tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslararası ilişkiler

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ AZINLIK POLİTİKALARININ TÜRKİYE’NİN BİRLİĞE
ÜYELİK SÜRECİNE ETKİLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
R. Ebru TAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK
Ankara – 2012
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ...................................................................................................................... iv
KISALTMALAR ........................................................................................................ v
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM
AZINLIK KAVRAMI
1.1 Azınlık Kavramının Doğuşu…………………………………………………….4
1.2 Azınlık Tanımı…………………………………………………………………….5
1.3 Azınlık Türleri…………………………………………………………………....11
1.3.1 Etnik Azınlıklar…………………………………………………………..11
1.3.2 Ulusal Azınlıklar…………………………………………………..…....12
1.3.3 Dini Azınlıklar…………………………………………..…………........12
1.3.4 Dil Azınlıkları………………………………………………….…………13
1.4 Azınlık Hakları……………………………………………………………………14
1.4.1 Bireysel Haklar / Kolektif Haklar……………………………………14
1.4.2 Azınlık Hakları…………………………………………………….……15
1.4.3 Azınlıklar Hakları ve Self-Determinasyon İlişkisi………………...16
1.5 Azınlıklar Konusunun Tarihi Arka Planı……………………………………....18
1.5.1 Milletler Cemiyeti Öncesi Dönem………………………………..…18
1.5.2 Milletler Cemiyeti Dönemi…………………………………………...19
1.5.3 2. Dünya Savaşı Sonrası Azınlıklar…………………………….…..23
1.5.3.1 Birleşmiş Milletler Nezdinde Azınlıklar Konusu…….…..25
1.5.3.1.1 BM Antlaşması…………………………………......25
1.5.3.1.2 Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara
Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi……………..27
1.5.3.1.3 BM Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası
Sözleşmesi …………………………………….…..28
1.5.3.2 Avrupa Konseyi Kapsamında Azınlıklar…………………..29
1.5.3.2.1 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi………….........30
1.5.3.2.2 Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa
Şartı…………………………………………………...31
ii
1.5.3.2.3 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve
Sözleşmesi………………………………………....…32
1.5.3.3 AGİT ve Azınlıkların Korunması…………………………...34
1.5.4 Soğuk Savaş Sonrası Azınlık Haklarına Dair Gelişmeler…….....38
1.6 Dünya Güçleri Açısından Azınlıklar Konusu……………………………...40
1.6.1 Azınlık Hakları Kapsamında ABD’deki Durum……………………..40
1.6.2 Azınlık Hakları Kapsamında Çin’deki Durum……………………....41
1.6.3 Azınlık Hakları Kapsamında Rusya’daki Durum…………………...43
II.BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ VE AZINLIKLAR
2.1 Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Konusunun Gündeme Gelişi…………….....46
2.2 Avrupa’daki Azınlıkların Özellikleri ………………………………………..…48
2.3 Azınlıklar Konusuna İlişkin Temel Belgeler……………………………..…..52
2.4 Kopenhag Kriterleri Ve Üyelik Süreci……………………………………......58
2.4.1 AB Üyeliği ve Merkezi Doğu Avrupa'nın Azınlık Haklarına
Yaklaşımı…………………………………………………………………..62
2.5 AB Dil Politikası……………………………………………………………..…...66
2.5.1 Euromosaic……………………………………………………..……...67
2.5.2 ADUM ……………….........................................................................68
2.5.3 CRAMLAMP, Network of European Language Planning Boards,
NPLD…………………………………………………………………....68
2.5.4 İspanya ve Dil……………………………………………………….…69
2.5.5 Fransa ve Dil…………………………………………………………...70
III. BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE
GİRİŞİ SÜRECİNDE AZINLIKLAR KONUSU
3.1.Lozan Antlaşması……………………………………………………………...73
3.2 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması…………………………………………....76
iii
3.3 Türkiye’nin Etnik Yapısı………………………………………………….......77
3.4 Türkiye’nin AB’ye Giriş Sürecinde İlerleme Raporlarındaki
Azınlıklar Konusu…………………………………………………………….79
3.4.1 1998 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………………...81
3.4.2 1999 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……...………………….......82
3.4.3 2000 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…...………………….…......83
3.4.4 2001 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………….….....84
3.4.5 2002 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar………….............................85
3.4.6 2003 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…………….........................87
3.4.7 2004 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………….……..89
3.4.8 2005 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar………………………..…….92
3.4.9 2006 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………….……..97
3.4.10 2007 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…………………………….99
3.4.11 2008 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………………101
3.4.11.1 Cemaat Vakıflarının Mülkiyet Konusu ………….103
3.4.12 2009 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar... …………………………105
3.2.13 2010 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar……………………………108
3.4.14 2011 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar…………………..………...111
3.5 SONUÇ…………………………………………………………………….…..115
KAYNAKÇA……………………………………………………………….………122
ÖZET……………………………………………………………………….………134
ABSTRACT………………………………………………………………….……136
ÖNSÖZ
Dünyada etnik, dilsel ve dinsel açıdan tamamıyla homojen yapıya
sahip bir ülkeye rastlamak neredeyse imkansızdır. Savaşlar, yeni ülkelerin
ortaya çıkması, mevcut sınırların değişmesi veya büyük göçler, bazı insan
topluluklarını bulundukları topraklarda azınlık haline getirmiştir. Azınlık hakları
konusunun demokrasi ve insan haklarının ilerlemesine bağlı olarak mesele
haline gelmekten uzaklaşacağı varsayılsa da, azınlıkların kimliklerini koruma
gayretleri ve kültürel hak talepleri devletlerin ulusal çıkarları ile çatıştığı
ölçüde azınlıklara ilişkin konular sorunsal yapısını korumaya devam
edecektir. Dolayısıyla, azınlıklara ilişkin başlıklar uluslararası ilişkiler
gündeminde canlılığını korumayı sürdürecektir.
Bu çalışmada, adaylık müzakerelerine devam eden Türkiye’deki
azınlık hakları uygulamaları ortaya konarak, Avrupa Birliği’nin azınlıklar ile
ilgili politika ve taleplerinin, ülkenin Birliğe giriş sürecini nasıl etkilediği
yorumlanacaktır.
Bu çalışmanın tamamlanmasındaki katkılarından ve yapıcı tavrından
ötürü öncelikle değerli hocam Sayın Prof. Dr. Haydar Çakmak’a ve
sonrasında verdikleri manevi destek için sevgili annem, babam ve kardeşime
teşekkür ederim.
v
KISALTMALAR
AAET: Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
AB: Avrupa Birliği
ABA: Avrupa Birliği Anlaşması
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
AET: Avrupa Ekonomik Topluluğu
a.g.e.: Adı Geçen Eser
AGİK: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AGİT: Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
a.g.m. :Adı Geçen Makale
AİHS: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AK: Avrupa Konseyi
AKÇT: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
AP: Avrupa Parlamentosu
AT: Avrupa Topluluğu
ATA: Avrupa Topluluğu Anlaşması
BİHDK: Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu
bkz.: Bakınız
Birlik: Avrupa Birliği
BM: Birleşmiş Milletler
bs.: Basım
CRAMLAP (Celtic, Regional and Minority Languages Abroad Project-Kelt,
Bölgesel ve Azınlık Dilleri Yurtdışı Projesi)
Çev. :Çeviren
ECRI: European Commission Against Racism and Intolerance (Irkçılık ve
Hosgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa Komisyonu)
ed.: Editör
EU: European Union (Avrupa Birliği)
FM: Frequency Modulation (Radyo Frekansı)
GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi
MAYK: Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri
MC: Milletler Cemiyeti
vi
NPLD: Network to Promote Linguistic Diversity- Dilsel Çeşitliliği Destekleme
Ağı
PHARE: Poland and Hungary Assistance For The Restructuring Of The
Economy (Polonya ve Macaristan Ekonomisini Yeniden Yapılandırma
Yardımı)
PKK: Kürdistan İşçi Partisi
s.: Sayfa
SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
STK: Sivil Toplum Kuruluşları
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TRT: Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu
TC: Türkiye Cumhuriyeti
TOKİ: Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı
TV: Televizyon
UNESCO: United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization
(Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü)
GİRİŞ
Geçmişi 16. yüzyıla dayanan azınlıklar konusu, din savaşlarına son
vermek için bazı düzenlemelere gidilmesi sonucunda birtakım farklı gruplara
dini hak ve özgürlüklerin tahsis edilmesi ile uluslararası ilişkiler gündemine
taşınmıştır. O dönemden bu yana gerçekleşen savaşlar, göçler veya diğer
demografik değişimler sonucu kaçınılmaz olarak bazı gruplar yaşadıkları
yerlerde
azınlık
haline
gelmişlerdir.
Küreselleşen
dünyada,
iletişim
özgürlükleri ve demokrasinin gelişimine paralel olarak, çoğunluktan farklı olan
gruplar farklılıklarını yaratan kimlik ya da kültürlerini sürdürebilmek amacıyla
hak taleplerini daha kolay ve geniş platformda dile getirme imkanı
bulabilmişlerdir. Ancak, devletler egemenlik ve toprak bütünlüklerini koruma
kaygılarının bir sonucu olarak, bu tür farklı gruplara ayrıcalıklar tanımak
yerine millet bütünlüğünü sağlama yolunu tercih ederek azınlıklara ilişkin
meseleleri inkar etme veya görmezden gelme yolunu seçebilmişlerdir.
Dolayısıyla, azınlıklar konusu sorunsal bir hal almış ve bu nedenle olsa ki
uluslararası hukukta kesin bir azınlık tanımına veya kime azınlık deneceğine
dair tüm ülkeler nezdinde kabul görmüş bir açıklamaya ulaşılamamıştır.
Tarihte, özellikle ciddi sınır değişikliklerinin gerçekleştiği dönemlerde
azınlıklar konusu milletlerarası politikaları etkilemiş ve ülkeler arasındaki
ilişkileri belirlemede hem araç hem de amaç olarak kullanılabilmiştir.
Kesin ve net bir azınlık tanımı olmamasına rağmen, Birleşmiş Milletler
Raportörü Frances Capotorti'nin 1979 tarihli çalışması sonucu ortaya
koyduğu azınlık tanımı bugün referans olarak kullanılmaktadır. Bu tanıma
göre azınlık, yaşadığı ülkede başat konumda bulunmayan, o ülkenin
vatandaşı olmakla birlikte sayıca nüfusun geri kalanından az ve farklı
kimliksel özelliklere sahip olan ve bu özellikleri koruma isteği gösteren
gruptur. Günümüzdeki trend bir ülkede azınlık olup olmadığının o ülkenin
inisiyatifine bırakmaktan giderek uzaklaşma eğiliminde olsa da, çok çeşitli
2
parametrelerle şekillenen ve paradoksal yönü olan azınlıklar meselesi
oldukça hassas bir uluslararası ilişkiler konusudur.
Bu çalışmada, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerine devam eden
Türkiye'deki azınlık hakları uygulamalarının, Birliğin genişleme sürecinde
aday ülkelerin önüne koşul olarak serdiği Kopenhag siyasi kriterlerinin bir
ayağını oluşturan azınlık haklarına saygı koşulunu karşılaması noktasında,
Birliğin konuyla ilgili yaklaşım ve beklentilerinin, Türkiye'nin katılım sürecini
nasıl etkilediği yorumlanmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda, adaylığı kabul
edilen Türkiye için 1998 yılından bu yana yayınlanan ilerleme raporları
dikkate alınacaktır.
Avrupa Birliği'nin kesin hatlara sahip ve üye ülkeler arasında tutarlı
olduğu söylenebilecek bir azınlık politikasının varlığından bahsedilmesi
mümkün olmasa da, aday ülkelerden azınlıklar konusunda daha liberal
uygulamalar sağlanması yönünde beklentileri olduğu ve farklı kimliklere
özellikle birtakım kültürel birtakım haklar sağlanması yönünde talepleri
olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, Birliğin bünyesine dahil edeceği
ülkelerden azınlıklara ilişkin sorunlarını çözmesini beklediği söylenebilir.
Zaten aday ülkelerin önüne koyduğu Kopenhag kriterlerindeki azınlıklara
saygı koşulu bunu ortaya koymaktadır. Her ne kadar Birlik mevcut üyelerine
meseleye ilişkin hukuki ya da başkaca ciddi yaptırımlar uygulayacak bir
mekanizmaya sahip olmasa da ve bu konuda aday ülkeler açısından çifte
standart yarattığı yönünde eleştirilere uğrasa da, azınlıklar konusunun Birliğin
gündeminde olmaya devam ettiği bahsi geçen ilerleme raporlarından açıkça
anlaşılmaktadır.
Türkiye, adaylık sürecinin devam ettiği bir ülke olarak azınlıklar
konusunun hassasiyet içerdiği bir konumdadır. Birliğin beklentileri ile
Türkiye'de azınlık haklarının temel dayanağı olan Lozan Antlaşması'nın
öngördüğü
düzenlemelerin
zaman
zaman
paralel
gitmediği
ilerleme
raporlarındaki notlarda görülmektedir. Bu durum çoğu zaman, Birliğin öne
sürdüğü taleplerin sadece azınlık haklarına saygıya dair bir konu olmaktan
öte siyasi temelli söylemler olduğu yönünde eleştirilere neden olsa da,
3
azınlıklar
konusunun
Türkiye'nin
adaylık
sürecini
olumsuz
etkileyen
başlıklardan biri olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Çalışmanın ilk bölümünde azınlık kavramının ne olduğu ile azınlık
türleri ve konunun tarihi geçmişi açıklanmaya çalışılacak, uluslararası
örgütlenmeler nezdinde azınlık haklarının gelişimi ortaya konduktan sonra da
meselenin evrenselliğine ışık tutma açısından ABD, Rusya ve Çin gibi
güçlerin azınlıklara ilişkin mevcut durumlarına genel çerçevede değinilecektir.
İkinci bölümde, Avrupa Birliği'nin azınlık politikasına değinilerek, Kopenhag
kriterleri ve aday ülkelerin katılım sürecinde bu politikanın nasıl şekillendiği
incelenecektir. Son bölümde ise Türkiye'nin azınlık rejiminin hukuki
dayanakları ve ülkede dominant nüfustan farklı kimlik özelliklerine sahip
temel gruplardan bahsedildikten sonra, Türkiye için Birliğin 1998 yılından bu
yana yayınladığı ilerleme raporlarının azınlık haklarına ilişkin kısımları dikkate
alınarak,
Türkiye'nin
azınlık
haklarına
dair
Kopenhag
kriterlerinin
karşılanmasına yönelik kaydettiği gelişmelerin, Birliğin beklentileri ile örtüşüp
örtüşmediği
noktasında
azınlıklar
konusunun
üyelik
sürecine
etkisi
yorumlanacaktır.
Çalışma, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmeyi arzuladığı kabullenimi
altında şekillendiğinden, Birliğe dahil olmanın olumlu veya olumsuz yönleri ya
da Birliğin azınlık haklarına ilişkin taleplerine mukabil gerçekleştirilen
reformların doğruluğu ya da yanlışlığına dair yorumlar kapsam dışı
tutulmuştur. Çalışmada, konu ile ilgili yerli ve yabancı kitap, dergi, makale,
gazete haberleri ve özellikle temel belge ve yasaların güncel haline ulaşmak
için resmi kurumların elektronik veritabanları kullanılmıştır.
4
I.BÖLÜM
AZINLIK KAVRAMI
1.1 Azınlık Kavramının Doğuşu
Azınlık kavramı ilk olarak 16. yüzyılda, Katoliklerle Protestanlar
arasındaki din savaşlarına son vermek adına yapılan düzenlemelerle
gündeme gelmiştir. Fransa, 1598 tarihli Nantes Fermanı ile Protestan
uyruklarına dinsel özgürlükler tanımış, toplu ibadet etmelerine ve vatandaşlık
haklarından tam olarak yararlanmalarına olanak sağlamıştır. 1648 tarihli
Vestfalya Kongresi'nde alınan kararlarda ise ''dinsel azınlıklardan” söz
edilmiştir. Dini ilişkiler söz konusu dönemde Avrupa'da farklı toplulukları
birbirinden ayıran en önemli unsur olduğundan, dil ve kültür gibi diğer
belirleyici özelliklerden ziyade azınlık haklarının esasını din oluşturmaktaydı.
Napolyon savaşları sonrasında, Avrupa'nın siyasi coğrafyasının yeniden
şekillendiği 1815 Viyana Kongresi'nde ise azınlıklar, ilk kez dinsel topluluklar
olarak değil, ulusal topluluklar olarak tanımlanmışlardır. Bu dönem, ulusal
azınlık sorunlarının da ortaya çıktığı zamana rastlamaktadır. Büyük güçlerin
çıkarları doğrultusunda ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi, bu sınırlar
içerisinde kalan etnik/ulusal grupları azınlık haline getirmiştir1.
Azınlık konusu üç temel açıdan önemlidir. Öncelikle ülke içerisinde
ulusal birliğin sağlanması için yani ulus-devletin iç politikası yönüyle; ikinci
olarak bir devletin sahip olduğu azınlıkların olası akraba devleti2 ile veya
buna mukabil azınlık konumundaki soydaşlarının yaşadığı diğer ülkelerle
ilişkilerinin dış politikanın önemli bir parçası olmasından, yani ulus-devletin
dış politikası açısından; son olarak da devletlerin uluslararası sistemin
1
Zeri İnanç, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınevi, 2004, s.17- 18.
Bir azınlığın içinde yaşadığı ve yurttaşı olduğu devlete ''ev sahibi devlet'' (host state), o azınlığın
soydaşlarının egemen olduğu devlete de ''akraba devlet'' (kin state) denir. Örneğin Yunanistan'daki
Batı Trakya Müslüman-Türk azınlığı için ev sahibi devlet Yunanistan, akraba devlet Türkiye'dir.
Türkiye'deki Rumlar için de bu durumun tersi söz konusudur. Bkz. Baskın Oran, Türkiye’de
Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, 5. Baskı, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2008 s. 41.
2
5
etkilerine gittikçe daha hassaslaştığı günümüzde ülkelerin azınlıklara yönelik
tavırlarının anlam kazanması yani uluslararası sistem açısından azınlık
konusu önem arz etmektedir3.
Dolayısıyla, hem bireysel olarak devletlerin hem de bu devletlerin ikili
veya çok boyutlu siyasi ilişkilerinin yönetiminde, güvenlik, barış ve istikrarın
teminini açısından, azınlıklar konusu uluslararası arenanın önemli bir ayağını
oluşturmaktadır.
Azınlıklar meselesi genel insan hakları sahası içerisindeki spesifik bir
meseledir ve onun bir bölümünü oluşturmakla beraber bu saha içerisindeki
diğer kategori ve konular gibi özel odak gerektirmektedir4.
1.1 Azınlık Tanımı
Azınlık kavramı geniş yani sosyolojik açıdan ele alınırsa; azınlık, bir
toplulukta sayısal olarak az olan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı
niteliklere sahip olan gruba denir. Bu azınlığın en genel tanımıdır ve
eşcinseller de bu tanıma dahil edilebilir5.
Ancak bu kadar geniş açıdan ele alınan bir azınlık tanımı yorum
farklılığına oldukça açık olup, siyasi anlamda kabul edilebilir bir tanıma
ulaşılabilmesi için buna birtakım parametreler eklenmesi gerekmektedir.
Uluslararası
hukukta
genel
kabul
gören
bir
azınlık
tanımına
ulaşılamamış olsa da konu ile ilgili özellikle BM İnsan Haklarının Korunması
ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu (1999'a kadar adı ''Ayrımcılığın Önlenmesi ve
Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu'') raportörleri Francesco Capotorti ve
Jules Deschenes'in yapmış oldukları tanımlar referans tanımlar olarak
kullanılmaktadır6.
3
Baskın Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Kitabevi, 5. bs. , Ankara, 2009, s.65.
Patrick Thornberry, “International and European Standards On Minority Rights”, Minority Rights
In Europe: The Scope For A Transnational Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of
International Affairs, Pinter Publishers London, 1994, s.20.
5
Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.26.
6
İnanç, a.g.e. , s.20.
4
6
Birleşmiş
Milletler
İnsan
Hakları
Komisyonu'nun
Ayrımcılığın
Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu özel raportörü
Francesco Capotorti'nin 1979 tarihli “Etnik, Dini, Dilsel Azınlıklara Dahil
Bireylerin Hakları Üzerine Çalışma”sı (Study of the Rights of Persons
Belonging to Ethnic, Religious and Liguistic Minorities) azınlık tanımına
yönelik en kapsamlı çalışmadır. Capotorti azınlığı şöyle tanımlamaktadır;
''Bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayıca azınlıkta olan,
yönetici konumlarda olmayan, bireyleri (devletin uyrukları olarak) nüfusun
geri kalanından sahip oldukları etnik, dini veya dil gibi özellikleriyle
farklılaşan, gizli de olsa kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ve dillerini
korumaya yönelik dayanışma güdüleriyle hareket eden bir toplumsal
gruptur''7.
Alt komisyon çalışmalarında öne çıkan diğer tanım Kanadalı üye Jules
Deschenes'in 1985'te sunduğu azınlık tanımıdır. Capotorti'nin tanımı ile
benzerlikler taşıyan bu tanıma göre azınlık; ''bir devletin sayısal olarak azınlık
oluşturan
ve
o
devlette
egemen
konumda
bulunmayan,
nüfusun
çoğunluğundan farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip, birbirleriyle
dayanışma duygusu içinde, üstü örtülü de olsa varlıklarını sürdürmek için
ortak bir istekle yönlenmiş ve amacı çoğunluk ile fiili ve hukuki eşitlik elde
etmek olan bir grup vatandaşıdır8.
Capotorti ile Deschenes'in büyük ölçüde ortaklık taşıyan ancak tüm
dünyada kabul edilmiş genel geçerliğe sahip olmayan bu tanımlamaları,
azınlıklara ilişkin ulusal ve uluslararası düzeyde başvurulabilir bir kaynak
oluşturmaktadır.
Aslında azınlık ve çoğunluklar birbirlerinin şartlarına göre tanımlanırlar.
Başka bir deyişle, kimliklerini diğerinin varlığı ile şekillendirirler9. Azınlık
tanımındaki çoğunluktan çeşitli bakımlardan farklı olmak(etnik, dinsel, dilsel),
7
Jennifer Jackson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, çev. Ayşegül Demir,
İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001, s.28.
8
Naz Çavuşoğlu, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, 2. baskı, Su Yayınları,
2001, s. 36.
9
Iver B. Neumann, “The Formation Of European Identity And The Minorities”, Multilingualism On
European Borders- The Case of Valcanale, Ed. Irena Sumi, Salvatore Venosi, Slori- Seat Valcanale
1996, s. 194.
7
sayıca az olmak, başat (dominant) olmamak ve yurttaş olmak unsurları
azınlık olmanın nesnel koşullarını oluşturmaktadır. Azınlık bilincinin varlığı ise
öznel koşuldur ve çok önemlidir. Farklı olduğunun bilincine varamayan ve bu
farklılığı kimliğinin vazgeçilmez koşulu saymayan birey veya grup azınlık
oluşturamaz10. Dünyada azınlıklar konusunun siyasi sorun teşkil ettiği
durumlar, azınlıkların onları farklı kılan özelliklerini ayrımında olduğu ve
bunlarla beraber varlıklarını sürdürme konusundaki isteklerinin mevcut siyasi
irade ile çakıştığı hallerde söz konusu olmaktadır.
Capotorti yaptığı tanımlamada azınlık kavramını devletin yurttaşları,
uyruklarıyla sınırlandırmıştır; sığınmacılar, yabancılar veya göçmen işçiler
tanımın dışında bırakılmıştır. Uluslararası hukukun süregelen özelliklerinden
biri bu ikinci gruba dahil bireyleri azınlıklardan farklı bir kategori olarak
değerlendirmesidir. Bu gruplardan hiçbiri 1990- 1995 döneminde AGİT ve AK
belgelerinde azınlık sınıflandırmaları içinde yer almamıştır; bu tutumun
mantığı da söz konusu grupların siyasi bağımsızlık taleplerinin meşruiyetinin
kabul edilememesinin altında yatmaktadır11. Zaten ülkedeki hakim kimliğin
dışında kalıp farklılık arz eden her grubun azınlık kavramı altında
değerlendirilmesi veya buna dayanarak birtakım söylemlerin oluşturulması
ülkelerin manevi bütünlüğü açısından zorlayıcı bir durum yaratması ile
beraber tanımlamayı elverişsiz kılmaktadır.
Azınlık tanımındaki ''egemen olmayan konum'', beyaz azınlığın siyah
çoğunluğu yönettiği ve baskı altında tuttuğu Güney Afrika Cumhuriyeti (eski)
örneğinde
olduğu
gibi
egemen
durumdaki
azınlıkları
dışlamak
için
kullanılmıştır12. Başka bir örnek vermek gerekirse, imparatorluklar döneminde
hükümdar ve etrafındakiler, sayısal olarak bir azınlık oluşturdukları halde,
özellikle dinin verdiği kutsiyeti kullanarak yönetimlerini toplum gözünde
meşrulaştırır; azınlık ve çoğunluk kavramları da böylece sayısal olarak değil,
kimin hükümdardan yayılan ve kalıtımsal olarak geçen yetkilere sahip olup
olmadığına göre belirlenirdi. Hükümdar ve aristokrasinin dinden ve sülaleden
10
Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.2627.
11
Preece, a.g.e. , s.28,39.
12
Çavuşoğlu, a.g.e. , s.37.
8
gelen yetkileri kendilerine kutsallık sağlayıp güçlerini yasallaştırır ve böylece
azınlık oldukları halde toplumdaki güç dağılımı ve tekellerinde olan kaynaklar
açısından çoğunluk olarak tanımlanmalarına yol açardı13. Bir grubun azınlık
olarak tanınmayı talep etmesi veya resmen azınlık olarak tanınmasının ona
birtakım haklar sağlanmasını gerektirmesi durumu, bu grubun egemen
konumda olmaması ve dolayısıyla dezavantajlı hale geldiği durumları kendi
iradesi ile iyileştirememesin sonucudur.
Azınlık
olarak
tanımlanabilecek
grubun
sayıca
nüfusun
geri
kalanından az olması gerekmesine rağmen, sayıca az her grup azınlık olarak
değerlendirilmemektedir. Gruba haiz farklı özellikleri koruyabilecek makul bir
sayı gerekmektedir. Çünkü her farklı kimliği korumak yolu devletlerin
kaynaklarını ölçüsüz biçimde zorlamak anlamına gelebilir. Öte yandan,
azınlık grubu çoğunlukla neredeyse başabaş sayıda olmamalıdır ki aksi
durumda azınlık-çoğunluk ilişkisi yerine bir arada yaşamak zorunda kalan
topluluklardan söz etmek gerekir. Buna ek olarak, bir azınlık grubunun
ülkedeki coğrafi dağılımı yani belli bölgelerde çoğunluk oluşturması önemli
değildir14. Dolayısıyla, farklı bir kimliğin azınlık sayılabilmesi için resmi bir
sayısal değer ya da oran olmamasına karşın, bu azınlık bireylerinin kabul
edilebilir bir çoklukta, fakat toplumun hakim kimliğine haiz geri kalan
bireylerinden de az sayıda olması beklenmektedir. Üyeleri sayıca ülke nüfusu
ile karşılaştırıldığında çok az da olsa, yerleşmiş bir kimlik farkındalığı olan ve
bunu sürdürme isteği yoğun şekilde hissedilen bir grup, kalabalık ama
talepkar olmayan bir kimliğe nazaran daha güçlü ses çıkartabilmektedirler.
Öte yandan, hem kavramın kelime anlamına hem de içerdiği sayısal unsura
uymayacak kadar çok bireye sahip bir grubun yalnızca farklı özellikler
barındırdıkları için azınlık kabul edilmesinin siyasi arenada huzursuzluk
yaratması beklenebilir. Çünkü bu grubun azınlık sayılmak yerine ülkenin ana
unsuru olduklarını iddia etmeleri daha olasıdır.
13
Fatma Müge Göçek, “Türkiye’de Çoğunluk, Azınlık ve Kimlik Anlayışı”, Türkiye’de Çoğunluk
ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyen: Ayhan Kaya ve Turgut
Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 58.
14
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 68.
9
Azınlıklar temel olarak ülkenin işgali sonucu, evrim sonucu ya da
zorunlu/gönüllü göç sonucu oluşabilmektedir. Zorunlu göç siyasal, dinsel vb.
nedenlerle bir topluluğun kendi mekanından uzaklaştırılmasıyla meydana
gelebilir. Bu kişiler başlangıçta sığınmacıyken sonradan yerleşik hale
gelebilirler (dünyanın çeşitli yerlerindeki Ermeniler, İspanyol Cumhuriyetçileri,
Yahudiler gibi). Zorunlu göç bir mekanın savunulması ya da işletilmesi gibi
gerekçelerle sistematik olarak topluluk yerleştirme sonucu da olabilir
(Amerika'daki Siyahlar gibi). Gönüllü göç ise, ticaret amacıyla ya da çalışmak
için yapılan göçler ile sistematik kolonizasyon ve göç rekabeti sonucu
(sayısal olarak fazla başat İngiliz kökenli Kanadalılar karşısında Fransız
kökenli Kanadalılar gibi) gerçekleşebilmektedir15.
Azınlık hakları konusunun hassasiyeti sonucu olarak evrensel bir
azınlık
tanımına
ulaşılamamıştır.
Azınlıklara
birtakım
ayrıcalıklar
ve
güvenceler sağlanması onların coğrafi bölünmeye yönelik tehdit unsuru olma
eğilimlerini azaltacağı varsayımı, uygulama açısından devlet egemenliği
hususunda ciddi sorunlar doğurabilmektedir. Ulusal azınlıkların bireysel veya
toplumsal olarak tanınması, var olan ulus-devlet sınırları üzerinde hak iddia
eden diğer ulusal azınlıklara güç verebilmektedir. Devlet adamlarının
çoğunun ulusal azınlık haklarını benimseme konusunda aşırı çekimser
olmaları ve konuyu ulus-devletin yurttaşlık yorumu ve ulusal kendi kaderini
tayin hakkı içerisinde yer alan insan hakları söylemiyle dile getirmeyi siyasi
açıdan daha uygun bulmaları bu nedenle olmuştur16. Ekonomi ve güvenlik
kaygılarına bağlı olarak, devletler konuyu usule ilişkin meselelere kaydırmak
ya da problemi konu dışı olarak sunmak için, azınlık hakları tartışmalarını
erteleme ya da baskılamayı tercih etmektedirler17. Devlet bir yandan azınlık
kimlik ve haklarına tehdit oluştururken, aynı zamanda yine devletten bu kimlik
15
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 70- 72.
Preece, a.g.e. , s. 56- 57.
17
Slawomir Lodzinski, “Protection Of National Minorities In Central Eastern Europe: Political And
Legal Approaches In The Light Of International Law”, Ethnic Minority Rights In Central Eastern
Europe, Ed. Madga Opalski and Piotr Dutkiewicz, Canadian Human Rights Foundation Forum
Eastern Europe, Ottowa, 1996, s. 27.
16
10
ve hakları gözetmesinin beklenmesi, azınlık haklarının korunması konusunun
aslında paradoksal karakterini de ortaya koymaktadır18.
Öte yandan, akraba devlet ile ev sahibi devletin azınlıkların
korunmasına ilişkin yaklaşımları da farklı olabilmektedir. Ev sahibi devletler
için azınlıkların kanun önünde eşitliği ve sosyal bütünleşmesi gibi konular
daha
önemliyken,
akraba
devletler
öncelikle
komşu
devletlerdeki
soydaşlarına yüksek düzeyde koruma sağlanması ile ilgilenmektedirler. Bu iki
yaklaşım da meşrudur ancak rasyonel bir denge üzerine oturtulması
gerekmektedir19.
Her ne kadar uluslararası ilişkiler disiplini açısından yukarıda belirtildiği
üzere makul bir azınlık tanımına ulaşılmış olsa da, tüm dünya tarafından
kabul görmüş ve hukuki bağlayıcılığına onay verilmiş bir tanımın mevcut
olmaması konuya yaklaşımda esneklik yaratmakta ve bu kavramın ülkelerin
bireysel çıkarları söz konusu olduğunda boyut değiştirebildiği görülmektedir.
Örneğin ülkesinde azınlık olmadığını iddia eden bir devlete karşı söz konusu
azınlığa o ülkede haklar verilmesi gerektiğini iddia eden başka bir ülke bu
savlarını aynı tanıma dayandırabilirler. Bu durum özellikle akraba devlet ile ev
sahibi devlet arasında tezahür edebilir. Öte yandan çeşitli ulusal düzeydeki
yasalara dayanarak bir azınlık grubu hukuken tanımayı ve ona bir takım
haklar vermeyi uygun görmeyen bir devletin, bu yolla ulusal egemenliğini ve
toprak bütünlüğünü korumaya çalışması gayet kabul edilebilir olsa da, bu
durum var olan farklı etnisitenin yok olmasını sağlamayacağı gibi sorunları
tırmandırabilmekte ve aynı zamanda küreselleşmenin git gide hız kazandığı
teknoloji çağında devletlerin tek taraflı bireysel hareketlere elverişli olmayan
uluslararası sistem ve onun yarattığı kurumlardan uzaklaştırılmasına da yol
açabilmektedir.
Özellikle toplumsal çalkantıların, savaşların yaşandığı ve sonrasında
sınırların değiştiği veya yeni devletlerin ortaya çıktığı dönemleri takiben
18
Koen Koch, “The International Community And Forms Of Intervention In The Field Of Minority
Rights Protection”, Minorities: The New Europe’s Old Issue, Ed. Ian M. Cuthbertson and Jane
Leibowitz, Institute For Eastwest Studies, 1993, s. 262.
19
Thomas Benedikter, “Minorities in Europe: Legal Instruments of Minority Protection in Europe:
An Overview”, Society For Threatened Peoples, November 30, 2006, (Erişim)
http://www.gfbv.it/3dossier/eu-min/autonomy-eu.html, 14 Ocak 2012.
11
azınlık sorunlarına ilişkin uluslararası toplumun hassasiyet ve ilgisinin arttığı;
olası
sıkıntıların
çözümüne
ilişkin
yeni
düzenlemelere
gidildiği
görülmektedir20. Bu bağlamda, Avrupa'da sınırlar değişikliğe uğradığında
azınlık sorunları da uluslararası ilişkilerin ilk gündem maddesi haline gelmiş;
siyasi haritanın olduğu gibi bırakıldığı ve Avrupa dışındaki sınır değişiklikleri
önceden var olan sömürge topraklarını değiştirmediği sürece ulusal
azınlıklara dair sorunlar büyük olasılıkla uluslararası toplumun ilgisi
çekmemiştir21. Bu durumun, sınır değişikliklerinin veya yeni sınırlar
oluşumunun belli grupları o sınırlar dahilinde azınlık haline getirip
dezavantajlı
konuma
sokması
sonucu
yaşanması
tabidir.
Meselenin
çözümüne dair ikili veya çoklu anlaşmalar tanzim edilmesi ile belli siyasi
örgütlenmeler kanalıyla konunun kurumsallaştırılması yoluna gidilmesi,
azınlıklar konusunun siyasi istikrarı zedelemesini engellemek ve daha sonra
inceleneceği üzere insan hakları ihlallerinin önüne geçebilmek ile ilgilidir.
1.3 Azınlık Türleri
1.3.1 Etnik Azınlıklar
Grekçe halk anlamını taşıyan 'etnos' kelimesinden gelen etnik sözcüğü
muayyen bir kavime aidiyeti ifade etmektedir. BM Alt Komisyonu 1950 yılında
ırk kelimesinin yerini etnik kelimesi ile ikame edilmesini karara bağlamıştır.
Bu değişikliğin nedeni ırk kelimesinin sadece genetik fiziki özellikleri
kapsarken; ''etnik'' kelimesinin tüm biyolojik, kültürel ve tarihi özellikleri de
içermesiydi. Etnik azınlıkların karakteristik özellikleri denilince münhasıran o
gruba özgü olan özellikler anlaşılmaktadır. Bu karakteristik özellikler ortak dil,
ortak kültür, ortak tarih, kader ve ortak gelecek olmaktadır. Din ve dil
azınlıkları da aynı zamanda etnik azınlıklar olarak görülmektedir. Çünkü din
ve dil azınlıkları genellikle ortak bir kültür ve tarihe sahiptir ve kader topluluğu
20
21
İnanç, a.g.e. , s. 18.
Preece, a.g.e. , s. 144.
12
teşkil etmektedir. Öte yandan, her etnik grup mutlaka etnik azınlık teşkil
etmemekte; daha önce belirtildiği üzere kendi kimliğinin bilincinde olması ve
bu kimliği muhafaza etme isteğinin mevcut olması gerekmektedir22.
1.3.2 Ulusal Azınlıklar
''Ulusal azınlık'' teriminin uluslararası arenada dört farklı anlam taşıdığı
görülmektedir. Öncelikle terim, açıkça bir ülkede bulunan etnik, dilsel, dinsel
azınlıklara işaret edebilmektedir. İkinci olarak, bir akraba devleti bulunan
azınlıklara atfedilebilmektedir. Üçüncüsü ise sesi güçlü çıkan, azınlık
sayılmak için gerekli nesnel koşulların yanı sıra azınlık bilincine de sahip olan
grupları nitelemek için; son olarak da ''yeni azınlıkların'' yani göçmen işçi gibi
grupların karşıt kavramı olarak kullanılmaktadır23. Ulusal azınlığı diğer
azınlıklardan ayıran en önemli özellik, onun halk olma konusundaki siyasi
iradesidir; ulusal azınlıklar, etnik azınlıkların gösterdiği özelliklerin yanı sıra
siyasi karar mekanizmasına katılma iradesine sahiptirler ve bir devletin
içerisinde çeşitli ulusal azınlıkların yaşaması da mümkündür24.
1.3.3 Dini Azınlıklar
Herhangi bir dine mensup olmak kişisel bir karar yani sübjektif
olmasına karşın, bir dini grup muayyen objektif özellikler (gelenek, ortak tarih,
organize olma ve üyelerinin birbiri ile ilişki içerisinde olması) gösterdiği
takdirde azınlık olarak tanınabilmektedir. Dini azınlıklar çoğu kez Yahudi ve
Müslümanlar bakımından söz konusu olduğunda etnik azınlıklardır. Din kriteri
bir azınlığa mensup olmayı belirlemede genel prensip olmayıp, din
22
Ayşe Füsun Arsava, Azınlık Kavramı Ve Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler Ve Özellikle
Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi
Siyasi Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1993, s. 54- 55.
23
Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 4142.
24
Arsava, a.g.e. , s.55.
13
faktörünün grubu objektif olarak çoğunluktan fark edilir şekilde ayırt etmesi ve
mensuplarının
yaşam
ve
kültürünü
etkilemesi
durumunda
azınlık
kavramından söz edilebilmektedir25. Başka bir deyişle, pek çok inanç
sisteminin var olduğu dünyada her inanışın bir azınlığa işaret etmesi sonucu
olası değildir. Azınlık tanımındaki nesnel unsurlardan biri olan makul
çoğunluk kriteri göz ardı edilmemelidir. Bundan başka, belli bir dine mensup
bireyler kimliklerini tanımlarken o dine özellikle atıfta bulunuyor veya o dini
kendini ifade ediş biçimi haline getirmiş iseler, dini bir azınlıktan söz etmek
doğru olabilir. Böyle bir grubun dinlerinin gereklerini yerine getirmek (ibadet,
dini eğitim, kutsal günler gibi) hususunda sıkıntılar yaşadığı ve seslerinin de
güçlü çıkabildiği varsayımı dahilinde bir takım haklar iddia edebilmeleri
mümkündür.
1.3.4 Dil Azınlıkları
Ulusal sorunların mevcut olduğu toplumlarda ulusal toplulukların
savaşı her şeyden önce dillerinin tanınması yönünde olmuştur. Bu bağlamda
büyük önem arz eden dil azınlıkları, azınlık dili konuşan gruplar olarak
belirlenmektedir. Ancak, muayyen bir dili veya muayyen bir diyalekti kullanan
tüm gruplar dil azınlığı olarak tanımlanmamaktadır. Öte yandan, azınlık dili
sadece sayıca az olan grubun dili olmayıp, aynı zamanda dominant olmayan
dili de ifade etmektedir. Dil azınlıklarının saptanmasında, nüfus yoğunluğu,
göç, işsizlik, dilin gelişmişlik derecesi, grubun dil bilgisi, muhtariyet, okul dili,
kitle haberleşme araçlarının varlığı, azınlığın büyüklüğü, etnik bir partinin
mevcudiyeti, siyasi güç, resmi dilin statüsü gibi çeşitli faktörler göz önünde
bulundurulur. Dil azınlığının varlığı hukuki ölçütler yerine, sosyo-politik ve
coğrafi koşullar ile dil azınlığının kimlik bilinci, bunu koruma isteği ve
uluslararası kamuoyuna karşı varlığını sergileme isteğine bağlıdır26. Dil, farklı
25
26
Arsava, a.g.e. , s.56- 57.
Arsava, a.g.e. , s. 57- 58
14
etnik kimliği ifade etmenin ve bunu sürdürmenin en etkin araçlarından biri
olduğundan, dilsel azınlıklar ana dilde eğitim, kamu hizmetlerinden kendi
dillerinde faydalanmak, sosyal hayatın gereklerini yerine getirirken kendi
dillerini
kullanabilmek,
sanatsal
ve
kültürel
aktivitelerini
bu
dilde
gerçekleştirebilmek gibi haklar konusunda talepkar olabilmektedirler. Ancak
kamusal alanda kolaylıklar sağlanması veya kültürel haklar düzeyinde azınlık
dillerinin kullanımına imkan verilmesi gibi görece sade talepler, özellikle söz
konusu azınlığın ulusal bir azınlık olduğu ve güçlü bir siyasi irade gösterdiği
ölçüde ulus devletin bütünlüğü ilkesi gözetilerek engellere takılabilmektedir.
1.4 Azınlık Hakları
1.4.1 Bireysel Haklar / Kolektif Haklar
Bireysel haklar münferit kişilerin birey olarak doğrudan sahip oldukları
haklardır. İnsan hakları, medeni haklar ve temel özgürlükler öncelikle bireysel
haklardır. Başka bir deyişle söz konusu teminatları sadece kendileri için talep
edebilirler. Ancak insan toplumda diğer bireylerle beraber yaşaması ve temel
haklarını toplum içerisinde kullanması nedeniyle, temel hakların grup hakları
(kolektif haklar) boyutu da ortaya çıkmıştır27. Azınlık hakları bir ülkede
yaşayan azınlık bireylerine devlet tarafından tanınan ve topluca (grup olarak)
kullanılabilen
özel
insan
haklarıdır28. Azınlıkların
himayesi
grupların
himayesini gerektirmektedir. Kültürün muhafaza edilmesi onun ortak olarak
kullanılması ile mümkündür. Birey münferiden bir kültüre sahip çıkamaz29.
Ancak uluslararası vurgu daha çok ''birey''e yapılmakta, ''azınlık hakları''
yerine “azınlığa mensup kişilerin haklarından” bahsedilmektedir. Bunun üç
temel nedeni ise, bireylerin uluslararası hukukun öznesi olarak kabul
edilmesi; grup olarak koruma tanınmasının millet bütünlüğünü parçalama
27
Arsava, a.g.e. , s 68.
Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 33.
29
Arsava, a.g.e. , s 69.
28
15
tehlikesi yaratması ve grubun bireyi ezmesinin engellenmesi yani bireyin
gruba karşı bireysel kimliğini koruyabilmesidir. Sonuç olarak azınlık hakları
bireylerin haklarıdır; kolektif boyutu olan bireysel haklardır30.
Uluslararası belgeler azınlık haklarının bireysel boyutunu öne çıkarsa
da, bu haklar azınlıkların varlık ve kimlik hakları çerçevesinde şekillenmekte;
azınlık mensubu kişilere tanınan kendi kültürlerini, dillerini ya da dinlerini
yaşatma ve koruma hakkı ile asimilasyon31 yasağı, devletlerin bu alandaki
pozitif yükümlülükleri ile birlikte düşünüldüğünde dolaylı da olsa grup
kimliğinin korunması sonucunu doğurmaktadır32.
1.4.2 Azınlık Hakları
Azınlık hakları, çoğulcu ve demokratik toplumlarda eşitlik ilkesinin tam
ve etkili biçimde gerçekleşmesi için azınlıklara verilen negatif hakların
(herkese tanınan genel hakların) dışındaki pozitif hakları (dezavantajlı gruba
tanınan özel haklar) içerir33. Pozitif statü hakları, bireylere devletten olumlu
bir davranış, bir hizmet, bir yardım isteme imkânını tanıyan haklardır34.
Örneğin eğitim hakkı tek başına temel bir hak yani negatif hak iken, bir dil
azınlığına kendi açtığı okulda ana dilinde eğitim yapma hakkı verilmesi ya da
din ve vicdan özgürlüğü her yurttaşın sahip olduğu bir özgürlükken, dinsel bir
azınlığa ibadethane veya o dinin eğitimini verecek kurumlar yaratma imkanı
sağlanması söz konusu olduğunda pozitif haklar ayrımı devreye girmektedir.
30
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 84- 85.
Asimilasyon, azınlık kimliğini ortadan kaldırmayı hedefler. Asimilasyon doğal veya zorla olmak
üzere ikiye ayrılmaktadır. Doğal asimilasyonda azınlık zaman içerisinde çoğunluk kültürünü
benimser; zorla asimilasyonda ise azınlık nitelikleri zor kullanılarak ortadan kaldırılır. Ev sahibi
devletin azınlığa karşı tutumları arasında asimilasyondan başka, entegrasyon (bütünleşme),
segregasyon (ayrımcılık), etnogelişme, jenosit (soykırım) sayılabilir. Bu kavramlar ile ayrıntılı bilgi
için bkz. Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 77- 80.
32
Çavuşoğlu, a.g.e., s. 64.
33
Hasan Tunç, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve Türkiye”, Gazi Üniversitesi
Hukuk Gakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1- 2, Haziran-Aralık 2004, s. 10.
34
Fulya Akyıldız, “Binyıl Kalkınma Hedefleri, İnsan Hakları ve Demokrasi”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 14, Şubat 2011, s. 18.
31
16
Azınlıklara ilişkin uluslararası belgelere bakıldığında, bir azınlık için üç
temel hakkın olduğu görülür. Birincisi, azınlık grubu olarak var olma hakkı,
yani doğası gereği kabul edilmesi gereken bir insan hakkı olup, azınlıkların
fiziksel
varlıklarının
korunması,
yani
soykırıma,
etnik
temizliğe
uğratılmamaları gibi varlığın ortadan kalkmasına yol açacak herhangi bir
eyleme karşı korunmalarını içermekte; ikincisi, yine insan hakları belgelerinde
yer alan eşitlik ve ayrım gözetilmemesi; üçüncüsü de azınlık kimliğinin
tanınması ve kimlik unsurlarının yaşatılması ile geliştirilmesi hakkıdır35. Bu
üçüncü hak azınlıklara pozitif haklar verilmesi ile ilgilidir. Çünkü azınlık
kimliğinin korunması ve geliştirilmesine ilişkin devletten ek hizmet beklenmesi
söz konusudur.
Ancak devletler egemenliğin sürekliliği, ulusal bütünlük ya da başka
farklı etnik kimliklere emsal teşkil etmemesi gibi kaygılarla azınlıklara artı
haklar tanımak yerine, temel hak ve hürriyetlerin kullandırımı konusunda bu
gruplar dahil tüm yurttaşlara eşit mesafede yaklaşım ilkesi çerçevesinde
hareket etmeyi tercih etmektedirler. Buradaki referans noktası negatif
hakların genişletilmesinin, kimi yurttaş gruplarının pozitif hak taleplerini
önleyeceğidir36. Çünkü temel hak ve hürriyetlerin layıkıyla kullanıldığı eşitlikçi
demokratik toplumlarda zaten azınlık grupların kimliklerini devam ettirme
veya kültürel gereksinimlerini yerine getirme imkanları olacağından, bu
konuda ek taleplerde bulunmalarına gerek kalmayacağı beklenebilir.
1.4.3 Azınlıklar Hakları ve Self-Determinasyon İlişkisi
Self determinasyon, uluslararası alanda çok kullanılan bir terim
olmasına rağmen, parçalanma ya da hükümetlerin ihtilal korkusu nedeniyle
içeriği konusunda devletler arasında bir uzlaşma bulunmamaktadır. Buna
bağlı olarak self determinasyon uluslararası alanda sınırlı bir şekilde
35
Tunç, a.g.m. , s.10.
Baskın Oran, “Ulusal Egemenlik Kavramının Dönüşümü, Azınlıklar ve Türkiye”, Anayasa Yargısı
Dergisi, Cilt 20, 2003, s.11.
36
17
uygulanmaktadır.
Self
determinasyonunun
birinci
boyutu
''iç
self-
determinasyon'' olarak ifade edilen devletlerin iç örgütlenmelerine ilişkin olup,
bir halkın istediği yönetim biçimini herhangi bir dış baskı olmadan seçebilme
hakkı ya da başka bir ifadeyle, yaşadıkları sistemin sosyal ve siyasal yapısını
etkilemek için nüfusun tüm kesimlerinin karar vermesi olup, burada siyasal
yönetim biçimini ilgilendirmekte, özellikle devlet ve hükümet biçimlerinin
saptanmasında halklara serbestlik tanınmasını ifade etmektedir. İçsel self
determinasyon hakkı, sadece ülkedeki etnik, dinsel ve dilsel gruplara
tanınmış bir hak olmayıp ülkede yaşayan herkesin yararlanacağı haktır.
Azınlıklar açısından bu hak, demokratik hukuk devletinde diğer vatandaşların
anayasal sınırlar içerisinde yararlandığı hak ve özgürlüklerden farklı değildir.
Bu haklar, azınlıkların da ülke yönetimine katılmasını sağlar. ''Dışsal self
determinasyon'' olarak ifade edilen self determinasyonun ikinci boyutu, bir
halkın bağımsız devlet kurmak dahil istediği devlete bağlı olmayı seçme
hakkı ya da başka bir ifadeyle, bir halkın yabancı bir yönetim olmaksızın
kendi siyasal, ekonomik ve kültürel isteklerini uygulama hakkıdır. İçsel self
determinasyon hakkı tüm nüfusun çoğulcu bir toplumda yaşamasını
sağlamayı hedeflerken dışsal self determinasyon hakkı bir devlet kurmayı, bir
devlet içinde otonomi ya da federasyonu içermektedir. Burada kastedilen,
belli bir toprak parçasında yaşayan ortak özeliklere sahip bir topluluğun
yabancı bir güce bağlı olmadan geleceğini ve uluslararası alandaki yerini
belirleyerek, kendi devleti ile egemenliğine sahip olmasıdır. Dışsal self
determinasyonun diğer bir yönü ayrılmadır. Bu, önceden mevcut olmayan bir
egemenliğin ortaya çıkması anlamında bir halkın, etnik ya da ulusal azınlığın
içinde yaşadığı devletten ayrılarak yeni bir devlet kurmasıdır. Buradaki self
determinasyon anlayışı ayrılıkçı bir nitelik taşımakta ve devletlerin egemenlik
ve toprak bütünlüğü ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Dünyada pek çok etnik
grup
ayrılıkçı
taleplerine
destek
bulabilmek
amacıyla
bu
ilkeye
dayanmaktadır. Bir devletten ayrılma yoluyla gerçekleştirilecek yeni bir devlet
kurulması yönündeki self determinasyon hakkı genellikle kabul edilmemekte
olup, bunun nedeni uluslararası hukukta yerleşmiş bir ilke olarak kabul edilen
18
“devletin ülkesinin bütünlüğü” prensibidir37.
İlgili düzenlemelerdeki vurgular ve toprak bütünlüğü çerçevesinde
devletlerin uygulamalarına bakıldığında, halklar derken ülke içindeki bütün
insanlar anlaşılmakta ve azınlık gruplarının da ülke nüfusunun bir parçası
olması kapsamında birey olarak self-determinasyon hakkı olsa bile azınlık
olarak self determinasyon hakları olmadığı görülmektedir. Yani ilgili devletin
rızası
olmadığı
devletlerdeki
sürece
aynı
azınlıkların
kökenli
bağımsızlık,
gruplarla
birleşme
ayrılık
veya
diğer
haklarından
söz
edilememektedir38. Bu durumda azınlıklarla self determinasyon ilişkisi içsel
self determinasyon boyutundadır ve bir ülkede yaşayan her vatandaş gibi
azınlık gruplara mensup bireylerin de o ülkenin vatandaşı olmalarının bir
gereği olarak sahip oldukları, ülkenin siyasi geleceğine karar verme hakkı ile
ilgilidir. Azınlık grubun tabi olduğu devletten koparak bağımsızlığını ilan
etmesi veya akraba devleti ile birleşmesi gibi durumlar uluslararası hukuk
prensipleri gereği kabul edilmemektedir.
Azınlıklar konusunun 20. yüzyıldaki gelişimi, dünyadaki siyasi
konjonktürün gösterdiği değişimlere göre şekillenmiştir. Tüm dünyayı
etkileyen dünya savaşları ve sonrasında gelen örgütlenmeler ölçeğinde
azınlıklar meselesini incelemek yerinde olacaktır.
1.5 Azınlıklar Konusunun Tarihi Arka Planı
1.5.1 Milletler Cemiyeti Öncesi Dönem
Bu dönem üç alt döneme ayrılabilmektedir. Azınlıkların korunması 16.
yüzyıldaki Reformasyon sürecinde dinsel azınlıkların ortaya çıkması ile
başlamış; yeni dinsel grupların topluca öldürülerek ortadan kaldırılması gibi
37
Doğan Kılınç, “Self Determinasyon İlkesini Azınlıklar Açısından Değerlendirilmesi”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 1- 2, 2008, s. 955- 958.
38
Abdullah Uz, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika,
Cilt 3, No: 9, 2007, s.70.
19
bir durumun söz konusu olmaması ve farklı dinsel inanışlar sonucu
gerçekleşen devletlerarası savaşların verdiği zararlar sonucu, devletler bu
dinsel azınlıklara önce çıkardıkları belgelerle bir takım haklar vermişlerdir. 17.
yüzyıldan itibaren ise bu dinsel azınlıklara ikili anlaşmalar yoluyla da haklar
verilmeye başlanmıştır. Bu anlaşmalarla dinsel azınlıklar, egemenlerin
bağışladıkları özgürlüklerle sınırlı kalmak üzere dinsel inançlarının gereklerini
yerine getirebilme hakkına kavuşmuşlardır. Üçüncü dönemde ise, Avrupa'da
Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşlarının ardından dinin yerini ulusçuluğun
alması ile beraber yalnız dinsel azınlıkların korunması yönündeki tutum
değişmiş; 1815 Viyana Kongresi ile beraber dini azınlıkların yerini ulusal
azınlıklar almış ve azınlıkların büyük devletlerce korunması dönemi
başlamıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem imparatorlukların
tasfiyesi çabaları çerçevesinde içişlere karışmanın bir bahanesi olarak, hem
de yeni ulus-devletlerin kurulması ve toprak bütünlüklerinin korunması ile ilgili
olarak azınlıklar tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde artık ikili anlaşmalar
yerini çok taraflı anlaşmalara bırakmış, azınlık haklarından yararlanacak
gruplar ulusal azınlıkların eklenmesine paralel olarak genişlemiş ve dinsel
hakların yanına medeni ve siyasal haklar da eklenerek tanınan haklar da
çeşitlenmiştir39.
Görüldüğü
üzere
kimliğin
belirlenmesinde
dinin
öne
çıktığı
zamanlardan etnik köken bilincinin oluşumuna doğru giden çizgide
azınlıkların çeşidi ve hak talepleri de farklılaşmaktadır. Ancak bu farkındalığı
yaratan ya da etkileyen yine değişen siyasi konjonktürdür.
1.5.2 Milletler Cemiyeti Dönemi
Ocak 1917’de ABD Senatosunda bir konuşma yapan Woodrow
Wilson’ın büyük güçler tarafından desteklenecek bir barış cemiyeti kurulması
yönündeki talebini dile getirmesiyle 18 Ocak 1919’da Paris’te toplanan Barış
39
Erol Kurubaş, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa
Yaklaşımı, Düzenleme: A. Suna Subaşı, 2. baskı, Asil Yayın Dağıtım Ltd.Şti. , 2006, s. 44- 48.
20
Konferansı’nda bu konu ana gündem maddesi olarak ele alınmıştır. Temel
amacı uluslararası işbirliğini geliştirerek uluslararası barış ve güvenliği
sağlamak
olan
Cemiyet’in
kurulmasına
ilişkin
sözleşme
Versailles
Antlaşmasının bir parçası olarak kabul edilerek 10 Ocak 1920’de
onaylanarak yürürlüğe girmiştir40.
MC dönemindeki üç gelişme siyasal ve diplomatik çevrelerin azınlıklar
konusuna eğilmesine yol açmıştır. Bunlar; ulusal azınlık kavramının doğduğu
iki ülke Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun dağılması ve Rusya'nın
altüst olması; barışçı ve sosyalist grupların azınlıklara statü tanımlanması
çabaları
ve
1.Dünya
Savaşı
galiplerinin,
yenilenlerin
topraklarının
paylaşımından ve Doğu Avrupa-Balkanlarda yeni devletlerin kurulması veya
eskilerinin genişlemesinden doğacak sorunları fark etmeleriydi41. Savaştan
zafer kazanmış olarak çıkan güçler, yeni coğrafi bölümlenmeden etnik
grupların tatminsizliğinin, içte ve uluslararası planda şiddeti körükleyen bir
unsur olduğunu fark etmişlerdir. Bu bağlamda, azınlık gruplara dahil bireylere
yurttaşlık ve siyasi eşitlik hakları ile asgari düzeyde kültürel korunma
bağışlanarak, söz konusu bireylerin ayrılıkçı ulusal emellerini gerçekleştirme
isteğinden vazgeçecekleri, var olan siyasi bünyelerin durumundan hoşnut
sadık yurttaşları haline geleceklerine inanılmıştır42.
1.Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkım, barış ve güvenliğin kalıcı temini
yönünde adım atılması adına politik sistemi tetiklemiş ve azınlıklar konusu da
istikrarın
sürdürülebilirliği
açısından
olası
bir
tehdit
unsuru
olarak
öngörüldüğünden, çok kapsamlı olmasa da farklı kimliklere çeşitli güvenceler
sağlanması yoluna gidilmiştir.
Ancak, MC döneminde azınlık hakları evrensel bir anlayışla değil,
sadece Doğu Avrupa ve Balkanlarda yeni kurulmuş veya savaştan
topraklarını genişleterek çıkmış devletlere, hem bu kazanımlarının hem de
40
Abdullah Kıran, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 3(6),
2008, (Erişim) http://www.gau.edu.tr/PDF-Files/JASA_03_06_PDF/JASA_003_06_03_Kiran.pdf, 14
Ocak 2012, s. 19.
41
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.124- 125.
42
Preece, a.g.e., s.84-85.
21
uluslararası topluma katılmanın bedeli olarak dayatılmıştı43. Savaşın galipleri
arasında bir tek ABD Başkanı Wilson azınlık haklarının evrensel olarak
verilmesi için çalışma yapmıştır44. Ancak büyük devletlerin, özellikle İrlanda
sorunu olan İngiltere'nin kendisini bağlamaktan çekinmesi nedeniyle karşı
çıkması sonucu, MC Misakına azınlıkların korunmasına ilişkin hüküm
girmemiştir45. Sonuç olarak bu çalışma esas itibariyle Doğu Avrupa'daki ırksal
ve dinsel azınlıklara, özellikle de Polonya'daki Yahudilere güvence
verilmesine dönüşmüştür. Bunun nedenleri de Almanya'nın azınlık koruma
hükümlerine tabi kılınmasının Batı'ya sirayet etmesinden endişe edilmesi,
Polonya'dan gelen pogrom (Yahudilerin topluca öldürülmesi) haberleri ve
Yahudilere güvence sağlanmasının onları Almanya'dan, Bolşevizm ve
Siyonizm'den uzak tutacağı düşüncesiydi46.
Cemiyet azınlık sistemi, ilgili devletlerin kimi maddeleri azınlıklara karşı
tutumları çerçevesinde yürürlüğe koymayı kabul edip MC'yi garantör olarak
saydıkları bir dizi çok taraflı anlaşmayı içermektedir47. Bu anlaşmalardaki
ortak maddeler; yurttaşlık edinilmesi ile ilgili koşullar; gerek özel gerek
kamusal alanda devletlerin yerleşiklerinin yaşamları ve özgürlükleri ile soy,
din ve inançlarının, genel düzen ve kamu vicdanına aykırı olmaksızın
gereklerini yerine getirmeleri ve özgürlüklerinin kayıtsız şartsız korunması;
bütün yurttaşlar için yasalar önünde eşitlik, eşit yurttaşlık ve siyasi haklar ile
gerek yasalar karşısında gerekse fiilen eşit muamele hakkı; bütün ulusal
azınlık dillerine özel ilişkilerde, ticarette, dinde, basın ve yayın araçlarında
veya genel toplantılarda sınırlama getirilmemesi; ulusal azınlıkların kendi
yararlarına vakıflar, dini, toplumsal ve eğitim ile ilgili kurumlar kurabilmeleri ile
bunları denetleyip yönetebilmeleri, kendi dini kurumlarında özgürce ibadet
yapabilmeleri hakkı çerçevesinde şekillenmişti48.
MC kapsamında azınlık haklarının ele alınışı konuya evrensel nitelik
kazandıramamış, büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda Doğu
43
Kurubaş, a.g.e., s.48.
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 125.
45
Kurubaş, a.g.e., s.49.
46
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.125.
47
Preece, a.g.e., s. 90.
48
İnanç, a.g.e., s. 19.
44
22
Avrupa-Balkanlar ölçeğinde sınırlı kalmıştır. Ancak MC sistemi, azınlık hakları
ile ilgili antlaşma hükümlerine aykırı hüküm getirme yasağı ve bu hükümlerin
MC güvencesi altına alınması yolu ile ilk kez uluslararası bir örgüt denetimi
ve güvencesi yeniliğini getirmekteydi. Öte yandan Uluslararası Daimi Adalet
Divanı49 adlı bir yargı kuruluşu devreye girerek anlaşmazlık çıkması halinde
kesin hüküm veriyordu. Bu iki yenilik MC sistemini azınlıkların korunması
anlamında büyük bir tarihsel aşama haline getirmişti50. Ayrıca, azınlıklara
tanınan haklar genişletilerek dinsel haklara ek olarak azınlık kimliklerinin
korunmasına yönelik dilsel ve eğitim ile ilgili haklar da ele alınmış; kimi ihmal
edilmiş azınlıklara (Pindus Vlahları, Romanya'daki Szekler, Saksonlar gibi)
da bu sistem vesilesi ile koruma sağlanmıştır51.
Öte yandan, MC sistemi büyük devletlerin suistimaline açık bir yapı da
sergilemiştir. Örneğin 1.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile
imzalanan Sevr antlaşması md. 151'de güvence konusu MC'ye değil başlıca
müttefik devletlere bırakılmıştır. Ayrıca, MC'de en fazla şikayetçi olan grup
beklenilenin aksine Yahudiler değil, Almanlar ve Macarlar gibi güçlü azınlıklar
olmuştur52. Güçlü azınlıklar gelişmiş bir ulusal bilince sahip olup, kendi etnik
gruplarının hali hazırda çoğunluğu oluşturduğu akraba devletlerinin veya
onların çıkarlarını korumak için kurulan uluslararası örgütlerin desteğini
almışlardır. Dolayısıyla, özellikle Alman ve Macar azınlıklar için Cemiyet
sadece şikayetlerini dile getirebilecekleri bir forum olmayıp, aynı zamanda
Orta ve Doğu Avrupa'nın yeni devletlerinin saygınlığını zedeleyebilecekleri ve
belki de kaybettikleri toprakları geri alabilecekleri ya da ayrılıkçı emellerine
ulaşabilecekleri bir alan yaratmıştır53. Sistemin işleyişindeki belirsizlik ve
çoğu kuralın uygulama sonucu ortaya çıkışı, azınlıkları korumakla yükümlü
49
Bugünkü Uluslararası Adalet Divanı’nın selefi olan Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın kuruluşu
Milletler Cemiyeti Anlaşması’na dayanmaktadır. Açılış oturumunu 1922’de yapmış ve 1946’da da
feshedilmiştir. Genel yargı yetkisi olan ilk daimi uluslararası divan olarak uluslararası hukukun
birtakım yönlerinin açıklığa kavuşturulmasını sağlamış ve gelişmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıntılı
bilgi için bkz. http://www.icj-cij.org/
50
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.127- 128.
51
Kurubaş, a.g.e. , s.52.
52
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.128- 129.
53
Preece, a.g.e. , 102- 103.
23
devletlere geniş bir hareket alanı bırakmıştır54. Bu kuralların ad hoc* mantığı
ulusal azınlık sisteminin etkinliğini azaltmayı isteyen devletlere fırsat
sunmuştur55. Büyük güçler, Cemiyetin azınlık sistemine yönelik tepkilerinde
insani veya ulusal kendi kaderini tayin hakkı düşünceleri gibi genel sözlerden
çok, uluslararası toplumun geleneksel, devletçi öğretisiyle (egemenliğe
karışmama, sınırların dokunulmazlığı gibi) hareket etmiştir56. 1919'un galip
güçleri, uluslararası toplumun tüm üyelerine uygulanabilir bir ulusal kendi
kaderini tayin ilkesi koymayı hiç düşünmedikleri gibi, ulusal azınlık haklarını
da topraklarında ulusal azınlık barındıran bütün devletleri veya başka bir ulus
devletin sömürge uyrukları konumunda olan ulusları kapsayan evrensel
kurallar olarak koyamamıştır ve MC'nin ulusal azınlıklar sistemi, anlaşmayla
bağlı devletlerin egemenliklerinin hoşnutsuz veya sadakatsiz ulusal azınlıklar
tarafından yıkılması tehlikesine engel olmak amacı taşımıştır57.
MC sistemi dönemi görünürde azınlıklara temel hak ve hürriyetler
haricinde birtakım pozitif haklar da verilmesini öngören birtakım anlaşmalarla
beraber örgütsel bir mekanizma sunmasından bahisle ilerici bir perspektif
arz etse de, bu dönemde küresel bir anlayış oturtulamaması ve büyük
devletlerin çıkarları doğrultusunda belli bir kesim yararına hizmet eden bir
yaklaşım içermesi ile aslında azınlık hakları konusunda gözle görülür bir
gelişme sağlayamamıştır. Devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğü kaygıları
ön planda yer almıştır.
1.5.3 2. Dünya Savaşı Sonrası Azınlıklar
2. Dünya Savaşı sonrası azınlıklar ayrıca ele alınmak yerine bireysel
insan hakları çerçevesinde korunmuştur. Bunun nedenleri arasında en başta
54
Kurubaş, a.g.e. , s.52.
Preece, a.g.e. , 111.
56
Preece, a.g.e. , 109.
57
Preece, a.g.e. , 114.
*geçici, belirli bir olaya özgü, bkz. Avrupa Birliği Terimleri
http://www.abgs.gov.tr/files/Sozluk/glossary_for_the_european_union.pdf
55
Sözlüğü
(Erişim)
24
MC sisteminin kurduğu azınlık sisteminin başarı ile sürdürülememesi
gelmiştir. Bu dönemde, örneğin Nazilerin kendi içlerindeki azınlıklara eziyet
yaparken sınırları dışındaki Almanları korumak adına kışkırtıcı tavırlarla
azınlık haklarını kötüye kullanması, azınlık taleplerinin ulusçuluk, kaybedilen
toprakların geri alınması, saldırganlık ve sahtekarlıkla özdeşleştirilerek azınlık
korumasına önyargılı bakılmasına sebebiyet vermiştir. Öte yandan savaş
sonrası dönemde uluslararası sınırlar büyük ölçüde eskisi gibi bırakılmış ve
Soğuk Savaş döneminde bu konuda büyük anlaşmazlıklar çıkmamış;
gündem azınlık sorunlarından ziyade askeri ve stratejik konular ile meşgul
olmuş; etnik, dilsel ya da dinsel yerine ideolojik farklılıklar ön plana çıkmıştır.
Ayrıca, bu dönemde hem ülkelerin ulusal egemenliğe düşkünlüğü artmış,
hem de insan hakları belgelerinin mümkün olduğunca çok devlet tarafından
kabul edilebilmesi için azınlıklara özel maddelerden vazgeçilmiştir58.
Dolayısıyla, 2.Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda ulusal azınlıkların
bireylerini egemen kültürel grup içerisinde eritmeyi ve böylelikle gelecekte
özel uygulamalara tabi tutulma ya da ayrılma taleplerini ortadan kaldırmayı
amaçlayan devlet iç politikaları ile uyumluluk arz eden uluslararası önermeler,
özellikle ABD ve müttefikleri tarafından Milletler Cemiyeti azınlık sisteminin
çökmesi ile Orta ve Doğu Avrupa’nın ulusal azınlıklarının savaş yılları
boyunca Nazilerle işbirliği yapmaları gerekçe gösterilerek desteklenmiştir.
Sonuç olarak 1945 sonrası yeni dünya düzeni ulusal azınlık hakları yerine
evrensel bireysel insan hakları düzenlemelerini içermiştir59. Bu noktada MC
sisteminin sonuçlarından ders alan devletler yine MC sisteminde olduğu gibi
egemenlik ve ülke bütünlüğü kaygılarıyla hareket etmiş ve uluslararası
sistemin tehdit algılamalarının farklılaşmasına paralel olarak da azınlık
haklarının ön plana çıkarılması yerine insan haklarının evrenselleştirilmesi ile
azınlık gruplarının taleplerinin önüne geçileceği varsayımı altında hareket
edilmiştir.
58
59
Kurubaş, a.g.e. , s.53- 54.
Preece, a.g.e. , 51.
25
Bunlarla birlikte, 2.Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan Birleşmiş
Milletler örgütü, azınlıklar konusunda ciddi adımların atıldığı ve önemli
belgelerin kabul edildiği bir merci olmuştur.
1.5.3.1 Birleşmiş Milletler Nezdinde Azınlıklar Konusu
1.5.3.1.1 BM Antlaşması
Birleşmiş Milletler 2.Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası barış ve
güvenliği korumak ve bu amaçla barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve
bunları boşa çıkarmak; saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması
eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak ve barışın
bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık ve durumların
düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası
hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek; uluslar arasında, halkların hak
eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine
kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer
uygun önlemleri almak; ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki
uluslararası sorunları çözmede ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı
gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının
geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini sağlamak ve bu ereklere
ulaşılması yolunda ulusların giriştikleri eylemlerin uyumlaştığı bir odak olmak
hedefleriyle 26 Haziran 1945 tarihinde San Francisco’da imzalanan ve 110.
maddeye uygun olarak 24 Ekim 1945’de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler
Anlaşması
ile
kurulmuştur. Anlaşmayı
Türkiye
15 Ağustos
1945’te
onaylamıştır60.
BM Antlaşması ayrımcılık yasağı getirmiş, fakat azınlıkların kimliklerini
korumalarına yardımcı olacak ayrıcalıklardan söz etmemiş ve Örgüt
azınlıkların
60
korunmasını
artık
negatif
haklarla
sınırlı
tutmuştur.
BM
Birleşmiş Milletler Anlaşması Ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, Birleşmiş Milletler
Enformasyon Merkezi Ankara, (Erişim) www.unicankara.org.tr, 24 Ocak 2012.
26
Antlaşmasının 1. maddesinde insan haklarına ve temel hak ve özgürlüklere
herkes bakımından, ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin saygı
duymayı teşvik etmek ve bunu yerleştirmekten bahsedilerek eşitlik ve
ayrımcılık yasağına özel bir önem verilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra,
devletlerin egemenlik haklarından ödün vermeye yanaşmaması ve insan
haklarının yalnızca bildirilerde kalmaya başlaması ile azınlıklar konusu tekrar
gündeme taşınmıştır. Bu bağlamda 1947'de, Ekonomik ve Sosyal Konsey'e
bağlı hükümet temsilcilerinin oluşturduğu İnsan Hakları Komisyonu'nun
altında ''Ayrımın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu''
kurulmasıyla
azınlık
konusu
Örgüt
içerisinde
(münhasıran
azınlık
korumasına girilmemesi yönündeki eğilim devam ederek) ele alınmaya
başlanmıştır61.
10 Aralık 1948'de kabul edilen ''BM İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi''nde azınlıklardan söz edilmezken, yalnızca ayrımcılığın önlenmesi
anlamına gelecek ilkeler koyulmuştur. Bildirge'ye bir azınlık maddesi
konmaya çalışılsa da Batılı ülkeler ve Latin Amerika ülkeleri buna karşı
çıkmıştır62. Çünkü bunlar göçmen nüfus barındıran ülkeler olup kalıcı azınlık
garantilerinin eritmeci politikalarının önünde bir engel oluşturmasından kaygı
duymuşlardır63. Öte yandan Bildirge'nin 26.64 ve 27.65 maddelerinde de ileride
azınlık haklarının bir yönünü oluşturacak olan kültürel haklardan (öğrenim
hakkı, kültürel yaşantıya katılma hakkı) bahsedilmiştir66.
61
Kurubaş, a.g.e. , s.57.
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.129.
63
Preece, a.g.e. , 133.
64
Madde 26: 1) Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında
parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim,
yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır. 2) Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye
ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar,
ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin
barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir. 3) Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek,
öncelikle ana ve babanın hakkıdır. (Bkz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye Cumhuriyeti
Adalet
Bakanlığı
İnsan
Hakları
Bilgi
Bankası,
(Erişim)
http://www.inhakbb.adalet.gov.tr/bmihbeyan.htm, 24 Ocak 2012)
65
Madde27: 1) Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma,
bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir. 2) Herkesin yaratıcısı olduğu
bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
(Bkz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı İnsan Hakları
Bilgi Bankası, (Erişim) http://www.inhak-bb.adalet.gov.tr/bmihbeyan.htm, 24 Ocak 2012)
66
Kurubaş, a.g.e. , s.58.
62
27
Öte yandan yine aynı yıl azınlıkların var olma hakkını yalnızca fiziki
anlamda ele alan ''BM Soykırım Sözleşmesi'' (resmi adı: Jenosit Suçunun
Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme) imzalanmıştır67. Ancak
Sözleşme'nin soykırımın kültürel boyutunu içermemesi bir eksiklik olup, kimlik
hakkını sağlayamaması sonucunu doğurmuştur. Öte yandan ''Irk Ayrımının
Bütün Biçimleriyle Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme (1965)'', yerli ve
kabile halklarından söz eden Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi
(1957), UNESCO'nun Eğitimde Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (1960) ve
1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi, BM nezdindeki dolaylı olarak
azınlıklar ile ilgili diğer belgelerdir68.
Sonuç olarak 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde azınlıklara özel
pozitif haklar tesis edilmesi yerine, konu insan hakları çerçevesi dışına
çıkılmadan ele alınmış; ayrım gözetmeme, eşitlik, yaşama hakkı ve temel
özgürlüklere saygı prensipleri çerçevesinde, azınlıklar konusunda aktif
olmayan
bir
tutum
sergilenerek,
insan
haklarının
evrensel
ilkelere
dönüştürülmesi yaklaşımı izlenmiştir.
1.5.3.1.2 Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup
Kişilerin Hakları Bildirgesi
BM
uygulamasında
ayrımcılığın
önlenmesinden
azınlıkların
korunmasına69 geçiş niteliğinde olan 1992 tarihli bu bildirge, devlete dernek
kurma ve sınırlar ötesi ilişki kurma gibi konularda 'negatif' bir görev yüklerken,
67
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s. 129- 130.
Kurubaş, a.g.e. , s.60.
69
Ayrımcılığın Önlenmesi, kişilerin ya da grupların talep ettikleri eşit muameleyi engelleyen her türlü
eylemin engellenmesi, yani azınlık ile çoğunluk arasında eşitliğin sağlanmasıdır. Azınlıkların
Korunması ise çoğunlukla eşit muamele sağlanmasının yanı sıra temel özelliklerini korumak için
ayrıca farklı muamele talep eden başat olmayan grupların korunmasıdır. (Bkz. Oran, Küreselleşme ve
Azınlıklar, s.83). Bir ülkenin tüm vatandaşlarına tanıdığı bireysel haklara negatif haklar denir. Yasa
önünde eşitlik, siyasal hak eşitliği, dinini uygulama özgürlüğü gibi. Pozitif haklar ise tüm yurttaşlara
değil dezavantajlı gruplara onların bireylerini fiiliyatta mümkün olduğunca eşit duruma getirmek için
verilir. Azınlık hakları bu gruba girmektedir. Azınlık bireyi bunları kendi grubuyla birlikte kullanır.
Kendi okulunu kurup orada kendi anadilini okutmak gibi. Bkz. Oran, Türkiye’de Azınlıklar:
Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 33.
68
28
kimliğini ifade etme, kendi dilini öğrenme ve o dilde eğitim görme gibi kimi
konularda 'pozitif' görevler yüklemektedir70.
1.5.3.1.3 BM Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi
Sivil ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi insan hakları ve
demokrasi konusunda uluslararası kriterleri belirleyen en önemli uluslararası
belgelerden biri olarak kabul edilmektedir. Sözleşme, Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı Kararıyla kabul
edilip imza, onay ve katılıma açılmıştır. Sözleşme 49. maddeye uygun olarak
23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşmeyi 15 Ağustos
2000 tarihinde imzalamıştır. Sözleşme henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi ve
Cumhurbaşkanı tarafından onaylamamıştır71.
Sözleşmenin azınlıklarla ilgili 27. Maddesi şöyledir:
''Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde, bu
azınlıklara mensup kişilerin kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte kendi
kültürlerini yaşama, kendi dinlerini açıklama ve uygulama ya da kendi dillerini
kullanma hakları engellenemez.''
Madde 27 BM kurulduğundan bu yana azınlıkların korunması alanında
çıkarılmış en ilerici metin olmuştur. Öncelikle, MC döneminde ''ırk, dil ve din
azınlıkları'' şeklindeki ifadede ''ırk'' kavramı fiziki özellikle de renk farkına
işaret ederken, ''etnik'' kavramı belirgin fiziki özellikler olsun ya da olmasın
kültürel
bir
birime
gönderme
yapmaktadır.
Öte
yandan
maddedeki
''…azınlıkların bulunduğu devletlerde …'' kavramı göçmen ve yerli grupları
kapsam dışı bırakma amacını taşımakla beraber72 azınlıkların varlığı için
70
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.133.
Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu
(Erişim) http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/53-73.pdf, 24 Ocak 2012.
72
27. maddeye ilişkin olarak İnsan Hakları Komitesi 1994'te yayınladığı Genel Yorumda, maddede
kullanılan terimlerin korunması düşünülen bir gruba mensup ve ortak bir kültür, din ve/veya dili
paylaştıklarına işaret ettiğini; dolayısıyla taraf devletin vatandaşı olmasını, hatta “bulunan / var olan”
ifadesinin herhangi bir sürekliliği dahi içermediği için sürekli ikameti bile gerektirmediğini
belirtmektedir. Dolayısıyla göçmen kişilerin hatta ziyaretçilerin bile bu madde kapsamındaki hakları
kullanımını engelleyemeyeceği anlamı ortaya çıkmaktadır. Bkz. Kurubaş, a.g.e. , s. 62.
71
29
devletlerin onları tanımasının gerekmediği anlamına yol açmakta73; ...bu
azınlıklara mensup kişiler, gruplarının diğer üyeleri ile birlikte...'' ifadesi de
bireylerin yararlanacağı ancak kolektif uygulama gerektiren haklardan
bahsetmektedir74. Öte yandan, azınlıklara mensup kişiler denmesinin
sebebinin de, azınlıklara uluslararası kişilik vermemek ve grupların bireyleri
ezmesini önlemek olduğu düşünülebilir75. Bir diğer önemli nokta da, ulusal
azınlıklara değinilmemesinin büyük ölçüde bu terimin Avrupa’nın azınlıklar
sorununa işaret etmesi ve siyasi imalar taşıması ile ilgili olduğudur76.
Ancak, maddedeki koşul elbette ulusal azınlık barındıran devletlerin
azınlıkları göçmenler, yerliler veya başka bir isim altında yeniden tanımlayıp
uluslararası yükümlülüklerinden kurtulma yolu bulmalarını engellememiştir77.
Birleşmiş Milletlerden başka azınlıklar konusunun ele alındığı diğer
önemli örgütlenme ise Avrupa Konseyi'dir.
1.5.3.2 Avrupa Konseyi Kapsamında Azınlıklar
2.Dünya
Savaşı
sonrasında Avrupa
Konseyi’nin
oluşturulması,
Avrupa’daki bölünmelerin ve çatışmaların üstesinden gelebilmek için gerekli
acil ihtiyaca ilk politik ve kurumsal cevap olmuştur. Örgütün resmi görevi üye
ülkeler arasında daha büyük bir birlikteliğe ulaşmak olup; bu da yalnızca
elverişli işbirliği önlemleri temelinde değil, tüm bunların üzerinde üye ülkelerin
ve buralarda yaşayan insanların çoğulcu demokrasi, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü prensiplerine bağlılığı şeklindeki spesifik bir politik proje
temelinde idi78.
73
Kurubaş, a.g.e. , s. 61.
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.131.
75
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.132.
76
Kurubaş, a.g.e. , s. 61.
77
Preece, a.g.e. , 137.
78
Klaus Schumann, “The Role Of The Council Of Europe”, Minority Rights In Europe: The Scope
For A Transnational Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter
Publishers London, 1994, s.87.
74
30
1.5.3.2.1 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
AK çerçevesinde de BM sisteminde olduğu gibi uzun süre azınlık
hakları insan haklarından ayrı olarak ele alınmamıştır ve AK'nin insan
haklarının korunmasına ilişkin kabul ettiği temel belge 1953'te yürürlüğe giren
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS-resmi adıyla İnsan Haklarını ve
Temel Özgürlüklerini Korumaya İlişkin Sözleşme)’dir. Sözleşmede azınlıklara
ilişkin özel haklara yer verilmemiş; ayrım gözetmeme ilkesi çerçevesinde din,
dil, renk, köken gibi ölçütlerin yanına 'ulusal bir azınlığa mensubiyet' ölçütü
de getirilmiştir79.
Sözleşme'ye göre bireyler bir azınlığın üyesi olmalarından ötürü
uğradıkları ayrımcılık ile ilgili şikayetçi olabilmektedirler. Öte yandan üyeler
başka grup üyelerine yapılanlardan ötürü değil kendileri ayrıca bir
ayrımcılığın
kurbanı
olmaları
nedeniyle
şikayet
edebilmektedirler.
Sözleşme'nin asıl önemi ise bilinen en etkili denetim mekanizmasına sahip
olmasıdır. Kasım 1998'e kadar Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna yapılan
bireysel
başvurular
Avrupa
İnsan
Hakları
Divanına
kadar
götürülebilmekteyken, bu tarihten sonra Komisyon ile divan birleştirilerek tek
yetkili organ olarak yalnız Divan kalmıştır80.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde insan hak ve özgürlüklerinin
Evrensel Bildiride olduğu gibi genel ilkeler şeklinde sıralanması yerine,
mümkün mertebe somut ve ayrıntılı bir şekilde tanımlanması ve sınırlarının
belirlenmesi yoluna gidilmiştir. Bu durum Sözleşmenin hukuki bağlayıcılığı
olan bir denetim mekanizması öngörmesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye
Sözleşmeyi 10 Mart 1954'te 6366 sayılı ''İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri
Koruma Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun'' ile
onaylamış ve onay belgesini Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine 18 Mayıs
1954 tarihinde depo ederek Sözleşmeye taraf olmuştur81.
79
Kurubaş, a.g.e. , s. 65- 66.
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.134.
81
Ayhan Döner, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması Ve Avrupa Sistemi, Ankara,
Seçkin Yayıncılık, 2003, s. 81- 82.
80
31
AK'nin doğrudan azınlıkların korunmasına ilişkin girişimleri Doğu
Bloğunun çöküşü sonucu azınlık sorunlarının Avrupa'da barış ve istikrarı
tehdit edici bir hal alması ve Doğu Avrupalı ülkelerin Konsey'e katılmasıyla
başlamıştır82.
Sonuç olarak Avrupa Konseyi de 1990'lara kadar azınlıklar konusunu
ayrımcılığın önlenmesi çerçevesinde ele almış ve azınlıklara pozitif hakların
garanti edilmesi yerine bir gruba aidiyetin şahıslara getirdiği olumsuz
sonuçları bertaraf etmeye yönelik adımlar atmış ve konu yine insan hakları
boyutu içerisinde değerlendirilmiştir.
1.5.3.2.2 Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı
Bu sözleşme belli bir ülkede, bir vatandaş grubu tarafından konuşulan,
resmi dil veya göçmen dili ya da diyalekt olmayan dillerin korunabilmesine
yöneliktir83.
Belgenin başlangıç kısmında, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan
bölgesel diller ile azınlık dillerinin korunmasının Avrupa'da kültürel zenginliğin
ve geleneklerin sürdürülüp geliştirilmesine katkısı olacağı ile bir bölgesel dili
veya azınlık dilini özel ve kamusal yaşamda kullanma hakkının vazgeçilmez
bir hak olduğunun belirtilmesinin yanı sıra, bunların korunmasının ve
teşvikinin resmi dillere ve bu dilleri öğrenme ihtiyacına zarar vermemesi
gerektiği notu düşülmüştür84.
1992’de imzaya açılan ve 1998’de yürürlüğe giren Şart, AK'de
azınlıkların korunmasına yönelik en önemli gelişme olup, söz konusu dillerin
eğitim, yargı, yönetim ve kamu hizmetlerinde, basın, kültürel etkinlik,
ekonomik
ve
sosyal
yaşamda
etkin
hale
getirilebilmesi
için
neler
yapılabilineceği ve ne gibi önlemler alınabileceği üzerinde dururken,
devletlere
82
bu
konuda
yükümlülükler
Kurubaş, a.g.e. , s. 68.
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.134- 135.
84
İnanç, a.g.e. , s.87.
83
getirmektedir.
Ancak
Şart'ın
32
uygulanışında denetiminin sadece tarafların sunacağı düzenli raporlarla
sınırlı kalması ve bireysel/ülkesel şikayet mercilerinin öngörülmemesi,
denetim mekanizmasının zayıflığına işaret etmektedir85. Fakat yine de,
aslında en ayırt edici özellikleri ''dil'' olan azınlıkların Şarttan faydalanabilecek
olmasından ötürü, zor ve hassas olan bu konuya dair devletlere yol gösterici
olması beklenmiştir.86.
1.5.3.2.3 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi
Sözleşmenin başlangıcında, çoğulcu ve gerçek bir demokratik
toplumda, ulusal azınlığa mensup herkesin yalnızca etnik, kültürel, dilsel ve
dinsel kimliğine saygı gösterilmekle kalmayıp, onların bunu ifade etme,
koruma ve geliştirmesi için uygun koşulların yaratılması gerektiğinin göz
önünde bulundurulduğu belirtilmiştir87. 1998'de yürürlüğe giren Sözleşme’nin
ulusal azınlıklara mensup bireylere kendi dilini öğrenme, bu dilde bilgi
edinme, yayın yapma, eğitim kurumları açma, ad ve soyadı ile sokak adları
kullanma, gerçek ihtiyaç halinde yerel idari makamlarla ilişkilerini azınlık
dilinde
yürütme
gibi
getirileri
olmaktaydı. Ancak,
imzacı
devletlerin
Sözleşmenin ülke topraklarının neresinde ve kimler için geçerli olacağını
belirleyebilme olanağına sahip olması söz konusu devletlere bükülgenlik
sağlamıştır88.
Öte yandan Sözleşme, açık ve kendiliğinden uygulanabilir hükümler
yerine, taraf devletlerin ulusal yasaları ve hükümet politikaları yoluyla
uygulamayı taahhüt ettikleri ilkeleri düzenleyen programatik hükümler
içermekte olup, devletlerin hazırladıkları uygulama raporlarına dayanan sınırlı
bir denetim mekanizmasına sahiptir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nce
izlenecek taraf devlet uygulamalarında sınırlı bir değerlendirme yapılabilmesi
85
Kurubaş, a.g.e. , s. 74- 76.
Schumann, a.g.m. , s.93.
87
İnanç, a.g.e. , s.75.
88
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.135.
86
33
ve alınan önlemlerin yeterli olmaması durumunda uygulanacak yaptırımlara
ilişkin bir düzenlemenin olmaması mekanizmayı gevşek hale getirmiştir89.
Buna karşın Sözleşme sadece ulusal azınlıkların korunmasına
münhasır ilk çok taraflı ve bağlayıcı uluslararası belge niteliğinde olup,
azınlığa mensup bireylere birtakım kültürel hakların zaten verilmiş olduğunu
kabul ederek devletlere bunların genişletilmesi ve teşvik edilmesi yönünde
yükümlülükler öngörmüştür90.
20 Ocak 2010 tarihinde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Hukuki
İşleri ve İnsan Hakları Komitesi üyesi Letonyalı parlamenter Boriss Cilevics
tarafından
“Avrupa'da
Azınlıkların
Korunması:
Ortak
Standartların
Uygulanmasında En İyi Uygulamalar ve Eksiklikler” konulu bir rapor
yayınlanmıştır91. Raporda92 özetle; azınlıkların adil muamele görmesinin
Avrupa Konseyi'nin önemli önceliklerinden biri olmasının teminat altına
alınması adına, Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ve
Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı'nın Avrupa'da evrensel olarak kabul
edilmiş standartlar haline gelmesinin umut edildiği; Çerçeve Antlaşması'nın
Avrupa Konseyi üyesi sekiz ülkece hala onaylanmadığı (Andora, Fransa,
Monako
ve
Türkiye
imzalamamış;
Belçika,
Yunanistan,
İzlanda
ve
Lüksemburg imzalamış ancak onaylamamış), onaylayanların da kısıtlayıcı
beyan veya çekinceleriyle uygulanmasının önüne geçtiği; zaman zaman
ulusal makamların yerel makamların konu ile ilgili görevlerini yerine
getirmesini tam olarak sağlayamadığı; dar tanımlamalarla belli etnik grupların
dışlandığı veya azınlıklar arasında ayrımcılığa gidildiği ve de azınlıklarla ilgili
politikaların siyasi ortama göre değişebildiğine dikkat çekilmektedir. Bundan
başka raporda, Parlamenter Meclisin, Avrupa'da eşitlik, adalet, istikrar,
89
Çavuşoğlu, a.g.e. , s. 130- 132.
Kurubaş, a.g.e. , s. 78,81.
91
“AKPM'de Avrupa'da Azınlıkların Korunması Konulu Rapor (orijinal metin)” başlıklı haber,
abhaber.com, 26 Ocak 2010, (Erişim) http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=5222, 24 Ocak
2012.
92
Raporun orijinali için bkz. Minority Protection In Europe: Best Practices And Deficiencies In
Implementation Of Common Standards, Council of Europe Parliamentary Assembly Committee
On Legal Affairs And Human Rights, Rapporteur: Mr Boriss CILEVIČS, Latvia, Socialist Group,
20 January 2010 (Erişim) http://assembly.coe.int/Documents/WorkingDocs/Doc10/EDOC12109.pdf,
24 Ocak 2012.
90
34
demokratik güvenlik ve barışın sağlanması için ulusal azınlıklara mensup
kişilerin korunmasının uluslararası insan hakları korumasının bir parçası
olduğunu ve bunun sosyal gerilimlerin önlenmesi ve kültürel ile dilsel
çeşitliliğin desteklenmesindeki önemini vurguladığı belirtilmektedir. Meclisin
ayrıca, devletlerin, ulusal azınlıklara mensup kişilerin özellikle kendilerini
ilgilendiren yönde kültürel, sosyal, ekonomik hayat ile kamusal alana etkin
katılımlarını sağlayacak koşulları sağlaması ve ulusal, dini ya da dilsel tüm
azınlık grupların kimliklerini ifade etme ve geliştirme haklarını teminat altına
alması gerektiğinin altı çizilmektedir. Raporda, Çerçeve Sözleşmesi'nin
uygulanmasındaki sıkıntı öncelikle uluslararası hukukta genel kabul görmüş
hukuki bir ulusal azınlık tanımının olmayışına ve Sözleşme'nin kendisinin de
korunmasını öngördüğü hak sahiplerinin kim olacağını kesin olarak
belirlememesine bağlanmaktadır. Devletlerin uluslararası hukukun genel ve
Sözleşme'nin temel prensiplerine aykırı olmamak şartı ile ülkesindeki azınlık
grupların Sözleşme kapsamında yer alıp almadığına karar verebileceği ifade
edilse de, bunu belirlemede koşulsuz bir hakkı olmadığı; ayrımcı ve adil
olmayan şekilde davranılmamasının gerektiği belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere AK, 1990 sonrası siyasi gelişmeler paralelinde, genel
insan hakları uygulaması dışında azınlıklarla direkt ilgili ciddi belgeler
oluşturulmasına yönelik adımlar atmış; ancak bunların hayata geçirilmesi
konusunda devletlerin ulusal politikaları çerçevesinde onlara yine geniş
manevra alanı bırakılmıştır.
Azınlıklar konusu BM ve AK'den başka bir diğer önemli örgüt olan
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın da gündemine girmiştir.
1.5.3.3 AGİT ve Azınlıkların Korunması
AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı), 1975'te Helsinki'de
başlayıp 1995'e kadar AGİK (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı) olarak
anılan sürecin örgüt haline dönüşmesi olup, sadece Avrupa devletlerinin üye
olduğu izlenimini verse de yalnız Avrupa kıtası ile sınırlı olmayan, Kuzey
35
Yarımküreyi kapsayan bölgesel bir yapılanmadır. İnsan hakları AGİT'in asıl
konusu olmayıp bir bölümünü oluşturmaktadır. AGİK'in kuruluşunun en
önemli sebeplerinden biri Doğu ve Batı Bloğunun arasındaki Soğuk Savaş
gerginliğini azaltıp taraflar arası diyalog sağlamak olmuştur93.
AGİK 1975'te yapılan Helsinki Zirvesinden 1994'e kadar süren birtakım
bağlayıcı olmayan belgelerin kabul edildiği bir konferanslar süreci olarak
devam etmiştir. 1994'te gerçekleşen Budapeşte Konferansı ile beraber AGİK
kurumsal bir yapıya kavuşturularak AGİT adını almıştır. Zorlayıcı bir
mekanizmadan yoksun olan AGİK Belgelerinin uygulanması iyi niyet ilkesine
bağlıdır. Azınlıklara ilk kez yer veren 1975 Helsinki Nihai Senedi'nde üç farklı
bölümde azınlıklara değinilerek, yalnızca eşitlik ve ayrım gözetmeme
ilkelerinin azınlıklar nezdinde yinelenmesiyle kalınmıştır. Konu ile ilgili 1989'a
kadar önemli bir ilerleme kaydedilmezken, 1989 Viyana Kapanış Belgesiyle
önceki belgelerde geçen ulusal azınlıklara ilişkin hükümlerin hayata
geçirilmesi için sürekli çaba gösterileceği vurgulanarak yeni bir yaklaşım
sergilenmiştir. Belgede, katılımcıların bu yönde gerekli önlemleri alma ve
ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dilsel ve dinsel kimliklerini korunması ve
onların geliştirilmesini sağlayacak ortamı sağlayarak azınlıklara mensup
bireylerin haklarını özgürce kullanmalarına saygı göstermeleri istenmiştir. Bu
durum azınlıkların korunması konusunda AGİK'in BM ve AK'den daha hızlı
hareket ederek değişim konusunda onlara öncülük etmesi anlamına
gelmektedir94.
Ancak, AGİK sistemi 1975 Helsinki Sonuç Kararlarının
getirdiği koşullar itibariyle ayrımcılığı engellemeye yönelik önlemler ortaya
koysa da devletlere ulusal azınlıklar gözetilerek üstlenilebilecek veya
üstlenilemeyecek
yükümlülük
türlerini
seçmede
büyük
bir
serbestlik
tanımıştır. Ulusal azınlıklar konusuna gösterilen başlangıçtaki bu ilgi 1975 1989'da gerçekleştirilen çeşitli AGİK Tamamlayıcı Toplantılarında ayakta
tutulamamış; bireysel insan hakları (özellikle komünist devletlerdeki insan
93
94
Döner, a.g.e. , s.100.
Kurubaş, a.g.e. , s. 68- 69.
36
hakları ve demokrasi talebini yükselten hareketlerle ilgili yurttaşlık ve siyasal
haklar) kaygısı etkin olmuştur95.
1989 Viyana Belgesi AGİK insan hakları sisteminin kurucu belgesi
olarak yorumlanmaktadır. Belgenin ''insani boyut'' başlıklı bölümünde, daha
sonra İnsani Boyut Mekanizması olarak adlandırılacak bir denetim sistemi
düzenlenmiş; AGİK sürecinde insan haklarının merkezi bir yer almasını
sağlayacak İnsani Boyut Konferansları gerçekleştirilmesi öngörülmüştür.
İnsani
Boyut
Mekanizması,
katılımcı
devletlerin AGİK
belgelerinden
kaynaklanan insan haklarına ilişkin taahhütlerini uygulamalarını sağlamak
amacıyla düzenlenmiştir96.
1990 tarihli Kopenhag Belgesi ile önceki belgelerde azınlıklara ilişkin
belirtilenlere ek olarak, ulusal azınlığa mensubiyetin kişisel bir tercih olduğu
ve bunun hiçbir dezavantaj yaratmayacağı; azınlık gruba mensup bireylerin
etnik, dilsel, kültürel ya da dinsel kimliklerini tam bir özgürlük içinde ifade
etme, koruma, geliştirme isteklerini asimilasyona uğramadan, kültürlerini
bütünüyle korumak ve geliştirmek hakkına sahip oldukları belirtilmiştir.
Ardından Doğu Avrupa'da yaşanan halk ayaklanmaları ve rejimlerin sona
erişine bağlı olarak Kasım 1990'da AGİK Zirvesi Paris'te ikinci kez toplanarak
''Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı''nı kabul etmiş ve AGİK'in insan ve azınlık
hakları ile ilgili tavrı belirginleşmiştir. Sonrasında hazırlanan, Kopenhag
üstlenimlerini doğrulayan ve yeni üstlenimler de getiren Cenevre Raporu'nun
en önemli özelliği ise her türlü farklılığın zorunlu olarak ulusal azınlıkları
ortaya çıkarmayacağı görüşünü kabul etmesi açısından getirdiği yenilik ve
ulusal azınlıklarla ilgili sorunlar, yükümlülükler ve haklar gibi konuların
devletlerin içişleri ile ilgili değil uluslararası alanın meşru konuları olduğunu
vurgulamasıdır. Bu durum daha sonra 1991 Moskova ve 1992 Helsinki
belgeleri ile tekrarlanmıştır97.
1992 yılında yapılan doruk toplantısında ise AGİK Ulusal Azınlıklar
Yüksek Komiserliği kurulmasına karar vermiştir. 1993'te göreve başlayan
95
Preece, a.g.e. , s.142.
Çavuşoğlu, a.g.e. , s. 150.
97
Kurubaş, a.g.e. , s. 84- 86.
96
37
Yüksek
Komiser'in
öncelikli
görevi
AGİT
bölgesinde
ulusal
azınlık
sorunlarının çıkmaması için bir erken ihbar ve gerektiğinde erken harekete
geçme olanağı sağlama olmakla beraber, bireysel insan hakları ihlallerini
araştırmak gibi bir görevi olmamıştır. Ancak bu makamın kurulması AGİT'in
konuya verdiği önemin bir göstergesi niteliğindedir98.
Yüksek Komiserlik, ulusal azınlıkların dahil olduğu gerilimlerin özünü
dile getirirken, sorunlara bağımsız, tarafsız ve çözüm bulmakta yardımcı bir
aktör olarak yaklaşmakta olup denetleyici bir mekanizma değildir99. Öte
yandan, basın ve hükümet dışı kuruluşlar dahil her türlü kaynaktan ulusal
azınlıkların durumu ile ilgili bilgi toplama, ilgili taraflardan kendisine iletilen
azınlık hakları ihlallerine ilişkin raporları değerlendirme imkanına sahiptir.
Ancak terör olayları ile bağlantılı kişi ve gruplardan iletilen bilgileri dikkate
almayıp, terörle ilişkili azınlık sorunları ile ilgilenmemektedir100.
Bundan başka, Avrupa ölçeğinde üretilen belgelerin yanı sıra, Afrika ve
Amerika kıtasında da, Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri Bildirisi (1948),
Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi (1969), Amerikalılararası İşkencenin
Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1985), Afrika İnsan ve Halkların
Hakları Şartı (1981) ve benzeri belgelerle insan hakları ve özgürlükler
alanında normlar ve standartlar geliştirilmiştir101.
Sonuç olarak AK ve AGİT çerçevesinde azınlıklara yönelik çalışmalar
devletleri bağlayıcılık ölçütünde yetersiz kalsa da, bu kişilere birtakım
güvenceler verilmesini öngörmesi açısından konunun yadsınmadığının
göstergesidir. Ancak her zaman olduğu gibi devletlerin ulusal politikaları
baskın gelmektedir. Bu örgütleri oluşturanlar yine devletlerin kendisi
olduğundan, aleyhlerine sonuç doğurabilecek uygulamalardan ya da denetim
mekanizmaları oluşturmaktan uzak durdukları tabidir.
98
Oran, Küreselleşme ve Azınlıklar, s.136.
İnanç, a.g.e. , s. 120.
100
Çavuşoğlu, a.g.e. , s. 155.
101
İnanç, a.g.e. , s. 26.
99
38
1.5.4 Soğuk Savaş Sonrası Azınlık Haklarına Dair Gelişmeler
1990 sonrası dünyadaki gelişmeler sonucu azınlık hakları coğrafi
açıdan genişlerken nitelik açısından da derinleşmiştir. Genişlemesinin
nedenleri, Sovyet Bloğunun çökmesine bağlı olarak Doğu Avrupa ülkelerinin
uluslararası örgütlere özellikle AK ve AB'ye girmek istemeleri sürecinde insan
ve azınlık haklarını benimsemeleri; Avrupa'ya Asya ve Afrika'dan gelen
göçlerin kalıcı nitelik kazanması sonucu Avrupa'da oluşan fiili azınlıklar ve
onların çeşitli haklar kazanması; küreselleşmenin sonucu olarak üçüncü
dünya ülkelerinin batının demokratikleşme taleplerine açılmaları ve çok partili
rejim uygulamalarının getirdiği göreli olarak insan haklarına önem veren daha
açık toplumlar haline gelmeleriydi. Derinleşmesini belirtileri ise, ''ayrımcılığın
önlenmesinden” “azınlıkların korunması'' yönüne doğru ilerleme; devletlere
azınlıkların korunması durumunda olduğu gibi ayrımcı davranışlardan
kaçınma gibi pasif-negatif bir görev yerine, azınlık haklarının özel olarak
korunması ve buna uygun koşulların yaratılması gibi daha aktif-pozitif bir rol
yüklenmeye başlanması; vatandaş olmayanlara da çeşitli haklar tanınması
yönündeki eğilim; bir devlette azınlık bulunup bulunmadığı konusunda
sadece o devletin takdirine başvurulmamaya başlanması; insan ve azınlık
hakları konusunda uluslararası örgütler ve kimi devletler ile birlikte gönüllü
örgütlerin (hükümet dışı örgütler, sivil toplum örgütleri) itici etkisi; Avrupa
Konseyinin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) adlı
organının 2000 yılından itibaren azınlık hakları ihlallerini ırkçılıkla aynı
paralelde değerlendirmeye başlaması; AGİK 1991 Cenevre Azınlık Uzmanları
toplantısından itibaren ulusal azınlık konusunun yalnız ulusal yetkiye giren bir
konu değil, uluslararası toplumun meşru ilgi alanı hali ne gelmesiydi102.
Öte yandan, 1989'dan sonra tanınan dolaşım özgürlüğü ulusal azınlık
grupları üyelerinin kendi etnik gruplarının oluşturduğu devletlere göçlerini
olanaklı kılması sonucu binlerce insan göç etmiş ve 1990'ların ilk yıllarında,
2.Dünya Savaşı'nın sona ermesinden itibaren Avrupa'nın en büyük göç
102
Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.2326.
39
hareketi gözlenmiştir. Bu yığınsal göçler, göç alan ve göç veren devletler
açısından olası siyasi istikrarsızlık kaynağı olarak değerlendirilmiştir. Bu
nedenle de Soğuk Savaş sonrası Avrupa'da ulusal azınlıklar sorunu,
uluslararası tartışmaların ve eylemlerin önemli bir konusu haline gelmiştir103.
Orta ve Doğu Avrupa ile Balkanlardaki yeni sınır değişiklikleri ile
ulusçulukların
canlanmasının
neden
olduğu
istikrarsızlığın
yayılacağı
endişesi azınlık haklarının toptan tanınması, kültür, basın, eğitim ve din
işlerinde özerkliklerinin ve yoğun olarak yerleştikleri bölgelerde yönetim
hakkının kabulü gibi görüşlerin ağırlık kazanmasına neden olsa da, tam
anlamıyla bir evrensellik kazanmamış; devlet egemenliği, toprak bütünlüğü,
içişlere karışmama gibi devletçi ilkeler azınlık haklarının üstünde yer almış,
ancak azınlıkların da bu dönemde devlet karşısında ciddi kazanımları
olmuştur.
Azınlık
sorunları
doğrudan
uluslararası
toplumun
meşru
konularından biri haline gelmiş; MC döneminden farklı olarak sadece Orta ve
Doğu Avrupa ile Balkan ülkelerine dayatılan bir azınlık rejimi yerine, AK ve
AGİT'e üye tüm ülkelere uygulanabilir bir sistem öngörülmüştür104.
Sonuç olarak, 1990'lara kadar azınlıklar konusuna yönelik pasif ve
onlara özel grup hakları tanınması yerine insan haklarının evrenselleştirilmesi
şeklindeki yaklaşım, takip eden yıllarda her ne kadar devletlerin egemenlik
sınırlarını tacizden uzak bir tutum sergilenerek de olsa, yerini azınlıkların ve
azınlık haklarının uluslararası platformda daha çok konuşulduğu bir ortama
bırakmıştır. Bu durumu yine devletlerin güvenlik ve istikrar kaygıları ön plana
çıkarmıştır. Nitekim, ileride değinilecek olan Avrupa Birliği genişleme
sürecinin referans noktasını oluşturan Kopenhag kriterlerinin bir ayağını
meydana getiren siyasi koşullar arasındaki azınlık haklarına saygı ilkesi,
AB'nin hem yeni üyelerinden demokratik toplumun bir gereği olarak
azınlıklara yönelik olumlu adımlar atılmasını beklemesiyle konuya verdiği
önemi, hem de söz konusu devletlerin azınlıklara dair olası sorunlarını Birlik
topraklarına taşınması kaygısına işaret etmektedir.
103
104
Preece,a.g.e. , s. 58.
Kurubaş, a.g.e. , s. 70.
40
Azınlık kavramını ve azınlık hakları meselesinin tarihi arka planını
inceledikten sonra, dünyadaki büyük güçlerin konu ile ilgili mevcut
durumlarına kısaca değinmek, azınlıklar sorununun evrensel niteliğini görmek
açısından yerinde olacaktır.
1.6 Dünya Güçleri Açısından Azınlıklar Konusu
1.6.1 Azınlık Hakları Kapsamında ABD’deki Durum
ABD’de alışılmadık şekilde çeşitli ve de çetrefilli bir azınlık durumu
görülmektedir. Yedi adet anahtar azınlık grup bulunmaktadır. Bunlar; Latinler
(Porto Rikolular dahil), Afrikalı Amerikalılar, Pasifik Asyalı Amerikalılar, Araplar
ve diğer Orta Doğulu Amerikalılar, Yerli Amerikalılar, Yerli Havaililer ve Inuit
halkları ile Alaska Yerlileridir. Çoğu durumda, bu gruplar pek çok alt gruplar
da barındırmaktadır. ABD’de çok çeşitli etnik ve dini gruplar bulunmasına
rağmen, bunlardan bazılarını henüz yeterli sayıya ve dikkat çekecek bir tarihi
geçmişe sahip olmayan göçmenler oluştururken, bazı gruplar hakim nüfus ile
nispeten uyum sağlamada başarılı olmuş ve onların bugün azınlık olarak
ciddi bir ayrımcılığa uğradıkları söylenmemektedir105. ABD’de yapılan nüfus
sayımına göre 2042 yılında kendini Hispanik, Siyah, Asyalı, Amerikan Hintlisi,
Yerli Havaili, Pasifik Adalı olarak tanımlayanların sayısının Hispanik olmayan
beyazların sayısını geçeceğini göstermektedir. Kaliforniya ve Teksas dahil
birçok devlet azınlık üyelerinin çoğunluğa dönüştüğü noktaya ulaşmış
bulunmaktadır106. Ancak azınlık nüfusundaki bu artış trendi ekonomik gelir
düzeylerine aynı ölçüde yansımamaktadır.
Amerika’daki beyazlar ile
azınlıkların arasındaki refah seviyesi farkı son çeyrek yüzyılda en üst düzeye
ulaşmıştır. Beyaz hane halkı Hispanik ve siyahilerden yirmi kat daha
105
United States Of America Overview, Minority Rights Group International, güncelleme Nisan
2009, (Erişim) http://www.minorityrights.org/2611/united-states-of-america/united-states-of-americaoverview.html, 24 Ocak 2012.
106
Sam Roberts, “In a Generation, Minorities May Be The U.S. Majority”, The New York Times, 13
Ağustos 2008 (Erişim) www.nytimes.com, 24 Ocak 2012.
41
müreffeh hale gelmiştir107. Öte yandan, her ne kadar Amerika için etnik
çeşitlilik ekonomi (özellikle azınlıkların genç nüfus yoğunluğuna katkısı) ve
kültüre zenginlik katan en büyük değerlerden biri olarak görülse de,108
örneğin 2010 yılında Çin tarafından yayınlanan ABD İnsan Hakları
Raporunda, ABD’de azınlık grupların istihdam ve ikamet konularına ilişkin
ayrımcılığa uğradığı ve beyazlarla aynı politik statüye sahip olmadıkları;
kanunun uygulanışında ve hukuki sistemde görünür şekilde ırkçı ayrımın var
olup,
göçmenlerin
hak
ve
çıkarlarının
garanti
altına
alınmadığı
bildirilmektedir109.
1.6.2 Azınlık Hakları Kapsamında Çin’deki Durum
1 Ekim 1955 tarihinde Çin yönetimi Doğu Türkistan Otonom
Bölgesi’nin kuruluşunu ilan etmiş ve o işgalden bu yana bölgede
hâkimiyetinin devam ettirmiştir. Bugün Doğu Türkistan Çin için nüfus ve doğal
kaynaklar açısından büyük önem arz etmekte olup, Çin’in buradaki tarım ve
turfan bölgelerinin tarımsal üretimlerine ihtiyacı vardır. Çin’in kırsal kesimdeki
işsizlik sorununun sonucu olarak 2020 yılına kadar kırsal kesimden şehirlere
300 milyon kişinin göç etmesi beklenmektedir. Pekin hükümetinin de kırsal
bölgelerdeki bu işsiz nüfusu Doğu Türkistan’a yerleştirmesi Uygurlar ile Han
Çinlileri arasında etnik gerilimlere neden olmaktadır. Bugün bölgedeki Uygur
Türkleri ile Han Çinlilerinin nüfusları neredeyse birbirine yakın hale gelmiştir.
ABD Doğu Türkistan’daki soruna yönelik çok sert bir tavır almamakla birlikte,
Çin’de
insan
hakları
ve
özgürlüklerinin
geliştirilmesi
gerektiğini
de
vurgulamaya devam etmekte olup, her ne kadar konuya insan hakları
açısından yaklaşsa da bölgedeki Uygur Türkü varlığını siyasi olarak destekler
107
“Wealth Gap Between Whites And Minorities In U.S. Widens”, globalpost, 26 Temmuz 2011,
(Erişim) www.globalpost.com, 24 Ocak 2012.
108
David Minckler, “U.S. Minority Population Continues to Grow”, america.gov archive, 14 Mayıs
2008, (Erişim) www.america.gov, 24 Ocak 2012.
109
“U.S. Minority Groups Face Discrimination In Employment, Says Report”, English People’s
Daily Online, 10 Nisan 2011, (Erişim) english.peopledaily.com.cn, 24 Ocak 2012.
42
görünmektedir110. Bugün Uygur Türklerinin en önemli sorunları işsizlik, kendi
dillerinde eğitim yapılamaması, dini ve milli vecibelerini yerine getirmede
sorunlar yaşanması, bölgeye etnik Çinlilerin göç ettirilmesi, Doğu Türkistan’ın
önemli zenginliklerinin Çinlilere kullandırılması ve Doğu Türkistan’a bu
kaynaklardan pay verilmemesi, Uygur Türklerinin genç nüfusunun Çin’in
içlerine çalıştırma bahanesiyle götürülerek eritilmeye çalışılması ve yeniden
şehirleşme çalışması yapılması bahanesiyle tarihi Türk varlıklarının yok
edilmesi olarak sıralanabilir111. Dolayısıyla, Doğu Türkistan'daki mevcut
durum etnik farklılık arz eden Uygur Türklerinin birtakım eğitim ve kültürel
haklarına ilişkin sıkıntıları ile ekonomik olarak geri planda kalmaları ve
nüfustaki yoğunluklarının bilinçli bir şekilde azaltılmasına ilişkin kaygılarını
yansıtmaktadır.
Öte yandan Çin Halk Cumhuriyeti içerisinde özerk bir bölge olan Tibet
de Çin’deki azınlık sorunsalının başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Çin
yönetiminin benimsemiş olduğu tek Çin politikası ülkedeki azınlıkları bir tehdit
olarak
algıladığından,
farklı
azınlık
gruplarının
kendilerini
Çinli
gibi
hissetmelerine özen gösterilmiştir. Tibet etnik grubunun komünist yönetim
tarafından Çinli diye adlandırılması da bundan kaynaklanmış; Tibet’in
geleneksel kültürüne ve inançlarına dayanan Tibet milliyetçiliği devlet karşıtı
bir davranış olarak yeniden yorumlanmıştır. Çin’ in uygulamakta olduğu bu
azınlık politikası ülkenin eğitim sistemini de doğrudan etkilemekte, bu
bölgelerdeki Han Çinlilerine verilen eğitim ekonomik gelişmenin sağlanması
amacına dayanırken, azınlıklara uygulanan eğitim anavatan Çin’e bağlılığı
hedeflemektedir. Çin’deki eğitim sistemi tamamen siyasi bir yapı üzerine
kurulmuş olup, asıl amacı ülkenin bölünmesine sebep olabilecek azınlık
hareketlerinin engellenmesini sağlamak olmuştur112. Dolayısıyla Çin, hem
110
Fatih Şen, “Çin’in Sincan-Doğu Türkistan Sorunu: Dünü, Bugünü, Geleceği”, Ortadoğu Analiz,
Cilt 1-Sayı 7- 8, Temmuz-Ağustos 2009, s. 127- 129.
111
Sinan Oğan, “Doğu Türkistan’da Yaşanan Olayların Sebebi ve Sonuçları”, Uluslararası İlişkiler
ve Stratejik Analizler Merkezi, 21 Temmuz 2009, (Erişim) http://www.turksam.org/tr/a1717.html, 7
Nisan 2011.
112
Gaye Gürkan, “Tibet Sorunu ve Uluslararası Sistem”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar
Merkezi, 10 Kasım 2008, (Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=230, 08 Nisan 2011.
43
ekonomik hem de ülke bütünlüğünün devamının sağlanmasına yönelik
endişelerinin sonucu olarak azınlıkların seslerini yükseltmesinin önüne
geçmeye çalışmaktadır.
1.6.3 Azınlık Hakları Kapsamında Rusya’daki Durum
Rusya'da bir arada 70'i aşkın farklı milliyet yaşamaktadır. Bunlar
aralarında dil, din, kültür, köken, sosyo-ekonomik gelişmişlik ve nüfus sayıları
yönünden büyük farklılıklar göstermekte olup Sovyetlerin dağılmasından
önce SSCB'nin içinde yaşayan diğer milliyetlerle genel nüfus içinde sahip
oldukları oran bakımından eşitlenir durumuna gelmiş bulunan Ruslar,
1991'de meydana gelen parçalanmadan sonra (bu sefer Rusya ülkesinin
içinde) yeniden ezici çoğunluk durumunu elde etmiş oldular. Ruslar, 110
milyondan fazla nüfuslarıyla ülke nüfusunun % 80'ni oluşturmaktadırlar113. 12
Haziran 1990 tarihinde bağımsızlığını ilan edip SSCB’den ayrılan Rusya
Federasyonu’nun önünde çözüm bekleyen sorunların en öncelikli olanları
arasında etnik sorunlar ve yükselen milliyetçilik dalgasına paralel olarak
cumhuriyetlerin daha çok özerklik ve daha geniş haklar istemeleri
bulunmuştur. Rusya’daki etnos sınırlar ve azınlıkların sayısı değişken ve
tartışmalıdır. Bunların sebepleri arasında; hem Sovyet hem de Postsovyet
döneminde farklı millet ve azınlıklar arası karma evliliklerin yaygın oluşu
sonucu gerçekleşen gönüllü asimilasyonlar ve etnik aidiyet değişimlerinin
sıklığı; gerçek etnik kimliğini gizleyerek, Rus olduğunu beyan etmenin iş
bulma
ve
kariyer
basamaklarını
tırmanmada
avantaj
sağladığının
düşünülmesi gibi durumlar yatmaktadır. Rusya’da konuşulan dil, etnik kökeni
ve kültürel aidiyeti belirleyen en önemli etkenlerin başında olup, yaşayanların
%95’i
kendi
milletini,
yani
etnik
aidiyetini
konuştukları
dile
göre
belirlemektedirler. Özellikle son 10- 15 yıllık zaman diliminde “etnik devrim”
ve “milli bilinçlenme” ile azınlıklar arasında “soya dönüş” süreci yaşanmakta
113
Timur Davletov, “Etnisite Işığında Rusya Federasyonu”, stradigma.com, sayı 7, Ağustos 2003,
(Erişim) http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_09.html, 05 Nisan 2011.
44
olup, Rus dili ve Rus kültürü demode kabul edilip ikinci plana atılırken, kendi
kültürüne, kendi tarihine, kendi anadiline dönüş süreci yaşanmaktadır114. Öte
yandan Rusya dışında yaşayan Rus azınlıklar da konunun diğer bir boyutunu
oluşturmaktadır. Baltık ülkelerinde bulunan Rus azınlıklar 1991 yılında
Estonya, Letonya ve Litvanya bağımsız hale geldikten sonra önemli bir sorun
haline gelmiştir. Rus azınlıklarla yaşanan sorunlar, 1993 Kopenhag kriterleri
doğrultusunda önemini arttırmaya devam ederken bu üç ülkenin 1995 yılında
AB’ye üyelik için başvurmasından sonra AB ile ilişkilerinde belirleyici rol
oynamıştır. Özellikle Estonya ve Letonya’da, Rus azınlığın vatandaş
olmamaları ve toplumla bütünleşememeleri en büyük sorunlar olarak
değerlendirilmiştir. Bunun yanında, dil politikalarındaki birtakım eksiklikler
sorunun kültürel haklar boyutunu da ortaya çıkarmıştır. Zira bu azınlıkların
ana dillerinin Rusça olması bu ülkelerde ayrımcı uygulamalara uğramalarına
neden olmuştur. AB, 1998 yılından itibaren yayınladığı ilerleme raporlarıyla
bu ülkelerdeki Rus azınlığın karşılaştığı problemleri tespit ederek azınlıkların
yasal durumlarını düzeltmek için belli tavsiyelerde bulunmuş; bu ülkeler de
AB’ye üyelik hedefinin gerçekleştirilmesi yönünde Rus azınlıkların yasal
konumlarında birçok düzenleme yapmış ve kendi toplumlarına entegre etmek
için önemli mekanizmalar oluşturmuş olsa da bu ülkelerdeki Rus azınlığın
özellikle
vatandaşlık
kazanma
süreçlerinde
birtakım
iyileştirmelere
gereksinimi olmuştur115. Dolayısıyla, Rusya'ya dair azınlık sorunlarının çift
yönlü olduğu söylenebilir. Bu durum eski SSCB'nin dağılması süreci ile direkt
ilgilidir. Bu dağılma süreci sonunda bölgede azınlık konumuna düşenler bir
yana, özellikle Doğu Avrupa'da yerleşen Rus azınlıklar sorunu genişleme
sürecindeki Avrupa Birliği'ni de özellikle ilgilendirir hale gelmiştir. Doğu
Avrupa'yı bünyesine katma yolundaki Birlik, Rus azınlıklara dair vatandaşlık
veya toplumla bütünleşememe gibi meselelerin bertaraf edilerek Birlik
114
Emin Atasoy, “Rusya Federasyonu Sınırları İçinde Yer Alan Özerk Cumhuriyetlerin Etnocoğrafya
Işığında Değerlendirilmesi”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages,
Literature And History Of Turkish Or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s.89- 92.
115
Emre Özkan,”Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Baltık Ülkelerindeki Rus Azınlıklar”,
Uluslararası
Hukuk
ve
Politika,
Cilt
2,
No:
6,
2006,
(Erişim)
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/H7IOsBbXI3oL17xFJ1XitcniQebnjV.pdf, 17 Ocak 2011, s.104)
45
istikrarını zedeleyecek sorunların topraklarına taşınmasını engellemek
istemiştir.
II.BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ VE AZINLIKLAR
2.1 Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Konusunun Gündeme Gelişi
Avrupa'da 1648 Westphalia Barışı ile beraber modern ulus-devlet
yapılarının ortaya çıkmasına mukabil, bu yapıların siyasal sınırları etnik ya da
dinsel esaslara göre değil, güç mücadeleleri sonucu yapılan anlaşmalara
göre çizilmiştir. Bu durum neticesinde, Avrupa'daki hemen her ulus-devlette
kaçınılmaz olarak çoğunluktan farklı kökene, dile veya inanışa sahip gruplar,
yani azınlıklar yer almıştır. Ülke çapında yaşanan ve yüzyıllar süren büyük bir
benzeşme/benzeştirme
sonucu
(vatandaşlık
bilincini
aşılayarak,
ulus
duygusunu güçlendirerek) her ne kadar AB'yi oluşturan devletler büyük
oranda
türdeş
haline
geldilerse
de
tam
anlamıyla
bir
türdeşlik
sağlayamamışlardır. İçlerindeki en türdeş devlet %98 ile Portekiz olurken,
ortalama oran %85 de kalmıştır116.
Azınlıklar konusunu temelde insan hakları çerçevesinde ele alan
Avrupa Birliği, 1990’lara değin insan hakları konusuyla doğrudan ilgilenirken
azınlıklar konusuna uzak kalmıştır. Bunun temel nedenlerinden biri 1945
sonrası, tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da azınlık sorunlarının sadece
geniş bir siyasi gündem içinde ele alınması ve Avrupa devletlerindeki Ortak
Pazar’a doğru giden Avrupa bütünleşmesinin etnik sorunları da kendiliğinden
halledeceğine yönelik beklentiydi. Öte yandan 1945- 1989 arası dönemde
devletler, ulusal azınlık haklarının tanınmasının kendi egemenliklerini
zayıflatacağı ve hoşnut olmayan etnik grupların ayrılıkçı veya toprak talep
eden emellerine cesaret vererek kendi iç birliği ve istikrarına yönelik ciddi bir
tehdit oluşturacağı yönünde kaygı duyuyorlardı. Dolayısıyla bu dönemde tüm
devletlerde olduğu gibi Avrupa’da da azınlıklar konusu, insan hakları konsepti
içerisinde ve özellikle de “eşitlik” ve “ayrım gözetmeme” ilkeleri çerçevesinde
116
Kurubaş, a.g.e , s.123- 124.
47
değerlendirilmiş; insan hakları tüm bireylere eşit olarak ve ayrım gözetmeden
uygulanırsa azınlıkların korunması gibi bir sorun olmayacağı ve onlara ayrıca
haklar
tanınmasına
edilmiştir117.
1989
da
gereksinim
sonrası
dönemde
duyulmayacağı
ise,
SSCB,
yönünde
hareket
Çekoslovakya
ve
Yugoslavya’nın dağılmasını müteakip, Orta ve Doğu Avrupa’nın genelinde
azınlıkların ve ulusların uyanışı gerçekleşmiş; hareket serbestisi sayesinde
büyük bir göç hareketine maruz kalan Avrupa, bu göç dalgalarını düzen ve
istikrar için potansiyel bir tehdit olarak algılamıştır. Ortak standartlar
geliştirme ihtiyacı karşısında AB, 1990-1995 arasında azınlıkların statüleri
üzerine tartışmaya başlamıştır118. Başka bir deyişle, Avrupa’nın azınlık
korunmasına ilişkin standartlarının evrimi, azınlık ve güvenlik meselelerinin
arasında güçlü bir bağ olduğuna işaret etmektedir. Azınlık korumasına ilişkin
ortaya çıkan mekanizmalar, güvenliğe dair maddelerin gösterdiği gelişim ile
yakından ilgilidir119. Dolayısı ile AB, Soğuk Savaş sonrası komşu topraklarda
meydana gelen sınır değişiklikleri ve yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması
gibi kendi bütünlüğü ile birebir ilgili politik dalgalar doğrultusunda azınlıklar
konusuna daha aktif bir yaklaşım sergilemeye başlamıştır. Söz konusu
değişimler siyasi tarihte dönüm noktası olarak kayda geçen olaylar olmakla
birlikte, halklar nezdinde de ciddi sonuçlar doğurmuş; bazı gruplar bu yeni
ülkelerde azınlık konumuna gelmişler ve demokrasi ile medyanın gelişimine
bağlı olarak hak taleplerini daha rahat duyurma imkanı elde etmeye
başlamışlardır.
Avrupa'nın
azınlıklar
konusundaki
bu
nispeten
aktif
yaklaşımının sonuçları tartışmaya açık olsa da, insan hakları konusunun bir
yönünü oluşturan azınlık hakları AB'nin gündemine özellikle bu dönemde
girmeye başlamıştır.
117
Hakan Taşdemir, Murat SARAÇLI, “Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları
Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 8, 2007, s.28.
118
Aslıhan P. Turan, “Uluslararası Hukukta ve AB’de Azınlıklar”, Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
Nisan
2010,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=625, 23 Ocak 2012.
119
Lodzinski, a.g.m. , s. 13.
48
2.2 Avrupa’daki Azınlıkların Özellikleri
Avrupa’da pek çok farklı devlet çeşidi bulunmaktadır. Bunlar; aynı
gelenek ve kültürden gelen nüfusa sahip olan devletler, federal modelde
olduğu gibi bileşenlerinin yüksek derecede otonomi sahibi olduğu çok uluslu
devletler ve genelde de çeşitli ulusal, kültürel ve dini kökenli gruplardan
oluşan devletlerdir120.
Avrupa'da yapılan pek çok çalışmaya rağmen mevcut azınlıkların
sayısını ve türünü belirlemede zorluk yaşanmaktadır ve kesin rakamlara
ulaşılamamaktadır. Bunun çeşitli nedenleri mevcuttur. Öncelikle farklı bir etnik
kökene sahip kişiler kültürel açıdan zorunlu ya da gönüllü şekilde asimile
olabildiklerinden veya azınlık dilini konuşmanın kendilerine ekonomik bir
fayda sağlamamasından bahisle, o dili konuş(a)mamakta, çocuklarını da o
azınlık dilinde eğitim veren bir okula göndermeyi tercih etmemektedirler.
Dolayısıyla bu şahısların söz konusu azınlık nüfusu içinde sayılıp
sayılamayacağı tartışmalı hale gelmektedir. Öte yandan ülkeler etnik tabanlı
nüfus sayımı yapmadıklarından elde edilen veriler tahmine dayanmaktadır.
Bundan başka ulus-devletlerin uyguladıkları baskı ve asimilasyon politikaları
bu bireylerin azınlık kimliklerini açıklama yönündeki iradelerini zayıflatmış ya
da tarihsel etkileşimler sonucu oluşan kültürel alışverişler farklılıkların azalıp
benzerliklerin artmasına yol açmıştır121.
Avrupa'daki azınlıklara baktığımızda, bazılarının tek bir ülke içerisinde
yer alırken (Ladin, Breton, Asturyanlar gibi), bazılarının birden çok devletin
sınırları
içerisinde
yer
aldığı
(Flaman,
Bask,
Katalan, Alman
gibi)
görülmektedir. Öte yandan bir kısmı ülkenin belli bir coğrafyasında çoğunluk
yaratırken (İspanya'daki Katalanlar gibi), bazıları yoğunlaştıkları yerlerde bile
(İspanya'daki Basklar gibi) azınlık olmamaktadırlar. Siyasallaşma düzeyindeki
farklılıklar da Avrupa’daki azınlıkların başka bir özelliğini oluşturmaktadır.
Azınlık grubunun üye sayısı, devletin uyguladığı politikalar, öz bilinçleri, dış
desteğe sahip olup olmadıkları gibi etkenler azınlıkların taleplerini ve buna
120
Schumann, a.g.m. , s. 87.
Kurubaş, a.g.e. , s. 126- 127.
121
49
bağlı sorunları değiştirmektedir. Bazen azınlık talepleri ülkelerin şiddet içeren
sorunlarla karşılaşmasına neden olabilmektedir122.
Azınlıkların çeşidini tanımlamak konusunda da kavramsal kargaşalar
yaşanmaktadır. Özellikle etnik ve dilsel azınlık ayrımında bu durum söz
konusudur. Örneğin İtalya'da Katalanlar dilsel azınlık iken İspanya'da ulusal
grup olarak değerlendirilmektedirler. Etnik azınlık ile ulusal azınlık arasındaki
ayrımda da kavramsal sıkıntılar mevcuttur. Katalanlar ya da Basklar etnik
azınlık iken, Almanya'daki Danimarkalılar ya da İtalya'daki Almanlar (hukuken
öyle tanınmasalar da) teknik olarak ulusal azınlıklardır. Kavramsal sıkıntıların
bir diğeri de yerli halk ile azınlık ayrımı konusunda yaşanmaktadır.
Avrupa'daki bazı azınlık gruplarını aslında yerli halklar oluşturmaktadır. Bu
gruplar
kapalı
koruyabilmişlerdir.
toplumlar
Avrupa
değerlendirmektedir123.
Aslında
şeklinde
bu
yerli
yaşadıklarından
grupları
haklara
azınlık
kolektif
farklılıklarını
statüsünde
haklar
tanıma
konusundaki bu daha istekli hal, yerli halk taleplerinin bazı azınlıkların self
determinasyon taleplerinde olduğu gibi devletleri tehdit etmediği görüşünü
yansıttığı söylenebilir. Yerlilik bağlamında self determinasyon, çok az
durumda ayrılma ile ilgilidir124.
Bunlardan başka Avrupa'da eski ve yeni azınlıklar ayrımında da
sıkıntılı bir durum ortaya çıkmaktadır. Bazı ülkeler göçmenleri yeni azınlıklar
olarak değerlendirirken, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde bu kişiler vatandaş
bile olsa azınlık rejiminin dışında tutulmaktadırlar125. Ulusal azınlıklar ve
göçmenler arasında ayrımların yapılması, AB bünyesine net bir azınlık tanımı
yapılmasına ve ortak bir politika yürütülmesine engel olmaktadır126.
Avrupa'da da olduğu gibi, azınlıklara ilişkin sayı, tanıma uygunluk veya
çeşit gibi sorunsalların mevcut olması, aslında azınlık kavramının sosyal bir
olgu arz etmesinden kaynaklanmaktadır. Bir ülkede farklı kökene haiz birey
baskı ile karşılaştığında ya da çoğunluğa entegre olmanın ekonomik
122
Kurubaş, a.g.e. , s. 128- 129.
Kurubaş, a.g.e. , s. 127.
124
Thornberry, a.g.m. , s.21.
125
Kurubaş, a.g.e. , s. 128.
126
Turan, a.g.m.
123
50
getirisine bağlı olarak kimliğini geri plana itebilmektedir. Farklı kimliğini ifşa
etme ya da etmeme isteği ile ilgili bu durum, azınlık tanımının öznel ögesini
oluşturan azınlık bilincinin var olup olmaması ile yakından ilişkilidir.
Bahsedilenler dışında başka bir azınlık türü olan dinsel azınlık
kavramından bahsetmek gerekirse, bu kavram da laikliğin büyük oranda
bölgede yerleşmiş olması ve insan haklarının genel olarak inanç serbestisini
getirmesi neticesinde büyük oranda anlamını yitirmiştir127.
Tablo: Avrupa Birliği üyesi ülkelerde etnik/dilsel/dinsel unsurlar128
ÜLKE ADI
İTALYA
FRANSA
ALMANYA
BELÇİKA
AVUSTURYA
HOLLANDA
LÜKSEMBURG
127
ETNİK/ULUSAL
TOPLULUKLAR
(çoğunluktan farklı)
Fransız, Alman, Sloven, Arnavut,
Yunan
Alman, Slavik, Kuzey Afrikalı, Çinhintli,
Bask, Bröton, Provençal, Katalan,
Korsikalı
DİL
İtalyanca (resmi dil), Almanca,
Fransızca, Slovence
Fransızca (resmi dil), hızla kullanım
alanı daralmak üzere olan
Provençal, Brötonca, Almanca,
Korsikan dili, Katalanca, Baskça,
Flaman dili
Türk, Yunan, İtalyan, Polonyalı, Rus,
Sırp Hırvat, İspanyol
Almanca (resmi dil)
Flaman, Valon, Alman
Hollandaca(resmi dil),
Fransızca(resmi dil), Almanca (resmi
dil)
Eski Yugoslavyalı (Hırvat, Sloven, Sırp,
Boşnak), Türk, Alman, Macar
Almanca (yurt geneli resmi dil),
Türkçe, Sırpça, belli bölgelerde
resmi dil olmak üzere Hırvatça,
Slovence, Macarca
Endonezyalı, Türk, Sürinamlı, Faslı,
Karayipli
Portekizli, Fransız, İtalyan, Alman
Hollandaca (resmi dil), Friz dili
(resmi dil)
Lüksemburg dili (ulusal dil), Almanca
ve Fransızca (yönetsel diller)
DİN
%80
Hristiyan
%85- 90
Hristiyan
%68
Hristiyan
%75 ‘den
fazla
Hristiyan
%80’e
yakın
Hristiyan
%50
dolayında
Hristiyan
%90’ a
yakın
Hristiyan
Kurubaş, a.g.e. , s. 128.
Tablo bilgileri Central Intelligence Agency, The World Factbook, (Erişim)
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/, 12.07.2012 ve Kurubaş, a.g.e., s.130131’den derlenmiştir.
128
51
FİNLANDİYA
İsveçli, Rus, Estonyalı,
Roman(Çingene), Sami
Fince (resmi dil), İsveçce (resmi dil),
Sami dili, Rusça
YUNANİSTAN
Yunanistan etnisiteye dayalı veri
toplamasa da, Türk, Makedon,
Arnavut, Pomak, Ermeni, Vlah, Yahudi,
Roman(Çingene) gruplar
bulunmaktadır.
Yunanca (resmi dil), İngilizce,
Fransızca, Türkçe, Bulgarca,
Makedonca, Arnavutça, Pomakça,
Ermenice, Vlahca
DANİMARKA
İskandinav, İnuit, Farolu, Alman, Türk,
İranlı, Somalili
Danca, Faroese dili, Grönlandca
(İnuit dialekti), Almanca
Asyalı, Siyahi
İngilizce (resmi ve en yaygın
kullanılan dil), İrlandaca (resmi dil)
İRLANDA
İSPANYA
PORTEKİZ
İNGİLTERE
ÇEK CUMHURİYETİ
Akdeniz ve Kuzey Avrupalı birleşimi
En homojen nüfus (%98)
4 ulusal grup olan İngiliz, İskoç, Galli,
İrlandalı (toplamda nüfusun %90’ından
fazla) yanı sıra Siyahi, Hintli, Pakistanlı
İspanyolca (resmi ve yaygın dil),
özerk bölgelerde Katalanca, Galiçce
ve Baskça resmi diller
Portekizce (resmi), Mirandese dili
(resmi fakat yerel (kuzeydoğu
Portekiz) kullanımda)
İngilizcenin yanı sıra tanınmış
bölgesel diller olarak İskoç dili,
Galce, İrlandaca, İskoç Gaelik,
Korniş
%85’e
yakın
Hristiyan
%98
dolayında
Hristiyan
%98
Hristiyan
%90’dan
fazlası
Hristiyan
%95’e
yakın
Hristiyan
%85’den
fazla
Hristiyan
%70’den
fazlası
Hristiyan
%60’a
yakın
bağımsız,
%30’a
yakın
Hristiyan
Moravyalı, Slovak
Çekçe, Slovakça
Sırp, Hırvat, Boşnak
Slovence (resmi dil), Sırp Hırvatçası,
İtalyanca (yalnızca İtalyan ulusal
topluluklarının ikamet ettiği
belediyelerde resmi), Macarca
(yalnızca Macar ulusal
topluluklarının ikamet ettiği
belediyelerde resmi)
SLOVAKYA
Macar, Roman (Çingene), Ukraynalı
Slovakça (resmi dil), Macarca,
Roman dili, Ukrayna dili
%85’e
yakın
Hristiyan
MALTA
Maltalı (Antik Kartacalı ve
Fenikelilerden gelen güçlü İtalya ve
diğer Akdeniz unsuru taşıyan)
Maltaca (resmi dil), İngilizce (resmi
dil)
98%
Hristiyan
ROMANYA
Macar, Roman(Çingene), Ukraynalı,
Alman, Rus, Türk
Rumence (resmi dil), Macarca,
Çingene dili
%99’a
yakın
Hristiyan
SLOVENYA
%60
dolayında
Hristiyan
52
LETONYA
LİTVANYA
MACARİSTAN
ESTONYA
Rus, Belaruslu, Ukraynalı, Polonyalı,
Litvanyalı
Letonca(resmi dil), Rusça,
Litvanyaca
Polonyalı, Rus, Belaruslu
Litvanyaca (resmi dil), Rusça, Leh
dili
Roman (Çingene)
Macarca yaygın şekilde
Rus, Ukraynalı, Belaruslu, Fin
Estonca (resmi dil), Rusça
BULGARİSTAN
Türk, Roman (Çingene), Makedonyalı,
Ermeni, Tatar, Çerkez
Bulgarca (resmi dil), Türkçe,
Çingene dili
KIBRIS
CUMHURİYETİ
Türk
İSVEÇ
POLONYA
Yunanca, Türkçe, İngilizce
Fin, Sami, eski Yugoslavyalı,
Danimarkalı, Norveçli, Yunan, Türk
İsveçce (resmi dil), Sami Dili, Fince
Alman, Belaruslu, Ukraynalı
Leh dili (resmi ve yaygın)
2006
verilerine
göre
%63,7
belirsiz
%85’e
yakın
Hristiyan
%75’e
yakın
Hristiyan
2000 yılı
verilerine
göre %70
civarı
belirsiz ya
da
bağımsız
%60
dolayı
Hristiyan
%80’e
yakın
Hristiyan
%90’a
yakın
Hristiyan
%90’dan
fazla
Hristiyan
2.3 Azınlıklar Konusuna İlişkin Temel Belgeler
Farklı etnik, kültürel ve dilbilimsel arka plana sahip yaklaşık 450 milyon
AB vatandaşının farklılıklarının ve haklarının güvence altına alınması, AB’nin
insan haklarıyla ilgili müktesebatının öncelikli maddeleri arasındadır. Bu
amaçla, AB Temel Haklar Şartı çerçevesinde bölge, dil, din, inanç esaslı
ayrımcılığı yasaklayan AB; bu farklılıklara saygıyı temel politika olarak kabul
etmiştir. BM antlaşma ve sözleşmelerine ilave olarak Bölge veya Azınlık
Dilleri İçin Avrupa Şartı (1992), Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve
Sözleşme (1995) ve Temel Haklar Şartı (2000) AB’nin ‘haklar’ ile ilgili temel
başvuru kaynaklarıdır. BM, AK ve AB tarafından insan hakları bağlamında dil
53
ve azınlık haklarıyla ilgili, üzerinde mutabakata varılan ve imzalanan her
belgenin üye ülkeler için bağlayıcılığı vardır129.
AKÇT (Avrupa Kömür Çelik Topluluğu), AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve AAET(Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu), ekonomik bütünleşme
temeline dayanan antlaşmalar olduğundan haklara ilişkin bir katalog
içermemektedirler130. 1950’lerin ilk yarısında ortaya konulan ve başarısızlığa
uğrayan Avrupa Siyasî Topluluğu projesinde, temel haklar konusunda insan
haklarının ve temel özgürlüklerin korunması hakkında Avrupa Sözleşmesine
atıf yapan bir bölüm öngörülmesine karşılık, Avrupa topluluklarını kuran
antlaşmalarda temel haklarla ilgili hükümlere yer verilmemiştir131. Dolayısıyla
azınlıklar konusu da, AB'nin ekonomik entegrasyondan siyasi entegrasyona
geçişi süreci ile birlikte gündeme alınmaya başlanacaktır. Bu da 1989 sonrası
konjonktürel değişimleri takip eden yıllara rastlamaktadır.
Ekonomik bütünleşmenin sağlanmasının ardından, Avrupa Birliği’ni
kuran, üye devletler arasında yeni işbirliği alanları yaratarak, ekonomik
alandaki
bütünleşmeyi
siyasi
bütünleşme
ile
destekleyen
Maastricht
Anlaşması 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmıştır132. 1 Kasım 1993’te
yürürlüğe giren antlaşmanın resmi adı Avrupa Birliği Antlaşması’dır. Avrupa
Birliği Antlaşması, Avrupa Topluluklarını kuran antlaşmalara getirdiği
değişiklikler yanında, Topluluklar için geçerli hukuki ve kurumsal yapıdan
farklı biçimde, üye devlet hükümetleri arasındaki işbirliğinin önem taşıdığı
Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Adalet ve İçişleri Alanında İşbirliği
konularında iki yeni eylem alanı oluşturmuştur. AB Antlaşmasının özelliği, üç
129
Süer Eker, “Avrupa Birliği’nin Yeni Mottosu “Farklılıkta Birlik” ve Türkçenin “Farklılıkta Birlik”
teki Yeri”, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 49, 2009, s.37.
130
Meral Atılgan, “Avrupa Birliği, Azınlık Hakları Ve Türkiye”, Popüler Tarih, 2008, (Erişim)
http://www.populertarih.com/avrupa-birligi-azinlik-haklari-ve-turkiye/, 23 Ocak 2012.
131
Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
Avrupa
Birliği
İle
İlişkiler
Genel
Müdürlüğü,
Kasım
2001,
(Erişim)
http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf, 24 Ocak 2012.
132
Avrupa Birliği’nin Tarihçesi, T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi
Başkanlığı, (Erişim) http://www.mof.gov.tr/node/85, 24 Ocak 2012.
54
Topluluğu (AKÇT, AAET, AT) ve iki yeni eylem alanını ortak bir çatı (Avrupa
Birliği) altında toplamasıdır133.
Maastricht Anlaşması’nın eski F maddesinin 2. Fıkrası “Birlik, 4 Kasım
1950’de Roma’da imzalanan AİHS’de garanti altına alınan temel haklara ve
üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklanan temel haklara,
Topluluk hukukunun genel prensibi olarak saygılı olacaktır” derken; 1 Mayıs
1999’da yürürlüğe giren ve AB vatandaşlığına yapılan vurguyu güçlendiren
ve
yaklaşan
genişleme
sürecinde
Birliğin
kurumsal
yapısının
sağlamlaştırılmasına çalışan Amsterdam Antlaşması’nda134 ise Maastricht
Anlaşması’nın F maddesi 6. Madde olarak değiştirilmiş ve “özgürlük,
demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ile hukuk devleti”
ilkelerine vurgu yapılmıştır135.
Daha sonra, 3- 4 Haziran 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen Köln
Zirvesinin sonuç bildirgesinde, Avrupa Birliğinin geldiği aşamada Birlik
düzeyinde uygulanan temel hakların, bir Şartta toplanmak suretiyle açıklığa
kavuşturulmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Köln Zirvesinin bu direktifi
doğrultusunda sürdürülen çalışmalar, Nice’de 7 Aralık 2000 tarihinde Avrupa
Birliği Temel Haklar Şartı’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır136. Şart’ın 20.
maddesinde (kanun önünde eşitlik) herkesin kanun önünde eşit olduğu; 21.
maddesinin (ayrımcılık yapmama) ilk fıkrasında cinsiyet, ırk, renk, etnik veya
sosyal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasî veya diğer her türlü
düşünce, bir ulusal azınlığa mensubiyet, servet, doğum, sakatlık, yaş veya
cinsel eğilime dayalı her türlü ayırımcılığın yasak olduğu, 2. fıkrasında ise
Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın ve Avrupa Birliği Antlaşmasının
uygulama alanı kapsamında ve bu Antlaşmaların özel hükümlerine halel
133
Sahir Özdemir, “Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Topluluğu, Avrupa Toplulukları, Avrupa
Birliği, Roma Antlaşması, Avrupa Tek Senedi, Avrupa Birliği Antlaşması, Maastricht Antlaşması,
Amsterdam Antlaşması, Nice Antlaşması (Kavramlara İlişkin Açıklayıcı Not)”, Avrupa Birliği İle
İlişkiler Genel Müdürlüğü, Haziran 2001, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/ozdemirs/kavram.pdf,
s.3, 23 Ocak 2012.
134
Avrupa Birliği’nin Tarihçesi, T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi
Başkanlığı, (Erişim) http://www.mof.gov.tr/node/85, 24 Ocak 2012.
135
Atılgan, a.g.m.
136
Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
Avrupa
Birliği
İle
İlişkiler
Genel
Müdürlüğü,
Kasım
2001,
(Erişim)
http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf, 24 Ocak 2012.
55
gelmemek kaydıyla, milliyet esasına dayalı her türlü ayrımcılığın yasak
olduğu; 22. maddede (kültür, din ve dil çeşitliliği) de Birliğin kültür, din ve dil
çeşitliliğine saygı gösterdiği vurgulanmaktadır137.
Temel Haklar Şartı'nın 21. maddesi ulusal azınlıklardan bahseden tek
madde olup, ayrımcılığın dayandırılabileceği ondan fazla farklı unsuru
yasaklamaktadır.
Bu
maddeye
göre,
azınlık
mensupları
ayrımcılığa
uğradıklarına dair iddiaları için dil ve din gibi unsurları ya da eğer varsa daha
genel olan bir ulusal azınlığa mensubiyeti dayanak olarak kullanabilecektir.
Bu durum Romanlar138 veya içinde yaşadıkları devletçe tanınmayan ulusal
azınlıklar için önem arz edebilmektedir. Örneğin, Çerçeve Sözleşme'ye göre
Romanlar
Danimarka'da
azınlık
sayılmazken,
kendilerine
Roman
olduklarından ötürü ayrımcılık yapıldığını hissedenler, ayrımcılığa uğradıkları
iddialarını bir ulusal azınlığa mensubiyet yerine etnik ve sosyal kökenlerine
dayandırabileceklerdir. Aynı durum Fransa'da tanınmayan azınlık üyeleri
Bretonlar için de geçerli olabilecektir139.
Öte yandan Şart'ın 22. maddesine bakıldığında, bu maddenin devlet
içi ilişkilere uygulanabilir olup olmadığı sorusu karşımıza çıksa da, çeşitlilik
denirken daha çok devletlerarası boyuttan, yani üye devletlerin farklılıklarına
saygı gösterileceğinden bahsedildiği düşünülmektedir140. Ancak diğer bir
görüşe göre de, çeşitliliğe yapılan vurgu, azınlık haklarına yapılan üstü kapalı
bir göndermedir. Bu maddenin 21. maddeden sonra gelmesi, azınlıklara
137
Bkz. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, Bölüm III: Eşitlik
Romanlar (veya Çingeneler), Avrupa’daki diğer azınlıklardan farklı olarak, tarihsel bir ülkeye sahip
değildirler ve Orta Asya ve Avrupa’nın neredeyse bütün ülkelerinde yaşamışlardır. Çingenelerin
kökenleri konusundaki tartışmalar halen devam etmekle birlikte;19. yüzyılın başlarında halkbilimciler,
tarihçiler ve dilbilimciler bu konuya eğilmişler, Hint dili ile Çingenelerin konuştukları dil (Romani)
arasındaki benzerliklerin keşfedilmesiyle, günümüzde büyük ölçüde kabul gören teze göre
Çingenelerin kökeni Hindistan’a dayanmaktadır. Bkz. Doğa Aydoğan, “Yabancı Çingenelerin
Türkiye'ye Giriş, İkamet, Seyahat Özgürlükleri ile Türkiye'den Sınır Dışı Edilmeleri”, Atılım
Üniversitesi İz Dergisi, sayı 4, 01 Haziran 2007, No.4, s.42- 47. Romanlar Avrupa’daki en büyük
etnik azınlık grubu oluşturmakta olup, üye ülkelerin yaklaşık 10- 12 milyon Romana ev sahipliği
yaptığı, ancak çoğunluğunun sosyal dışlanma, ayrımcılık, ırkçılık ve fakirlikle yüz yüze olduğu
bilinmektedir. Bkz. “Creating A European Roma Policy”, Hungarian Presidency Of The Council Of
The European Union, (Erişim) http://www.eu2011.hu/developing-european-roma-policy, 24 Ocak
2012.
139
Ulrike Barten, “Minority Rights In the European Union After Lisbon”, University Association for
Contemporary European Studies, t.y. , (Erişim) http://www.uaces.org/pdf/papers/1102/barten.pdf,
s.11, 23 Ocak 2012.
140
Barten, a.g.e. , s.11.
138
56
mensup bireylere ayrımcılık yapılmaması ile çeşitlilik ilkeleri arasında belirgin
bir bağ olduğunu vurgulamakta olabilir. Ancak çeşitliliğin yasal bir haktan
ziyade bir değere tekabül etmesinin sonucu olarak, değerlere yapılan
anayasal bir gönderme sembolik önem taşısa da pratikte çok etkili
olmayabilir.
Dolayısıyla
bu
anayasal
vurgu,
bireylere
yasal
süreçte
kullanabilecekleri bir dava hakkı tanınması değil, anayasaya uymakla
sorumlu kişi ve kurumlara, yasa hazırlarken ve politika oluştururken bu
değerlere ayak uydurma sorumluluğu yüklemesi sayılabilir141.
Öte yandan, Avrupa Birliği belgeleri kapsamında azınlıklar konusunun
yer aldığı başka bir metin de yakın geçmişte yürürlüğe giren Lizbon
Antlaşması’dır. AB üyesi 27 ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından
13 Aralık 2007 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 2009’da yürürlüğe giren
Lizbon Antlaşması, Avrupa Birliği için yeni bir hukuki temel öngörmektedir.
Birlik organlarını daha şeffaf ve etkili bir duruma getirme, Birliğin aldığı
kararların demokratik meşruiyetini artırma ve temel hakların Birlik alanında
korunması konusunda iyileştirmeler sağlama, Lizbon Reform Antlaşması’nın
erişmek istediği en önemli hedeflerdir. Avrupa Birliği’nin ekonomik, kültürel ve
sosyal bütünleşme sürecine yeni bir ivme kazandırması hedeflenen Lizbon
Antlaşması,
Maastricht,
Amsterdam
ve
Avrupa
Birliği
Anayasası
Antlaşmaları’ndan farklı olarak, Avrupa Birliği için yeni bir antlaşma metni
niteliğinde olmayıp, mevcut Avrupa Birliği Antlaşması’nı (ABA) ve Avrupa
Topluluğunu Kuran Antlaşmayı (ATA) değiştiren hükümler içermektedir.
Lizbon Antlaşması bu nedenle, Avrupa Birliği Reform Antlaşması olarak da
adlandırılmaktadır142.
Lizbon Antlaşması’nın 2. maddesinde; “Birlik insanın yüceliği,
özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup
kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine
kurulmuştur. Bu değerler çoğulculuk, ayrım gözetmeme, hoşgörü, adalet,
141
Dilek Kurban, ''Avrupa Birliği'nin Anayasal Düzeninde Azınlık Hakları: Açılımlar, Fırsatlar ve
Olasılıklar'', Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları,
Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s.220.
142
Ahmet M. Güneş, “Lizbon Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği”, Gazi Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt 7, sayı 1- 2, 2008, s. 740,742.
57
dayanışma ve kadın erkek eşitliğinin hüküm sürdüğü bir toplumda tüm üye
devletler için ortaktır.” denilmektedir143. Ancak azınlık hakları konusunun
“azınlıklara mensup bireylerin hakları” şeklinde ifade edildiğinin altı
çizilmelidir. İleride değinilecek olan Kopenhag kriterlerinin siyasi kıstaslar
başlığı altında “azınlıklara saygı” koşulu bulunurken, Lizbon Antlaşması’nın 2.
maddesinde azınlıklara dahil bireylerden söz edilmesi açıkça 2. maddede
konuya kolektif değil bireysel haklar boyutunda yaklaşıldığının beyan
edilmesidir. Ayrıca, yine azınlıklara mensup kişilerin hakları insan hakları
konsepti ile ele alınmaktadır144.
Azınlık haklarına saygı konusu, aday
ülkelerin üyeliği için resmi bir kriter olmaya devam ederken, Lisbon
Antlaşması ile üyeler açısından da bu konuda yükümlülük getirilmiştir. Ancak,
Lizbon Antlaşması’nın AB’ye azınlık haklarını koruma alanında açık bir yetki
vermemesi,
bu
alanda
uygulanacak
yeni
politika
açılımlarından
bahsetmemesi ve üye devletleri azınlıklarını korumak için etkin politikalar
üretmeye zorlamaması, AB’nin azınlık hakları konusunda ne kadar
ilerleyebileceğinin sorgulanmasına sebep olmaktadır145.
Sonuç olarak, AB'nin azınlık politikasının dayanağı sayılabilecek temel
belgelere bakıldığında, azınlıklara pozitif haklar temin edilmesi yönünde üye
ülkeleri hukuken denetleyici ve yaptırım gücü sahibi etkin bir mekanizmanın
varlığından söz edilemese de, Birlik içerisinde etnik, dilsel, dinsel ve bunlar
gibi herhangi bir farklılığın kişilerin haksız uygulamalara maruz kalmasının
önüne geçilmek istendiği ve bahsi geçen belgeler ışığında üye ülkelerden bu
yönde beklentiler olduğu anlaşılmaktadır. Burada AB topraklarında yaşayan
her bireyin eşit olduğu ve farklılıkların ayrımcı politikalara dayanak yaratması
yerine kültürel zenginliğe dönüştüğü bir AB üst kimliğinin oluşturulmaya
çalışıldığı akla gelmektedir. Siyasi entegrasyonun gerçekleşebilmesinin bir
basamağı olarak, çok çeşitli kimliklerin bir arada yaşadığı Avrupa
topraklarındaki azınlıklara dair sorunların egale edilerek AB vatandaşlığı
ekseninde bir bütünlük yaratılmak istense de, azınlık hakları konusunda ulus
143
Lizbon Antlaşması için bkz. The Lisbon Treaty Website, (Erişim) http://www.lisbontreaty.org/wcm/index.php
144
Barten, a.g.m. , s. 5.
145
Turan, a.g.m.
58
devletlerin egemenlik sınırlarını ihlalden uzak, her ülkenin kendi iç politikası
ve uygulamalarına zarar vermeyecek şekilde, azınlıklara pozitif haklar
tanınması
yönünde
baskıcı
bir
tutum
yerine
demokratik,
eşitlikçi,
ayrımcılıktan uzak bir tavır ile kimlik farklılıklarının soruna dönüşmesinin
önüne geçilmeye çalışıldığı yorumlanabilir.
AB'nin üye ülkelerden insan hakları ve azınlıklar konusundaki
beklentilerini, bünyesine dahil etme yolunda olduğu ülkeler için de geçerli
kılacağı tabiidir. Hatta çoğu kez, aday ülkeler söz konusu olduğunda
azınlıklar meselesine dair daha talepkar olması ile siyasi ve akademik
platformda eleştiriye uğradığı görülmektedir.
2.4 Kopenhag Kriterleri ve Üyelik Süreci
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde Avrupa
Konseyi, Avrupa Birliği’nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini
kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan
ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de
belirtmiştir.
Bu
kriterler
siyasi,
ekonomik
ve
topluluk
mevzuatının
benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Siyasi kıstas ülkede
demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı
teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığını; ekonomik kıstas istikrarlı
piyasa ekonomisinin mevcudiyeti ve başta AB olmak üzere dış dünya
rekabetine dayanma kapasitesini; uyum kıstası da siyasi birlik ile ekonomik
ve parasal birlik de dahil olmak üzere AB’nin müktesebatına uyum
kapasitesini içermektedir146. Siyasi kıstas başlığı altında, insan haklarına
saygı ilkesinin yanına “azınlık haklarına saygı” koşulunu da özellikle ekleyen
AB, Birliğe aday olacak ülkeler açısından bu konudaki beklentisini ortaya
koymuştur.
Azınlıklar konusuna verilen önemin artması, ekonomik nitelikte bir
bütünleşme hareketi olan AB’nin siyasi bütünleşmeye doğru evrilme niyetiyle
146
Kopenhag
Kriterleri,
TBMM
İnsan
Hakları
İnceleme
Komisyonu,
http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/437-438.pdf, 23 Ocak 2012.
(Erişim)
59
doğrudan ilişkilidir. Derinleşen AB, ulusal politikaları uluslar üstü platformda
uyumlaştırmaya çalışırken, ulaştığı siyasi edinimi genişleme sürecinde
sürdürebilmek için üye adaylarına ekonomik kriterlerin yanında bu siyasi
kriterleri getirmiştir. Dönemin aday ülkelerinin büyük kısmının eski Doğu
Bloğundan olması ve buralardaki etnik problemlerin bölgesel tehdit
yaratması, AB’nin muhtemel yeni üyeleri için "azınlık haklarına saygı" ilkesini
ön koşul olarak belirlemesinde büyük etken olmuştur147.
Dolayısı ile AB, Birliğe girme talebindeki ülkelerin mevcut siyasi
potansiyellerini de göz önünde bulundurarak azınlık haklarına saygı ilkesine
vurgu yapmıştır. Nitekim, Avrupa'nın azınlık konusunda en renkli bölgesi Orta
ve Doğu Avrupa'dır. Örneğin büyük azınlıklar arasında; Romenler, Baltık
ülkelerindeki Ruslar, Romanya, Slovenya ve Slovakya'daki Macarlar,
Bulgaristan'daki Türkler, Litvanya, Letonya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki
Polonyalılar, Polonya, Romanya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti'ndeki
Almanlar, Slovenya'daki Sırp ve Hırvatlar sayılabilir148. AB genişleme
sürecinde azınlıkların korunması rolünün özellikle altını çizerek, Birliğin
gelecekteki Merkezi Avrupa topraklarında politik istikrarı korumak niyetinde
olmuştur149.
Ancak Kopenhag kriterleri çok geneldir ve bu kriterlere uyum
sağlamaya ilişkin ne yapılması konusunda aday ülkelere sınırlı derecede
rehber olmaktadır. Bazı yazarlara göre bu belirsizliğin AB’ye yorumlama ve
değerlendirmeye ilişkin büyük boşluk bırakması sonucu olarak, aday ülkeler
şartların daha detaylı belirtildiği bir duruma nazaran yeni kurumlar ve
önlemler
oluşturma
ve
benimseme
konusunda
oldukça
ileriye
gidebilmektedirler. Bu bağlamda, AB’nin azınlık politikalarına ilişkin talepleri
her zaman eşit katılıkta olmamakta veya çelişmekte iken, ülkeler içerisinde
üyelik gereklerini farklı yorumlayan taraflar arasında siyasi tartışmalar ortaya
147
Gözde Kılıç Yaşın, “AB’nin Azınlık Anlayışı”, heddam.com, 20 Eylül 2005, (Erişim)
http://www.heddam.com/Duragan/350.asp, 23 Ocak 2012.
148
Sibel Bağış, Togay Türkay, “Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Ve Anadilde Eğitim Sorunsalı”, AB
Analiz, 21 Ekim 2010, (Erişim) http://www.abanaliz.com/haberdetay.asp?ID=290, 24 Ocak 2012.
149
Peter Vermeersch, “Minority Policy In Central Europe: Exploring The Impact Of The EU’s
Enlargement Strategy”, The Global Review of Ethnopolitics, Vol. 3, no. 2, January 2004, s.7.
60
çıkmaktadır150. Adaylık sürecinde gerçekleştirilen reformlar kimi zaman
özellikle
ülkedeki
muhalif
kanatlarca
ulusal
egemenlik
kaygılarıyla
eleştirilmekte olup, reform taleplerinin azınlıklar gibi hassas bir konu üzerine
olduğu durumlarda da belli grupların çıkarlarının bilinçli olarak gözetilerek
bunların
dayatıldığı
fikrini
savunanlar
ortaya
çıkabilmektedir.
Ancak
Kopenhag kriterlerini sağlama yönündeki devlet içi düzenlemeler, insan
hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların bu ülkelerde
yerleşmesi açısından kuşkusuz önemlidir.
Kopenhag kriterlerinin bu genel hali, AB'nin kendi politik çıkar ve
beklentileri ölçüsünde aday ülkelerdeki azınlık sorunlarına ilişkin yorum
farklılıklarının oluşmasına da yol açabilmektedir. Örneğin Macaristan,
Bulgaristan, Romanya ve Slovakya’nın ilk ilerleme raporlarında, bu ülkelerde
sayıca daha büyük azınlık gruplar bulunmasına rağmen, üzerinde yorum
yapılan tek azınlık konusu Romanlar olmuştur. Azınlıklar konusundaki bu
hiyerarşi, AB’nin en güçlü komşusu ve enerji tedarikçisi konumundaki Rusya
ile iyi ilişkiler sürdürme ve göçe ilişkin kendi hafif güvenlik meselesi
konusundaki çıkarlarını yansıtmaktadır. Belli bir toprağa bağlı ve politik
anlamda seferber olmuş bir azınlık yerine, belli bir toprağa bağlı olmayan,
dağınık ve tecrit durumdaki halleri ile Romanlar, üzerinde odaklanılacak
siyaseten daha az duyarlı bir grup arz etmiştir151.
Bu bağlamda, katılım süreci azınlıkların korunması meselesine ilişkin
farkındalığı
oldukça
artırsa
da,
Avrupa
kurumlarının
farklı
rol
ve
gündemlerinin oluşu, Avrupa ülkelerinin kendi içinde ve bunlar arasında
azınlıkları tanımlama konusunda farklı anlayışlar bulunması ve devamlı
değişen politik havalar uzun dönem ve etkin bir azınlık stratejisi yaratma
olasılığını uzak ve bazı azınlıkların çıkarlarına da isteksiz yaklaşılmasına yol
açmaktadır152.
150
Vermeersch, a.g.m., s.8.
Gwendolyn Sasse, “EU Conditionality And Minority Rights: Translating The Copenhagen Criterion
Into Policy”, EUI Working Papers, European University Institute, Robert Schuman Centre For
Advanced Studies European Forum Series, RSCAS No: 2005/16, s.7.
152
“The EU And Minority Policy - Does Enlargement Signal The End Of Influence?”,
euroactiv.com,
ilk yayın
7 Nisan 2003, güncelleme 29 Ocak 2010 (Erişim)
151
61
AB'nin azınlıklar meselesine ilişkin aday ülkelere yönelik tutumu ile hali
hazırda üye olan ülkelere karşı tavrının aynı olmaması zaman zaman
eleştirilmekte ve belirli bir azınlık politikasının aslında var olmadığı izleniminin
doğmasına yol açmaktadır.
AB birincil ve ikincil hukuku sisteminde azınlıklara pozitif haklar
tanınması
konusunda
bağlayıcı
nitelikte
bir
hukuki
düzenlemeye
gidilmemiştir. Avrupa Parlamentosu (AP), AB Komisyonu ve AB Konseyi’nin
de bu alanda AB antlaşmaları ile belirlenen herhangi bir yetkileri
bulunmadığından azınlıklara pozitif haklar tanıyan tüzük ve yönerge gibi
hukuken bağlayıcı olan uygulamalara gitmedikleri görülmektedir.
AB’nin
azınlık haklarını iç hukukuna dâhil etmeme yönündeki tutumu, üye ülkelerin
azınlıkların korunması konusunda farklı uluslararası yükümlülük altında
olmaları
nedeniyle
farklı
azınlık
uygulamalarına
sahip
olmalarından
kaynaklanmaktadır. Ancak, AB adayı Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri ile
Türkiye’ye yönelik olarak son derece aktif bir azınlık hakları ve azınlıkların
korunması politikası izlemiş AB kurumlarının, konu AB’nin kendi azınlıklarına
gelince sessiz kalmaları, “çifte standart” olduğu yönünde eleştirilere neden
olarak, AB’nin bu konudaki güvenirliliğine zarar vermektedir153. Maastricht
Antlaşması AB üyesi ülkeler için bağlayıcı iken, Kopenhag Kriterlerinin
sadece yeni üye olacaklar için zorunlu kılınması ile beraber, azınlık haklarına
saygı konusunu aday ülkeler için gündemde tutan AB, bunun üye ülkeler için
geçerli ve bağlayıcı olmamasını sağlamış; böylece azınlıklar ve azınlık
haklarını üçüncü ülkeler ile sürdürülecek dış ilişkiler çerçevesinde dikkate
alarak bu konudaki Birlik içi ulusal politikalara şekil vermekten kaçınmıştır154.
Bu bağlamda, AB'nin üye ülkelerdeki azınlıklar meselesine müdahaleci
olmayan bir yaklaşım sergilemesi, konunun bu ülkelerin kendi pratiklerine
http://www.euractiv.com/enlargement/eu-minority-policy-enlargement-signal-influence/article110088, 24 Ocak 2012.
153
Hakan Tunç, “Türkiye-AB İlişkileri Çerçevesinde Azınlık Hakları Ve Azınlıkların Korunması”,
Moda Düşünce Akademisi, t.y. (Erişim)
http://www.modadusunce.com/page/altsayfalar/azinlikhaklari.html, 24 Ocak 2012.
154
Yaşın, a.g.m.
62
terk edilmesine ve azınlıkların yarattığı tehdit algılamaları çerçevesinde
bireysel politikalar üretmelerine sebebiyet verebilmektedir.
AB
üyeleri
arasında
uyumlu
bir
azınlık
politikası
izlenildiğini
söylenmesi oldukça zordur. Azınlık haklarına itina ile yaklaşan üyelerin
yanında, azınlıkları eritme politikaları izleyen üyeler de mevcuttur. Slovakya,
Macar azınlığa karşı; Yunanistan, Batı Trakya’daki Türk azınlığa karşı;
Fransa da topraklarında yaşayan azınlıklara karşı eritmeci politikalar
yürütürken; çoğulcu, entegrasyonist politikalar izleyen AB üyeleri de
mevcuttur. Örneğin İspanya anayasası, özerk toplulukların dil haklarını
tanımış, hatta bu dilleri kültürel miras kapsamında anayasa koruyuculuğu
altına almıştır. Belçika, dört farklı dil bölgesine bölünmüşken, İtalya’da da
dilsel azınlıklar özel yasalarla koruma altındadırlar. İsveç, Macaristan ve Çek
hükümetleri de azınlıkların korunmasına önem vermektedir. Her ne kadar
Avrupa Birliği üyeleri arasında tek ve ortak bir azınlık hakları politikası
üretilmemiş olsa da, üye devletlerin evrensel ve Avrupa merkezli örgütlerin
azınlıklar üzerine kabul ettikleri prensipleri iç hukuklarında kabul etmeleri ve
uyumlu düzenlemeler yapmaları beklenmektedir155.
2.4.1 AB Üyeliği ve Merkezi Doğu Avrupa'nın Azınlık Haklarına
Yaklaşımı
Avrupa Birliği’nin Merkezi Doğu Avrupa ülkelerini kapsama yönlü
genişlemesindeki azınlık meselelerine ilişkin kaygılarının bu ülkelerdeki etnik
problemlerin bölgesel tehdit yaratma ihtimali ile ilgisinden bahsedilmişti.
Özellikle Merkezi Doğu Avrupa’daki etnik sorunları diğer bölgelerden
ayıran karakteristik, kıtanın bu bölümünde bir devletin topraklarına yakın
zamanda yerleşmiş gruplardan ziyade, devletlerin oluşmasından önce
meydana gelmiş yerli etnik toplulukların varlığının söz konusu olmasıdır156.
155
Turan, a.g.m.
Istvan Ijgyarto, “Codification Of Minority Rights”, Minorities: The New Europe's Old Issue, ed.
Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute For Eastwest Studies, 1993, s.273.
156
63
Will Kymlicka157 azınlık milliyetçiliğini evrensel bir fenomen olarak
tanımlarken, Batı ve Doğu Avrupa’da devletin azınlık taleplerine yaklaşım
şekline dair önemli bir ayrım yapar. Buna göre ulusal azınlık talepleri Batı
Avrupa’da adalet ve eşitlik arayışı olarak karşılanırken, Doğu ve Orta
Avrupa’da ulusal güvenliğe tehdit olarak değerlendirilmektedir. Batı hem
çoğunluk hem de azınlık için adil olabilecek bir uzlaşma noktası aramaya
çalışırken, Doğu’da amaç azınlıkların devletin varlık ve toprak bütünlüğüne
karşı bir tehdit oluşturmasına engel olmaktır. Buna paralel olarak Batı'da
azınlıklar için özerk yönetime daha ılımlı bakılırken, Doğu ve Orta Avrupa
devletleri azınlıklara tanınacak özerk yönetimin devlete karşı bir tehdit
oluşturduğuna inanmaktadır. Doğu Avrupa’da bu yaklaşımın ana sebebi,
azınlıkların komşu ülkelerle işbirliği yaptıkları (Bosna’daki Sırpların Sırbistan
ile veya Kosova’daki Arnavutların Arnavutluk ile) yolundaki şüphedir. Özerklik,
azınlık dilinde yüksek öğrenim, kolektif haklar veya resmi dil statüleri
bağlamındaki her türlü talep, Doğu’da güvenlik söylemlerini ön plana
çıkarırken, Batı'da azınlık talepleri Kuzey İrlanda’da ya da Bask bölgesindeki
gibi terörizmle ilişik olduğu takdirde güvenlik kapsamında değerlendirilirler158.
Başka bir deyişle, Batı Avrupa'da azınlık güvencelerini ayrımcılığın önlenmesi
ve demokrasinin bir gereği olarak algılama ve farklılıkları kültürel zenginlik
şeklinde addetme yönlü eğilim, Doğu'daki güvenlik ve egemenlik kaygıları ile
çelişmektedir. Bu tavır farklılıkları, ilgili bölgelerde yaşayan azınlıkların kimlik
bilincinin yarattığı tehdit söylemleri ile paraleldir.
Söz konusu durum özellikle Doğu Avrupa'nın AB'ye giriş sürecinde
milli politika ve kaygılar ile Birliğe giriş isteğinin çatıştığı alan yaratmıştır.
Çünkü Doğu Avrupa devletlerinin birbiriyle çelişen iki önemli amaçları öne
çıkmıştır. Birincisi, AB’ye katılım sayesinde üyeliğin getirdiği ekonomi ve
157
Kingston/Kanada'daki Queen's University Felsefe Bölümü Politik Felsefe Kanada Araştırma
Başkanı. Araştırmaları demokrasi ve farklılıklar ile özellikle çok kültürlü toplumlarda vatandaşlık
modelleri
ve
sosyal adalet
üzerinedir. Ayrıntılı
bilgi
için
bkz.
web
sitesi
http://post.queensu.ca/~kymlicka/
158
Ayhan Kaya, “Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecinde Yurttaşlık, Çokkültürcülük ve Azınlık
Tartışmaları: Birarada Yaşamanın Siyaseti”, Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB
Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları,
2005, s.49- 50.
64
güvenlik avantajlarından yararlanmak; ikincisi ise kültürlerini koruyabilmek
olmuştur. Devletin egemen dilinin, kültürünün ve toplumunun uzun süreli
varlığını garanti altına almak için bunları koruyacak yasalar çıkarmak
gerekmektedir. Fakat doğası gereği, bir kültürü koruyan kanunlar diğerini
dezavantajlı konuma getirmektedir. AB, katılım için bu kanunların egale
edilmesini önemli kılmıştır. Dolayısıyla, yukarıda bahsedilen amaçlardan
birine
ulaşmak
için
diğerinden
vazgeçmek
gerekmektedir159.
AB,
Avrupalılaşma sürecinde devletin yönetim tekelini sınırlandırıp ulus altı
otoritelerin etkin katılımını teşvik ederek devlet içindeki yönetimde kayda
değer değişikliklere yol açmak; özellikle ulus üstü, ulusal ve ulus altı yönetim
düzeyleri
arasında
işbirliği
çerçevesi
hazırlanıp
fazla
merkezileşmiş
devletlerde ulus altı politikaları güçlendirmek ve böylelikle bölgesel gelişmeyi
teşvik etmek niyetindedir160.
Teoride, AB AK’den ve AGİT’den azınlıklar konusunda daha güçlüdür.
Diğer devletlerin politikalarını etkileme konusunda politik kapasitesi ile
finansal kaynakları vardır ve hükümet girişimlerine meydan okunması veya
bir girişim olmayışının protesto edilmesi adına vatandaşlara yardım
sağlayabilmiş161; sivil toplumu destekleyerek aday ülkelerde ulusal politikaları
dolaylı olarak etkileyebilmiştir. AB’nin Phare (Poland and Hungary Assistance
For The Restructuring Of The Economy) Programı buna örnektir. En başta
genç Polonya ve Macaristan demokrasilerine ekonomik destek sağlamak
adına uluslararası çabalar şeklinde tanımlanan Phare terimi, AB’nin Orta ve
Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe katılımı için temel finansal enstrümanı
olmuştur. Avrupa Komisyonu’nun spesifik bir programı olarak 1989 tarihli
düzenleme ile başlatılmış olup, bu ülkelere teknik, ekonomik ve altyapıya dair
uzmanlık ve asistanlık hizmetlerinin iletilmesine finansman sağlamıştır. Amaç
159
Michael Johns, “A Fair Price Of Admission?: Minority Policies In And Out Of The EU”,
University of Pittsburgh Archieve Of European Integration, Nashville, TN, 2003 (Erişim)
http://aei.pitt.edu/6507/1/000457_1.pdf, 24 Ocak 2012, s.3.
160
Fulya Memişoğlu, “The European Union's Minority Rights Policy And Its Impact On The
Development Of Minority Rights Protection In Greece”, The London School Of Economics And
Political
Science,
European
Institute,
2007,
(Erişim)
http://www2.lse.ac.uk/europeanInstitute/research/hellenicObservatory/pdf/3rd_Symposium/PAPERS/
MEMISOGLOU_FULYA.pdf, 24 Ocak 2012, s. 20.
161
Vermeersch , a.g.m. , s. 8.
65
bu ülkelerin serbest girişim ve özel teşebbüse dayalı pazar ekonomisine
geçmelerini
sağlamak
olmuştur162.
Bu
program
ile
finansal
olarak
desteklenen hükümet dışı örgütler, azınlık gruplara sosyal, kültürel, yasal ve
eğitim ile ilgili destek sağlayarak kamu farkındalığını artırarak, hükümetlerin
azınlık haklarına dair tavırlarını bağımsızca gözlemlemiş ve eleştirmişlerdir.
Bazı azınlıklar için ulusal reformların gerçekleştirilmesi için uluslararası
örgütlerde lobi çalışmaları yaparak kendi hükümetlerine baskı yapılmasını
sağlamak, ülke içinde kendi hükümetlerine direkt baskı yapmaktan daha etkin
bir yol olabilmektedir163. Dolayısı ile AB, merkezi otoritenin güçlü kılınmaya
çalışıldığı ulus devletlerde azınlık söylemlerine ayna tutarak toplumun her
kesiminin ulus içinde veya ulus üstü düzeyde karar alma sürecine katılmasını
dolaylı olarak da olsa sağlamaya çalışmaktadır. Bölgesel düzeyde etkinlik
yaratarak otoritenin merkezden yerel birimlere kaymasının bu anlamda teşvik
edildiği söylenebilir.
Bu bağlamda, AB'de bölgecilik denen kavram, üye devletler içindeki
bölgesel birim ya da grupların kendi çıkarlarını merkezi devlet organlarından
daha farklı biçimde tanımlamaları ve buna bağlı olarak AB düzeyinde öne
sürdükleri istemler olarak belirlenir. Burada doğrudan AB'yi ilgilendiren temel
istem kuşkusuz, merkezi devlet organları dışında bölgelerin de AB'nin
kurumsal yapısında ve özellikle karar alma sürecinde yer almasıdır164.
Avrupalılaşma sürecinin AB üyesi ve aday ülkelerde yaşayan azınlık gruplar
üzerinde, özellikle sosyo-ekonomik şartların gelişmesi, yerel ve bölgesel
yönetimlere politik katılımın desteklenerek siyasetin bölgeselleştirilmesi ile
kültürel ve sosyal hakların teşvik edilmesi yönüyle önemli etkileri bulunmakla
beraber, AB’nin adaylık aşamasında etkin izleme mekanizmasının varlığı,
azınlık hakları konusunda aday ülkeler üzerinde daha güçlü bir kurumsal
162
European Parliament, Briefing No 33: The PHARE Programme And The Enlargement Of The
European Union, (Erişim) http://www.europarl.europa.eu/enlargement/briefings/33a1_en.htm, 24
Ocak 2012.
163
Melanie H. Ram, “Democratization Through European Integration: The Case Of Minority Rights
In The Czech Republic And Romania”, Studies in Comparative International Development, Vol.
38, No. 2, 2003, s.39.
164
Bertil Emrah Oder, ''Avrupa Birliği'nin Bölgesel Politikaları Ve Vatandaşlık'', Türkiye'de
Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya
ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s.205.
66
baskı yaratırken, üye ülkeler tabii ki bu konudaki kurumsal baskıyı büyük
ölçüde kontrol edebilmektedirler165.
Ancak, AB üyelik sürecinde devletlerin kendi istekleri dahilinde veya
baskılar
sonucu
gerçekleştirdikleri
reformlar
aslında
bu
ülkelerin
demokratikleşmesi, toplum içi sosyo-kültürel şartların iyileştirilmesi ve insan
haklarının gelişmesi yönünde yapıcı bir rol oynamıştır. AB üyeliğinin sunduğu
göreceli avantajlar hükümet politikalarının şekillenmesinde itici güç olurken,
milliyetçi söylemli ulus devletler yerine AB şemsiyesi altında birleşmiş, birbiri
ile benzeşen ve Avrupalılık bilincinin yerleştiği bir bölgesel güç yaratılmak
istendiği akla gelmektedir. Böyle bir birliği sağlamak için hükümetler
düzeyindeki birtakım anlaşmalarla belirlenen ekonomik, siyasi veya askeri
ortak hareket alanı kadar, insan faktörünün önemi de açıktır. AB topraklarında
birçok farklı kimliğin barınması ve akraba devlet-ev sahibi devlet ilişkilerinin
AB tarihinin bir parçası olarak son yirmi yıldır siyasi gündem oluşturması
nedeniyle etnisiteye dayalı sorunların egale edilmesi bölgesel güvenlik ve
istikrar açısından önemlidir.
2.5 AB Dil Politikası
Farklı etnik grupların bu farklılıklarını en iyi ifade ettikleri yönleri çoğu
zaman
konuştukları
dil
olduğu
söylenebilir.
Bir
azınlık
kimliğinin
sürdürülebilmesi için dil öğesinin korunması kuşkusuz önemlidir. Buna bağlı
olarak, azınlıkların yaşadıkları ülkelerde kendi dillerini kamusal ve özel
alanda serbestçe kullanabilmek için devletten bir takım haklar talep ettikleri
tabiidir. Bu noktada, azınlıkların dilsel haklarına yönelik yaklaşımı AB’nin
azınlık politikasının önemli bir ayağını oluşturmaktadır.
AB dilleri beş gruba ayırmak suretiyle sınıflandırmaktadır. Bunlar; üye
devletlerin resmi(milli/devlet) dili; AB'nin yazılı antlaşmalarda, uluslararası
kongrelerde
ve
uluslararası
kuruluşların
çalışmalarını
sürdürmekte
kullanacağı diller (kongre dilleri); üye devletlerin resmi dili olmayan ama bu
165
Memişoğlu, a.g.m., s.19.
67
devletlerin vatandaşları tarafından nesillerden beri bir bölgede kullanılan diller
(azınlık dili/bölgesel dil); üye devletlere üçüncü dünya ülkelerinden çalışmak
için gelenlerin ana dili veya geldikleri ülkenin resmi dili ve son olarak da
okullarda veya yüksek öğrenim kurumlarında öğretilen yabancı diller olarak
kategorilendirilebilmektedir166.
23 adet resmi ve 60’tan fazla bölgesel dil ile azınlık dilinin (ki
bunlardan bazıları mahalli olarak resmi statüye sahiptir) var olduğu çok dilli
Avrupa
kıtasına
yeni
ülkeler
katıldıkça
bunların
sayısının
artacağı
beklenmekte ve göçmen topluluklarının katılımıyla konuşulan dillere yenileri
eklenmektedir. AB dil politikaları, hem kültürel kimlik ve sosyal entegrasyona
dair sebepler, hem de çok dilli vatandaşların eğitsel, mesleki ve ekonomik
fırsatlardan daha iyi yararlanma konumunda olmasına bağlı olarak dilsel
çeşitliliği korumaya ve dil öğrenimini desteklemeye yönelik hedefler
içermektedir167.
AB çok dilli bir Avrupa yaratmak adına dil öğrenimine önem vermekte
ve azınlık gruplarınki dahil olmak üzere farklı dillerin yaşatılmasına dair çeşitli
çalışmalar sürdürmektedir. Bu çerçevede oluşturduğu programlar ve bunların
kapsam ve amaçlarına bakılacak olursa, AB'nin azınlıkların kültürel hakları
çerçevesinde dil konusunu verdiği ayrıcalıklı önem ortaya çıkmaktadır.
2.5.1 Euromosaic
Bölgesel diller ve azınlık dillerini desteklemek adına alınacak
kararların, onların mevcut durumlarını ve karşılaştıkları zorlukları tam
anlamıyla anlamak temeline dayanması gerektiğinden yola çıkan Avrupa
Komisyonu, ‘Euromosaic’ isimli Avrupa Birliği’ndeki azınlık dil gruplarını
ilgilendiren geniş bir çalışma başlatmıştır. 1992 yılına uzanan bu çalışma,
Komisyonun bölgesel ve azınlık dillerinin kullanım sahasını genişletme
potansiyelini ve bu bağlamda karşılaştıkları engelleri araştırmaya karar
166
Savaş Çoban, Küreselleşme Ulus-Devlet: Azınlıklar Ve Dil, Su Yayınları, 2005, s.59.
EU
Languages
And
Language
Policy,
European
Commission
http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/index_en.htm, 24 Ocak 2012.
167
(Erişim)
68
vermesine dayanmaktadır. Çalışma bir dilin uzun vadede kullanılması ve
kullanımının yaygınlaşması için gereken şartları yaratan sosyal ve kurumsal
değişkenleri belirlemiş ve bu süreci etkileyen başlıca değişkenlerin dilin
kullanıldığı kurumsal ve hukuki çerçeve ile aile, eğitim ve toplum olduğu
ortaya çıkmıştır. Dilin prestijli olması ya da sosyal hareketlilik ile kültürel
üretimdeki değeri itici güçler olarak belirlenmiştir. Öte yandan çalışma, farklı
dillerin durumlarını bu çerçevede inceleme görevini üstlenmiş ve bölgesel ve
azınlık dillerinin durum ve şartlarını değerlendiren 50’den fazla rapor
derlemiştir168.
2.5.2 ADUM
Azınlık dillerini destekleyen projelerin finanse edilmesi ile ilgili Avrupa
Birliği
programlarına
tasarılaştırılmasına
içermektedir
169
enformasyon
yardımcı
olmak
sunan
üzere
bir
proje
interaktif
olup,
bir
önerilerin
iletişim
ağı
.
2.5.3 CRAMLAMP, Network of European Language Planning
Boards, NPLD
Diğer yakın zamanlı projelerden CRAMLAP (Celtic, Regional and
Minority Languages Abroad Project-Kelt, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Yurtdışı
Projesi) Avrupa’da Kelt dilleri ile diğer bölgesel ve azınlık dillerinin yüksek
eğitimdeki durumununu inceleme ve değerlendirmeyi üstlenmiştir. Bunlardan
başka azınlık dilleri planlama kurulları arasında işbirliğini desteklemek üzere
kurulmuş Network of European Language Planning Boards (Avrupa Dil
Planlama Kurulları Ağı) ve Avrupa’daki dilsel çeşitliliğe öncülük etmek üzere
bölgesel, azınlık, yöresel, sınır ötesi ve daha küçük ulusal dilleri kapsayan
168
Euromosaic Study, European Commission (Erişim) http://ec.europa.eu/languages/languages-ofeurope/euromosaic-study_en.htm, 24 Ocak 2012.
169
ADUM, (Erişim) http://www.adum.info/adum/index.html, 24 Ocak 2012.
69
Avrupa bütününde bir ağ olan NPLD (Network to Promote Linguistic
Diversity- Dilsel Çeşitliliği Destekleme Ağı) bulunmaktadır170.
AB kurumsal olarak çok dilliliği desteklese de, üye devletlerin azınlık
dillerinin kullanımı konusuna yaklaşımı ulusal politikaları gereği daha esnek
veya katı olabilmektedir. Bununla ilgili olarak iki AB üyesi ülke İspanya ve
Fransa örneğine bakıldığında, İspanya'nın resmi dil-azınlık dili kavramlarına
daha ılımlı yaklaştığı görülürken, Fransa'nın bu konuda milliyetçi yanının ön
plana çıktığı söylenebilir.
2.5.4 İspanya ve Dil
İspanya, azınlıkların en çeşitli olduğu Avrupa ülkesidir. Bünyesinde
hem etnik azınlık hem otokton azınlık hem de göçmen barındırmaktadır. 1976
Anayasasıyla bu azınlık grupların hepsi tanınmıştır. Ancak anadilde eğitim
hakkına sadece otokton azınlık grupları sahiptir. Eğitim dili İspanyolcanın
yanı sıra Baskça, Katalanca ve Galiçcedir. Ancak bu dillerin eğitim dili olarak
kullanılmasına sadece bu azınlık grupların yoğun olarak yaşadığı ve merkezi
İspanya hükümeti tarafından tanınmış bölgelerde izin verilmektedir. Otokton
azınlıkların
ana
sınırlandırılmıştır
171
dilde
eğitim
hakkı
ülke
genelinde
anayasa
ile
.
İspanya’da İspanyolca, Baskça, Katalanca ve Galiçce olmak üzere 4
resmi dil vardır172. Öte yandan, Katalonya ve Balear özerk bölgelerinde Katalanca, Galicia’da Galiçce ve Bask ülkesinde Euskera ikinci resmi dil olarak
kullanılmaktadır173.
Yaklaşık 40 milyon nüfuslu İspanya'nın Anayasası ''İspanya'nın çeşitli
dillerinin zenginliği özel koruma ve saygı gerektiren bir kültür mirasıdır''
170
Regional
And
Minority
Languages,
European
Commission,
(Erişim)
http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/regional-and-minority-languages_en.htm, 24 Ocak
2012.
171
Bağış, Türkay, a.g.m.
172
Fatma Gül Çökmez, “Bask Bölgesi: Etnik Milliyetçiliğin Tarihsel Gelişimi Ve İspanya’daki Devlet
Politikalarının Etkisi”, Ege Akademik Bakış, sayı 1, 2008, s. 361.
173
Aziz Aydın, “AB Ülkeleri, ABD ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Azınlıklarla İlgili
Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi, Kasım 2011, s.16.
70
demektedir. Birden fazla resmi dil kullanılan özerk bölgelerde vatandaşlar
resmi kurumlarla olan ilişkilerinde iki dilden birini kullanabilmektedirler.
Sayıları onyediyi bulan özerk toplulukların, yerel meclislerince hazırlanmış
ve o toplulukların anayasası sayılabilecek nitelikte ayrı özerklik statüleri
vardır ve bu statülere göre özerk yönetimler çeşitli alanlarda; yerel
yönetim(parlamento,
hükümet,
idare,
eğitim),
çevre,
ulaşım,
tarım,
ormancılık, ekonomi, sağlık, sosyal yardım, turizm, eğlence, polis, kültür, dil
öğretimi ve kullanımı yetkisi sahibidirler.174.
2.5.5 Fransa ve Dil
59 milyon nüfuslu Fransa’da; Breton, Alsaslı, Korsikalı, Bask, Roman,
Katalan, Hollandalı, Oksitan, Lüksemburglu, Creole ve Mağripli olarak pek
çok farklı etnik grup bulunmasına rağmen Fransa resmi olarak hiçbir grubu
azınlık olarak tanımamaktadır. Fransa tüm vatandaşlarını Fransız olarak
kabul etmekte olup ülkedeki resmi ve zorunlu dil Fransızcadır ve azınlık dilleri
de “mahalli şive” olarak görülmektedir175. Anayasanın 2. maddesine göre
Fransızca 1992 yılından bu yana tek resmi dildir176. Fransa, Bölgesel ve
Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı imzalamakla birlikte onaylamadığından
yürürlüğe de koymamış; Sözleşmeyi imzalarken getirdiği yorumla amacının
azınlıkları tanımak ve korumak olmadığını ve ülkenin bölünmez bütünlüğünü,
yasa önünde eşitliği ve Fransız halkının tekliğinin üstün olduğunu açıkça
beyan etmiştir177.
1992'ye kadar Fransa'da dil konusunda anayasal bir düzenleme
olmayıp, Fransızcanın resmi dil olması “de facto” ve olgularda kalmıştır.
Bölgesel dillerin eğitim kurumlarında öğretilmesine karşılık 25 Haziran 1992
174
Çoban, a.g.e. , s. 118.
Ayşim Parlakyıldız, “AB’de Azınlık Statüsü ve Fransa’nın Tutumu”, Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
4
Aralık
2010,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=899, 24 Ocak 2012.
176
Kadir Canatan, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil Eğitiminin Konumu:
İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri, Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3
Summer 2007, s. 165.
177
Parlakyıldız, a.g.m.
175
71
tarihli anayasa değişikliği ile Anayasanın 2.maddesine “Cumhuriyetin Dili
Fransızcadır” ibaresi eklenmiştir. 2002 yılına gelindiğinde ise bu maddeye
“Bölgesel diller Fransa'nın ortak mirasıdır” ifadesinin eklenmesine yönelik
teklif metni Ulusal Meclis tarafından Fransız dilinin üstünlüğüne yönelik saygı
konusundaki çekinceler nedeniyle reddedildikten sonra, ilgili hüküm 23
Temmuz 2008 tarihinde yerel hükümleri düzenleyen 75. maddeye eklenmiştir.
Böylelikle bölgesel dillere dair tartışmaların “Fransız Ulusu” içerisinde
kalınarak yapılması gerektiğine işaret edilmiştir. Fransızca, Fransa'da
yaşayan tüm grupların dilidir. Diğer bir ifade ile Fransa'da azınlık yoktur ve
bütün bireyler etnik köken ya da kolektif kimlik ayrımı yapılmaksızın
Fransız’dır. Ancak 75. maddenin gereği olarak Fransa'da bölgesel dillerin ilk
ve ortaöğretimde ayrı bir ders olarak okutulması, bu dillerde yayın yapan
radyo ve televizyon kanallarının mali açıdan devletçe desteklenmesi,
mahkemeler dahil kamu hizmetlerinde çeşitli düzeylerde bu dillerin
kullanılması mümkün kılınmıştır178. Ancak yine de, 2000’li yıllardaki Fransa
azınlıklar politikası, bütünleşmeden daha ileriye giden ve daha çok uyum
(adaptasyon) olarak nitelenen yeni bir ifadeye kavuşmuş; yeni gelen
göçmenlere
“bütünleşme
(entegrasyon)
sözleşmeleri”
yoluyla
yoğun
Fransızca dil kursları verilerek eğitime yönlendirme yapılırken, yerleşik
göçmen ve azınlıkların da Fransa’da geçerli olan ortak değer ve normlara
uymaları vurgulanmıştır179. Fransa etnik grup ve azınlık kavramlarını
kullanmaktan kaçınmakla birlikte, ülkedeki dil ve kültür farklılıklarının,
uluslararası
belgelerde
öngörülen
standartları
karşılayacak
biçimde
korunması ve geliştirilmesine olanak tanınmasına yönelik reformlar daha çok
bölge
yönetimlerini
güçlendirerek
katı merkeziyetçilikten
uzaklaştırma
stratejisine dayanmaktadır180.
Ülkelerin iç uygulamaları farklılıklar gösterse de, AB'nin azınlık
haklarına yaklaşımının kültürel boyutu ayağında dilin özel bir yeri vardır.
178
Engin Selçuk, “Türkiye’nin Dil Sorunu-II: Fransa Örneği”, Türk Asya Stratejik Araştırmalar
Merkezi, 28 Aralık 2010, (Erişim) http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/59/turkiyenin_dilsorunu_-_ii,
24 Ocak 2012.
179
Canatan, a.g.m.,s.168.
180
Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 153154.
72
İleride değinilecek AB'nin Türkiye'ye dair İlerleme Raporlarında, azınlıkların
ana dil eğitim ve öğretimi, sosyal ve kültürel hayat ile kamu hizmetlerinden
yararlanma aşamasında azınlık dillerinin kullanım serbestisine ilişkin
yetersizlikler ve bu konuya dair düzenlemeler yapılması yönündeki beklentiler
ön plana çıkmaktadır. Zaten AB belgeleri bağlamında azınlıklar daha ziyade
kültürel ve dilsel boyutta ele alınmaktadır. Burada vurgulanması gereken en
önemli nokta AB’nin bir kurum olarak yerli azınlıklara yönelik geliştirdiği
projelerin dil ve kültür boyutunda olduğudur. Diğer bir deyişle azınlık
meselesini
siyasal
bir
boyutta
ela
almış
olan
bir
AB
Kurumu
bulunmamaktadır181. Ancak dil, iletişimle ilgili işlevlerinin yanı sıra, siyasal ve
toplumsal simge olarak bir grubun varlığının ve kültürünün en önemli ifade
aracıdır. Bir azınlık dilinin resmen tanınması, azınlığın eğitim ve kültür
haklarını da beraberinde getirmektedir182. AB içinde azınlık haklarına ilişkin
düzenlemelerin uygulanmasında, üye devletlere tanınan geniş takdir yetkisi
hatırlanacak olursa, üyelik sürecindeki Türkiye'nin ileride ayrıntısıyla
değinilecek olan, resmen azınlık olarak kabul ettiği Müslüman olmayan
gruplar dışındaki etnik, dinsel veya dilsel toplulukları da resmi azınlık tanımı
içine alması beklenmese dahi, Katılım Ortaklığı Belgesi ve İlerleme
Raporlarında, AB Türkiye'den, Gayrimüslim azınlık toplulukları dışındaki
gruplar için de, en azından kültürel haklar çerçevesinde birtakım hakların
garanti edilmesini beklemektedir183.
181
Tunç, a.g.m.
Eker, a.g.m., s.41.
183
Şule Gökçenay, “Lozan Antlaşması’ndan Avrupa Birliği Sürecine Türkiye’de Azınlık Hakları”,
Stratejik Öngörü, S. 3 (Sonbahar 2004), s. 152.
182
III.BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRİŞİ SÜRECİNDE
AZINLIKLAR KONUSU
3.1 Lozan Antlaşması
Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi
temsilcileri ile İtilaf devletleri arasında 24 Temmuz 1923’te imzalan Lozan
Barış Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atarken Türkiye’nin
azınlık politikalarının dayandığı ana belgelerden biri olmuştur. Anlaşmanın ilk
bölümü KESİM: III kısmında yer alan “Azınlıkların Korunması” başlığı
altındaki 37 ile 45 arasındaki maddeler azınlıklara ilişkin düzenlemeleri
içermektedir. Bunlara özetle de olsa değinmek anlaşmanın önemi açısından
yerinde olacaktır.
Lozan Barış Antlaşması Madde 38'e göre Türkiye Hükümeti’nin,
doğum, milliyet, dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın, Türk halkının tümünün
yaşam ve özgürlüklerini, en geniş biçimde korumayı yüklenirken, kamu
düzeni ve genel ahlak ile bağdaştığı sürece her din, mezhep ya da inanışın
gerek genel gerek özel alanda özgürce kullanılmasına izin vereceği;
Müslüman olmayan azınlıkların, Türkiye Hükümetince ulusal savunma veya
kamu düzeninin korunması için alınan ve tüm Türk yurttaşlarına uygulanan
önlemler dışında dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünü ile yararlanacakları;
Madde 39’a göre Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşlarının
Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacakları ve yasa
önünde eşit olacakları; din, inanç ya da mezhep farkının hiçbir Türk
yurttaşının genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere
ulaşmasına ya da çeşitli meslekleri ve sanatları icra etmesine engel
74
sayılmayacağı; gerek özel veya ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın, yayın,
toplantı ve yargı önünde herhangi bir dilin serbestçe kullanılmasına sınır
konulmayacağı; Madde 40'da Müslüman olmayan azınlıklar kapsamındaki
Türk yurttaşlarının hukuken ve fiilen diğerlerine uygulanan işlem ve sağlanan
güvencelerden aynen yararlanacakları ve harcamaları kendilerine ait olmak
üzere hayır amaçlı, dinsel ya da sosyal kurum ile okul ve benzeri eğitim
öğretim kurumu açma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dilini
kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma hakkına sahip olacağı; Madde
41'e göre Türk Hükümeti’nin Müslüman olmayan yurttaşların önemli oranda
yerleşmiş oldukları yerlerde, bu yurttaşların çocuklarının ilkokullarda kendi
dilleriyle öğretim görmelerini için (Türk dilinin öğretilmesinin zorunlu
kılınmasına engel olmamakla beraber) gerekli kolaylığı göstereceği ve bu
azınlıkların devlet, belediye ya da benzeri bütçelerden eğitim, din ya da
yardım amacıyla ayrılan paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması
konusunda (yetkili temsilcilerine ödenmek üzere) hakça bir pay alacakları;
Madde 42’de Türkiye Hükümeti’nin Müslüman olmayan azınlıkların aile ya da
kişi statüleri konusundaki sorunlarını kendi törelerine göre çözümlenmesine
uygun her türlü hükmü koyacağı ve bu hükümlerin Türkiye Hükümeti ile ilgili
azınlıklardan
her
birinin
eşit
sayıda
temsilcilerinden
oluşan
özel
komisyonlarda düzenleneceği; anlaşmazlık durumunda Türkiye Hükümeti’nin
Milletler Cemiyeti ile birlikte Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem
atayacağı; Türkiye Hükümeti'nin azınlık kilise, havra, mezarlık ve diğer dinsel
kurumlarına koruyuculuk göstereceği; vakıf, dinsel veya yardım kurumlarına
her türlü kolaylığı sağlayacağı ve izinleri vereceği ve yenilerinin kurulmasında
gereken kolaylığı esirgemeyeceği; Madde 43'te yine bu azınlıklara mensup
Türk yurttaşlarının, inançlarına aykırı ya da dinsel ayinlerini bozucu işlem
yapmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatillerinde Mahkemelerde hazır
bulunmaktan ya da yasal bir işlemin yapılmasından kaçınmaları nedeniyle
haklarının (kamu düzeni açısından diğer Türk yurttaşlarının da sahip oldukları
yükümlülükler hariç) ortadan kalkmayacağı; Madde 44'te de yukarıdaki
maddelerin, Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına ilişkin bulunduğu
ölçüde, uluslararası yükümler getirdiği, Milletler Cemiyetinin güvencesinin
75
kabul edildiği ve Milletler Cemiyeti çoğunluk kararı olmaksızın bunların
değiştirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. 45. madde ise Türkiye Hükümeti'nin
tanıdığı bu hakların Yunanistan tarafından da topraklarındaki Müslüman
azınlığa tanınacağı belirtilmiştir184.
Türkiye'nin azınlık politikasının temel dayanağını oluşturan Lozan
Antlaşması'nda açıkça görüldüğü üzere Türkiye'de azınlık olarak kabul edilen
gruplar Müslüman olmayanlar yani Gayrimüslimlerdir. Bunlar da Rumlar,
Ermeniler ve Yahudilerdir185.
Azınlık tanımlamasının altında Gayrimüslimlerin yer almasının tarihi
arka planında, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Millet Sisteminin
yansıması yer almaktadır.
Millet Sistemine göre gruplar etnik veya dilsel
farklılıklarına göre değil, dinsel ve mezhepsel farklılıklarına göre tanımlanmış;
tüm Müslümanlar başka mensubiyetleri ne olursa olsun tek bir İslam Milleti
sayılarak birinci sınıf çoğunluk (Millet-i Hakike) addedilmiş, Gayrimüslimler
ise mezheplerine göre ayrı ayrı milletler olarak ele alınarak ikinci sınıf tebayı
oluşturmuşlardır. Dolayısıyla, Osmanlı'da 1454'ten itibaren uygulanan Millet
Sisteminde,
azınlıklar
Gayrimüslimlerden
söz
kastedildiğinde
bu
edilmiştir186.
Başka
ikinci
bir
sınıf
ifadeyle,
187
Cumhuriyeti'nin kabul ettiği azınlık grupları dini azınlıklardır
Lozan
Antlaşması
uyarınca
yalnızca
teba
olan
Türkiye
.
Gayrimüslimlerin
azınlık
sayılabilmesi hukuken doğrudur. 1982 Anayasası'nın 90/5. maddesi “usulüne
göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.
Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne
başvurulamaz” dendiğinden Lozan Antlaşması Anayasa ile eş değer
sayılacaktır. 2004 yılında yapılan değişiklik ile de “usulüne göre yürürlüğe
konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla
184
Lozan Barış Antlaşması’nın tam metni için bkz. Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar
Merkezi,
Belgeler,
“Lozan
Barış
Antlaşması”
(Erişim)
http://sam.baskent.edu.tr/belge/Lozan_TR.pdf, 12 Ekim 2011.
185
Ali Güler, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, Berikan Yayınevi, Ankara, 2009, s.202.
186
Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.48.
187
Tülin Yanıkdağ, “Gayrimüslim Azınlıklar Sorunu ve Türkiye”, Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
24
Nisan
2010,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=653, 24 Ocak 2012.
76
kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeni ile çıkacak
uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” olduğu
belirtilerek konu ile ilgili durumun altı bir kez daha çizilmiştir188.
Türkiye'nin azınlık rejiminin diğer ayağını oluşturan yasal dayanak ise
Bulgaristan ile 1925'te imzalanan Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması'dır.
3.2 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması
1923
Lozan
Konferansı’nda
Boğazlar
rejimi
ve
Trakya’nın
silâhsızlandırılmasına ilişkin yani kendisini ilgilendiren sözleşmelere katılan
Bulgaristan ile 1924 yılı boyunca dostluk ilişkilerini yeniden kurmak ve iki ülke
arasındaki sorunları en kısa sürede çözmek için görüşmeler devam ederken,
bu görüşmelerde Doğu Trakya’daki Bulgar Kilisesi ve Bulgar okulları iki ülke
arasında devamlı sorun olmuştur. Bu müzakereler neticesinde iki devlet
arasında 18 Ekim 1925 tarihinde Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması ve Oturma
Sözleşmesi imzalanmıştır. 30 Mayıs 1926 tarihinde TBMM tarafından
onaylanarak yürürlüğe giren antlaşma, iki ülke arasında bozulmaz bir dostluk
ve devletler hukuku ilkelerine uygun bir diplomatik ilişkinin kurulacağı, bir
ticaret, bir oturma ve bir hakem antlaşması yapılacağı gibi konuları içerirken,
ekinde yer alan Türk Hükümeti’nin Lozan Antlaşması’nın 37- 45 maddeleri
gereğince Türkiye’deki Bulgar azınlığın haklarının koruyacağı garantisi ile
Bulgar Hükümeti’nin Neuilly Barış Antlaşması gereğince Bulgaristan’daki
Müslüman-Türk
azınlığın
haklarının
koruyacağı
garantisi
onu
diğer
antlaşmalardan ayırmıştır. O sırada Türkiye’deki iki ile üç bin kadar Bulgar
azınlığa karşılık Bulgaristan’da yarım milyondan fazla Müslüman-Türk
bulunmakta olup, ayrıca protokolde taşınmaz malların hak sahiplerine geri
verilmesinin kolaylaştırılacağı; Bulgaristan’da yasa gereği kamulaştırılan
Türklerin taşınmaz malları için Sırp, Hırvat ve Sloven Devletleri ile yapılan
antlaşmanın hükümlerinin aynısının Türklere de uygulanacağı belirtilmiştir.
Oturma ve yargıya ilişkin eşitlik ilkesi sözleşmeye temel teşkil ederken
188
Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 68.
77
serbest göç ve göç sırasında göçmenlerin mallarını serbestçe geçirme
hakkının antlaşmada belirtilmesi Bulgaristan’daki yüz binlerce Türk için bir
güvence olmuştur189. Antlaşmada süre ile ilgili olarak hükümlerin mevcut
olmaması, daimi ve devamlı bir dostluk bağının kurulmak istenmesine
bağlanmaktadır. Dostluk antlaşmasının temelinde Bulgaristan’la bu dönemde
geliştirilmek istenen siyasi ilişkiler yatmaktadır190.
Ancak, Türkiye’de önemli bir Bulgar azınlığı bulunmadığından,
Bulgarlara azınlık statüsünün tanınması pratikte önem arz etmemiştir191.
Dolayısıyla Türkiye’nin azınlık politikası uygulamaları için geçerli olan hukuki
dayanak Lozan Barış Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili hükümleridir. Tıpkı
Avrupa'nın genelinde olduğu gibi Türkiye'de de hakim nüfusun genel
özelliklerinden farklı kimliklere sahip kişiler bulunmaktadır. Ancak hepsinin
azınlık olarak değerlendirilmesi hem hukuki hem de sosyolojik açıdan söz
konusu değildir. Birliğe giriş sürecindeki Türkiye'nin farklı kimliklerin hak
taleplerine yaklaşımındaki hassasiyeti ile AB'nin Kopenhag siyasi kriterleri
çerçevesindeki beklentileri ise çoğu kez çatışmaktadır.
3.3 Türkiye’nin Etnik Yapısı
Türkiye'de yasal kapsamda azınlık statüsündeki grupların Ermeniler,
Museviler ve Rumlar olduğu söylenmişti. Bunlardan Ermeniler Anadolu'nun
otokton192 ailesinden olup Ermenilik bilinci taşıyanları esasen İstanbul'da
ikamet etmekte ve sayıları 55.000 ile 60.000 arasında bulunmakta; yine
Anadolu'nun otokton halkından olan ve 1923'te Lozan'da Yunanistan ile
189
Bayram Akça, “1923- 1953 Arası Türk-Bulgar İlişkileri ve 1950-51 Yıllarında Muğla Vilayetine
İskan Edilen Bulgar Muhacirleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 52, Cilt: 18, Mart
2002, (Erişim) http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=228, 14 Ekim 2011.
190
Kader Özlem, “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi”, Uluslararası İlişkiler
ve
Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
29
Temmuz
2005,
(Erişim)
http://www.turksam.org/tr/a431.html, 24 Ocak 2012.
191
Şule Toktaş, Bülent Aras, “The EU And Minority Rights In Turkey”, Political Science Quarterly,
Volume 124, Number 4, 2009–10, s.700
192
Otokton azınlıklar, bir ülkenin ulusal sınırları kesinleşmeden o ülkede eskiden beri yaşayagelen
yani tarihsel mekanlarında bulunan azınlıklardır. Bkz. Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar,
Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.32.
78
imzalanan Nüfus Mübadelesi sonucu göç etmek zorunda kalmış ancak
İstanbul ile Bozcaada ve İmroz'da yerlerinde kalmaya devam eden Rumların
sayısı ise yaklaşık 2000 kadardır. Çoğunluğu otokton olmayan Museviler ise
15. yüzyıl sonunda İspanya ve Portekiz'den kaçıp Osmanlı İmparatorluğu'na
göç etmiş Sefarad Yahudilerindendirler ve etnik, dinsel ve dilsel farklılıklarına
rağmen göç sonucu geldiklerinden devlet ile sürtüşmeden uyumlu bir
çerçevede yaşamışlar ve bu yönleri ile Ermeni ve Rumlardan ayrılmışlardır.
1948 yılında İsrail'in kurulmasından sonra bu ülkeye yapılan göçler sonucu
sayıları azalan Musevilerin nüfusu yaklaşık 25.000 civarında olup193
genellikle İzmir ve İstanbul'da ikamet etmektedirler194.
Bu üç grup haricinde Türkiye'de azınlık statüsünde olmayan ancak
toplumun diğer kesimlerinden etnik, dinsel ya da dilsel olarak farklı
sayılabilecek
kesimler
arasında
Araplar,
Aleviler,
Balkan
kökenliler
(Boşnaklar, Torbeşler, Pomaklar, Arnavutlar) ve Kafkas kökenliler (Çerkesler,
Gürcüler, Lazlar) ile Kürtler sayılmaktadır195. Aslında konu ile kaynaklarda
daha pek çok isim (Hemşinliler, Keldaniler, Nasturiler, Yezidiler, Bahailer,
Gacallar, Kuban Kazakları gibi) sayılmaktadır; ancak bunların bazıları artık
sayıca çok azalmış ya da tarihsel çerçevede gerçekten farklı bir etnik köken
arz edip etmedikleri tartışmaya açık olduğundan bu çalışma kapsamında yer
almamıştır.
Aleviler, sahip oldukları nüfus bakımından dikkat çeken bir grup olup
bugün sayılarının 12.000.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Türkçe
konuşan Aleviler esas kalabalık ve etkili grup olup, etnik ve dilsel bakımdan
Türk (Türkmen) olmakla birlikte, esas Alevilik bilincini bu grup taşımaktadır.
Bunların
dışında Azerbaycan
Türkçesi, Arapça,
Zazaca
ve
Kürtçe
konuşanları da bulunmaktadır196. Alevilik, Türkler içinde etnik bir ayrım
193
Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s.5051.
194
Yanıkdağ, a.g.m.
195
Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 5361.
196
Oran, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, s. 5657.
79
olmayıp, dinsel bir ayrımdır; dinsel bir oluşumdur. Ancak İslam dininden farklı
bir dinsel ayrım değil, İslami bir yorumdur197.
Türkiye'de üzerinde en fazla araştırma yapılan (bunun bir nedeni
yaklaşık 7.4 milyon nüfusu ile en büyük etnik grup olmalarıdır) grup Kürtlerdir
ve 1925 yılından günümüze yaklaşık 86 yıllık süreyi kapsayan çok yönlü tüm
resmi tespitler ve bilimsel nitelikli araştırma ve anket verileri ile ilgili
göstergeler ortalamasıyla bugün kendini Kürt olarak tanımlayan nüfus oranı
yaklaşık %10 kabul edilebilir198.
Bunlardan başka, ileride değinilecek olan Türkiye ilerleme raporlarında
sözü edilen bir başka grup da Süryanilerdir. Hristiyandırlar (Süryani adı
Hristiyanlıkta bir mezhep adı değildir) ve Süryanilik etnik değil (Asur, Akat,
Aram veya Babil mi oldukları tartışmalıdır) dinsel bir ayrımdır. Süryaniler
genelde Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaşamakta olup, özel bir dinsel dil
olan Süryanice ile Kürtçe veya Suriye Arapçası konuşmaktadırlar199.
Türkiye'deki farklı kimlikler, azınlıklar, temel haklara saygı, kültürel hak
talepleri gibi başlıklar ülkenin AB üyeliği sürecinde önemli odak noktaları
olmayı hep sürdürmüştür.
3.4 Türkiye’nin AB’ye Giriş Sürecinde İlerleme Raporlarındaki
Azınlıklar Konusu
Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10- 11 Aralık 1999 tarihlerinde
Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Helsinki
Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle
eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Helsinki
Zirvesi'nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım
Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk
197
Cemal Şener, Türkiye'de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, 5. baskı, İstanbul, Etik Yayınları,
2006, s.74.
198
Ali Tayyar Önder, Türkiye'nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve Gerçekler, 52. bs.,
Ankara, Kripto Kitaplar, 2012, s. 46,50.
199
Şener, a.g.e., s.192- 197.
80
Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından
onaylanmıştır. 17 Aralık 2004 tarihli Brüksel Zirvesi'nde de, AB-Türkiye
ilişkilerinde bir dönüm noktası daha yaşanmış ve Zirve'de Türkiye'nin siyasi
kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere
başlanması kararı alınmıştır200.
Katılım öncesi strateji, aday ülkelerin Avrupa Birliği’ne katılımı nasıl ve
ne şekilde gerçekleştireceklerine ilişkin stratejiyi ortaya koymaktadır. Bu
çerçevede bu ülkelerde Avrupa anlaşmalarının uygulanması, mali yardımlar,
aday ülke mevzuatlarının AB mevzuatı ile uyumlaştırılması ve üye ülkelerle
aday ülkeleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir “planlanmış diyalog”
yönteminin uygulanması öngörülmüştür. Avrupa Komisyonu tarafından
hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri, aday ülkelerin Kopenhag kriterleri
çerçevesinde kısa ve orta vadede müktesebata uyum sağlamak için
gerçekleştirmeleri gereken düzenlemeleri içermektedir. Düzenli olarak
güncellenen Katılım Ortaklığı Belgeleri, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde
aday ülkenin önceliklerinin neler olması gerektiğini ve Avrupa Birliği’nin bunu
kolaylaştırabilmek amacıyla yapabileceği mali yardımları içermektedir. Avrupa
Komisyonu tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgelerine karşılık aday
ülkeler de katılım ortaklığı önceliklerini nasıl yerine getireceklerini ayrıntılı
biçimde ve bir zaman çizelgesi çerçevesinde belirleyen, bunun için ayrılacak
mali kaynaklar ile insan kaynaklarını da içeren Ulusal Programlar
hazırlamaktadır. Avrupa Komisyonu, aday ülkelerin Kopenhag kriterlerine ve
Avrupa Birliği müktesebatına uyumda kaydettikleri gelişmeleri her yıl düzenli
olarak hazırlanan İlerleme Raporları ile değerlendirmektedir. Bu raporlar,
aday ülkelerle müzakerelerin yürütülmesi veya adaylık sürecine yeni eklenen
ülkeler
konusunda
karar
alınması
için Avrupa
Konseyi’ne
dayanak
oluşturmaktadır201.
200
Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi: TR-AB İlişkileri, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı, (Erişim) www.abgs.gov.tr, 24 Ocak 2012.
201
Avrupa Birliği Genişlemesi, Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü, 26 Ekim 2009, (Erişim)
http://www.abpe.org.tr/abpe/content-detail.php?lang=2&detail=33, 24 Ocak 2012.
81
Türkiye’nin AB’ye adaylık süreci kapsamında 1998’den 2011’e kadar
(en son 2011 yılında) toplam 14 İlerleme Raporu yayınlanmıştır. Bu
raporlarda 2003 yılına kadar Türkiye’ye dair azınlık hakları konusuna ilişkin
değerlendirmeler siyasi kriterler başlığı altındaki 'insan hakları ve azınlıkların
korunması' alt başlığında ‘azınlık hakları ve azınlıkların korunması’
kategorisinde yer almış; 2004 yılından itibaren ise bu kategoriye ‘kültürel
haklar’ ibaresi de eklenmiştir.
3.4.1 1998 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
Avrupa Birliği'nin 1998 yılında yayınladığı ilerleme raporunun202 insan
hakları ve azınlıkların korunması başlığı altında Türkiye'nin Ulusal Azınlıkların
Korunması
için
Çerçeve
Sözleşme’yi
imzalamadığı
notu
düşülürken
devamında Türk Devleti'nin Ermeniler, Museviler ve Rumlar olmak üzere
resmen üç azınlığı tanıdığı ancak ülkenin özellikle güneydoğusunda yaşayan
Kürt nüfusun azınlık olarak değerlendirilmediği belirtilmekte, bu kesimin
politik ve ekonomik nüfusa katılması önünde engel olmasa da etnik
kimliklerini rahatça ifade etmekten çekindikleri tespiti yapılmaktadır. Öte
yandan Türkiye'deki PKK terörüne değinilirken, bugüne kadarki askerî temelli
yaklaşımın insani ve malî açıdan maliyetli olduğu; bölgenin sosyal ve
ekonomik gelişmesini engellediği ve bu yaklaşımın Türkiye’nin uluslararası
imajına da zarar verdiği belirtilmektedir. Bunlara ek olarak bir sivil çözüm
kapsamında, Kürt kültürel kimliğinin belirli biçimlerinin tanınabilirliği ve
ayrılıkçılığı yahut terörizmi savunmaması şartıyla o kimliğin ifade edilme
yollarına daha fazla hoşgörü gösterilebileceği önerilmektedir.
İlk ilerleme raporunda azınlık haklarına ilişkin Kürt nüfusa yönelik
yorumlar, konunun ilerdeki raporlarda da kaçınılmaz bir odak olacağının
habercisi niteliğindedir.
202
Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 1998 Düzenli Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_19
98.pdf, 24 Ocak 2012.
82
3.4.2 1999 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
1999 yılı ilerleme raporunda203 Kürt nüfusun durumu hakkında gelişme
kaydedilmediği belirtilmekte, bir önceki raporda önerilen kimliği ifade yollarına
hoşgörü gösterilmesi konusu ile ilgili olarak Kürt dilinde TV yayınlarına
görünüşte siyasi olmayan programlar için hoşgörü gösterilirken resmi olarak
müsaade
verilmediği
belirtilmektedir.
Öte
yandan
Ulusal Azınlıkların
Korunması Üzerine Çerçeve Sözleşme204 ile Bölgesel veya Azınlık Dilleri için
Avrupa Şartı205 kapsamında, bu nüfusun açıkça ve makul biçimde tarif edilen
durumlarda ve şartlar altında kendi doğal dillerini ve kültürel geleneklerini
kullanma ve sürdürme fırsatına ve bunun için gerekli maddî kaynaklara sahip
olması gerektiği yönündeki Avrupa Konseyi'nin notuna değinilirken, Pişmanlık
Yasası206 ve hükümetin ilave fonlarla Güneydoğu Anadolu bölgesinin sosyoekonomik
203
kalkınmasının
destekleyeceğini
açıklaması
ve
dönemin
Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesine İlişkin Komisyon 1999 Düzenli Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_19
99.pdf, 24 Ocak 2012.
204
Türkiye Çerçeve Sözleşme’yi henüz imzalamıştır. Çerçeve Sözleşme’nin Avrupa Konseyi üyeleri
içerisindeki imzalanma, onaylanma ve yürürlüğü giriş durumu çizelgesi için bkz. Framework
Convention For The Protection Of National Minorities, Council Of Europe Treaty Office (Erişim)
http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=157&CM=8&DF=12/11/2011&
CL=ENG, 24 Ocak 2012.
205
Türkiye Şart’ı halen imzalamamıştır. Şart’ın Avrupa Konseyi üyeleri içerisindeki imzalanma,
onaylanma ve yürürlüğü giriş durumu çizelgesi için bkz. European Charter For Regional Or Minority
Languages,
Council
Of
Europe
Treaty
Office
(Erişim)
http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=148&CM=8&DF=12/11/2011&
CL=ENG, 24 Ocak 2012.
206
Kamuoyunda Pişmanlık Yasası olarak bilinen “bazı suç failleri hakkında uygulanacak hükümlere
dair kanunda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun (No: 4450)” TBMM Genel Kurulu'nda 26 Ağustos
1999 tarihinde kabul edilmiştir. Buna göre, siyasî ve ideolojik amaçla suç işlemek için Türk Ceza
Kanununun 313. maddesine göre kurulmuş teşekkül, Türk Ceza Kanununun 125 ve 131.maddeleri ile
146 ila 162. maddelerinde yazılı suçları işlemek üzere kurulmuş silahlı çete ve cemiyet mensubu olup
da; teşekkül, çete veya cemiyet tarafından işlenen suçlara iştirak etmeyenlerden, bu teşekkül, çete
veya cemiyet tarafından bu Kanunun yayımı tarihinden önce işlenen suçlara iştirak etmiş olmakla
beraber haklarında tahkikata başlanmamış olanlardan, yetkili makamlara mukavemet göstermeksizin
kendiliğinden teslim olup, bu Kanundan yararlanmak istediğini beyan ederek, teşekkül, çete veya
cemiyetin yapısı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermek suretiyle; teşekkül, çete veya cemiyetin
dağılmasına veya meydana çıkarılmasına sebep olanlar veya güvenlik kuvvetlerine silah ve
malzemelerini teslim edenler veya verecekleri bilgi ve belgelerle veya bizzat gösterecekleri çaba ile
teşekkül, çete veya cemiyetin amaçladığı suçun işlenmesine engel olanlar hakkında ceza
verilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Kanunun tamamı için bkz. Kanunlar, tbmm.gov.tr, Kanun No:
4450.
83
Cumhurbaşkanının söz konusu kesimin temsilcileri ile mevcut sorunları
görüşmek
üzere
bir
araya
gelmesi
olumlu
adımlar
olarak
değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda, AB Türkiye’nin farklı kimliklerin kültürel hak taleplerine
ilişkin daha aktif bir politika izlemesi gerektiğine dair göndermeler yaparken,
azınlık hakları konusu başlığı altında Güneydoğu Anadolu bölgesinin hassas
durumu ve ülkedeki şiddet içerikli eylemlerle ilişki kurulması dikkat çekicidir.
3.4.3 2000 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2000
yılı
ilerleme
raporunda207
Türkiye'nin
Ulusal Azınlıkların
Korunması İçin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalamadığı ve
ülkede Lozan Antlaşması kapsamındaki azınlıklar haricinde başka bir azınlık
tanınmadığı vurgulanırken, ortak bir kültürel kimliğe ve geleneklere sahip
grupların ana dillerinde yayın yapma, ana dillerini öğrenme veya ana
dillerinde eğitim alma hakkı gibi tüm Türklerin sahip olması gereken kültürel
haklarının garanti altına alınmadığı ve bu kesimin kendini ifade etme ve tepki
gösterme çabalarının önünde engeller olduğu belirtilmektedir. Güneydoğu
bölgesindeki güvenlik düzeyinin önemli ölçüde düzelme gösterdiği ve
hükümetin sosyo- ekonomik kalkınma programına girişmekte olduğu dikkate
alınırsa kültürel haklar konusunun bölgedeki durumun iyileştirilmesi için özel
önemde olduğu ifade edilmektedir.
Görüldüğü üzere AB bu raporda da bir önceki raporda olduğu gibi
kültürel hakların kullanılmasında daha özgürlükçü uygulamalar olması
gerektiğinde ısrar etmekte, ana dilde yayın ve eğitim gibi hususların eşitlik
ilkesi
kapsamında
tüm
vatandaşlara
sağlanabilmesinin
önemini
vurgulanmaktadır.
207
Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2000 Düzenli Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
00.pdf, 24 Ocak 2012.
84
3.4.4 2001 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2001 yılı ilerleme raporunda208, ortak kültürel kimlik ve geleneklere
sahip etnik grup üyelerinin kendi dil ve kültürel kimliklerini ifade edebilmeleri
yönünde
bir
Azınlıkların
gelişme
Korunması
yaşanmadığına
İçin
Avrupa
değinilirken,
Konseyi
Türkiye'nin
Çerçeve
Ulusal
Sözleşmesi’ni
imzalamadığı ve ülkede Lozan Antlaşması kapsamındaki azınlıklar haricinde
başka
bir
azınlık
tanınmadığı
vurgusu
tekrarlanmaktadır.
Raporda
Romanlar209 konusundan da bahsedilmekte, bu kesimi aşağılayıcı bir kitabın
Kültür Bakanlığı tarafından toplatılması ve yasaklanması ile Milli Eğitim
Bakanlığı'nın yayınladığı sözlüklerde yine bu kesimi küçük düşürücü
sözcüklerin kullanılmamasına ilişkin genelgesi olumlu gelişmeler olarak
kaydedilirken, göçebe Çingenelere halen 1934 sayılı İskan Kanunu’nun210
uygulandığı ve dolayısıyla bu grubun göçmen olarak kabul edilmediğine
dikkat çekilmektedir. Raporda yine etnik grupların kültürel haklarına saygı
konusunun Güneydoğu'daki durumu iyileştirici önemi ifade edilmektedir. Öte
yandan Türkiye'de, yıllar süren şiddetli çatışma ve terörden etkilenen
bölgelere tarım ve konut yapımı projelerini içeren bir ekonomik yardım ve
kalkınma programının yanı sıra kamu yönetimi, ekonomi, sağlık ve eğitimle
208
Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
01.pdf, 24 Ocak 2012.
209
Çingene Derneği'ne göre Türkiye'de 15.000 Çingene (Roman) bulunmaktadır. Türkiye'de coğrafi
dağılımlarına bakıldığında İstanbul ve çevresi ilk sırada gelir. Ayrıca; Edirne, Kırklareli, Adapazarı,
Bursa, Zonguldak, Denizli, Uşak, Konya, Antalya, Eğridir, Burdur, Hakkari, Mardin, Siirt, Van, Niğde
dışında Doğu Anadolu'da dağınık göçer gruplar halinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Çingene’ce
konuşurlar ve bu dil Farsça, Kürtçe, Türkçe yardımı ile konuşulmaktadır. Dinsel inançların
uygulanmasında liberal olsalar da kendi geleneklerini canlı tutmaktadırlar. Balkanlara da Anadolu'dan
geçtikleri varsayılır. Bkz. Şener, a.g.e., s. 230-237.
210
1934 tarihli mülga İskan Kanunu Madde 4’e göre; Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler,
casuslar, göçebe Çingeneler, memleket dışına çıkarılmış olanlar Türkiye'ye muhacir olarak alınmazlar.
Bu kanun, 26/09/2006 tarih ve 26301 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5543 sayılı İskân
Kanunu'nun 48. maddesi gereği yürürlükten kaldırılmıştır. 5543 sayılı Kanuna göre ise Göçmen, Türk
soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye'ye
gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır. Bkz. Mevzuat, Türkiye Cumhuriyeti Adalet
Bakanlığı, (Erişim) www.adalet.gov.tr
85
ilgili birtakım önlemleri kapsayan Doğu ve Güneydoğu Eylem Planının211
hazırlanması söz konusu raporda değinilen diğer noktalardır.
Bu noktadan hareketle, Avrupa Birliği Türkiye için etnisite farklılığına
ve kültürel haklara saygı koşullarını yinelemekte ve Güneydoğu bölgesindeki
şiddet ve terörün çözümüne ilişkin söz konusu bölgenin tecrit halinin önüne
geçilerek ülkenin diğer kesimine sosyal ve ekonomik anlamda entegre
olmasının devlet eliyle desteklenmesini onaylamaktadır. Başka bir deyişle,
Türkiye'deki terör ile etnik farklılıklar konusu bağdaştırılmaya çalışılmaktadır.
3.4.5 2002 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2002 yılı İlerleme Raporunda212 yine ortak kültürel kimlik ve
gelenekleri bulunan etnik grupların dil ve kültürel kimliklerini ifade etmeleri
yönündeki
gelişmelerin
uygulamada
yetersiz
kaldığı
belirtilmekte
ve
Türkiye’nin Ulusal Azınlıkların Korunması için Avrupa Konseyi Çerçeve
Sözleşmesini imzalamadığı ve Türkiye’deki azınlık kavramının 1923 tarihli
Lozan Barış Antlaşmasında tanımlananlarla sınırlı olduğu yinelenmektedir.
Bir önceki raporda yer alan Romanlarla ilgili olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın
yayınladığı genelgeye atıfta bulunulmuş ancak bunun dışında başka bir
hukuki düzenleme yapılmadığı ve Romanların göçmen olarak kabul
edilmediği ve kendilerine ülkede önyargıyla yaklaşıldığı ile yeterince
korunamadıkları belirtilmektedir. Bundan başka Tunceli Kültür ve Doğa
Festivali’nde
Kürtçe
şarkı
söyleyen
gruplara
yasak
getirilmemesi,
Diyarbakır’da Süryani azınlıklarla ilgili bir fotoğraf sergisi yapılması ve
211
Eylem Planı 107 maddeden oluşmakta; bunların 47 tanesi ekonomik kalkınma, 30 tanesi idarenin
yeniden yapılanması, 17 tanesi eğitim ve 13 tanesi de sağlık sahalarında alınması gereken önlemleri
kapsamaktadır. Bölgedeki sorunu “sosyal bir sorun” olarak saptayan planın amacı, “bölge insanının
kalkınmasının, doğu ve batı arasındaki sosyal ve ekonomik farkların giderilmesinin ve böylece terör
örgütü PKK ile mücadelede arada kalan bölge insanının kazanılmasının sağlanması” olarak
açıklanmıştır. Bkz. Ntvmsnbc, 14 Eylül 2000 tarihli “107 Maddelik Güneydoğu Planı” başlıklı haber,
(Erişim) http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/30268.asp, 30 Ocak 2012.
212
Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
02.pdf, 24 Ocak 2012.
86
önceden
yasaklanan
Avrupa
Film
Festivali'nin
gerçekleştirilmesi;
Güneydoğudaki güvenlik durumunun iyiye giderken, yerleri değiştirilmiş
kişilerin213 durumunu düzeltmeye yönelik çabalar sürdürülmesi; BM Genel
Sekreterinin Yerleri Değiştirilmiş Kişiler Özel Temsilcisi’nin Haziran 2002’deki
ziyaretinden sonra yetkililerin davranışlarının nispeten daha içten olduğunu
belirtmesi raporun olumlu olarak işaret edilen noktalarındandır. Ancak yerleri
değiştirilmiş kişilerin köylerine geri dönebilmesi için gerekli altyapı ve
ödeneğin sınırlı olduğu ile bu kişilerin zor ekonomik ve sosyal şartlar altında
şehir merkezlerinde yaşamaya devam ettiği belirtilmekte; köy koruculuğu
sistemi214 ve kara mayınlarının215 durumu eleştirilmektedir. Öte yandan,
bölgede faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin ilgili makamlar tarafından
baskıya uğradıklarına ve kültürel haklar ve dernek kurma özgürlüğüne
213
Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, terör ve
güvenlik kaygılarıyla yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımızdan gönüllü
olarak geri dönmek isteyenlerin geri dönüşlerinin kolaylaştırılması, geri dönülen yerlerde gerekli
sosyal ve ekonomik alt yapının tesisi ile sürdürülebilir yaşam koşullarının oluşturulması, geri dönmek
istemeyenlerin ise mevcut yaşadıkları yerlerde şehir hayatına uyumlarının geliştirilmesi, ekonomik ve
sosyal durumlarının iyileştirilmesini amaçlayan bir projedir. Bkz. Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon
Projesi (KDRP), İller İdaresi Genel Müdürlüğü, (Erişim) illeridaresi.gov.tr, 30 Ocak 2012.
214
01/07/2000 tarih 24096 sayılı Köy Koruculuğu Yönetmeliği’ne göre, köy korucularının görevleri
arasında köy halkının canına, ırzına, malına ve tasarruf emniyetine tecavüz edenleri belirlemek,
bunları takip etmek, köy muhtarına ve en yakın jandarmaya en seri vasıtayla bildirmek, kaçmalarını,
saklanmalarını önlemek, köy halkının ve köyün zabıta görevlilerinin de yardımıyla yakalamak, suç
işlenirken veya işlendikten sonra, henüz izleri kaybolmadan sanıkları yakalamak, adli kolluk işleri ile
ilgili olaylarda, delillerin kaybolmamasını sağlayacak tedbirleri almak, yangın, sel, deprem, toprak
kayması, çığ gibi tabi afetleri bilgi edindiğinde, köy muhtarına ve en yakın jandarmaya haber vermek,
köyde bulunan eski hükümlülerin, sabıkalı ya da şüphelilerin iş ve ilişkilerini araştırmak, asker ve
yoklama kaçaklarını takip etmek, bunlar hakkında elde ettiği bilgileri muhtara veya jandarmaya
bildirmek, bağ, bahçe ve yolları, içme suyu tesisleri ile trafo ve köy orta malları, su kuyuları, su setleri
ve kanallarına ve benzeri köy tesislerine yönelik her türlü tecavüzleri önleyecek tedbirleri almak ve bu
gibi tesislerin korunmasında genel ve özel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak bulunmaktadır. Ayrıntı
için bkz. Mevzuat, T.C. Adalet Bakanlığı, (Erişim) adalet.gov.tr, 30 Ocak 2012.
215
Anti-personel kara mayınları, insanları öldürmek ya da yaralamak amacıyla dizayn edilen,
toprağın altına gömülen ve yıllarca bu halde kalabilen, üstüne yapılacak fiziki bir basınç ile harekete
geçen mekanizmalardır. Bunların diğer patlayıcılardan ya da bombalardan farkı ise, bu patlayıcıların
bir başkası tarafından değil bizzat kurbanın kendisi tarafından harekete geçirilmesidir. Dolayısıyla
anti-personel mayınların spesifik bir hedefi bulunmamakta, siviller de dahil herkes mayın kurbanı
olabilmektedir. Anti-personel kara mayınları sadece sivil kayıplara sebep olmamakta, aynı zamanda
ülkenin bölgede gerçekleştireceği sosyo-ekonomik kalkınma projelerine de engel teşkil etmektedir.
Sivilleri olumsuz etkileyen silah ve mühimmat teknolojisinin ortadan kaldırılması hedefleri açısından
geçen yüzyılın en önemli konvansiyonu Ottawa Sözleşmesi’dir. 1997 yılında imzaya açılan ve 1999
yılında yürürlüğe giren Sözleşme, anti-personel mayınlarını ortadan kaldıran bir uluslararası standart
geliştirmeyi hedeflemektedir. Türkiye, 1 Mart 2004 tarihi itibariyle Sözleşme’ye taraf olmuştur.
Türkiye, Sözleşmeye göre 2014 Mart’ına kadar mayınlı arazilerini temizlemesi gerekmektedir. Bkz.
Ömer Ersoy, “Mayınsız Bir Dünya Gerçekçi mi?”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 29 Kasım 2010,
(Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1312/‘mayinsiz-bir-dunya-gercekci-mi.aspx, 30 Ocak 2012.
87
getirilen sınırlamaların terörle ilintili şekilde devletin bölünmez bütünlüğünü
koruma amaçlı olarak görüldüğüne ve Türkiye’nin Ulusal Azınlıklardan
Sorumlu AGİT Yüksek Komiseri ile bir diyalog başlatma adımının olumlu bir
gelişme olduğuna değinilmektedir.
AB Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki süregelen terör
faaliyetlerine sonlandırmasını beklemektedir. Bu bölgede yaşayan özellikle
Kürt nüfusunun sosyo-ekonomik sorunlarının çözülmesi ve etnik kimliklerini
ifade etmelerine yönelik daha pozitif yaklaşımlarla Türkiye'nin bu sorunu
çözebileceği varsayımından hareket edildiği anlaşılmaktadır. Ancak Türkiye
için bu bölgedeki etnisiteye dayalı sorunlar sadece bölge halkına bir takım
kültürel haklar tahsis edilerek çözülmekten öte hassasiyet içeren bir durumda
olduğu söylenebilir.
3.4.6 2003 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2003 yılı raporunda216, Ulusal Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek
Komiserinin Ocak 2003'teki ulusal azınlıklar konusunu ile ilgili diyalog
başlatmak üzere Türkiye'ye gelişinden sonra bir gelişme yaşanmadığı
belirtilmekte,
Birleşmiş
Milletlerin
Medeni
ve
Siyasi
Haklara
İlişkin
Uluslararası Sözleşmesinin onaylanması sırasında Türkiye'nin 27. maddeye
çekince koyduğuna ve bu çekincenin azınlıkların dinsel, dilsel ve kültürel
hakları konusunun Türk Anayasası ve Lozan Antlaşmasının ilgili hükümlerine
göre yorumlanması ve uygulanmasını öngörmesine dikkat çekilmektedir. Öte
yandan seçim sistemindeki yüzde onluk baraj uygulamasından217 ötürü
azınlıkların mecliste temsil edilmesinin zorlaştığı, devletin hazırladığı tarih
216
Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
03.pdf, 24 Ocak 2012.
217
Diğer ülkelerdeki oranlar ise şöyle: Finlandiya, İrlanda ve İzlanda’da seçim barajı yok. Hollanda
%0.67; Danimarka %2; İspanya, Yunanistan, Romanya ve Ukrayna %3; Avusturya, Bulgaristan,
İtalya, Norveç ve Slovenya %4; Almanya, Belçika, Estonya, Gürcistan, Macaristan, Moldova,
Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya % 5 olarak uyguluyor; Rusya’da ise %7, Bkz. Vahap Coşkun,
“Baraj %20 Olsun, İstikrar Tam Olsun!”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 01 Şubat 2011, (Erişim)
http://www.sde.org.tr/tr/kose-yazilari/737, 30 Ocak 2012. Türkiye’deki seçim barajı bölgedeki en
yüksek oran olmasından bahisle çoğulculuğu yansıtmadığı şeklinde eleştirilere uğramaktadır.
88
ders kitaplarında azınlıklar ile ilgili düşmanlık uyandırıcı bilgiler bulunduğu
yönünde şikayetler olduğu, Rum okullarının öğretmen istihdamı ve eğitim
materyallerinin onaylatılması konusunda yaşadıkları sıkıntıların dil eğitimlerini
olumsuz yönde etkilediği ve Lozan Antlaşmasınca tanınan azınlıklar dışındaki
dini azınlıklara (Süryaniler gibi)218 okul açma izni verilmediği, dini azınlık
okullarına kayıtta zorluklar yaşanıldığı, Heybeliada Ruhban Okulunun219
mükerrer açılma taleplerine rağmen kapalı kalmaya devam ettiği ve Çingene
toplulukları ile ilgili olumsuz durumun devam ettiği rapora eklenmiştir. Öte
yandan 30 Ekim 2002 itibariyle Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki
terörle ilintili olağanüstü hal uygulamasının sona ermesinin olumlu bir
psikolojik etki doğurması ve güvenliğin artmasına paralel olarak bölgede
kültürel etkinlik kapsamında birtakım festival kutlamalarına izin verilmesi
olumlu gelişmeler olarak değerlendirilmiştir. Terör nedeni ile yerleri
değiştirilmiş kişilerin sorunlarının yanı sıra bölgedeki genel ekonomik
yetersizlikler; kadın ve çocukların olumsuz durumu; eğitim, sağlık ve barınma
gibi
218
konular
ile
ilgili
olarak
bu
bölgelere
gerekli
ölçekte
hizmet
Lozan’da Gayrimüslimlere tanınan haklar düşünüldüğünde, Gayrimüslim bir grup olarak
Süryanilerin de bu kapsamda değerlendirilmesi beklense de, pratikte Türkiye’de hukuki olarak azınlık
sayılan Gayrimüslim gruplar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerdir.
219
19.yüzyılın başlarından itibaren Patrikhane Ortodoks milletler arasında birliği muhafaza etmek
adına teolojik konularda türdeşliği sağlayacak çözümler ararken bir ilahiyat okulunun açılması
gündeme gelmiştir. Heybeliada'da Bizans döneminden kalma bir manastırın onarılmasından sonra
okul Fener Rum Patrikhanesine bağlı olarak 1844'te hizmete açılmıştır. Fener Rum Patrikhanesi ve
Patrik Athenegoras'ın girişimleri ile okul Milli Eğitim Bakanlığı'nın 1950 tarihli kararı ile yüksek okul
haline gelmiş ve 1939 yılında savaş ve casusluk gerekçeleri ile yasaklanan yabancı öğrenci yasağının
tersine okula yabancı öğrenci alınması serbest bırakılmıştır. Patrikhane 1950-1960 döneminde Türk
Hükümetinin tavizlerinden faydalanarak İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Milli Eğitim Bakanlığı
mevzuatı dışına çıkararak doğrudan kendi yönetimi altına almıştır. Ancak 1964 yılında Türk Hükümeti
bu durumu düzeltmek adına eski hukuki statüyü geri getirerek bu adalardaki okulların Bakanlık
emrinde Türkçe ve dini eğitim yapmalarını öngören ilgili kanun maddesini tekrar yürürlüğe
koymuştur. Daha sonra, Patrikhanenin kendisine tahsis ettiği ödenekle yaşatılan Heybeliada Ruhban
Okulu “Özel Yüksek Okulların Devletleştirilmesi” yönündeki 1971 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı
sonucu kapatılmıştır. Akabinde bu tarz eğitim kurumları faaliyetlerine son vermiş ya da bir devlet
üniversitesinin bünyesine intibak etmişken, bir Türk üniversitesine bağlanmak istemeyen ve başka bir
çözüm yolu da bulamayan Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmıştır. Sonraki yıllarda okulun tekrar
faaliyete geçmesi için Patrikhanenin girişimleri olmuş; özel fakülte değil lise tedrisatı veren okullar
kapsamında olmasından ötürü kapatılarak haksızlık uğradığı ve denetiminin Milli Eğitim
Bakanlığı'nca yapılacağı ancak Patrikhane'ye bağlı olarak yeniden açılması gündeme getirilmiştir.
Ancak Anayasanın 130. maddesi dini özerkliğe sahip böyle bir okulun kurulmasını engellemektedir ve
132. madde gereğince de yalnızca Türk Silahlı kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatı'na bağlı özel yüksek
öğretim kurumları açılabilmektedir. Ruhban Okulu bu maddenin kapsamı dışındadır. Bkz. Güler,
a.g.e., s. 165- 174.
89
götürülememesi; kara mayınları ve köy korucularının durumu gibi konular
raporda
eleştirilen
Komisyonu'nun
noktalardandır.
bölgeye
ziyareti
Meclis
ve
İnsan
yayınladığı
Hakları
raporlar
İnceleme
ile
verdiği
tavsiyelerden başka, BM Genel Sekreterinin Yerleri Değiştirilmiş Kişiler Özel
Temsilcisinin Mayıs 2002'de Türkiye'ye yaptığı ziyarete ilişkin raporunda
sunduğu tavsiyelere Türkiye'nin, uluslararası ortaklar ve sivil toplum
kuruluşlarının yer alacağı bazı ümit verici girişimler aracılığıyla uymaya
başlamış olması raporun olumlu tespitlerindendir.
Bu raporda da ağırlıklı olarak, Türkiye’nin azınlıklara dair sorunlarının
teröre ilişkin atacağı çözüm odaklı adımlarla aşılabileceği yönünde tavsiyeler
yer almaktadır. Başka bir deyişle Türkiye’deki etnisiteye dayalı farklılıklar
terör ile ilişkilendirilmektedir. Terör sorununun çözümü kapsamında da
bölgenin temel ihtiyaçlar ve ekonomik gelişmesine yönelik programlar
geliştirilmesi ile burada yaşayan halkın sosyal ve kültürel haklarının garanti
altına alınması gösterilmektedir. Burada yaşayan Kürt ağırlıklı nüfusa yasal
bir azınlık statüsü verilmesine dair açık bir beyan olmasa da, bir takım
kültürel hakların özellikle ana dilde eğitim, siyasete katılım gibi AB’nin eşitlikçi
söylemlerine
esas
teşkil
eden
güvencelerin
sağlanması
gerektiği
belirtilmektedir. Öte yandan Lozan’da güvence altına alınan azınlıkların
kültürel haklarının iyileştirilmesi beklenmektedir.
3.4.7 2004 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2004 yılı raporunda220 Türkiye'de azınlıkların 1923 Lozan Antlaşması
çerçevesinde görülen Musevi, Ermeni ve Rumlar ile sınırlı kaldığı ancak Kürt
nüfus gibi başka toplulukların da olduğu belirtilmektedir.
Türkiye’nin BM
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmesi’ne221 eğitim hakkı ve azınlıkların hakları konusunda
220
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu, Türkiye
Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
04.pdf, 24 Ocak 2012.
221
Sözleşmeyi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalayan Türkiye'nin 13. maddeye ilişkin çekincesi, bu
90
koyduğu çekinceler, azınlık haklarının korunması konusunda ilerleme
kaydedilebilmesini engelleyebileceği kaygısı dile getirilmekte, Türkiye'nin
Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni ve
Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi’ni imzalamadığı notu
düşülmektedir. AGİT Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri'nin, Türkiye'nin
azınlıklara yapılan muamelelere ilişkin uluslararası standartlara ulaşması için
kayda değer rol oynayabileceği ancak 2003 Ankara ziyaretinden sonra bir
gelişme olmadığı vurgulanmaktadır. Azınlıkların hala belli ayrımcılıklara
uğradıkları, üst düzey idari ve askeri görevlere gelmekte güçlüklerle
karşılaştıklarının
bildirildiği,
2003-2004'te
okutulan
tarih
kitaplarında
aleyhlerine ifadeler olduğu ancak resmi makamların bu ders kitaplarında
ayrımcılık yapılmaması yönünde bir genelge yayınlayarak bu konuda çaba
gösterdikleri belirtilmektedir. Gayrimüslim azınlık okullarındaki çifte müdür
uygulaması (bu okullarda Milli Eğitim Bakanlığı'nı temsilen bir Müslüman
müdür yardımcısının olup müdürden daha fazla yetkiye sahip olması)
konusunda resmi makamlarla diyalogun devam ettiği, daha önce sadece
babaları azınlık grubun üyesi olan çocuklar bu okullara gidebilirken anneleri
azınlık üyesi olanların da artık bu okullara kabul edileceğinin 2004'te
açıklandığı belirtilmekte ancak ebeveynlerin azınlık statü beyanını Milli Eğitim
Bakanlığı'nca değerlendirilmesine dikkat çekilmektedir. Rum cemaatinin
eğitim
malzemelerinin
onaylanması
ve
yurt
dışında
eğitim
görmüş
maddenin Anayasa'nın ilgili hükümleri çerçevesinde uygulanacağını belirtmektedir. Böylelikle eğitim
hakkına ilişkin düzenlemelerin, ancak anayasal sınırlar içinde yerine getirilmesi öngörülmüştür. Bkz.
TBMM'ce Onaylanan BM Sözleşmeleri, T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=27156&l=1. Bu Sözleşmeye göre taraf devletler, herkese eğitim
hakkı tanır; eğitimin insan kişiliğinin ve onurunun tam olarak gelişmesine ve insan haklarına ve temel
özgürlüklere saygıyı güçlendirmesine yönelik olarak verilmesi konusunda birleşir; herkesin
özgürlükçü topluma etkili bir biçiminde katılmasını sağlayacak, bütün uluslar ile bütün ırksal, etnik ve
dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu geliştirecek ve Birleşmiş Milletlerin barışın
korunması için yaptığı faaliyetlerini ilerletecek bir eğitim verilmesi konusunda anlaşır; anne-babaların
ve uygulanması mümkünse vasilerin de, çocuklarını devlet tarafından kurulan okulların dışında var
olan ama Devlet tarafından konulmuş veya onaylanmış standartların asgari şartlarına sahip bulunan
okullara gönderme ve kendi inançlarına uygun bir biçimde çocuklarına dinsel ve ahlaki eğitim
sağlama haklarına saygı gösterir. Söz konusu sözleşmenin eğitim hakkı ile ilgili bu maddesinin
tamamı için bkz. Tufan Büyükcan, Fatih Çağrı Ocaklı, Eyüp Öztürk, “Avrupa Birliği Üyesi Ülkeler,
Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında Eğitim ile ilgili Düzenlemeler”,
TBMM Araştırma Merkezi Bilgi Notu, Kasım 2011, s.3
91
öğretmenlerinin diplomalarının tanınması konusunda sıkıntı yaşadıkları;
ayrıca Rum azınlık öğretmenlerine Türk kökenli meslektaşlarının aksine tek
okulda çalışma izni verildiği; Ermeni cemaatinin dillerinin öğretilmesinde
yetersizliklerle karşılaştıkları; 1971’den bu yana kapalı olan Heybeliada
Ruhban
Okulu’nun
hala
açılmadığı;
Lozan
Antlaşması
kapsamında
tanınmayan Gayrimüslim azınlık olan Süryanilere hala okul açma izni
verilmediği; Roman kökenlilerin halen göçmen olarak kabul edilmediği ve
toplumda dışlandıkları ve elverişli bir yaşam sürmedikleri belirtilmektedir.
Anayasa’da değişiklik yapılarak Türkçe dışındaki lisanların kullanılmasına
uygulanan yasak kaldırılarak Kürtçe dahil Türkçe dışındaki lisanlarda
radyo/TV yayınları yapılması ve bu dillerin öğretilmesine imkan veren
mevzuat değişiklikleri yapılması222 kültürel hakların korunması alanında halen
kısıtlamalar olsa da 1999'dan yana yaşanan önemli bir ilerleme olarak
değerlendirilmiştir. Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel
Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçeler başlıklı bir yönetmeliğin Aralık
2003’te yürürlüğe girmesinden sonra ilk kez özel Kürtçe dil kurslarına izin
verildiği, Nisan 2004’te Van, Batman ve Şanlıurfa’da, Ağustos 2004’te
Diyarbakır ve Adana’da ve Ekim 2004’te İstanbul’da altı özel lisan kursu,
Kürtçe (Kırmançi lehçesi) eğitim vermeye başladığı ancak devletten mali
yardım almadıkları ve müfredatları, öğretmenlerin atanması, kurs süresi gibi
konularda sıkıntı yaşadıkları ve katılımcı öğrencilerin temel eğitimlerinin
tamamlamış olmaları gerektiği (yani 15 yaş üstü) belirtilmektedir. Siyasi
partilerin
aşması
gereken
baraj
uygulaması
nedeniyle
azınlıkların
parlamentoda temsil edilmesini güçleştiren seçim sisteminde hiç bir değişiklik
yapılmaması ve
222
siyasi
partilerin Türkçe
dışındaki
dilleri
kullanması
9 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren üçüncü uyum paketiyle Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4/I maddesi değişikliğiyle, Türk vatandaşlarının günlük
yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılmasının önündeki
hukuki engeller kaldırılmış ve bu yayınların yapılması güvence altına alınmıştır. Ayrıca, yapılan
değişiklerle Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve
lehçeleri öğrenmelerinin önündeki hukuki engeller kaldırılmış ve bu dil ve lehçelerin özel kurslarda
öğrenilmesi konusunun Milli Eğitim Bakanlığı tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenmesi
öngörülmüştür. Bkz. Türkiye'de Siyasi Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, T.C.
Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Ankara, 2007, s.12.
92
konusunda223 hala kısıtlamalar bulunduğu belirtilmektedir. Kürt kökenli
kişilerin çoğunlukla yaşadığı ülkenin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki
durumun, 1999’dan bu yana güvenlik ve temel özgürlüklerden yararlanma
açısından giderek iyileşmeye devam ettiği notu düşülmüştür. Hükümetçe
desteklenen köy korucuları sistemi, kara mayınları sorunu, temel altyapının
bulunmayışı ve sermaye ile iş imkanlarının olmayışı gibi sorunların
yerlerinden edilmiş kişilerin köylerine dönmesinde sıkıntı doğurduğu
belirtilirken köy koruculuğu sistemi raporda özellikle eleştirilmektedir.
Kısacası 2004 yılı raporunun da kültürel hakların iyileştirilmesine ve
özellikle ana dil eğitiminde yaşanan sıkıntılara dikkat çektiği, ancak Türkçe
dışındaki dillerde eğitim ve yayın serbestisinin ilk ilerleme raporlarından bu
yana önemli bir değişiklik olduğuna dikkat çekilmiştir. Azınlıkların ayrımcılığa
uğraması veya çifte standarda maruz kaldıkları gibi ifadelerin gerçekten bu
gruplara mensup şahısların şikayetlerini mi yansıttığı yoksa siyasi söylemler
mi olduğu net değildir. Öte yandan, Türkiye’nin imzalamadığı azınlık
haklarına dair uluslararası sözleşmelere yapılan atıf düşünüldüğünde, bir AB
üyesi olarak Fransa’nın Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve
Sözleşmesi’ni ve Belçika’nın da Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı
hiç imzalamamış olmasının altı çizilmelidir.
3.4.8 2005 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2005 yılı ilerleme raporunda224 da yine Türkiye'nin Lozan Antlaşması
ile kabul edilen Yahudi, Ermeni ve Rumlar dışında azınlık tanımaması
yaklaşımının değişmediğine değinilirken, hem Avrupa hem de uluslararası
standartlara göre azınlık olarak nitelendirilebilecek başka grupların da olduğu
223
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu Madde 43 (Önseçimde Propaganda İle İlgili Hükümler)’e göre
aday adayları, mensup oldukları partinin programı, büyük kongresinin ve yetkili merkez organlarının
kararları ile partinin seçim bildirisi dışında, milli, mahalli yahut mesleki çapta herhangi bir vaatte
bulunamazlar ve Türkçe' den başka dil ve yazı kullanamazlar. Kanunun tamamı için bkz. Siyasi
Partiler Kanunu, Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim) mevzuat.basbakanlik.gov.tr, 24 Ocak 2012.
224
Türkiye 2005 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
05.pdf
93
belirtilmektedir. İnsan Hakları Danışma Kurulu225 himayesinde, Türkiye'nin
azınlık tanımlamasının Lozan Antlaşması'ndan daha geniş bir çerçevede ve
uluslararası standartlara uygun halde yorumlanmasına imkan vermek ile
farklı kimlik ve kültürlere sahip kişilerin haklarının yasalarca güvence altına
alınmasını sağlamak üzere Ekim 2004'te yayınlanan ve teşvik edici addedilen
raporun226 siyasi engellere maruz kalması eleştirilmektedir. Türkiye'nin BM
225
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımı için yerine getirilmesi gereken Kopenhag siyasi kriterlerinin
insan hakları ile ilgili hükümlerine uyma çabaları çerçevesinde 12 Nisan 2011 tarihinde çıkarılan 4643
sayılı kanunla kurulan İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun yönetmeliği 23 Kasım 2003 tarihinde
yürürlüğe girmiş ve bu yönetmeliğe göre Kurul insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasına ilişkin
konularda görüş bildirmek, tavsiyelerde bulunmak, öneriler ve raporlar sunmak; yürürlükteki
mevzuatın ve yasa tasarılarının insan hakları temel ilkeleri, uluslararası belgeler ve mekanizmalarla
uyumlu hale getirilmesi için uygun gördüğü konularda görüş bildirmek, idari önlemlerin alınmasını
tavsiye etmek; insan haklarına ilişkin olarak ilgili devlet kuruluşları ile üniversiteler ve sivil toplum
kuruluşları arasında iletişim sağlamak gibi görevler yüklenmiştir. Söz konusu Kurul 1 Ekim 2004’te
başka raporların yanı sıra kendi bünyesindeki Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu’nun
raporunu (Azınlık Raporu) kabul etmiştir. Bkz. Baskın Oran, “Türkiye’de İfade Özgürlüğü”, bgst
yayınları, 2008, s.112-113.
226
Rapor (Azınlık Raporu) dünyada azınlık kavramı ve tanımı ile başlarken, dünyadaki azınlık
kavramının büyük gelişme gösterdiği ve artık bir ülkede azınlık olup olmadığının o ülkenin kararına
bağlı değil, “etnik, dilsel, dinsel bakımdan farklılık gösteren ve bu farklılığı kimliğinin ayrılmaz bir
parçası sayan gruplar” varsa o ülkede azınlık bulunduğunun kabulü yönünde değişim olduğu
belirtilmiş; Türkiye’nin azınlık tanımını Lozan Antlaşması ile kabul ettiği Gayrimüslim yurttaşlar
(Ermeni, Rum, Musevi) ile sınırlamasının sorun yarattığı ve imzaladığı uluslararası sözleşmelere
çekinceler koyması ile durumun daha da zorlaştığı vurgulanmaktadır. Raporda özetle; Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde mecburen bu çekincelerden vazgeçmek zorunda kalacağı ve hem
azınlık yaratmamak açısından hem de zorunlu yurttaştan ziyade gönüllü yurttaşlar oluşturmak adına
herkese mümkün olduğunca geniş özgürlükler verilmesi gerektiği; Anayasa’nın 3/1 maddesinde
belirtilen ‘Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçedir.’ ifadesindeki
millet bütünlüğünün çeşitli alt kimliklerin inkar edilebilmesine sebebiyet verdiğinden demokrasinin
özüne uygun olmadığı; devletin dilinin değil resmi dilinin olabileceği ve vatandaşların devlet ile olan
ilişkilerinde bu dili kullanırken diğer çeşitli dillerde konuşup yayın yapabileceği şeklinde bir
düzenleme olabileceği yönünde görüş beyan edilmektedir. Rapor Türkiye’deki bu durumu, üst
kimliğin Türkiyeli değil de Türk olarak belirlenerek toprak yerine kan esasına dayandırılmasına
(kuramsal neden) ve ‘Sevr Sendromu’ adını verdiği çeşitli kimlik taleplerinin karşılanmasının ülkenin
parçalanması ile sonuçlanacağı algısına (tarihsel ve siyasal neden) bağlamaktadır. Sonuç bölümünde
ise, anayasanın özgürlükçü, çoğulcu, demokratik çerçevede yeniden yazılması; farklı kimlik ve
kültüre sahip kişilerin bunları koruma ve geliştirme haklarının güvence altına alınması; merkezi ve
yerel yönetimlerin yurttaşların katılımı ve denetimi esas alınarak şeffaflaştırılması ve
demokratikleştirilmesi; uluslararası sözleşme ve temel belgelerin (özellikle Avrupa Konseyi Çerçeve
Sözleşmesi) çekince konulmadan imzalanması gerektiği getirilen çözüm önerilerindendir(BKz.
Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma
Kurulu, Ekim 2004, (Erişim) http://baskinoran.com/, 24 Ocak 2012). Ancak hazırlanan rapor kurulda
bir krize yol açmış ve raporla doğrudan ilgisi bulunmayan dönemin Başbakanlık İnsan Hakları
Başkanı Doç. Dr. Vahit Bıçak bunun Başbakanlığın raporu olmadığını, BİHDK'nın 78 üyeden
oluştuğunu ve raporun sadece 24 üyenin desteğini aldığını ve BİHDK'nın tümünün görüşlerini
yansıtmadığını ve Başbakanlığın Kuruldan azınlıklar konusunda rapor talebinde bulunmadığını iddia
etmiş ve Kurul kararlarının bir bağlayıcılığı olmadığına, kurulun sadece bir danışma organı olduğuna
dikkat çekmiştir. Dönemin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmış, Kurulun
insan hakları konusunda hiçbir çalışma yapmadığını ve hoş olmayan bir rapor hazırladığı; raporda
94
Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne azınlıkların hakları konusunda
koyduğu çekince ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ne
eğitim hakkı konusunda koyduğu çekincenin endişelere neden olduğu
belirtilmekte;
bu
çekincelerin
sözleşmelerin
hedefi
ile
çeliştiğinden
bahsedilmektedir. Türkiye'nin Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması
Çerçeve Sözleşmesi'ni ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı
imzalamadığına da tekrar dikkat çekilmektedir.
Öte yandan Şubat 2005’te AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri
(MAYK)’nin, 2003’te gerçekleştirdiği ziyaretin izlemesini yapmak amacıyla
Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyaretinin getirisinin sınırlı kaldığına; okul
kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin gözden geçirilmesi konusunda yapılan
çalışmalara rağmen, 2005/2006 öğretim yılında kullanılacak tarih ders
kitaplarında hala azınlıklar aleyhinde ifadeler yer aldığına değinilirken, çok
kültürlü toplumun faydalarına dair bilincin yükseltilmesi konusunda Irkçılık ve
Hoşgörüsüzlükle Mücadele Avrupa Komisyonu227’nun Türkiye hakkında
hükümete, Başbakan'a ve Meclis'e hakaret olduğunu ve Kurulun görevinin bu olmadığını beyan
etmiştir. Dönemin Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül ise kurulun bir danışma kurulu olduğunu ve başında
’Başbakanlık’ ibaresinin bulunmadığını, insan haklarından sorumlu bakanın kendisi olduğunu ve
kurulun kabul ettiği söylenen raporun kendisine gelmesi gerektiğini, ancak kendisine böyle bir rapor
gelmediğini ve bunun ancak entelektüel bir çalışma olabileceğini belirtmiştir. Öte yandan, toplumun
birçok kesiminde eleştiri ile karşılanan rapor ile ilgili olarak, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma
Kurulu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve Kültürel ve Azınlık Hakları Komisyonu Başkanı Baskın Oran
hakkında “Türklük yerine Türkiyelilik üst kimliği önermek”, “Anayasa’nın değiştirilemez nitelikteki
3. maddesinin değiştirilmesini önermek”, “Rapora karşı olanları Sevr paranoyası ile suçlamak” ve
“Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının demokrasiyi zedelediğini belirtmek” suçlarına
dayanılarak soruşturma başlatılırken, Kaboğlu ve Oran hazırlanan raporun görevlerinden
kaynaklandığını ve soruşturmanın düşünce özgürlüğüne ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı
olduğunu belirterek kendilerini savunmuşlardır. Haklarında dava açılan söz konusu isimler, Ankara
28'inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde, 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' suçundan beraat etmişlerdir. Bu
konu ile gazete haberleri için bkz, Bkz. “Avrupa Yolunda Azınlık Raporu Kavgası”, abhaber.com, 20
Ekim 2004, (Erişim)http://www.abhaber.com/haber.php?id=1333, 08 Aralık 2011, “Elkatmış'dan
Azınlık
Raporu'na
Tepki”,
cnnturk.com,
2
Kasım
2004,
(Erişim)
http://www.cnnturk.com/2004/turkiye/11/02/elkatmisdan.azinlik.raporuna.tepki/47919.0/index.html#S
cene_1, 8 Aralık 2011, “Gül: Azınlık Raporu Başbakanlığın Değil”, hürriyet.com, 22 Ekim 2004,
(Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=267046, 8 Aralık 2011, “Azınlık
Raporu
Soruşturmasına
Tepki”,
ntvmsnbc.com,
3
Şubat
2005
(Erişim)
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/307996.asp, 8 Aralık 2011, “Azınlık Raporu Davasında Beraat”,
cnnturk.com,10.05.2006,(Erişim)http://www.cnnturk.com/2006/turkiye/05/10/azinlik.raporu.davasin
da.beraat/179232.0/index.html, 9 Aralık 2011.
227
Avrupa Konseyi’nin bir insan hakları kuruluşu olup, bağımsız uzmanlardan oluşmakta ve hem
etnik köken, vatandaşlık, renk, din ve dile dayalı ırkçılık ve ayrımcılık, hem de yabancı düşmanlığı,
antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğe dair problemleri gözlemlemekte ve raporlar hazırlayıp üye ülkelere
95
ahiren yayınladığı rapora atıfta bulunulmaktadır. Yahudi, Rum ve Ermeni
okullarındaki çifte müdürlük uygulamasında gelişme kaydedilmediği; Rum
cemaatinin yeni eğitim malzemelerinin onaylanması ve yurtdışında eğitim
görmüş öğretmenlerinin tanınmaları konusu ile Rum azınlık öğretmenlerine
hala sadece bir okulda eğitim verme izni konusundaki tıkanıklığa dikkat
çekilmekte; Ermenice dil öğretmeni yetiştirilmesi ile Süryaniler gibi (Lozan
Antlaşması’nda tanınmamış olsa da) Müslüman olmayan azınlıkların hala
okul açmasının mümkün olmadığı; Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban
Okulu’nun süregelen kapalılık durumunun devam ettiği belirtilmektedir. Öte
yandan Gökçeada’daki (Imvroz) Rum azınlığın özellikle tapu sicili işlemleri ile
arsa ve binaların “doğal veya kültürel varlık” olarak gösterilmesi nedeniyle (bu
durumun mülkiyete el konulmasıyla sonuçlanmasından kaynaklı) bir dizi
sorunla karşılaşmaya devam ettiği; Roman kökenlilerin Türkiye’ye göçmen
olarak girmesini yasaklayan mevzuatın hala yürürlükte olduğu ve Roman
kökenlilerin uygun ikamet, eğitim, sağlık ve istihdama erişimde güçlüklerle
karşılaştıkları; Kürtçe dahil olmak üzere Türkçe dışındaki dillerde yayınlar
sürse de önemli kısıtlamaların devam ettiği; Kürtçe kursların maddi kaynak
yokluğu ve özellikle müfredat, öğretmen atamaları, kursların süresi ve
katılımcılar konusundaki kısıtlamalar ile katılımın para karşılığı olmasının
talebi azaltması gibi çeşitli sebeplerden kapandığı; Yargının Kürtçenin
kullanım hakkını güvence altına almaktaki rolünün karışık olduğu (Mayıs
2005’te
Danıştay
kullanımını
tarafından
yasaklayan
bir
Kürtçe
karar
müziğin
iptal
seçim
edilirken,
kampanyasında
Diyarbakır
Ceza
Mahkemesi’nin Ocak ve Şubat 2005’te bazı müzik albümlerine, Kürtçe
dilindeki sözlerin yasadışı örgüte destek anlamına gelen propaganda
oluşturduğu ileri sürerek el konulması kararı vermesi) ve uygulamada
farklılıklar olduğu; siyasi partilerce Türkçe dışındaki dillerin kullanımı
konusunda hala kısıtlamaların mevcut olduğu; Doğu ve Güneydoğu’da
sosyo-ekonomik
ve
siyasal
sorunlar
ile
ilgili
kapsamlı
bir
politika
oluşturulmaması; 2004 yılında kabul edilen Terör Eylemlerinden Kaynaklanan
tavsiyelerde bulunmaktadır. Ayrıntı için bkz. European Comission Against Racism And Intolerance,
Council Of Europe, (Erişim) http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/, 24 Ocak 2012.
96
Zararların Tazminine Yönelik
Kanunun228
ciddi
gecikmeyle
de
olsa
uygulanmaya başlanmasına rağmen belirsizliklerin olduğu; yerlerinden
edilmiş kişilerin durumunun kritik olmaya devam ettiği ve bu kişilerin tehlikeli
koşullarda yaşadığı (bölgedeki ekonomik yetersizlikler, temel altyapı ve
sermaye yokluğu, sınırlı istihdam olanakları ve güvenlik durumu ile kara
mayınlarının varlığı gibi nedenlerin geri dönüşlerine engel teşkil ettiği
belirtilmektedir) ve bunun ile ilgili Türkiye aleyhindeki davaların da yaklaşık
%25’ini oluşturan AİHM’de bekleyen yaklaşık 1500 başvurunun mevcut
olduğu ve köy korucusu sorunun çözülemediği gibi halen yeni istihdamların
devam ettiği ve bu şahısların zaman zaman yerlerinden edilmiş kişilere
saldırarak onların geri dönmelerine engel teşkil ettikleri dikkat çekilen temel
noktalardandır.
Raporda geçen, Türkiye'nin hukuken tanıdığı azınlıklar dışında hem
Avrupa
hem
de
uluslararası
standartlara
göre
azınlık
olarak
nitelendirilebilecek farklı kimliklere haiz grupların da olduğu beyanına
bakıldığında, bu tespite uygunluk açısından ilk etapta ülkedeki Kürt nüfus
akla gelmektedir. Capotorti'nin azınlık tanımından yola çıkacak olursak;
vatandaş olma, başat olmama, ülkedeki nüfusun geri kalanından sayıca az
olma ile farklı etnik ya da kültürel özelliklere sahip olma ve bunu
koruma/yaşatma isteği unsurlarını karşılayabilecek durumdaki grup olarak
Kürtler ön plana çıkmaktadır. Ancak Türkiye'deki Kürtlerin bir takım kültürel,
ekonomik, siyasi talepleri olsa da hukuken azınlık olarak tanınma gibi bir
istekleri olduğu söylenemez. AB de raporlarında böyle bir koşulu Türkiye'nin
önüne sürmese de, devletin bu grupların temel haklarının korunması adına
daha aktif bir politika izlemesini istediği ve özellikle teröre ilişkin şiddete,
mağduriyete ve ilgili bölgedeki eksikliklerin giderilmesine dikkat çektiği
228
Kanun, terör eylemlerinden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle
zarar gören kişilerin maddi zararlarının karşılanması yönünde ilke ve prosedürler öngörmekte; aynı
zamanda terör eylemlerinden veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar
gören kamu görevlilerinin maddi zararlarını karşılamaya yönelik hükümler içermektedir. Bu amaçla il
merkezlerinde ilgili valilikler bünyesinde zarar tespit komisyonları kurulmuştur. Bkz. Cemil Kaya,
“Avrupa Konseyi’ndeki Gelişmeler Işığında 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan
Zararların Karşılanması Hakkında Kanun”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt: 3, Sayı:
10, 2007, s.25.
97
görülmektedir. Başka bir deyişle, AB genel genişleme politikasının bir gereği
olarak Türkiye'nin olası üyeliği durumunda etnisiteye dayalı problemleri Birlik
topraklarına taşınmasının önüne geçmek istemektedir.
3.4.9 2006 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2006 yılı ilerleme raporunda229 da genel çerçeve olarak, rapor dönemi
Türkiye’de, kültürel çeşitliliğe imkan sağlanması ve azınlıklar ile ilgili olarak
uluslararası uygulamalara riayet konusunda kısıtlı ilerleme olduğu sonucuna
ulaşıldığı görülmektedir. Yine öncelikle Türkiye’nin Lozan Antlaşması
kapsamında değerlendirdiği azınlık gruplar dışında ülkede azınlık olarak
tanımlanabilecek gruplar olduğuna dikkat çekilmektedir. AGİT Milli Azınlıklar
Yüksek Komiseri’nin Şubat 2005’te Ankara’ya yaptığı ziyaretin devamının
getirilmediğine değinilirken, Türkiye ile MAYK arasında azınlıkların durumuna
ilişkin diyalogun derinleştirilmesi gerektiği ve bunun Türkiye’de uluslararası
standartlar ile AB üyesi ülkelerdeki uygulamalara daha fazla uyum
sağlanmasını kolaylaştıracağı notu düşülmektedir. Türkiye’nin BM Medeni ve
Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne azınlıkların hakları konusunda koyduğu çekince
ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne eğitim hakkı
konusunda koyduğu çekincenin yanı sıra Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların
Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri
Şartı’nı imzalamaması bu raporda da kaygı ile karşılanmaktadır. Eğitim
bağlamında azınlık haklarında sınırlı ilerleme kaydedildiği; ders kitaplarındaki
ayrımcı ifadeler, çifte müdürlük uygulaması ve Rum azınlıkların karşılaştıkları
sorunlar
ve
Heybeliada
Ruhban
Okulu’nun
halen
kapalı
olduğu
yinelenmektedir. Öte yandan mülkiyet konusu ile ilgili olarak Türk
vatandaşlığını
kaybetmiş
Süryanilerin230
mülklerini
tapu
siciline
kaydettiremediği ve mülklere el konulması ile ilgili şikayetler arttığı; Gökçeada
229
Türkiye 2006 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_20
06.pdf
230
Son zamanlarda bölgeden İstanbul, Almanya, İsveç, Hollanda, Belçika, Avusturya, ABD'ye göçler
olmuştur. İstanbul'da günümüzde tahminen 20 bin Süryani bulunmaktadır. Bkz. Şener, a.g.e., s. 194.
98
ve Bozcaada’daki Rum azınlığın mallarının Türk makamları tarafından
müsadere edilme ve açık artırmayla satılma tehdidi altında olduğu
vurgulanmaktadır. Diyarbakır’da iki yerel televizyon kanalı ile Şanlıurfa’da bir
radyo kanalına Kürtçe yayın izni verilmesine rağmen Kürtçe öğreten
programların yasak oluşu; film ve müzik programı dışındaki yayınlara süre
kısıtlaması getirilmesi ile şarkı dışındaki yayınların Türkçeye çevrilmesi
zorunluluğunun yarattığı teknik zorluklar eleştirilmektedir. Türkiye Radyo ve
Televizyon Kurumu’nun Kürtçe dahil beş dilde yayına devam etmesine
rağmen bu yayınların süre ve kapsamının sınırlı tutulduğuna dikkat
çekilmektedir. Kamusal eğitim sisteminde Türkçe dışındaki anadil eğitiminin
mümkün olmadığı; Türkçe bilmeyen kişilerin kamu hizmetlerine erişimi
konusunda önlem alınmadığı; Siyasi Partiler Kanunu uyarınca siyasi hayatta
Türkçe dışındaki dillerin kullanımının yasak oluşu üzerinde durulmaktadır.
Güneydoğu’da ekonomik anlamdaki genel olumsuzlukların devam ettiği ve
çözüme ilişkin kapsamlı bir plan olmayışı, seçim barajı uygulaması,
yerlerinden edilmiş kişilerin durumu ile ilgili olarak daha önceki raporlarda da
belirtilen
sıkıntılar
ile
köy
korucuları
sorunu
hakkında
bir
gelişme
kaydedilememesi dikkat çekilen diğer hususlardandır. Çingeneler konusunda,
İskan Kanununda 2006 Eylül ayında yapılan değişiklikle231 Çingenelere
yönelik ayrımcı hükümlerin kaldırıldığı ancak yabancıların Türkiye’de İkamet
ve
Seyahatleri
Hakkında
Kanun’da232
Çingeneler
aleyhinde
ayrımcı
hükümlerin yer almaya devam ettiği ve bu grubun barınma, eğitim, sağlık ve
231
2006 tarih, 5543 sayılı İskan Kanunu Madde 4’e göre; Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı
olmayan yabancılar ile Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı bulunup da sınır dışı edilenler ve
güvenlik bakımından Türkiye'ye gelmeleri uygun görülmeyenler göçmen olarak kabul edilmezler.
Bkz. Mevzuat, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı, (Erişim) www.adalet.gov.tr
232
5683 sayılı Yabancıların Türkiye'de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun Madde 7; “Sırf iş
tutmak için gelecek sanat ve meslek erbabı olup da tutacağı iş, kanunlar gereğince Türk vatandaşlarına
hasredilmiş bulunan, Türk kanun veya örf ve adetleriyle yahut siyasi icabatla telif edilemiyecek
durumda olan veya faaliyette bulunan;Türkiye'de kalmak istediği müddet zarfında yaşamak için maddi
imkanları meşru bir şekilde temin edemeyeceği sabit olan; Türkiye'ye girmesi memnu olup da her
nasılsa girmiş bulunan;Türkiye'de oturduğu müddetçe huzur ve asayişi ihlal eden yabancılara ikamet
tezkeresi verilmez.” demektedir. AB’nin iddia ettiği Çingeneler aleyhine durum bu madde ile ilgili
olabilir. 5683 sayılı Kanunun ayrıntısı için bkz. Mevzuat, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı,
(Erişim) www.adalet.gov.tr
99
istihdam
olanaklarından
yararlanmada
ayrımcı
muamele
gördüğü
yinelenmektedir.
Bu raporda da Türkiye'nin azınlık hakları politikasına ilişkin eksiklikleri ve
uluslararası belgeler açısından kendisini yükümlülük altına sokmaktan
kaçınmasına vurgu yapılırken, yine Türkçe'nin eğitim, kamu hayatı, kültürel
hayat ve siyasetteki baskın durumunun olumsuz karşılandığı görülmektedir.
Özellikle Kürtçenin kullanıldığı alanların niceliğinin ve niteliğinin artırılması
yönünde devletin pozitif görevler yüklenmesinin beklendiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, AB'nin önceki ilerleme raporlarında olduğu gibi bunda da
Türkiye'deki
Çingenelerin
durumuna
yaptığı
olumsuz
göndermeler,
halihazırda Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yaşayan Çingenelerin mevcut
durumunun da pek parlak olmadığı düşünüldükçe, politika belirsizliği
yaratmaktadır.
3.4.10 2007 yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2007 yılı Raporu233 Türkiye’nin Lozan Antlaşması kapsamında azınlık
olarak
kabul
ettiği
gruplar
dışında
farklı
etnik
köken,
din,
dilden
vatandaşlarına bu kimliklerini koruyabilmelerini teminen özel haklar tanıması
gerektiğini belirtirken, bu kimliklere saygı gösterilmesi ve onların korunması,
dernek, toplantı, ifade ve din özgürlüğü ile geçmişine ve kökenine
bakılmaksızın bütün vatandaşların kamu hayatına etkin katılımının garanti
altına alınmasının henüz bütünüyle sağlanmış olmadığını bildirmektedir.
Aralık 2006 tarihinde Ankara’yı üçüncü kez ziyaret eden AGİT Milli Azınlıklar
Yüksek Komiseri ile diyalogun önemi tekrar vurgulanırken, önceki raporlarda
da belirtilen, Türkiye’nin azınlıklara dair uluslararası antlaşmalara koyduğu
çekinceler ve Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve
Sözleşmesi
ile
Bölgesel
veya Azınlık
Dilleri Avrupa
Şartı’nı halen
imzalamamış olmasının altı çizilmektedir. Azınlıkların eğitim ve mülkiyet
233
Türkiye 2007 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_200
7.pdf
100
hakları konusunda daha önce dikkat çekilen sıkıntılar ile ana dilde eğitim
engeli (Kürtçe kurslarının tümünün 2004’te kapatıldığı234 ve halen kamu veya
özel eğitim sisteminde Kürtçe öğrenme imkanı bulunmadığı belirtilerek);
Türkçe dışında yayın yapan medya kuruluşlarının süregelen durumu (Mart
2007 tarihinde Diyarbakır’daki yeni bir radyo kanalı olan Çağrı FM'in
Kırmançi ve Zaza Kürtçesinde yayın yapma izni aldığı notu düşülerek); siyasi
hayatta Türkçe dışındaki dillerin kullanımının yasak oluşu gibi hususlar
yinelenirken, Roman nüfusun kentsel dönüşüm projeleri235 kapsamında
(özellikle İstanbul’da) yerlerinden edildikleri ancak bu kişilere kalacak yer,
temel sıhhi tesisler ile diğer sosyal ve ekonomik hizmetlerin verilmesi
amacıyla herhangi bir adım atılmadığı; Temmuz ayında yapılan seçimlerde
Doğu ve Güneydoğu’daki seçmenlerin daha önceki parlamentolardakine
nispeten daha fazla temsil edildiği236 ancak bölgedeki sosyo-ekonomik
gelişmenin yetersiz kaldığı ve terörün ivme kazandığı; yerlerinden edilmiş
kişilerin durumu ile köy koruculuğu sisteminde iyileşme olmadığı önemle
vurgulanmaktadır. Raporda özetle, kültürel çeşitliliğe imkan verilmesi ve
Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve onların
korunması konularında Türkiye’de ilerleme kaydedilemediği sonucuna
varılmıştır.
234
Ali Tayyar Önder “Türkiye'nin Etnik Yapısı” adlı kitabında, etnik gruplara kültürel bir hak olarak
tanınan anadil kurslarının hiç ilgi görmediğini; Kürtçe dışında hiçbir etnik dilde kurs açılmadığını ve
açılan 9 Kürtçe kursunun örgütsel baskılara rağmen talep yetesizliği nedeniyle kapanmak zorunda
kaldığını; kursların ücretli olduğu savunmasına karşı da kazanç amaçlı olmayan bu kursların
ücretlerinin çok düşük tutulduğunu belirtmektedir. Bkz. s. 42
235
Kentsel dönüşüm proje türlerinden biri olarak gecekondu dönüşüm projeleri, temel olarak
gecekondu mahallerindeki konut stokunun yıkılıp yerine orta ve orta üst sınıfların kullanacağı konut
ve alışveriş merkezi gibi tüketim alanlarının yapılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreç
genellikle yerel belediyelerle toplu konut idaresi arasında yapılan protokollerle ilerlemektedir. Bkz.
Başak Ekim Akkan, Mehmet Baki Deniz, Mehmet Ertan, “Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri”,
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Kasım 2011, s. 37.
236
2007 İlerleme Raporunda 22 Temmuz 2007’de yapılan parlamento seçimlerinde katılım oranının %
83’ten fazla olduğu; Türk yetkililerin davetiyle AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisinin
bir seçim gözlem misyonu gerçekleştirdiği ve bir basın bildirisiyle, seçim yönetiminin şeffaf,
profesyonel ve etkili performansının altını çizdiği ve seçim sürecinin çoğulculuk ve yüksek düzeyli bir
toplumsal güven ortamı içerisinde geçtiğini vurguladığı belirtilmektedir. Bkz. 2007 Yılı İlerleme
Raporu, Geliştirilmiş Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler.
101
3.4.11 2008 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2008 yılı raporunda237 da Türkiye’nin azınlık hakları konusundaki
yaklaşımının değişmediği; Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve
Sözleşme’de yeralan ilkelere ve üye ülkelerdeki en iyi uygulamalara paralel
olarak, dil ve kültür ile dernek, toplantı, ifade ve din özgürlüğüne tam saygı
gösterilmesi ve bunların korunması ile geçmişine ve kökenine bakılmaksızın
bütün
vatandaşların
alınmasının
henüz
kamu
hayatına
bütünüyle
etkin
sağlanmış
katılımının
olmadığı
garanti
altına
vurgulanmaktadır.
Türkiye'nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne taraf olmasına
rağmen azınlık hakları konusunda; BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi’ne de eğitim hakkı konusunda koyduğu çekinceler ile Avrupa
Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel
veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı hala imzalamamış olması eleştirel bir
biçimde vurgulanmıştır. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ile diyalog
başlatılması gerektiği; azınlık okullarının yönetimi konusunda uygulamaya
ilişkin düzenleme yapılmasının beklendiği; okul kitaplarındaki ayrımcı
ifadelerin kaldırılmasına yönelik çalışmaların sürdüğü; Rum azınlığın eğitim
ve mülkiyet hakları ile ilgili sorunlarının ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun
kapalılık halinin devam ettiği belirtilmektedir. Avrupa Konseyi Parlamenter
Meclisi’nin Haziran ayında, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlık
hakkında bir karar kabul ettiği ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki işbirliğine
örnek teşkil etmek üzere iki Türk adasının iki-kültürlü karakterinin korunması
çağrısında bulunduğu bildirilirken, Türkiye’nin Rum topluluğunun eğitim ve
mülkiyet konularında ek önlemler almayı sürdürmesi tavsiye edilmektedir.
Bununla beraber mülkiyet haklarına ilişkin olarak, bu çalışmada da
değinilecek olan Vakıflar Kanunu’nun Şubat 2008’de kabul edildiği ve
Kanunun dini cemaatlerin karşılaştığı ve özellikle mülk idaresi ve edinimiyle
ilgili çok sayıda sorunu ele aldığı belirtilmektedir. Haziran 2008’de getirilen
237
Türkiye 2008 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_200
8.pdf
102
değişiklikleri takiben, TRT’nin Türkçe dışındaki dillerde daha önce yarım gün
için izin verilen yayınlarının tüm gün boyunca ülke genelinde devam
etmesinin önünün açılması ve yeni bir radyo kanalının (Muş FM) Kürtçe yayın
yapma izni alması olumlu karşılanırken, Kürtçe dilini öğreten eğitim
programlarına izin verilmemesi; şarkılar dışında bütün yayınlara Türkçe
altyazı konulması gerekmesi ve yayınların Türkçeye çevrilmesinin teknik ve
ticari olarak zorluk yaratması; halihazırda Kürtçe yayın yapan tek televizyon
kanalı olan GÜN TV aleyhinde, yayınladığı Kürtçe şarkıların sözleri hakkında
çeşitli dava ve soruşturmaların sürmesi; anadilde eğitim konusundaki
engellerin
devam
etmesi;
halen
kamuda
veya
mevcut
kursların
kapatılmasından ötürü özel eğitim sisteminde Kürtçe öğrenme imkanının
bulunmaması; mahkemelerde genellikle çeviri imkanı olsa da Türkçe
bilmeyenlerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için çalışma
yapılmaması; Siyasi Partiler Kanununa göre siyasette Türkçe dışındaki
dillerin kullanımının yasadışı olması;
Romanların durumu lehine de bir
düzenleme yapılmaması yine eleştirilmektedir. Öte yandan Doğu ve
Güneydoğu
konusunda,
Hükümetin
Güneydoğu
Anadolu
Projesini238
tamamlama kararı, bölgedeki ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesi
yönünde atılmış bir adım olarak olumlu karşılanmakta; ancak ağırlıklı olarak
Kürt kökenli nüfusun tüm hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacak
koşulların yaratılması hususunda ilave çabalar gerektiğinin; yerlerinden
edilmiş kişilerin durumunu ele alan genel bir ulusal stratejinin mevcut
olmadığının ve köy korucu sisteminin aşamalı olarak kaldırılması gerektiğinin
altı çizilmektedir. Tüm bu tespitler bağlamında Türkiye'nin, kültürel çeşitliliğin
238
Bugüne kadar hazırlanan plan ve projeler arasında Güneydoğu Anadolu Projesi, bünyesindeki
enerji ve sulama yatırımlarına harcanan kaynak da dikkate alındığında bölgesel gelişme alanında
Cumhuriyet tarihinin en büyük projesidir. GAP dışındaki bölgesel gelişme planlarının çoğu, yerel
inisiyatifin harekete geçirilmesindeki güçlükler, kaynak kısıtları, makroekonomik konjonktürel
değişim ve diğer teknik engeller nedeniyle istenen ölçüde başarılı olamamıştır. GAP, Güneydoğu
Anadolu Bölgesi'nin sahip olduğu kaynakları değerlendirerek, bu yörede yaşayan insanlarımızın gelir
düzeyini ve yaşam kalitesini yükseltmeyi, bölgelerarası farkları gidermeyi ve ulusal düzeyde
ekonomik gelişme ve sosyal istikrar hedeflerine katkıda bulunmayı amaçlayan ve ülkemizi
uluslararası alanda markalaştıran bir bölgesel kalkınma projesidir. Dünyanın sayılı projeleri arasında
da yer alan GAP, çok kapsamlı ve bu ölçüde de çok maliyetli bir projedir. Ayrıntılı bilgi içir bkz.
Güneydoğu Anadolu Projesi Eylem Planı, Dicle Üniversitesi GAP Araştırma ve Uygulama
Merkezi, Mayıs 2008
103
sağlanması ve Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı
gösterilmesi ve korunması alanlarında ilerleme kaydetmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
Türkiye’nin 2008 yılı ilerleme raporunda da değinilen, azınlıkların
mülkiyet haklarına ilişkin önemli bir aşama sayılan Vakıflar Kanunu ve
öncesine değinmek Türkiye’de azınlık statüsündeki Gayrimüslimleri direkt
ilgilendirdiğinden önemli olacaktır.
3.4.11.1 Cemaat Vakıflarının Mülkiyet Konusu
Cemaat
Vakıfları,
Cumhuriyet
öncesinde
Gayrimüslim
Türk
vatandaşlarının oluşturduğu hayır kurumlarıdır. Türkiye’deki diğer vakıflar gibi
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından denetlenen 162 tane cemaat vakfı
faaliyet göstermektedir. Türk Medeni Kanununa göre belli bir cemaati
desteklemek amacıyla vakıf kurulması mümkün olmadığından; yeni cemaat
vakfı kurulması hukuken mümkün değildir239.
Cemaat Vakıflarının tarihi geçmişine bakacak olursak, Osmanlı
Devleti,
1912
Gayrimüslimlerin
tarihli
Beyanname
kurdukları şirket,
ile
kendi
cemiyet
ve
tabiiyetinde
hayır
bulunan
müesseselerine
gayrimenkul edinme hakkı tanımıştır. 1935 yıl 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu’nda (1936 Beyannamesi) bazı temel düzenlemeler yapılmış ve
mülhak
vakıf240
mütevellileriyle
birlikte
azınlıklardan
da
beyanname
istenmiştir. Bu beyannameler azınlık vakıflarının vakıf senedi kabul edilmiştir.
1936 düzenlemesindeki amaç o tarihe kadar varlık gösteren resmi veya gayri
resmi tüzel kişilikleri, Müslim/Gayrimüslim ayrımı yapmadan Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün denetimi altına almaktı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun
1974 tarihli “azınlık tüzelkişiliklerinin vasiyet yoluyla da olsa taşınmaz mal
edinemeyecekleri” kararına kadar her türlü faaliyetlerini sürdüren ve taşınmaz
239
Cemaat Vakıfları, T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) vgm.gov.tr, 24 Ocak
2012.
240
5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na göre, mülga 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin yürürlük
tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş vakıflara mülhak
vakıflar denilmektedir. Bkz.T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü.
104
mal edinen azınlık tüzel kişileri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1973 tarihli
“tüzelkişilerin vasiyet
veya herhangi bir surette gayrimenkul iktisap
edebilmeleri, kuruluş statülerinin buna imkân vermesine ve ayrıca kanunlarda
bu konuda menedici bir hüküm bulunmamasına bağlıdır” kararıyla bozulmuş
ve bundan sonra azınlık vakıfları, 1970’li yıllardan 2002 yılına kadar 1936
Beyannamesiyle oluşan statülerini korusa da yeni gayrimenkul mal
edinememişlerdir. 1936 ile 1974 yılları arasında edinilen taşınmazlar tüzel
kişiler ile devlet arasında ihtilâfa sebep olmuş ve yargıya intikal eden
anlaşmazlıklar süregelmiştir. Azınlık vakıfları konusundaki son düzenlemeler
ise, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde yapılmıştır. 03.08.2002 tarih
4771 sayılı kanunda cemaat vakıflarının: “…vakfiyeleri olup olmadığına
bakılmaksızın, Bakanlar Kurulunun izniyle dini hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve
kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler
ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler” hükmüyle taşınır veya
taşınmaz mal edinmelerinin önündeki engeller kaldırılmış ve eşdeğer
oldukları mülhak vakıf kategorisinde, Türklerin kurduğu vakıflarla eşit hâle
getirilmişlerdir. Ayrıca söz konusu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar her
ne suretle olursa olsun tasarruflarında bulunan taşınmazlarını da vakıflarına
katma imkânını elde etmişlerdir. Bu kanundaki Bakanlar Kurulu izni şartı,
2003’teki bir kanunla Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş ve 20. 2. 2008
tarih 5737 sayılı Yeni Vakıflar Kanunu ile kaldırılarak, uygulama diğer Türk
vatandaşlarınınki
ile
aynı
hale
getirilmiştir.
Bu
kanunun
tatbikinde
milletlerarası mütekabiliyet ilkesi saklı olmak şartıyla artık azınlıkların vakıf
haklarını kısıtlayan hiçbir engel kalmamıştır241.
5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na göre yeni vakıflar, vakıf senetlerinde
yazılı amaçlarını gerçekleştirmek üzere Genel Müdürlüğe beyanda bulunmak
şartıyla şube ve temsilcilik açabilecek; yabancılar Türkiye’de hukukî ve fiilî
mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilecektir(5. madde). Vakıfların mal
edinebileceği,
malları
üzerinde
her
türlü
tasarrufta
bulunabileceği
(12.madde); yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve
241
Mustafa Alkan, “Azınlık Vakıfları: Tarihi Arka Planı, Hukuki Yapısı Ve İç Analizi”, Gazi
Akademik Bakış Dergisi, cilt 1, sayı 4, 2009, s.99-102
105
nakdi bağış ve yardım alabileceği ile yurt içi ve yurt dışındaki benzer amaçlı
vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabileceği
(25.madde); amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir temin
etmek amacıyla, Genel Müdürlüğe bilgi vermek şartıyla iktisadî işletme ve
şirket kurabileceği ve kurulmuş şirketlere ortak olabileceği (26.madde) hükme
bağlanmıştır242.
Yeni Vakıflar Kanunu, birçok AB ülkesinin bile ilerisinde bulunması ve bu
haliyle uygulanması halinde AİHM’ye konuyla ilgili götürülen davalarda
önemli bir azalma olacağı beklentisine rağmen, azınlık gruplarının temsilcileri
bundan sonrası için uygulamanın önem kazandığını belirterek yasadaki bazı
muğlak ifadelerin ise sorun yaratabileceğine işaret etmişlerdir243.
3.4.12 2009 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2009 yılı Raporunda244 da, Türkiye'nin daha önce de belirtilen henüz
imzalamadığı veya çekince koyduğu uluslararası antlaşmalara dikkat
çekilirken, azınlık haklarına yaklaşımının sınırlı kaldığı belirtilmektedir. İsrail’in
Aralık 2008’de Gazze’ye yönelik askeri müdahalesinden245 sonra Musevi
cemaatine karşı nefret söylemleri oluşması ve bu bağlamda Musevi
cemaatinin görüşlerini ifade etmesi ve nefret söylemleriyle ilgili mevcut yasal
hükümlerin yetersizliğinden şikâyet etmesini takiben hem Cumhurbaşkanının
242
Vakıflar Kanunu, T.C. Başbakanlık Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim) mevzuat.basbakanlik.gov.tr
Bkz. “Yeni Vakıflar Kanunu Avrupa'dan İleri, Artık Uygulama Önemli” başlıklı haber,
euractiv.com, 22 Şubat 2008, (Erişim) http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/yeni-vakiflarkanunu-avrupadan-ileri-artk-uygulama-onemli, 24 Ocak 2012.
243
244
2009 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_200
9.pdf
245
27 Aralık 2008’de İsrail’in Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Operasyonu başlamış; 22 gün süren
saldırılarda yarısı kadın ve çocuk olmak üzere yaklaşık 1.500 kişi hayatını kaybederken binlerce kişi
de yaralanmıştır. 2006’dan itibaren Gazze’deki yönetimi elinde bulunduran Hamas’a karşı
gerçekleştirilen harekâtta İsrail ordusu uluslararası antlaşmalarla yasaklanan fosfor bombası, pudra
bombası gibi kimyasal patlayıcıları kullanmış; büyük bir yıkımın yaşandığı bölgede altyapı büyük
zarar görmüş; hastaneler, okullar ve devlet binalarının yıkılması sonucu milyarlarca dolarlık maddi
zarar meydana gelmiştir. Bkz. Atilla Sandıklı, “Türkiye-İsrail İlişkileri Dibe Vurdu”, Bilge Adamlar
Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
06
Eylül
2011,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1512, 25 Ocak 2012.
106
hem de Başbakanın anti-Semitizmi açıkça kınamaları rapora eklenmiştir. Öte
yandan, TRT'nin Ocak 2009’da gün boyu Kürtçe yayın yapan TRT-6
kanalının yayınına başlaması ve resmi açılış töreninde Başbakanın Kürtçe
birkaç kelime konuşması; Eylül ayında Yüksek Öğretim Kurumu'nun bir Türk
Üniversitesi olan Mardin’deki Artuklu Üniversitesi'nin Kürtçe ve ülkede
konuşulan diğer dillerde lisansüstü eğitim verecek “Yaşayan Diller Enstitüsü”
kurulması yönündeki başvurusunu kabul etmesi; Mart 2009’da devlet
radyosunun Ermenice yayın yapmaya başlaması; yerel seçim kampanyası
döneminde, siyasetçiler ve siyasi partililerin siyasi faaliyetlerinde Kürtçe
kullanmaları ve bunun kanunen yasak olmasına rağmen pek çok durumda
herhangi bir yasal işlem başlatılmamış olması; Güneydoğu Anadolu
Bölgesindeki bazı valiliklerin kamu hizmetini Kürtçe olarak sunmaya
başlaması olumlu karşılanırken; Temmuz 2009’da siyasi partilerden sorumlu
olan Yargıtay Başsavcısının Kürtçenin TBMM'de kullanılmasına ilişkin olarak
ilgili
milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının
kaldırılması
için
başvuruda
bulunması; özel televizyon kanallarında Kürtçe öğreten eğitim programlarına
izin
verilmemesi
ve
Kürtçe
siyasi
tartışmalar
veya
genel
eğlence
programlarının neredeyse hiç olmaması; GÜN TV’ye karşı açılan davalar;
devlet okullarında Türkçe dışında ana dil eğitiminin halen mümkün olmaması
ve yine Türkçe dışındaki diller açısından kamu hizmetlerine erişime ilişkin
eksiklikler eleştirilmektedir. Romanların durumuna dair hala düzenleme
yapılamamış olduğu tekrar vurgulanmaktadır. Mülkiyet hakları konusunda ise
rapor dönemi boyunca Vakıflar Kanununun uygulanmasının sorunsuzca
devam ettiği ve Vakıflar Kanunu kapsamında, bir Gayrimüslim cemaat
vakfının bağış yoluyla iki adet taşınmaz mal edindiği notu düşülmüştür.
2008 yılı sonundan itibaren, şiddetin göreceli olarak azalmasına
rağmen devam eden terör ile ilgili olarak Cumhurbaşkanının Irak’a ziyareti ve
Bölgesel Kürt Hükümetiyle olan uzlaşma arayışlarının Kürt meselesiyle ilgili
olası bir çözüm için olumlu bir platform yaratılmasına katkı sağladığı ve
hükümetin henüz detaylandırılmasa da meselenin barışçıl çözümüne yönelik
istişare başlatıp kapsamlı bir plan açıklaması ve aynı zamanda konu ile ilgili
olarak, kamuoyu, siyasi otorite, muhalefet ve sivil toplumu da içeren ülke
107
içinde heyecan verici bir tartışma ortamının gelişmesi; Güneydoğu Anadolu
Projesinin tamamlanması adına ek kaynakların tahsis edilmesi altı çizilen
olumlu gelişmeler olarak görülmektedir. TBMM'nin Haziran itibariyle ilerideki
beş yıl içinde, gerekirse kamu ihale usullerini izleyerek, Milli Savunma
Bakanlığı’nın gözetiminde, Türkiye-Suriye sınırında anti-personel ve anti-tank
mayınlarının temizlenmesine yönelik Kanunu246 kabul ettiği ve yasanın belli
şartlar altında, temizlenme tamamlandıktan sonra, 44 yıla kadar arazinin
tarıma açılması karşılığında bu işin özel şirketler tarafından yürütülmesi
olasılığını ortaya koyduğu, ancak muhalefetin ulusal çıkarlara aykırı olduğu
gerekçesiyle konuyu Anayasa Mahkemesine taşıdığı ve davanın Mahkemece
kabul edildiği belirtilmektedir. Köy korucuları sisteminin kaldırılması için
gerekli adımların atılmaması ve terörle mücadele mevzuatının geniş
yorumlanmasının ifade özgürlüğü gibi temel haklara uygulanmasının aşırı
kısıtlamalar getirmesi; yerlerinden olmuş kişilere tazminat ödenmesine
devam edilse de konu hakkında yeterli ilerleme sağlanmaması ve bunun ile
ilgili olarak ulusal bir strateji olmayışı eleştirilmektedir. Sonuç olarak, Avrupa
standartlarına uygun olarak, dil, kültür ve temel haklara saygı gösterilmesi ve
bunların korunmasının henüz tam olarak gerçekleşmediği; Türkiye'nin
azınlıklara karşı hoşgörünün artırılması veya azınlıkların topluma dâhil
edilmesinin teşvik edilmesi için kısıtlı bir çaba harcadığı; kültürel haklarda ise
özellikle Kürtçe yayın yapan TV kanalı TRT 6’nın yayına başlaması suretiyle
ilerleme kaydettiği; ancak, başta özel TV ve radyo yayınlarında, siyasi
hayatta, eğitimde ve kamu görevlileri ile iletişimde olmak üzere, Türkçe
dışındaki diğer dillerin kullanılmasında kısıtlamaların sürdüğü; Türkçe
dışındaki dillerin kullanımı hakkındaki yasal çerçevenin kısıtlayıcı yorumlara
açık
olduğu
ve
uygulamanın
tutarsız
olduğunun
gözlemlendiği
özetlenmektedir.
246
04/06/2009 kabul tarihli 5903 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti İle Suriye Arap Cumhuriyeti
Devleti Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri İle İhale İşlemleri
Hakkında Kanun”un amacı (Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti
Devleti arasındaki kara sınırında bulunan mayın (anti personel-anti tank mayınları) ile patlamamış
mühimmatın temizlenmesi, imha edilmesi ve bu suretle elde edilecek arazilerin tarımsal amaçlı
kullanılması işlemlerine ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir. Kanunun tamamı için bkz. Kanunlar,
tbmm.gov.tr
108
3.4.13 2010 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2010 yılı Raporu247, Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik yaklaşımının
kısıtlayıcı kaldığını belirterek Türkiye’nin önceki raporlarda da belirten
uluslararası antlaşmaları imzalamaması veya çekinceler koymasının altını
çizmektedir.
AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri ile yapıcı bir diyalog
çağrısı devam etmektedir. Ülkede azınlıklara ilişkin konuların tartışma
ortamının hükümetin himayesi altında geliştiğine dikkat çekilmektedir. Azınlık
okulları ile ilgili olarak öğrenci sayısına (aynı azınlıktan olması şartı ile
kanunen sınırlandırma) bağlı sürdürülebilirliğe ilişkin sorunların yanı sıra idari
meseleler, eğitimdeki usule ilişkin zorluklar ile kayıt, bütçeye dair veya
bürokratik sorunlarla karşı karşıya olunduğu ve Heybeliada Ruhban
Okulu’nun üst düzey devlet yetkililerinin tekrar açılabilmesine yönelik olumlu
beyanlarına rağmen hâlâ kapalı kalmaya devam ettiği yinelenerek Türkiye’nin
azınlıklara
yaklaşımının
kısıtlayıcı
kaldığı
vurgulanırken,
Avrupa
standartlarıyla uyumlu şekilde, dil, kültür ve temel haklara tam olarak saygı
gösterilmesi ve bu hakların korunmasının henüz tam olarak sağlanmadığı
belirtilmektedir. Öte yandan, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)
Yönetmeliği’nin Kasım ayında, yerel düzeyde özel ve kamu kanalları
tarafından Kürtçe ve diğer dillerde yayın yapma önündeki tüm engellerin
kaldırılacak şekilde değiştirilmesi ile 14 radyo istasyonu ve TV kanalına
Kürtçe ve Arapça yayın yapma izni verilmesi; ilk kez Diyarbakır Belediye
Tiyatrosu’nda Kürtçe bir oyun sahnelenmesi; Haziran ayında Van’ın
Bahçesaray köyünde düzenlenen Kürtçe edebiyat etkinliği; Mardin Artuklu
Üniversitesi’nin ilk Kürtçe ve Süryanice dili bölümlerini kurarak bu
bölümlerdeki yüksek lisans programlarına öğrenci kabul etmeye başlaması
ile TRT El Türkiye kanalının günde 24 saat Arapça yayın yapmaya
başlaması; Değiştirilen Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri
247
2010 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_201
0.pdf
109
Hakkındaki Kanun’un248 10 Nisan 2010’da yürürlüğe girerek seçim
kampanyalarında Kürtçe kullanılmasının fiilen mümkün hale gelmesi olumlu
karşılanmakta, ancak siyasi hayatta Türkçeden başka bir dil kullanımının
Seçimler ve Siyasi Partiler Kanunu’na göre halen yasadışı olduğu
belirtilmektedir. Bunlardan başka Türkçe dışındaki ana dil eğitiminin halen
devlet okulları veya özel okullarda mümkün olmadığı; Türkçe konuşmayan
kişilerin kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak için tedbirler alınmadığı
vurgulanmaktadır. Romanlara ilişkin olarak (bu nüfusun sorunlarını ve
hükümetten beklentilerini tespit etme hususunda) hükümetin bir Çalıştay249
ile Mart ayında Başbakanla gerçekleştirilen bir toplantıyı da içeren açılım
başlatması ve İçişleri Bakanlığı’nın bir genelge ile valilerden “Nüfus
Müdürlüğü’nde kaydı bulunmayan kişilerin” kayıt işlemlerinin kolaylaştırılması
istenmesinin Roman nüfusun lehine adımlar olmasına rağmen halen bu grup
ile ilgili kapsamlı bir politikanın olmadığı belirtilmektedir. Mülkiyet haklarına
ilişkin olarak ise, rapor döneminde Şubat 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’nun
uygulamasının bazı gecikmelere ve prosedürel sorunlara rağmen devam
ettiği notu düşülmüştür.
Güneydoğu Anadolu Projesi’ni 2012’ye kadar tamamlamaya yönelik
planının uygulanmasının devam ettiği; Hükümetin özellikle Kürt meselesini
ele almaya yönelik demokratik açılımına dair tartışmaları; yayıncılıkta Kürtçe
dilinin kullanılması ve kamuoyunun talepleri doğrultusunda bazı yerlere eski
(Kürtçe) isimlerinin geri verilmesi olumlu adımlar olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye ile Suriye Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın
248
298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 58. Maddesi
“Radyo ve televizyonda yapılacak propaganda yayınlarıyla diğer seçim propagandalarında, Türkçeden
başka dil ve yazı kullanılması yasaktır” ibaresi “Siyasi partiler ve adayların yapacakları
propagandalarda Türkçe kullanılması esastır." olarak değiştirilmiştir. Bkz. T.C. Yüksek Seçim Kurulu
Başkanlığı (Erişim) www.ysk.gov.tr
249
İlki 10 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilen çalıştayın amacı, tıpkı diğer ülkelerde yaşayanlar
Romanlar gibi Türkiye’de yaşayanlar Romanların da karşılaştığı iskandan sağlığa mevcut sorunlarının
ele alınması ve bir çözüme kavuşturulması olmuştur. Çalıştay kapsamında Roman vatandaşların dile
getirdiği başlıca talepler; ayrımcılığın ortadan kaldırılması, yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve
standartlarının yükseltilmesi, mevzuatta gerekli değişikliklerin yapılarak “eşit vatandaşlık” ilkesinin
vurgulanması ve Roman çocukların eğitim sürecinde yaşadıkları sıkıntıların giderilmesi şeklindedir.
Bkz. Tülin Yanıkdağ, “Roman Açılımı ve Türkiye’de Roman Sorunu”, Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
03
Mart
2010,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=589, 24 Ocak 2012.
110
Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında Kanun’un kabulünü
müteakiben, Milli Savunma Bakanlığı’nda özellikle Türkiye-Suriye sınırının
yeniden belirlenmesi konusu üzerinde çalışan bir proje yönetim grubu
oluşturulduğu, ancak özellikle Irak ve İran’la sınırlar başta olmak üzere,
ülkedeki sınır alanlarının mayından arındırılması için ilave eylemlerin
gerekmekte olduğu; köy korucuları sorunuyla ilgili olarak hiçbir adım
atılmadığı; kamuoyu önünde verilen taahhütlere rağmen, özellikle Kürt
meselesini ele almak amacıyla 2009 yılı Ağustos ayında ilan edilen
demokratik açılımın kısmen uygulandığı; terör eylemlerinin artarak devam
ettiği; terörle mücadele mevzuatının geniş bir terör tanımından kaçınılarak
insan haklarıyla bağdaşacak şekilde uygulanmasının gerektiği; terör ve
terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıplar ile ilgili Zarar Tespit
Komisyonlarının kaynak yetersizliği ve ağır iş yüküyle karşı karşıya olmayı
sürdürdüğü ve bunun değerlendirme ve tazminat ödemelerinde yavaş
ilerleme kaydedilmesine yol açtığı; kentsel alanlardaki yerlerinden olmuş
kişilerin durumunun endişe unsuru olmaya devam ettiği belirtilmektedir.
Sonuç olarak rapora göre Türkiye, özellikle Kürtçenin özel televizyon ve
radyo yayınları ile cezaevlerinde kullanımının biraz daha serbestleştirilmesi
suretiyle kültürel haklar alanında ilerleme kaydetmiş, fakat Türkçe dışındaki
diller açısından özellikle siyasi hayat, eğitim ve kamu hizmetlerine erişim
konusunda kısıtlamalar devam etmiş; demokratik açılım çerçevesinde
açıklanan somut tedbirler beklentilerin gerisinde kalmış; Terörle Mücadele
Kanunu’nda terörizm tanımının geniş kapsamlı yapılmasından kaynaklanan
ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel özgürlüklerin kullanımındaki
kısıtlamalar endişe kaynağı olmayı sürdürmüştür.
Avrupa Birliği Türkiye’nin azınlık haklarına ilişkin ilerleme kaydetmesi
kapsamında öncelikle ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde süre
gelen terör, ekonomik yetersizlikler, yörede yaşayan halkın siyasi, kültürel,
ekonomik
hayata
entegre
edilememesi
gibi
sorunlarını
aşmasını
beklemektedir. Süregelen raporların hepsinde özellikle Kürtlere ilişkin temel
hak
garantilerinin
sağlanmasındaki
yetersizliklerden
bahsedilmektedir.
Türkiye’nin gerçekleştirdiği kanun değişiklikleri ve diğer reformist açılımlar
111
olumlu
karşılansa
da,
uygulanmasında
sınırlı
kademe
kaydedildiği
vurgulanmaktadır. Türkiye’nin terör sorunu ile azınlık ve insan hakları konusu
ilişkilendirildiğinden, terör meselesi çözüme kavuşturulmadığı sürece Avrupa
Birliği’nin olumsuz notlarının devam edeceği izlenimi yansımaktadır.
3.4.14 2011 Yılı İlerleme Raporu ve Azınlıklar
2011 yılı ilerleme raporunda250, Milli Eğitim Bakanlığı’nın devlet
okullarındaki uygulamaya paralel olarak, azınlık okullarına yeni ders kitapları
temin edilmesi ve 2010 – 2011 öğretim yılında matematik ve fen bilgisine giriş
kitaplarının Ermeniceye çevrilerek ücretsiz olarak dağıtılması adımları,
azınlıkların eğitim hakkı lehine olumlu gelişmeler olarak dikkat çekmiştir.
Ancak Türkiye’nin, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin azınlık hakları
ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin eğitim hakkı ile
ilgili maddelerine koyduğu çekinceler ile Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların
Korunması için Çerçeve Sözleşmesini imzalamadığının altı çizilirken,
Türkiye’de ırkçılık, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlük ile
mücadele edecek herhangi bir mekanizma veya spesifik bir mevzuatın
bulunmadığı ve yürürlükteki mevzuatın ayrımcılıkla ilgili hükümlerinin ise
çoğu kez mahkemeler tarafından dar yorumlandığı belirtilmektedir. Rum
azınlığın eğitime erişimi ile Gökçeada ve Bozcaada’daki sorunları dahil olmak
üzere, mülkiyet hakkı ile ilgili sorunlarının sürmekte olduğu;
azınlık
okullarındaki çifte müdür uygulaması dışında bu okulların yönetimi
konusunda düzenleme beklendiği ve kayıtla ilgili usule ilişkin, bürokratik
zorluklar ile bütçesel ve sürdürülebilirliğe ilişkin sorunlar ile Heybeliada
Ruhban Okulu’nun kapalılık halinin devam ettiği yinelenmektedir. Mart
ayında,
250
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin251 Türk makamlarını
Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011_ilerleme_raporu_tr.p
df
251
İnsan Hakları Komiseri Ofisi 1999`da kurulmuştur. Komiser, üye ülkelerde insan hakları eğitimi ve
bilincini artırmakla yükümlüdür. Bunun yanında, AİHS ve Konsey'in tavsiyeleri ile Bakanlar
Komitesi'nin kararlarına üye ülkelerin tam ve etkili bir şekilde saygı göstermelerini sağlamakla da
yükümlüdür. Komiserin yasal bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Ancak insan haklarını korumak ve
112
yasal engelleri kaldırmaları ve gayrimüslim cemaatlerin, bu azınlıklara
mensup çocuklara, bu çocukların veya ebeveynlerinin ya da velilerinin yasal
durumlarına bakılmaksızın, kendi okullarında eğitim verme imkanı tanımaları
yönünde desteklediği ve 2011–2012 öğretim yılı itibarıyla Ermeni çocukların
Ermeni azınlık okullarına misafir öğrenci olarak kabul edilecekleri raporda
belirtilen eğitim hakkına ilişkin diğer hususlardandır. Medyadaki antisemitizm
vurgusu ile genelde misyonerler ve Hıristiyanlara yönelik nefret söylemlerinin
yargı organları tarafından cezalandırılmamasının yanı sıra, 2007 yılında
suikast sonucu hayatını kaybeden Ermeni gazeteci Hrant Dink davasında
sınırlı ilerleme kaydedildiği raporda vurgulanmıştır. Mart 2011’de yürürlüğe
giren Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun252’un
Türkçe dışındaki dillerde ülke genelinde radyo ve televizyon yayını
yapılmasına olanak vermesi ve bu kanunun milli güvenliğin tehdit altında
olması ve kamu düzeninin bozulması tehlikelerine karşı Başbakanlık veya
bakanlık kararıyla geçici olarak durdurulabilmesinin resmi olarak halen
mümkün olmasına rağmen, aynı zamanda olası böyle bir karara mahkeme
kanalıyla
itiraz
edilebilmesine
de
imkan
tanıması;
Mardin
Artuklu
Üniversitesi’nin Kürtçe lisansüstü eğitim vermeye devam etmesi; Yüksek
Öğretim Kurulu’nun 2011 yılında Muş Alparslan Üniversitesinde bir Kürt Dili
ve Edebiyatı Bölümü açılmasını onaylaması (ancak yeterli sayıda öğretim
görevlisi bulunmadığından Kürt dili dersini sadece lisans düzeyinde seçmeli
ders olarak vermiştir); Nisan 2010 ve Mart 2011253’de kabul edilen yasal
düzenlemelerle seçim kampanyalarında Türkçe dışı dillerin kullanılabilir hale
gelmesi ile özel veya devlet radyo ve televizyon kanallarının Türkçe dışındaki
dil veya lehçelerde yayın yapabilmelerinin yolu açılması olumlu karşılanırken;
Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’nun hâlâ Türkçe dışındaki dillerin
bu alanda ihlalleri engellemek için devletlere enformasyon sağlar ve gerektiğinde tavsiyelerde
bulunabilir.
Bkz.
Avrupa
Konseyi
ve
İnsan
Hakları,
(Erişim)
http://www.avrupakonseyi.org.tr/akih.htm, 24 Ocak 2012.
252
İlgili kanunun Yayın Dili başlıklı 5. Maddesinde “Yayın hizmetlerinin Türkçe yapılması esastır.
Ancak Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir. Yayınlar seçilen dilin kurallarına uygun
olarak yapılmak zorundadır. Bu yayınlara ilişkin usul ve esaslar Üst Kurulca yönetmelikle belirlenir.”
denmektedir.
253
Bkz. dipnot 248 ve 252.
113
kullanımını kısıtlayabildiğine ve farklı Kürt grupları ile STK ve sendikaların
anadilin günlük hayatta kullanılmasının kısıtlanmasına son verilmesini talep
eden bir milyon imzalı dilekçelerini TBMM’ye sunduklarının altı çizilmektedir.
Mahkemelerin Kürtçe dahil Türkçe dışındaki dillerin kullanımı ile ilgili bazı
davalarda davalı lehine kararlar almalarına rağmen uygulamanın tutarlı
olmadığı; Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun veya 1934
tarihli Soyadı Kanununa aykırı olacağı gerekçesi Türkçe dışındaki dillerin
kullanımına ilişkin olumsuz kararlar alabildikleri bildirilmektedir. Romanlara
ilişkin olarak, Yabancıların Türkiye’de İkameti ve Seyahatleri Hakkında
Kanun’da tabiiyetsizleri, Türk vatandaşı olmayan Çingeneleri ve Türk
kültürüne bağlı olmayan yabancıları sınır dışı etme yetkisi tanıyan ayrımcı
hükmün Ocak 2011’de değiştirilmesi254; Mart 2011’de Roman açılımından
sorumlu Devlet Bakanının sağlıklı bir çevrede barınma sorunu ile ilgili olarak
TOKİ’nin yaklaşık 9000 konut inşa edeceğini açıklaması ve Aydın Adnan
Menderes Üniversitesinde “Romanlar Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin
kurulması konuya dair olumlu adımlar olarak nitelenirken, Romanların
topluma ve kamu hayatına entegrasyonu, eğitime ve sağlık hizmetlerine
erişimlerinin yanı sıra konut ve istihdam sorunlarını ele alacak kapsamlı bir
strateji hazırlanmadığı belirtilmektedir. Vakıflar Kanununa ilişkin olarak ise,
gecikmeler ve usule ilişkin sorunlara rağmen uygulamaya devam edildiği ve
Türkiye’nin tüm Gayrimüslim dini cemaatlerin mülkiyet haklarının tam olarak
korunmasının güvence altına alması gerektiği notu düşülmektedir.
Öte yandan, Kürt meselesinin Haziran ayındaki genel seçimlere doğru
toplumun geniş bir kesimi tarafından tartışılması ile Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nin sosyo-ekonomik kalkınmasını hedefleyen Güneydoğu Anadolu
Projesini (GAP)’ın 2012 yılına kadar tamamlamak amacıyla uygulanmasına
ve bölgeye yönelik özel program ile yatırımların devam etmesine rağmen,
254
5 Ocak 2011 kabul tarihli 6097 sayılı Kanunun 1. Maddesinde, 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı
Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunun 21. maddesinin son fıkrasının
“Tabiiyetsiz veya Türk kültürüne bağlı olmayan yabancı göçebelerin sınır dışı edilmelerine İçişleri
Bakanlığı yetkilidir.”şeklinde değiştirildiği belirtilmektedir. Bkz. Kanunlar, TBMM, (Erişim)
http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6097.html
114
özellikle Nisan 2011’den sonra bölgedeki terör faaliyetlerinin arttığı ve bu
durumun siyasi arenayı da olumsuz etkilediği ve demokratik açılım
kapsamında dile getirilen somut tedbirlerin beklentilerin gerisinde kalmış
olduğu ve gereğinin yapılmadığı belirtilmekte; olası diyalog çabalarının, terör
örgütü ile bağlantısı olduğu gerekçesi ile Kürt siyasetçilerin, yerel olarak
seçilmiş belediye başkanlarının, belediye meclisi üyelerinin ve bazı insan
hakları savunucularının tutuklanmaları veya gözaltına alınma durumları ile
hali hazırda süren veya mahkumiyetle sonuçlanan davalar sonucu kesintiye
uğradığına değinilmektedir. Kara mayınları ve köy koruculuğu sisteminin
endişe kaynağı olmaya devam ettiği belirtilirken, yerlerinden olmuş kişilerin
zararlarının tazmin edilmesi sürecinin devam ettiği ancak sürecin genel
etkinliğinin değerlendirilmesi ve kapsamlı bir ulusal stratejinin oluşturulması
gerektiği notu düşülmektedir. Bundan başka, mülteciler ve sığınmacılarla ilgili
kapsamlı bir yasal çerçevenin bulunmamasının bu kişilere uygun muamele
gösterilmesi önünde engel teşkil ettiği vurgulanmaktadır.
Sonuç olarak, Rapor Türkiye’nin azınlıklara yönelik yaklaşımının
kısıtlayıcı olmaya devam ettiği; dile, kültüre ve temel haklara tam olarak saygı
gösterilmesi ve bunların korunmasının henüz Avrupa standartlarına uygun
olmayıp, Türkiye’nin azınlıklara yönelik hoşgörünün artması ve kapsayıcılığın
teşvik edilmesi için daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği sonucuna
ulaşmaktadır.
115
3.5 SONUÇ
Azınlıklar meselesi karmaşık bir uluslararası ilişkiler konusudur.
Uluslararası hukukta geçerli bir azınlık tanımı bulunmamaktadır. Bunun
nedeni, devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüğü kaygılarına bağlı olarak
azınlıklara ilişkin uygulamalarda ulusal önceliklerinin farklılaşmasıdır. Milli
faydalarını gözetme durumundaki devlet, toprakları dahilinde yaşayan farklı
kökenli bireylerin hak taleplerini yerine getirmekte kuşkucu ve dolayısıyla
isteksiz bir tavır alabilmektedir. Ancak küreselleşen dünyada uluslararası
sistemin dışına itilmek istemeyen ülkeler, bu sistemin getirdiği belli taahhütleri
yüklenmek durumunda kalmaktadır. Azınlıklar konusu hem milli politika, hem
de ikili ve çoklu devletlerarası ilişkilerdeki mütekabiliyet esası gereği hassas
ve canlılığını koruyan bir meseledir.
Evrensel bir azınlık tanımına ulaşılamamış olsa da, uygulamada kabul
görebilecek tanımlama çalışmaları yapılmıştır. Birleşmiş
Milletler
İnsan
Hakları Komisyonu'nun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt
Komisyonu özel raportörü Francesco Capotorti'nin 1979 tarihli “Etnik, Dini,
Dilsel Azınlıklara Dahil Bireylerin Hakları Üzerine Çalışma”sında sunduğu
azınlık tanımı, kapsamlı ve referans alınabilecek bir uygulama alanı ortaya
koymaktadır. Capotorti azınlığı, “bir devletin nüfusunun geri kalanına göre
sayıca azınlıkta olan, yönetici konumlarda olmayan, o devletin vatandaşı olup
nüfusun geri kalanından etnik, dini veya dilsel özellikleriyle farklılaşan, gizli
de olsa kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ve dillerini korumaya yönelik
dayanışma güdüleriyle hareket eden toplumsal grup” olarak tanımlamıştır.
Özellikle savaşlar sonucu sınırların yeniden çizildiği ve yeni devletlerin
ortaya çıktığı dönemler ile önemli demografik değişikliklere neden olan sosyal
gelgitler neticesinde azınlıklar konusu gündem maddesi haline gelmiştir.
Bunun arkasında, söz konusu olayların belli toplulukları yaşadıkları sınırlar
dahilinde azınlık haline getirmesi veya ana devletlerinden uzaklaştırması
yatmaktadır. Bu duruma paralel olarak, iki büyük dünya savaşı sonunda
azınlıklar konusu uluslararası sistemin önemli meselelerinden biri haline
gelirken, birtakım milletlerarası belgelerle azınlık haklarına standartlar
116
getirilmeye çalışılmıştır. Azınlıkların hak ve talepleri meselesi 1989’lara kadar
uluslararası toplumun ilgisini çekmiş olsa da, konuya insan hakları konsepti
içerisinde
yaklaşılmış;
eşitlik
ve
ayrım
gözetmeme
gibi
demokrasi
unsurlarının evrenselleşmesi sonucu azınlıklara dair sorunların egale
edilebileceği düşüncesi hakim olmuştur. Ancak 1989 sonrası dönemde
SSCB, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın dağılması ile sınır değişiklikleri ve
akabinde yaşanan göçler sonucu özellikle Avrupa için azınlıklar konusu belli
standartların getirilmesi gereken sorunsal bir hal almıştır.
Avrupa’da pek çok etnik, dilsel veya ulusal azınlığın yaşadığı devletler
bulunmaktadır. Ekonomik öngörülerle ortaya çıkan Avrupa Birliği hareketi,
1990 sonrası dönemde ekonomik örgütlenmesine siyasi boyut kazandırma
yoluna gitmeye başlamıştır. Bu bağlamda, AB vatandaşları arasında eşitlik
sağlanması, din, dil, etnik köken, milliyet farklılıklarına dayalı ayrımcılıkların
engellenmesi ile hoşgörü ve adalet fikri ön plana çıkmış; demokratik bir
Avrupalı kimliği yaratılarak bahsi geçen farklılıkların getireceği olası
problemlerin önüne geçilmesi hedeflenmiştir. BM tarafından kabul edilmiş
belgelere ek olarak; Temel Haklar Şartı, Bölge veya Azınlık Dilleri İçin Avrupa
Şartı, Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşme ve Lizbon
Antlaşması, AB nezdinde azınlık hakları konusuna atıfta bulunulmuş temel
belgelerdir. Bu belgelerin üye ülkeler için bağlayıcılığı olsa da, onlara hukuki
yaptırım uygulayabilecek bir AB mekanizması mevcut değildir.
1990 ortalarına doğru Orta ve Doğu Avrupa’yı kapsayan bir genişleme
sürecine giren AB, Birliğe dahil olma hedefinde olan ancak etnik sıkıntıların
da yaşandığı bu bölgedeki ülkelerin önüne Kopenhag kriterlerini koymuştur.
Kopenhag kriterleri “ekonomik, siyasi ve topluluk mevzuatını benimsenmesi”
şeklinde sıralanmıştır. İnsan hakları ve azınlık haklarına saygı koşulu ise
siyasi kriterler başlığı altında belirtilmiştir. AB, genişleme kapsamına aldığı
ülkelerdeki mevcut siyasi problemleri referans alarak, bu ülkelerden
etnisiteye dayalı dezavantajlı grupların sorunlarını çözmesini ve böylelikle
bölgenin merkez topraklarına azınlıklara dair olası sıkıntıların aktarılmasının
önüne geçerek politik istikrarı korumayı hedeflemiştir. AB aday ülkeler için
117
yayınladığı ilerleme raporlarında bu konudaki tavır ve beklentisini ortaya
koymaktadır.
Diğer taraftan, AB’nin mevcut üyelerinin azınlık uygulamalarına
bakıldığında ise çelişkili bir politika ile karşılaşılmaktadır. Bu ülkeler azınlık
hakları konusunda ilgili uluslararası belgelere imzalarını koysalar da,
uygulamada oldukça geniş bir hareket serbestisine sahiptirler. Bunun
arkasında, söz konusu belgelerin hukuki yaptırım uygulayacak bir dayanak
yaratmaması ve ulusal politikalar gereği farklı yorumlanmalarını engelleyecek
gerçekçi bir mekanizmalarının var olmaması yatmaktadır. Dolayısıyla, AB’nin
tüm üye ülkeler nezdinde geçerli standart bir azınlık politikası olduğunu
söylemek zordur. Bu kapsamda, AB’nin aday ülkelere azınlık haklarına
saygıyı ön koşul olarak sunarken, halihazırda üye ülkelere konu hakkında
daha geniş bir perspektiften yaklaşması, AB’nin çifte standart yarattığı
yönünde eleştirilmesine neden olmaktadır.
Standart bir AB azınlık politikasının mevcudiyeti tartışmalı olsa da,
farklı kimliklere haiz grupların bu kimliklerini koruma ve yaşatabilmesi
yönündeki kültürel haklar taleplerinin yerine getirilmesi için AB’nin istekli
olduğu görülmektedir. Özellikle, azınlık kimliğinin önemli bir öğesini oluşturan
dil konusunda, AB’nin dilsel çeşitliliğin arkasında olduğu ve farklı dillerin
öğrenilmesi ve yaşatılmasını desteklediği anlaşılmaktadır. Azınlıkların temel
kültürel haklarına sahip olabilmesi adına aday ülkelerin gerekli reformları
gerçekleştirmesi AB için önemli bir odak noktasıdır. Kuşkusuz, AB’nin
beklentileri doğrultusunda hayata geçirilen bu reformlar, ister istemez bu
ülkelerin demokratikleşmesi, toplum içi sosyo-kültürel şartlarının iyileştirilmesi
ve insan haklarının gelişmesi yönünde yapıcı bir rol oynamıştır.
Türkiye, adaylık müzakerelerinin devam ettiği bir ülke olarak azınlıklar
konusunun
hassasiyet
içerdiği
bir
konumdadır.
Türkiye’nin
azınlık
politikasının temel dayanağı 1923 tarihli Lozan Antlaşması’dır. Lozan
Antlaşması ile Türkiye, topraklarındaki Gayrimüslim gruplara azınlık statüsü
vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanan bir gelenek olarak bu
Gayrimüslim gruplar da Ermeni, Rum ve Yahudilerdir. Resmen azınlık olarak
tanınmayan fakat farklı etnik, dinsel ve dilsel özelliklere sahip gruplar da
118
mevcuttur. Ancak, bunların sayıca çok az olması veya gerçek bir azınlık
bilincine sahip olmamasına paralel olarak hak talepleri ya da sorunsal bir
halleri yoktur. Öte yandan, çeşitli araştırmalar sonucu genel nüfustaki
oranlarının yaklaşık %10 olduğu öngörülen ve bu anlamda en büyük etnik
grup denilebilecek durumda olan Kürtler, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş
sürecinde azınlıklar meselesinin dikkat çekici bir boyutunu oluşturmaktadır.
AB, Türkiye’nin katılım sürecini 1998 yılından beri her yıl yayınladığı
ilerleme raporları ile izlemektedir. Sonuncusu 2011’de yayınlanan raporlarda
Türkiye’nin azınlık hakları ve kültürel haklar konusundaki kaydettiği
gelişmeler siyasi kriterler başlığı altında insan hakları ve azınlıkların
korunması kategorisinde değerlendirilmektedir.
Raporlarda en çok dikkat çeken nokta özellikle Türkiye’deki Kürt
nüfusa ilişkin tespitlerdir. Lozan Antlaşması ile resmen azınlık olarak kabul
edilen Rum, Ermeni ve Yahudiler dışında azınlık olarak nitelendirilebilecek
gruplar olduğuna vurgu yapılmaktadır. Capotorti’nin ifadesinden yola
çıkıldığında gerçekten de Kürt vatandaşlar ülkedeki nüfusları, başat durumda
olmamaları, farklı etnik köken özellikleri göstermeleri ve bu niteliklerini
koruyup sürdürme konusundaki istekleri ile azınlık tanımına uyumlu bir profil
çizmektedirler. Ancak Kürtlerin resmen azınlık statüsüne sahip olmak gibi bir
talepleri olduğu söylenemez. Nitekim Avrupa Birliği de anayasal çerçevede
Kürtlere azınlık denmesi yönünde bir beklenti sunmamaktadır. Ancak,
Kürtlerin özellikle kültürel haklarına daha fazla saygı gösterilmesi gerektiği ve
kendi dillerinde eğitim görme ve yayın yapabilme gibi taleplerinin olduğu
belirterek, devletin bunların gerçekleştirilmesi için gerekli koşulları yaratması
ve ilgili mevzuatları kolaylaştırarak kısıtlayıcı değil yapıcı bir grafik çizmesi
yönünde beklentiler olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, yine raporlarda
belirtilen Kürt nüfusun yoğunlukla yerleşik olduğu bölge olan Doğu ve
Güneydoğu Anadolu’daki süregelen teröre ilişkin problemlerin çözüme
kavuşturulması
yönündeki
ısrarlı
tavsiyeler,
bölgedeki
şiddet
içerikli
eylemlerin Türkiye’nin azınlık sorunu ile ilişkilendirildiği ve bu bölgede
yaşayan nüfusun yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve kültürel hak taleplerinin
dikkate alınmasının çözümün en önemli parçası olarak görüldüğü izlenimi
119
verilmektedir. Bu durum, AB’nin Türkiye’den öncelikle terör sorununu bir sona
ulaştırmasını beklediği ve etnisiteye dayalı problematik unsurlarını Birlik
topraklarına taşımak istemediği şeklinde yorumlanabilir. Terörün dünyada
hiçbir ülke için kabul edilebilir bir durum olmadığı tabiidir. Fakat Türkiye
açısından etnik kökenli şiddet ve terör, belli kültürel hak taleplerinin yerine
getirilmesi ile aşılacak kadar yüzeysel olmayıp, farklı parametrelerle
bezenmiş oldukça hassas bir yapı sergilemektedir.
Öte yandan, Rum ve Ermeni nüfusun eğitim ve mülkiyet sorunları,
Çingenelerin mevcut koşulları, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalılık
durumu ve din adamı yetiştirilmesi önündeki engeller, raporlarda üzerinde
özellikle durulan azınlıklar başlığı altındaki diğer eleştiri konuları olmuştur.
Otokton bir azınlık olmayan Yahudiler, ülkedeki otoritelerle nispeten daha
uyumlu ilişkiler sürdüregelmiş bir grup olduğu için, onlara ilişkin ciddi şekilde
ele alınması gereken sorunların varlığı öne sürülmemiştir. Dini bir azınlık
olarak addedilen Süryanilerin, Lozan’da belirtilen Gayrimüslim azınlık
tanımlamasının dışında bırakılması raporlarda belirtilen diğer bir tespittir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin azınlık rejiminin hukuki temellere dayandırılmış
olduğu kabul edilse de, ülkedeki farklı dinsel, dilsel, etnik özellikler gösteren
gruplara da belli hakların tahsis edilmesinin demokrasi ve insan haklarının bir
gereği olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.
Raporlarda üzerinde özellikle durulan başka bir konu da anadilde
eğitim ve yayın hakkıdır. AB’nin dil politikası farklı dillerin korunması ve
yaşatılması yönünde olup, çok dilliliği destekler yöndedir. Türkiye’den Türkçe
dışındaki dillerin kullanım serbestisi yönünde ciddi adımlar atılması; kamu
hayatı ile özel alanda ve sosyal faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde Türkçeden
başka dillerin kullanımı önündeki engellerin kaldırılması, özellikle Kürtlerin dil
hakkına yönelik taleplerinin göz önünde bulundurulması beklenmektedir.
Türkiye de bu konuda ilerici adımlar atmış; Türkçe dışındaki dillerde TV
yayını yapılmasını ve
siyasi
platformda
farklı
dillerin
kullanılmasını
kolaylaştıran yasalar çıkarmıştır. Fakat raporlarda, bunların uygulamada
yetersiz kaldığına ve ana dil eğitiminin devlet okullarında ve özel okullarda
halen mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir. Ancak, Türkiye’nin bu
120
konuda adımlarının çok hızlı olmasının beklenmesi çok gerçekçi değildir.
Sonuçta dil, bir ulusun en önemli var oluş unsurlarından biridir ve tek bir dilde
ulusal eğitimin milli birliğin muhafazası için önemi açıktır. AB’nin güçlü
üyelerinden Fransa’da da pek çok farklı etnik grup bulunmasına rağmen,
Fransa’nın ülkesinde azınlık olmadığını iddia ettiği ve milli kaygılarla
Fransızcayı resmi ve zorunlu dil olarak kabul ettiği gerçeği göz ardı
edilmemelidir. Türkiye’nin, ülkede devam eden hassas vaziyete rağmen, son
15 yıldan beri yapıcı bir tutum sergileyerek Türkçe dışındaki dillerin
kullanımına ilişkin daha liberal bir tutum izlemeye çalışmakta olduğu
unutulmamalıdır.
Öte yandan, raporlarda Türkiye’nin Ulusal Azınlıkların Korunması için
Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı
imzalamamasının
imzalamadığı
bu
kaygı
verici
uluslararası
olduğu
dile
getirilmektedir.
Türkiye
eleştirilirken,
Çerçeve
sözleşmelerle
Sözleşme’yi Fransa’nın; Şart’ı da Yunanistan, Belçika ve Portekiz’in hiç
imzalamamış olması AB’nin azınlık politikaları açısından çelişkili bir portre
çizmektedir. AB’nin üye ülkelere azınlık hakları konusunda daha geniş bir
perspektiften yaklaşırken, Türkiye’ye yönelik bu konuda daha zorlayıcı
beyanlarda bulunması AB’nin azınlık politikasının siyasi bir yönü olduğu
izlenimini doğurmaktadır. Ancak, bu yönü ile AB eleştirel bir durumda olsa da,
Türkiye’nin katılım sürecinde eli güçlü olan tarafın yine AB’nin kendisi olduğu
gerçeğini değiştirmemektedir ve Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik
uygulamaları bu süreçte olumsuz puan getiren başlıklardan biridir.
Sonuç olarak, Birlik açısından Türkiye’nin gerçekleştirdiği bazı
reformlar olumlu karşılansa da, genel olarak azınlıklara yönelik yaklaşımın
sınırlı kalmaya devam ettiği; dil, kültür ve diğer temel hakların tam olarak
garanti altına alınması konusunda henüz Avrupa standartlarına ulaşılmadığı,
azınlık haklarına hoşgörü ve saygının artırılması yönünde daha fazla çaba
gösterilmesi gerektiğinin altı çizilmektedir.
Türkiye
AB
üyeliği
sürecinde
Kopenhag
kriterlerini
karşılama
konusunda pek çok reform gerçekleştirmiştir. Özelde, insan hakları ve azınlık
haklarının korunmasına yönelik de mevcut koşullarına rağmen ilerici adımlar
121
atmıştır. Bunların Avrupa standartlarına ulaşmadığı iddia edilse de, bu
kapsamda çıkarılan yasalar ve uyum çabaları Türkiye’de demokrasinin
yerleşmesi açısından oldukça önemli olmuştur. Kimi zaman AB’nin talep ve
beklentilerinin de gerçekçi olmadığı ya da kendi üyelerine olan yaklaşımı ile
karşılaştırıldığında çifte standart yaratacak yönlü olduğu görülmektedir. Bu
durum, gerçekten meselenin bir insan hakları sorunu mu olduğu, yoksa
Türkiye’nin önünde politik arka planı olan engeller mi yaratılmak istendiği
konusunda akıllarda soru işareti uyandırmaktadır. Tabii ki, azınlık haklarının
temel insan haklarının bir kolu olduğu düşünüldüğünde, demokrasi, özgürlük
ve eşitlik ilkelerinin daha kapsamlı hale gelmesi açısından azınlık haklarına
hoşgörü ve saygının artması her ülke gibi çağdaş bir Türkiye için de önemli
hedeflerden olmalıdır. Ancak mevcut koşullar ve AB’nin yaptığı vurgular
Türkiye’nin azınlık rejiminin henüz istenilen kriterleri yakalayamadığı
yönündedir ve bu durum Birliğe giriş sürecinde öncelik açısından ilk sırada
olmasa da Türkiye’nin önünde bariyer oluşturmaktadır.
KAYNAKÇA
A) KİTAPLAR
AKKAN, Başak Ekim, DENİZ, Mehmet Baki, ERTAN, Mehmet, Sosyal
Dışlanmanın Roman Halleri, Yayına Hazırlayan: Taner Koçak, Sosyal
Politika Forumu, Aanadolu Kültür, Kasım 2011
ARSAVA, Ayşe Füsun, Azınlık Kavramı Ve Azınlık Haklarının Uluslararası
Belgeler Ve Özellikle Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27.
Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi,
Ankara, 1993.
ÇAVUŞOĞLU, Naz, Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık
Hakları, 2. baskı, Su Yayınları, 2001.
ÇOBAN, Savaş, Küreselleşme Ulus-Devlet: Azınlıklar Ve Dil, Su Yayınları,
2005.
DÖNER, Ayhan, İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması Ve
Avrupa Sistemi, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2003.
GÖÇEK, Fatma Müge, “Türkiye’de Çoğunluk, Azınlık ve Kimlik Anlayışı”,
Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık
Tartışmaları, Derleyen: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları,
2005, s. 58- 68.
GÜLER, Ali, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Azınlıklar, Berikan Yayınevi,
Ankara, 2009.
IJGYARTO, Istvan, “Codification Of Minority Rights”, Minorities: The New
Europe's Old Issue, ed. Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute
For Eastwest Studies, 1993, s. 273- 284.
İNANÇ, Zeri, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınevi,
2004.
KAYA, Ayhan, “Avrupa Birliği Bütünleşme Sürecinde Yurttaşlık,
Çokkültürcülük ve Azınlık Tartışmaları: Birarada Yaşamanın Siyaseti”,
Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık
Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları,
2005, s. 35- 57.
123
KOCH, Koen, “The International Community And Forms Of Intervention In
The Field Of Minority Rights Protection”, Minorities: The New Europe’s Old
Issue, Ed. Ian M. Cuthbertson and Jane Leibowitz, Institute For Eastwest
Studies, 1993, s. 253- 272.
KURBAN, Dilek, ''Avrupa Birliği'nin Anayasal Düzeninde Azınlık Hakları:
Açılımlar, Fırsatlar ve Olasılıklar'', Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık
Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan
Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları, 2005, s. 215- 228.
KURUBAŞ, Erol, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık
Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Düzenleme: A. Suna Subaşı, 2. baskı, Asil
Yayın Dağıtım Ltd.Şti. , 2006.
LODZINSKI, Slawomir “Protection Of National Minorities In Central Eastern
Europe: Political And Legal Approaches In The Light Of International Law”,
Ethnic Minority Rights In Central Eastern Europe, Ed. Madga Opalski and
Piotr Dutkiewicz, Canadian Human Rights Foundation Forum Eastern
Europe, Ottowa, 1996, s. 11- 27.
NEUMANN, Iver B., “The Formation Of European Identity And The
Minorities”, Multilingualism On European Borders- The Case of
Valcanale, Ed. Irena Sumi, Salvatore Venosi, Slori- Seat Valcanale 1996, s.
193- 201.
ODER, Bertil Emrah, ''Avrupa Birliği'nin Bölgesel Politikaları Ve Vatandaşlık'',
Türkiye'de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sürecinde Yurttaşlık
Tartışmaları, Derleyenler: Ayhan Kaya ve Turgut Tarhanlı, Tesev Yayınları,
2005, s. 199- 214.
ORAN, Baskın, Küreselleşme ve Azınlıklar, İmaj Kitabevi, 5. bs. , Ankara,
2009.
ORAN, Baskın, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç
Mevzuat, İçtihat, Uygulama, 5. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
ÖNDER, Ali Tayyar, Türkiye'nin Etnik Yapısı: Halkımızın Kökenleri ve
Gerçekler, 52. bs. , Ankara, Kripto Kitaplar, 2012.
PREECE, Jennifer Jackson, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet
Sistemi, çev. Ayşegül Demir, İstanbul, Donkişot Yayınları, 2001.
SCHUMANN, Klaus, “The Role Of The Council Of Europe”, Minority Rights
In Europe: The Scope
For A Transnational Regime, ed. Hugh
Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter Publishers London,
1994, s. 87- 98.
124
ŞENER, Cemal, Türkiye'de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar, 5. baskı,
İstanbul, Etik Yayınları, 2006.
THORNBERRY, Patrick, “International and European Standards On Minority
Rights”, Minority Rights In Europe: The Scope For A Transnational
Regime, ed. Hugh Miall, The Royal Istitute Of International Affairs, Pinter
Publishers London, 1994, s. 14- 21.
B) MAKALELER
AKÇA, Bayram, “1923- 1953 Arası Türk-Bulgar İlişkileri ve 1950-51 Yıllarında
Muğla Vilayetine İskan Edilen Bulgar Muhacirleri”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Sayı 52, Cilt: 18, Mart 2002, (Erişim)
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=228.
AKYILDIZ, Fulya, “Binyıl Kalkınma Hedefleri, İnsan Hakları ve Demokrasi”,
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı
14, Şubat 2011, s. 39- 60.
ALKAN, Mustafa, “Azınlık Vakıfları: Tarihi Arka Planı, Hukuki Yapısı Ve İç
Analizi”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, cilt 1, sayı 4, 2009, s. 93- 111.
ATASOY, Emin, “Rusya Federasyonu Sınırları İçinde Yer Alan Özerk
Cumhuriyetlerin Etnocoğrafya Işığında Değerlendirilmesi”, Turkish StudiesInternational Periodical For The Languages, Literature And History Of
Turkish Or Turkic, Volume 3/7 Fall 2008, s. 83 -124.
AYDOĞAN, Doğa, “Yabancı Çingenelerin Türkiye'ye Giriş, İkamet, Seyahat
Özgürlükleri ile Türkiye'den Sınır Dışı Edilmeleri”, Atılım Üniversitesi İz
Dergisi, sayı 4, 01 Haziran 2007, No.4, s.42- 47.
BARTEN, Ulrike, “Minority Rights In the European Union After Lisbon”,
University Association for Contemporary European Studies, t.y. ,
(Erişim) http://www.uaces.org/pdf/papers/1102/barten.pdf.
CANATAN,Kadir, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil
Eğitiminin Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri, Turkish Studies /
Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2007, s. 159 -172.
COŞKUN, Vahap, “Baraj %20 Olsun, İstikrar Tam Olsun!”, Stratejik
Düşünce Enstitüsü, 01 Şubat 2011, (Erişim) http://www.sde.org.tr/tr/koseyazilari/737.
125
ÇÖKMEZ, Fatma Gül, “Bask Bölgesi: Etnik Milliyetçiliğin Tarihsel Gelişimi Ve
İspanya’daki Devlet Politikalarının Etkisi”, Ege Akademik Bakış, sayı 1,
2008, s. 355 -371.
EKER, Süer, “Avrupa Birliği’nin Yeni Mottosu “Farklılıkta Birlik” ve Türkçenin
“Farklılıkta Birlik” teki Yeri”, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 49,
2009, s. 35- 58.
ERSOY, Ömer, “Mayınsız Bir Dünya Gerçekçi mi?”, Stratejik Düşünce
Enstitüsü,
29
Kasım
2010,
(Erişim)
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1312/‘mayinsiz-bir-dunya-gercekci-mi.aspx.
GÖKÇENAY, Şule, “Lozan Antlaşması’ndan
Avrupa Birliği Sürecine
Türkiye’de Azınlık Hakları”, Stratejik Öngörü, S. 3 (Sonbahar 2004), s. 148155.
GÜNEŞ, Ahmet M., “Lizbon Antlaşması Sonrasında Avrupa Birliği”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, sayı 1- 2, 2008, s. 739- 772.
GÜRKAN, Gaye, “Tibet Sorunu ve Uluslararası Sistem”, Bilge Adamlar
Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
10
Kasım
2008,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=2
30
JOHNS, Michael, “A Fair Price Of Admission?: Minority Policies In And Out
Of The EU”, University of Pittsburgh Archieve Of European Integration,
Nashville, TN, 2003 (Erişim) http://aei.pitt.edu/6507/1/000457_1.pdf.
KAYA, Cemil, “Avrupa Konseyi’ndeki Gelişmeler Işığında 5233 Sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun”,
Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 10, 2007, s. 25- 42.
KILINÇ, Doğan, “Self Determinasyon İlkesini Azınlıklar Açısından
Değerlendirilmesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı
1- 2, 2008,s. 949 -982.
KIRAN, Abdullah, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, GAU J. Soc.
& Appl. Sci., 3(6), 2008, s. 19 -36.
MEMİŞOĞLU, Fulya, “The European Union's Minority Rights Policy And Its
Impact On The Development Of Minority Rights Protection In Greece”, The
London School Of Economics And Political Science, European Institute,
2007,
(Erişim)
http://www2.lse.ac.uk/europeanInstitute/research/hellenicObservatory/pdf/3rd
_Symposium/PAPERS/MEMISOGLOU_FULYA.pdf.
126
OĞAN, Sinan, “Doğu Türkistan’da Yaşanan Olayların Sebebi ve Sonuçları”,
Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi, 21 Temmuz 2009,
(Erişim) http://www.turksam.org/tr/a1717.html
ORAN, Baskın, “Türkiye’de İfade Özgürlüğü”, bgst yayınları, 2008, s. 112122.
ORAN, Baskın, “Ulusal Egemenlik Kavramının Dönüşümü, Azınlıklar ve
Türkiye”, Anayasa Yargısı Dergisi, Cilt 20, 2003,s. 61 -93.
ÖZKAN, Emre,”Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Baltık Ülkelerindeki Rus
Azınlıklar”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No: 6, 2006, s. 91- 104.
ÖZLEM, Kader, “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Perspektiften İncelenmesi”,
Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi, 29 Temmuz 2005,
(Erişim) http://www.turksam.org/tr/a431.html.
PARLAKYILDIZ, Ayşim, “AB’de Azınlık Statüsü ve Fransa’nın Tutumu”, Bilge
Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 4 Aralık 2010, (Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=8
99.
RAM, Melanie H., “Democratization Through European Integration: The Case
Of Minority Rights In The Czech Republic And Romania”, Studies in
Comparative International Development, Vol. 38, No. 2, 2003, s. 28- 56.
SANDIKLI, Atilla, “Türkiye-İsrail İlişkileri Dibe Vurdu”, Bilge Adamlar
Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
06
Eylül
2011,
(Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1
512.
SASSE, Gwendolyn, “EU Conditionality And Minority Rights: Translating The
Copenhagen Criterion Into Policy”, EUI Working Papers, European
University Institute, Robert Schuman Centre For Advanced Studies European
Forum Series, RSCAS No: 2005/16.
SELÇUK, Engin, “Türkiye’nin Dil Sorunu-II: Fransa Örneği”, Türk Asya
Stratejik
Araştırmalar
Merkezi,
28
Aralık
2010,
(Erişim)
http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/59/turkiyenin_dilsorunu_-_ii.
ŞEN, Fatih, “Çin’in Sincan-Doğu Türkistan Sorunu: Dünü, Bugünü, Geleceği”,
Ortadoğu Analiz, Cilt 1-Sayı 7- 8, Temmuz-Ağustos 2009, s.124- 134.
TAŞDEMİR, Hakan, SARAÇLI, Murat, “Avrupa Birliği ve Türkiye
Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt
2, No: 8, 2007, s. 25- 35.
127
TOKTAŞ, Şule, ARAS, Bülent, “The EU And Minority Rights In Turkey”,
Political Science Quarterly, Volume 124, Number 4, 2009–10, s. 697- 720.
TUNÇ, Hasan, “Uluslararası Sözleşmelerde Azınlık Hakları Sorunu ve
Türkiye”, Gazi Üniversitesi Hukuk Gakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı 1- 2,
Haziran-Aralık 2004.
TURAN, Aslıhan P., “Uluslararası Hukukta ve AB’de Azınlıklar”, Bilge
Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Nisan 2010, (Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=6
25
UZ, Abdullah, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon
Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, No: 9, 2007, s. 60 -81.
Hakkı”,
VERMEERSCH, Peter, “Minority Policy In Central Europe: Exploring The
Impact Of The EU’s Enlargement Strategy”, The Global Review of
Ethnopolitics, Vol. 3, no. 2, January 2004, s. 3- 19.
YANIKDAĞ, Tülin, “Gayrimüslim Azınlıklar Sorunu ve Türkiye”, Bilge
Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 24 Nisan 2010, (Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=6
53.
YANIKDAĞ, Tülin, “Roman Açılımı ve Türkiye’de Roman Sorunu”, Bilge
Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, 03 Mart 2010, (Erişim)
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=5
89
C) ELEKTRONİK KAYNAKLAR
ADUM, (Erişim) http://www.adum.info/adum/index.html.
Avrupa Birliği Genişlemesi, Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü, 26 Ekim
2009,
(Erişim)
http://www.abpe.org.tr/abpe/contentdetail.php?lang=2&detail=33
Avrupa Birliği’nin Tarihçesi, T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği Ve Dış
İlişkiler Dairesi Başkanlığı, (Erişim) http://www.mof.gov.tr/node/85
Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, Kasım
2001, (Erişim) http://ekutup.dpt.gov.tr/ab/hukuk/temelhak.pdf
128
Avrupa
Birliği
Terimleri
Sözlüğü
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/Sozluk/glossary_for_the_european_union.pdf
Avrupa
Konseyi
ve
İnsan
http://www.avrupakonseyi.org.tr/akih.htm
Hakları,
(Erişim)
ATILGAN, Meral, “Avrupa Birliği, Azınlık Hakları Ve Türkiye”, Popüler Tarih,
2008, (Erişim) http://www.populertarih.com/avrupa-birligi-azinlik-haklari-veturkiye/
BAĞIŞ, Sibel, TÜRKAY, Togay, “Avrupa Birliği’nde Azınlıklar Ve Anadilde
Eğitim
Sorunsalı”,
AB
Analiz,
21
Ekim
2010,
(Erişim)
http://www.abanaliz.com/haberdetay.asp?ID=290.
BENEDIKTER, Thomas, “Minorities in Europe: Legal Instruments of Minority
Protection in Europe: An Overview”, Society For Threatened Peoples,
November 30, 2006, (Erişim) http://www.gfbv.it/3dossier/eu-min/autonomyeu.html
Birleşmiş Milletler Anlaşması Ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü,
Birleşmiş
Milletler
Enformasyon
Merkezi
Ankara,
(Erişim)
www.unicankara.org.tr
Briefing No 33: The PHARE Programme And The Enlargement Of The
European
Union,
European
Parliament,
(Erişim)
http://www.europarl.europa.eu/enlargement/briefings/33a1_en.htm
Creating A European Roma Policy”, Hungarian Presidency Of The Council
Of The European Union, (Erişim) http://www.eu2011.hu/developingeuropean-roma-policy
DAVLETOV, Timur, “Etnisite Işığında Rusya Federasyonu”, stradigma.com,
sayı
7,
Ağustos
2003,
(Erişim)
http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/makale_09.html.
EU Languages And Language Policy, European Commission (Erişim)
http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/index_en.htm
Euromosaic
Study,
European
Commission
http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/euromosaicstudy_en.htm.
(Erişim)
European Charter For Regional Or Minority Languages, Council Of Europe
Treaty
Office
(Erişim)
http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=148&C
M=8&DF=12/11/2011&CL=ENG
129
European Comission Against Racism And Intolerance, Council Of Europe,
(Erişim) http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ecri/.
Framework Convention For The Protection Of National Minorities, Council
Of
Europe
Treaty
Office
(Erişim)
http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=157&C
M=8&DF=12/11/2011&CL=ENG.
International Court Of Justice, (Erişim) http://www.icj-cij.org/
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye Cumhuriyeti Adalet
Bakanlığı İnsan Hakları Bilgi Bankası, (Erişim) http://www.inhakbb.adalet.gov.tr/bmihbeyan.htm
Kanunlar, tbmm.gov.tr
Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, TBMM İnsan Hakları
İnceleme
Komisyonu
(Erişim)
http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/53-73.pdf
Kopenhag Kriterleri, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, (Erişim)
http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/437-438.pdf
Köye Dönüş Ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP), İller İdaresi Genel
Müdürlüğü, (Erişim) illeridaresi.gov.tr
Lozan Barış Antlaşması, Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar
Merkezi, (Erişim) http://sam.baskent.edu.tr/belge/Lozan_TR.pdf
Mevzuat, T.C. Adalet Bakanlığı, (Erişim) adalet.gov.tr
Regional And Minority Languages, European Commission, (Erişim)
http://ec.europa.eu/languages/languages-of-europe/regional-and-minoritylanguages_en.htm
Siyasi
Partiler
Kanunu,
mevzuat.basbakanlik.gov.tr
Mevzuat
Bilgi
Sistemi,
(Erişim)
TBMM'ce Onaylanan BM Sözleşmeleri, T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı,
(Erişim) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=27156&l=1.
T.C. Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı (Erişim) www.ysk.gov.tr
T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, (Erişim) http://www.vgm.gov.tr/
130
The
Lisbon
Treaty
treaty.org/wcm/index.php
Website,
(Erişim)
http://www.lisbon-
TUNÇ, Hakan, “Türkiye-AB İlişkileri Çerçevesinde Azınlık Hakları Ve
Azınlıkların Korunması”,
Moda Düşünce Akademisi, t.y. (Erişim)
http://www.modadusunce.com/page/altsayfalar/azinlikhaklari.html.
Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi: TR-AB İlişkileri, Türkiye Cumhuriyeti
Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim) www.abgs.gov.tr
United States Of America Overview, Minority Rights Group International,
güncelleme Nisan 2009, (Erişim) http://www.minorityrights.org/2611/unitedstates-of-america/united-states-of-america-overview.html
Vakıflar Kanunu,
T.C. Başbakanlık Mevzuat Bilgi Sistemi, (Erişim)
mevzuat.basbakanlik.gov.tr
Will Kymlicka internet sitesi, (Erişim) http://post.queensu.ca/~kymlicka/
YAŞIN, Gözde Kılıç, “AB’nin Azınlık Anlayışı”, heddam.com, 20 Eylül 2005,
(Erişim) http://www.heddam.com/Duragan/350.asp
D) RAPORLAR
AYDIN, Aziz, “AB Ülkeleri, ABD ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında
Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi, Kasım 2011.
Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu, Başbakanlık
İnsan Hakları Danışma Kurulu, Ekim 2004, (Erişim) http://baskinoran.com/.
BÜYÜKCAN, Tufan, OCAKLI Fatih Çağrı, ÖZTÜRK Eyüp, “Avrupa Birliği
Üyesi Ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye Cumhuriyeti
Anayasalarında Eğitim ile ilgili Düzenlemeler”, TBMM Araştırma Merkezi
Bilgi Notu, Kasım 2011.
Güneydoğu Anadolu Projesi Eylem Planı, Dicle Üniversitesi GAP Araştırma
ve Uygulama Merkezi, Mayıs 2008.
Minority Protection In Europe: Best Practices And Deficiencies In
Implementation Of Common Standards, Council of Europe Parliamentary
Assembly Committee On Legal Affairs And Human Rights, Rapporteur:
Mr Boriss CILEVIČS, Latvia, Socialist Group, 20 January 2010
ÖZDEMİR, Sahir, “Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Topluluğu, Avrupa
Toplulukları, Avrupa Birliği, Roma Antlaşması, Avrupa Tek Senedi, Avrupa
Birliği Antlaşması, Maastricht Antlaşması, Amsterdam Antlaşması, Nice
131
Antlaşması (Kavramlara İlişkin Açıklayıcı Not)”, Avrupa Birliği İle İlişkiler
Genel Müdürlüğü, Haziran 2001.
Türkiye'de Siyasi Reform: Uyum Paketleri ve Güncel Gelişmeler, T.C.
Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Ankara, 2007.
Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 1998 Düzenli
Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_1998.pdf
Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesine İlişkin Komisyon 1999 Düzenli
Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_1999.pdf
Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2000 Düzenli
Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2000.pdf
Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2001 Yılı İlerleme
Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2001.pdf
Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2002 Yılı İlerleme
Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2002.pdf
Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme
Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2003.pdf
Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu,
Türkiye
Cumhuriyeti
Avrupa
Birliği
Bakanlığı
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2004.pdf
Türkiye 2005 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı,
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2005.pdf
132
Türkiye 2006 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı
(Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turki
ye_Ilerleme_Rap_2006.pdf
Türkiye 2007 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı (Erişim)
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy
e_ilerleme_rap_2007.pdf
Türkiye 2008 İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı
(Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy
e_ilerleme_rap_2008.pdf
2009 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı
(Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy
e_ilerleme_rap_2009.pdf
2010 YılıTürkiye İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı (Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiy
e_ilerleme_rap_2010.pdf
Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
Bakanlığı
(Erişim),
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/2011
_ilerleme_raporu_tr.pdf
E) GAZETE HABERLERİ
Akpm'de Avrupa'da Azınlıkların Korunması Konulu Rapor (orijinal metin),
abhaber.com,
26
Ocak
2010,
(Erişim)
http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=5222
Avrupa Yolunda Azınlık Raporu Kavgası, abhaber.com, 20 Ekim 2004,
(Erişim)http://www.abhaber.com/haber.php?id=1333
Azınlık
Raporu
Davasında
Beraat,
cnnturk.com,
10.05.2006,(Erişim)http://www.cnnturk.com/2006/turkiye/05/10/azinlik.raporu.
davasinda.beraat/179232.0/index.html
Azınlık Raporu Soruşturmasına Tepki”, Ntvmsnbc, 3 Şubat 2005 (Erişim)
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/307996.asp
133
David Minckler, “U.S. Minority Population Continues to Grow”, america.gov
archive, 14 Mayıs 2008, (Erişim) www.america.gov
Elkatmış'dan Azınlık Raporu'na Tepki”, cnnturk.com, 2 Kasım 2004, (Erişim)
http://www.cnnturk.com/2004/turkiye/11/02/elkatmisdan.azinlik.raporuna.tepki
/47919.0/index.html#Scene_1
Gül: Azınlık Raporu Başbakanlığın Değil, hurriyet.com, 22 Ekim 2004,
(Erişim) http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=267046
Sam Roberts, “In a Generation, Minorities May Be The U.S. Majority”, The
New York Times, 13 Ağustos 2008 (Erişim) www.nytimes.com
The EU And Minority Policy - Does Enlargement Signal The End Of
Influence?, euroactiv.com, ilk yayın 7 Nisan 2003, güncelleme 29 Ocak
2010
(Erişim)
http://www.euractiv.com/enlargement/eu-minority-policyenlargement-signal-influence/article-110088
U.S. Minority Groups Face Discrimination In Employment, Says Report,
English
People’s
Daily
Online,
10
Nisan
2011,
(Erişim)
english.peopledaily.com.cn
Wealth Gap Between Whites And Minorities In U.S. Widens”, globalpost, 26
Temmuz 2011, (Erişim) www.globalpost.com
Yeni Vakıflar Kanunu Avrupa'dan İleri, Artık Uygulama Önemli,
euractiv.com, 22 Şubat 2008, (Erişim) http://www.euractiv.com.tr/ab-veturkiye/article/yeni-vakiflar-kanunu-avrupadan-ileri-artk-uygulama-onemli
107 Maddelik Güneydoğu Planı, Ntvmsnbc, 14 Eylül 2000, (Erişim)
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/30268.asp
ÖZET
TAN, Remziye Ebru. Avrupa Birliği Azınlık Politikalarının Türkiye’nin Birliğe
Üyelik Sürecine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2012.
Geçmişi 16. yüzyıla dayanan azınlıklar meselesi günümüzde de
önemini korumakta ve hem devletler iç siyaseti bazında hem de uluslararası
platformda tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Söz konusu sorunsal
hal uluslararası hukukta kesin bir azınlık tanımı yapılamamış olması ve ulus
devletlerin egemenlik kaygılarına bağlı olarak şekillenmektedir.
Bu çalışmada, Birliğe katılım sürecinde müzakerelere devam eden
Türkiye’nin azınlık hakları uygulamaları ile Avrupa Birliği Kopenhag siyasi
kriterlerinin bir ayağını oluşturan azınlık haklarına saygı koşulunun ne
derecede örtüştüğü İlerleme Raporları ekseninde değerlendirilecek; Birliğin
azınlık politikalarının ve azınlık haklarına ilişkin beklentilerinin Türkiye’nin
üyelik sürecine etkileri, ülkenin konu ile ilgili mevcut durumu göz önünde
bulundurularak yorumlanacaktır.
Çalışmanın ilk bölümünde, azınlıklar konusunun tarihi arka planı ele
alınarak kavramsal tanımlaması yapıldıktan sonra uluslararası kuruluşlar
nezdinde azınlık haklarının gelişimi ve dünyadaki önemli güçler açısından
konu ile ilgili genel çerçeve ortaya konmaya çalışılacak; ikinci bölümde
Avrupa Birliği’nde azınlıklar konusunun gündeme gelişi ve Birliğin esas aldığı
belgeler
incelendikten
sonra
genel
kapsamında
azınlık
politikaları
Türkiye’deki
azınlık
hakları
ölçekte
ve
değerlendirilecek;
konusunun
hukuki
Kopenhag
son
kriterleri
bölümde
dayanağı
ise
belirtilerek,
müzakere aşamasında yayınlanan İlerleme Raporlarında Birliğin öne sürdüğü
beklentilerin karşılanma kapasitesine bağlı olarak azınlık meselesinin
Türkiye’nin
çalışılacaktır.
Birliğe
katılımına
etkileri
yorumlanarak
ortaya
konmaya
135
Anahtar Sözcükler
1. Azınlık hakları
2. Avrupa Birliği
3. Azınlık Politikaları
4. Türkiye
5. İlerleme Raporları
ABSTRACT
TAN, Remziye Ebru. The Effects Of European Union’s Minority Politics To
The Process of Turkey’s Membership To The Union, Master Thesis, Ankara
2012.
The minority issue, which dates back to the 16th century, keeps its
significance and continues to be a matter of controversy today, not only at the
level of states’ internal politics, but also in the international area. This is
mostly due to the concerns of nation-states in relation with their sovereignty
and by the reason of minority having no definite description in international
law.
In this study, it will be assessed within the framework of Progress
Reports, to what extent the minority rights practices of Turkey as a candidate
state and the condition of respect for minorities making up one of the basis of
European Union’s Copenhagen political criteria coincide; and then it will be
commented how the Union’s minority politics and expectations concerning
minority rights effect Turkey’s membership process to the Union, taking into
account the country’s present situation regarding the issue.
In the first part of the study, after conceptual description of minority
issue has been given with its historical background, the development of
minority rights on international organizations’ part and the general framework
of the subject from world’s significant powers’ perspective will be put forward;
in the second part, how the minority issue has come into the agenda of
European Union and the documents which the Union considers will be
examined and then the minority politics of the Union in general and within the
framework of Copenhagen criteria will be evaluated; finally in the last part
with the legal basement for minority rights issue in Turkey being stated, how
the minority issue effects Turkey’s access to the Union will be interpreted in
accordance with his capacity to fulfill the Union’s expectations that are put
forward within the Progress Reports issued in the negotiation process.
137
Key Words
1. Minority Rights
2. European Union
3. Minority Politics
4. Turkey
5. Progress Reports
Download