Geniş Açı Tarihsel Süreçte Türk Kadınının Sosyal Statüsü (Eski Türk Toplumlarından Atatürk’ün Ölümüne Kadar) Uzm.Dr. Mustafa TÖZÜN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı [email protected] (II.Bölüm) 2.b. İslam’da Kadının Statüsü: Türkler tarih boyunca kadına böylesine yüksek değer biçerken, İslamiyet’in doğduğu M.S. VII. yüzyılda, diğer milletlerin kadını hor gördüğü ve erkekten daha aşağı bir statüye koyduğu görülmektedir. Örneğin; Eski Yunanlılarda kadın, yurttaşlık haklarından yoksundu. Babasının veya kocasının, o da olmazsa erkek akrabasının vasiliği altında yaşardı. Romalılarda Agna Kanunu’na göre kadınlar, tıpkı bir köle gibi babasının vasiliğinden, kocasının veya kaynatasının vasiliğine geçerdi. Yahudi toplumunda Musa Aleyhisselam’ın şeraitine göre kadın, erkeğin akrabaları var oldukça onun mirasından bir şey alamazdı. Hint Mecusilerine göre de kadınlar, diğer varislerden geriye bir şey kalırsa onu alabilirlerdi. Avrupa’da, Hıristiyan toplumları için de durum farklı değildi. M.S. V. yüzyılda toplanan Makon Konsili, ‘Kadın ruhu var mıdır, yok mudur?’ sorusunu tartışıp, sonunda kadının, cehennem azabından kurtulan ebedi ruhtan yaratıldığına karar vermiştir. 66 İslamiyet öncesi Arap toplumu da Cahiliye Dönemi denilen bir dönemi yaşıyordu. Cahiliye Dönemi Araplarına göre erkek gibi savaşamayacağı, ailenin namus ve şerefini koruyamayacağı düşüncesiyle kız çocuklarından utanılırdı. Bu yüzden kız çocuklarının doğar doğmaz öldürüldüğü ve diri diri toprağa gömüldüğü de olurdu. Kuran ayetleri de bu çirkin olaya dikkat çekmiş ve yanlışlığını ortaya koymuştur. Bu ayetlerden birisi şudur: “Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza: ‘Hangi günahı yüzünden öldürüldü’ diye. (Tekvir Suresi, 8-9)”.(12) Kuran-ı Kerim’de, 176 ayeti bulunan Nisa=Kadınlar Suresi’nin yer alması İslam’ın kadın konusuna ciddiyetle eğildiğinin diğer bir delili olarak kabul edilebilir. Kadın haklarıyla ilgili olarak İslam, aile kavramına önemle değinmiştir. İslam’da aile bağı “neseb” dir. Baba ve anne ile çocukları arasındaki bağı ifade eden nesebin kaynağı ise meşru evliliktir; neseb ancak meşru evlilik içinde meydana gelen doğum ile gerçekleşir. Evlilik, eş olma esasına dayanır. Bakara Suresi’nin 187. ayeti eşlerin karşılıklı koruyuculuk ve tamamlayıcılık vasıflarını açıkça ortaya koyar (Not: Tıpkı Eski Türklerde olduğu gibi). Ayetin meali şöyledir: “Onlar (karılarınız) sizin için bir elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz.” (Bakara Suresi-187). Evlilik karşılıklı haklar ve vazifeler getirir. Aile reisliği haricinde haklar ve çıkarlar eşitlik esasına göre dengelenmiştir. İlgili ayetin meali şöyledir:“… Onların (kadınların) normal ölçüler içinde vazifeleri kadar hakları da vardır; erkeklerin ise onların ACTUAL MEDICINE üstünde bir dereceleri vardır.” (Bakara Suresi-228). Bu ayetteki erkeklerin bir derece üstünlüğü aile reisliğini elinde tutma olarak tefsir edilmiştir. İslamiyet’te boşanma, yasaklanmamış olmakla beraber, zorlaştırılmış ve kadının çıkarları göz önünde tutulmuştur. İlgili ayetlerden birinin meali şöyledir: “…Onlarla (karılarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş olur.” (Nisa Suresi-18). İslam, zinayı ağır bir suç saydığı gibi ona giden yoları da tıkamıştır. Bu konudaki ayetlerden birinin meali ise şöyledir: “İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.” (Nisa Suresi-16).(13) İslamiyet, doğduğu dönemde diğer uygarlıklarda olmayan diğer bazı hakları da kadına vermiştir. Örneğin; oy verme hakkı (Mümtehine Suresi-12), miras hakkı (Nisa Suresi 7,11,12), vasiyet hakkı (Bakara Suresi 240-242), şahitlik etme hakkı (Bakara Suresi-282) gibi.(12) Pek çok insanın zannettiğinin aksine, İslamiyet birden fazla kadınla evlenmeyi emretmemiştir, sadece buna izin vermiştir. İslamiyet’in doğuşundan itibaren tüm zamanlara ve tüm uygarlıklara hitap ettiği düşünülürse bu iznin nedeni anlaşılabilir. Nisa Suresi’nin 129. ayetinde, birden fazla kadınla evlilik için eşler arasında adaletin sağlanması şartı getirilmiştir. İslam düşünürleri çok eşle evlenmeyi; kadınların tehlikelerden kur- MART 2008 tarılması, onlara siyanet edilmesi, kimsesiz kalmalarının önlenmesi gibi gerekçelerle açıklamışlardır. Bu şekilde erkeklerin de zina yapmaktan kurtulacakları ifade edilmiştir. Eşler arasında adaletin sağlanacağından korkuluyor ise, tek kadınla evlilik tavsiye edilmiştir.(3) Tasavvuf konusunda eserler vermiş olan Annemarie Schimmel, bir Batılı gözüyle İslam Peygamberi’nin kadına ve çok eşliliğe bakışının Hıristiyan din adamlarınca nasıl yorumlandığını“Ruhum Bir Kadındır” isimli eserinde şöyle ifade etmiştir: “Peygamberin ‘Sizin dünyanızdan bana kadınlar ve güzel koku sevdirildi ki, benim gözümün nuru namaza konmuştur’ hadisi ve onun birden çok evlilikleri eskiden beri Hıristiyan ilahiyatçılar tarafından -ve sadece ilahiyatçılarca değiltakbih edilmiştir. Peygamber olduğunu iddia eden bir adam, nasıl olurdu da bu gibi şehvaniyete tenezzül edebilirdi?”.(14) Schimmel, söz konusu hadisin Batıni (=ezoterik) anlamlarını ve Peygamberin çok eşliliğinin şehvaniyetle alakalı olmadığını eserinde anlatsa da burada üzerinde durulması gereken konu, İslamiyet’in kadına bakışında yüzlerce yıl öncesinden başlamış olan ön yargılı bakış açısı ve yanlış yargılardır. Peygamberin kadına bakışını kendi yaşantısında sergilediği tutarlı davranışlara ve sözlerine (hadislere) dayandırarak kısaca inceleyelim: İslam Peygamberi’nin kendi yaşamındaki kadına tutumu ve hadisleri, Kuran ayetlerinden sonra, İslam’ın kadına bakışında belirleyici olan ikinci önemli unsurdur. Peygamber’in ilk eşi olan Hz. Hatice’nin sosyal statüsü, İslam kadını için önemli bir emsal teşkil eder. Hz. Hatice, genç Hz. Muhammed’e izdivaç teklif eden, ona çocuklar hediye eden, tacire, birden çok çocuğun annesi, dul bir hanım olarak, ilk vahiylerin nüzulunü müteakip eşini teselli etmiş, ona arka çıkmış, yanında olmuştur. Hz.Hatice hakkıyla “müminlerin anası” ve “hayrünnisa=kadınların en hayırlısı” lakap- MART 2008 larının sahibi olmakla onurlandırılmıştır.(14) Peygamberin hiçbir zaman eşlerine bir fiske dahi vurmadığı, zaman zaman onların dünyalık, refah istekleriyle kendisini rahatsız etmelerine de ses çıkarmadığı rivayet edilir. Konuyla ilgili örnek verilebilecek iki hadis ise şöyledir: “Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır.”, “Kadınlara ancak kerim olanlar ikram ederler, onlara kötülük edenler ise leim (kötü) kişilerdir.” İslam Peygamberi anneliğe de gerektiği yüce değeri vermiştir. Bir hadiste “Cennet annelerin ayakları altındadır!” denilmekle beraber, Peygamber kendisine kime iyilik etmesini soran bir sahabesine “Annene, annene, annene!” cevabını vermiş ve daha sonra babaya ve komşuya iyilik etmeyi emretmiştir.(12) Son olarak, kitaplı dinlerin kadına bakışını belirleyen temel konulardan biri olan insanın yaratılışı konusunda İslam dininin, Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan farkını ortaya koyalım. Tevrat’ın Yaratılış (Tekvin=Genesis) kitabının ikinci bölümünde ilk insan Adem ve eşi Havva’nın yaratılışı şöyle anlatılıyor: “RAB Tanrı Adem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu. RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı. Aden’ den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. (…) RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.” Sonra, “Adem’in yalnız kalması iyi değil” dedi, (…) RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi. Adem, “İşte, bu benim kemikle- ACTUAL MEDICINE rimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘kadın’ denilecek. Çünkü o adamdan alındı.” Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.” (Yaratılış: 2: 7-25).(15) Tevrat’ın bu ayetlerinden kadının erkekten sonra ve ona eş olarak, onun kaburga kemiğinden yaratıldığı anlaşılıyor. Oysa ki; kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olması hiçbir Kuran ayetiyle onaylanmıyor. Buna karşılık Kuran’ı tefsir edenlerce bu bilgi İslamiyet’e sokulmuştur. Kadın ilahiyatçılarımızdan Prof. Dr. Beyza Bilgin, “İslam’da kadının rolü, Türkiye’de kadın” isimli eserinde konuyla ilgili şunları söylüyor: “Tefsirciler, kadının eğri kaburga kemiğinden yaratılma hikayesini Kuran’a uyarlarken, Hz. Peygamberin şüpheli bir hadisine dayanmışlardır. Şüpheli hadis şöyledir: ‘Kadın eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır, onu doğrultamazsın, kadından ancak o haliyle yararlanabilirsin, onu doğrultmak istersen kırarsın, onun kırılması ise boşanmasıdır.’ … Hz. Peygamberin kadının eğri kaburga kemiğinden yaratılışından söz etmesinin bir hüküm bildirtmediği, sadece eski kültürde var olan bu benzetmeyi kullanarak erkeklere, kadınlara karşı daha nazik olmaları konusunda öğüt vermiş olacağı da belirtilmiştir. Hadisin bu şekli, Tevrat’ taki dış anlamları ile alınan diğer sembolik ifadelerle birlikte, erkeklerin kadınlara yaratılıştan üstünlüğüne ve bu üstünlüğün korunması gerektiğine inanılmasını isteyenlerin işine yaramış, onlar bu rivayetleri kadın değerine karşı hep ciddi birer İslam hükmü olarak kullanmışlardır. Kadının yaratılıştan eğriliği ve düzeltilemezliği, kadına güvenmemek gerektiği, kadın sözü ile hareket etmenin doğru olmayacağı, toplumda kadınların kadınlara bakışında dahi birinci derecede rol oynamıştır.” (16) Tevrat’ta Yaratılış Kitabı’nın 3. Bölü- 67 mü’nde anlatılan Adem ile Havva’ nın Yasak Ağaç’ın meyvesinden yemeleri, Hıristiyanlarca İlk Günah olarak adlandırılır. Tevrat’ın ilgili ayetleri şöyledir: “RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, ‘Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?’ diye sordu. Kadın, ‘Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz’ diye yanıtladı, ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi. Yılan, ‘Kesinlikle ölmezsiniz’ dedi, ‘Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.’ Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Adem’e, ‘Neredesin?’ diye seslendi. Adem, ‘Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim’ dedi. RAB Tanrı, ‘Çıplak olduğunu sana kim söyledi?’ diye sordu, ‘Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?’ Adem, ‘Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim’ diye yanıtladı. RAB Tanrı kadına, ‘Nedir bu yaptığın?’ diye sordu. Kadın, ‘Yılan beni aldattı, o yüzden yedim’ diye karşılık verdi. Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, ‘Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın’ dedi, ‘Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.’ RAB Tanrı kadına, ‘Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim’ dedi, 68 ‘Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek.’ RAB Tanrı Adem’e, ‘Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi’ dedi, ‘Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.’ Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. Sonra, ‘Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu’ dedi, ‘Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.’ Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.” (Yaratılış: 3:1-24),(15) Ayetlerden anlaşıldığı üzere günahı Adem’e Havva işlettiği için Hıristiyan inancında Havva, dolayısıyla kadın lanetlenmiştir. Bu nedenle Hıristiyanlar kadına daima bir şeytan nazarıyla bakmışlardır. Orta Çağ’da, Avrupa’da cadı inancı bunun bir ürünüydü. Kramer ve Sprenger’in 1486 yılında yazdıkları Cadı Çekici (Malleus Maleficarum) adlı kitapta şunlar yazılmıştı: “Her türlü cadılık bedensel şehvetin bir ürünüdür ve kadınlarda bu şehvet arzusu doymak nedir bilmez… Dolayısıyla kadınlar şehvetlerinin yüzü suyu hürmetine şeytanlarla düşüp kalkarlar.”(17) Avrupa’da cadılara duyulan nefret öyle büyümüştü ki, bir cadı avı başlamış, 15. ve 17. yüzyıllar arasında 500,000 kadın, cadı olduğu iddiasıyla hüküm giymiş ve yakılarak öldürülmüştür.(18) Prof. Dr. Beyza Bilgin, lanetli Havva konusunun Kuran’a dayandırılamayacağını ilgili ayetleri sunduktan sonra ACTUAL MEDICINE şöyle ifade etmektedir: “Kuran’da bu haberler verilirken, Cennette insanların yemesinin yasak olduğu meyveyi yiyerek Allah’a karşı ilk günahı işleyenin erkek veya kadın oluşunun üzerinde durulmaz. Şeytanın ilk olarak kadını kandırmış olması, kadının meyvenin tadını beğenmekle onu erkeğe de yedirmesi ve böylece erkeğin de günah işlemesine sebep olması, Allah’ın bu sebeple insanları cennetten kovduğu, daha sonra kadını ve erkeği ayrı ayrı ve özel olarak cezalandırdığı gibi anlatımlar Kuran’da yer almaz. Kuran’da bu konu ile ilgili ifadeler hep ikildir. Sadece yasak meyvenin unutulup yenilmesi ile ilgili ifade tekildir, o da Adem’in ismi ile geçer.”(16) İlgili Kuran ayetlerinin mealleri ise şöyledir: “Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi? Bunun üzerine onlar (Adem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Adem Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.” (Ta-Ha Suresi: 120-121), (Not: Havva değil, Adem Rabbine isyan etti). “Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”(Araf Suresi:2224), (Not: Ayette Havva ismi geçmediği gibi günahı Adem ile Havva beraber ‘biz diyerek’ üstleniyorlar).(16) (Gelecek sayımızda devam edecek) MART 2008