 1990 sonrası dünyadaki gelişmeler sonucu azınlık hakları coğrafi açıdan genişlerken nitelik açısından da derinleşmiştir. Genişlemesinin nedenleri, Sovyet Bloğunun çökmesine bağlı olarak Doğu Avrupa ülkelerinin uluslararası örgütlere özellikle AK ve AB'ye girmek istemeleri sürecinde insan ve azınlık haklarını benimsemeleri; Avrupa'ya Asya ve Afrika'dan gelen göçlerin kalıcı nitelik kazanması sonucu Avrupa'da oluşan fiili azınlıklar ve onların çeşitli haklar kazanması; küreselleşmenin sonucu olarak üçüncü dünya ülkelerinin batının demokratikleşme taleplerine açılmaları ve çok partili rejim uygulamalarının getirdiği göreli olarak insan haklarına önem veren daha açık toplumlar haline gelmeleriydi. Derinleşmesini belirtileri ise, ''ayrımcılığın önlenmesinden” “azınlıkların korunması'' yönüne doğru ilerleme; devletlere azınlıkların korunması durumunda olduğu gibi ayrımcı davranışlardan kaçınma gibi pasif-negatif bir görev yerine, azınlık haklarının özel olarak korunması ve buna uygun koşulların yaratılması gibi daha aktif-pozitif bir rol yüklenmeye başlanması; vatandaş olmayanlara da çeşitli haklar tanınması yönündeki eğilim; bir devlette azınlık bulunup bulunmadığı konusunda sadece o devletin takdirine başvurulmamaya başlanması; insan ve azınlık hakları konusunda uluslararası örgütler ve kimi devletler ile birlikte gönüllü örgütlerin (hükümet dışı örgütler, sivil toplum örgütleri) itici etkisi; Avrupa Konseyinin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) adlı organının 2000 yılından itibaren azınlık hakları ihlallerini ırkçılıkla aynı paralelde değerlendirmeye başlaması; AGİK 1991 Cenevre Azınlık Uzmanları toplantısından itibaren ulusal azınlık konusunun yalnız ulusal yetkiye giren bir konu değil, uluslararası toplumun meşru ilgi alanı hali ne gelmesiydi102. Öte yandan, 1989'dan sonra tanınan dolaşım özgürlüğü ulusal azınlık grupları üyelerinin kendi etnik gruplarının oluşturduğu devletlere göçlerini olanaklı kılması sonucu binlerce insan göç etmiş ve 1990'ların ilk yıllarında, 2.Dünya Savaşı'nın sona ermesinden itibaren Avrupa'nın en büyük göç 102 Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.2326. 39 hareketi gözlenmiştir. Bu yığınsal göçler, göç alan ve göç veren devletler açısından olası siyasi istikrarsızlık kaynağı olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle de Soğuk Savaş sonrası Avrupa'da ulusal azınlıklar sorunu, uluslararası tartışmaların ve eylemlerin önemli bir konusu haline gelmiştir103. Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanlardaki yeni sınır değişiklikleri ile ulusçulukların canlanmasının neden olduğu istikrarsızlığın yayılacağı endişesi azınlık haklarının toptan tanınması, kültür, basın, eğitim ve din işlerinde özerkliklerinin ve yoğun olarak yerleştikleri bölgelerde yönetim hakkının kabulü gibi görüşlerin ağırlık kazanmasına neden olsa da, tam anlamıyla bir evrensellik kazanmamış; devlet egemenliği, toprak bütünlüğü, içişlere karışmama gibi devletçi ilkeler azınlık haklarının üstünde yer almış, ancak azınlıkların da bu dönemde devlet karşısında ciddi kazanımları olmuştur. Azınlık sorunları doğrudan uluslararası toplumun meşru konularından biri haline gelmiş; MC döneminden farklı olarak sadece Orta ve Doğu Avrupa ile Balkan ülkelerine dayatılan bir azınlık rejimi yerine, AK ve AGİT'e üye tüm ülkelere uygulanabilir bir sistem öngörülmüştür104. Sonuç olarak, 1990'lara kadar azınlıklar konusuna yönelik pasif ve onlara özel grup hakları tanınması yerine insan haklarının evrenselleştirilmesi şeklindeki yaklaşım, takip eden yıllarda her ne kadar devletlerin egemenlik sınırlarını tacizden uzak bir tutum sergilenerek de olsa, yerini azınlıkların ve azınlık haklarının uluslararası platformda daha çok konuşulduğu bir ortama bırakmıştır. Bu durumu yine devletlerin güvenlik ve istikrar kaygıları ön plana çıkarmıştır. Nitekim, ileride değinilecek olan Avrupa Birliği genişleme sürecinin referans noktasını oluşturan Kopenhag kriterlerinin bir ayağını meydana getiren siyasi koşullar arasındaki azınlık haklarına saygı ilkesi, AB'nin hem yeni üyelerinden demokratik toplumun bir gereği olarak azınlıklara yönelik olumlu adımlar atılmasını beklemesiyle konuya verdiği önemi, hem de söz konusu devletlerin azınlıklara dair olası sorunlarını Birlik topraklarına taşınması kaygısına işaret etmektedir. 103 104 Preece,a.g.e. , s. 58. Kurubaş, a.g.e. , s. 70. 40 Azınlık kavramını ve azınlık hakları meselesinin tarihi arka planını inceledikten sonra, dünyadaki büyük güçlerin konu ile ilgili mevcut durumlarına kısaca değinmek, azınlıklar sorununun evrensel niteliğini görmek açısından yerinde olacaktır. 1.6 Dünya Güçleri Açısından Azınlıklar Konusu 1.6.1 Azınlık Hakları Kapsamında ABD’deki Durum ABD’de alışılmadık şekilde çeşitli ve de çetrefilli bir azınlık durumu görülmektedir. Yedi adet anahtar azınlık grup bulunmaktadır. Bunlar; Latinler (Porto Rikolular dahil), Afrikalı Amerikalılar, Pasifik Asyalı Amerikalılar, Araplar ve diğer Orta Doğulu Amerikalılar, Yerli Amerikalılar, Yerli Havaililer ve Inuit halkları ile Alaska Yerlileridir. Çoğu durumda, bu gruplar pek çok alt gruplar da barındırmaktadır. ABD’de çok çeşitli etnik ve dini gruplar bulunmasına rağmen, bunlardan bazılarını henüz yeterli sayıya ve dikkat çekecek bir tarihi geçmişe sahip olmayan göçmenler oluştururken, bazı gruplar hakim nüfus ile nispeten uyum sağlamada başarılı olmuş ve onların bugün azınlık olarak ciddi bir ayrımcılığa uğradıkları söylenmemektedir105. ABD’de yapılan nüfus sayımına göre 2042 yılında kendini Hispanik, Siyah, Asyalı, Amerikan Hintlisi, Yerli Havaili, Pasifik Adalı olarak tanımlayanların sayısının Hispanik olmayan beyazların sayısını geçeceğini göstermektedir. Kaliforniya ve Teksas dahil birçok devlet azınlık üyelerinin çoğunluğa dönüştüğü noktaya ulaşmış bulunmaktadır106. Ancak azınlık nüfusundaki bu artış trendi ekonomik gelir düzeylerine aynı ölçüde yansımamaktadır. Amerika’daki beyazlar ile azınlıkların arasındaki refah seviyesi farkı son çeyrek yüzyılda en üst düzeye ulaşmıştır. Beyaz hane halkı Hispanik ve siyahilerden yirmi kat daha 105 United States Of America Overview, Minority Rights Group International, güncelleme Nisan 2009, (Erişim) http://www.minorityrights.org/2611/united-states-of-america/united-states-of-americaoverview.html, 24 Ocak 2012. 106 Sam Roberts, “In a Generation, Minorities May Be The U.S. Majority”, The New York Times, 13 Ağustos 2008 (Erişim) www.nytimes.com, 24 Ocak 2012. 41 müreffeh hale gelmiştir107. Öte yandan, her ne kadar Amerika için etnik çeşitlilik ekonomi (özellikle azınlıkların genç nüfus yoğunluğuna katkısı) ve kültüre zenginlik katan en büyük değerlerden biri olarak görülse de,108 örneğin 2010 yılında Çin tarafından yayınlanan ABD İnsan Hakları Raporunda, ABD’de azınlık grupların istihdam ve ikamet konularına ilişkin ayrımcılığa uğradığı ve beyazlarla aynı politik statüye sahip olmadıkları; kanunun uygulanışında ve hukuki sistemde görünür şekilde ırkçı ayrımın var olup, göçmenlerin hak ve çıkarlarının garanti altına alınmadığı bildirilmektedir109. 1.6.2 Azınlık Hakları Kapsamında Çin’deki Durum 1 Ekim 1955 tarihinde Çin yönetimi Doğu Türkistan Otonom Bölgesi’nin kuruluşunu ilan etmiş ve o işgalden bu yana bölgede hâkimiyetinin devam ettirmiştir. Bugün Doğu Türkistan Çin için nüfus ve doğal kaynaklar açısından büyük önem arz etmekte olup, Çin’in buradaki tarım ve turfan bölgelerinin tarımsal üretimlerine ihtiyacı vardır. Çin’in kırsal kesimdeki işsizlik sorununun sonucu olarak 2020 yılına kadar kırsal kesimden şehirlere 300 milyon kişinin göç etmesi beklenmektedir. Pekin hükümetinin de kırsal bölgelerdeki bu işsiz nüfusu Doğu Türkistan’a yerleştirmesi Uygurlar ile Han Çinlileri arasında etnik gerilimlere neden olmaktadır. Bugün bölgedeki Uygur Türkleri ile Han Çinlilerinin nüfusları neredeyse birbirine yakın hale gelmiştir. ABD Doğu Türkistan’daki soruna yönelik çok sert bir tavır almamakla birlikte, Çin’de insan hakları ve özgürlüklerinin geliştirilmesi gerektiğini de vurgulamaya devam etmekte olup, her ne kadar konuya insan hakları açısından yaklaşsa da bölgedeki Uygur Türkü varlığını siyasi olarak destekler 107 “Wealth Gap Between Whites And Minorities In U.S. Widens”, globalpost, 26 Temmuz 2011, (Erişim) www.globalpost.com, 24 Ocak 2012. 108 David Minckler, “U.S. Minority Population Continues to Grow”, america.gov archive, 14 Mayıs 2008, (Erişim) www.america.gov, 24 Ocak 2012. 109 “U.S. Minority Groups Face Discrimination In Employment, Says Report”, English People’s Daily Online, 10 Nisan 2011, (Erişim) english.peopledaily.com.cn, 24 Ocak 2012. 42 görünmektedir110. Bugün Uygur Türklerinin en önemli sorunları işsizlik, kendi dillerinde eğitim yapılamaması, dini ve milli vecibelerini yerine getirmede sorunlar yaşanması, bölgeye etnik Çinlilerin göç ettirilmesi, Doğu Türkistan’ın önemli zenginliklerinin Çinlilere kullandırılması ve Doğu Türkistan’a bu kaynaklardan pay verilmemesi, Uygur Türklerinin genç nüfusunun Çin’in içlerine çalıştırma bahanesiyle götürülerek eritilmeye çalışılması ve yeniden şehirleşme çalışması yapılması bahanesiyle tarihi Türk varlıklarının yok edilmesi olarak sıralanabilir111. Dolayısıyla, Doğu Türkistan'daki mevcut durum etnik farklılık arz eden Uygur Türklerinin birtakım eğitim ve kültürel haklarına ilişkin sıkıntıları ile ekonomik olarak geri planda kalmaları ve nüfustaki yoğunluklarının bilinçli bir şekilde azaltılmasına ilişkin kaygılarını yansıtmaktadır. Öte yandan Çin Halk Cumhuriyeti içerisinde özerk bir bölge olan Tibet de Çin’deki azınlık sorunsalının başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Çin yönetiminin benimsemiş olduğu tek Çin politikası ülkedeki azınlıkları bir tehdit olarak algıladığından, farklı azınlık gruplarının kendilerini Çinli gibi hissetmelerine özen gösterilmiştir. Tibet etnik grubunun komünist yönetim tarafından Çinli diye adlandırılması da bundan kaynaklanmış; Tibet’in geleneksel kültürüne ve inançlarına dayanan Tibet milliyetçiliği devlet karşıtı bir davranış olarak yeniden yorumlanmıştır. Çin’ in uygulamakta olduğu bu azınlık politikası ülkenin eğitim sistemini de doğrudan etkilemekte, bu bölgelerdeki Han Çinlilerine verilen eğitim ekonomik gelişmenin sağlanması amacına dayanırken, azınlıklara uygulanan eğitim anavatan Çin’e bağlılığı hedeflemektedir. Çin’deki eğitim sistemi tamamen siyasi bir yapı üzerine kurulmuş olup, asıl amacı ülkenin bölünmesine sebep olabilecek azınlık hareketlerinin engellenmesini sağlamak olmuştur112. Dolayısıyla Çin, hem 110 Fatih Şen, “Çin’in Sincan-Doğu Türkistan Sorunu: Dünü, Bugünü, Geleceği”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1-Sayı 7- 8, Temmuz-Ağustos 2009, s. 127- 129. 111 Sinan Oğan, “Doğu Türkistan’da Yaşanan Olayların Sebebi ve Sonuçları”, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 21 Temmuz 2009, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/a1717.html, 7 Nisan 2011. 112 Gaye Gürkan, “Tibet Sorunu ve Uluslararası Sistem”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 10 Kasım 2008, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=230, 08 Nisan 2011. 43 ekonomik hem de ülke bütünlüğünün devamının sağlanmasına yönelik endişelerinin sonucu olarak azınlıkların seslerini yükseltmesinin önüne geçmeye çalışmaktadır. 1.6.3 Azınlık Hakları Kapsamında Rusya’daki Durum Rusya'da bir arada 70'i aşkın farklı milliyet yaşamaktadır. Bunlar aralarında dil, din, kültür, köken, sosyo-ekonomik gelişmişlik ve nüfus sayıları yönünden büyük farklılıklar göstermekte olup Sovyetlerin dağılmasından önce SSCB'nin içinde yaşayan diğer milliyetlerle genel nüfus içinde sahip oldukları oran bakımından eşitlenir durumuna gelmiş bulunan Ruslar, 1991'de meydana gelen parçalanmadan sonra (bu sefer Rusya ülkesinin içinde) yeniden ezici çoğunluk durumunu elde etmiş oldular. Ruslar, 110 milyondan fazla nüfuslarıyla ülke nüfusunun % 80'ni oluşturmaktadırlar113. 12 Haziran 1990 tarihinde bağımsızlığını ilan edip SSCB’den ayrılan Rusya Federasyonu’nun önünde çözüm bekleyen sorunların en öncelikli olanları arasında etnik sorunlar ve yükselen milliyetçilik dalgasına paralel olarak cumhuriyetlerin daha çok özerklik ve daha geniş haklar istemeleri bulunmuştur. Rusya’daki etnos sınırlar ve azınlıkların sayısı değişken ve tartışmalıdır. Bunların sebepleri arasında; hem Sovyet hem de Postsovyet döneminde farklı millet ve azınlıklar arası karma evliliklerin yaygın oluşu sonucu gerçekleşen gönüllü asimilasyonlar ve etnik aidiyet değişimlerinin sıklığı; gerçek etnik kimliğini gizleyerek, Rus olduğunu beyan etmenin iş bulma ve kariyer basamaklarını tırmanmada avantaj sağladığının düşünülmesi gibi durumlar yatmaktadır. Rusya’da konuşulan dil, etnik kökeni ve kültürel aidiyeti belirleyen en önemli etkenlerin başında olup, yaşayanların %95’i kendi milletini, yani etnik aidiyetini konuştukları dile göre belirlemektedirler. Özellikle son 10- 15 yıllık zaman diliminde “etnik devrim” ve “milli bilinçlenme” ile azınlıklar arasında “soya dönüş” süreci yaşanmakta 113 Timur Davletov, “Etnisite Işığında Rusya Federasyonu”, stradigma.com, sayı 7, Ağustos 2003, (Erişim) http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_09.html, 05 Nisan 2011. 44 olup, Rus dili ve Rus kültürü demode kabul edilip ikinci plana atılırken, kendi kültürüne, kendi tarihine, kendi anadiline dönüş süreci yaşanmaktadır114. Öte yandan Rusya dışında yaşayan Rus azınlıklar da konunun diğer bir boyutunu oluşturmaktadır. Baltık ülkelerinde bulunan Rus azınlıklar 1991 yılında Estonya, Letonya ve Litvanya bağımsız hale geldikten sonra önemli bir sorun haline gelmiştir. Rus azınlıklarla yaşanan sorunlar, 1993 Kopenhag kriterleri doğrultusunda önemini arttırmaya devam ederken bu üç ülkenin 1995 yılında AB’ye üyelik için başvurmasından sonra AB ile ilişkilerinde belirleyici rol oynamıştır. Özellikle Estonya ve Letonya’da, Rus azınlığın vatandaş olmamaları ve toplumla bütünleşememeleri en büyük sorunlar olarak değerlendirilmiştir. Bunun yanında, dil politikalarındaki birtakım eksiklikler sorunun kültürel haklar boyutunu da ortaya çıkarmıştır. Zira bu azınlıkların ana dillerinin Rusça olması bu ülkelerde ayrımcı uygulamalara uğramalarına neden olmuştur. AB, 1998 yılından itibaren yayınladığı ilerleme raporlarıyla bu ülkelerdeki Rus azınlığın karşılaştığı problemleri tespit ederek azınlıkların yasal durumlarını düzeltmek için belli tavsiyelerde bulunmuş; bu ülkeler de AB’ye üyelik hedefinin gerçekleştirilmesi yönünde Rus azınlıkların yasal konumlarında birçok düzenleme yapmış ve kendi toplumlarına entegre etmek için önemli mekanizmalar oluşturmuş olsa da bu ülkelerdeki Rus azınlığın özellikle vatandaşlık kazanma süreçlerinde birtakım iyileştirmelere gereksinimi olmuştur115. Dolayısıyla, Rusya'ya dair azınlık sorunlarının çift yönlü olduğu söylenebilir. Bu durum eski SSCB'nin dağılması süreci ile direkt ilgilidir. Bu dağılma süreci sonunda bölgede azınlık konumuna düşenler bir yana, özellikle Doğu Avrupa'da yerleşen Rus azınlıklar sorunu genişleme sürecindeki Avrupa Birliği'ni de özellikle ilgilendirir hale gelmiştir. Doğu Avrupa'yı bünyesine katma yolundaki Birlik, Rus azınlıklara dair vatandaşlık veya toplumla bütünleşememe gibi meselelerin bertaraf edilerek Birlik 114 Emin Atasoy, “Rusya Federasyonu Sınırları İçinde Yer Alan Özerk Cumhuriyetlerin Etnocoğrafya Işığında Değerlendirilmesi”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s.89- 92. 115 Emre Özkan,”Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Baltık Ülkelerindeki Rus Azınlıklar”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 6, 2006, (Erişim) http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/H7IOsBbXI3oL17xFJ1XitcniQebnjV.pdf, 17 Ocak 2011, s.104) 45 istikrarını zedeleyecek sorunların topraklarına taşınmasını engellemek istemiştir. II.BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ VE AZINLIKLAR 2.1 Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Konusunun Gündeme Gelişi Avrupa'da 1648 Westphalia Barışı ile beraber modern ulus-devlet yapılarının ortaya çıkmasına mukabil, bu yapıların siyasal sınırları etnik ya da dinsel esaslara göre değil, güç mücadeleleri sonucu yapılan anlaşmalara göre çizilmiştir. Bu durum neticesinde, Avrupa'daki hemen her ulus-devlette kaçınılmaz olarak çoğunluktan farklı kökene, dile veya inanışa sahip gruplar, yani azınlıklar yer almıştır. Ülke çapında yaşanan ve yüzyıllar süren büyük bir benzeşme/benzeştirme sonucu (vatandaşlık bilincini aşılayarak, ulus duygusunu güçlendirerek) her ne kadar AB'yi oluşturan devletler büyük oranda türdeş haline geldilerse de tam anlamıyla bir türdeşlik sağlayamamışlardır. İçlerindeki en türdeş devlet %98 ile Portekiz olurken, ortalama oran %85 de kalmıştır116. Azınlıklar konusunu temelde insan hakları çerçevesinde ele alan Avrupa Birliği, 1990’lara değin insan hakları konusuyla doğrudan ilgilenirken azınlıklar konusuna uzak kalmıştır. Bunun temel nedenlerinden biri 1945 sonrası, tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da azınlık sorunlarının sadece geniş bir siyasi gündem içinde ele alınması ve Avrupa devletlerindeki Ortak Pazar’a doğru giden Avrupa bütünleşmesinin etnik sorunları da kendiliğinden halledeceğine yönelik beklentiydi. Öte yandan 1945- 1989 arası dönemde devletler, ulusal azınlık haklarının tanınmasının kendi egemenliklerini zayıflatacağı ve hoşnut olmayan etnik grupların ayrılıkçı veya toprak talep eden emellerine cesaret vererek kendi iç birliği ve istikrarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturacağı yönünde kaygı duyuyorlardı. Dolayısıyla bu dönemde tüm devletlerde olduğu gibi Avrupa’da da azınlıklar konusu, insan hakları konsepti içerisinde ve özellikle de “eşitlik” ve “ayrım gözetmeme” ilkeleri çerçevesinde 116 Kurubaş, a.g.e , s.123- 124. 47 değerlendirilmiş; insan hakları tüm bireylere eşit olarak ve ayrım gözetmeden uygulanırsa azınlıkların korunması gibi bir sorun olmayacağı ve onlara ayrıca haklar tanınmasına edilmiştir117. 1989 da gereksinim sonrası dönemde duyulmayacağı ise, SSCB, yönünde hareket Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın dağılmasını müteakip, Orta ve Doğu Avrupa’nın genelinde azınlıkların ve ulusların uyanışı gerçekleşmiş; hareket serbestisi sayesinde büyük bir göç hareketine maruz kalan Avrupa, bu göç dalgalarını düzen ve istikrar için potansiyel bir tehdit olarak algılamıştır. Ortak standartlar geliştirme ihtiyacı karşısında AB, 1990-1995 arasında azınlıkların statüleri üzerine tartışmaya başlamıştır118. Başka bir deyişle, Avrupa’nın azınlık korunmasına ilişkin standartlarının evrimi, azınlık ve güvenlik meselelerinin arasında güçlü bir bağ olduğuna işaret etmektedir. Azınlık korumasına ilişkin ortaya çıkan mekanizmalar, güvenliğe dair maddelerin gösterdiği gelişim ile yakından ilgilidir119. Dolayısı ile AB, Soğuk Savaş sonrası komşu topraklarda meydana gelen sınır değişiklikleri ve yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması gibi kendi bütünlüğü ile birebir ilgili politik dalgalar doğrultusunda azınlıklar konusuna daha aktif bir yaklaşım sergilemeye başlamıştır. Söz konusu değişimler siyasi tarihte dönüm noktası olarak kayda geçen olaylar olmakla birlikte, halklar nezdinde de ciddi sonuçlar doğurmuş; bazı gruplar bu yeni ülkelerde azınlık konumuna gelmişler ve demokrasi ile medyanın gelişimine bağlı olarak hak taleplerini daha rahat duyurma imkanı elde etmeye başlamışlardır. Avrupa'nın azınlıklar konusundaki bu nispeten aktif yaklaşımının sonuçları tartışmaya açık olsa da, insan hakları konusunun bir yönünü oluşturan azınlık hakları AB'nin gündemine özellikle bu dönemde girmeye başlamıştır. 117 Hakan Taşdemir, Murat SARAÇLI, “Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 8, 2007, s.28. 118 Aslıhan P. Turan, “Uluslararası Hukukta ve AB’de Azınlıklar”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Nisan 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=625, 23 Ocak 2012. 119 Lodzinski, a.g.m. , s. 13. 48 2.2 Avrupa’daki Azınlıkların Özellikleri Avrupa’da pek çok farklı devlet çeşidi bulunmaktadır. Bunlar; aynı gelenek ve kültürden gelen nüfusa sahip olan devletler, federal modelde olduğu gibi bileşenlerinin yüksek derecede otonomi sahibi olduğu çok uluslu devletler ve genelde de çeşitli ulusal, kültürel ve dini kökenli gruplardan oluşan devletlerdir120. Avrupa'da yapılan pek çok çalışmaya rağmen mevcut azınlıkların sayısını ve türünü belirlemede zorluk yaşanmaktadır ve kesin rakamlara ulaşılamamaktadır. Bunun çeşitli nedenleri mevcuttur. Öncelikle farklı bir etnik kökene sahip kişiler kültürel açıdan zorunlu ya da gönüllü şekilde asimile olabildiklerinden veya azınlık dilini konuşmanın kendilerine ekonomik bir fayda sağlamamasından bahisle, o dili konuş(a)mamakta, çocuklarını da o azınlık dilinde eğitim veren bir okula göndermeyi tercih etmemektedirler. Dolayısıyla bu şahısların söz konusu azınlık nüfusu içinde sayılıp sayılamayacağı tartışmalı hale gelmektedir. Öte yandan ülkeler etnik tabanlı nüfus sayımı yapmadıklarından elde edilen veriler tahmine dayanmaktadır. Bundan başka ulus-devletlerin uyguladıkları baskı ve asimilasyon politikaları bu bireylerin azınlık kimliklerini açıklama yönündeki iradelerini zayıflatmış ya da tarihsel etkileşimler sonucu oluşan kültürel alışverişler farklılıkların azalıp benzerliklerin artmasına yol açmıştır121. Avrupa'daki azınlıklara baktığımızda, bazılarının tek bir ülke içerisinde yer alırken (Ladin, Breton, Asturyanlar gibi), bazılarının birden çok devletin sınırları içerisinde yer aldığı (Flaman, Bask, Katalan, Alman gibi) görülmektedir. Öte yandan bir kısmı ülkenin belli bir coğrafyasında çoğunluk yaratırken (İspanya'daki Katalanlar gibi), bazıları yoğunlaştıkları yerlerde bile (İspanya'daki Basklar gibi) azınlık olmamaktadırlar. Siyasallaşma düzeyindeki farklılıklar da Avrupa’daki azınlıkların başka bir özelliğini oluşturmaktadır. Azınlık grubunun üye sayısı, devletin uyguladığı politikalar, öz bilinçleri, dış desteğe sahip olup olmadıkları gibi etkenler azınlıkların taleplerini ve buna 120 Schumann, a.g.m. , s. 87. Kurubaş, a.g.e. , s. 126- 127. 121 49 bağlı sorunları değiştirmektedir. Bazen azınlık talepleri ülkelerin şiddet içeren sorunlarla karşılaşmasına neden olabilmektedir122. Azınlıkların çeşidini tanımlamak konusunda da kavramsal kargaşalar yaşanmaktadır. Özellikle etnik ve dilsel azınlık ayrımında bu durum söz konusudur. Örneğin İtalya'da Katalanlar dilsel azınlık iken İspanya'da ulusal grup olarak değerlendirilmektedirler. Etnik azınlık ile ulusal azınlık arasındaki ayrımda da kavramsal sıkıntılar mevcuttur. Katalanlar ya da Basklar etnik azınlık iken, Almanya'daki Danimarkalılar ya da İtalya'daki Almanlar (hukuken öyle tanınmasalar da) teknik olarak ulusal azınlıklardır. Kavramsal sıkıntıların bir diğeri de yerli halk ile azınlık ayrımı konusunda yaşanmaktadır. Avrupa'daki bazı azınlık gruplarını aslında yerli halklar oluşturmaktadır. Bu gruplar kapalı koruyabilmişlerdir. toplumlar Avrupa değerlendirmektedir123. Aslında şeklinde bu yerli yaşadıklarından grupları haklara azınlık kolektif farklılıklarını statüsünde haklar tanıma konusundaki bu daha istekli hal, yerli halk taleplerinin bazı azınlıkların self determinasyon taleplerinde olduğu gibi devletleri tehdit etmediği görüşünü yansıttığı söylenebilir. Yerlilik bağlamında self determinasyon, çok az durumda ayrılma ile ilgilidir124. Bunlardan başka Avrupa'da eski ve yeni azınlıklar ayrımında da sıkıntılı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bazı ülkeler göçmenleri yeni azınlıklar olarak değerlendirirken, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde bu kişiler vatandaş bile olsa azınlık rejiminin dışında tutulmaktadırlar125. Ulusal azınlıklar ve göçmenler arasında ayrımların yapılması, AB bünyesine net bir azınlık tanımı yapılmasına ve ortak bir politika yürütülmesine engel olmaktadır126. Avrupa'da da olduğu gibi, azınlıklara ilişkin sayı, tanıma uygunluk veya çeşit gibi sorunsalların mevcut olması, aslında azınlık kavramının sosyal bir olgu arz etmesinden kaynaklanmaktadır. Bir ülkede farklı kökene haiz birey baskı ile karşılaştığında ya da çoğunluğa entegre olmanın ekonomik 122 Kurubaş, a.g.e. , s. 128- 129. Kurubaş, a.g.e. , s. 127. 124 Thornberry, a.g.m. , s.21. 125 Kurubaş, a.g.e. , s. 128. 126 Turan, a.g.m. 123 50 getirisine bağlı olarak kimliğini geri plana itebilmektedir. Farklı kimliğini ifşa etme ya da etmeme isteği ile ilgili bu durum, azınlık tanımının öznel ögesini oluşturan azınlık bilincinin var olup olmaması ile yakından ilişkilidir. Bahsedilenler dışında başka bir azınlık türü olan dinsel azınlık kavramından bahsetmek gerekirse, bu kavram da laikliğin büyük oranda bölgede yerleşmiş olması ve insan haklarının genel olarak inanç serbestisini getirmesi neticesinde büyük oranda anlamını yitirmiştir127. Tablo: Avrupa Birliği üyesi ülkelerde etnik/dilsel/dinsel unsurlar128 ÜLKE ADI İTALYA FRANSA ALMANYA BELÇİKA AVUSTURYA HOLLANDA LÜKSEMBURG 127 ETNİK/ULUSAL TOPLULUKLAR (çoğunluktan farklı) Fransız, Alman, Sloven, Arnavut, Yunan Alman, Slavik, Kuzey Afrikalı, Çinhintli, Bask, Bröton, Provençal, Katalan, Korsikalı DİL İtalyanca (resmi dil), Almanca, Fransızca, Slovence Fransızca (resmi dil), hızla kullanım alanı daralmak üzere olan Provençal, Brötonca, Almanca, Korsikan dili, Katalanca, Baskça, Flaman dili Türk, Yunan, İtalyan, Polonyalı, Rus, Sırp Hırvat, İspanyol Almanca (resmi dil) Flaman, Valon, Alman Hollandaca(resmi dil), Fransızca(resmi dil), Almanca (resmi dil) Eski Yugoslavyalı (Hırvat, Sloven, Sırp, Boşnak), Türk, Alman, Macar Almanca (yurt geneli resmi dil), Türkçe, Sırpça, belli bölgelerde resmi dil olmak üzere Hırvatça, Slovence, Macarca Endonezyalı, Türk, Sürinamlı, Faslı, Karayipli Portekizli, Fransız, İtalyan, Alman Hollandaca (resmi dil), Friz dili (resmi dil) Lüksemburg dili (ulusal dil), Almanca ve Fransızca (yönetsel diller) DİN %80 Hristiyan %85- 90 Hristiyan %68 Hristiyan %75 ‘den fazla Hristiyan %80’e yakın Hristiyan %50 dolayında Hristiyan %90’ a yakın Hristiyan Kurubaş, a.g.e. , s. 128. Tablo bilgileri Central Intelligence Agency, The World Factbook, (Erişim) https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/, 12.07.2012 ve Kurubaş, a.g.e., s.130131’den derlenmiştir. 128 51 FİNLANDİYA İsveçli, Rus, Estonyalı, Roman(Çingene), Sami Fince (resmi dil), İsveçce (resmi dil), Sami dili, Rusça YUNANİSTAN Yunanistan etnisiteye dayalı veri toplamasa da, Türk, Makedon, Arnavut, Pomak, Ermeni, Vlah, Yahudi, Roman(Çingene) gruplar bulunmaktadır. Yunanca (resmi dil), İngilizce, Fransızca, Türkçe, Bulgarca, Makedonca, Arnavutça, Pomakça, Ermenice, Vlahca DANİMARKA İskandinav, İnuit, Farolu, Alman, Türk, İranlı, Somalili Danca, Faroese dili, Grönlandca (İnuit dialekti), Almanca Asyalı, Siyahi İngilizce (resmi ve en yaygın kullanılan dil), İrlandaca (resmi dil) İRLANDA İSPANYA PORTEKİZ İNGİLTERE ÇEK CUMHURİYETİ Akdeniz ve Kuzey Avrupalı birleşimi En homojen nüfus (%98) 4 ulusal grup olan İngiliz, İskoç, Galli, İrlandalı (toplamda nüfusun %90’ından fazla) yanı sıra Siyahi, Hintli, Pakistanlı İspanyolca (resmi ve yaygın dil), özerk bölgelerde Katalanca, Galiçce ve Baskça resmi diller Portekizce (resmi), Mirandese dili (resmi fakat yerel (kuzeydoğu Portekiz) kullanımda) İngilizcenin yanı sıra tanınmış bölgesel diller olarak İskoç dili, Galce, İrlandaca, İskoç Gaelik, Korniş %85’e yakın Hristiyan %98 dolayında Hristiyan %98 Hristiyan %90’dan fazlası Hristiyan %95’e yakın Hristiyan %85’den fazla Hristiyan %70’den fazlası Hristiyan %60’a yakın bağımsız, %30’a yakın Hristiyan Moravyalı, Slovak Çekçe, Slovakça Sırp, Hırvat, Boşnak Slovence (resmi dil), Sırp Hırvatçası, İtalyanca (yalnızca İtalyan ulusal topluluklarının ikamet ettiği belediyelerde resmi), Macarca (yalnızca Macar ulusal topluluklarının ikamet ettiği belediyelerde resmi) SLOVAKYA Macar, Roman (Çingene), Ukraynalı Slovakça (resmi dil), Macarca, Roman dili, Ukrayna dili %85’e yakın Hristiyan MALTA Maltalı (Antik Kartacalı ve Fenikelilerden gelen güçlü İtalya ve diğer Akdeniz unsuru taşıyan) Maltaca (resmi dil), İngilizce (resmi dil) 98% Hristiyan ROMANYA Macar, Roman(Çingene), Ukraynalı, Alman, Rus, Türk Rumence (resmi dil), Macarca, Çingene dili %99’a yakın Hristiyan SLOVENYA %60 dolayında Hristiyan 52 LETONYA LİTVANYA MACARİSTAN ESTONYA Rus, Belaruslu, Ukraynalı, Polonyalı, Litvanyalı Letonca(resmi dil), Rusça, Litvanyaca Polonyalı, Rus, Belaruslu Litvanyaca (resmi dil), Rusça, Leh dili Roman (Çingene) Macarca yaygın şekilde Rus, Ukraynalı, Belaruslu, Fin Estonca (resmi dil), Rusça BULGARİSTAN Türk, Roman (Çingene), Makedonyalı, Ermeni, Tatar, Çerkez Bulgarca (resmi dil), Türkçe, Çingene dili KIBRIS CUMHURİYETİ Türk İSVEÇ POLONYA Yunanca, Türkçe, İngilizce Fin, Sami, eski Yugoslavyalı, Danimarkalı, Norveçli, Yunan, Türk İsveçce (resmi dil), Sami Dili, Fince Alman, Belaruslu, Ukraynalı Leh dili (resmi ve yaygın) 2006 verilerine göre %63,7 belirsiz %85’e yakın Hristiyan %75’e yakın Hristiyan 2000 yılı verilerine göre %70 civarı belirsiz ya da bağımsız %60 dolayı Hristiyan %80’e yakın Hristiyan %90’a yakın Hristiyan %90’dan fazla Hristiyan 2.3 Azınlıklar Konusuna İlişkin Temel Belgeler Farklı etnik, kültürel ve dilbilimsel arka plana sahip yaklaşık 450 milyon AB vatandaşının farklılıklarının ve haklarının güvence altına alınması, AB’nin insan haklarıyla ilgili müktesebatının öncelikli maddeleri arasındadır. Bu amaçla, AB Temel Haklar Şartı çerçevesinde bölge, dil, din, inanç esaslı ayrımcılığı yasaklayan AB; bu farklılıklara saygıyı temel politika olarak kabul etmiştir. BM antlaşma ve sözleşmelerine ilave olarak Bölge veya Azınlık Dilleri İçin Avrupa Şartı (1992), Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme (1995) ve Temel Haklar Şartı (2000) AB’nin ‘haklar’ ile ilgili temel başvuru kaynaklarıdır. BM, AK ve AB tarafından insan hakları bağlamında dil 53 ve azınlık haklarıyla ilgili, üzerinde mutabakata varılan ve imzalanan her belgenin üye ülkeler için bağlayıcılığı vardır129. AKÇT (Avrupa Kömür Çelik Topluluğu), AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve AAET(Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu), ekonomik bütünleşme temeline dayanan antlaşmalar olduğundan haklara ilişkin bir katalog içermemektedirler130. 1950’lerin ilk yarısında ortaya konulan ve başarısızlığa uğrayan Avrupa Siyasî Topluluğu projesinde, temel haklar konusunda insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunması hakkında Avrupa Sözleşmesine atıf yapan bir bölüm öngörülmesine karşılık, Avrupa topluluklarını kuran antlaşmalarda temel haklarla ilgili hükümlere yer verilmemiştir131. Dolayısıyla azınlıklar konusu da, AB'nin ekonomik entegrasyondan siyasi entegrasyona geçişi süreci ile birlikte gündeme alınmaya başlanacaktır. Bu da 1989 sonrası konjonktürel değişimleri takip eden yıllara rastlamaktadır. Ekonomik bütünleşmenin sağlanmasının ardından, Avrupa Birliği’ni kuran, üye devletler arasında yeni işbirliği alanları yaratarak, ekonomik alandaki bütünleşmeyi siyasi bütünleşme ile destekleyen Maastricht Anlaşması 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmıştır132. 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren antlaşmanın resmi adı Avrupa Birliği Antlaşması’dır. Avrupa Birliği Antlaşması, Avrupa Topluluklarını kuran antlaşmalara getirdiği değişiklikler yanında, Topluluklar için geçerli hukuki ve kurumsal yapıdan farklı biçimde, üye devlet hükümetleri arasındaki işbirliğinin önem taşıdığı Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Adalet ve İçişleri Alanında İşbirliği konularında iki yeni eylem alanı oluşturmuştur. AB Antlaşmasının özelliği, üç 129 Süer Eker, “Avrupa Birliği’nin Yeni Mottosu “Farklılıkta Birlik” ve Türkçenin “Farklılıkta Birlik” teki Yeri”, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 49, 2009, s.37. 130 Meral Atılgan, “Avrupa Birliği, Azınlık Hakları Ve Türkiye”, Popüler Tarih, 2008, (Erişim) http://www.populertarih.com/avrupa-birligi-azinlik-haklari-ve-turkiye/, 23 Ocak 2012. 131 Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, Kasım 2001, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf, 24 Ocak 2012. 132 Avrupa Birliği’nin Tarihçesi, T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı, (Erişim) http://www.mof.gov.tr/node/85, 24 Ocak 2012. 54 Topluluğu (AKÇT, AAET, AT) ve iki yeni eylem alanını ortak bir çatı (Avrupa Birliği) altında toplamasıdır133. Maastricht Anlaşması’nın eski F maddesinin 2. Fıkrası “Birlik, 4 Kasım 1950’de Roma’da imzalanan AİHS’de garanti altına alınan temel haklara ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel haklara, Topluluk hukukunun genel prensibi olarak saygılı olacaktır” derken; 1 Mayıs 1999’da yürürlüğe giren ve AB vatandaşlığına yapılan vurguyu güçlendiren ve yaklaşan genişleme sürecinde Birliğin kurumsal yapısının sağlamlaştırılmasına çalışan Amsterdam Antlaşması’nda134 ise Maastricht Anlaşması’nın F maddesi 6. Madde olarak değiştirilmiş ve “özgürlük, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ile hukuk devleti” ilkelerine vurgu yapılmıştır135. Daha sonra, 3- 4 Haziran 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen Köln Zirvesinin sonuç bildirgesinde, Avrupa Birliğinin geldiği aşamada Birlik düzeyinde uygulanan temel hakların, bir Şartta toplanmak suretiyle açıklığa kavuşturulmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Köln Zirvesinin bu direktifi doğrultusunda sürdürülen çalışmalar, Nice’de 7 Aralık 2000 tarihinde Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır136. Şart’ın 20. maddesinde (kanun önünde eşitlik) herkesin kanun önünde eşit olduğu; 21. maddesinin (ayrımcılık yapmama) ilk fıkrasında cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasî veya diğer her türlü düşünce, bir ulusal azınlığa mensubiyet, servet, doğum, sakatlık, yaş veya cinsel eğilime dayalı her türlü ayırımcılığın yasak olduğu, 2. fıkrasında ise Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın ve Avrupa Birliği Antlaşmasının uygulama alanı kapsamında ve bu Antlaşmaların özel hükümlerine halel 133 Sahir Özdemir, “Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Topluluğu, Avrupa Toplulukları, Avrupa Birliği, Roma Antlaşması, Avrupa Tek Senedi, Avrupa Birliği Antlaşması, Maastricht Antlaşması, Amsterdam Antlaşması, Nice Antlaşması (Kavramlara İlişkin Açıklayıcı Not)”, Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, Haziran 2001, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/ozdemirs/kavram.pdf, s.3, 23 Ocak 2012. 134 Avrupa Birliği’nin Tarihçesi, T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı, (Erişim) http://www.mof.gov.tr/node/85, 24 Ocak 2012. 135 Atılgan, a.g.m. 136 Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, Kasım 2001, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf, 24 Ocak 2012. 55 gelmemek kaydıyla, milliyet esasına dayalı her türlü ayrımcılığın yasak olduğu; 22. maddede (kültür, din ve dil çeşitliliği) de Birliğin kültür, din ve dil çeşitliliğine saygı gösterdiği vurgulanmaktadır137. Temel Haklar Şartı'nın 21. maddesi ulusal azınlıklardan bahseden tek madde olup, ayrımcılığın dayandırılabileceği ondan fazla farklı unsuru yasaklamaktadır. Bu maddeye göre, azınlık mensupları ayrımcılığa uğradıklarına dair iddiaları için dil ve din gibi unsurları ya da eğer varsa daha genel olan bir ulusal azınlığa mensubiyeti dayanak olarak kullanabilecektir. Bu durum Romanlar138 veya içinde yaşadıkları devletçe tanınmayan ulusal azınlıklar için önem arz edebilmektedir. Örneğin, Çerçeve Sözleşme'ye göre Romanlar Danimarka'da azınlık sayılmazken, kendilerine Roman olduklarından ötürü ayrımcılık yapıldığını hissedenler, ayrımcılığa uğradıkları iddialarını bir ulusal azınlığa mensubiyet yerine etnik ve sosyal kökenlerine dayandırabileceklerdir. Aynı durum Fransa'da tanınmayan azınlık üyeleri Bretonlar için de geçerli olabilecektir139. Öte yandan Şart'ın 22. maddesine bakıldığında, bu maddenin devlet içi ilişkilere uygulanabilir olup olmadığı sorusu karşımıza çıksa da, çeşitlilik denirken daha çok devletlerarası boyuttan, yani üye devletlerin farklılıklarına saygı gösterileceğinden bahsedildiği düşünülmektedir140. Ancak diğer bir görüşe göre de, çeşitliliğe yapılan vurgu, azınlık haklarına yapılan üstü kapalı bir göndermedir. Bu maddenin 21. maddeden sonra gelmesi, azınlıklara 137 Bkz. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, Bölüm III: Eşitlik Romanlar (veya Çingeneler), Avrupa’daki diğer azınlıklardan farklı olarak, tarihsel bir ülkeye sahip değildirler ve Orta Asya ve Avrupa’nın neredeyse bütün ülkelerinde yaşamışlardır. Çingenelerin kökenleri konusundaki tartışmalar halen devam etmekle birlikte;19. yüzyılın başlarında halkbilimciler, tarihçiler ve dilbilimciler bu konuya eğilmişler, Hint dili ile Çingenelerin konuştukları dil (Romani) arasındaki benzerliklerin keşfedilmesiyle, günümüzde büyük ölçüde kabul gören teze göre Çingenelerin kökeni Hindistan’a dayanmaktadır. Bkz. Doğa Aydoğan, “Yabancı Çingenelerin Türkiye'ye Giriş, İkamet, Seyahat Özgürlükleri ile Türkiye'den Sınır Dışı Edilmeleri”, Atılım Üniversitesi İz Dergisi, sayı 4, 01 Haziran 2007, No.4, s.42- 47. Romanlar Avrupa’daki en büyük etnik azınlık grubu oluşturmakta olup, üye ülkelerin yaklaşık 10- 12 milyon Romana ev sahipliği yaptığı, ancak çoğunluğunun sosyal dışlanma, ayrımcılık, ırkçılık ve fakirlikle yüz yüze olduğu bilinmektedir. Bkz. “Creating A European Roma Policy”, Hungarian Presidency Of The Council Of The European Union, (Erişim) http://www.eu2011.hu/developing-european-roma-policy, 24 Ocak 2012. 139 Ulrike Barten, “Minority Rights In the European Union After Lisbon”, University Association for Contemporary European Studies, t.y. , (Erişim) http://www.uaces.org/pdf/papers/1102/barten.pdf, s.11, 23 Ocak 2012. 140 Barten, a.g.e. , s.11. 138 56 mensup bireylere ayrımcılık yapılmaması ile çeşitlilik ilkeleri arasında belirgin bir bağ olduğunu vurgulamakta olabilir. Ancak çeşitliliğin yasal bir haktan ziyade bir değere tekabül etmesinin sonucu olarak, değerlere yapılan anayasal bir gönderme sembolik önem taşısa da pratikte çok etkili olmayabilir. Dolayısıyla bu anayasal vurgu, bireylere yasal süreçte kullanabilecekleri bir dava hakkı tanınması değil, anayasaya uymakla sorumlu kişi ve kurumlara, yasa hazırlarken ve politika oluştururken bu değerlere ayak uydurma sorumluluğu yüklemesi sayılabilir141. Öte yandan, Avrupa Birliği belgeleri kapsamında azınlıklar konusunun yer aldığı başka bir metin de yakın geçmişte yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması’dır. AB üyesi 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından 13 Aralık 2007 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, Avrupa Birliği için yeni bir hukuki temel öngörmektedir. Birlik organlarını daha şeffaf ve etkili bir duruma getirme, Birliğin aldığı kararların demokratik meşruiyetini artırma ve temel hakların Birlik alanında korunması konusunda iyileştirmeler sağlama, Lizbon Reform Antlaşması’nın erişmek istediği en önemli hedeflerdir. Avrupa Birliği’nin ekonomik, kültürel ve sosyal bütünleşme sürecine yeni bir ivme kazandırması hedeflenen Lizbon Antlaşması, Maastricht, Amsterdam ve Avrupa Birliği Anayasası Antlaşmaları’ndan farklı olarak, Avrupa Birliği için yeni bir antlaşma metni niteliğinde olmayıp, mevcut Avrupa Birliği Antlaşması’nı (ABA) ve Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmayı (ATA) değiştiren hükümler içermektedir. Lizbon Antlaşması bu nedenle, Avrupa Birliği Reform Antlaşması olarak da adlandırılmaktadır142. Lizbon Antlaşması’nın 2. maddesinde; “Birlik insanın yüceliği, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulmuştur. Bu değerler çoğulculuk, ayrım gözetmeme, hoşgörü, adalet, 141 Dilek Kurban, ''Avrupa Birliği'nin Anayasal Düzeninde Azınlık Hakları: Açılımlar, Fırsatlar ve Olasılıklar'', Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s.220. 142 Ahmet M. Güneş, “Lizbon Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, sayı 1- 2, 2008, s. 740,742. 57 dayanışma ve kadın erkek eşitliğinin hüküm sürdüğü bir toplumda tüm üye devletler için ortaktır.” denilmektedir143. Ancak azınlık hakları konusunun “azınlıklara mensup bireylerin hakları” şeklinde ifade edildiğinin altı çizilmelidir. İleride değinilecek olan Kopenhag kriterlerinin siyasi kıstaslar başlığı altında “azınlıklara saygı” koşulu bulunurken, Lizbon Antlaşması’nın 2. maddesinde azınlıklara dahil bireylerden söz edilmesi açıkça 2. maddede konuya kolektif değil bireysel haklar boyutunda yaklaşıldığının beyan edilmesidir. Ayrıca, yine azınlıklara mensup kişilerin hakları insan hakları konsepti ile ele alınmaktadır144. Azınlık haklarına saygı konusu, aday ülkelerin üyeliği için resmi bir kriter olmaya devam ederken, Lisbon Antlaşması ile üyeler açısından da bu konuda yükümlülük getirilmiştir. Ancak, Lizbon Antlaşması’nın AB’ye azınlık haklarını koruma alanında açık bir yetki vermemesi, bu alanda uygulanacak yeni politika açılımlarından bahsetmemesi ve üye devletleri azınlıklarını korumak için etkin politikalar üretmeye zorlamaması, AB’nin azınlık hakları konusunda ne kadar ilerleyebileceğinin sorgulanmasına sebep olmaktadır145. Sonuç olarak, AB'nin azınlık politikasının dayanağı sayılabilecek temel belgelere bakıldığında, azınlıklara pozitif haklar temin edilmesi yönünde üye ülkeleri hukuken denetleyici ve yaptırım gücü sahibi etkin bir mekanizmanın varlığından söz edilemese de, Birlik içerisinde etnik, dilsel, dinsel ve bunlar gibi herhangi bir farklılığın kişilerin haksız uygulamalara maruz kalmasının önüne geçilmek istendiği ve bahsi geçen belgeler ışığında üye ülkelerden bu yönde beklentiler olduğu anlaşılmaktadır. Burada AB topraklarında yaşayan her bireyin eşit olduğu ve farklılıkların ayrımcı politikalara dayanak yaratması yerine kültürel zenginliğe dönüştüğü bir AB üst kimliğinin oluşturulmaya çalışıldığı akla gelmektedir. Siyasi entegrasyonun gerçekleşebilmesinin bir basamağı olarak, çok çeşitli kimliklerin bir arada yaşadığı Avrupa topraklarındaki azınlıklara dair sorunların egale edilerek AB vatandaşlığı ekseninde bir bütünlük yaratılmak istense de, azınlık hakları konusunda ulus 143 Lizbon Antlaşması için bkz. The Lisbon Treaty Website, (Erişim) http://www.lisbontreaty.org/wcm/index.php 144 Barten, a.g.m. , s. 5. 145 Turan, a.g.m. 58 devletlerin egemenlik sınırlarını ihlalden uzak, her ülkenin kendi iç politikası ve uygulamalarına zarar vermeyecek şekilde, azınlıklara pozitif haklar tanınması yönünde baskıcı bir tutum yerine demokratik, eşitlikçi, ayrımcılıktan uzak bir tavır ile kimlik farklılıklarının soruna dönüşmesinin önüne geçilmeye çalışıldığı yorumlanabilir. AB'nin üye ülkelerden insan hakları ve azınlıklar konusundaki beklentilerini, bünyesine dahil etme yolunda olduğu ülkeler için de geçerli kılacağı tabiidir. Hatta çoğu kez, aday ülkeler söz konusu olduğunda azınlıklar meselesine dair daha talepkar olması ile siyasi ve akademik platformda eleştiriye uğradığı görülmektedir. 2.4 Kopenhag Kriterleri ve Üyelik Süreci 22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Siyasi kıstas ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığını; ekonomik kıstas istikrarlı piyasa ekonomisinin mevcudiyeti ve başta AB olmak üzere dış dünya rekabetine dayanma kapasitesini; uyum kıstası da siyasi birlik ile ekonomik ve parasal birlik de dahil olmak üzere AB’nin müktesebatına uyum kapasitesini içermektedir146. Siyasi kıstas başlığı altında, insan haklarına saygı ilkesinin yanına “azınlık haklarına saygı” koşulunu da özellikle ekleyen AB, Birliğe aday olacak ülkeler açısından bu konudaki beklentisini ortaya koymuştur. Azınlıklar konusuna verilen önemin artması, ekonomik nitelikte bir bütünleşme hareketi olan AB’nin siyasi bütünleşmeye doğru evrilme niyetiyle 146 Kopenhag Kriterleri, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/437-438.pdf, 23 Ocak 2012. (Erişim) 59 doğrudan ilişkilidir. Derinleşen AB, ulusal politikaları uluslar üstü platformda uyumlaştırmaya çalışırken, ulaştığı siyasi edinimi genişleme sürecinde sürdürebilmek için üye adaylarına ekonomik kriterlerin yanında bu siyasi kriterleri getirmiştir. Dönemin aday ülkelerinin büyük kısmının eski Doğu Bloğundan olması ve buralardaki etnik problemlerin bölgesel tehdit yaratması, AB’nin muhtemel yeni üyeleri için "azınlık haklarına saygı" ilkesini ön koşul olarak belirlemesinde büyük etken olmuştur147. Dolayısı ile AB, Birliğe girme talebindeki ülkelerin mevcut siyasi potansiyellerini de göz önünde bulundurarak azınlık haklarına saygı ilkesine vurgu yapmıştır. Nitekim, Avrupa'nın azınlık konusunda en renkli bölgesi Orta ve Doğu Avrupa'dır. Örneğin büyük azınlıklar arasında; Romenler, Baltık ülkelerindeki Ruslar, Romanya, Slovenya ve Slovakya'daki Macarlar, Bulgaristan'daki Türkler, Litvanya, Letonya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki Polonyalılar, Polonya, Romanya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'ndeki Almanlar, Slovenya'daki Sırp ve Hırvatlar sayılabilir148. AB genişleme sürecinde azınlıkların korunması rolünün özellikle altını çizerek, Birliğin gelecekteki Merkezi Avrupa topraklarında politik istikrarı korumak niyetinde olmuştur149. Ancak Kopenhag kriterleri çok geneldir ve bu kriterlere uyum sağlamaya ilişkin ne yapılması konusunda aday ülkelere sınırlı derecede rehber olmaktadır. Bazı yazarlara göre bu belirsizliğin AB’ye yorumlama ve değerlendirmeye ilişkin büyük boşluk bırakması sonucu olarak, aday ülkeler şartların daha detaylı belirtildiği bir duruma nazaran yeni kurumlar ve önlemler oluşturma ve benimseme konusunda oldukça ileriye gidebilmektedirler. Bu bağlamda, AB’nin azınlık politikalarına ilişkin talepleri her zaman eşit katılıkta olmamakta veya çelişmekte iken, ülkeler içerisinde üyelik gereklerini farklı yorumlayan taraflar arasında siyasi tartışmalar ortaya 147 Gözde Kılıç Yaşın, “AB’nin Azınlık Anlayışı”, heddam.com, 20 Eylül 2005, (Erişim) http://www.heddam.com/Duragan/350.asp, 23 Ocak 2012. 148 Sibel Bağış, Togay Türkay, “Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Ve Anadilde Eğitim Sorunsalı”, AB Analiz, 21 Ekim 2010, (Erişim) http://www.abanaliz.com/haberdetay.asp?ID=290, 24 Ocak 2012. 149 Peter Vermeersch, “Minority Policy In Central Europe: Exploring The Impact Of The EU’s Enlargement Strategy”, The Global Review of Ethnopolitics, Vol. 3, no. 2, January 2004, s.7. 60 çıkmaktadır150. Adaylık sürecinde gerçekleştirilen reformlar kimi zaman özellikle ülkedeki muhalif kanatlarca ulusal egemenlik kaygılarıyla eleştirilmekte olup, reform taleplerinin azınlıklar gibi hassas bir konu üzerine olduğu durumlarda da belli grupların çıkarlarının bilinçli olarak gözetilerek bunların dayatıldığı fikrini savunanlar ortaya çıkabilmektedir. Ancak Kopenhag kriterlerini sağlama yönündeki devlet içi düzenlemeler, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların bu ülkelerde yerleşmesi açısından kuşkusuz önemlidir. Kopenhag kriterlerinin bu genel hali, AB'nin kendi politik çıkar ve beklentileri ölçüsünde aday ülkelerdeki azınlık sorunlarına ilişkin yorum farklılıklarının oluşmasına da yol açabilmektedir. Örneğin Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve Slovakya’nın ilk ilerleme raporlarında, bu ülkelerde sayıca daha büyük azınlık gruplar bulunmasına rağmen, üzerinde yorum yapılan tek azınlık konusu Romanlar olmuştur. Azınlıklar konusundaki bu hiyerarşi, AB’nin en güçlü komşusu ve enerji tedarikçisi konumundaki Rusya ile iyi ilişkiler sürdürme ve göçe ilişkin kendi hafif güvenlik meselesi konusundaki çıkarlarını yansıtmaktadır. Belli bir toprağa bağlı ve politik anlamda seferber olmuş bir azınlık yerine, belli bir toprağa bağlı olmayan, dağınık ve tecrit durumdaki halleri ile Romanlar, üzerinde odaklanılacak siyaseten daha az duyarlı bir grup arz etmiştir151. Bu bağlamda, katılım süreci azınlıkların korunması meselesine ilişkin farkındalığı oldukça artırsa da, Avrupa kurumlarının farklı rol ve gündemlerinin oluşu, Avrupa ülkelerinin kendi içinde ve bunlar arasında azınlıkları tanımlama konusunda farklı anlayışlar bulunması ve devamlı değişen politik havalar uzun dönem ve etkin bir azınlık stratejisi yaratma olasılığını uzak ve bazı azınlıkların çıkarlarına da isteksiz yaklaşılmasına yol açmaktadır152. 150 Vermeersch, a.g.m., s.8. Gwendolyn Sasse, “EU Conditionality And Minority Rights: Translating The Copenhagen Criterion Into Policy”, EUI Working Papers, European University Institute, Robert Schuman Centre For Advanced Studies European Forum Series, RSCAS No: 2005/16, s.7. 152 “The EU And Minority Policy - Does Enlargement Signal The End Of Influence?”, euroactiv.com, ilk yayın 7 Nisan 2003, güncelleme 29 Ocak 2010 (Erişim) 151 61 AB'nin azınlıklar meselesine ilişkin aday ülkelere yönelik tutumu ile hali hazırda üye olan ülkelere karşı tavrının aynı olmaması zaman zaman eleştirilmekte ve belirli bir azınlık politikasının aslında var olmadığı izleniminin doğmasına yol açmaktadır. AB birincil ve ikincil hukuku sisteminde azınlıklara pozitif haklar tanınması konusunda bağlayıcı nitelikte bir hukuki düzenlemeye gidilmemiştir. Avrupa Parlamentosu (AP), AB Komisyonu ve AB Konseyi’nin de bu alanda AB antlaşmaları ile belirlenen herhangi bir yetkileri bulunmadığından azınlıklara pozitif haklar tanıyan tüzük ve yönerge gibi hukuken bağlayıcı olan uygulamalara gitmedikleri görülmektedir. AB’nin azınlık haklarını iç hukukuna dâhil etmeme yönündeki tutumu, üye ülkelerin azınlıkların korunması konusunda farklı uluslararası yükümlülük altında olmaları nedeniyle farklı azınlık uygulamalarına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Ancak, AB adayı Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Türkiye’ye yönelik olarak son derece aktif bir azınlık hakları ve azınlıkların korunması politikası izlemiş AB kurumlarının, konu AB’nin kendi azınlıklarına gelince sessiz kalmaları, “çifte standart” olduğu yönünde eleştirilere neden olarak, AB’nin bu konudaki güvenirliliğine zarar vermektedir153. Maastricht Antlaşması AB üyesi ülkeler için bağlayıcı iken, Kopenhag Kriterlerinin sadece yeni üye olacaklar için zorunlu kılınması ile beraber, azınlık haklarına saygı konusunu aday ülkeler için gündemde tutan AB, bunun üye ülkeler için geçerli ve bağlayıcı olmamasını sağlamış; böylece azınlıklar ve azınlık haklarını üçüncü ülkeler ile sürdürülecek dış ilişkiler çerçevesinde dikkate alarak bu konudaki Birlik içi ulusal politikalara şekil vermekten kaçınmıştır154. Bu bağlamda, AB'nin üye ülkelerdeki azınlıklar meselesine müdahaleci olmayan bir yaklaşım sergilemesi, konunun bu ülkelerin kendi pratiklerine http://www.euractiv.com/enlargement/eu-minority-policy-enlargement-signal-influence/article110088, 24 Ocak 2012. 153 Hakan Tunç, “Türkiye-AB İlişkileri Çerçevesinde Azınlık Hakları Ve Azınlıkların Korunması”, Moda Düşünce Akademisi, t.y. (Erişim) http://www.modadusunce.com/page/altsayfalar/azinlikhaklari.html, 24 Ocak 2012. 154 Yaşın, a.g.m. 62 terk edilmesine ve azınlıkların yarattığı tehdit algılamaları çerçevesinde bireysel politikalar üretmelerine sebebiyet verebilmektedir. AB üyeleri arasında uyumlu bir azınlık politikası izlenildiğini söylenmesi oldukça zordur. Azınlık haklarına itina ile yaklaşan üyelerin yanında, azınlıkları eritme politikaları izleyen üyeler de mevcuttur. Slovakya, Macar azınlığa karşı; Yunanistan, Batı Trakya’daki Türk azınlığa karşı; Fransa da topraklarında yaşayan azınlıklara karşı eritmeci politikalar yürütürken; çoğulcu, entegrasyonist politikalar izleyen AB üyeleri de mevcuttur. Örneğin İspanya anayasası, özerk toplulukların dil haklarını tanımış, hatta bu dilleri kültürel miras kapsamında anayasa koruyuculuğu altına almıştır. Belçika, dört farklı dil bölgesine bölünmüşken, İtalya’da da dilsel azınlıklar özel yasalarla koruma altındadırlar. İsveç, Macaristan ve Çek hükümetleri de azınlıkların korunmasına önem vermektedir. Her ne kadar Avrupa Birliği üyeleri arasında tek ve ortak bir azınlık hakları politikası üretilmemiş olsa da, üye devletlerin evrensel ve Avrupa merkezli örgütlerin azınlıklar üzerine kabul ettikleri prensipleri iç hukuklarında kabul etmeleri ve uyumlu düzenlemeler yapmaları beklenmektedir155. 2.4.1 AB Üyeliği ve Merkezi Doğu Avrupa'nın Azınlık Haklarına Yaklaşımı Avrupa Birliği’nin Merkezi Doğu Avrupa ülkelerini kapsama yönlü genişlemesindeki azınlık meselelerine ilişkin kaygılarının bu ülkelerdeki etnik problemlerin bölgesel tehdit yaratma ihtimali ile ilgisinden bahsedilmişti. Özellikle Merkezi Doğu Avrupa’daki etnik sorunları diğer bölgelerden ayıran karakteristik, kıtanın bu bölümünde bir devletin topraklarına yakın zamanda yerleşmiş gruplardan ziyade, devletlerin oluşmasından önce meydana gelmiş yerli etnik toplulukların varlığının söz konusu olmasıdır156. 155 Turan, a.g.m. Istvan Ijgyarto, “Codification Of Minority Rights”, Minorities: The New Europe's Old Issue, ed. Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute For Eastwest Studies, 1993, s.273. 156 63 Will Kymlicka157 azınlık milliyetçiliğini evrensel bir fenomen olarak tanımlarken, Batı ve Doğu Avrupa’da devletin azınlık taleplerine yaklaşım şekline dair önemli bir ayrım yapar. Buna göre ulusal azınlık talepleri Batı Avrupa’da adalet ve eşitlik arayışı olarak karşılanırken, Doğu ve Orta Avrupa’da ulusal güvenliğe tehdit olarak değerlendirilmektedir. Batı hem çoğunluk hem de azınlık için adil olabilecek bir uzlaşma noktası aramaya çalışırken, Doğu’da amaç azınlıkların devletin varlık ve toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşturmasına engel olmaktır. Buna paralel olarak Batı'da azınlıklar için özerk yönetime daha ılımlı bakılırken, Doğu ve Orta Avrupa devletleri azınlıklara tanınacak özerk yönetimin devlete karşı bir tehdit oluşturduğuna inanmaktadır. Doğu Avrupa’da bu yaklaşımın ana sebebi, azınlıkların komşu ülkelerle işbirliği yaptıkları (Bosna’daki Sırpların Sırbistan ile veya Kosova’daki Arnavutların Arnavutluk ile) yolundaki şüphedir. Özerklik, azınlık dilinde yüksek öğrenim, kolektif haklar veya resmi dil statüleri bağlamındaki her türlü talep, Doğu’da güvenlik söylemlerini ön plana çıkarırken, Batı'da azınlık talepleri Kuzey İrlanda’da ya da Bask bölgesindeki gibi terörizmle ilişik olduğu takdirde güvenlik kapsamında değerlendirilirler158. Başka bir deyişle, Batı Avrupa'da azınlık güvencelerini ayrımcılığın önlenmesi ve demokrasinin bir gereği olarak algılama ve farklılıkları kültürel zenginlik şeklinde addetme yönlü eğilim, Doğu'daki güvenlik ve egemenlik kaygıları ile çelişmektedir. Bu tavır farklılıkları, ilgili bölgelerde yaşayan azınlıkların kimlik bilincinin yarattığı tehdit söylemleri ile paraleldir. Söz konusu durum özellikle Doğu Avrupa'nın AB'ye giriş sürecinde milli politika ve kaygılar ile Birliğe giriş isteğinin çatıştığı alan yaratmıştır. Çünkü Doğu Avrupa devletlerinin birbiriyle çelişen iki önemli amaçları öne çıkmıştır. Birincisi, AB’ye katılım sayesinde üyeliğin getirdiği ekonomi ve 157 Kingston/Kanada'daki Queen's University Felsefe Bölümü Politik Felsefe Kanada Araştırma Başkanı. Araştırmaları demokrasi ve farklılıklar ile özellikle çok kültürlü toplumlarda vatandaşlık modelleri ve sosyal adalet üzerinedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. web sitesi http://post.queensu.ca/~kymlicka/ 158 Ayhan Kaya, “Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecinde Yurttaşlık, Çokkültürcülük ve Azınlık Tartışmaları: Birarada Yaşamanın Siyaseti”, Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s.49- 50. 64 güvenlik avantajlarından yararlanmak; ikincisi ise kültürlerini koruyabilmek olmuştur. Devletin egemen dilinin, kültürünün ve toplumunun uzun süreli varlığını garanti altına almak için bunları koruyacak yasalar çıkarmak gerekmektedir. Fakat doğası gereği, bir kültürü koruyan kanunlar diğerini dezavantajlı konuma getirmektedir. AB, katılım için bu kanunların egale edilmesini önemli kılmıştır. Dolayısıyla, yukarıda bahsedilen amaçlardan birine ulaşmak için diğerinden vazgeçmek gerekmektedir159. AB, Avrupalılaşma sürecinde devletin yönetim tekelini sınırlandırıp ulus altı otoritelerin etkin katılımını teşvik ederek devlet içindeki yönetimde kayda değer değişikliklere yol açmak; özellikle ulus üstü, ulusal ve ulus altı yönetim düzeyleri arasında işbirliği çerçevesi hazırlanıp fazla merkezileşmiş devletlerde ulus altı politikaları güçlendirmek ve böylelikle bölgesel gelişmeyi teşvik etmek niyetindedir160. Teoride, AB AK’den ve AGİT’den azınlıklar konusunda daha güçlüdür. Diğer devletlerin politikalarını etkileme konusunda politik kapasitesi ile finansal kaynakları vardır ve hükümet girişimlerine meydan okunması veya bir girişim olmayışının protesto edilmesi adına vatandaşlara yardım sağlayabilmiş161; sivil toplumu destekleyerek aday ülkelerde ulusal politikaları dolaylı olarak etkileyebilmiştir. AB’nin Phare (Poland and Hungary Assistance For The Restructuring Of The Economy) Programı buna örnektir. En başta genç Polonya ve Macaristan demokrasilerine ekonomik destek sağlamak adına uluslararası çabalar şeklinde tanımlanan Phare terimi, AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe katılımı için temel finansal enstrümanı olmuştur. Avrupa Komisyonu’nun spesifik bir programı olarak 1989 tarihli düzenleme ile başlatılmış olup, bu ülkelere teknik, ekonomik ve altyapıya dair uzmanlık ve asistanlık hizmetlerinin iletilmesine finansman sağlamıştır. Amaç 159 Michael Johns, “A Fair Price Of Admission?: Minority Policies In And Out Of The EU”, University of Pittsburgh Archieve Of European Integration, Nashville, TN, 2003 (Erişim) http://aei.pitt.edu/6507/1/000457_1.pdf, 24 Ocak 2012, s.3. 160 Fulya Memişoğlu, “The European Union's Minority Rights Policy And Its Impact On The Development Of Minority Rights Protection In Greece”, The London School Of Economics And Political Science, European Institute, 2007, (Erişim) http://www2.lse.ac.uk/europeanInstitute/research/hellenicObservatory/pdf/3rd_Symposium/PAPERS/ MEMISOGLOU_FULYA.pdf, 24 Ocak 2012, s. 20. 161 Vermeersch , a.g.m. , s. 8. 65 bu ülkelerin serbest girişim ve özel teşebbüse dayalı pazar ekonomisine geçmelerini sağlamak olmuştur162. Bu program ile finansal olarak desteklenen hükümet dışı örgütler, azınlık gruplara sosyal, kültürel, yasal ve eğitim ile ilgili destek sağlayarak kamu farkındalığını artırarak, hükümetlerin azınlık haklarına dair tavırlarını bağımsızca gözlemlemiş ve eleştirmişlerdir. Bazı azınlıklar için ulusal reformların gerçekleştirilmesi için uluslararası örgütlerde lobi çalışmaları yaparak kendi hükümetlerine baskı yapılmasını sağlamak, ülke içinde kendi hükümetlerine direkt baskı yapmaktan daha etkin bir yol olabilmektedir163. Dolayısı ile AB, merkezi otoritenin güçlü kılınmaya çalışıldığı ulus devletlerde azınlık söylemlerine ayna tutarak toplumun her kesiminin ulus içinde veya ulus üstü düzeyde karar alma sürecine katılmasını dolaylı olarak da olsa sağlamaya çalışmaktadır. Bölgesel düzeyde etkinlik yaratarak otoritenin merkezden yerel birimlere kaymasının bu anlamda teşvik edildiği söylenebilir. Bu bağlamda, AB'de bölgecilik denen kavram, üye devletler içindeki bölgesel birim ya da grupların kendi çıkarlarını merkezi devlet organlarından daha farklı biçimde tanımlamaları ve buna bağlı olarak AB düzeyinde öne sürdükleri istemler olarak belirlenir. Burada doğrudan AB'yi ilgilendiren temel istem kuşkusuz, merkezi devlet organları dışında bölgelerin de AB'nin kurumsal yapısında ve özellikle karar alma sürecinde yer almasıdır164. Avrupalılaşma sürecinin AB üyesi ve aday ülkelerde yaşayan azınlık gruplar üzerinde, özellikle sosyo-ekonomik şartların gelişmesi, yerel ve bölgesel yönetimlere politik katılımın desteklenerek siyasetin bölgeselleştirilmesi ile kültürel ve sosyal hakların teşvik edilmesi yönüyle önemli etkileri bulunmakla beraber, AB’nin adaylık aşamasında etkin izleme mekanizmasının varlığı, azınlık hakları konusunda aday ülkeler üzerinde daha güçlü bir kurumsal 162 European Parliament, Briefing No 33: The PHARE Programme And The Enlargement Of The European Union, (Erişim) http://www.europarl.europa.eu/enlargement/briefings/33a1_en.htm, 24 Ocak 2012. 163 Melanie H. Ram, “Democratization Through European Integration: The Case Of Minority Rights In The Czech Republic And Romania”, Studies in Comparative International Development, Vol. 38, No. 2, 2003, s.39. 164 Bertil Emrah Oder, ''Avrupa Birliği'nin Bölgesel Politikaları Ve Vatandaşlık'', Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s.205. 66 baskı yaratırken, üye ülkeler tabii ki bu konudaki kurumsal baskıyı büyük ölçüde kontrol edebilmektedirler165. Ancak, AB üyelik sürecinde devletlerin kendi istekleri dahilinde veya baskılar sonucu gerçekleştirdikleri reformlar aslında bu ülkelerin demokratikleşmesi, toplum içi sosyo-kültürel şartların iyileştirilmesi ve insan haklarının gelişmesi yönünde yapıcı bir rol oynamıştır. AB üyeliğinin sunduğu göreceli avantajlar hükümet politikalarının şekillenmesinde itici güç olurken, milliyetçi söylemli ulus devletler yerine AB şemsiyesi altında birleşmiş, birbiri ile benzeşen ve Avrupalılık bilincinin yerleştiği bir bölgesel güç yaratılmak istendiği akla gelmektedir. Böyle bir birliği sağlamak için hükümetler düzeyindeki birtakım anlaşmalarla belirlenen ekonomik, siyasi veya askeri ortak hareket alanı kadar, insan faktörünün önemi de açıktır. AB topraklarında birçok farklı kimliğin barınması ve akraba devlet-ev sahibi devlet ilişkilerinin AB tarihinin bir parçası olarak son yirmi yıldır siyasi gündem oluşturması nedeniyle etnisiteye dayalı sorunların egale edilmesi bölgesel güvenlik ve istikrar açısından önemlidir. 2.5 AB Dil Politikası Farklı etnik grupların bu farklılıklarını en iyi ifade ettikleri yönleri çoğu zaman konuştukları dil olduğu söylenebilir. Bir azınlık kimliğinin sürdürülebilmesi için dil öğesinin korunması kuşkusuz önemlidir. Buna bağlı olarak, azınlıkların yaşadıkları ülkelerde kendi dillerini kamusal ve özel alanda serbestçe kullanabilmek için devletten bir takım haklar talep ettikleri tabiidir. Bu noktada, azınlıkların dilsel haklarına yönelik yaklaşımı AB’nin azınlık politikasının önemli bir ayağını oluşturmaktadır. AB dilleri beş gruba ayırmak suretiyle sınıflandırmaktadır. Bunlar; üye devletlerin resmi(milli/devlet) dili; AB'nin yazılı antlaşmalarda, uluslararası kongrelerde ve uluslararası kuruluşların çalışmalarını sürdürmekte kullanacağı diller (kongre dilleri); üye devletlerin resmi dili olmayan ama bu 165 Memişoğlu, a.g.m., s.19. 67 devletlerin vatandaşları tarafından nesillerden beri bir bölgede kullanılan diller (azınlık dili/bölgesel dil); üye devletlere üçüncü dünya ülkelerinden çalışmak için gelenlerin ana dili veya geldikleri ülkenin resmi dili ve son olarak da okullarda veya yüksek öğrenim kurumlarında öğretilen yabancı diller olarak kategorilendirilebilmektedir166. 23 adet resmi ve 60’tan fazla bölgesel dil ile azınlık dilinin (ki bunlardan bazıları mahalli olarak resmi statüye sahiptir) var olduğu çok dilli Avrupa kıtasına yeni ülkeler katıldıkça bunların sayısının artacağı beklenmekte ve göçmen topluluklarının katılımıyla konuşulan dillere yenileri eklenmektedir. AB dil politikaları, hem kültürel kimlik ve sosyal entegrasyona dair sebepler, hem de çok dilli vatandaşların eğitsel, mesleki ve ekonomik fırsatlardan daha iyi yararlanma konumunda olmasına bağlı olarak dilsel çeşitliliği korumaya ve dil öğrenimini desteklemeye yönelik hedefler içermektedir167. AB çok dilli bir Avrupa yaratmak adına dil öğrenimine önem vermekte ve azınlık gruplarınki dahil olmak üzere farklı dillerin yaşatılmasına dair çeşitli çalışmalar sürdürmektedir. Bu çerçevede oluşturduğu programlar ve bunların kapsam ve amaçlarına bakılacak olursa, AB'nin azınlıkların kültürel hakları çerçevesinde dil konusunu verdiği ayrıcalıklı önem ortaya çıkmaktadır. 2.5.1 Euromosaic Bölgesel diller ve azınlık dillerini desteklemek adına alınacak kararların, onların mevcut durumlarını ve karşılaştıkları zorlukları tam anlamıyla anlamak temeline dayanması gerektiğinden yola çıkan Avrupa Komisyonu, ‘Euromosaic’ isimli Avrupa Birliği’ndeki azınlık dil gruplarını ilgilendiren geniş bir çalışma başlatmıştır. 1992 yılına uzanan bu çalışma, Komisyonun bölgesel ve azınlık dillerinin kullanım sahasını genişletme potansiyelini ve bu bağlamda karşılaştıkları engelleri araştırmaya karar 166 Savaş Çoban, Küreselleşme Ulus-Devlet: Azınlıklar Ve Dil, Su Yayınları, 2005, s.59. EU Languages And Language Policy, European Commission http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/index_en.htm, 24 Ocak 2012. 167 (Erişim) 68 vermesine dayanmaktadır. Çalışma bir dilin uzun vadede kullanılması ve kullanımının yaygınlaşması için gereken şartları yaratan sosyal ve kurumsal değişkenleri belirlemiş ve bu süreci etkileyen başlıca değişkenlerin dilin kullanıldığı kurumsal ve hukuki çerçeve ile aile, eğitim ve toplum olduğu ortaya çıkmıştır. Dilin prestijli olması ya da sosyal hareketlilik ile kültürel üretimdeki değeri itici güçler olarak belirlenmiştir. Öte yandan çalışma, farklı dillerin durumlarını bu çerçevede inceleme görevini üstlenmiş ve bölgesel ve azınlık dillerinin durum ve şartlarını değerlendiren 50’den fazla rapor derlemiştir168. 2.5.2 ADUM Azınlık dillerini destekleyen projelerin finanse edilmesi ile ilgili Avrupa Birliği programlarına tasarılaştırılmasına içermektedir 169 enformasyon yardımcı olmak sunan üzere bir proje interaktif olup, bir önerilerin iletişim ağı . 2.5.3 CRAMLAMP, Network of European Language Planning Boards, NPLD Diğer yakın zamanlı projelerden CRAMLAP (Celtic, Regional and Minority Languages Abroad Project-Kelt, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Yurtdışı Projesi) Avrupa’da Kelt dilleri ile diğer bölgesel ve azınlık dillerinin yüksek eğitimdeki durumununu inceleme ve değerlendirmeyi üstlenmiştir. Bunlardan başka azınlık dilleri planlama kurulları arasında işbirliğini desteklemek üzere kurulmuş Network of European Language Planning Boards (Avrupa Dil Planlama Kurulları Ağı) ve Avrupa’daki dilsel çeşitliliğe öncülük etmek üzere bölgesel, azınlık, yöresel, sınır ötesi ve daha küçük ulusal dilleri kapsayan 168 Euromosaic Study, European Commission (Erişim) http://ec.europa.eu/languages/languages-ofeurope/euromosaic-study_en.htm, 24 Ocak 2012. 169 ADUM, (Erişim) http://www.adum.info/adum/index.html, 24 Ocak 2012. 69 Avrupa bütününde bir ağ olan NPLD (Network to Promote Linguistic Diversity- Dilsel Çeşitliliği Destekleme Ağı) bulunmaktadır170. AB kurumsal olarak çok dilliliği desteklese de, üye devletlerin azınlık dillerinin kullanımı konusuna yaklaşımı ulusal politikaları gereği daha esnek veya katı olabilmektedir. Bununla ilgili olarak iki AB üyesi ülke İspanya ve Fransa örneğine bakıldığında, İspanya'nın resmi dil-azınlık dili kavramlarına daha ılımlı yaklaştığı görülürken, Fransa'nın bu konuda milliyetçi yanının ön plana çıktığı söylenebilir. 2.5.4 İspanya ve Dil İspanya, azınlıkların en çeşitli olduğu Avrupa ülkesidir. Bünyesinde hem etnik azınlık hem otokton azınlık hem de göçmen barındırmaktadır. 1976 Anayasasıyla bu azınlık grupların hepsi tanınmıştır. Ancak anadilde eğitim hakkına sadece otokton azınlık grupları sahiptir. Eğitim dili İspanyolcanın yanı sıra Baskça, Katalanca ve Galiçcedir. Ancak bu dillerin eğitim dili olarak kullanılmasına sadece bu azınlık grupların yoğun olarak yaşadığı ve merkezi İspanya hükümeti tarafından tanınmış bölgelerde izin verilmektedir. Otokton azınlıkların ana sınırlandırılmıştır 171 dilde eğitim hakkı ülke genelinde anayasa ile . İspanya’da İspanyolca, Baskça, Katalanca ve Galiçce olmak üzere 4 resmi dil vardır172. Öte yandan, Katalonya ve Balear özerk bölgelerinde Katalanca, Galicia’da Galiçce ve Bask ülkesinde Euskera ikinci resmi dil olarak kullanılmaktadır173. Yaklaşık 40 milyon nüfuslu İspanya'nın Anayasası ''İspanya'nın çeşitli dillerinin zenginliği özel koruma ve saygı gerektiren bir kültür mirasıdır'' 170 Regional And Minority Languages, European Commission, (Erişim) http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/regional-and-minority-languages_en.htm, 24 Ocak 2012. 171 Bağış, Türkay, a.g.m. 172 Fatma Gül Çökmez, “Bask Bölgesi: Etnik Milliyetçiliğin Tarihsel Gelişimi Ve İspanya’daki Devlet Politikalarının Etkisi”, Ege Akademik Bakış, sayı 1, 2008, s. 361. 173 Aziz Aydın, “AB Ülkeleri, ABD ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi, Kasım 2011, s.16. 70 demektedir. Birden fazla resmi dil kullanılan özerk bölgelerde vatandaşlar resmi kurumlarla olan ilişkilerinde iki dilden birini kullanabilmektedirler. Sayıları onyediyi bulan özerk toplulukların, yerel meclislerince hazırlanmış ve o toplulukların anayasası sayılabilecek nitelikte ayrı özerklik statüleri vardır ve bu statülere göre özerk yönetimler çeşitli alanlarda; yerel yönetim(parlamento, hükümet, idare, eğitim), çevre, ulaşım, tarım, ormancılık, ekonomi, sağlık, sosyal yardım, turizm, eğlence, polis, kültür, dil öğretimi ve kullanımı yetkisi sahibidirler.174. 2.5.5 Fransa ve Dil 59 milyon nüfuslu Fransa’da; Breton, Alsaslı, Korsikalı, Bask, Roman, Katalan, Hollandalı, Oksitan, Lüksemburglu, Creole ve Mağripli olarak pek çok farklı etnik grup bulunmasına rağmen Fransa resmi olarak hiçbir grubu azınlık olarak tanımamaktadır. Fransa tüm vatandaşlarını Fransız olarak kabul etmekte olup ülkedeki resmi ve zorunlu dil Fransızcadır ve azınlık dilleri de “mahalli şive” olarak görülmektedir175. Anayasanın 2. maddesine göre Fransızca 1992 yılından bu yana tek resmi dildir176. Fransa, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı imzalamakla birlikte onaylamadığından yürürlüğe de koymamış; Sözleşmeyi imzalarken getirdiği yorumla amacının azınlıkları tanımak ve korumak olmadığını ve ülkenin bölünmez bütünlüğünü, yasa önünde eşitliği ve Fransız halkının tekliğinin üstün olduğunu açıkça beyan etmiştir177. 1992'ye kadar Fransa'da dil konusunda anayasal bir düzenleme olmayıp, Fransızcanın resmi dil olması “de facto” ve olgularda kalmıştır. Bölgesel dillerin eğitim kurumlarında öğretilmesine karşılık 25 Haziran 1992 174 Çoban, a.g.e. , s. 118. Ayşim Parlakyıldız, “AB’de Azınlık Statüsü ve Fransa’nın Tutumu”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 4 Aralık 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=899, 24 Ocak 2012. 176 Kadir Canatan, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil Eğitiminin Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri, Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2007, s. 165. 177 Parlakyıldız, a.g.m. 175 71 tarihli anayasa değişikliği ile Anayasanın 2.maddesine “Cumhuriyetin Dili Fransızcadır” ibaresi eklenmiştir. 2002 yılına gelindiğinde ise bu maddeye “Bölgesel diller Fransa'nın ortak mirasıdır” ifadesinin eklenmesine yönelik teklif metni Ulusal Meclis tarafından Fransız dilinin üstünlüğüne yönelik saygı konusundaki çekinceler nedeniyle reddedildikten sonra, ilgili hüküm 23 Temmuz 2008 tarihinde yerel hükümleri düzenleyen 75. maddeye eklenmiştir. Böylelikle bölgesel dillere dair tartışmaların “Fransız Ulusu” içerisinde kalınarak yapılması gerektiğine işaret edilmiştir. Fransızca, Fransa'da yaşayan tüm grupların dilidir. Diğer bir ifade ile Fransa'da azınlık yoktur ve bütün bireyler etnik köken ya da kolektif kimlik ayrımı yapılmaksızın Fransız’dır. Ancak 75. maddenin gereği olarak Fransa'da bölgesel dillerin ilk ve ortaöğretimde ayrı bir ders olarak okutulması, bu dillerde yayın yapan radyo ve televizyon kanallarının mali açıdan devletçe desteklenmesi, mahkemeler dahil kamu hizmetlerinde çeşitli düzeylerde bu dillerin kullanılması mümkün kılınmıştır178. Ancak yine de, 2000’li yıllardaki Fransa azınlıklar politikası, bütünleşmeden daha ileriye giden ve daha çok uyum (adaptasyon) olarak nitelenen yeni bir ifadeye kavuşmuş; yeni gelen göçmenlere “bütünleşme (entegrasyon) sözleşmeleri” yoluyla yoğun Fransızca dil kursları verilerek eğitime yönlendirme yapılırken, yerleşik göçmen ve azınlıkların da Fransa’da geçerli olan ortak değer ve normlara uymaları vurgulanmıştır179. Fransa etnik grup ve azınlık kavramlarını kullanmaktan kaçınmakla birlikte, ülkedeki dil ve kültür farklılıklarının, uluslararası belgelerde öngörülen standartları karşılayacak biçimde korunması ve geliştirilmesine olanak tanınmasına yönelik reformlar daha çok bölge yönetimlerini güçlendirerek katı merkeziyetçilikten uzaklaştırma stratejisine dayanmaktadır180. Ülkelerin iç uygulamaları farklılıklar gösterse de, AB'nin azınlık haklarına yaklaşımının kültürel boyutu ayağında dilin özel bir yeri vardır. 178 Engin Selçuk, “Türkiye’nin Dil Sorunu-II: Fransa Örneği”, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 28 Aralık 2010, (Erişim) http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/59/turkiyenin_dilsorunu_-_ii, 24 Ocak 2012. 179 Canatan, a.g.m.,s.168. 180 Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 153154. 72 İleride değinilecek AB'nin Türkiye'ye dair İlerleme Raporlarında, azınlıkların ana dil eğitim ve öğretimi, sosyal ve kültürel hayat ile kamu hizmetlerinden yararlanma aşamasında azınlık dillerinin kullanım serbestisine ilişkin yetersizlikler ve bu konuya dair düzenlemeler yapılması yönündeki beklentiler ön plana çıkmaktadır. Zaten AB belgeleri bağlamında azınlıklar daha ziyade kültürel ve dilsel boyutta ele alınmaktadır. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta AB’nin bir kurum olarak yerli azınlıklara yönelik geliştirdiği projelerin dil ve kültür boyutunda olduğudur. Diğer bir deyişle azınlık meselesini siyasal bir boyutta ela almış olan bir AB Kurumu bulunmamaktadır181. Ancak dil, iletişimle ilgili işlevlerinin yanı sıra, siyasal ve toplumsal simge olarak bir grubun varlığının ve kültürünün en önemli ifade aracıdır. Bir azınlık dilinin resmen tanınması, azınlığın eğitim ve kültür haklarını da beraberinde getirmektedir182. AB içinde azınlık haklarına ilişkin düzenlemelerin uygulanmasında, üye devletlere tanınan geniş takdir yetkisi hatırlanacak olursa, üyelik sürecindeki Türkiye'nin ileride ayrıntısıyla değinilecek olan, resmen azınlık olarak kabul ettiği Müslüman olmayan gruplar dışındaki etnik, dinsel veya dilsel toplulukları da resmi azınlık tanımı içine alması beklenmese dahi, Katılım Ortaklığı Belgesi ve İlerleme Raporlarında, AB Türkiye'den, Gayrimüslim azınlık toplulukları dışındaki gruplar için de, en azından kültürel haklar çerçevesinde birtakım hakların garanti edilmesini beklemektedir183. 181 Tunç, a.g.m. Eker, a.g.m., s.41. 183 Şule Gökçenay, “Lozan Antlaşması’ndan Avrupa Birliği Sürecine Türkiye’de Azınlık Hakları”, Stratejik Öngörü, S. 3 (Sonbahar 2004), s. 152. 182 III.BÖLÜM TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRİŞİ SÜRECİNDE AZINLIKLAR KONUSU 3.1 Lozan Antlaşması Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İtilaf devletleri arasında 24 Temmuz 1923’te imzalan Lozan Barış Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atarken Türkiye’nin azınlık politikalarının dayandığı ana belgelerden biri olmuştur. Anlaşmanın ilk bölümü KESİM: III kısmında yer alan “Azınlıkların Korunması” başlığı altındaki 37 ile 45 arasındaki maddeler azınlıklara ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Bunlara özetle de olsa değinmek anlaşmanın önemi açısından yerinde olacaktır. Lozan Barış Antlaşması Madde 38'e göre Türkiye Hükümeti’nin, doğum, milliyet, dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın, Türk halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerini, en geniş biçimde korumayı yüklenirken, kamu düzeni ve genel ahlak ile bağdaştığı sürece her din, mezhep ya da inanışın gerek genel gerek özel alanda özgürce kullanılmasına izin vereceği; Müslüman olmayan azınlıkların, Türkiye Hükümetince ulusal savunma veya kamu düzeninin korunması için alınan ve tüm Türk yurttaşlarına uygulanan önlemler dışında dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünü ile yararlanacakları; Madde 39’a göre Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşlarının Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacakları ve yasa önünde eşit olacakları; din, inanç ya da mezhep farkının hiçbir Türk yurttaşının genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına ya da çeşitli meslekleri ve sanatları icra etmesine engel 74 sayılmayacağı; gerek özel veya ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın, yayın, toplantı ve yargı önünde herhangi bir dilin serbestçe kullanılmasına sınır konulmayacağı; Madde 40'da Müslüman olmayan azınlıklar kapsamındaki Türk yurttaşlarının hukuken ve fiilen diğerlerine uygulanan işlem ve sağlanan güvencelerden aynen yararlanacakları ve harcamaları kendilerine ait olmak üzere hayır amaçlı, dinsel ya da sosyal kurum ile okul ve benzeri eğitim öğretim kurumu açma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dilini kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma hakkına sahip olacağı; Madde 41'e göre Türk Hükümeti’nin Müslüman olmayan yurttaşların önemli oranda yerleşmiş oldukları yerlerde, bu yurttaşların çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle öğretim görmelerini için (Türk dilinin öğretilmesinin zorunlu kılınmasına engel olmamakla beraber) gerekli kolaylığı göstereceği ve bu azınlıkların devlet, belediye ya da benzeri bütçelerden eğitim, din ya da yardım amacıyla ayrılan paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda (yetkili temsilcilerine ödenmek üzere) hakça bir pay alacakları; Madde 42’de Türkiye Hükümeti’nin Müslüman olmayan azınlıkların aile ya da kişi statüleri konusundaki sorunlarını kendi törelerine göre çözümlenmesine uygun her türlü hükmü koyacağı ve bu hükümlerin Türkiye Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel komisyonlarda düzenleneceği; anlaşmazlık durumunda Türkiye Hükümeti’nin Milletler Cemiyeti ile birlikte Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacağı; Türkiye Hükümeti'nin azınlık kilise, havra, mezarlık ve diğer dinsel kurumlarına koruyuculuk göstereceği; vakıf, dinsel veya yardım kurumlarına her türlü kolaylığı sağlayacağı ve izinleri vereceği ve yenilerinin kurulmasında gereken kolaylığı esirgemeyeceği; Madde 43'te yine bu azınlıklara mensup Türk yurttaşlarının, inançlarına aykırı ya da dinsel ayinlerini bozucu işlem yapmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatillerinde Mahkemelerde hazır bulunmaktan ya da yasal bir işlemin yapılmasından kaçınmaları nedeniyle haklarının (kamu düzeni açısından diğer Türk yurttaşlarının da sahip oldukları yükümlülükler hariç) ortadan kalkmayacağı; Madde 44'te de yukarıdaki maddelerin, Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına ilişkin bulunduğu ölçüde, uluslararası yükümler getirdiği, Milletler Cemiyetinin güvencesinin 75 kabul edildiği ve Milletler Cemiyeti çoğunluk kararı olmaksızın bunların değiştirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. 45. madde ise Türkiye Hükümeti'nin tanıdığı bu hakların Yunanistan tarafından da topraklarındaki Müslüman azınlığa tanınacağı belirtilmiştir184. Türkiye'nin azınlık politikasının temel dayanağını oluşturan Lozan Antlaşması'nda açıkça görüldüğü üzere Türkiye'de azınlık olarak kabul edilen gruplar Müslüman olmayanlar yani Gayrimüslimlerdir. Bunlar da Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir185. Azınlık tanımlamasının altında Gayrimüslimlerin yer almasının tarihi arka planında, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Millet Sisteminin yansıması yer almaktadır. Millet Sistemine göre gruplar etnik veya dilsel farklılıklarına göre değil, dinsel ve mezhepsel farklılıklarına göre tanımlanmış; tüm Müslümanlar başka mensubiyetleri ne olursa olsun tek bir İslam Milleti sayılarak birinci sınıf çoğunluk (Millet-i Hakike) addedilmiş, Gayrimüslimler ise mezheplerine göre ayrı ayrı milletler olarak ele alınarak ikinci sınıf tebayı oluşturmuşlardır. Dolayısıyla, Osmanlı'da 1454'ten itibaren uygulanan Millet Sisteminde, azınlıklar Gayrimüslimlerden söz kastedildiğinde bu edilmiştir186. Başka ikinci bir sınıf ifadeyle, 187 Cumhuriyeti'nin kabul ettiği azınlık grupları dini azınlıklardır Lozan Antlaşması uyarınca yalnızca teba olan Türkiye . Gayrimüslimlerin azınlık sayılabilmesi hukuken doğrudur. 1982 Anayasası'nın 90/5. maddesi “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz” dendiğinden Lozan Antlaşması Anayasa ile eş değer sayılacaktır. 2004 yılında yapılan değişiklik ile de “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla 184 Lozan Barış Antlaşması’nın tam metni için bkz. Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, Belgeler, “Lozan Barış Antlaşması” (Erişim) http://sam.baskent.edu.tr/belge/Lozan_TR.pdf, 12 Ekim 2011. 185 Ali Güler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, Berikan Yayınevi, Ankara, 2009, s.202. 186 Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.48. 187 Tülin Yanıkdağ, “Gayrimüslim Azınlıklar Sorunu ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 24 Nisan 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=653, 24 Ocak 2012. 76 kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkacak uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” olduğu belirtilerek konu ile ilgili durumun altı bir kez daha çizilmiştir188. Türkiye'nin azınlık rejiminin diğer ayağını oluşturan yasal dayanak ise Bulgaristan ile 1925'te imzalanan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması'dır. 3.2 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması 1923 Lozan Konferansı’nda Boğazlar rejimi ve Trakya’nın silâhsızlandırılmasına ilişkin yani kendisini ilgilendiren sözleşmelere katılan Bulgaristan ile 1924 yılı boyunca dostluk ilişkilerini yeniden kurmak ve iki ülke arasındaki sorunları en kısa sürede çözmek için görüşmeler devam ederken, bu görüşmelerde Doğu Trakya’daki Bulgar Kilisesi ve Bulgar okulları iki ülke arasında devamlı sorun olmuştur. Bu müzakereler neticesinde iki devlet arasında 18 Ekim 1925 tarihinde Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve Oturma Sözleşmesi imzalanmıştır. 30 Mayıs 1926 tarihinde TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe giren antlaşma, iki ülke arasında bozulmaz bir dostluk ve devletler hukuku ilkelerine uygun bir diplomatik ilişkinin kurulacağı, bir ticaret, bir oturma ve bir hakem antlaşması yapılacağı gibi konuları içerirken, ekinde yer alan Türk Hükümeti’nin Lozan Antlaşması’nın 37- 45 maddeleri gereğince Türkiye’deki Bulgar azınlığın haklarının koruyacağı garantisi ile Bulgar Hükümeti’nin Neuilly Barış Antlaşması gereğince Bulgaristan’daki Müslüman-Türk azınlığın haklarının koruyacağı garantisi onu diğer antlaşmalardan ayırmıştır. O sırada Türkiye’deki iki ile üç bin kadar Bulgar azınlığa karşılık Bulgaristan’da yarım milyondan fazla Müslüman-Türk bulunmakta olup, ayrıca protokolde taşınmaz malların hak sahiplerine geri verilmesinin kolaylaştırılacağı; Bulgaristan’da yasa gereği kamulaştırılan Türklerin taşınmaz malları için Sırp, Hırvat ve Sloven Devletleri ile yapılan antlaşmanın hükümlerinin aynısının Türklere de uygulanacağı belirtilmiştir. Oturma ve yargıya ilişkin eşitlik ilkesi sözleşmeye temel teşkil ederken 188 Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 68. 77 serbest göç ve göç sırasında göçmenlerin mallarını serbestçe geçirme hakkının antlaşmada belirtilmesi Bulgaristan’daki yüz binlerce Türk için bir güvence olmuştur189. Antlaşmada süre ile ilgili olarak hükümlerin mevcut olmaması, daimi ve devamlı bir dostluk bağının kurulmak istenmesine bağlanmaktadır. Dostluk antlaşmasının temelinde Bulgaristan’la bu dönemde geliştirilmek istenen siyasi ilişkiler yatmaktadır190. Ancak, Türkiye’de önemli bir Bulgar azınlığı bulunmadığından, Bulgarlara azınlık statüsünün tanınması pratikte önem arz etmemiştir191. Dolayısıyla Türkiye’nin azınlık politikası uygulamaları için geçerli olan hukuki dayanak Lozan Barış Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili hükümleridir. Tıpkı Avrupa'nın genelinde olduğu gibi Türkiye'de de hakim nüfusun genel özelliklerinden farklı kimliklere sahip kişiler bulunmaktadır. Ancak hepsinin azınlık olarak değerlendirilmesi hem hukuki hem de sosyolojik açıdan söz konusu değildir. Birliğe giriş sürecindeki Türkiye'nin farklı kimliklerin hak taleplerine yaklaşımındaki hassasiyeti ile AB'nin Kopenhag siyasi kriterleri çerçevesindeki beklentileri ise çoğu kez çatışmaktadır. 3.3 Türkiye’nin Etnik Yapısı Türkiye'de yasal kapsamda azınlık statüsündeki grupların Ermeniler, Museviler ve Rumlar olduğu söylenmişti. Bunlardan Ermeniler Anadolu'nun otokton192 ailesinden olup Ermenilik bilinci taşıyanları esasen İstanbul'da ikamet etmekte ve sayıları 55.000 ile 60.000 arasında bulunmakta; yine Anadolu'nun otokton halkından olan ve 1923'te Lozan'da Yunanistan ile 189 Bayram Akça, “1923- 1953 Arası Türk-Bulgar İlişkileri ve 1950-51 Yıllarında Muğla Vilayetine İskan Edilen Bulgar Muhacirleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 52, Cilt: 18, Mart 2002, (Erişim) http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=228, 14 Ekim 2011. 190 Kader Özlem, “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi”, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi, 29 Temmuz 2005, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/a431.html, 24 Ocak 2012. 191 Şule Toktaş, Bülent Aras, “The EU And Minority Rights In Turkey”, Political Science Quarterly, Volume 124, Number 4, 2009–10, s.700 192 Otokton azınlıklar, bir ülkenin ulusal sınırları kesinleşmeden o ülkede eskiden beri yaşayagelen yani tarihsel mekanlarında bulunan azınlıklardır. Bkz. Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.32. 78 imzalanan Nüfus Mübadelesi sonucu göç etmek zorunda kalmış ancak İstanbul ile Bozcaada ve İmroz'da yerlerinde kalmaya devam eden Rumların sayısı ise yaklaşık 2000 kadardır. Çoğunluğu otokton olmayan Museviler ise 15. yüzyıl sonunda İspanya ve Portekiz'den kaçıp Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmiş Sefarad Yahudilerindendirler ve etnik, dinsel ve dilsel farklılıklarına rağmen göç sonucu geldiklerinden devlet ile sürtüşmeden uyumlu bir çerçevede yaşamışlar ve bu yönleri ile Ermeni ve Rumlardan ayrılmışlardır. 1948 yılında İsrail'in kurulmasından sonra bu ülkeye yapılan göçler sonucu sayıları azalan Musevilerin nüfusu yaklaşık 25.000 civarında olup193 genellikle İzmir ve İstanbul'da ikamet etmektedirler194. Bu üç grup haricinde Türkiye'de azınlık statüsünde olmayan ancak toplumun diğer kesimlerinden etnik, dinsel ya da dilsel olarak farklı sayılabilecek kesimler arasında Araplar, Aleviler, Balkan kökenliler (Boşnaklar, Torbeşler, Pomaklar, Arnavutlar) ve Kafkas kökenliler (Çerkesler, Gürcüler, Lazlar) ile Kürtler sayılmaktadır195. Aslında konu ile kaynaklarda daha pek çok isim (Hemşinliler, Keldaniler, Nasturiler, Yezidiler, Bahailer, Gacallar, Kuban Kazakları gibi) sayılmaktadır; ancak bunların bazıları artık sayıca çok azalmış ya da tarihsel çerçevede gerçekten farklı bir etnik köken arz edip etmedikleri tartışmaya açık olduğundan bu çalışma kapsamında yer almamıştır. Aleviler, sahip oldukları nüfus bakımından dikkat çeken bir grup olup bugün sayılarının 12.000.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Türkçe konuşan Aleviler esas kalabalık ve etkili grup olup, etnik ve dilsel bakımdan Türk (Türkmen) olmakla birlikte, esas Alevilik bilincini bu grup taşımaktadır. Bunların dışında Azerbaycan Türkçesi, Arapça, Zazaca ve Kürtçe konuşanları da bulunmaktadır196. Alevilik, Türkler içinde etnik bir ayrım 193 Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.5051. 194 Yanıkdağ, a.g.m. 195 Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 5361. 196 Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 5657. 79 olmayıp, dinsel bir ayrımdır; dinsel bir oluşumdur. Ancak İslam dininden farklı bir dinsel ayrım değil, İslami bir yorumdur197. Türkiye'de üzerinde en fazla araştırma yapılan (bunun bir nedeni yaklaşık 7.4 milyon nüfusu ile en büyük etnik grup olmalarıdır) grup Kürtlerdir ve 1925 yılından günümüze yaklaşık 86 yıllık süreyi kapsayan çok yönlü tüm resmi tespitler ve bilimsel nitelikli araştırma ve anket verileri ile ilgili göstergeler ortalamasıyla bugün kendini Kürt olarak tanımlayan nüfus oranı yaklaşık %10 kabul edilebilir198. Bunlardan başka, ileride değinilecek olan Türkiye ilerleme raporlarında sözü edilen bir başka grup da Süryanilerdir. Hristiyandırlar (Süryani adı Hristiyanlıkta bir mezhep adı değildir) ve Süryanilik etnik değil (Asur, Akat, Aram veya Babil mi oldukları tartışmalıdır) dinsel bir ayrımdır. Süryaniler genelde Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaşamakta olup, özel bir dinsel dil olan Süryanice ile Kürtçe veya Suriye Arapçası konuşmaktadırlar199. Türkiye'deki farklı kimlikler, azınlıklar, temel haklara saygı, kültürel hak talepleri gibi başlıklar ülkenin AB üyeliği sürecinde önemli odak noktaları olmayı hep sürdürmüştür. 3.4 Türkiye’nin AB’ye Giriş Sürecinde İlerleme Raporlarındaki Azınlıklar Konusu Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10- 11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Helsinki Zirvesi'nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk 197 Cemal Şener, Türkiye'de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, 5. baskı, İstanbul, Etik Yayınları, 2006, s.74. 198 Ali Tayyar Önder, Türkiye'nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler, 52. bs., Ankara, Kripto Kitaplar, 2012, s. 46,50. 199 Şener, a.g.e., s.192- 197. 80 Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi'nde de, AB-Türkiye ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve'de Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır200. Katılım öncesi strateji, aday ülkelerin Avrupa Birliği’ne katılımı nasıl ve ne şekilde gerçekleştireceklerine ilişkin stratejiyi ortaya koymaktadır. Bu çerçevede bu ülkelerde Avrupa anlaşmalarının uygulanması, mali yardımlar, aday ülke mevzuatlarının AB mevzuatı ile uyumlaştırılması ve üye ülkelerle aday ülkeleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir “planlanmış diyalog” yönteminin uygulanması öngörülmüştür. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri, aday ülkelerin Kopenhag kriterleri çerçevesinde kısa ve orta vadede müktesebata uyum sağlamak için gerçekleştirmeleri gereken düzenlemeleri içermektedir. Düzenli olarak güncellenen Katılım Ortaklığı Belgeleri, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde aday ülkenin önceliklerinin neler olması gerektiğini ve Avrupa Birliği’nin bunu kolaylaştırabilmek amacıyla yapabileceği mali yardımları içermektedir. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgelerine karşılık aday ülkeler de katılım ortaklığı önceliklerini nasıl yerine getireceklerini ayrıntılı biçimde ve bir zaman çizelgesi çerçevesinde belirleyen, bunun için ayrılacak mali kaynaklar ile insan kaynaklarını da içeren Ulusal Programlar hazırlamaktadır. Avrupa Komisyonu, aday ülkelerin Kopenhag kriterlerine ve Avrupa Birliği müktesebatına uyumda kaydettikleri gelişmeleri her yıl düzenli olarak hazırlanan İlerleme Raporları ile değerlendirmektedir. Bu raporlar, aday ülkelerle müzakerelerin yürütülmesi veya adaylık sürecine yeni eklenen ülkeler konusunda karar alınması için Avrupa Konseyi’ne dayanak oluşturmaktadır201. 200 Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi: TR-AB İlişkileri, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) www.abgs.gov.tr, 24 Ocak 2012. 201 Avrupa Birliği Genişlemesi, Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü, 26 Ekim 2009, (Erişim) http://www.abpe.org.tr/abpe/content-detail.php?lang=2&detail=33, 24 Ocak 2012. 81 Türkiye’nin AB’ye adaylık süreci kapsamında 1998’den 2011’e kadar (en son 2011 yılında) toplam 14 İlerleme Raporu yayınlanmıştır. Bu raporlarda 2003 yılına kadar Türkiye’ye dair azınlık hakları konusuna ilişkin değerlendirmeler siyasi kriterler başlığı altındaki 'insan hakları ve azınlıkların korunması' alt başlığında ‘azınlık hakları ve azınlıkların korunması’ kategorisinde yer almış; 2004 yılından itibaren ise bu kategoriye ‘kültürel haklar’ ibaresi de eklenmiştir. 3.4.1 1998 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar Avrupa Birliği'nin 1998 yılında yayınladığı ilerleme raporunun202 insan hakları ve azınlıkların korunması başlığı altında Türkiye'nin Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme’yi imzalamadığı notu düşülürken devamında Türk Devleti'nin Ermeniler, Museviler ve Rumlar olmak üzere resmen üç azınlığı tanıdığı ancak ülkenin özellikle güneydoğusunda yaşayan Kürt nüfusun azınlık olarak değerlendirilmediği belirtilmekte, bu kesimin politik ve ekonomik nüfusa katılması önünde engel olmasa da etnik kimliklerini rahatça ifade etmekten çekindikleri tespiti yapılmaktadır. Öte yandan Türkiye'deki PKK terörüne değinilirken, bugüne kadarki askerî temelli yaklaşımın insani ve malî açıdan maliyetli olduğu; bölgenin sosyal ve ekonomik gelişmesini engellediği ve bu yaklaşımın Türkiye’nin uluslararası imajına da zarar verdiği belirtilmektedir. Bunlara ek olarak bir sivil çözüm kapsamında, Kürt kültürel kimliğinin belirli biçimlerinin tanınabilirliği ve ayrılıkçılığı yahut terörizmi savunmaması şartıyla o kimliğin ifade edilme yollarına daha fazla hoşgörü gösterilebileceği önerilmektedir. İlk ilerleme raporunda azınlık haklarına ilişkin Kürt nüfusa yönelik yorumlar, konunun ilerdeki raporlarda da kaçınılmaz bir odak olacağının habercisi niteliğindedir. 202 Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 1998 Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_19 98.pdf, 24 Ocak 2012. 82 3.4.2 1999 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 1999 yılı ilerleme raporunda203 Kürt nüfusun durumu hakkında gelişme kaydedilmediği belirtilmekte, bir önceki raporda önerilen kimliği ifade yollarına hoşgörü gösterilmesi konusu ile ilgili olarak Kürt dilinde TV yayınlarına görünüşte siyasi olmayan programlar için hoşgörü gösterilirken resmi olarak müsaade verilmediği belirtilmektedir. Öte yandan Ulusal Azınlıkların Korunması Üzerine Çerçeve Sözleşme204 ile Bölgesel veya Azınlık Dilleri için Avrupa Şartı205 kapsamında, bu nüfusun açıkça ve makul biçimde tarif edilen durumlarda ve şartlar altında kendi doğal dillerini ve kültürel geleneklerini kullanma ve sürdürme fırsatına ve bunun için gerekli maddî kaynaklara sahip olması gerektiği yönündeki Avrupa Konseyi'nin notuna değinilirken, Pişmanlık Yasası206 ve hükümetin ilave fonlarla Güneydoğu Anadolu bölgesinin sosyoekonomik 203 kalkınmasının destekleyeceğini açıklaması ve dönemin Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesine İlişkin Komisyon 1999 Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_19 99.pdf, 24 Ocak 2012. 204 Türkiye Çerçeve Sözleşme’yi henüz imzalamıştır. Çerçeve Sözleşme’nin Avrupa Konseyi üyeleri içerisindeki imzalanma, onaylanma ve yürürlüğü giriş durumu çizelgesi için bkz. Framework Convention For The Protection Of National Minorities, Council Of Europe Treaty Office (Erişim) http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=157&CM=8&DF=12/11/2011& CL=ENG, 24 Ocak 2012. 205 Türkiye Şart’ı halen imzalamamıştır. Şart’ın Avrupa Konseyi üyeleri içerisindeki imzalanma, onaylanma ve yürürlüğü giriş durumu çizelgesi için bkz. European Charter For Regional Or Minority Languages, Council Of Europe Treaty Office (Erişim) http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=148&CM=8&DF=12/11/2011& CL=ENG, 24 Ocak 2012. 206 Kamuoyunda Pişmanlık Yasası olarak bilinen “bazı suç failleri hakkında uygulanacak hükümlere dair kanunda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun (No: 4450)” TBMM Genel Kurulu'nda 26 Ağustos 1999 tarihinde kabul edilmiştir. Buna göre, siyasî ve ideolojik amaçla suç işlemek için Türk Ceza Kanununun 313. maddesine göre kurulmuş teşekkül, Türk Ceza Kanununun 125 ve 131.maddeleri ile 146 ila 162. maddelerinde yazılı suçları işlemek üzere kurulmuş silahlı çete ve cemiyet mensubu olup da; teşekkül, çete veya cemiyet tarafından işlenen suçlara iştirak etmeyenlerden, bu teşekkül, çete veya cemiyet tarafından bu Kanunun yayımı tarihinden önce işlenen suçlara iştirak etmiş olmakla beraber haklarında tahkikata başlanmamış olanlardan, yetkili makamlara mukavemet göstermeksizin kendiliğinden teslim olup, bu Kanundan yararlanmak istediğini beyan ederek, teşekkül, çete veya cemiyetin yapısı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermek suretiyle; teşekkül, çete veya cemiyetin dağılmasına veya meydana çıkarılmasına sebep olanlar veya güvenlik kuvvetlerine silah ve malzemelerini teslim edenler veya verecekleri bilgi ve belgelerle veya bizzat gösterecekleri çaba ile teşekkül, çete veya cemiyetin amaçladığı suçun işlenmesine engel olanlar hakkında ceza verilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Kanunun tamamı için bkz. Kanunlar, tbmm.gov.tr, Kanun No: 4450. 83 Cumhurbaşkanının söz konusu kesimin temsilcileri ile mevcut sorunları görüşmek üzere bir araya gelmesi olumlu adımlar olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, AB Türkiye’nin farklı kimliklerin kültürel hak taleplerine ilişkin daha aktif bir politika izlemesi gerektiğine dair göndermeler yaparken, azınlık hakları konusu başlığı altında Güneydoğu Anadolu bölgesinin hassas durumu ve ülkedeki şiddet içerikli eylemlerle ilişki kurulması dikkat çekicidir. 3.4.3 2000 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2000 yılı ilerleme raporunda207 Türkiye'nin Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalamadığı ve ülkede Lozan Antlaşması kapsamındaki azınlıklar haricinde başka bir azınlık tanınmadığı vurgulanırken, ortak bir kültürel kimliğe ve geleneklere sahip grupların ana dillerinde yayın yapma, ana dillerini öğrenme veya ana dillerinde eğitim alma hakkı gibi tüm Türklerin sahip olması gereken kültürel haklarının garanti altına alınmadığı ve bu kesimin kendini ifade etme ve tepki gösterme çabalarının önünde engeller olduğu belirtilmektedir. Güneydoğu bölgesindeki güvenlik düzeyinin önemli ölçüde düzelme gösterdiği ve hükümetin sosyo- ekonomik kalkınma programına girişmekte olduğu dikkate alınırsa kültürel haklar konusunun bölgedeki durumun iyileştirilmesi için özel önemde olduğu ifade edilmektedir. Görüldüğü üzere AB bu raporda da bir önceki raporda olduğu gibi kültürel hakların kullanılmasında daha özgürlükçü uygulamalar olması gerektiğinde ısrar etmekte, ana dilde yayın ve eğitim gibi hususların eşitlik ilkesi kapsamında tüm vatandaşlara sağlanabilmesinin önemini vurgulanmaktadır. 207 Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2000 Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 00.pdf, 24 Ocak 2012. 84 3.4.4 2001 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2001 yılı ilerleme raporunda208, ortak kültürel kimlik ve geleneklere sahip etnik grup üyelerinin kendi dil ve kültürel kimliklerini ifade edebilmeleri yönünde bir Azınlıkların gelişme Korunması yaşanmadığına İçin Avrupa değinilirken, Konseyi Türkiye'nin Çerçeve Ulusal Sözleşmesi’ni imzalamadığı ve ülkede Lozan Antlaşması kapsamındaki azınlıklar haricinde başka bir azınlık tanınmadığı vurgusu tekrarlanmaktadır. Raporda Romanlar209 konusundan da bahsedilmekte, bu kesimi aşağılayıcı bir kitabın Kültür Bakanlığı tarafından toplatılması ve yasaklanması ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınladığı sözlüklerde yine bu kesimi küçük düşürücü sözcüklerin kullanılmamasına ilişkin genelgesi olumlu gelişmeler olarak kaydedilirken, göçebe Çingenelere halen 1934 sayılı İskan Kanunu’nun210 uygulandığı ve dolayısıyla bu grubun göçmen olarak kabul edilmediğine dikkat çekilmektedir. Raporda yine etnik grupların kültürel haklarına saygı konusunun Güneydoğu'daki durumu iyileştirici önemi ifade edilmektedir. Öte yandan Türkiye'de, yıllar süren şiddetli çatışma ve terörden etkilenen bölgelere tarım ve konut yapımı projelerini içeren bir ekonomik yardım ve kalkınma programının yanı sıra kamu yönetimi, ekonomi, sağlık ve eğitimle 208 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 01.pdf, 24 Ocak 2012. 209 Çingene Derneği'ne göre Türkiye'de 15.000 Çingene (Roman) bulunmaktadır. Türkiye'de coğrafi dağılımlarına bakıldığında İstanbul ve çevresi ilk sırada gelir. Ayrıca; Edirne, Kırklareli, Adapazarı, Bursa, Zonguldak, Denizli, Uşak, Konya, Antalya, Eğridir, Burdur, Hakkari, Mardin, Siirt, Van, Niğde dışında Doğu Anadolu'da dağınık göçer gruplar halinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Çingene’ce konuşurlar ve bu dil Farsça, Kürtçe, Türkçe yardımı ile konuşulmaktadır. Dinsel inançların uygulanmasında liberal olsalar da kendi geleneklerini canlı tutmaktadırlar. Balkanlara da Anadolu'dan geçtikleri varsayılır. Bkz. Şener, a.g.e., s. 230-237. 210 1934 tarihli mülga İskan Kanunu Madde 4’e göre; Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler, casuslar, göçebe Çingeneler, memleket dışına çıkarılmış olanlar Türkiye'ye muhacir olarak alınmazlar. Bu kanun, 26/09/2006 tarih ve 26301 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5543 sayılı İskân Kanunu'nun 48. maddesi gereği yürürlükten kaldırılmıştır. 5543 sayılı Kanuna göre ise Göçmen, Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye'ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır. Bkz. Mevzuat, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, (Erişim) www.adalet.gov.tr 85 ilgili birtakım önlemleri kapsayan Doğu ve Güneydoğu Eylem Planının211 hazırlanması söz konusu raporda değinilen diğer noktalardır. Bu noktadan hareketle, Avrupa Birliği Türkiye için etnisite farklılığına ve kültürel haklara saygı koşullarını yinelemekte ve Güneydoğu bölgesindeki şiddet ve terörün çözümüne ilişkin söz konusu bölgenin tecrit halinin önüne geçilerek ülkenin diğer kesimine sosyal ve ekonomik anlamda entegre olmasının devlet eliyle desteklenmesini onaylamaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye'deki terör ile etnik farklılıklar konusu bağdaştırılmaya çalışılmaktadır. 3.4.5 2002 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2002 yılı İlerleme Raporunda212 yine ortak kültürel kimlik ve gelenekleri bulunan etnik grupların dil ve kültürel kimliklerini ifade etmeleri yönündeki gelişmelerin uygulamada yetersiz kaldığı belirtilmekte ve Türkiye’nin Ulusal Azınlıkların Korunması için Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesini imzalamadığı ve Türkiye’deki azınlık kavramının 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşmasında tanımlananlarla sınırlı olduğu yinelenmektedir. Bir önceki raporda yer alan Romanlarla ilgili olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeye atıfta bulunulmuş ancak bunun dışında başka bir hukuki düzenleme yapılmadığı ve Romanların göçmen olarak kabul edilmediği ve kendilerine ülkede önyargıyla yaklaşıldığı ile yeterince korunamadıkları belirtilmektedir. Bundan başka Tunceli Kültür ve Doğa Festivali’nde Kürtçe şarkı söyleyen gruplara yasak getirilmemesi, Diyarbakır’da Süryani azınlıklarla ilgili bir fotoğraf sergisi yapılması ve 211 Eylem Planı 107 maddeden oluşmakta; bunların 47 tanesi ekonomik kalkınma, 30 tanesi idarenin yeniden yapılanması, 17 tanesi eğitim ve 13 tanesi de sağlık sahalarında alınması gereken önlemleri kapsamaktadır. Bölgedeki sorunu “sosyal bir sorun” olarak saptayan planın amacı, “bölge insanının kalkınmasının, doğu ve batı arasındaki sosyal ve ekonomik farkların giderilmesinin ve böylece terör örgütü PKK ile mücadelede arada kalan bölge insanının kazanılmasının sağlanması” olarak açıklanmıştır. Bkz. Ntvmsnbc, 14 Eylül 2000 tarihli “107 Maddelik Güneydoğu Planı” başlıklı haber, (Erişim) http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/30268.asp, 30 Ocak 2012. 212 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 02.pdf, 24 Ocak 2012. 86 önceden yasaklanan Avrupa Film Festivali'nin gerçekleştirilmesi; Güneydoğudaki güvenlik durumunun iyiye giderken, yerleri değiştirilmiş kişilerin213 durumunu düzeltmeye yönelik çabalar sürdürülmesi; BM Genel Sekreterinin Yerleri Değiştirilmiş Kişiler Özel Temsilcisi’nin Haziran 2002’deki ziyaretinden sonra yetkililerin davranışlarının nispeten daha içten olduğunu belirtmesi raporun olumlu olarak işaret edilen noktalarındandır. Ancak yerleri değiştirilmiş kişilerin köylerine geri dönebilmesi için gerekli altyapı ve ödeneğin sınırlı olduğu ile bu kişilerin zor ekonomik ve sosyal şartlar altında şehir merkezlerinde yaşamaya devam ettiği belirtilmekte; köy koruculuğu sistemi214 ve kara mayınlarının215 durumu eleştirilmektedir. Öte yandan, bölgede faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin ilgili makamlar tarafından baskıya uğradıklarına ve kültürel haklar ve dernek kurma özgürlüğüne 213 Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, terör ve güvenlik kaygılarıyla yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımızdan gönüllü olarak geri dönmek isteyenlerin geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, geri dönülen yerlerde gerekli sosyal ve ekonomik alt yapının tesisi ile sürdürülebilir yaşam koşullarının oluşturulması, geri dönmek istemeyenlerin ise mevcut yaşadıkları yerlerde şehir hayatına uyumlarının geliştirilmesi, ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirilmesini amaçlayan bir projedir. Bkz. Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP), İller İdaresi Genel Müdürlüğü, (Erişim) illeridaresi.gov.tr, 30 Ocak 2012. 214 01/07/2000 tarih 24096 sayılı Köy Koruculuğu Yönetmeliği’ne göre, köy korucularının görevleri arasında köy halkının canına, ırzına, malına ve tasarruf emniyetine tecavüz edenleri belirlemek, bunları takip etmek, köy muhtarına ve en yakın jandarmaya en seri vasıtayla bildirmek, kaçmalarını, saklanmalarını önlemek, köy halkının ve köyün zabıta görevlilerinin de yardımıyla yakalamak, suç işlenirken veya işlendikten sonra, henüz izleri kaybolmadan sanıkları yakalamak, adli kolluk işleri ile ilgili olaylarda, delillerin kaybolmamasını sağlayacak tedbirleri almak, yangın, sel, deprem, toprak kayması, çığ gibi tabi afetleri bilgi edindiğinde, köy muhtarına ve en yakın jandarmaya haber vermek, köyde bulunan eski hükümlülerin, sabıkalı ya da şüphelilerin iş ve ilişkilerini araştırmak, asker ve yoklama kaçaklarını takip etmek, bunlar hakkında elde ettiği bilgileri muhtara veya jandarmaya bildirmek, bağ, bahçe ve yolları, içme suyu tesisleri ile trafo ve köy orta malları, su kuyuları, su setleri ve kanallarına ve benzeri köy tesislerine yönelik her türlü tecavüzleri önleyecek tedbirleri almak ve bu gibi tesislerin korunmasında genel ve özel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak bulunmaktadır. Ayrıntı için bkz. Mevzuat, T.C. Adalet Bakanlığı, (Erişim) adalet.gov.tr, 30 Ocak 2012. 215 Anti-personel kara mayınları, insanları öldürmek ya da yaralamak amacıyla dizayn edilen, toprağın altına gömülen ve yıllarca bu halde kalabilen, üstüne yapılacak fiziki bir basınç ile harekete geçen mekanizmalardır. Bunların diğer patlayıcılardan ya da bombalardan farkı ise, bu patlayıcıların bir başkası tarafından değil bizzat kurbanın kendisi tarafından harekete geçirilmesidir. Dolayısıyla anti-personel mayınların spesifik bir hedefi bulunmamakta, siviller de dahil herkes mayın kurbanı olabilmektedir. Anti-personel kara mayınları sadece sivil kayıplara sebep olmamakta, aynı zamanda ülkenin bölgede gerçekleştireceği sosyo-ekonomik kalkınma projelerine de engel teşkil etmektedir. Sivilleri olumsuz etkileyen silah ve mühimmat teknolojisinin ortadan kaldırılması hedefleri açısından geçen yüzyılın en önemli konvansiyonu Ottawa Sözleşmesi’dir. 1997 yılında imzaya açılan ve 1999 yılında yürürlüğe giren Sözleşme, anti-personel mayınlarını ortadan kaldıran bir uluslararası standart geliştirmeyi hedeflemektedir. Türkiye, 1 Mart 2004 tarihi itibariyle Sözleşme’ye taraf olmuştur. Türkiye, Sözleşmeye göre 2014 Mart’ına kadar mayınlı arazilerini temizlemesi gerekmektedir. Bkz. Ömer Ersoy, “Mayınsız Bir Dünya Gerçekçi mi?”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 29 Kasım 2010, (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1312/‘mayinsiz-bir-dunya-gercekci-mi.aspx, 30 Ocak 2012. 87 getirilen sınırlamaların terörle ilintili şekilde devletin bölünmez bütünlüğünü koruma amaçlı olarak görüldüğüne ve Türkiye’nin Ulusal Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek Komiseri ile bir diyalog başlatma adımının olumlu bir gelişme olduğuna değinilmektedir. AB Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki süregelen terör faaliyetlerine sonlandırmasını beklemektedir. Bu bölgede yaşayan özellikle Kürt nüfusunun sosyo-ekonomik sorunlarının çözülmesi ve etnik kimliklerini ifade etmelerine yönelik daha pozitif yaklaşımlarla Türkiye'nin bu sorunu çözebileceği varsayımından hareket edildiği anlaşılmaktadır. Ancak Türkiye için bu bölgedeki etnisiteye dayalı sorunlar sadece bölge halkına bir takım kültürel haklar tahsis edilerek çözülmekten öte hassasiyet içeren bir durumda olduğu söylenebilir. 3.4.6 2003 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2003 yılı raporunda216, Ulusal Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek Komiserinin Ocak 2003'teki ulusal azınlıklar konusunu ile ilgili diyalog başlatmak üzere Türkiye'ye gelişinden sonra bir gelişme yaşanmadığı belirtilmekte, Birleşmiş Milletlerin Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesinin onaylanması sırasında Türkiye'nin 27. maddeye çekince koyduğuna ve bu çekincenin azınlıkların dinsel, dilsel ve kültürel hakları konusunun Türk Anayasası ve Lozan Antlaşmasının ilgili hükümlerine göre yorumlanması ve uygulanmasını öngörmesine dikkat çekilmektedir. Öte yandan seçim sistemindeki yüzde onluk baraj uygulamasından217 ötürü azınlıkların mecliste temsil edilmesinin zorlaştığı, devletin hazırladığı tarih 216 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 03.pdf, 24 Ocak 2012. 217 Diğer ülkelerdeki oranlar ise şöyle: Finlandiya, İrlanda ve İzlanda’da seçim barajı yok. Hollanda %0.67; Danimarka %2; İspanya, Yunanistan, Romanya ve Ukrayna %3; Avusturya, Bulgaristan, İtalya, Norveç ve Slovenya %4; Almanya, Belçika, Estonya, Gürcistan, Macaristan, Moldova, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya % 5 olarak uyguluyor; Rusya’da ise %7, Bkz. Vahap Coşkun, “Baraj %20 Olsun, İstikrar Tam Olsun!”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 01 Şubat 2011, (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/kose-yazilari/737, 30 Ocak 2012. Türkiye’deki seçim barajı bölgedeki en yüksek oran olmasından bahisle çoğulculuğu yansıtmadığı şeklinde eleştirilere uğramaktadır. 88 ders kitaplarında azınlıklar ile ilgili düşmanlık uyandırıcı bilgiler bulunduğu yönünde şikayetler olduğu, Rum okullarının öğretmen istihdamı ve eğitim materyallerinin onaylatılması konusunda yaşadıkları sıkıntıların dil eğitimlerini olumsuz yönde etkilediği ve Lozan Antlaşmasınca tanınan azınlıklar dışındaki dini azınlıklara (Süryaniler gibi)218 okul açma izni verilmediği, dini azınlık okullarına kayıtta zorluklar yaşanıldığı, Heybeliada Ruhban Okulunun219 mükerrer açılma taleplerine rağmen kapalı kalmaya devam ettiği ve Çingene toplulukları ile ilgili olumsuz durumun devam ettiği rapora eklenmiştir. Öte yandan 30 Ekim 2002 itibariyle Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki terörle ilintili olağanüstü hal uygulamasının sona ermesinin olumlu bir psikolojik etki doğurması ve güvenliğin artmasına paralel olarak bölgede kültürel etkinlik kapsamında birtakım festival kutlamalarına izin verilmesi olumlu gelişmeler olarak değerlendirilmiştir. Terör nedeni ile yerleri değiştirilmiş kişilerin sorunlarının yanı sıra bölgedeki genel ekonomik yetersizlikler; kadın ve çocukların olumsuz durumu; eğitim, sağlık ve barınma gibi 218 konular ile ilgili olarak bu bölgelere gerekli ölçekte hizmet Lozan’da Gayrimüslimlere tanınan haklar düşünüldüğünde, Gayrimüslim bir grup olarak Süryanilerin de bu kapsamda değerlendirilmesi beklense de, pratikte Türkiye’de hukuki olarak azınlık sayılan Gayrimüslim gruplar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerdir. 219 19.yüzyılın başlarından itibaren Patrikhane Ortodoks milletler arasında birliği muhafaza etmek adına teolojik konularda türdeşliği sağlayacak çözümler ararken bir ilahiyat okulunun açılması gündeme gelmiştir. Heybeliada'da Bizans döneminden kalma bir manastırın onarılmasından sonra okul Fener Rum Patrikhanesine bağlı olarak 1844'te hizmete açılmıştır. Fener Rum Patrikhanesi ve Patrik Athenegoras'ın girişimleri ile okul Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1950 tarihli kararı ile yüksek okul haline gelmiş ve 1939 yılında savaş ve casusluk gerekçeleri ile yasaklanan yabancı öğrenci yasağının tersine okula yabancı öğrenci alınması serbest bırakılmıştır. Patrikhane 1950-1960 döneminde Türk Hükümetinin tavizlerinden faydalanarak İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatı dışına çıkararak doğrudan kendi yönetimi altına almıştır. Ancak 1964 yılında Türk Hükümeti bu durumu düzeltmek adına eski hukuki statüyü geri getirerek bu adalardaki okulların Bakanlık emrinde Türkçe ve dini eğitim yapmalarını öngören ilgili kanun maddesini tekrar yürürlüğe koymuştur. Daha sonra, Patrikhanenin kendisine tahsis ettiği ödenekle yaşatılan Heybeliada Ruhban Okulu “Özel Yüksek Okulların Devletleştirilmesi” yönündeki 1971 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı sonucu kapatılmıştır. Akabinde bu tarz eğitim kurumları faaliyetlerine son vermiş ya da bir devlet üniversitesinin bünyesine intibak etmişken, bir Türk üniversitesine bağlanmak istemeyen ve başka bir çözüm yolu da bulamayan Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmıştır. Sonraki yıllarda okulun tekrar faaliyete geçmesi için Patrikhanenin girişimleri olmuş; özel fakülte değil lise tedrisatı veren okullar kapsamında olmasından ötürü kapatılarak haksızlık uğradığı ve denetiminin Milli Eğitim Bakanlığı'nca yapılacağı ancak Patrikhane'ye bağlı olarak yeniden açılması gündeme getirilmiştir. Ancak Anayasanın 130. maddesi dini özerkliğe sahip böyle bir okulun kurulmasını engellemektedir ve 132. madde gereğince de yalnızca Türk Silahlı kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatı'na bağlı özel yüksek öğretim kurumları açılabilmektedir. Ruhban Okulu bu maddenin kapsamı dışındadır. Bkz. Güler, a.g.e., s. 165- 174. 89 götürülememesi; kara mayınları ve köy korucularının durumu gibi konular raporda eleştirilen Komisyonu'nun noktalardandır. bölgeye ziyareti Meclis ve İnsan yayınladığı Hakları raporlar İnceleme ile verdiği tavsiyelerden başka, BM Genel Sekreterinin Yerleri Değiştirilmiş Kişiler Özel Temsilcisinin Mayıs 2002'de Türkiye'ye yaptığı ziyarete ilişkin raporunda sunduğu tavsiyelere Türkiye'nin, uluslararası ortaklar ve sivil toplum kuruluşlarının yer alacağı bazı ümit verici girişimler aracılığıyla uymaya başlamış olması raporun olumlu tespitlerindendir. Bu raporda da ağırlıklı olarak, Türkiye’nin azınlıklara dair sorunlarının teröre ilişkin atacağı çözüm odaklı adımlarla aşılabileceği yönünde tavsiyeler yer almaktadır. Başka bir deyişle Türkiye’deki etnisiteye dayalı farklılıklar terör ile ilişkilendirilmektedir. Terör sorununun çözümü kapsamında da bölgenin temel ihtiyaçlar ve ekonomik gelişmesine yönelik programlar geliştirilmesi ile burada yaşayan halkın sosyal ve kültürel haklarının garanti altına alınması gösterilmektedir. Burada yaşayan Kürt ağırlıklı nüfusa yasal bir azınlık statüsü verilmesine dair açık bir beyan olmasa da, bir takım kültürel hakların özellikle ana dilde eğitim, siyasete katılım gibi AB’nin eşitlikçi söylemlerine esas teşkil eden güvencelerin sağlanması gerektiği belirtilmektedir. Öte yandan Lozan’da güvence altına alınan azınlıkların kültürel haklarının iyileştirilmesi beklenmektedir. 3.4.7 2004 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2004 yılı raporunda220 Türkiye'de azınlıkların 1923 Lozan Antlaşması çerçevesinde görülen Musevi, Ermeni ve Rumlar ile sınırlı kaldığı ancak Kürt nüfus gibi başka toplulukların da olduğu belirtilmektedir. Türkiye’nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne221 eğitim hakkı ve azınlıkların hakları konusunda 220 Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 04.pdf, 24 Ocak 2012. 221 Sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalayan Türkiye'nin 13. maddeye ilişkin çekincesi, bu 90 koyduğu çekinceler, azınlık haklarının korunması konusunda ilerleme kaydedilebilmesini engelleyebileceği kaygısı dile getirilmekte, Türkiye'nin Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi’ni imzalamadığı notu düşülmektedir. AGİT Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri'nin, Türkiye'nin azınlıklara yapılan muamelelere ilişkin uluslararası standartlara ulaşması için kayda değer rol oynayabileceği ancak 2003 Ankara ziyaretinden sonra bir gelişme olmadığı vurgulanmaktadır. Azınlıkların hala belli ayrımcılıklara uğradıkları, üst düzey idari ve askeri görevlere gelmekte güçlüklerle karşılaştıklarının bildirildiği, 2003-2004'te okutulan tarih kitaplarında aleyhlerine ifadeler olduğu ancak resmi makamların bu ders kitaplarında ayrımcılık yapılmaması yönünde bir genelge yayınlayarak bu konuda çaba gösterdikleri belirtilmektedir. Gayrimüslim azınlık okullarındaki çifte müdür uygulaması (bu okullarda Milli Eğitim Bakanlığı'nı temsilen bir Müslüman müdür yardımcısının olup müdürden daha fazla yetkiye sahip olması) konusunda resmi makamlarla diyalogun devam ettiği, daha önce sadece babaları azınlık grubun üyesi olan çocuklar bu okullara gidebilirken anneleri azınlık üyesi olanların da artık bu okullara kabul edileceğinin 2004'te açıklandığı belirtilmekte ancak ebeveynlerin azınlık statü beyanını Milli Eğitim Bakanlığı'nca değerlendirilmesine dikkat çekilmektedir. Rum cemaatinin eğitim malzemelerinin onaylanması ve yurt dışında eğitim görmüş maddenin Anayasa'nın ilgili hükümleri çerçevesinde uygulanacağını belirtmektedir. Böylelikle eğitim hakkına ilişkin düzenlemelerin, ancak anayasal sınırlar içinde yerine getirilmesi öngörülmüştür. Bkz. TBMM'ce Onaylanan BM Sözleşmeleri, T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=27156&l=1. Bu Sözleşmeye göre taraf devletler, herkese eğitim hakkı tanır; eğitimin insan kişiliğinin ve onurunun tam olarak gelişmesine ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmesine yönelik olarak verilmesi konusunda birleşir; herkesin özgürlükçü topluma etkili bir biçiminde katılmasını sağlayacak, bütün uluslar ile bütün ırksal, etnik ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu geliştirecek ve Birleşmiş Milletlerin barışın korunması için yaptığı faaliyetlerini ilerletecek bir eğitim verilmesi konusunda anlaşır; anne-babaların ve uygulanması mümkünse vasilerin de, çocuklarını devlet tarafından kurulan okulların dışında var olan ama Devlet tarafından konulmuş veya onaylanmış standartların asgari şartlarına sahip bulunan okullara gönderme ve kendi inançlarına uygun bir biçimde çocuklarına dinsel ve ahlaki eğitim sağlama haklarına saygı gösterir. Söz konusu sözleşmenin eğitim hakkı ile ilgili bu maddesinin tamamı için bkz. Tufan Büyükcan, Fatih Çağrı Ocaklı, Eyüp Öztürk, “Avrupa Birliği Üyesi Ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Eğitim ile ilgili Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi Bilgi Notu, Kasım 2011, s.3 91 öğretmenlerinin diplomalarının tanınması konusunda sıkıntı yaşadıkları; ayrıca Rum azınlık öğretmenlerine Türk kökenli meslektaşlarının aksine tek okulda çalışma izni verildiği; Ermeni cemaatinin dillerinin öğretilmesinde yetersizliklerle karşılaştıkları; 1971’den bu yana kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun hala açılmadığı; Lozan Antlaşması kapsamında tanınmayan Gayrimüslim azınlık olan Süryanilere hala okul açma izni verilmediği; Roman kökenlilerin halen göçmen olarak kabul edilmediği ve toplumda dışlandıkları ve elverişli bir yaşam sürmedikleri belirtilmektedir. Anayasa’da değişiklik yapılarak Türkçe dışındaki lisanların kullanılmasına uygulanan yasak kaldırılarak Kürtçe dahil Türkçe dışındaki lisanlarda radyo/TV yayınları yapılması ve bu dillerin öğretilmesine imkan veren mevzuat değişiklikleri yapılması222 kültürel hakların korunması alanında halen kısıtlamalar olsa da 1999'dan yana yaşanan önemli bir ilerleme olarak değerlendirilmiştir. Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçeler başlıklı bir yönetmeliğin Aralık 2003’te yürürlüğe girmesinden sonra ilk kez özel Kürtçe dil kurslarına izin verildiği, Nisan 2004’te Van, Batman ve Şanlıurfa’da, Ağustos 2004’te Diyarbakır ve Adana’da ve Ekim 2004’te İstanbul’da altı özel lisan kursu, Kürtçe (Kırmançi lehçesi) eğitim vermeye başladığı ancak devletten mali yardım almadıkları ve müfredatları, öğretmenlerin atanması, kurs süresi gibi konularda sıkıntı yaşadıkları ve katılımcı öğrencilerin temel eğitimlerinin tamamlamış olmaları gerektiği (yani 15 yaş üstü) belirtilmektedir. Siyasi partilerin aşması gereken baraj uygulaması nedeniyle azınlıkların parlamentoda temsil edilmesini güçleştiren seçim sisteminde hiç bir değişiklik yapılmaması ve 222 siyasi partilerin Türkçe dışındaki dilleri kullanması 9 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren üçüncü uyum paketiyle Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4/I maddesi değişikliğiyle, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılmasının önündeki hukuki engeller kaldırılmış ve bu yayınların yapılması güvence altına alınmıştır. Ayrıca, yapılan değişiklerle Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engeller kaldırılmış ve bu dil ve lehçelerin özel kurslarda öğrenilmesi konusunun Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmüştür. Bkz. Türkiye'de Siyasi Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Ankara, 2007, s.12. 92 konusunda223 hala kısıtlamalar bulunduğu belirtilmektedir. Kürt kökenli kişilerin çoğunlukla yaşadığı ülkenin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki durumun, 1999’dan bu yana güvenlik ve temel özgürlüklerden yararlanma açısından giderek iyileşmeye devam ettiği notu düşülmüştür. Hükümetçe desteklenen köy korucuları sistemi, kara mayınları sorunu, temel altyapının bulunmayışı ve sermaye ile iş imkanlarının olmayışı gibi sorunların yerlerinden edilmiş kişilerin köylerine dönmesinde sıkıntı doğurduğu belirtilirken köy koruculuğu sistemi raporda özellikle eleştirilmektedir. Kısacası 2004 yılı raporunun da kültürel hakların iyileştirilmesine ve özellikle ana dil eğitiminde yaşanan sıkıntılara dikkat çektiği, ancak Türkçe dışındaki dillerde eğitim ve yayın serbestisinin ilk ilerleme raporlarından bu yana önemli bir değişiklik olduğuna dikkat çekilmiştir. Azınlıkların ayrımcılığa uğraması veya çifte standarda maruz kaldıkları gibi ifadelerin gerçekten bu gruplara mensup şahısların şikayetlerini mi yansıttığı yoksa siyasi söylemler mi olduğu net değildir. Öte yandan, Türkiye’nin imzalamadığı azınlık haklarına dair uluslararası sözleşmelere yapılan atıf düşünüldüğünde, bir AB üyesi olarak Fransa’nın Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi’ni ve Belçika’nın da Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı hiç imzalamamış olmasının altı çizilmelidir. 3.4.8 2005 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2005 yılı ilerleme raporunda224 da yine Türkiye'nin Lozan Antlaşması ile kabul edilen Yahudi, Ermeni ve Rumlar dışında azınlık tanımaması yaklaşımının değişmediğine değinilirken, hem Avrupa hem de uluslararası standartlara göre azınlık olarak nitelendirilebilecek başka grupların da olduğu 223 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu Madde 43 (Önseçimde Propaganda İle İlgili Hükümler)’e göre aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, milli, mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaatte bulunamazlar ve Türkçe' den başka dil ve yazı kullanamazlar. Kanunun tamamı için bkz. Siyasi Partiler Kanunu, Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim) mevzuat.basbakanlik.gov.tr, 24 Ocak 2012. 224 Türkiye 2005 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 05.pdf 93 belirtilmektedir. İnsan Hakları Danışma Kurulu225 himayesinde, Türkiye'nin azınlık tanımlamasının Lozan Antlaşması'ndan daha geniş bir çerçevede ve uluslararası standartlara uygun halde yorumlanmasına imkan vermek ile farklı kimlik ve kültürlere sahip kişilerin haklarının yasalarca güvence altına alınmasını sağlamak üzere Ekim 2004'te yayınlanan ve teşvik edici addedilen raporun226 siyasi engellere maruz kalması eleştirilmektedir. Türkiye'nin BM 225 Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımı için yerine getirilmesi gereken Kopenhag siyasi kriterlerinin insan hakları ile ilgili hükümlerine uyma çabaları çerçevesinde 12 Nisan 2011 tarihinde çıkarılan 4643 sayılı kanunla kurulan İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun yönetmeliği 23 Kasım 2003 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu yönetmeliğe göre Kurul insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasına ilişkin konularda görüş bildirmek, tavsiyelerde bulunmak, öneriler ve raporlar sunmak; yürürlükteki mevzuatın ve yasa tasarılarının insan hakları temel ilkeleri, uluslararası belgeler ve mekanizmalarla uyumlu hale getirilmesi için uygun gördüğü konularda görüş bildirmek, idari önlemlerin alınmasını tavsiye etmek; insan haklarına ilişkin olarak ilgili devlet kuruluşları ile üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları arasında iletişim sağlamak gibi görevler yüklenmiştir. Söz konusu Kurul 1 Ekim 2004’te başka raporların yanı sıra kendi bünyesindeki Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu’nun raporunu (Azınlık Raporu) kabul etmiştir. Bkz. Baskın Oran, “Türkiye’de İfade Özgürlüğü”, bgst yayınları, 2008, s.112-113. 226 Rapor (Azınlık Raporu) dünyada azınlık kavramı ve tanımı ile başlarken, dünyadaki azınlık kavramının büyük gelişme gösterdiği ve artık bir ülkede azınlık olup olmadığının o ülkenin kararına bağlı değil, “etnik, dilsel, dinsel bakımdan farklılık gösteren ve bu farklılığı kimliğinin ayrılmaz bir parçası sayan gruplar” varsa o ülkede azınlık bulunduğunun kabulü yönünde değişim olduğu belirtilmiş; Türkiye’nin azınlık tanımını Lozan Antlaşması ile kabul ettiği Gayrimüslim yurttaşlar (Ermeni, Rum, Musevi) ile sınırlamasının sorun yarattığı ve imzaladığı uluslararası sözleşmelere çekinceler koyması ile durumun daha da zorlaştığı vurgulanmaktadır. Raporda özetle; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde mecburen bu çekincelerden vazgeçmek zorunda kalacağı ve hem azınlık yaratmamak açısından hem de zorunlu yurttaştan ziyade gönüllü yurttaşlar oluşturmak adına herkese mümkün olduğunca geniş özgürlükler verilmesi gerektiği; Anayasa’nın 3/1 maddesinde belirtilen ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçedir.’ ifadesindeki millet bütünlüğünün çeşitli alt kimliklerin inkar edilebilmesine sebebiyet verdiğinden demokrasinin özüne uygun olmadığı; devletin dilinin değil resmi dilinin olabileceği ve vatandaşların devlet ile olan ilişkilerinde bu dili kullanırken diğer çeşitli dillerde konuşup yayın yapabileceği şeklinde bir düzenleme olabileceği yönünde görüş beyan edilmektedir. Rapor Türkiye’deki bu durumu, üst kimliğin Türkiyeli değil de Türk olarak belirlenerek toprak yerine kan esasına dayandırılmasına (kuramsal neden) ve ‘Sevr Sendromu’ adını verdiği çeşitli kimlik taleplerinin karşılanmasının ülkenin parçalanması ile sonuçlanacağı algısına (tarihsel ve siyasal neden) bağlamaktadır. Sonuç bölümünde ise, anayasanın özgürlükçü, çoğulcu, demokratik çerçevede yeniden yazılması; farklı kimlik ve kültüre sahip kişilerin bunları koruma ve geliştirme haklarının güvence altına alınması; merkezi ve yerel yönetimlerin yurttaşların katılımı ve denetimi esas alınarak şeffaflaştırılması ve demokratikleştirilmesi; uluslararası sözleşme ve temel belgelerin (özellikle Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi) çekince konulmadan imzalanması gerektiği getirilen çözüm önerilerindendir(BKz. Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu, Ekim 2004, (Erişim) http://baskinoran.com/, 24 Ocak 2012). Ancak hazırlanan rapor kurulda bir krize yol açmış ve raporla doğrudan ilgisi bulunmayan dönemin Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı Doç. Dr. Vahit Bıçak bunun Başbakanlığın raporu olmadığını, BİHDK'nın 78 üyeden oluştuğunu ve raporun sadece 24 üyenin desteğini aldığını ve BİHDK'nın tümünün görüşlerini yansıtmadığını ve Başbakanlığın Kuruldan azınlıklar konusunda rapor talebinde bulunmadığını iddia etmiş ve Kurul kararlarının bir bağlayıcılığı olmadığına, kurulun sadece bir danışma organı olduğuna dikkat çekmiştir. Dönemin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, Kurulun insan hakları konusunda hiçbir çalışma yapmadığını ve hoş olmayan bir rapor hazırladığı; raporda 94 Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne azınlıkların hakları konusunda koyduğu çekince ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ne eğitim hakkı konusunda koyduğu çekincenin endişelere neden olduğu belirtilmekte; bu çekincelerin sözleşmelerin hedefi ile çeliştiğinden bahsedilmektedir. Türkiye'nin Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi'ni ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı imzalamadığına da tekrar dikkat çekilmektedir. Öte yandan Şubat 2005’te AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri (MAYK)’nin, 2003’te gerçekleştirdiği ziyaretin izlemesini yapmak amacıyla Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyaretinin getirisinin sınırlı kaldığına; okul kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin gözden geçirilmesi konusunda yapılan çalışmalara rağmen, 2005/2006 öğretim yılında kullanılacak tarih ders kitaplarında hala azınlıklar aleyhinde ifadeler yer aldığına değinilirken, çok kültürlü toplumun faydalarına dair bilincin yükseltilmesi konusunda Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Avrupa Komisyonu227’nun Türkiye hakkında hükümete, Başbakan'a ve Meclis'e hakaret olduğunu ve Kurulun görevinin bu olmadığını beyan etmiştir. Dönemin Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül ise kurulun bir danışma kurulu olduğunu ve başında ’Başbakanlık’ ibaresinin bulunmadığını, insan haklarından sorumlu bakanın kendisi olduğunu ve kurulun kabul ettiği söylenen raporun kendisine gelmesi gerektiğini, ancak kendisine böyle bir rapor gelmediğini ve bunun ancak entelektüel bir çalışma olabileceğini belirtmiştir. Öte yandan, toplumun birçok kesiminde eleştiri ile karşılanan rapor ile ilgili olarak, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve Kültürel ve Azınlık Hakları Komisyonu Başkanı Baskın Oran hakkında “Türklük yerine Türkiyelilik üst kimliği önermek”, “Anayasa’nın değiştirilemez nitelikteki 3. maddesinin değiştirilmesini önermek”, “Rapora karşı olanları Sevr paranoyası ile suçlamak” ve “Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının demokrasiyi zedelediğini belirtmek” suçlarına dayanılarak soruşturma başlatılırken, Kaboğlu ve Oran hazırlanan raporun görevlerinden kaynaklandığını ve soruşturmanın düşünce özgürlüğüne ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu belirterek kendilerini savunmuşlardır. Haklarında dava açılan söz konusu isimler, Ankara 28'inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde, 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' suçundan beraat etmişlerdir. Bu konu ile gazete haberleri için bkz, Bkz. “Avrupa Yolunda Azınlık Raporu Kavgası”, abhaber.com, 20 Ekim 2004, (Erişim)http://www.abhaber.com/haber.php?id=1333, 08 Aralık 2011, “Elkatmış'dan Azınlık Raporu'na Tepki”, cnnturk.com, 2 Kasım 2004, (Erişim) http://www.cnnturk.com/2004/turkiye/11/02/elkatmisdan.azinlik.raporuna.tepki/47919.0/index.html#S cene_1, 8 Aralık 2011, “Gül: Azınlık Raporu Başbakanlığın Değil”, hürriyet.com, 22 Ekim 2004, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=267046, 8 Aralık 2011, “Azınlık Raporu Soruşturmasına Tepki”, ntvmsnbc.com, 3 Şubat 2005 (Erişim) http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/307996.asp, 8 Aralık 2011, “Azınlık Raporu Davasında Beraat”, cnnturk.com,10.05.2006,(Erişim)http://www.cnnturk.com/2006/turkiye/05/10/azinlik.raporu.davasin da.beraat/179232.0/index.html, 9 Aralık 2011. 227 Avrupa Konseyi’nin bir insan hakları kuruluşu olup, bağımsız uzmanlardan oluşmakta ve hem etnik köken, vatandaşlık, renk, din ve dile dayalı ırkçılık ve ayrımcılık, hem de yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğe dair problemleri gözlemlemekte ve raporlar hazırlayıp üye ülkelere 95 ahiren yayınladığı rapora atıfta bulunulmaktadır. Yahudi, Rum ve Ermeni okullarındaki çifte müdürlük uygulamasında gelişme kaydedilmediği; Rum cemaatinin yeni eğitim malzemelerinin onaylanması ve yurtdışında eğitim görmüş öğretmenlerinin tanınmaları konusu ile Rum azınlık öğretmenlerine hala sadece bir okulda eğitim verme izni konusundaki tıkanıklığa dikkat çekilmekte; Ermenice dil öğretmeni yetiştirilmesi ile Süryaniler gibi (Lozan Antlaşması’nda tanınmamış olsa da) Müslüman olmayan azınlıkların hala okul açmasının mümkün olmadığı; Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nun süregelen kapalılık durumunun devam ettiği belirtilmektedir. Öte yandan Gökçeada’daki (Imvroz) Rum azınlığın özellikle tapu sicili işlemleri ile arsa ve binaların “doğal veya kültürel varlık” olarak gösterilmesi nedeniyle (bu durumun mülkiyete el konulmasıyla sonuçlanmasından kaynaklı) bir dizi sorunla karşılaşmaya devam ettiği; Roman kökenlilerin Türkiye’ye göçmen olarak girmesini yasaklayan mevzuatın hala yürürlükte olduğu ve Roman kökenlilerin uygun ikamet, eğitim, sağlık ve istihdama erişimde güçlüklerle karşılaştıkları; Kürtçe dahil olmak üzere Türkçe dışındaki dillerde yayınlar sürse de önemli kısıtlamaların devam ettiği; Kürtçe kursların maddi kaynak yokluğu ve özellikle müfredat, öğretmen atamaları, kursların süresi ve katılımcılar konusundaki kısıtlamalar ile katılımın para karşılığı olmasının talebi azaltması gibi çeşitli sebeplerden kapandığı; Yargının Kürtçenin kullanım hakkını güvence altına almaktaki rolünün karışık olduğu (Mayıs 2005’te Danıştay kullanımını tarafından yasaklayan bir Kürtçe karar müziğin iptal seçim edilirken, kampanyasında Diyarbakır Ceza Mahkemesi’nin Ocak ve Şubat 2005’te bazı müzik albümlerine, Kürtçe dilindeki sözlerin yasadışı örgüte destek anlamına gelen propaganda oluşturduğu ileri sürerek el konulması kararı vermesi) ve uygulamada farklılıklar olduğu; siyasi partilerce Türkçe dışındaki dillerin kullanımı konusunda hala kısıtlamaların mevcut olduğu; Doğu ve Güneydoğu’da sosyo-ekonomik ve siyasal sorunlar ile ilgili kapsamlı bir politika oluşturulmaması; 2004 yılında kabul edilen Terör Eylemlerinden Kaynaklanan tavsiyelerde bulunmaktadır. Ayrıntı için bkz. European Comission Against Racism And Intolerance, Council Of Europe, (Erişim) http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/, 24 Ocak 2012. 96 Zararların Tazminine Yönelik Kanunun228 ciddi gecikmeyle de olsa uygulanmaya başlanmasına rağmen belirsizliklerin olduğu; yerlerinden edilmiş kişilerin durumunun kritik olmaya devam ettiği ve bu kişilerin tehlikeli koşullarda yaşadığı (bölgedeki ekonomik yetersizlikler, temel altyapı ve sermaye yokluğu, sınırlı istihdam olanakları ve güvenlik durumu ile kara mayınlarının varlığı gibi nedenlerin geri dönüşlerine engel teşkil ettiği belirtilmektedir) ve bunun ile ilgili Türkiye aleyhindeki davaların da yaklaşık %25’ini oluşturan AİHM’de bekleyen yaklaşık 1500 başvurunun mevcut olduğu ve köy korucusu sorunun çözülemediği gibi halen yeni istihdamların devam ettiği ve bu şahısların zaman zaman yerlerinden edilmiş kişilere saldırarak onların geri dönmelerine engel teşkil ettikleri dikkat çekilen temel noktalardandır. Raporda geçen, Türkiye'nin hukuken tanıdığı azınlıklar dışında hem Avrupa hem de uluslararası standartlara göre azınlık olarak nitelendirilebilecek farklı kimliklere haiz grupların da olduğu beyanına bakıldığında, bu tespite uygunluk açısından ilk etapta ülkedeki Kürt nüfus akla gelmektedir. Capotorti'nin azınlık tanımından yola çıkacak olursak; vatandaş olma, başat olmama, ülkedeki nüfusun geri kalanından sayıca az olma ile farklı etnik ya da kültürel özelliklere sahip olma ve bunu koruma/yaşatma isteği unsurlarını karşılayabilecek durumdaki grup olarak Kürtler ön plana çıkmaktadır. Ancak Türkiye'deki Kürtlerin bir takım kültürel, ekonomik, siyasi talepleri olsa da hukuken azınlık olarak tanınma gibi bir istekleri olduğu söylenemez. AB de raporlarında böyle bir koşulu Türkiye'nin önüne sürmese de, devletin bu grupların temel haklarının korunması adına daha aktif bir politika izlemesini istediği ve özellikle teröre ilişkin şiddete, mağduriyete ve ilgili bölgedeki eksikliklerin giderilmesine dikkat çektiği 228 Kanun, terör eylemlerinden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının karşılanması yönünde ilke ve prosedürler öngörmekte; aynı zamanda terör eylemlerinden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kamu görevlilerinin maddi zararlarını karşılamaya yönelik hükümler içermektedir. Bu amaçla il merkezlerinde ilgili valilikler bünyesinde zarar tespit komisyonları kurulmuştur. Bkz. Cemil Kaya, “Avrupa Konseyi’ndeki Gelişmeler Işığında 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 10, 2007, s.25. 97 görülmektedir. Başka bir deyişle, AB genel genişleme politikasının bir gereği olarak Türkiye'nin olası üyeliği durumunda etnisiteye dayalı problemleri Birlik topraklarına taşınmasının önüne geçmek istemektedir. 3.4.9 2006 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2006 yılı ilerleme raporunda229 da genel çerçeve olarak, rapor dönemi Türkiye’de, kültürel çeşitliliğe imkan sağlanması ve azınlıklar ile ilgili olarak uluslararası uygulamalara riayet konusunda kısıtlı ilerleme olduğu sonucuna ulaşıldığı görülmektedir. Yine öncelikle Türkiye’nin Lozan Antlaşması kapsamında değerlendirdiği azınlık gruplar dışında ülkede azınlık olarak tanımlanabilecek gruplar olduğuna dikkat çekilmektedir. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri’nin Şubat 2005’te Ankara’ya yaptığı ziyaretin devamının getirilmediğine değinilirken, Türkiye ile MAYK arasında azınlıkların durumuna ilişkin diyalogun derinleştirilmesi gerektiği ve bunun Türkiye’de uluslararası standartlar ile AB üyesi ülkelerdeki uygulamalara daha fazla uyum sağlanmasını kolaylaştıracağı notu düşülmektedir. Türkiye’nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne azınlıkların hakları konusunda koyduğu çekince ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne eğitim hakkı konusunda koyduğu çekincenin yanı sıra Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı imzalamaması bu raporda da kaygı ile karşılanmaktadır. Eğitim bağlamında azınlık haklarında sınırlı ilerleme kaydedildiği; ders kitaplarındaki ayrımcı ifadeler, çifte müdürlük uygulaması ve Rum azınlıkların karşılaştıkları sorunlar ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun halen kapalı olduğu yinelenmektedir. Öte yandan mülkiyet konusu ile ilgili olarak Türk vatandaşlığını kaybetmiş Süryanilerin230 mülklerini tapu siciline kaydettiremediği ve mülklere el konulması ile ilgili şikayetler arttığı; Gökçeada 229 Türkiye 2006 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20 06.pdf 230 Son zamanlarda bölgeden İstanbul, Almanya, İsveç, Hollanda, Belçika, Avusturya, ABD'ye göçler olmuştur. İstanbul'da günümüzde tahminen 20 bin Süryani bulunmaktadır. Bkz. Şener, a.g.e., s. 194. 98 ve Bozcaada’daki Rum azınlığın mallarının Türk makamları tarafından müsadere edilme ve açık artırmayla satılma tehdidi altında olduğu vurgulanmaktadır. Diyarbakır’da iki yerel televizyon kanalı ile Şanlıurfa’da bir radyo kanalına Kürtçe yayın izni verilmesine rağmen Kürtçe öğreten programların yasak oluşu; film ve müzik programı dışındaki yayınlara süre kısıtlaması getirilmesi ile şarkı dışındaki yayınların Türkçeye çevrilmesi zorunluluğunun yarattığı teknik zorluklar eleştirilmektedir. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun Kürtçe dahil beş dilde yayına devam etmesine rağmen bu yayınların süre ve kapsamının sınırlı tutulduğuna dikkat çekilmektedir. Kamusal eğitim sisteminde Türkçe dışındaki anadil eğitiminin mümkün olmadığı; Türkçe bilmeyen kişilerin kamu hizmetlerine erişimi konusunda önlem alınmadığı; Siyasi Partiler Kanunu uyarınca siyasi hayatta Türkçe dışındaki dillerin kullanımının yasak oluşu üzerinde durulmaktadır. Güneydoğu’da ekonomik anlamdaki genel olumsuzlukların devam ettiği ve çözüme ilişkin kapsamlı bir plan olmayışı, seçim barajı uygulaması, yerlerinden edilmiş kişilerin durumu ile ilgili olarak daha önceki raporlarda da belirtilen sıkıntılar ile köy korucuları sorunu hakkında bir gelişme kaydedilememesi dikkat çekilen diğer hususlardandır. Çingeneler konusunda, İskan Kanununda 2006 Eylül ayında yapılan değişiklikle231 Çingenelere yönelik ayrımcı hükümlerin kaldırıldığı ancak yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’da232 Çingeneler aleyhinde ayrımcı hükümlerin yer almaya devam ettiği ve bu grubun barınma, eğitim, sağlık ve 231 2006 tarih, 5543 sayılı İskan Kanunu Madde 4’e göre; Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancılar ile Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı bulunup da sınır dışı edilenler ve güvenlik bakımından Türkiye'ye gelmeleri uygun görülmeyenler göçmen olarak kabul edilmezler. Bkz. Mevzuat, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, (Erişim) www.adalet.gov.tr 232 5683 sayılı Yabancıların Türkiye'de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun Madde 7; “Sırf iş tutmak için gelecek sanat ve meslek erbabı olup da tutacağı iş, kanunlar gereğince Türk vatandaşlarına hasredilmiş bulunan, Türk kanun veya örf ve adetleriyle yahut siyasi icabatla telif edilemiyecek durumda olan veya faaliyette bulunan;Türkiye'de kalmak istediği müddet zarfında yaşamak için maddi imkanları meşru bir şekilde temin edemeyeceği sabit olan; Türkiye'ye girmesi memnu olup da her nasılsa girmiş bulunan;Türkiye'de oturduğu müddetçe huzur ve asayişi ihlal eden yabancılara ikamet tezkeresi verilmez.” demektedir. AB’nin iddia ettiği Çingeneler aleyhine durum bu madde ile ilgili olabilir. 5683 sayılı Kanunun ayrıntısı için bkz. Mevzuat, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, (Erişim) www.adalet.gov.tr 99 istihdam olanaklarından yararlanmada ayrımcı muamele gördüğü yinelenmektedir. Bu raporda da Türkiye'nin azınlık hakları politikasına ilişkin eksiklikleri ve uluslararası belgeler açısından kendisini yükümlülük altına sokmaktan kaçınmasına vurgu yapılırken, yine Türkçe'nin eğitim, kamu hayatı, kültürel hayat ve siyasetteki baskın durumunun olumsuz karşılandığı görülmektedir. Özellikle Kürtçenin kullanıldığı alanların niceliğinin ve niteliğinin artırılması yönünde devletin pozitif görevler yüklenmesinin beklendiği anlaşılmaktadır. Öte yandan, AB'nin önceki ilerleme raporlarında olduğu gibi bunda da Türkiye'deki Çingenelerin durumuna yaptığı olumsuz göndermeler, halihazırda Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yaşayan Çingenelerin mevcut durumunun da pek parlak olmadığı düşünüldükçe, politika belirsizliği yaratmaktadır. 3.4.10 2007 yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2007 yılı Raporu233 Türkiye’nin Lozan Antlaşması kapsamında azınlık olarak kabul ettiği gruplar dışında farklı etnik köken, din, dilden vatandaşlarına bu kimliklerini koruyabilmelerini teminen özel haklar tanıması gerektiğini belirtirken, bu kimliklere saygı gösterilmesi ve onların korunması, dernek, toplantı, ifade ve din özgürlüğü ile geçmişine ve kökenine bakılmaksızın bütün vatandaşların kamu hayatına etkin katılımının garanti altına alınmasının henüz bütünüyle sağlanmış olmadığını bildirmektedir. Aralık 2006 tarihinde Ankara’yı üçüncü kez ziyaret eden AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ile diyalogun önemi tekrar vurgulanırken, önceki raporlarda da belirtilen, Türkiye’nin azınlıklara dair uluslararası antlaşmalara koyduğu çekinceler ve Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı halen imzalamamış olmasının altı çizilmektedir. Azınlıkların eğitim ve mülkiyet 233 Türkiye 2007 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_200 7.pdf 100 hakları konusunda daha önce dikkat çekilen sıkıntılar ile ana dilde eğitim engeli (Kürtçe kurslarının tümünün 2004’te kapatıldığı234 ve halen kamu veya özel eğitim sisteminde Kürtçe öğrenme imkanı bulunmadığı belirtilerek); Türkçe dışında yayın yapan medya kuruluşlarının süregelen durumu (Mart 2007 tarihinde Diyarbakır’daki yeni bir radyo kanalı olan Çağrı FM'in Kırmançi ve Zaza Kürtçesinde yayın yapma izni aldığı notu düşülerek); siyasi hayatta Türkçe dışındaki dillerin kullanımının yasak oluşu gibi hususlar yinelenirken, Roman nüfusun kentsel dönüşüm projeleri235 kapsamında (özellikle İstanbul’da) yerlerinden edildikleri ancak bu kişilere kalacak yer, temel sıhhi tesisler ile diğer sosyal ve ekonomik hizmetlerin verilmesi amacıyla herhangi bir adım atılmadığı; Temmuz ayında yapılan seçimlerde Doğu ve Güneydoğu’daki seçmenlerin daha önceki parlamentolardakine nispeten daha fazla temsil edildiği236 ancak bölgedeki sosyo-ekonomik gelişmenin yetersiz kaldığı ve terörün ivme kazandığı; yerlerinden edilmiş kişilerin durumu ile köy koruculuğu sisteminde iyileşme olmadığı önemle vurgulanmaktadır. Raporda özetle, kültürel çeşitliliğe imkan verilmesi ve Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve onların korunması konularında Türkiye’de ilerleme kaydedilemediği sonucuna varılmıştır. 234 Ali Tayyar Önder “Türkiye'nin Etnik Yapısı” adlı kitabında, etnik gruplara kültürel bir hak olarak tanınan anadil kurslarının hiç ilgi görmediğini; Kürtçe dışında hiçbir etnik dilde kurs açılmadığını ve açılan 9 Kürtçe kursunun örgütsel baskılara rağmen talep yetesizliği nedeniyle kapanmak zorunda kaldığını; kursların ücretli olduğu savunmasına karşı da kazanç amaçlı olmayan bu kursların ücretlerinin çok düşük tutulduğunu belirtmektedir. Bkz. s. 42 235 Kentsel dönüşüm proje türlerinden biri olarak gecekondu dönüşüm projeleri, temel olarak gecekondu mahallerindeki konut stokunun yıkılıp yerine orta ve orta üst sınıfların kullanacağı konut ve alışveriş merkezi gibi tüketim alanlarının yapılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç genellikle yerel belediyelerle toplu konut idaresi arasında yapılan protokollerle ilerlemektedir. Bkz. Başak Ekim Akkan, Mehmet Baki Deniz, Mehmet Ertan, “Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri”, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Kasım 2011, s. 37. 236 2007 İlerleme Raporunda 22 Temmuz 2007’de yapılan parlamento seçimlerinde katılım oranının % 83’ten fazla olduğu; Türk yetkililerin davetiyle AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisinin bir seçim gözlem misyonu gerçekleştirdiği ve bir basın bildirisiyle, seçim yönetiminin şeffaf, profesyonel ve etkili performansının altını çizdiği ve seçim sürecinin çoğulculuk ve yüksek düzeyli bir toplumsal güven ortamı içerisinde geçtiğini vurguladığı belirtilmektedir. Bkz. 2007 Yılı İlerleme Raporu, Geliştirilmiş Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler. 101 3.4.11 2008 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2008 yılı raporunda237 da Türkiye’nin azınlık hakları konusundaki yaklaşımının değişmediği; Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme’de yeralan ilkelere ve üye ülkelerdeki en iyi uygulamalara paralel olarak, dil ve kültür ile dernek, toplantı, ifade ve din özgürlüğüne tam saygı gösterilmesi ve bunların korunması ile geçmişine ve kökenine bakılmaksızın bütün vatandaşların alınmasının henüz kamu hayatına bütünüyle etkin sağlanmış katılımının olmadığı garanti altına vurgulanmaktadır. Türkiye'nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne taraf olmasına rağmen azınlık hakları konusunda; BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne de eğitim hakkı konusunda koyduğu çekinceler ile Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı hala imzalamamış olması eleştirel bir biçimde vurgulanmıştır. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ile diyalog başlatılması gerektiği; azınlık okullarının yönetimi konusunda uygulamaya ilişkin düzenleme yapılmasının beklendiği; okul kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin kaldırılmasına yönelik çalışmaların sürdüğü; Rum azınlığın eğitim ve mülkiyet hakları ile ilgili sorunlarının ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalılık halinin devam ettiği belirtilmektedir. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Haziran ayında, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlık hakkında bir karar kabul ettiği ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki işbirliğine örnek teşkil etmek üzere iki Türk adasının iki-kültürlü karakterinin korunması çağrısında bulunduğu bildirilirken, Türkiye’nin Rum topluluğunun eğitim ve mülkiyet konularında ek önlemler almayı sürdürmesi tavsiye edilmektedir. Bununla beraber mülkiyet haklarına ilişkin olarak, bu çalışmada da değinilecek olan Vakıflar Kanunu’nun Şubat 2008’de kabul edildiği ve Kanunun dini cemaatlerin karşılaştığı ve özellikle mülk idaresi ve edinimiyle ilgili çok sayıda sorunu ele aldığı belirtilmektedir. Haziran 2008’de getirilen 237 Türkiye 2008 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_200 8.pdf 102 değişiklikleri takiben, TRT’nin Türkçe dışındaki dillerde daha önce yarım gün için izin verilen yayınlarının tüm gün boyunca ülke genelinde devam etmesinin önünün açılması ve yeni bir radyo kanalının (Muş FM) Kürtçe yayın yapma izni alması olumlu karşılanırken, Kürtçe dilini öğreten eğitim programlarına izin verilmemesi; şarkılar dışında bütün yayınlara Türkçe altyazı konulması gerekmesi ve yayınların Türkçeye çevrilmesinin teknik ve ticari olarak zorluk yaratması; halihazırda Kürtçe yayın yapan tek televizyon kanalı olan GÜN TV aleyhinde, yayınladığı Kürtçe şarkıların sözleri hakkında çeşitli dava ve soruşturmaların sürmesi; anadilde eğitim konusundaki engellerin devam etmesi; halen kamuda veya mevcut kursların kapatılmasından ötürü özel eğitim sisteminde Kürtçe öğrenme imkanının bulunmaması; mahkemelerde genellikle çeviri imkanı olsa da Türkçe bilmeyenlerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için çalışma yapılmaması; Siyasi Partiler Kanununa göre siyasette Türkçe dışındaki dillerin kullanımının yasadışı olması; Romanların durumu lehine de bir düzenleme yapılmaması yine eleştirilmektedir. Öte yandan Doğu ve Güneydoğu konusunda, Hükümetin Güneydoğu Anadolu Projesini238 tamamlama kararı, bölgedeki ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesi yönünde atılmış bir adım olarak olumlu karşılanmakta; ancak ağırlıklı olarak Kürt kökenli nüfusun tüm hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacak koşulların yaratılması hususunda ilave çabalar gerektiğinin; yerlerinden edilmiş kişilerin durumunu ele alan genel bir ulusal stratejinin mevcut olmadığının ve köy korucu sisteminin aşamalı olarak kaldırılması gerektiğinin altı çizilmektedir. Tüm bu tespitler bağlamında Türkiye'nin, kültürel çeşitliliğin 238 Bugüne kadar hazırlanan plan ve projeler arasında Güneydoğu Anadolu Projesi, bünyesindeki enerji ve sulama yatırımlarına harcanan kaynak da dikkate alındığında bölgesel gelişme alanında Cumhuriyet tarihinin en büyük projesidir. GAP dışındaki bölgesel gelişme planlarının çoğu, yerel inisiyatifin harekete geçirilmesindeki güçlükler, kaynak kısıtları, makroekonomik konjonktürel değişim ve diğer teknik engeller nedeniyle istenen ölçüde başarılı olamamıştır. GAP, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek, bu yörede yaşayan insanlarımızın gelir düzeyini ve yaşam kalitesini yükseltmeyi, bölgelerarası farkları gidermeyi ve ulusal düzeyde ekonomik gelişme ve sosyal istikrar hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlayan ve ülkemizi uluslararası alanda markalaştıran bir bölgesel kalkınma projesidir. Dünyanın sayılı projeleri arasında da yer alan GAP, çok kapsamlı ve bu ölçüde de çok maliyetli bir projedir. Ayrıntılı bilgi içir bkz. Güneydoğu Anadolu Projesi Eylem Planı, Dicle Üniversitesi GAP Araştırma ve Uygulama Merkezi, Mayıs 2008 103 sağlanması ve Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunması alanlarında ilerleme kaydetmediği sonucuna ulaşılmıştır. Türkiye’nin 2008 yılı ilerleme raporunda da değinilen, azınlıkların mülkiyet haklarına ilişkin önemli bir aşama sayılan Vakıflar Kanunu ve öncesine değinmek Türkiye’de azınlık statüsündeki Gayrimüslimleri direkt ilgilendirdiğinden önemli olacaktır. 3.4.11.1 Cemaat Vakıflarının Mülkiyet Konusu Cemaat Vakıfları, Cumhuriyet öncesinde Gayrimüslim Türk vatandaşlarının oluşturduğu hayır kurumlarıdır. Türkiye’deki diğer vakıflar gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetlenen 162 tane cemaat vakfı faaliyet göstermektedir. Türk Medeni Kanununa göre belli bir cemaati desteklemek amacıyla vakıf kurulması mümkün olmadığından; yeni cemaat vakfı kurulması hukuken mümkün değildir239. Cemaat Vakıflarının tarihi geçmişine bakacak olursak, Osmanlı Devleti, 1912 Gayrimüslimlerin tarihli Beyanname kurdukları şirket, ile kendi cemiyet ve tabiiyetinde hayır bulunan müesseselerine gayrimenkul edinme hakkı tanımıştır. 1935 yıl 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda (1936 Beyannamesi) bazı temel düzenlemeler yapılmış ve mülhak vakıf240 mütevellileriyle birlikte azınlıklardan da beyanname istenmiştir. Bu beyannameler azınlık vakıflarının vakıf senedi kabul edilmiştir. 1936 düzenlemesindeki amaç o tarihe kadar varlık gösteren resmi veya gayri resmi tüzel kişilikleri, Müslim/Gayrimüslim ayrımı yapmadan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimi altına almaktı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1974 tarihli “azınlık tüzelkişiliklerinin vasiyet yoluyla da olsa taşınmaz mal edinemeyecekleri” kararına kadar her türlü faaliyetlerini sürdüren ve taşınmaz 239 Cemaat Vakıfları, T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) vgm.gov.tr, 24 Ocak 2012. 240 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na göre, mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıflara mülhak vakıflar denilmektedir. Bkz.T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü. 104 mal edinen azınlık tüzel kişileri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1973 tarihli “tüzelkişilerin vasiyet veya herhangi bir surette gayrimenkul iktisap edebilmeleri, kuruluş statülerinin buna imkân vermesine ve ayrıca kanunlarda bu konuda menedici bir hüküm bulunmamasına bağlıdır” kararıyla bozulmuş ve bundan sonra azınlık vakıfları, 1970’li yıllardan 2002 yılına kadar 1936 Beyannamesiyle oluşan statülerini korusa da yeni gayrimenkul mal edinememişlerdir. 1936 ile 1974 yılları arasında edinilen taşınmazlar tüzel kişiler ile devlet arasında ihtilâfa sebep olmuş ve yargıya intikal eden anlaşmazlıklar süregelmiştir. Azınlık vakıfları konusundaki son düzenlemeler ise, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yapılmıştır. 03.08.2002 tarih 4771 sayılı kanunda cemaat vakıflarının: “…vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Bakanlar Kurulunun izniyle dini hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler” hükmüyle taşınır veya taşınmaz mal edinmelerinin önündeki engeller kaldırılmış ve eşdeğer oldukları mülhak vakıf kategorisinde, Türklerin kurduğu vakıflarla eşit hâle getirilmişlerdir. Ayrıca söz konusu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar her ne suretle olursa olsun tasarruflarında bulunan taşınmazlarını da vakıflarına katma imkânını elde etmişlerdir. Bu kanundaki Bakanlar Kurulu izni şartı, 2003’teki bir kanunla Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş ve 20. 2. 2008 tarih 5737 sayılı Yeni Vakıflar Kanunu ile kaldırılarak, uygulama diğer Türk vatandaşlarınınki ile aynı hale getirilmiştir. Bu kanunun tatbikinde milletlerarası mütekabiliyet ilkesi saklı olmak şartıyla artık azınlıkların vakıf haklarını kısıtlayan hiçbir engel kalmamıştır241. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na göre yeni vakıflar, vakıf senetlerinde yazılı amaçlarını gerçekleştirmek üzere Genel Müdürlüğe beyanda bulunmak şartıyla şube ve temsilcilik açabilecek; yabancılar Türkiye’de hukukî ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilecektir(5. madde). Vakıfların mal edinebileceği, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabileceği (12.madde); yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve 241 Mustafa Alkan, “Azınlık Vakıfları: Tarihi Arka Planı, Hukuki Yapısı Ve İç Analizi”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, cilt 1, sayı 4, 2009, s.99-102 105 nakdi bağış ve yardım alabileceği ile yurt içi ve yurt dışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabileceği (25.madde); amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir temin etmek amacıyla, Genel Müdürlüğe bilgi vermek şartıyla iktisadî işletme ve şirket kurabileceği ve kurulmuş şirketlere ortak olabileceği (26.madde) hükme bağlanmıştır242. Yeni Vakıflar Kanunu, birçok AB ülkesinin bile ilerisinde bulunması ve bu haliyle uygulanması halinde AİHM’ye konuyla ilgili götürülen davalarda önemli bir azalma olacağı beklentisine rağmen, azınlık gruplarının temsilcileri bundan sonrası için uygulamanın önem kazandığını belirterek yasadaki bazı muğlak ifadelerin ise sorun yaratabileceğine işaret etmişlerdir243. 3.4.12 2009 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2009 yılı Raporunda244 da, Türkiye'nin daha önce de belirtilen henüz imzalamadığı veya çekince koyduğu uluslararası antlaşmalara dikkat çekilirken, azınlık haklarına yaklaşımının sınırlı kaldığı belirtilmektedir. İsrail’in Aralık 2008’de Gazze’ye yönelik askeri müdahalesinden245 sonra Musevi cemaatine karşı nefret söylemleri oluşması ve bu bağlamda Musevi cemaatinin görüşlerini ifade etmesi ve nefret söylemleriyle ilgili mevcut yasal hükümlerin yetersizliğinden şikâyet etmesini takiben hem Cumhurbaşkanının 242 Vakıflar Kanunu, T.C. Başbakanlık Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim) mevzuat.basbakanlik.gov.tr Bkz. “Yeni Vakıflar Kanunu Avrupa'dan İleri, Artık Uygulama Önemli” başlıklı haber, euractiv.com, 22 Şubat 2008, (Erişim) http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/yeni-vakiflarkanunu-avrupadan-ileri-artk-uygulama-onemli, 24 Ocak 2012. 243 244 2009 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_200 9.pdf 245 27 Aralık 2008’de İsrail’in Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Operasyonu başlamış; 22 gün süren saldırılarda yarısı kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 1.500 kişi hayatını kaybederken binlerce kişi de yaralanmıştır. 2006’dan itibaren Gazze’deki yönetimi elinde bulunduran Hamas’a karşı gerçekleştirilen harekâtta İsrail ordusu uluslararası antlaşmalarla yasaklanan fosfor bombası, pudra bombası gibi kimyasal patlayıcıları kullanmış; büyük bir yıkımın yaşandığı bölgede altyapı büyük zarar görmüş; hastaneler, okullar ve devlet binalarının yıkılması sonucu milyarlarca dolarlık maddi zarar meydana gelmiştir. Bkz. Atilla Sandıklı, “Türkiye-İsrail İlişkileri Dibe Vurdu”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 06 Eylül 2011, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1512, 25 Ocak 2012. 106 hem de Başbakanın anti-Semitizmi açıkça kınamaları rapora eklenmiştir. Öte yandan, TRT'nin Ocak 2009’da gün boyu Kürtçe yayın yapan TRT-6 kanalının yayınına başlaması ve resmi açılış töreninde Başbakanın Kürtçe birkaç kelime konuşması; Eylül ayında Yüksek Öğretim Kurumu'nun bir Türk Üniversitesi olan Mardin’deki Artuklu Üniversitesi'nin Kürtçe ve ülkede konuşulan diğer dillerde lisansüstü eğitim verecek “Yaşayan Diller Enstitüsü” kurulması yönündeki başvurusunu kabul etmesi; Mart 2009’da devlet radyosunun Ermenice yayın yapmaya başlaması; yerel seçim kampanyası döneminde, siyasetçiler ve siyasi partililerin siyasi faaliyetlerinde Kürtçe kullanmaları ve bunun kanunen yasak olmasına rağmen pek çok durumda herhangi bir yasal işlem başlatılmamış olması; Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki bazı valiliklerin kamu hizmetini Kürtçe olarak sunmaya başlaması olumlu karşılanırken; Temmuz 2009’da siyasi partilerden sorumlu olan Yargıtay Başsavcısının Kürtçenin TBMM'de kullanılmasına ilişkin olarak ilgili milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için başvuruda bulunması; özel televizyon kanallarında Kürtçe öğreten eğitim programlarına izin verilmemesi ve Kürtçe siyasi tartışmalar veya genel eğlence programlarının neredeyse hiç olmaması; GÜN TV’ye karşı açılan davalar; devlet okullarında Türkçe dışında ana dil eğitiminin halen mümkün olmaması ve yine Türkçe dışındaki diller açısından kamu hizmetlerine erişime ilişkin eksiklikler eleştirilmektedir. Romanların durumuna dair hala düzenleme yapılamamış olduğu tekrar vurgulanmaktadır. Mülkiyet hakları konusunda ise rapor dönemi boyunca Vakıflar Kanununun uygulanmasının sorunsuzca devam ettiği ve Vakıflar Kanunu kapsamında, bir Gayrimüslim cemaat vakfının bağış yoluyla iki adet taşınmaz mal edindiği notu düşülmüştür. 2008 yılı sonundan itibaren, şiddetin göreceli olarak azalmasına rağmen devam eden terör ile ilgili olarak Cumhurbaşkanının Irak’a ziyareti ve Bölgesel Kürt Hükümetiyle olan uzlaşma arayışlarının Kürt meselesiyle ilgili olası bir çözüm için olumlu bir platform yaratılmasına katkı sağladığı ve hükümetin henüz detaylandırılmasa da meselenin barışçıl çözümüne yönelik istişare başlatıp kapsamlı bir plan açıklaması ve aynı zamanda konu ile ilgili olarak, kamuoyu, siyasi otorite, muhalefet ve sivil toplumu da içeren ülke 107 içinde heyecan verici bir tartışma ortamının gelişmesi; Güneydoğu Anadolu Projesinin tamamlanması adına ek kaynakların tahsis edilmesi altı çizilen olumlu gelişmeler olarak görülmektedir. TBMM'nin Haziran itibariyle ilerideki beş yıl içinde, gerekirse kamu ihale usullerini izleyerek, Milli Savunma Bakanlığı’nın gözetiminde, Türkiye-Suriye sınırında anti-personel ve anti-tank mayınlarının temizlenmesine yönelik Kanunu246 kabul ettiği ve yasanın belli şartlar altında, temizlenme tamamlandıktan sonra, 44 yıla kadar arazinin tarıma açılması karşılığında bu işin özel şirketler tarafından yürütülmesi olasılığını ortaya koyduğu, ancak muhalefetin ulusal çıkarlara aykırı olduğu gerekçesiyle konuyu Anayasa Mahkemesine taşıdığı ve davanın Mahkemece kabul edildiği belirtilmektedir. Köy korucuları sisteminin kaldırılması için gerekli adımların atılmaması ve terörle mücadele mevzuatının geniş yorumlanmasının ifade özgürlüğü gibi temel haklara uygulanmasının aşırı kısıtlamalar getirmesi; yerlerinden olmuş kişilere tazminat ödenmesine devam edilse de konu hakkında yeterli ilerleme sağlanmaması ve bunun ile ilgili olarak ulusal bir strateji olmayışı eleştirilmektedir. Sonuç olarak, Avrupa standartlarına uygun olarak, dil, kültür ve temel haklara saygı gösterilmesi ve bunların korunmasının henüz tam olarak gerçekleşmediği; Türkiye'nin azınlıklara karşı hoşgörünün artırılması veya azınlıkların topluma dâhil edilmesinin teşvik edilmesi için kısıtlı bir çaba harcadığı; kültürel haklarda ise özellikle Kürtçe yayın yapan TV kanalı TRT 6’nın yayına başlaması suretiyle ilerleme kaydettiği; ancak, başta özel TV ve radyo yayınlarında, siyasi hayatta, eğitimde ve kamu görevlileri ile iletişimde olmak üzere, Türkçe dışındaki diğer dillerin kullanılmasında kısıtlamaların sürdüğü; Türkçe dışındaki dillerin kullanımı hakkındaki yasal çerçevenin kısıtlayıcı yorumlara açık olduğu ve uygulamanın tutarsız olduğunun gözlemlendiği özetlenmektedir. 246 04/06/2009 kabul tarihli 5903 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti İle Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri İle İhale İşlemleri Hakkında Kanun”un amacı (Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti arasındaki kara sınırında bulunan mayın (anti personel-anti tank mayınları) ile patlamamış mühimmatın temizlenmesi, imha edilmesi ve bu suretle elde edilecek arazilerin tarımsal amaçlı kullanılması işlemlerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir. Kanunun tamamı için bkz. Kanunlar, tbmm.gov.tr 108 3.4.13 2010 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2010 yılı Raporu247, Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik yaklaşımının kısıtlayıcı kaldığını belirterek Türkiye’nin önceki raporlarda da belirten uluslararası antlaşmaları imzalamaması veya çekinceler koymasının altını çizmektedir. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ile yapıcı bir diyalog çağrısı devam etmektedir. Ülkede azınlıklara ilişkin konuların tartışma ortamının hükümetin himayesi altında geliştiğine dikkat çekilmektedir. Azınlık okulları ile ilgili olarak öğrenci sayısına (aynı azınlıktan olması şartı ile kanunen sınırlandırma) bağlı sürdürülebilirliğe ilişkin sorunların yanı sıra idari meseleler, eğitimdeki usule ilişkin zorluklar ile kayıt, bütçeye dair veya bürokratik sorunlarla karşı karşıya olunduğu ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun üst düzey devlet yetkililerinin tekrar açılabilmesine yönelik olumlu beyanlarına rağmen hâlâ kapalı kalmaya devam ettiği yinelenerek Türkiye’nin azınlıklara yaklaşımının kısıtlayıcı kaldığı vurgulanırken, Avrupa standartlarıyla uyumlu şekilde, dil, kültür ve temel haklara tam olarak saygı gösterilmesi ve bu hakların korunmasının henüz tam olarak sağlanmadığı belirtilmektedir. Öte yandan, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Yönetmeliği’nin Kasım ayında, yerel düzeyde özel ve kamu kanalları tarafından Kürtçe ve diğer dillerde yayın yapma önündeki tüm engellerin kaldırılacak şekilde değiştirilmesi ile 14 radyo istasyonu ve TV kanalına Kürtçe ve Arapça yayın yapma izni verilmesi; ilk kez Diyarbakır Belediye Tiyatrosu’nda Kürtçe bir oyun sahnelenmesi; Haziran ayında Van’ın Bahçesaray köyünde düzenlenen Kürtçe edebiyat etkinliği; Mardin Artuklu Üniversitesi’nin ilk Kürtçe ve Süryanice dili bölümlerini kurarak bu bölümlerdeki yüksek lisans programlarına öğrenci kabul etmeye başlaması ile TRT El Türkiye kanalının günde 24 saat Arapça yayın yapmaya başlaması; Değiştirilen Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri 247 2010 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_201 0.pdf 109 Hakkındaki Kanun’un248 10 Nisan 2010’da yürürlüğe girerek seçim kampanyalarında Kürtçe kullanılmasının fiilen mümkün hale gelmesi olumlu karşılanmakta, ancak siyasi hayatta Türkçeden başka bir dil kullanımının Seçimler ve Siyasi Partiler Kanunu’na göre halen yasadışı olduğu belirtilmektedir. Bunlardan başka Türkçe dışındaki ana dil eğitiminin halen devlet okulları veya özel okullarda mümkün olmadığı; Türkçe konuşmayan kişilerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için tedbirler alınmadığı vurgulanmaktadır. Romanlara ilişkin olarak (bu nüfusun sorunlarını ve hükümetten beklentilerini tespit etme hususunda) hükümetin bir Çalıştay249 ile Mart ayında Başbakanla gerçekleştirilen bir toplantıyı da içeren açılım başlatması ve İçişleri Bakanlığı’nın bir genelge ile valilerden “Nüfus Müdürlüğü’nde kaydı bulunmayan kişilerin” kayıt işlemlerinin kolaylaştırılması istenmesinin Roman nüfusun lehine adımlar olmasına rağmen halen bu grup ile ilgili kapsamlı bir politikanın olmadığı belirtilmektedir. Mülkiyet haklarına ilişkin olarak ise, rapor döneminde Şubat 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’nun uygulamasının bazı gecikmelere ve prosedürel sorunlara rağmen devam ettiği notu düşülmüştür. Güneydoğu Anadolu Projesi’ni 2012’ye kadar tamamlamaya yönelik planının uygulanmasının devam ettiği; Hükümetin özellikle Kürt meselesini ele almaya yönelik demokratik açılımına dair tartışmaları; yayıncılıkta Kürtçe dilinin kullanılması ve kamuoyunun talepleri doğrultusunda bazı yerlere eski (Kürtçe) isimlerinin geri verilmesi olumlu adımlar olarak değerlendirilmektedir. Türkiye ile Suriye Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın 248 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 58. Maddesi “Radyo ve televizyonda yapılacak propaganda yayınlarıyla diğer seçim propagandalarında, Türkçeden başka dil ve yazı kullanılması yasaktır” ibaresi “Siyasi partiler ve adayların yapacakları propagandalarda Türkçe kullanılması esastır." olarak değiştirilmiştir. Bkz. T.C. Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı (Erişim) www.ysk.gov.tr 249 İlki 10 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilen çalıştayın amacı, tıpkı diğer ülkelerde yaşayanlar Romanlar gibi Türkiye’de yaşayanlar Romanların da karşılaştığı iskandan sağlığa mevcut sorunlarının ele alınması ve bir çözüme kavuşturulması olmuştur. Çalıştay kapsamında Roman vatandaşların dile getirdiği başlıca talepler; ayrımcılığın ortadan kaldırılması, yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve standartlarının yükseltilmesi, mevzuatta gerekli değişikliklerin yapılarak “eşit vatandaşlık” ilkesinin vurgulanması ve Roman çocukların eğitim sürecinde yaşadıkları sıkıntıların giderilmesi şeklindedir. Bkz. Tülin Yanıkdağ, “Roman Açılımı ve Türkiye’de Roman Sorunu”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 03 Mart 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=589, 24 Ocak 2012. 110 Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun’un kabulünü müteakiben, Milli Savunma Bakanlığı’nda özellikle Türkiye-Suriye sınırının yeniden belirlenmesi konusu üzerinde çalışan bir proje yönetim grubu oluşturulduğu, ancak özellikle Irak ve İran’la sınırlar başta olmak üzere, ülkedeki sınır alanlarının mayından arındırılması için ilave eylemlerin gerekmekte olduğu; köy korucuları sorunuyla ilgili olarak hiçbir adım atılmadığı; kamuoyu önünde verilen taahhütlere rağmen, özellikle Kürt meselesini ele almak amacıyla 2009 yılı Ağustos ayında ilan edilen demokratik açılımın kısmen uygulandığı; terör eylemlerinin artarak devam ettiği; terörle mücadele mevzuatının geniş bir terör tanımından kaçınılarak insan haklarıyla bağdaşacak şekilde uygulanmasının gerektiği; terör ve terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıplar ile ilgili Zarar Tespit Komisyonlarının kaynak yetersizliği ve ağır iş yüküyle karşı karşıya olmayı sürdürdüğü ve bunun değerlendirme ve tazminat ödemelerinde yavaş ilerleme kaydedilmesine yol açtığı; kentsel alanlardaki yerlerinden olmuş kişilerin durumunun endişe unsuru olmaya devam ettiği belirtilmektedir. Sonuç olarak rapora göre Türkiye, özellikle Kürtçenin özel televizyon ve radyo yayınları ile cezaevlerinde kullanımının biraz daha serbestleştirilmesi suretiyle kültürel haklar alanında ilerleme kaydetmiş, fakat Türkçe dışındaki diller açısından özellikle siyasi hayat, eğitim ve kamu hizmetlerine erişim konusunda kısıtlamalar devam etmiş; demokratik açılım çerçevesinde açıklanan somut tedbirler beklentilerin gerisinde kalmış; Terörle Mücadele Kanunu’nda terörizm tanımının geniş kapsamlı yapılmasından kaynaklanan ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel özgürlüklerin kullanımındaki kısıtlamalar endişe kaynağı olmayı sürdürmüştür. Avrupa Birliği Türkiye’nin azınlık haklarına ilişkin ilerleme kaydetmesi kapsamında öncelikle ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde süre gelen terör, ekonomik yetersizlikler, yörede yaşayan halkın siyasi, kültürel, ekonomik hayata entegre edilememesi gibi sorunlarını aşmasını beklemektedir. Süregelen raporların hepsinde özellikle Kürtlere ilişkin temel hak garantilerinin sağlanmasındaki yetersizliklerden bahsedilmektedir. Türkiye’nin gerçekleştirdiği kanun değişiklikleri ve diğer reformist açılımlar 111 olumlu karşılansa da, uygulanmasında sınırlı kademe kaydedildiği vurgulanmaktadır. Türkiye’nin terör sorunu ile azınlık ve insan hakları konusu ilişkilendirildiğinden, terör meselesi çözüme kavuşturulmadığı sürece Avrupa Birliği’nin olumsuz notlarının devam edeceği izlenimi yansımaktadır. 3.4.14 2011 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar 2011 yılı ilerleme raporunda250, Milli Eğitim Bakanlığı’nın devlet okullarındaki uygulamaya paralel olarak, azınlık okullarına yeni ders kitapları temin edilmesi ve 2010 – 2011 öğretim yılında matematik ve fen bilgisine giriş kitaplarının Ermeniceye çevrilerek ücretsiz olarak dağıtılması adımları, azınlıkların eğitim hakkı lehine olumlu gelişmeler olarak dikkat çekmiştir. Ancak Türkiye’nin, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin azınlık hakları ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin eğitim hakkı ile ilgili maddelerine koyduğu çekinceler ile Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesini imzalamadığının altı çizilirken, Türkiye’de ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlük ile mücadele edecek herhangi bir mekanizma veya spesifik bir mevzuatın bulunmadığı ve yürürlükteki mevzuatın ayrımcılıkla ilgili hükümlerinin ise çoğu kez mahkemeler tarafından dar yorumlandığı belirtilmektedir. Rum azınlığın eğitime erişimi ile Gökçeada ve Bozcaada’daki sorunları dahil olmak üzere, mülkiyet hakkı ile ilgili sorunlarının sürmekte olduğu; azınlık okullarındaki çifte müdür uygulaması dışında bu okulların yönetimi konusunda düzenleme beklendiği ve kayıtla ilgili usule ilişkin, bürokratik zorluklar ile bütçesel ve sürdürülebilirliğe ilişkin sorunlar ile Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalılık halinin devam ettiği yinelenmektedir. Mart ayında, 250 Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin251 Türk makamlarını Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerleme_raporu_tr.p df 251 İnsan Hakları Komiseri Ofisi 1999`da kurulmuştur. Komiser, üye ülkelerde insan hakları eğitimi ve bilincini artırmakla yükümlüdür. Bunun yanında, AİHS ve Konsey'in tavsiyeleri ile Bakanlar Komitesi'nin kararlarına üye ülkelerin tam ve etkili bir şekilde saygı göstermelerini sağlamakla da yükümlüdür. Komiserin yasal bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Ancak insan haklarını korumak ve 112 yasal engelleri kaldırmaları ve gayrimüslim cemaatlerin, bu azınlıklara mensup çocuklara, bu çocukların veya ebeveynlerinin ya da velilerinin yasal durumlarına bakılmaksızın, kendi okullarında eğitim verme imkanı tanımaları yönünde desteklediği ve 2011–2012 öğretim yılı itibarıyla Ermeni çocukların Ermeni azınlık okullarına misafir öğrenci olarak kabul edilecekleri raporda belirtilen eğitim hakkına ilişkin diğer hususlardandır. Medyadaki antisemitizm vurgusu ile genelde misyonerler ve Hıristiyanlara yönelik nefret söylemlerinin yargı organları tarafından cezalandırılmamasının yanı sıra, 2007 yılında suikast sonucu hayatını kaybeden Ermeni gazeteci Hrant Dink davasında sınırlı ilerleme kaydedildiği raporda vurgulanmıştır. Mart 2011’de yürürlüğe giren Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun252’un Türkçe dışındaki dillerde ülke genelinde radyo ve televizyon yayını yapılmasına olanak vermesi ve bu kanunun milli güvenliğin tehdit altında olması ve kamu düzeninin bozulması tehlikelerine karşı Başbakanlık veya bakanlık kararıyla geçici olarak durdurulabilmesinin resmi olarak halen mümkün olmasına rağmen, aynı zamanda olası böyle bir karara mahkeme kanalıyla itiraz edilebilmesine de imkan tanıması; Mardin Artuklu Üniversitesi’nin Kürtçe lisansüstü eğitim vermeye devam etmesi; Yüksek Öğretim Kurulu’nun 2011 yılında Muş Alparslan Üniversitesinde bir Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmasını onaylaması (ancak yeterli sayıda öğretim görevlisi bulunmadığından Kürt dili dersini sadece lisans düzeyinde seçmeli ders olarak vermiştir); Nisan 2010 ve Mart 2011253’de kabul edilen yasal düzenlemelerle seçim kampanyalarında Türkçe dışı dillerin kullanılabilir hale gelmesi ile özel veya devlet radyo ve televizyon kanallarının Türkçe dışındaki dil veya lehçelerde yayın yapabilmelerinin yolu açılması olumlu karşılanırken; Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun hâlâ Türkçe dışındaki dillerin bu alanda ihlalleri engellemek için devletlere enformasyon sağlar ve gerektiğinde tavsiyelerde bulunabilir. Bkz. Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları, (Erişim) http://www.avrupakonseyi.org.tr/akih.htm, 24 Ocak 2012. 252 İlgili kanunun Yayın Dili başlıklı 5. Maddesinde “Yayın hizmetlerinin Türkçe yapılması esastır. Ancak Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir. Yayınlar seçilen dilin kurallarına uygun olarak yapılmak zorundadır. Bu yayınlara ilişkin usul ve esaslar Üst Kurulca yönetmelikle belirlenir.” denmektedir. 253 Bkz. dipnot 248 ve 252. 113 kullanımını kısıtlayabildiğine ve farklı Kürt grupları ile STK ve sendikaların anadilin günlük hayatta kullanılmasının kısıtlanmasına son verilmesini talep eden bir milyon imzalı dilekçelerini TBMM’ye sunduklarının altı çizilmektedir. Mahkemelerin Kürtçe dahil Türkçe dışındaki dillerin kullanımı ile ilgili bazı davalarda davalı lehine kararlar almalarına rağmen uygulamanın tutarlı olmadığı; Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun veya 1934 tarihli Soyadı Kanununa aykırı olacağı gerekçesi Türkçe dışındaki dillerin kullanımına ilişkin olumsuz kararlar alabildikleri bildirilmektedir. Romanlara ilişkin olarak, Yabancıların Türkiye’de İkameti ve Seyahatleri Hakkında Kanun’da tabiiyetsizleri, Türk vatandaşı olmayan Çingeneleri ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancıları sınır dışı etme yetkisi tanıyan ayrımcı hükmün Ocak 2011’de değiştirilmesi254; Mart 2011’de Roman açılımından sorumlu Devlet Bakanının sağlıklı bir çevrede barınma sorunu ile ilgili olarak TOKİ’nin yaklaşık 9000 konut inşa edeceğini açıklaması ve Aydın Adnan Menderes Üniversitesinde “Romanlar Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kurulması konuya dair olumlu adımlar olarak nitelenirken, Romanların topluma ve kamu hayatına entegrasyonu, eğitime ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin yanı sıra konut ve istihdam sorunlarını ele alacak kapsamlı bir strateji hazırlanmadığı belirtilmektedir. Vakıflar Kanununa ilişkin olarak ise, gecikmeler ve usule ilişkin sorunlara rağmen uygulamaya devam edildiği ve Türkiye’nin tüm Gayrimüslim dini cemaatlerin mülkiyet haklarının tam olarak korunmasının güvence altına alması gerektiği notu düşülmektedir. Öte yandan, Kürt meselesinin Haziran ayındaki genel seçimlere doğru toplumun geniş bir kesimi tarafından tartışılması ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sosyo-ekonomik kalkınmasını hedefleyen Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP)’ın 2012 yılına kadar tamamlamak amacıyla uygulanmasına ve bölgeye yönelik özel program ile yatırımların devam etmesine rağmen, 254 5 Ocak 2011 kabul tarihli 6097 sayılı Kanunun 1. Maddesinde, 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunun 21. maddesinin son fıkrasının “Tabiiyetsiz veya Türk kültürüne bağlı olmayan yabancı göçebelerin sınır dışı edilmelerine İçişleri Bakanlığı yetkilidir.”şeklinde değiştirildiği belirtilmektedir. Bkz. Kanunlar, TBMM, (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6097.html 114 özellikle Nisan 2011’den sonra bölgedeki terör faaliyetlerinin arttığı ve bu durumun siyasi arenayı da olumsuz etkilediği ve demokratik açılım kapsamında dile getirilen somut tedbirlerin beklentilerin gerisinde kalmış olduğu ve gereğinin yapılmadığı belirtilmekte; olası diyalog çabalarının, terör örgütü ile bağlantısı olduğu gerekçesi ile Kürt siyasetçilerin, yerel olarak seçilmiş belediye başkanlarının, belediye meclisi üyelerinin ve bazı insan hakları savunucularının tutuklanmaları veya gözaltına alınma durumları ile hali hazırda süren veya mahkumiyetle sonuçlanan davalar sonucu kesintiye uğradığına değinilmektedir. Kara mayınları ve köy koruculuğu sisteminin endişe kaynağı olmaya devam ettiği belirtilirken, yerlerinden olmuş kişilerin zararlarının tazmin edilmesi sürecinin devam ettiği ancak sürecin genel etkinliğinin değerlendirilmesi ve kapsamlı bir ulusal stratejinin oluşturulması gerektiği notu düşülmektedir. Bundan başka, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili kapsamlı bir yasal çerçevenin bulunmamasının bu kişilere uygun muamele gösterilmesi önünde engel teşkil ettiği vurgulanmaktadır. Sonuç olarak, Rapor Türkiye’nin azınlıklara yönelik yaklaşımının kısıtlayıcı olmaya devam ettiği; dile, kültüre ve temel haklara tam olarak saygı gösterilmesi ve bunların korunmasının henüz Avrupa standartlarına uygun olmayıp, Türkiye’nin azınlıklara yönelik hoşgörünün artması ve kapsayıcılığın teşvik edilmesi için daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. 115 3.5 SONUÇ Azınlıklar meselesi karmaşık bir uluslararası ilişkiler konusudur. Uluslararası hukukta geçerli bir azınlık tanımı bulunmamaktadır. Bunun nedeni, devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğü kaygılarına bağlı olarak azınlıklara ilişkin uygulamalarda ulusal önceliklerinin farklılaşmasıdır. Milli faydalarını gözetme durumundaki devlet, toprakları dahilinde yaşayan farklı kökenli bireylerin hak taleplerini yerine getirmekte kuşkucu ve dolayısıyla isteksiz bir tavır alabilmektedir. Ancak küreselleşen dünyada uluslararası sistemin dışına itilmek istemeyen ülkeler, bu sistemin getirdiği belli taahhütleri yüklenmek durumunda kalmaktadır. Azınlıklar konusu hem milli politika, hem de ikili ve çoklu devletlerarası ilişkilerdeki mütekabiliyet esası gereği hassas ve canlılığını koruyan bir meseledir. Evrensel bir azınlık tanımına ulaşılamamış olsa da, uygulamada kabul görebilecek tanımlama çalışmaları yapılmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu özel raportörü Francesco Capotorti'nin 1979 tarihli “Etnik, Dini, Dilsel Azınlıklara Dahil Bireylerin Hakları Üzerine Çalışma”sında sunduğu azınlık tanımı, kapsamlı ve referans alınabilecek bir uygulama alanı ortaya koymaktadır. Capotorti azınlığı, “bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayıca azınlıkta olan, yönetici konumlarda olmayan, o devletin vatandaşı olup nüfusun geri kalanından etnik, dini veya dilsel özellikleriyle farklılaşan, gizli de olsa kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ve dillerini korumaya yönelik dayanışma güdüleriyle hareket eden toplumsal grup” olarak tanımlamıştır. Özellikle savaşlar sonucu sınırların yeniden çizildiği ve yeni devletlerin ortaya çıktığı dönemler ile önemli demografik değişikliklere neden olan sosyal gelgitler neticesinde azınlıklar konusu gündem maddesi haline gelmiştir. Bunun arkasında, söz konusu olayların belli toplulukları yaşadıkları sınırlar dahilinde azınlık haline getirmesi veya ana devletlerinden uzaklaştırması yatmaktadır. Bu duruma paralel olarak, iki büyük dünya savaşı sonunda azınlıklar konusu uluslararası sistemin önemli meselelerinden biri haline gelirken, birtakım milletlerarası belgelerle azınlık haklarına standartlar 116 getirilmeye çalışılmıştır. Azınlıkların hak ve talepleri meselesi 1989’lara kadar uluslararası toplumun ilgisini çekmiş olsa da, konuya insan hakları konsepti içerisinde yaklaşılmış; eşitlik ve ayrım gözetmeme gibi demokrasi unsurlarının evrenselleşmesi sonucu azınlıklara dair sorunların egale edilebileceği düşüncesi hakim olmuştur. Ancak 1989 sonrası dönemde SSCB, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın dağılması ile sınır değişiklikleri ve akabinde yaşanan göçler sonucu özellikle Avrupa için azınlıklar konusu belli standartların getirilmesi gereken sorunsal bir hal almıştır. Avrupa’da pek çok etnik, dilsel veya ulusal azınlığın yaşadığı devletler bulunmaktadır. Ekonomik öngörülerle ortaya çıkan Avrupa Birliği hareketi, 1990 sonrası dönemde ekonomik örgütlenmesine siyasi boyut kazandırma yoluna gitmeye başlamıştır. Bu bağlamda, AB vatandaşları arasında eşitlik sağlanması, din, dil, etnik köken, milliyet farklılıklarına dayalı ayrımcılıkların engellenmesi ile hoşgörü ve adalet fikri ön plana çıkmış; demokratik bir Avrupalı kimliği yaratılarak bahsi geçen farklılıkların getireceği olası problemlerin önüne geçilmesi hedeflenmiştir. BM tarafından kabul edilmiş belgelere ek olarak; Temel Haklar Şartı, Bölge veya Azınlık Dilleri İçin Avrupa Şartı, Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme ve Lizbon Antlaşması, AB nezdinde azınlık hakları konusuna atıfta bulunulmuş temel belgelerdir. Bu belgelerin üye ülkeler için bağlayıcılığı olsa da, onlara hukuki yaptırım uygulayabilecek bir AB mekanizması mevcut değildir. 1990 ortalarına doğru Orta ve Doğu Avrupa’yı kapsayan bir genişleme sürecine giren AB, Birliğe dahil olma hedefinde olan ancak etnik sıkıntıların da yaşandığı bu bölgedeki ülkelerin önüne Kopenhag kriterlerini koymuştur. Kopenhag kriterleri “ekonomik, siyasi ve topluluk mevzuatını benimsenmesi” şeklinde sıralanmıştır. İnsan hakları ve azınlık haklarına saygı koşulu ise siyasi kriterler başlığı altında belirtilmiştir. AB, genişleme kapsamına aldığı ülkelerdeki mevcut siyasi problemleri referans alarak, bu ülkelerden etnisiteye dayalı dezavantajlı grupların sorunlarını çözmesini ve böylelikle bölgenin merkez topraklarına azınlıklara dair olası sıkıntıların aktarılmasının önüne geçerek politik istikrarı korumayı hedeflemiştir. AB aday ülkeler için 117 yayınladığı ilerleme raporlarında bu konudaki tavır ve beklentisini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, AB’nin mevcut üyelerinin azınlık uygulamalarına bakıldığında ise çelişkili bir politika ile karşılaşılmaktadır. Bu ülkeler azınlık hakları konusunda ilgili uluslararası belgelere imzalarını koysalar da, uygulamada oldukça geniş bir hareket serbestisine sahiptirler. Bunun arkasında, söz konusu belgelerin hukuki yaptırım uygulayacak bir dayanak yaratmaması ve ulusal politikalar gereği farklı yorumlanmalarını engelleyecek gerçekçi bir mekanizmalarının var olmaması yatmaktadır. Dolayısıyla, AB’nin tüm üye ülkeler nezdinde geçerli standart bir azınlık politikası olduğunu söylemek zordur. Bu kapsamda, AB’nin aday ülkelere azınlık haklarına saygıyı ön koşul olarak sunarken, halihazırda üye ülkelere konu hakkında daha geniş bir perspektiften yaklaşması, AB’nin çifte standart yarattığı yönünde eleştirilmesine neden olmaktadır. Standart bir AB azınlık politikasının mevcudiyeti tartışmalı olsa da, farklı kimliklere haiz grupların bu kimliklerini koruma ve yaşatabilmesi yönündeki kültürel haklar taleplerinin yerine getirilmesi için AB’nin istekli olduğu görülmektedir. Özellikle, azınlık kimliğinin önemli bir öğesini oluşturan dil konusunda, AB’nin dilsel çeşitliliğin arkasında olduğu ve farklı dillerin öğrenilmesi ve yaşatılmasını desteklediği anlaşılmaktadır. Azınlıkların temel kültürel haklarına sahip olabilmesi adına aday ülkelerin gerekli reformları gerçekleştirmesi AB için önemli bir odak noktasıdır. Kuşkusuz, AB’nin beklentileri doğrultusunda hayata geçirilen bu reformlar, ister istemez bu ülkelerin demokratikleşmesi, toplum içi sosyo-kültürel şartlarının iyileştirilmesi ve insan haklarının gelişmesi yönünde yapıcı bir rol oynamıştır. Türkiye, adaylık müzakerelerinin devam ettiği bir ülke olarak azınlıklar konusunun hassasiyet içerdiği bir konumdadır. Türkiye’nin azınlık politikasının temel dayanağı 1923 tarihli Lozan Antlaşması’dır. Lozan Antlaşması ile Türkiye, topraklarındaki Gayrimüslim gruplara azınlık statüsü vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanan bir gelenek olarak bu Gayrimüslim gruplar da Ermeni, Rum ve Yahudilerdir. Resmen azınlık olarak tanınmayan fakat farklı etnik, dinsel ve dilsel özelliklere sahip gruplar da 118 mevcuttur. Ancak, bunların sayıca çok az olması veya gerçek bir azınlık bilincine sahip olmamasına paralel olarak hak talepleri ya da sorunsal bir halleri yoktur. Öte yandan, çeşitli araştırmalar sonucu genel nüfustaki oranlarının yaklaşık %10 olduğu öngörülen ve bu anlamda en büyük etnik grup denilebilecek durumda olan Kürtler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde azınlıklar meselesinin dikkat çekici bir boyutunu oluşturmaktadır. AB, Türkiye’nin katılım sürecini 1998 yılından beri her yıl yayınladığı ilerleme raporları ile izlemektedir. Sonuncusu 2011’de yayınlanan raporlarda Türkiye’nin azınlık hakları ve kültürel haklar konusundaki kaydettiği gelişmeler siyasi kriterler başlığı altında insan hakları ve azınlıkların korunması kategorisinde değerlendirilmektedir. Raporlarda en çok dikkat çeken nokta özellikle Türkiye’deki Kürt nüfusa ilişkin tespitlerdir. Lozan Antlaşması ile resmen azınlık olarak kabul edilen Rum, Ermeni ve Yahudiler dışında azınlık olarak nitelendirilebilecek gruplar olduğuna vurgu yapılmaktadır. Capotorti’nin ifadesinden yola çıkıldığında gerçekten de Kürt vatandaşlar ülkedeki nüfusları, başat durumda olmamaları, farklı etnik köken özellikleri göstermeleri ve bu niteliklerini koruyup sürdürme konusundaki istekleri ile azınlık tanımına uyumlu bir profil çizmektedirler. Ancak Kürtlerin resmen azınlık statüsüne sahip olmak gibi bir talepleri olduğu söylenemez. Nitekim Avrupa Birliği de anayasal çerçevede Kürtlere azınlık denmesi yönünde bir beklenti sunmamaktadır. Ancak, Kürtlerin özellikle kültürel haklarına daha fazla saygı gösterilmesi gerektiği ve kendi dillerinde eğitim görme ve yayın yapabilme gibi taleplerinin olduğu belirterek, devletin bunların gerçekleştirilmesi için gerekli koşulları yaratması ve ilgili mevzuatları kolaylaştırarak kısıtlayıcı değil yapıcı bir grafik çizmesi yönünde beklentiler olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, yine raporlarda belirtilen Kürt nüfusun yoğunlukla yerleşik olduğu bölge olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki süregelen teröre ilişkin problemlerin çözüme kavuşturulması yönündeki ısrarlı tavsiyeler, bölgedeki şiddet içerikli eylemlerin Türkiye’nin azınlık sorunu ile ilişkilendirildiği ve bu bölgede yaşayan nüfusun yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve kültürel hak taleplerinin dikkate alınmasının çözümün en önemli parçası olarak görüldüğü izlenimi 119 verilmektedir. Bu durum, AB’nin Türkiye’den öncelikle terör sorununu bir sona ulaştırmasını beklediği ve etnisiteye dayalı problematik unsurlarını Birlik topraklarına taşımak istemediği şeklinde yorumlanabilir. Terörün dünyada hiçbir ülke için kabul edilebilir bir durum olmadığı tabiidir. Fakat Türkiye açısından etnik kökenli şiddet ve terör, belli kültürel hak taleplerinin yerine getirilmesi ile aşılacak kadar yüzeysel olmayıp, farklı parametrelerle bezenmiş oldukça hassas bir yapı sergilemektedir. Öte yandan, Rum ve Ermeni nüfusun eğitim ve mülkiyet sorunları, Çingenelerin mevcut koşulları, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalılık durumu ve din adamı yetiştirilmesi önündeki engeller, raporlarda üzerinde özellikle durulan azınlıklar başlığı altındaki diğer eleştiri konuları olmuştur. Otokton bir azınlık olmayan Yahudiler, ülkedeki otoritelerle nispeten daha uyumlu ilişkiler sürdüregelmiş bir grup olduğu için, onlara ilişkin ciddi şekilde ele alınması gereken sorunların varlığı öne sürülmemiştir. Dini bir azınlık olarak addedilen Süryanilerin, Lozan’da belirtilen Gayrimüslim azınlık tanımlamasının dışında bırakılması raporlarda belirtilen diğer bir tespittir. Sonuç olarak, Türkiye’nin azınlık rejiminin hukuki temellere dayandırılmış olduğu kabul edilse de, ülkedeki farklı dinsel, dilsel, etnik özellikler gösteren gruplara da belli hakların tahsis edilmesinin demokrasi ve insan haklarının bir gereği olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Raporlarda üzerinde özellikle durulan başka bir konu da anadilde eğitim ve yayın hakkıdır. AB’nin dil politikası farklı dillerin korunması ve yaşatılması yönünde olup, çok dilliliği destekler yöndedir. Türkiye’den Türkçe dışındaki dillerin kullanım serbestisi yönünde ciddi adımlar atılması; kamu hayatı ile özel alanda ve sosyal faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde Türkçeden başka dillerin kullanımı önündeki engellerin kaldırılması, özellikle Kürtlerin dil hakkına yönelik taleplerinin göz önünde bulundurulması beklenmektedir. Türkiye de bu konuda ilerici adımlar atmış; Türkçe dışındaki dillerde TV yayını yapılmasını ve siyasi platformda farklı dillerin kullanılmasını kolaylaştıran yasalar çıkarmıştır. Fakat raporlarda, bunların uygulamada yetersiz kaldığına ve ana dil eğitiminin devlet okullarında ve özel okullarda halen mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir. Ancak, Türkiye’nin bu 120 konuda adımlarının çok hızlı olmasının beklenmesi çok gerçekçi değildir. Sonuçta dil, bir ulusun en önemli var oluş unsurlarından biridir ve tek bir dilde ulusal eğitimin milli birliğin muhafazası için önemi açıktır. AB’nin güçlü üyelerinden Fransa’da da pek çok farklı etnik grup bulunmasına rağmen, Fransa’nın ülkesinde azınlık olmadığını iddia ettiği ve milli kaygılarla Fransızcayı resmi ve zorunlu dil olarak kabul ettiği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Türkiye’nin, ülkede devam eden hassas vaziyete rağmen, son 15 yıldan beri yapıcı bir tutum sergileyerek Türkçe dışındaki dillerin kullanımına ilişkin daha liberal bir tutum izlemeye çalışmakta olduğu unutulmamalıdır. Öte yandan, raporlarda Türkiye’nin Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı imzalamamasının imzalamadığı bu kaygı verici uluslararası olduğu dile getirilmektedir. Türkiye eleştirilirken, Çerçeve sözleşmelerle Sözleşme’yi Fransa’nın; Şart’ı da Yunanistan, Belçika ve Portekiz’in hiç imzalamamış olması AB’nin azınlık politikaları açısından çelişkili bir portre çizmektedir. AB’nin üye ülkelere azınlık hakları konusunda daha geniş bir perspektiften yaklaşırken, Türkiye’ye yönelik bu konuda daha zorlayıcı beyanlarda bulunması AB’nin azınlık politikasının siyasi bir yönü olduğu izlenimini doğurmaktadır. Ancak, bu yönü ile AB eleştirel bir durumda olsa da, Türkiye’nin katılım sürecinde eli güçlü olan tarafın yine AB’nin kendisi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir ve Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik uygulamaları bu süreçte olumsuz puan getiren başlıklardan biridir. Sonuç olarak, Birlik açısından Türkiye’nin gerçekleştirdiği bazı reformlar olumlu karşılansa da, genel olarak azınlıklara yönelik yaklaşımın sınırlı kalmaya devam ettiği; dil, kültür ve diğer temel hakların tam olarak garanti altına alınması konusunda henüz Avrupa standartlarına ulaşılmadığı, azınlık haklarına hoşgörü ve saygının artırılması yönünde daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğinin altı çizilmektedir. Türkiye AB üyeliği sürecinde Kopenhag kriterlerini karşılama konusunda pek çok reform gerçekleştirmiştir. Özelde, insan hakları ve azınlık haklarının korunmasına yönelik de mevcut koşullarına rağmen ilerici adımlar 121 atmıştır. Bunların Avrupa standartlarına ulaşmadığı iddia edilse de, bu kapsamda çıkarılan yasalar ve uyum çabaları Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi açısından oldukça önemli olmuştur. Kimi zaman AB’nin talep ve beklentilerinin de gerçekçi olmadığı ya da kendi üyelerine olan yaklaşımı ile karşılaştırıldığında çifte standart yaratacak yönlü olduğu görülmektedir. Bu durum, gerçekten meselenin bir insan hakları sorunu mu olduğu, yoksa Türkiye’nin önünde politik arka planı olan engeller mi yaratılmak istendiği konusunda akıllarda soru işareti uyandırmaktadır. Tabii ki, azınlık haklarının temel insan haklarının bir kolu olduğu düşünüldüğünde, demokrasi, özgürlük ve eşitlik ilkelerinin daha kapsamlı hale gelmesi açısından azınlık haklarına hoşgörü ve saygının artması her ülke gibi çağdaş bir Türkiye için de önemli hedeflerden olmalıdır. Ancak mevcut koşullar ve AB’nin yaptığı vurgular Türkiye’nin azınlık rejiminin henüz istenilen kriterleri yakalayamadığı yönündedir ve bu durum Birliğe giriş sürecinde öncelik açısından ilk sırada olmasa da Türkiye’nin önünde bariyer oluşturmaktadır. KAYNAKÇA A) KİTAPLAR AKKAN, Başak Ekim, DENİZ, Mehmet Baki, ERTAN, Mehmet, Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri, Yayına Hazırlayan: Taner Koçak, Sosyal Politika Forumu, Aanadolu Kültür, Kasım 2011 ARSAVA, Ayşe Füsun, Azınlık Kavramı Ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler Ve Özellikle Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1993. ÇAVUŞOĞLU, Naz, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, 2. baskı, Su Yayınları, 2001. ÇOBAN, Savaş, Küreselleşme Ulus-Devlet: Azınlıklar Ve Dil, Su Yayınları, 2005. DÖNER, Ayhan, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması Ve Avrupa Sistemi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2003. GÖÇEK, Fatma Müge, “Türkiye’de Çoğunluk, Azınlık ve Kimlik Anlayışı”, Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyen: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 58- 68. GÜLER, Ali, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, Berikan Yayınevi, Ankara, 2009. IJGYARTO, Istvan, “Codification Of Minority Rights”, Minorities: The New Europe's Old Issue, ed. Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute For Eastwest Studies, 1993, s. 273- 284. İNANÇ, Zeri, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınevi, 2004. KAYA, Ayhan, “Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecinde Yurttaşlık, Çokkültürcülük ve Azınlık Tartışmaları: Birarada Yaşamanın Siyaseti”, Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 35- 57. 123 KOCH, Koen, “The International Community And Forms Of Intervention In The Field Of Minority Rights Protection”, Minorities: The New Europe’s Old Issue, Ed. Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute For Eastwest Studies, 1993, s. 253- 272. KURBAN, Dilek, ''Avrupa Birliği'nin Anayasal Düzeninde Azınlık Hakları: Açılımlar, Fırsatlar ve Olasılıklar'', Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 215- 228. KURUBAŞ, Erol, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Düzenleme: A. Suna Subaşı, 2. baskı, Asil Yayın Dağıtım Ltd.Şti. , 2006. LODZINSKI, Slawomir “Protection Of National Minorities In Central Eastern Europe: Political And Legal Approaches In The Light Of International Law”, Ethnic Minority Rights In Central Eastern Europe, Ed. Madga Opalski and Piotr Dutkiewicz, Canadian Human Rights Foundation Forum Eastern Europe, Ottowa, 1996, s. 11- 27. NEUMANN, Iver B., “The Formation Of European Identity And The Minorities”, Multilingualism On European Borders- The Case of Valcanale, Ed. Irena Sumi, Salvatore Venosi, Slori- Seat Valcanale 1996, s. 193- 201. ODER, Bertil Emrah, ''Avrupa Birliği'nin Bölgesel Politikaları Ve Vatandaşlık'', Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 199- 214. ORAN, Baskın, Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Kitabevi, 5. bs. , Ankara, 2009. ORAN, Baskın, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, 5. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008. ÖNDER, Ali Tayyar, Türkiye'nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler, 52. bs. , Ankara, Kripto Kitaplar, 2012. PREECE, Jennifer Jackson, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001. SCHUMANN, Klaus, “The Role Of The Council Of Europe”, Minority Rights In Europe: The Scope For A Transnational Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter Publishers London, 1994, s. 87- 98. 124 ŞENER, Cemal, Türkiye'de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, 5. baskı, İstanbul, Etik Yayınları, 2006. THORNBERRY, Patrick, “International and European Standards On Minority Rights”, Minority Rights In Europe: The Scope For A Transnational Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter Publishers London, 1994, s. 14- 21. B) MAKALELER AKÇA, Bayram, “1923- 1953 Arası Türk-Bulgar İlişkileri ve 1950-51 Yıllarında Muğla Vilayetine İskan Edilen Bulgar Muhacirleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 52, Cilt: 18, Mart 2002, (Erişim) http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=228. AKYILDIZ, Fulya, “Binyıl Kalkınma Hedefleri, İnsan Hakları ve Demokrasi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 14, Şubat 2011, s. 39- 60. ALKAN, Mustafa, “Azınlık Vakıfları: Tarihi Arka Planı, Hukuki Yapısı Ve İç Analizi”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, cilt 1, sayı 4, 2009, s. 93- 111. ATASOY, Emin, “Rusya Federasyonu Sınırları İçinde Yer Alan Özerk Cumhuriyetlerin Etnocoğrafya Işığında Değerlendirilmesi”, Turkish StudiesInternational Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s. 83 -124. AYDOĞAN, Doğa, “Yabancı Çingenelerin Türkiye'ye Giriş, İkamet, Seyahat Özgürlükleri ile Türkiye'den Sınır Dışı Edilmeleri”, Atılım Üniversitesi İz Dergisi, sayı 4, 01 Haziran 2007, No.4, s.42- 47. BARTEN, Ulrike, “Minority Rights In the European Union After Lisbon”, University Association for Contemporary European Studies, t.y. , (Erişim) http://www.uaces.org/pdf/papers/1102/barten.pdf. CANATAN,Kadir, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil Eğitiminin Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri, Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2007, s. 159 -172. COŞKUN, Vahap, “Baraj %20 Olsun, İstikrar Tam Olsun!”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 01 Şubat 2011, (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/koseyazilari/737. 125 ÇÖKMEZ, Fatma Gül, “Bask Bölgesi: Etnik Milliyetçiliğin Tarihsel Gelişimi Ve İspanya’daki Devlet Politikalarının Etkisi”, Ege Akademik Bakış, sayı 1, 2008, s. 355 -371. EKER, Süer, “Avrupa Birliği’nin Yeni Mottosu “Farklılıkta Birlik” ve Türkçenin “Farklılıkta Birlik” teki Yeri”, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 49, 2009, s. 35- 58. ERSOY, Ömer, “Mayınsız Bir Dünya Gerçekçi mi?”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 29 Kasım 2010, (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1312/‘mayinsiz-bir-dunya-gercekci-mi.aspx. GÖKÇENAY, Şule, “Lozan Antlaşması’ndan Avrupa Birliği Sürecine Türkiye’de Azınlık Hakları”, Stratejik Öngörü, S. 3 (Sonbahar 2004), s. 148155. GÜNEŞ, Ahmet M., “Lizbon Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, sayı 1- 2, 2008, s. 739- 772. GÜRKAN, Gaye, “Tibet Sorunu ve Uluslararası Sistem”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 10 Kasım 2008, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2 30 JOHNS, Michael, “A Fair Price Of Admission?: Minority Policies In And Out Of The EU”, University of Pittsburgh Archieve Of European Integration, Nashville, TN, 2003 (Erişim) http://aei.pitt.edu/6507/1/000457_1.pdf. KAYA, Cemil, “Avrupa Konseyi’ndeki Gelişmeler Işığında 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 10, 2007, s. 25- 42. KILINÇ, Doğan, “Self Determinasyon İlkesini Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 1- 2, 2008,s. 949 -982. KIRAN, Abdullah, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 3(6), 2008, s. 19 -36. MEMİŞOĞLU, Fulya, “The European Union's Minority Rights Policy And Its Impact On The Development Of Minority Rights Protection In Greece”, The London School Of Economics And Political Science, European Institute, 2007, (Erişim) http://www2.lse.ac.uk/europeanInstitute/research/hellenicObservatory/pdf/3rd _Symposium/PAPERS/MEMISOGLOU_FULYA.pdf. 126 OĞAN, Sinan, “Doğu Türkistan’da Yaşanan Olayların Sebebi ve Sonuçları”, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 21 Temmuz 2009, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/a1717.html ORAN, Baskın, “Türkiye’de İfade Özgürlüğü”, bgst yayınları, 2008, s. 112122. ORAN, Baskın, “Ulusal Egemenlik Kavramının Dönüşümü, Azınlıklar ve Türkiye”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, 2003,s. 61 -93. ÖZKAN, Emre,”Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Baltık Ülkelerindeki Rus Azınlıklar”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 6, 2006, s. 91- 104. ÖZLEM, Kader, “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi”, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi, 29 Temmuz 2005, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/a431.html. PARLAKYILDIZ, Ayşim, “AB’de Azınlık Statüsü ve Fransa’nın Tutumu”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 4 Aralık 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=8 99. RAM, Melanie H., “Democratization Through European Integration: The Case Of Minority Rights In The Czech Republic And Romania”, Studies in Comparative International Development, Vol. 38, No. 2, 2003, s. 28- 56. SANDIKLI, Atilla, “Türkiye-İsrail İlişkileri Dibe Vurdu”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 06 Eylül 2011, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1 512. SASSE, Gwendolyn, “EU Conditionality And Minority Rights: Translating The Copenhagen Criterion Into Policy”, EUI Working Papers, European University Institute, Robert Schuman Centre For Advanced Studies European Forum Series, RSCAS No: 2005/16. SELÇUK, Engin, “Türkiye’nin Dil Sorunu-II: Fransa Örneği”, Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 28 Aralık 2010, (Erişim) http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/59/turkiyenin_dilsorunu_-_ii. ŞEN, Fatih, “Çin’in Sincan-Doğu Türkistan Sorunu: Dünü, Bugünü, Geleceği”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1-Sayı 7- 8, Temmuz-Ağustos 2009, s.124- 134. TAŞDEMİR, Hakan, SARAÇLI, Murat, “Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 8, 2007, s. 25- 35. 127 TOKTAŞ, Şule, ARAS, Bülent, “The EU And Minority Rights In Turkey”, Political Science Quarterly, Volume 124, Number 4, 2009–10, s. 697- 720. TUNÇ, Hasan, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk Gakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1- 2, Haziran-Aralık 2004. TURAN, Aslıhan P., “Uluslararası Hukukta ve AB’de Azınlıklar”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Nisan 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=6 25 UZ, Abdullah, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, No: 9, 2007, s. 60 -81. Hakkı”, VERMEERSCH, Peter, “Minority Policy In Central Europe: Exploring The Impact Of The EU’s Enlargement Strategy”, The Global Review of Ethnopolitics, Vol. 3, no. 2, January 2004, s. 3- 19. YANIKDAĞ, Tülin, “Gayrimüslim Azınlıklar Sorunu ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 24 Nisan 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=6 53. YANIKDAĞ, Tülin, “Roman Açılımı ve Türkiye’de Roman Sorunu”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 03 Mart 2010, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=5 89 C) ELEKTRONİK KAYNAKLAR ADUM, (Erişim) http://www.adum.info/adum/index.html. Avrupa Birliği Genişlemesi, Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü, 26 Ekim 2009, (Erişim) http://www.abpe.org.tr/abpe/contentdetail.php?lang=2&detail=33 Avrupa Birliği’nin Tarihçesi, T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı, (Erişim) http://www.mof.gov.tr/node/85 Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, Kasım 2001, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf 128 Avrupa Birliği Terimleri Sözlüğü (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/Sozluk/glossary_for_the_european_union.pdf Avrupa Konseyi ve İnsan http://www.avrupakonseyi.org.tr/akih.htm Hakları, (Erişim) ATILGAN, Meral, “Avrupa Birliği, Azınlık Hakları Ve Türkiye”, Popüler Tarih, 2008, (Erişim) http://www.populertarih.com/avrupa-birligi-azinlik-haklari-veturkiye/ BAĞIŞ, Sibel, TÜRKAY, Togay, “Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Ve Anadilde Eğitim Sorunsalı”, AB Analiz, 21 Ekim 2010, (Erişim) http://www.abanaliz.com/haberdetay.asp?ID=290. BENEDIKTER, Thomas, “Minorities in Europe: Legal Instruments of Minority Protection in Europe: An Overview”, Society For Threatened Peoples, November 30, 2006, (Erişim) http://www.gfbv.it/3dossier/eu-min/autonomyeu.html Birleşmiş Milletler Anlaşması Ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, Birleşmiş Milletler Enformasyon Merkezi Ankara, (Erişim) www.unicankara.org.tr Briefing No 33: The PHARE Programme And The Enlargement Of The European Union, European Parliament, (Erişim) http://www.europarl.europa.eu/enlargement/briefings/33a1_en.htm Creating A European Roma Policy”, Hungarian Presidency Of The Council Of The European Union, (Erişim) http://www.eu2011.hu/developingeuropean-roma-policy DAVLETOV, Timur, “Etnisite Işığında Rusya Federasyonu”, stradigma.com, sayı 7, Ağustos 2003, (Erişim) http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_09.html. EU Languages And Language Policy, European Commission (Erişim) http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/index_en.htm Euromosaic Study, European Commission http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/euromosaicstudy_en.htm. (Erişim) European Charter For Regional Or Minority Languages, Council Of Europe Treaty Office (Erişim) http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=148&C M=8&DF=12/11/2011&CL=ENG 129 European Comission Against Racism And Intolerance, Council Of Europe, (Erişim) http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/. Framework Convention For The Protection Of National Minorities, Council Of Europe Treaty Office (Erişim) http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=157&C M=8&DF=12/11/2011&CL=ENG. International Court Of Justice, (Erişim) http://www.icj-cij.org/ İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Bilgi Bankası, (Erişim) http://www.inhakbb.adalet.gov.tr/bmihbeyan.htm Kanunlar, tbmm.gov.tr Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/53-73.pdf Kopenhag Kriterleri, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, (Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/437-438.pdf Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP), İller İdaresi Genel Müdürlüğü, (Erişim) illeridaresi.gov.tr Lozan Barış Antlaşması, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, (Erişim) http://sam.baskent.edu.tr/belge/Lozan_TR.pdf Mevzuat, T.C. Adalet Bakanlığı, (Erişim) adalet.gov.tr Regional And Minority Languages, European Commission, (Erişim) http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/regional-and-minoritylanguages_en.htm Siyasi Partiler Kanunu, mevzuat.basbakanlik.gov.tr Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim) TBMM'ce Onaylanan BM Sözleşmeleri, T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=27156&l=1. T.C. Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı (Erişim) www.ysk.gov.tr T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) http://www.vgm.gov.tr/ 130 The Lisbon Treaty treaty.org/wcm/index.php Website, (Erişim) http://www.lisbon- TUNÇ, Hakan, “Türkiye-AB İlişkileri Çerçevesinde Azınlık Hakları Ve Azınlıkların Korunması”, Moda Düşünce Akademisi, t.y. (Erişim) http://www.modadusunce.com/page/altsayfalar/azinlikhaklari.html. Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi: TR-AB İlişkileri, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) www.abgs.gov.tr United States Of America Overview, Minority Rights Group International, güncelleme Nisan 2009, (Erişim) http://www.minorityrights.org/2611/unitedstates-of-america/united-states-of-america-overview.html Vakıflar Kanunu, T.C. Başbakanlık Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim) mevzuat.basbakanlik.gov.tr Will Kymlicka internet sitesi, (Erişim) http://post.queensu.ca/~kymlicka/ YAŞIN, Gözde Kılıç, “AB’nin Azınlık Anlayışı”, heddam.com, 20 Eylül 2005, (Erişim) http://www.heddam.com/Duragan/350.asp D) RAPORLAR AYDIN, Aziz, “AB Ülkeleri, ABD ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi, Kasım 2011. Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu, Ekim 2004, (Erişim) http://baskinoran.com/. BÜYÜKCAN, Tufan, OCAKLI Fatih Çağrı, ÖZTÜRK Eyüp, “Avrupa Birliği Üyesi Ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Eğitim ile ilgili Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi Bilgi Notu, Kasım 2011. Güneydoğu Anadolu Projesi Eylem Planı, Dicle Üniversitesi GAP Araştırma ve Uygulama Merkezi, Mayıs 2008. Minority Protection In Europe: Best Practices And Deficiencies In Implementation Of Common Standards, Council of Europe Parliamentary Assembly Committee On Legal Affairs And Human Rights, Rapporteur: Mr Boriss CILEVIČS, Latvia, Socialist Group, 20 January 2010 ÖZDEMİR, Sahir, “Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Topluluğu, Avrupa Toplulukları, Avrupa Birliği, Roma Antlaşması, Avrupa Tek Senedi, Avrupa Birliği Antlaşması, Maastricht Antlaşması, Amsterdam Antlaşması, Nice 131 Antlaşması (Kavramlara İlişkin Açıklayıcı Not)”, Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, Haziran 2001. Türkiye'de Siyasi Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Ankara, 2007. Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 1998 Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_1998.pdf Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesine İlişkin Komisyon 1999 Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_1999.pdf Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2000 Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2000.pdf Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2001.pdf Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2002.pdf Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2003.pdf Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2004.pdf Türkiye 2005 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2005.pdf 132 Türkiye 2006 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki ye_Ilerleme_Rap_2006.pdf Türkiye 2007 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim) http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy e_ilerleme_rap_2007.pdf Türkiye 2008 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy e_ilerleme_rap_2008.pdf 2009 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy e_ilerleme_rap_2009.pdf 2010 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy e_ilerleme_rap_2010.pdf Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011 _ilerleme_raporu_tr.pdf E) GAZETE HABERLERİ Akpm'de Avrupa'da Azınlıkların Korunması Konulu Rapor (orijinal metin), abhaber.com, 26 Ocak 2010, (Erişim) http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=5222 Avrupa Yolunda Azınlık Raporu Kavgası, abhaber.com, 20 Ekim 2004, (Erişim)http://www.abhaber.com/haber.php?id=1333 Azınlık Raporu Davasında Beraat, cnnturk.com, 10.05.2006,(Erişim)http://www.cnnturk.com/2006/turkiye/05/10/azinlik.raporu. davasinda.beraat/179232.0/index.html Azınlık Raporu Soruşturmasına Tepki”, Ntvmsnbc, 3 Şubat 2005 (Erişim) http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/307996.asp 133 David Minckler, “U.S. Minority Population Continues to Grow”, america.gov archive, 14 Mayıs 2008, (Erişim) www.america.gov Elkatmış'dan Azınlık Raporu'na Tepki”, cnnturk.com, 2 Kasım 2004, (Erişim) http://www.cnnturk.com/2004/turkiye/11/02/elkatmisdan.azinlik.raporuna.tepki /47919.0/index.html#Scene_1 Gül: Azınlık Raporu Başbakanlığın Değil, hurriyet.com, 22 Ekim 2004, (Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=267046 Sam Roberts, “In a Generation, Minorities May Be The U.S. Majority”, The New York Times, 13 Ağustos 2008 (Erişim) www.nytimes.com The EU And Minority Policy - Does Enlargement Signal The End Of Influence?, euroactiv.com, ilk yayın 7 Nisan 2003, güncelleme 29 Ocak 2010 (Erişim) http://www.euractiv.com/enlargement/eu-minority-policyenlargement-signal-influence/article-110088 U.S. Minority Groups Face Discrimination In Employment, Says Report, English People’s Daily Online, 10 Nisan 2011, (Erişim) english.peopledaily.com.cn Wealth Gap Between Whites And Minorities In U.S. Widens”, globalpost, 26 Temmuz 2011, (Erişim) www.globalpost.com Yeni Vakıflar Kanunu Avrupa'dan İleri, Artık Uygulama Önemli, euractiv.com, 22 Şubat 2008, (Erişim) http://www.euractiv.com.tr/ab-veturkiye/article/yeni-vakiflar-kanunu-avrupadan-ileri-artk-uygulama-onemli 107 Maddelik Güneydoğu Planı, Ntvmsnbc, 14 Eylül 2000, (Erişim) http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/30268.asp ÖZET TAN, Remziye Ebru. Avrupa Birliği Azınlık Politikalarının Türkiye’nin Birliğe Üyelik Sürecine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2012. Geçmişi 16. yüzyıla dayanan azınlıklar meselesi günümüzde de önemini korumakta ve hem devletler iç siyaseti bazında hem de uluslararası platformda tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Söz konusu sorunsal hal uluslararası hukukta kesin bir azınlık tanımı yapılamamış olması ve ulus devletlerin egemenlik kaygılarına bağlı olarak şekillenmektedir. Bu çalışmada, Birliğe katılım sürecinde müzakerelere devam eden Türkiye’nin azınlık hakları uygulamaları ile Avrupa Birliği Kopenhag siyasi kriterlerinin bir ayağını oluşturan azınlık haklarına saygı koşulunun ne derecede örtüştüğü İlerleme Raporları ekseninde değerlendirilecek; Birliğin azınlık politikalarının ve azınlık haklarına ilişkin beklentilerinin Türkiye’nin üyelik sürecine etkileri, ülkenin konu ile ilgili mevcut durumu göz önünde bulundurularak yorumlanacaktır. Çalışmanın ilk bölümünde, azınlıklar konusunun tarihi arka planı ele alınarak kavramsal tanımlaması yapıldıktan sonra uluslararası kuruluşlar nezdinde azınlık haklarının gelişimi ve dünyadaki önemli güçler açısından konu ile ilgili genel çerçeve ortaya konmaya çalışılacak; ikinci bölümde Avrupa Birliği’nde azınlıklar konusunun gündeme gelişi ve Birliğin esas aldığı belgeler incelendikten sonra genel kapsamında azınlık politikaları Türkiye’deki azınlık hakları ölçekte ve değerlendirilecek; konusunun hukuki Kopenhag son kriterleri bölümde dayanağı ise belirtilerek, müzakere aşamasında yayınlanan İlerleme Raporlarında Birliğin öne sürdüğü beklentilerin karşılanma kapasitesine bağlı olarak azınlık meselesinin Türkiye’nin çalışılacaktır. Birliğe katılımına etkileri yorumlanarak ortaya konmaya 135 Anahtar Sözcükler 1. Azınlık hakları 2. Avrupa Birliği 3. Azınlık Politikaları 4. Türkiye 5. İlerleme Raporları ABSTRACT TAN, Remziye Ebru. The Effects Of European Union’s Minority Politics To The Process of Turkey’s Membership To The Union, Master Thesis, Ankara 2012. The minority issue, which dates back to the 16th century, keeps its significance and continues to be a matter of controversy today, not only at the level of states’ internal politics, but also in the international area. This is mostly due to the concerns of nation-states in relation with their sovereignty and by the reason of minority having no definite description in international law. In this study, it will be assessed within the framework of Progress Reports, to what extent the minority rights practices of Turkey as a candidate state and the condition of respect for minorities making up one of the basis of European Union’s Copenhagen political criteria coincide; and then it will be commented how the Union’s minority politics and expectations concerning minority rights effect Turkey’s membership process to the Union, taking into account the country’s present situation regarding the issue. In the first part of the study, after conceptual description of minority issue has been given with its historical background, the development of minority rights on international organizations’ part and the general framework of the subject from world’s significant powers’ perspective will be put forward; in the second part, how the minority issue has come into the agenda of European Union and the documents which the Union considers will be examined and then the minority politics of the Union in general and within the framework of Copenhagen criteria will be evaluated; finally in the last part with the legal basement for minority rights issue in Turkey being stated, how the minority issue effects Turkey’s access to the Union will be interpreted in accordance with his capacity to fulfill the Union’s expectations that are put forward within the Progress Reports issued in the negotiation process. 137 Key Words 1. Minority Rights 2. European Union 3. Minority Politics 4. Turkey 5. Progress Reports