sayi 33 k - Sağlik Ve insan Dergisi İnsan sağlığı Ve sağlığın insanı

advertisement
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk
Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana
Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Acil Sağlık Hizmetleri ile
Türkiye ”Uçuyor”
“Acil Hizmetler” sağlık alanının olmazsa olmazlarından, en önemli
ve en temel hizmetlerinden biri. Bilindiği gibi, ülkemizde bu hizmetler
Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından
yürütülüyor. Afet veya olağan dışı durumlarda önce ulusal ve daha sonra
uluslararası düzeyde en etkin sağlık hizmetini sunmayı görev edinen “Acil
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü” başarılı ekipleri ve tam donanımlı
ekipmanlarıyla önemli başarılara imza atıyor.
112 Acil Sağlık Hizmetleri kara ambulansları, deniz ambulansları, ambulans
helikopterler ve ambulans uçaklarla hizmet kalitesini arttırarak toplumun
her kesimine ulaşıyor.
Biz de Eylül sayımızda kapak dosyamızı “Acil Sağlık Hizmetlerine” ayırdık.
Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Osman Arıkan Nacar’ın
ülkemizde acil hizmetlerde gelinen noktayı ve yürütülen çalışmaları
anlattığı yazısını dosyamızda bulabileceksiniz. Acil Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü tarafından son yıllarda yapılan hizmetleri, müdahale
edilen afet ve acil durumların ayrıntılarını aktaran yazılar da “Acil Sağlık
Hizmetleri” dosyamızda yer alan diğer çalışmalardan…
Eylül sayımızın bir diğer dosya konusu da Sağlık Bakanlığının da üzerinde
durduğu ve kampanyalar yürüttüğü “ağız ve diş sağlığı” oldu. Sağlık
Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından hazırlanan “Çocuklarda
Diş Sağlığı” başlıklı bilgilendirme yazısı ve “ağız ve diş sağlığı” hakkında
bilinmesi gerekenleri anlatan çalışmalarla hazırladığımız dosyamızı ilgiyle
okuyacağınızı umuyoruz.
Bu sayımızın “sağlığımız için” bölümünde yine sağlığımızla ilgili
bilgilendirici çalışmaları sizlere sunmaya devam ediyoruz. Son günlerde
hem ülkemizde hem de yurtdışında ünlüler tarafından dikkat çekilen ALS
hastalığı, cilt kanseri ve sonbaharda karşılaşılan kronik hastalıklarla ilgili
yazılar Eylül sayımızın dikkat çeken yazılarından.
Gündemdeki sağlık haberleri, sağlık sektöründen öne çıkan başlıklar,
kampus, gezi ve film çalışmalarımızla Eylül sayımızı sizlere sunduk. İlgiyle
okuyacağınızı umuyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 3 Sayı: 33 • EYLÜL 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
Ayşe Aydın
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN
Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle /
ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Eylül 2014, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
04
Uyuşturucuyla
Topyekûn Savaşılacak
06
36 Çocuklarda Diş Sağlığı
62
Cilt Kanseri
Ülkemizde Acil Sağlık Hizmetlerinde
Gelinen Son Nokta
56
Sağlık Turizmi
5 Kat Fazla Kazandırıyor
72
Cumhuriyet Üniversitesi
76
Doğu ve Batı Medeniyetlerini Buluşturan Şehir:
ADIYAMAN
haber
UYUŞTURUCUYLA
TOPYEKÛN SAVAŞILACAK*
7 bakanlığın ortak çalışması ile hazırlanan uyuşturucu eylem planına göre
okul çevrelerine erken uyarı sistemlerinin konacağını, ihbar hattı kurulacağını ve ödül sistemi uygulanacağını
belirten Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, “Buradaki hadise toplumu
da bu mücadelenin içine dahil etmektir. ” dedi.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, 7 bakanlığın ortak çalışması ile
hazırlanan ve pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na sunulacak olan taslak
“bonzai” eylem planının ayrıntılarını
anlattı. Ekim’de uyuşturucu ile ilgili
cezaların yeniden düzenleneceğini kaydeden Müezzinoğlu, özellikle
gençlerin bonzai batağına sürüklenmemesi için koruyucu ve önleyici
tedbirleri alınacağını söyledi.
Eylem planına göre, okulların etrafında erken uyarı sistemleri kurulacak,
okul aile birlikleri ile çalışılacak. Uyuşturucu ve Alkol bağımlılarının tedavi
4
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
gördüğü AMATEM’ler, yeni kurulacak
şehir hastanelerinin içinde, “yüksek
güvenlikli” yeni bölmelere taşınacak.
Uyuşturucu maddenin üretiminde
kullanılan ürünler için tek tek yasak
kararı alınıp, cezai müeyyide uygulanmayacak. Uyuşturucu özelliği olduğu bilinen ya da tespit edilen tüm
ürünler için ceza yaptırımı uygulanacak. Mahallesinde, sokağında uyuşturucu satışı yapan kişilerin ihbar
edilmesi için tüm Türkiye genelinde
çalışacak bir ALO ihbar hattı oluşturulacak. İhbarı yapan kişinin kimlik
bilgileri ise istenmeyecek. İhbarda
bulunanlara ödül de verilmesi tasarlanıyor.
Milliyet gazetesini ziyaret eden Müezzinoğlu, 7 bakanlığın ortak çalışması ile tamamlanan ve pazartesi
günü Bakanlar Kurulu’na sunulacak
“bonzai” eylem planı ile bakanlığın
çalışmalarına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Müezzinoğlu’nun
açıklamalarından satır başları şöyle:
Riski en büyük ülkelerden biriyiz
Bakanlığımızın koordinasyonunda,
sağlık Komisyonu Başkanımızın başkanlığında, 7 bakanlığın müsteşar
yardımcıları bonzai konusunu yaklaşık 2 ay çalıştılar. En son geçtiğimiz hafta taslağa son şeklini verdik.
İnşallah pazartesi günü Bakanlar
Kurulu’na sunacağız. Bu konu, süreç
isteyen, süreci devamlı takip isteyen
bir konu. Türkiye olarak avantajlı olduğumuz bir yön var batıya göre.
Aile, çevre duyarlılığı, toplumsal duyarlılık burada daha fazla. O yüzden
Avrupa ülkelerine bakıldığında en
düşük seviyedeyiz. Ama riski en büyük ülkelerden biriyiz. Genç nüfus
fazla, toplum gittikçe bireyselleşiyor, nüfusun çoğunluğu şehirlerde
yaşıyor. Buralarda ister istemez kör
noktalar, zayıf halkalar oluşuyor.
Okul çevrelerine erken uyarı sistemi
İki şeyi çok önemsiyoruz: Koruyucu
ve önleyici tedbirler. Hazırladığımız
eylem planı, Bakanlar Kurulu’ndan
çıktıktan sonra kamuoyuna duyurulacak. Buradaki Hadise toplumu da
bu mücadelenin içine koyabilmek.
Mesela okul aile birliklerini plana
koyduk. Okul çevreleri risk alanı çünkü. Okul çevrelerinde erken uyarı sistemleri kurulacak.
Ödül sistemi uygulanacak:
Türkiye uyuşturucu kaçakçılığını önlemede Avrupa ülkelerinin toplamından daha ileride. Ama tabana inildiği
zaman, bazı insanların mahallede
elini kolunu sallayarak bu maddeleri
sattığı algısı var. Bunu çözmemiz lazım. Burada ödül sistemi gibi mekanizmalar devreye girecek.
Amatem’lere yüksek güvenlikli bölme
AMATEM’lerdekilerin tamamı bu işin
bağımlısı. Tamamı alıcı. Tedarikçiler
ise, ‘iğne deliğinden girer’ denebilecek kadar bu alanda ustalaşmış.
Maddeyi AMATEM’e annesi, babası,
yakını getiren bağımlılar var. Tedarikçiler arasında orada çalışanlar, oraya
girip çıkan hasta yakınları var. Bizzat
oraya madde temin etmek için girenler var. Bunlara şehir hastanelerinin
içinde yüksek güvenlikli dediğimiz
bölgelerin içinde yer vereceğiz.
fazla ünite kanı kullanıyoruz ama
onun kullanmadığımız plazması var.
Oradan üretilen hayati ilaçlar var. Firmalar, 3 yıl bizim o ihtiyacımızı yurt
dışından getirecek, 3 yıl sonra üretime başlayacak Türkiye’nin ihtiyacını
karşılayacak, sonra da yurt dışına ihraç edecek duruma gelecek. Şu anda
onun YPK onayını bekliyoruz.
12 ilde numune almaya başladık
(TÜRKÖK Projesi ile ilgili) Eylül başı
itibarıyla 12 ildeki laboratuvarlarımızdan numuneler almaya başladık.
Ekim ayında kamuoyunda bir duyarlılık kampanyası başlatacağız. Vatandaşların büyük çoğunluğu zaten kan
veriyor. O kan verenler, ‘kemik iliği
vericisi de olabilirim’ dediği an kanından bir numune alınıyor; bankada
şifreleniyor ve stoka alınıyor.
Tedavi ederken hasta kimliğine
bakmayız
Müezzinoğlu,
IŞİD
liderlerinin
Türkiye’de tedavi gördüğü iddiasına,
“Biz hastanın kimliğine, mezhebine,
ırkına bakmayız. Bu hekimlik
ilkeleriyle bağdaşmaz. Biz tedavisini
yaparız, sonrasına ilgili merciler
bakar. Biz askerimizi şehit eden
PKK’lıyı da tedavi ettik. Sonra
emniyet aldı. Burada da
aynı durum söz konusu”
karşılığını verdi.
Alo ihbar hattı
Sabit adres istenecek
Uyuşturucu ile mücadelede kamuoyunun, ‘alo’ diyeceği bir hat olacak.
Kimin alo dediği önemli değil. Biz
bunu bilmeyeceğiz. Türkiye genelinde, sadece bu işe mahsus isimsiz
ihbar verilebilecek bir hat oluşturulacak. Oğlunu, kızını ihbar etmekten
korkanlar var. Artık ihbar edenin kim
olduğunu bilmeyeceğiz. Önemli
olan doğru bilgiyi vermesi. Bu sistem
Hakkâri’de de olacak Ankara’da da
İstanbul’da da.
Bakan
Müezzinoğlu
Türkiye’de 3 yıl içinde
doğan 30 bin Suriyeli bebekle ilgili olarak da şunları söyledi: “Onlara İçişleri
Bakanlığı’ndan numara verildi. Bizim sorunumuz son
dönemde biraz başka şehirlere
yapılan keyfi gezmeler. Biz
şimdi onlardan sabit bir
adres veya il isteyeceğiz.
Örneğin
İstanbul’da her
türlü
sosyal
şeyi alabilirsin ama
İstanbul
5 yıl içinde tamamen yerli ilaç
Bazı firmalarımızın ciddi Ar-Ge altyapıları var. Ümidimiz 5 yıl içinde 3-5
tane kendimize ait ilacı yakalayabilmek. Her yıl Türk Kızılayı 1 milyondan
dışına çıktığın an bu benim bilgim
dâhilinde olacak. Aksi takdirde diğer
illerde sayfası kapanacak, hizmet alamayacak.
Bonzainin 300 türevi var
Bonzainin Türkiye girişi diye bir şey
yok; Türkiye’de üretimi var. Merdiven
altında, formülü alıyor ve yapıyor.
Bonzai ismi bir kılıf. Bunun bitkiyle
alakası yok. Kimyasal bir formülü var.
300 türevi var dünyada. Biz 134’ünü
tespit ettik. Bu 134’ünü Bakanlar Kurulu kararıyla yasakladık. Ama üretenler, yasak olan kimyasalların birini
çıkarıyor, bizim yasak kapsamına almadığımız bir başkasını koyuyor. Bir
süre sonra biz onu tespit edince, onu
da yasaklıyoruz. Şimdi ise uyuşturucu özelliği varsa otomatikman bitecek, cezai müeyyidesi de başlayacak.
Bonzai kapsamı içinde bugün piyasada olsa da olmasa da uyuşturucu
özelliği içeren her şey kanunen yasak
kapsamında ve cezai müeyyidesi var.
Haziranda biz aslında cezai müeyyideleri çok artırdık. Ama henüz muhatapları ceza almış değil. Ekimde
de ihtiyaç olan düzenlemeleri yapacağız.
* 12.09.2014 tarihli Milliyet Gazetesinden
alınmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
5
kapakkonusu
ÜLKEMİZDE ACİL SAĞLIK HİZMETLERİNDE
GELİNEN SON NOKTA
Doç.Dr. Osman Arıkan NACAR
düşmesi ve çeşitli büyük çapta patla-
112 acil sağlık hizmetleri
Sağlık Bakanlığı
Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü
malar gibi doğal afetlere maruz kal-
Bu hizmet; vatandaşlarımızın herhangi bir acil hastalık veya yaralanma
halinde, günün 24 saatinde ücretsiz
112 telefon numarasını çevirerek,
her ilimizde bulunan komuta kontrol merkezine ulaşması, aciliyetine
karar verilen başvuruların, olay yerine en yakın istasyondan tam do-
maktadır. Doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar ve kitlesel olaylar ile
acil hastalık ve yaralanma hallerinde
hızlı ve etkin müdahale ile ölümlerin
​​​
Ülkemiz
başta depremler başta olmak üzere sel, toprak kayması, çığ
6
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
önlenmesi ve sakatlıkların azaltılması
öncelikli hedeflerimizdendir.
nanımlı ambulans görevlendirilerek
olay mahalline ulaşması ve hasta ya
da yaralıya olay yerinde gerekli tıbbi
müdahaleyi yaparak ihtiyaç varsa tedavi göreceği hastaneye nakledilmesi şeklinde verilmektedir.
Acil sağlık sisteminin güçlendirilmesi amacıyla 112 acil sağlık hizmetleri
ülke geneline tüm kırsal bölgeleri
kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış 2002 yılında 112 istasyon sayısı
481’den 2.150›yeçıkarılmıştır.
Yaygın istasyon ağı ve profesyonel
ekipleri ile acil çağrılara, kentlerde ilk
10 dakikada, kırsal alanda ise ilk 30
dakikada ulaşma oranları %90’ın üzerine çıkarılarak gelişmiş ülkelerdeki
vakaya ulaşma süreleri yakalanmıştır.
112 acil sağlık hizmetlerinde kullanılan ambulans sayısı 2002 yılında
617’den 3.858’e çıkarılmış, 2015 yılında ise 742 ambulans daha hizmete
sokularak toplam 4.450 ambulans ile
hizmet verilmeye devam edilecektir.
Her türlü coğrafi ve iklim şartlarında
hastalara ulaşabilme, müdahale edebilme amacıyla kar üstünde gidebilen ambulanslar temin edilmiştir. Bu
gün itibariyle 295 palet takılabilen
ambulans ile 20 adet önünde kar
bıçağı bulunan kombi paletli ambulans, 64 adet 4 yaralı taşıyan ambulans, 86 adet Yoğun Bakım&Obez
Ambulans ve 52 adet motosiklet ambulans hizmet vermektedir.
Adalardan ve sahil bölgelerimizden
hasta naklini sağlamak amacıyla
deniz ambulansları temin edilerek
İstanbul, Balıkesir Marmara Adası,
Çanakkale ve Gökçeada’da vatandaşlarımızın hizmetine sunulmuştur.
Bunlara 2 ambulans bot daha eklenmiştir. Toplamda 6 Deniz Bot ambulanslarımızla hizmete girdiği 2007
yılından şuana kadar 4.026 vaka müdahalesi gerçekleştirilmiştir.
Tüm illerimizde 112 komuta kontrol
merkezlerinin dijital sistem altyapısı
tamamlanmış ayrıca Bakanlık bünyesinde kurulan kriz merkezinde 24
saat on-line takip yapılmaktadır. Dijital sistem altyapısı ile illerde gelen
çağrıların dijital haritalar üzerinden
yer tespiti, ses kayıtları, ambulans ve
helikopterlerin takibi ile hastaneler-
deki kritik yatak durumları izlenebilmektedir.
hasta/yaralı olmak üzere toplam 331
hasta/yaralı nakledilmiştir.
112 acil sağlık hizmetleri ile 2002 yılında 350.769, 2013 yılında 3.665.407,
2014 yılı 7 aylık süre içerisinde
2.420.142 hastaya tahliye ve sağlık
hizmeti sunmuştur.
Uçak ve helikopter ambulans ile bugüne kadar 24.057 vakanın müdahale ve naklini gerçekleştirdik.
Ambulans helikopterler;
Ülkemizde eksikliği hissedilen ve acil
sağlık hizmetlerinin dünyada örnek
gösterilen bir düzeye ulaştıran hava
ambulans hizmetleri ile uzak mesafeler kısalmış, organ nakli ve hızlı
müdahale ile can kayıpları ve sakatlıkların önlenmesinde büyük aşama
kaydedilmiştir.
Helikopter ambulanslar ilk olarak
28.10.2008 tarihinde hizmete başlamış ve 15 ilde 17 adet helikopter
ambulansla 11.08.2013 tarihine
kadar hizmete devam edilmiş bu
tarihte sözleşmeleri sona ermiştir.
İkinci dönem helikopter ambulanslar 12.08.2013 tarihinde 5 adet olarak göreve başlamış, şu an 16 ilde 17
helikopter ile Adana, Afyon, Ankara,
Antalya, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Samsun,
Kayseri, Konya, Malatya, Trabzon, Van
illerinde hizmete devam etmektedir.
Hizmetin başladığı tarihten bu güne
kadar 17.905 hasta/yaralı ve 122 organ nakili amaçlı transfer sağlanmıştır.
Ambulans Uçaklar;
İlk ambulans uçak 16 Nisan 2010 tarihinde hizmete girmiştir. Bugün üç
ambulans uçak hizmete devam etmektedir. Uçak ambulanslarımızdan
biri aynı anda 4 hasta taşıma kapasitesine sahiptir.
Ambulans uçaklar 24 saat esasına göre hizmet vermekte olup, bu
güne kadar 6.152 hasta/yaralı ile
433 organ nakili amaçlı transfer sağlanmıştır.
Ambulans uçaklar yurt dışında bulunan vatandaşlarımız ile ülkemizde
bulunan yabancı ülke vatandaşlarına
da hizmet vermektedir. Bu güne kadar yurt dışından ülkemize 311 hasta/yaralı, ülkemizden yurtdışına 20
Afetlerde ASHGM
Afetlere hazırlıklı olmanın önemi
1999 Marmara Depreminde daha
fazla anlaşılmıştır. Ancak bu kapsamda 2003 yılından itibaren ciddi
çalışmalar başlatılmıştır. Özellikle acil
sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi
hedeflenmiş, ülke genelinde afetlere
müdahale edecek gönüllü sağlık personellerinden oluşan medikal kurtarma hizmetleri başlatılmıştır. UMKE’ler
kısa sürede dünyada en fazla personele sahip olan medikal kurtarma
ekibi olma unvanına kavuşmuştur.
​​
UMKE
ekiplerimiz; başta deprem olmak üzere doğal afetlerden sonra
oluşan enkazın içerisinde sıkışmış
veya çıkarılması zaman alacak afetzedelerin medikal tedavilerini olay
yerinde yapacak kapasitede bilgi ve
malzeme ile donatılmıştır. Böylece;
afetzedelere olay yerinde müdahale
ederek, bilinçsiz kurtarmaya bağlı
oluşabilecek ölüm ve sakatlıkları en
aza indirmek hedeflemektedir. Bugün itibariyle yurt içi ve yurt dışında
profesyonel anlamda medikal kurtarma ve müdahale hizmetlerinde
görev alabilecek eğitim almış 6.391
adet UMKE personeli mevcuttur.
Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri için
alınan 142 adet UMKE aracı illere dağıtılmıştır. 2015 yılında 10 tane UMKE
aracı tahsisi yapılacaktır.
Bakanlık Sağlık Afet ve Acil Durum
Koordinasyon Merkezi (SAKOM) bünyesinde telli ve telsiz haberleşme sistemlerinin yanında uydu telefonu ve
uydu internet yolu ile 81 il ve yurtdışındaki ekiplerle kesintisiz haberleşme sistemleri tesis edilmiştir.
Acil Sağlık Hizmetleri, tüm 112 acil
sağlık personelinin ve UMKE’nin büyük gayreti ve özverili çalışmaları ile
tüm imkânlarını sonuna kadar seferber ederek vatandaşlarımıza daha iyi
ve kaliteli hizmet verebilmeyi kendine hedef edinmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
7
kapakkonusu
112 ACİL SAĞLIK
VE AMBULANS HİZMETLERİ
Acil Sağlık Hizmetleri, toplum sağlığını yakından ilgilendiren önemli bir
konudur. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardan günümüze kadar ülkemizde uygulanan sağlık politikaları
temel değişim ve gelişim dönemleri
geçirmiştir. Özellikle son yıllarda,
sağlık alanındaki gelişmelerde en
fazla değişime uğrayan 112 Acil Sağlık Hizmetleri olmuştur. Gerek acil
çağrıların alınması, gerekse bunlara
en kısa zamanda tıbbi danışmanlık
yoluyla ya da Ambulans Hizmetleri
yoluyla verilen hizmetlerin kalitesi ve
hızlı olması açısından ciddi aşamalar
kat edilmiştir. 2002 yılında 617 ambulans ile hizmet verilirken bugün
bu sayı Temmuz 2014 itibariyle 3.858
‘e ulaşmıştır. İnsan gücünde de ciddi
atılımlar olmuş yetişmiş personel sayısı bugün 28.667 olmuştur.
112; Ülkemiz sınırları içerisinde mobil, sabit ya da ankesörlü telefonlardan ücretsiz olarak aranabilen,
insanların karşılaştıkları acil sağlık
problemlerine çağrı alıcılar tarafından danışmanlık verilebilen ya da
8
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Acil Yardım Ambulansı yönlendirilmesi şeklinde hizmet verilen telefon
numarasıdır. Ayrıca engelli vatandaşlarımız kısa mesaj yoluyla da aynı hizmeti alabilmektedirler.
112 Acil Çağrı Hattı, kişinin hayat kalitesini bozan, hayati tehlike oluşturan
rahatsızlıklar ortaya çıktığında, her
türlü kazalarda, yaralanmalarda, olası
veya meydana gelmiş tüm afet durumlarında aranmalıdır. Ve tamamen
ücretsiz hizmet vermektedir. 112
telefon numarası arandığı zaman,
isim-soyisim, karşılaşılan sağlık sorununun tam olarak ne olduğu ve adres bilgilerinin açık, net ve anlaşılır bir
biçimde belirtilmesi zaman kaybının
yaşanmaması için son derece büyük
önem arz etmektedir. Gerçekten sağlık yardımına, ambulans hizmetine
ihtiyacı olan hastaya ulaşılamamakta
ya da geç kalınabilmektedir.
2013 yılında 112 Acil Çağrı Hattı
Ülkemizde toplam aranma sayısı
115.456.427’dir. Bu sayının sadece 3.665.407 acil vaka olarak işlem
görmüştür. Diğer çağrılar ise asılsız
ihbar olarak değerlendirilmiştir. 112
telefon numarasının gereksiz meşgul
edilmesi zaman ve işgücü kaybına
yol açmaktadır. Herkesin bir gün 112
Acil Telefon Numarasını aramaya ihtiyacı olabileceği gerçeği unutulmamalıdır.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer
önemli husus da, Ambulansa ait siren sesi duyulduğunda ya da ambulansın tepe lambası yanarken görüldüğünde mutlaka yol verilmeli,
gereken kolaylık sağlanmalıdır. Çünkü içerisindeki Acil Hastanın zamanla
yarıştığı ya da ambulansın acil yardıma ihtiyacı olan bir hastaya yetiştiği
unutulmamalıdır.
112 Acil Sağlık Hizmetleri sadece
Kara Ambulansları ile değil Deniz
Ambulansları, Uçak ve Helikopter
Ambulanslar ile de hizmet vermektedir. Acil Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğümüz bünyesinde 17 adet
Helikopter Ambulans, 3 adet Uçak
Ambulans ve 6 adet deniz bot ambulans bulunmaktadır.
kapakkonusu
ULUSAL MEDİKAL KURTARMA EKİPLERİ
UMKE
Medikal kurtarma ekipleri tarafından enkaz altındaki yaralıya zamanında tıbbi müdahale hayati önem
taşımaktadır. Bu süre zarfında afetzedeye tıbbi müdahale edilememesi,
enkazdan çıkarılma ve sevk aracına
taşınma sırasında uygun teknikler
kullanılmaması; organ kaybı, organ
yetersizliği gibi hayatı tehdit eden
kalıcı sorunlara hatta ölümlere neden olmaktadır.
Yurt içi ile yurt dışında başta deprem
olmak üzere olası afetlerde iyi eğitilmiş ve ihtiyaca uygun donatılmış
ekipler aracılığıyla en kısa sürede enkaza yönelik medikal kurtarma hizmetlerinin sunulması, hızlı ve güvenli
şekilde hasta/yaralı naklinin sağlanması, nakil sonrasında acil tedavi
ünitelerinin ve hizmetinin temini ile
tüm bu işler için gerekli profesyonel
yönetim organizasyonunun oluşturulması amacıyla, Sağlık Bakanlığı
makamının 30.12.2003 tarih ve 5442
sayılı olurlarıyla Afetlerde Sağlık Organizasyonu Projesi uygulamaya konulmuştur.
Bu kapsamda söz konusu çalışmaların kurumsal bir nitelik kazanması
amacıyla, Makamın 19.03.2004 tarih
ve 6373 sayılı olurlarıyla Sağlık Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı bünyesinde Afetlerde Sağlık Hizmetleri
Daire Başkanlığı kurularak çalışma-
10
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
larına başlamıştır. İl Sağlık Müdürlük- İzmir, Samsun, Sakarya, Van olmak
leri bünyesinde ise doğrudan Sağlık üzere 11 Bölge ilinde UMKE EkipleMüdürlerine bağlı olarak görev yap- rini kurmuştur. Ayrıca Kuzey Kıbrıs
mak üzere Afetlerde Sağlık Hizmetle- Türk Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığının
talebi üzerine burada da Ulusal
ri Birimi kurulmuştur.
Afetlerde Sağlık Organizasyonu Projesi
ilk aetapta Sivil Sa2004 İran-B
am Depre
vunma Arama Kurmi
2004 Endo
tarma Birliklerinin
nezya Tsun
ami Felake
bulunduğu
Ada- 2005
ti
Pakistan M
uzafferaba
na, Afyon, Ankara,
d
Depremi
2007 Afga
Bursa, Diyarbakır,
nistan Sel
Felaketi
Erzurum, İstanbul,
2007 Suda
n Nyala Sa
hra Hastan
esi
2008-2013
Irak Hasta
/Yaralı Nak
illeri
2009 Kaza
kistan NAT
O EADRCC
Tatbikatı
2010 Endo
nezya Dep
remi
2010 Haiti
Depremi
2010 Mavi
Marmara T
ahliyesi
2010 Pakis
tan Sel Fela
keti
2011 Tunu
s KBRN Tatb
ikatı
2011 Japo
nya Tsuna
mi ve Nükle
er Sızıntısı
2011 Libya
Sahra Hast
anesi Kuru
lumu
2011-2012
Hasta/Yara
lı Tahliyesi
2012 Soma
li Havadan
Hasta/Yara
lı Nakli
2013 Soma
li Büyükelç
ilik Saldırıs
ı
2011-2014
Somali Sa
hra Hastan
esi
2011-… Su
riyelilere S
unulan Sa
ğlık Hizme
10.08.2014
tleri
Filistin-Ga
zze Yaralı T
riyaj ve Sa
10-30.08.2
ğlık Sistem
014 Filistin
ini İncelem
Hasta/Yara
e
lı Nakilleri
UMKE YURTD
IŞI GÖREV VE
TATBİKATLAR
Medikal Kurtarma Eğitimi verilmiş ve
ekiplerin kurulmasına yardımcı olunmuştur.
Profesyonel sağlık ekiplerinden oluşan ve çalışma esası gönüllülükle
temellendirilen başta deprem olmak
üzere yaşanabilecek olası afetlerde
iyi eğitilmiş ve ihtiyaca uygun olarak donatılmış olan Ulusal Medikal
Kurtarma Ekibinin amacı; afete maruz kalan kişiye ilk ulaşıldığı andan
itibaren temel ve ileri yaşam desteği
vererek yaralının hayatta kalması ve
hayatını sağlıklı olarak idame ettirmesi için gerekli profesyonel sağlık
hizmetinin sunulmasıdır. Sunulan bu
hizmetle gecikmiş kurtaramaya bağlı
ölümlerin, kurtulma ölümlerinin ve
sakatlıkların kabullenilir sınırlara çekilmesi amaçlanmaktadır.
Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi resmi
veya özel kurumlarda hizmet veren
sağlık personeline bir haftalık Temel
Eğitim Modülü verilerek oluşturulur.
Bu eğitim modülünde enkaza yönelik sağlık girişimleri, enkaz tanımı,
zor koşullarda yaşama, ekip oluşturma gibi konularda temel bilgiler
verilir, uygulamalar yapılır. UMKE
personeline Afetlere Genel Bakış,
Afet Epidemiyolojisi, Medikal Ekibin
Görev Tanım ve Hukuki Boyutları,
KBRN, Triaj, Crush Sendromu, Afet
Psikolojisi,Stratejik Ekip ve Çatışma
Yönetimi, Stres Yönetimi, Temel ve
İleri Yaşam Desteği, Medikal Çanta
Eğitimi, Alternatif Ateller, Yaralı Sabitlenmesi ve Tespiti, Paketlenmesi,
Sedyeleme ve Taşıma, Çadır ve Kamp
Alanı Kurma, Enkaz Çalışması konularında Temel Eğitim, Psikolojik Destek
ve Şoklara Müdahale, KBRN-E, Enkaz
ve Çevre Güvenliği,Temel Kampçılık, Dağcılık, Fizik Kondisyon, Uluslar
arası İşaretler ve Sinyalizasyon, Afet
Yönetimi ve Kriz Yönetimi,Etik ve Kültürel Özellikler, İletişim ve Haberleşme, Kazalar Temel Yaklaşım, Tedarik
konularında ise Geliştirme Eğitimleri
verilmektedir.
Temel, Teorik ve İstasyon Eğitimlerinin yanı sıra Ulusal Medikal Kurtarma
Ekipleri uygulama bölgesinde enkazda medikal kurtarmaya yönelik tatbikatlarda yapmaktadır.
İletişim, Dağcılık, KBRN, konularında
da UMKE personeline eğitim verilmektedir.
Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi olası
afetlerde Sivil Savunma Arama Kurtarma Ekibi, Jandarma Arama Kurtarma Ekibi, Sivil Toplum Kuruluşlarının
Arama Kurtarma Ekipleri vb. Ulusal
ve Uluslararası arama kurtarma ekipleri ile birlikte çalışır. Her medikal timde bir hekim ve dört sağlık personeligörev alır.
Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi medikal, kişisel ve lojistik ekipmandan
oluşmaktadır. Her ekip afet bölgesinde, UMKE aracı, medikal çanta ve
içerisinde tıbbi malzeme ve sedye
ile görev yapar. Afet bölgesinde kişisel korunmasını sağlayacak kıyafet,
baret, gözlük, maske ve eldiven gibi
Temel eğitimi alan ekipler Bakanlıkça
uygun görülen ileri eğitimler ve tatbikatlar düzenleyerek olası afetlerde
istenilen seviyede sağlık hizmeti vermek amacı ile çalışmalarına devam
etmektedir.
81 ilimizde şu anda özel eğitimli
6.391 UMKE personeli, gönüllü olarak afetlerde hizmet vermektedir.
ÖREVLER
G
TİÇİ ALDIĞI
R
U
Y
N
İ
’N
E
K
UM
donanımı mevcuttur. UMKE yanında
bulundurduğu jeneratör, çadır, uyku
tulumu, mat, yiyecek, su gibi lojistik
malzeme ile 7 gün ek yardım almadan hizmet verebilir.
zası
ce Tanker Ka
Diyarbakır Li
ne Katılım
Faciası
a Faaliyetleri
Soma Maden
rm
a
a
is
rt
n
u
a
K
a
M
m
Bebek’in ara
13.05.2014
ahale
ybolan Pamir
ka
a
d
l›
u
Medikal Müd
b
sı
n
a
ta
m
İs
a
tl
a
P
4
04.04.201
Barut Deposu
Mühimmat ve
le
ka
ık
ır
K
20.08.2013
ersin/Adana
iz Oyunları M
en
kd
A
.
II
V
13 X
20-30.06.20
l Felaketi
ir Edremit Se
es
lık
a
B
atlama
10.03.2013
kelçiliğinde P
yü
ü
B
D
B
A
Ankara
01.02.2013
vlendirme
stanesi Göre
a
H
ra
h
endirme
Sa
s
Kili
anesi Görevl
st
a
H
ra
h
2012-2013 Sa
izip Akçakale
Antalya
Gaziantep N
sı ve Tatbikatı
n
ra
3
1
fe
0
n
o
-2
K
2
i
1
im
20
OPEFOR Giriş
luslararası H
U
2
1
0
.2
1
.1
rılması
28-30
tçünün Kurta
şü
ra
a
P
a
d
’
ya
da Patlama
Kon
mat Deposun
im
22.09.2012
h
ü
M
i
er
sk
rahisar A
Afyonka
al Müdahale
05.09.2012
erasyonu
laketi Medik
Fe
l
Se
n
su
m
Kurtarma Op
Sa
yı
cı
ğ
a
D
2
1
lı
0
a
04.07.2
ağı 12 Ukrayn
Demirkazık D
e
d
iğ
N
hale
14.05.2012
edikal Müda
ş Depremi M
ci
Er
n
a
V
le
09.11.2011
ikal Müdaha
Depremi Med
n
a
V
1
1
Saldırısı
23.10.20
r Sokak Terör
la
ru
m
u
K
ra
Anka
a Faaliyetleri
20.09.2011
remi Kurtarm
ep
D
ahale
v
a
m
Si
Medikal Müd
ütahya
K
a
n
sı
a
1
m
1
a
0
tl
a
.2
P
20.05
ayi Sitesinde
üdahale
ra Ostim San
ka
n
A
a Medikal M
1
ın
g
n
Ya
e
d
n
03.02.201
Sanayi Sitesi
Ankara İvedik
1
1
0
.2
2
03.0
üdahale
mi Medikal M
re
ep
D
üdahale
ğ
zı
a
El
sı Medikal M
a
m
a
tl
a
P
08.03.2010
zu
ri
üdahale
Dursunbey G
ası Medikal M
Balıkesir
m
0
a
1
tl
0
a
P
.2
2
zu
.0
ri
3
G
2
fakemalpaşa
al Müdahale
Bursa Musta
9
0
0
Kazası Medik
.2
r
2
te
aliyeti
p
o
10.1
ik
el
H
a Kurtarma Fa
zıcıoğlu
m
Ya
ra
n
A
si
sı
h
u
za
M
a
.
K
ter
Sn
lans Helikop
25.03.2009
Düşen Ambu
a
’t
ık
sç
rı
ıb
K
Bolu
hale
31.01.2009
edikal Müda
Tren Kazası M
ya
h
ta
ü
K
Müdahale
27.01.2008
zası Medikal
a
K
k
ça
U
a
rt
Ispa
Müdahale
Atlas Jet
ma Medikal
a
tl
a
P
ı
ıs
rş
30.11.2007
Ça
Anafartalar
le
Ankara Ulus
7
ikal Müdaha
0
0
.2
5
22.0
en Kazası Med
Tr
va
ko
u
m
a
P
11
Sakarya
üdahale
22.07.2004
nı Medikal M
a
m
rt
a
p
A
t
rü
m
Zü
ya
Kon
02.02.2004
21.07.2014​
kapakkonusu
AMBULANS HELİKOPTER HİZMETİ
Ambulans helikopter hizmeti 28
Ekim 2008 tarihinde iki helikopter ile
başlamıştır. Mart 2009 tarihine kadar
ambulans helikopter sayısı yedi helikoptere tamamlanmış olup, Ankara,
İstanbul, İzmir, Antalya, Diyarbakır,
Kayseri ve Erzurum’da birer adet olmak üzere konuşlanarak hizmet vermeye başlamıştır.
03 Eylül 2009 tarihinde on adet ambulans helikopteri daha hizmete girerek toplam ambulans helikopter
sayısı on yediye ulaşmıştır. Ülkenin
coğrafi yapısı ve ulaşım şartları,nüfus
yoğunluğu, hakim meteorolojik şartlar ve stratejik bölgeler göz önüne
alınarak ambulans helikopterler için
konuşlanma yerleri tespit edilmiştir.
Şu anda, Ankara’da iki adet,diğer illerde ise birer adet (İstanbul, Malatya, Çanakkale, Bursa, İzmir, Antalya,
Afyon, Adana, Kayseri, Konya, Diyarbakır, Van, Erzurum, Trabzon ve Samsun) olmak üzere; 16 ilde, on yedi
adet ambulans helikopter ile sistem
işler hale getirilerek halkın hizmetine
sunulmuştur.
Ambulans helikopterler gündoğumu
- günbatımı arasında hizmet vermekte olup, konuşlandıkları iller merkez
olmak üzere yakıt ikmali yapmadan
400 km. mesafeye kadar hasta/yaralı naklini gerçekleştirebilmekte ve
iki saat otuz dakika havada kalabilmektedir. Gerektiğinde yakıt ikmali
yapılmak suretiyle bu süre ve mesafe
arttırılabilmektedir. Ayrıca olağanüstü şartlarda hizmetin aksamaması
12
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
için arıza durumlarında kullanılmak
amacıyla iki helikopter de yedekte
tutulmaktadır.
2009 ve 2010 yılı içerisinde hava ambulans helikopterlerinin konuşlandığı iller öncelikli olmak üzere başta
eğitim araştırma hastaneleri ve belirlenen diğer merkezi hastanelere,
standartlara uygun yirmi adet heliport inşa edilmiştir. 2014 yılı itibariyle de tüm il ve ilçelerde belirlenmiş
alanlarda heliport-heliped ve acil
iniş alanı yapım çalışmaları devam
etmektedir. Helikopter için Ankara’da
merkez üssü olarak belirlenen Etimesgut Türkkuşu Kampüsü içerisindeki Ankara İHAM (İl Hava Ambulans
Merkezi) aynı anda birçok helikopterin iniş ve kalkışına izin verebilecek
genişliktedir.
Hava ambulans helikopterlerde görevli olan bir doktor, bir yardımcı
sağlık personeli, görevin yerine getirilebilmesi için Sivil Havacılık mevzuatına uygun bir sorumlu pilot ve bir
ikinci pilot olmak üzere dört görevli
bulunmaktadır.
Bakanlıkça belirlenmiş illerde konuşlanan hava ambulans helikopterlerinin kendi bölgesi içinde sevk ve
idaresi, konuşlandığı ilin 112 Komuta Kontrol Merkezi tarafından yapılmaktadır. Ambulans helikopterlerin
bölge dışı sevk ve idaresi ise Bakanlık
Hava Operasyon Merkezi tarafından
yapılmaktadır.
Ambulans helikopterlerin donanımında hasta ve yaralıyı en yakın
sağlık kuruluşuna ulaştırırken ihtiyaç
duyulabilecek her türlü tıbbi cihaz
bulunmakta olup havada iken adeta
bir yoğun bakım hizmeti verilebilmektedir. Ayrıca yeni doğan vakalarının taşınmasında gerekli olan kuvöz
ve yeni doğan ventilatörü gibi malzemeler de helikopterlerde mevcuttur.
Bugüne kadar helikopterlerde uçuş
esnasında yeniden canlandırma da
dahil her türlü tıbbi acil müdahale
eksiksiz olarak uygulanmış durumdadır.
Ambulans helikopterlerle bugüne
kadar kar nedeniyle yolları kapanan
köylerden gebe ve bebekler hastanelere nakledilmiş, organ bekleyen
vatandaşlar için bulunan organlar en
kısa sürede ulaştırılmış, kara yollarına
inilerek trafik kazasında ağır yaralanmış vatandaşlarımız en kısa sürede
yoğun bakımlara nakledilmiştir.
Hava ambulans vaka sayısı:
2008 yılından itibaren 24.057 vakanın müdahale ve nakli gerçekliştirilmiştir.
Helikopter ambulans ile 17.905
hasta/yaralı 122 organ nakli amaçlı
transfer sağlanmıştır.
Uçak ambulans ile 6.152 hasta/yaralı
433 organ nakli amaçlı transfer
Yurt dışından ülkemize 311 hasta/
yaralı
Ülkemizden yurtdışına 20 hasta/yaralı olmak üzere toplam 331 hasta/
yaralı nakledilmişlerdir.
kapakkonusu
DÜNYANIN İLK GEMİ HASTANESİ
TÜRKİYE’DE YAPILACAK
2015’in ilk çeyreğinde gemi hastane projesi ihaleye çıkılacak ve projenin yapımına İstanbul’da başlanacak.
Gemi Hastanesi Projesi için harekete
geçildi. 200 yataklı bir gemi hastanesi limanda bulunacak. Gemi hastanesinin özellikle sahil şeridinde
bulunan illerde olağanüstü durumlar
ve afetlerde kullanılması planlanıyor.
Gemi hastanin ipalesi ise 2015 yılının
ilk çeyreğinde gerçekleştirilecek.
ABD, Çin ve İspanya gibi ülkelerin sahip oldukları gemi hastaneler genellikle yük gemisi ve tankerlerden dönüştürülürken Türkiye’nin üreteceği
gemi hastane herhangi bir gemiden
dönüştürülmeden dünyada bu amaç
için inşa edilen ilk gemi hastane olma
özelliği taşıyacak.
Proje tamamlandı
Sağlık Bakanlığı’nın uzun süredir üzerinde çalıştığı gemi hastane projesi
başlıyor. Geçtiğimiz aylarda ABD’deki
gemi hastaneyi inceleyen Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve proje
üzerinde çalışan Bakanlık ekibi proje
hazırlıklarını tamamladı. STAR’ın ulaştığı projenin detayları şöyle:
İhale 2015›in İlk Çeyreğinde
Dünyada ilk gemi hastane olma özelliği taşıyacak olan ‘Gemi Hastane Projesi’ için Sağlık Bakanlığı 2015 yılının
ilk çeyreğinde ihaleye çıkmayı hedefliyor. Gemi hastanenin yapımında
kullanılacak ürünler Türkiye içindeki
kaynaklardan sağlanacak. Kamu-özel
ortaklığı ile Tuzla tersanesinde yapılması planlanan gemi hastane tamamen yerli üretim olacak.
Ülkelerin yardımına da koşacak
Gemi hastanenin rotasını Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü belirleyecek. Böylece herhangi bir afet, salgın,
savaş veya olağanüstü durumlarda
Bakanlık gemi hastaneyi o bölgeye
gönderebilecek. Ayrıca okyanusa açılabilecek şekilde tasarlanacak olan
gemi hastane, afet durumlarında
başka ülkelerin de insani amaçlı yardımına gönderilecek.
Gemi hastanenin özellikleri
Boyu 203, genişliği 26, yüksekliği 29
metre olacak. 10 güvertesi, heliportu
ve 15-20 bin metrekare kapalı alanı
bulunacak gemi hastane, 20-22 deniz mili hızla gidecek.
Gemi hastanenin acil ünitesinde
15’er muayene ve müşahede, 2’şer
müdahale ve resüsitasyon yatağı
olacak. 17 branşta poliklinik ve her
tür ameliyatın yapılabileceği gemi
hastanede, ikisi özellikli beyin ve kalp
damar cerrahisi olmak üzere 8 ameliyathane bulunacak.
Gemi hastanede 2 doğumhane, 20’si
erişkin, 6’sı çocuk, 4’ü yeni doğan olmak üzere 30 yoğun bakım yatağı, 6
yataklı diyaliz ünitesi, 2 yataklı yanık
ünitesi, tıbbi gaz üretim ve dolum sistemi, 200 hasta yatağı olacak.
Personel ve hasta bölümleri yolcu
gemisi standardında planlanan gemi
hastanede 316 sağlıkçı, 35 de geminin işletiminden sorumlu personel
görev yapacak. Görev türüne göre
sağlık personeli planlamasında değişiklik yapılabilecek.
Sağlık Bakanlığı, gemi hastane projesinin hazırlık aşamasında sona geldi.
Medyaya yansıyan projenin detayları
ile ilgili şu bilgiler var:
• Dünyada ilk gemi hastane olma
özelliği taşıyacak
• Kamu-özel
ortaklığı ile Tuzla
Tersanesi’nde inşa edilecek
• Yaklaşık 300 milyon TL’ye mal olacak
• Gemiyi yapan firma 25 yıl hasta-
ne olarak işlettikten sonra devlete
teslim edecek
• 2015 yılı ilk çeyreğinde ihaleye çıkılması planlanıyor
• Gemi yapım süresi 24+3 ay şeklinde planlandı
• Gemi hastane 200 yataklı olacak
• Gemi hastane normal zamanda
kıyı şeridi olan illerde görev yapacak ancak herhangi bir afet veya
savaş durumu olması halinde o
bölgeye gönderilecek.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
13
kapakkonusu
VAN DEPREMİNDE
ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ
Van’da 23 Ekim 2011’de meydana
gelen 7,2 büyüklüğündeki deprem
Hakkari, Ağrı, Iğdır, Erzurum, Kars,
Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa gibi çevre illerin
yanı sıra İran ve Kuzey Irak’ta da hissedildi.
Depremde Acil Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü olarak SAKOM
aracılığı ile koordinasyon sağlanarak, Erciş’teki mevcut 3 adet 112 acil
ambulans hemen yaralılara müdahale etmeye başlamıştır. İlk 30 dakika
içinde Erciş Devlet Hastanesi personelinin tamamına yakını hastane
bahçesinde hazır olarak, yaralılara
müdahale etmeye başlamıştır. Seyir halinde olan Adilcevaz ilçesinde
görevli acil yardım ambulansı Erciş’e
yönlendirilmiş ve ilk 15 dakikada
Erciş’e ulaşmıştır.
Ayrıca Tatvan, Muradiye, Patnos, Doğubeyazıt, Iğdır ambulansları ilk 20
dakika ile 1 saat arasında peyderpey
olay yerine ulaşmıştır. Van UMKE ekibi ise hemen yola çıkmış ve Erciş’e
kısa sürede ulaşmıştır, saat 15.00’da
enkazdan 4 çocuğu sağ olarak çıkarmışlardır.
14
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
İlk anda 29 ilden yardım ekipleri
yönlendirilmiştir. Bitlis ve Ağrı UMKE
ekipleri saat 15.30’da olay yerine
ulaşarak hemen yaralı kurtarma çalışmalarına başlamıştır. Daha sonra
Erzurum, Muş, Bingöl, Hakkari, Diyarbakır illerinden ambulans ve UMKE
ekipleri büyük bir hızla olay yerine
ulaşmaya devam etmişlerdir. Böylece, depremden sadece birkaç saat
sonra 145 kara ambulansı ve 9 UMKE
aracı ile birlikte 500’den fazla sağlık
çalışanı bölgede hizmet verir hale
gelmiştir.
Van’da bulunan 1 ambulans helikopterle birlikte Erzurum ve Diyarbakır
ambulans helikopterleri Erciş’e sevk
edilmiştir. Böylece 2 saat içerisinde 3
ambulans helikopter ile yaralı nakline başlanmıştır.
24 Ekim 2011 sabah saatlerinde Adana, Kayseri, Trabzon ve Ankara’dan 4
helikopter daha Van İline görevlendirilmiş ve 7 ambulans helikopterle
yaralı nakli sürdürülmüştür.
İlk etapta Van Merkezde bulunan
2 çadır hastane Van Bölge Eğitim
Helikopter ve hava ambulansları ile yapılan hasta nakiller 2011
Sağlık Bakanlığı ambulans uçaklarıyla
145
Sağlık Bakanlığı helikopterleriyle
24
Türk Hava Yolları uçaklarıyla
9
Askeri helikopterlerle
82
Türk Kuşu uçaklarıyla
4
Askeri uçak ambulans
7
Toplam
271
Ayrıca sağlık ekiplerinin koordinasyonunun sağlanması amacıyla biri
Van Merkez, diğeri Erciş’te olmak
üzere 2 mobil komuta kontrol aracı
bölgede hizmet vermiştir.
ambulans ekipleri kurtarma yapılan
tüm enkazlarda hazır bulunmuşlardır. UMKE ekipleri her iki depremde
gerçekleştirilen 252 canlı kurtarma
çalışmalarına bizzat katılmıştır.
Deprem bölgesinde 8 ağır iklim tipi
sahra hastanesi ve dört çadır hastane
kurulmuştur.
23.10.2011 tarihinden 26.12.2011’e
kadar Van depremi nedeniyle toplam
1403 hasta kara ambulansları ile 271
hasta da hava ambulanslar ile diğer
illere sevk edilmiştir.
Sağlık Bakanlığınca toplam 115 ton
ilaç ve sarf malzemesi bölgeye gönderilmiştir.
Deprem sonrası 699’u ilk 24 saat içinde olmak üzere, 1488 UMKE personeli bölgeye intikal etmiştir. UMKE ve
Sağlık Bakanlığınca, depremin hemen ardından başlatılan sağlık personeli ve malzeme desteği, ihtiyacın
kalmaması üzerine, 27 Mart 2012 tarihinde sonlandırılmıştır. Bu tarihler
arasında Sağlık Bakanlığınca toplam
5902 sağlık personeli ve destek personel gönderilmiştir.
Araştırma Hastanesinin bahçesine, 2
adet çadır hastane de Erciş ilçesine
kurulmuştur. Çevre illerde bölgeden
gelecek yararlılar ve Van’da bulunan
mevcut hastanelerde yatan hastalar
için 1000 yatak ayrılmıştır.
23.10.2011 – 27.03.2012 Tarihleri Arasında Afet Bölgesine
Van Dışından Görevlendirilen Personel ve Araçlar
Gönderilen Toplam Sayı
UMKE Araç Sayısı
70
Tam Donanımlı Ambulans Sayısı
333
Gezici Diş Kliniği Araç Sayısı
Uzman Hekim Sayısı
Pratisyen Hekim Sayısı
4
1 089
596
Diğer Sağlık Çalışanı ve Personel Sayısı
4 217
Toplam Personel Sayısı
5 902
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
15
kapakkonusu
TÜRKİYE’DE ŞİFA BULUP
YURTLARINA DÖNDÜLER
İsrail’in saldırılarında yaralandılar, tedavi için Türkiye’ye getirildiler. Sağlık
Bakanlığı, Gazzeli yaralıların sağlıklarına kavuşmaları için tüm imkanları
seferber etti. Tedavileri tamamlananlar evlerine dönmeye başladı.
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde tedavileri tamamlanarak taburcu edilen
4’ü çocuk 6 Gazzeli, refakatçileriyle
birlikte ülkelerine döndü. Tel-Aviv’e
gitmek istemeyen Gazzeliler kendi
istekleri üzerine, İstanbul Atatürk
Havalimanı’ndan kalkan Mısır uçağıyla Kahire’ye uğurlandı. (TİKA ile
işbirliği yapılarak)
Türkiye’nin sefkat eliyle sağlıklarına
kavuşan Gazzeliler, ülkemizde gördükleri ilgiden memnuniyetlerini
dile getirerek, tüm Türk halkına teşekkür etti. Taburcu edilen hastalarımızdan bir yaşındaki İbrahim S.F.
Abuhamad’ın dedesi Fayez S.M. Abuhamad: “Memnuniyetimizi anlatacak
kelime bulamıyoruz. Devletinizden,
Türk milletinden ve hastanede çalışan tüm sağlık ekibinden ve sizlerden Allah razı olsun, şükranlarımızı
sunarız.” diye konuştu.
Çiçeklerle uğurlanan Gazzeliler
Kahire’den Gazze’ye geçiş yapacak.
Sağlık Bakanlığınca ambulans uçaklarla Filistin’den getirilen diğer Gazzeli yaralıların tedavisine ise devam
ediliyor. Ankara, İstanbul ve Afyon’da16
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
ki hastanelerde tedavi gören 72 yaralının bugün (05.09.2014) itibariyle
hastanelere göre dağılımı ve son duruma ilişkin bilgiler şöyle:
ma Hastanesi’nde 1, Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde 1 olmak
üzere 2 hastanın yoğun bakımda takip ve tedavisi sürmektedir.
Ankara: 8 ayrı hastanede tedavi gören 29 yaralının genel durumu iyi.
Tedavileri tamamlanan 5 Gazzeli taburcu edilmiş olup, refakatçileriyle
birlikte misafirhanelerde ağırlanmaktadır.
İstanbul: İstanbul’daki 2 ayrı hastanede 22 yaralının tedavisi devam
etmekte olup, tedavisi tamamlanan
8 Gazzeli taburcu edilmiştir. 6’sı ülkelerine uğurlanmış, 2’si ise Gazzeliler
için hastane yakınında kiralanan dairede misafir edilmektedir.
Yenimahalle Devlet Hastanesi’nde,
2’si çocuk 10 yaralı bulunmakta; yaralılardan biri yoğun bakımda, diğerleri
ortopedi servisinde tedavi görmektedir.
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve
Araştırma Hastanesi›ndeki 3 yaralının
tedavisi fizik tedavi servisinde devam
etmektedir.
Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
Gazzeli 4 çocuğumuz tedavi görmektedir.
Atatürk
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi’nde 3’ü çocuk, 6 yaralının
tedavileri de sürmektedir.
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Hastanesi’nde 2 yaralının tedavisi devam etmektedir.
Ankara Hematoloji ve Onkoloji Çocuk Sağlığı Hastalıkları Hastanesi’nde
1’i yoğun bakımda 2 çocuğumuz tedavi görmektedir.
Ankara Üniversitesi Eğitim ve Araştır-
Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde 6’sı çocuk, 14 yaralı bulunmakta. Yaralılardan 2’sinin yoğun bakım ünitesinde
takip tedavilerine devam edilmektedir.
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 5’i çocuk 8 yaralının tedavilerine devam edilmekte,
yaralılardan 1’i yoğun bakımda tedavi görmektedir.
Taburcu edilen 2 Gazzeli (refakatçileriyle birlikte) istekleri üzerine hastane yakınında erkekler ve kadınlar için
ayrı olarak tutulan 2 dairede misafir
edilmektedir.
Afyon: 2 ayrı hastanede tedavi gören
21 yaralının genel durumu iyi.
Afyon Devlet Hastanesi’nde 3’ü çocuk 18 yaralı tedavi görmekte.
Afyon
Kocatepe
Üniversitesi
Hastanesi’nde ise 1’i çocuk 3 yaralının
takip ve tedavisi devam etmektedir.
37,500’ü
37,500’ü
• Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH
•artışı
Son ile
on Avrupa’nın
yılda yıllık ortalama
%5.1’lik ekonomisi
nominal GSYİH
en hızlı büyüyen
ve
artışı
ile Avrupa’nın
en hızlıekonomilerinden
büyüyen ekonomisi
dünyanın
en hızlı büyüyen
biri ve
dünyanın
en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri
(2004-2013)
(2004-2013)
• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)
•ülkeleri
Ekonomik
İşbirliği
ve Kalkınma
(OECD)
arasında
%5.2
ortalamaÖrgütü
yıllık büyüme
ülkeleri
arasında
%5.2
ortalama
yıllık büyüme
beklentisiyle
en hızlı
büyüyen
ekonomi
beklentisiyle
en hızlı büyüyen ekonomi
(OECD 2012-2017)
(OECD 2012-2017)
• Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus
• Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus
• Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve
•Kuzey
Avrupa,
Kafkaslar,
Orta Asya, Orta Doğu ve
Afrika’ya
erişim
Kuzey Afrika’ya erişim
• Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH
•ileKamuözel16.
sektör
işbirliğinde
trilyon
$ GSYİH
dünyanın
büyük
ekonomisi1.1(IMF
2013)
ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013)
• Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel
•Ar-Ge
Yüksek
rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel
desteği
Ar-Ge desteği
• Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu
• Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu
haber
KIZILAY
ARTIK İLİK TOPLAYACAK
Türk Kızılayı, Sağlık Bakanlığı ile imzaladığı protokol çerçevesinde, ailesinde vericisi olmayan kan
kanseri hastaları için umut olacak TÜRKKÖK Projesi kapsamında yürüttüğü pilot uygulamayla
kan toplamaya başladı. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun başlatacağı projeyle isteyen kan
bağışçıları, bundan böyle TÜRKKÖK için ilik bağışçısı da olabilecek.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Billim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Kızılayı Kan Hizmetleri Sorumlusu Prof. Dr. Gülsüm
Özet, verici bulamayan kan kanseri
hastaları için düzenlenen kampanyalarla zaman zaman kamuoyunun
gündemine gelen kemik iliği bağışının bundan böyle TÜRKKÖK Projesi
ileTürk Kızılayı tarafından toplanacağını söyledi.
Son çalışmaların KKTC’de düzenlenen 9. Ulusal Aferez Kongresi’nde de
ele alındığını bildiren Özet, ülkede
yılda 3 bine yakın nakil yapıldığını,
çok sayıda nakil merkezi bulunduğu18
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
nu ancak akrabasında vericisi olmayan hastalarda sorun yaşandığını anlattı. Prof. Dr. Özet, şu bilgileri aktardı:
‘Artık hastalarımız merkez bulamadığı için değil verici bulamadığı için
nakil olamıyor. Bu hastalara akraba
dışı verici bulmamız gerekiyor. Şimdiye kadar verici bankası olmadığı
için ilik yurt dışından aranıyordu.
Nihayet TÜRKÖK başlıyor. 2013’de
Sağlık Bakanlığı ile imzaladığımız
protokolle gönüllü kanlarını biz
toplayacağız. Bu toplanan kanlar da
anlaşmalı laboratuarda çalışılacak ve
doku tiplemesi yapılarak bir verici
bankası oluşturulacak. Doku grup-
ları çalışılıp girildikten sonra hemen
sistemde görülmeye başlanacak.
Türk Kızılayı olarak tüm hazırlıklarımızı tamamladık. Tüm merkezlerimizde gönüllü verici merkezleri
kurduk.’
Projenin başlaması dolayısıyla
lansmanın Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu’nun katılımıyla yapılacağını ifade eden Özet, ‘1 hafta
önce başlattığımız pilot uygulamayla bine yakın vericiye ulaştık. Toplumumuz zaten bu konuda hassas.
Bağışçı olmak için bugüne kadar
başvurabilecekleri yer yoktu. Bakanlık TÜRKKÖK için büyük yatırım yap-
tı. Projenin başlamasıyla bu sayının
hızla artacağına inanıyoruz’ ifadesini kullandı.
isteyen herkesin ulaşacağı yer artık
Kızılay kan merkezleri’ dedi.
Prof. Dr. Özet, verici toplanmasına
12 merkezde başlandığını, bu sayının 16’ya çıkarılacağını, daha sonra
ise kan bağışı yapılan her yerde kök
hücre bağışçısı kaydedebileceklerini
belirterek, ‘Kan alınan mobil araçlarda bile kemik iliği bağışçısı kaydedebileceğiz’ dedi.
Kök hücre nakli nedir?
Projenin hayata geçmesiyle ilk yıl 50
bin, 3 yılda 250 bin vericiye ulaşmayı
planladıklarını kaydeden Özet, verici
bankasının yurt dışındaki bankalarla da irtibatı olacağını, bir hasta için
bağışçının öncelikle TÜRKKÖK’ten
aranacağını, burada bulunamadığı takdirde yine yurt dışı bankalara
başvurulacağını söyledi. Özet, ‘Ülkemizde bir verici bankası olacağı için
buradan daha kısa sürede ve ucuza
kemik iliği bulunabileceğini umuyoruz’ diye konuştu.
Bir hasta için bulunan uygun vericiye
yine Türk Kızılayı’nın ulaşacağını anlatan Özet, ‘Kök hücre bağışçısı olmak
Prof. Dr. Özet’in verdiği bilgiye göre,
kök hücre nakli, kan üreten kök hücrelerin, kemik iliğine gidip burada
yine kan hücresi üretmeye başlaması
amacıyla ya hastadan alınıp kendisine ya da başka kaynaktan alınıp hastaya verilmesi işlemine dayanıyor. Bu
halk arasında ‘kemik iliği nakli’ olarak
da biliniyor.
• Kök hücre nakilleri, öncelikle ‘akut
lösemi’ denilen kan, kemik iliği ve
lenf bezi kanserlerinde tamamen
şifa sağlayabiliyor. Ayrıca, aplastik
anemi, paroksismal noktural hemoglobinüri (PNH), primer amiloidoz, hemoglobinopatiler (talasemi, orak hücreli anemi), immün
yetmezlik durumları ve kalıtsal
metabolik hastalıklarda da iyileşme potansiyeli taşıyor.
• Kök hücre vericisi olmanın insan
sağlığı üzerine ciddi olumsuz bir
etkisi yok.
• Son yıllarda, daha çok kanda bu-
lunan kök hücreler, ‘aferez cihazı’
denilen özel bir aygıtla toplanıyor.
Donör (verici) sadece bir süre, kan
verir gibi kolundan bir serum seti
takılarak, dinlenme ve istirahat
pozisyonunda uzanıyor. Yöntem
acı veya sıkıntı vermiyor.
• İşlemden önce vericilere bir süre
cilt altından, kandaki kök hücre
sayısını artırmak amacıyla aşı yapılıyor.
• Kök hücreler sürekli çoğaldığı için
verici olmakla insanın kök hücreleri azalmıyor.
• Bulaşıcı ciddi bir hastalığı olmayan
18-55 yaş arası sağlıklı herkes verici olabiliyor.
Ülkede durum
Dünyada yılda 60-65 bin civarında
kök hücre nakli yapılıyor. Türkiye’de
ise son 10 yıl içerisinde merkez sayısı ve nakil sayısı hızla artış gösterdi.
Halen Türkiye’de 19’u çocuk, 42’si
erişkin olmak üzere toplam 61 nakil
merkezi bulunuyor. 2013 yılında ülkede yaklaşık 3 bin nakil yapıldı.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
19
SAĞLIK HİZMETİ İLİŞKİLİ
ENFEKSİYONLAR AÇISINDAN
TEK KULLANIMLIK VE
TEKRARDAN KULLANILABİLİR
ARAÇ, GEREÇ VE
ÜRÜNLERLE İLGİLİ
SORUNLAR*
Prof. Dr. Recep ÖZTÜRK
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Enfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji Kliniği
İki ay önce değişik gazetelerde
“SGK’dan ‘ölümcül’ tasarruf geliyor”
ve benzer başlıklarla haberler kamuoyuna sunuldu. Haberlerdeki ortak
ifadelerden dikkat çekici olanlar şunlardı: “SGK, özel sağlık kuruluşlarından aldığı sağlık hizmetinin bedelini
arttırmamak için tekrar kullanılmaması gereken tıbbi malzemelerin
yeniden kullanılmasının yolunu açtı.
Yeni düzenleme ile kalp anjiyosu gibi
20
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
kritik müdahalelerde aynı malzemeler tekrar tekrar kullanılabilecek. Sağlık Bakanlığı, tek kullanımlık malzemenin tekrar kullanımından doğacak
olumsuz durumlarda sorumluluğun
hekim ve hastane yönetimlerinde
olacağı uyarısında bulunuyor.
Özel sağlık kurumlarından hizmet
satın alım sözleşmesinde bulunan
“Tekrar kullanılmaması gereken tıbbi malzemelerin, tekrar kullanımı
halinde bedelleri ödenmez ve her
bir kullanım için 10 bin TL cezai şart
uygulanır” hükmü SGK tarafından
yayımlanan zeyilname ile sözleşme
metninden çıkarıldı. Böylece, tek
kullanımlık tıbbi malzemelerin özel
hastane ve vakıf üniversitesi hastanelerinde çok defa kullanılmasının
önü açıldı.”
Bu haberlerin gündeme gelmesinin
ardından SGK tarafından yapılan
açıklamada şu ifadeler kullanılmıştır:
“ “….söz konusu sözleşmenin
11.1.13. maddesinde “Sağlık Bakanlığınca yasaklanan ilaç ve tıbbi
malzemelerin verildiği ve/veya kullanıldığının tespit edilmesi halinde
aynı zamanda tespit edilen bir veya
birden fazla ilaç ve tıbbi malzeme
için 30 bin lira, 11.1.14. maddesinde ise bozuk, zamanı geçmiş ilaç,
kan ve kan bileşenleri ve/veya tıbbi
malzemelerin verildiği ve/veya kullanıldığının tespit edilmesi halinde
aynı zamanda tespit edilen bir veya
birden fazla ilaç, kan ve kan bileşeni
ve/veya tıbbi malzeme için 30 bin
lira cezai şart uygulanır...” hükümleri
yer almaktadır
Sözleşme metnindeki cezai yaptırım
tutarı düşük olan hüküm (10 bin lira)
çıkarılmış olup daha ağır yaptırım
içeren maddelerin geçerliliği devam
etmektedir. Ayrıca, bu cezai şartlar
dışında tek kullanımlık malzemelerin iki veya daha fazla kullanıldığının
tespit edilmesi halinde malzeme bedelleri kesinlikle ödenmemektedir.
Habere konu olan düzenlemeyle ilgili uygulamada herhangi bir sorunla karşılaşılması veya tespit edilmesi
durumunda Kurumumuzun daha
ağır müeyyideler uygulama yetkisinin bulunduğu bilinmelidir.”
Gündeme gelen sağlık açısından çok
önemli olan , “tek kullanımlık ve tekrardan kullanılabilir araç, gereç ve
aletlerin yeniden kullanımı” konusu
ülkemizin halen ayrıntılı şekilde ele
alıp çözemediği sorunlardan biridir.
Konuyla ilgili yapılan düzenlemelere
uyum ve yapılması gereken denetimlerin etkin şekilde yapıl(a)madığı
bilinen bir gerçektir.
Bu yazıda konuyla ilgili genel bilgi
verilmiş, ülkemizdeki durum özetlenerek yapılması gerekenler ele alınmıştır.
“Tek kullanımlık araç, gereç veya aletler ; tek bir hasta üzerinde tek bir kez
kullanılabilen tıbbi ürünlerdir (kardiyak kateterler, koroner anjioplasti
(PTCA) balon kateterleri, arteriyel
kateter iğneleri, cerrahi laparoskopi
makasları, trokarlar, göz hastalıkları
(katarakt) için FAKO irrigasyon aspirasyon sistemi vd ….). Bunların tekrardan kullanımı uygun değildir. Ancak, tek kullanımlık araç, gereç ve
aletlerin önemli bir kısmının çok
pahalı olması nedeniyle, belirlenmiş
koşullar sağlanarak tekrar kullanımları günümüzde tartışma konusudur. Bu tip ürünler için genel de iki
durum söz konusudur: 1)Paketinden
çıkmamış ancak sterilitesi bozulmuş
aletlerin tekrar sterilizasyonu (resterilizasyon), 2)paketinden çıkarılmış
ancak hastanın kan ve vücut sıvıları
ile temas etmemiş aletin paketleme
ve sterilizasyon işlemlerine tekrar sokulması (reprocessing). Daha büyük
bir sorun, hastanın kan ve vücüt sıvılarıyla temas etmiş ürünlerin tekrar
steril(?) edilmesi sorunudur.
Tekrardan kullanılabilir (reusable)
araç, gereç veya aletler; tekbir hasta
üzerinde bir kez kullanımdan sonra
belirlenen usullere uygun olarak temizlenen, ardından kullanım amacına göre belli bir düzeyde dezenfeksiyon veya sterilizasyon işlemi sonrası,
fiziksel yapıda da bozukluk olmaması
koşuluyla yeniden kullanılabilen tıbbi ürünlerdir.
Tek kullanımlık tıbbi ürünlerin tekrardan kullanılması, başta enfeksiyonlar
(hepatit B, hepatit C, HIV enfeksiyonu, diğer viral, bakteriyel enfeksiyonlar, prion hastalıkları vd) olmak üzere
hasta için değişik komplikasyonlara
(işlem esnasında zararlar (toksik etkiler, makroskopik etkiler) oluşması,
fonksiyon yetersizliği) , yasal, etik ve
ekonomik sorunlara neden olmaktadır. Aynı sorun tekrardan kullanılabilir tıbbi ürünlerin uygun şekilde
sterilize edilmemesi sonrası da söz
konusudur.
Tek kullanımlık tıbbi araç, gereç ve
ürünlerin pahalı olması, bunların
kullanıldığı sağlık hizmetleri için
ödeme kurumlarının yeterli ödemeyi
planlayıp yapmaması, hizmet sunan
kurumların aşırı kazanç isteği gibi
nedenlerle, tek kullanımlık ürünlerin tekrardan kullanılmasına değişik
ülkelerde devam edilmektedir. Yeniden uygun sterilizasyon ve fiziksel
yapının yakından takibi sağlandığı
takdirde enfeksiyon bulaşma riski ve
fonksiyonellik yönünden çalışmalarda önemli bir sorun saptanmamış olmakla birlikte, sterilizasyon ve fiziksel
yapıyı sürekli takip edecek sistemler,
kuruluşların çoğunda yoktur veya
yetersizdir ve bu konuda ortak standartlar oluşturmak kolay değildir.
Ayrıca olayın etik boyutu da önemli
diğer bir sorundur.
Bu konuda ülkelerde farklı uygulamalar söz konusudur.
ABD’de 2000 yılı başlarında FDA tek
kullanımlık tıbbi ürünlerin tekrar kullanımı için, ilgili aletin üretici firmasının uygun görmesi, fiziksel özellikleri
ve kalitesi bozulmaksızın (kullanım
amacını güvenle ve aynı etkililikle sürdürebilme) malzemenin yeniden temizlenmeye ve sterilizasyona uygun
olması, sterilizasyon için kurum dışı
bir fabrikanın (kuruluşun ) kurulması
şart koşarak onay vermiştir. ABD’de
Hastanelerin %20 ile %30 ’u en az bir
cins aleti tekrar kullanmaktadır.
Kanada’da kritik aletler (steril doku
ve vücut boşluklarına temas edenler
) değil, sadece yarı kritik aletler (mükoz membran ile temas eden, ancak
steril vücut bölgelerine girmeyenler )
tekrar kullanılabilmektedir.
Fransa’da, “tekrar kullanım hastayı aldatmaktır” diyen Fransa Yüksek Mahkemesi kararı sonrası, yasaklama söz
konusudur.
Almanya’da tek kullanımlık aletlerin
sterilizasyonu için kurum dışı onaylı
kuruluşlar mevcuttur; hazırlanmış
rehberlere göre işlemler yapılmaktadır.
İngiltere’de 2000 yılından itibaren
tekrar kullanıma izin verilmemektedir.
Avrupa parlamentosu 2005 yılından
itibaren CE markalı tıbbi ürünlerin
tekrardan kullanımını yasaklamıştır.
Brezilya’da hemodinamik işlemlerde
kateterlerin tekrar kullanım oranının
%97’lere ulaştığı bildirilmektedir.
Asya ülkelerinde tekrardan kullanım
oranlarının çok yüksek olduğu (>%
90) tahmin edilmektedir.
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından
çıkarılan 9.2.2011 tarihli “Tıbbi cihazların sterilizasyonu genelgesi” ne
kadar konuyla ilgili bir düzenleme
yapılmamıştı. Tek kullanımlık tıbbi
ürünlerin pahalı oluşu, bu ürünlerin
kullanıldığı sağlık hizmetlerinin fiyatlarının SGK tarafından SUT’da çok
düşük belirlenmesi nedeniyle, her ne
kadar SGK tarafından, “tek kullanım
esastır” denmekle birlikte tekrardan
kullanım yapılmaktadır. Ülkemizdeki
gözlemler ve az sayıdaki kesitsel çalışma tek kullanımlık aletlerin yeniden kullanımının yaygın olduğunu
düşündürtmektedir. İlgili ürünlerin
yeniden kullanımının ana nedenleri;
SGK/SUT fiyat uygulamaları, hastanelerin finans sorunları ve “kamu ihale
kanunu” nedeniyle ihalelerdeki gecikmeklerdir. Konuyla ilgili etkin bir
denetim yapıl(a)mamaktadır. Bununla birlikte konuyla ilgili belirlenmiş bir
standart yoktur.
Son yıllarda tek kullanımlık araç ve
gerecin birden fazla kullanılmasına
ve/veya sterilizasyon sorunlarına
bağlı sonuçlar (örnek:katarakt cerraSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
21
hisi sonrası endoftalmit olguları) dikkat çekmektedir.
Sonuç ve öneriler:
Ülkemizde tek kullanımlık olmayan,
yeniden
kullanılabilir
gastroskop+kolonsokop, bronkoskop, sistoskop, artroskop, uteroskop
vb. endoskopik aletler için de doğrusu uygun bir takip sitemi kurumların
çoğunda yapıl(a)mamaktadır. Hasta
yoğunluğu nedeniyle kural ihmali
söz konusu olabilir. Bu nedenle bu
tip aletlerde yıkama ve fırçalama, kurutma ve sterilizasyon işlemleri aletin
cinsine göre en üst düzeyde yapılmalıdır. Yüksek yüzey dezenfektan
kullanıldığı zaman aletin solüsyon
içerisinde bekletilme süresi standartlara uygun olmalı, hasta yoğunluğuna bağlı olarak bu süre asla kısalmamalıdır. Uluslar arası rehberlerce ve
üretici firmalarca önerilmeyen dezenfektanlar bu aletlerin dezenfeksiyonunda kullanılmamalıdır.
Tek kullanımlık malzemelerin yeniden kullanılması veya “yeniden kullanılabilir” (reuse) araç ve gereç konusunda gerekli önlemler alınmalı,
takipler yapılmalıdır. Kurumlarda bu
amaçla sürveyans yapılması uygundur.
Konuyla ilgili standartlara, kurallara
ve Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık
Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan tıbbi cihazların sterilizasyonu adı
altında tek kullanımlık malzeme yönetimini içeren genelgeye (9.2.201;
2011/7) uyulmalıdır.
Bu genelgeye göre tek kullanımlık
tıbbi malzemenin yeniden kullanımı
yasaklanmakta; tekrar kullanılabilir
aletlerin kullanımı konusunda uygun
koşulların sağlanmasına dikkat çekilmekte ve Hastane Enfeksiyon Kontrol
Komitelerinin konuyu takip etmesi
22
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
ve denetlemesi istenmektedir. Bununla birlikte, tek kullanımlık malzemelerin kullanıldığı girişimlere SUT
kapsamında verilen fiyatların bazı
durumlarda malzemelerin fiyatlarının bile altında kalması veya hizmeti sürdürecek bir düzeyde olmaması
konunun uygulanmasını zorlaştırmakta veya imkânsız kılmaktadır.
Yapılacak olan, ya ilgili araç, gereç ve
malzemenin fiyatını uygun düzeye
düşürecek mekanizmaları oluşturmak veya ilgili sağlık hizmetlerinin
fiyatını makul bir oranda artırmaktır.
Bunlar sağlandıktan sonra kurum içi
ve kurum dışı etkin denetimler yaparak ilgili sorunun çözümü için gayret
gösterilmelidir. Ayrıca; kullanımına
izin verilen malzemeler için uygun
şekilde sterilizasyon yapacak kuruluşlara ihtiyaç vardır.
Konuyla ilgili bilim çevreleri, tedarikçiler, SGK ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri bir araya gelip ülke için en uygun
çözümü üretmelidir.
Kaynaklar
1. Amarante JM, Toscano CM, Pearson Ml,
Roth V, Jarvis WR, Levin AS. Reprocessing
and reuse of single-use medical devices
used during hemodynamic procedures in
Brazil: A widespread and largely overlooked problem. Infect Control Hosp Epidemiol 2008;29:854-8.
2. Buchwalsky R, Grove R, Feldkamp E. 25year experience with reusable heart catheters. Z Kardiol 2001; 90:542-9.
3. Dore GJ, Haber PS. Tell it ain’t so: Patient-topatient transmission of hepatitis C in an endoscopy clinic. Hepatology 2008;48:1333-5
4. Güner S, Aygün P, Aygün G, Öztürk R. “Pandoranın Kutusu” Tek kullanımlık malzemeler yeniden kullanılabilir mi? “, Hastane İnfeksiyonları Kongresi, Özet Kitabı, Antalya,
12-15 Nisan 2012, P-104: 229.
5. Hailey D, Jacobs PD, Ries NM, Polisena J.
Reuse of single use medical devices in
Canada: Clinical and economic outcomes,
legal and ethical issues, and current hospi-
tal practice. Int J Technol Assess Healt Care
2008;24:430-6.
6. Hızel K. Tek Kullanımlık Aletlerin Tekrar
Kullanımı, Hastane İnfeksiyonları Dergisi,
2000:4:187-90.
7. http://www.fda.gov/MedicalDevices/DeviceRegulationandGuidance/ReprocessingofSingle-UseDevices/default.htm (erişim
tarihi, 13 Eylül 2013)
8. http://www.medimagazin.com.tr/he kim/sgk/tr-sgkdan-olumcul-tasarrufgeliyor-2-18-52449.html (erişim tarihi: 13
Eylül 2013)
9. http://ekonomi.milliyet.com.tr/sgk-danolumcul-tasarruf-geliyor/ekonomi/detay/1735687/default.htm(erişim tarihi: 13
Eylül 2013)
10.h t t p : / / h a b e r. s t a r g a z e t e . c o m / s a g lik/sgkdan-tek-kullanimlik-tibbimalzemelere -iliskin-aciklama/haber-771347 (erişim tarihi: 13 Eylül 2013)
11.Jacobs P, Polisena J, Hailey D, Lafferty S.
Economic anlysis of reprocessing singleuse medical devices: A systematic literature review. Infect Control Hosp Epidemiol
2008;29:297-301.
12.Öztürk R. Hastane Enfeksiyonları Açısından
Tek Kullanımlık ve Tekrar Kullanılabilen Tıbbi Ürünlerle İlgili Sorunlar,Sağlıkta Nabız
Dergisi, 2011, Sayı:28 (http://www.sagliktanabiz.com/haberler/hastane-enfeksiyonlari-acisindan-tek-kullanimlik-ve-tekrar-k
ullanilabilen-tibbi-urunlerle-ilgili-sorunlar.
html)
13.Rutala WA, Weber DJ and the Healthcare
Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC), Guideline for Disinfection
and Sterilization in Healthcare Facilities,
2008 (http://www.cdc.gov/hicpac/pdf/guidelines/Disinfection_Nov_2008.pdf )
14.Şardan ÇY. Tek kullanımlık aletlerin tekrar
kullanımı. 5. Ulusal sterilizasyon dezenfeksiyon Kongresi Kongre Kitabı. Ankara:
Bilimsel Tıp Yayınevi, 2007:140-1.
15.
Tıbbi
cihazların
sterilizasyonu
genelgesi:
http://www.iegm.gov.
tr/
Default.aspx?sayfa=
iegm_
mevzuat&thelawtype=7&lang=trTR&PageNo=2 (yayın tarihi:9.2.2011, erişim
tarihi: 27.03.2011)
*Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü
Platformu’ndan alıntılanmıştır.
sektörden
ABDİ İBRAHİM, BİRLEMİŞ MİLLETLER
KÜRESEL İLKELER SÖZLEŞMESİ
DÖRDÜNCÜ İLERLEME RAPORUNU YAYIMLADI
Türkiye’deki sürdürülebilirlik çalışmalarının önde gelen katılımcılarından Abdi İbrahim,
yayınladığı Küresel İlkeler Sözleşmesi İlerleme Raporu ile sürdürülebilirlik adına yarattığı
faaliyetleri ve toplumsal faydayı dördüncü kez belgeledi.
Abdi İbrahim, sürdürülebilir kalkınma ve yaşanabilir bir çevre oluşturulmasına destek vermek amacıyla
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
Kofi Annan’ın himayesinde özel sektör, kamu kesimi ve sivil toplum
alanlarında faaliyet gösteren pek
çok kurumun katılımıyla 2000 yılında hayata geçirilen Küresel İlkeler
Sözleşmesi’ne yönelik ilerleme bildirimini dördüncü kez kamuoyuyla
paylaştı.
İnsan hakları, çalışma koşulları, çevre
ve yolsuzlukla mücadele ana başlıklarında küresel düzeyde kabul görmüş 10 ilkeyi kapsayan Küresel İlkeler
Sözleşmesi’nin 145’i aşkın ülkeden 10
24
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
binin üzerinde kurumsal katılımcısı
bulunmaktadır.
Abdi İbrahim yaklaşık 690 evin bir aylık, 57 evin ise bir yıllık su ihtiyacına
karşılık gelen 10.350 m3 değerinde su
tasarrufu sağladı.
Çevresel sürdürülebilirlik çalışmalarını etkin kaynak kullanımı uygulamalarıyla desteklemeyi ilke edinen Abdi
İbrahim, 2013 yılında yaptığı çalışmalar neticesinde 690 evin bir aylık, 57
evin ise bir yıllık su ihtiyacına karşılık
gelen 10.350 m3 değerinde su tasarrufu sağladı.
Abdi İbrahim, enerji verimliliği alanında 2000 yılından itibaren bir dizi
proje geliştirerek yıllık %35 düzeyinde enerji tasarrufu elde etmiştir.
Şirketin 2013 yılında gerçekleştirdiği
projeler, 67 konutluk bir yerleşkenin
bir yıllık enerji ihtiyacına eşdeğerde
tasarruf elde edilmesini sağladı.
Abdi İbrahim 848 Kişiye 44 Saat Çevre
Eğitimi Vererek Çevresel Standartlara
Katkı Sağlıyor
Çevre Eğitimi ve İşbirlikleri Sürekli
Gelişim İlkesi çerçevesinde çevresel
standartlarını daha ileri bir noktaya
taşımaya odaklanan Abdi İbrahim,
taşeron ve stajyerler statüsündeki
paydaşlarının da katılımıyla Çevre Yönetim Sistemi eğitimleri gerçekleştir-
mektedir. Bu eğitimler kapsamında,
şirket personeli yılda ortalama iki
saat çevre yönetim sistemi bilinçlendirme eğitimi almaktadır. Standart
tesis uygulamaları, prosedürler,
atık yönetimi, geri dönüşüm,
bilinçli tüketim ve evlerde
dikkat edilmesi gereken
konuları kapsayan eğitim
programı kapsamında;
2013 yılında toplam 848
kişiye 44 saat çevre eğitimi verildi.
Yayımlayarak İlklerine Bir Yenisini Ekledi
Süha Taşpolatoğlu; “Abdi
İbrahim olarak yaşadığımız
dünyanın gelecek nesillerden
ödünç alındığı düşüncesiyle hareket ediyoruz”
Abdi İbrahim CEO’su Süha Taşpolatoğlu, “Şirketimiz, sürdürülebilir gelişme ve kurumsal sosyal sorumluluğu doğrultusunda yenilikçi ürünler
kadar sağlıklı, eğitimli ve temiz bir
çevrede yaşayan kuşakların da vazgeçilmez olduğu ilkesiyle hareket
etmekte ve sosyal sorumluluk faaliyetlerini asli faaliyetlerinin ayrılmaz
bir parçası olarak kabul etmektedir.
Bu bağlamda sürdürülebilirlik çalışmalarını yalnızca bir proje olarak değil, tüm kararlarımızı bu ilkeye göre
verdiğimiz bir iş yapış biçimi olarak
görüyoruz.” diyerek sürdürülebilir gelişme, sağlık ve çevre bilincine verdikleri önemi dile
getirdi.
Taşpolatoğlu, “Abdi İbrahim olarak yaşadığımız
dünyanın gelecek nesillerden ödünç alındığı
düşüncesiyle hareket ediyor; tüm faaliyetlerimizde
sürekli iyileştirmeyi, doğal
kaynakların etkin kullanılmasını, yasalara tam uyumu
ve kirliliğin önlenmesini, faaliyetleri sırasında oluşan atıkların
öncelikli olarak kaynağında azaltılmasını ve ayrıştırılmasını, geri dönüşüme kazandırılmasını ve en uygun
yöntemlerle bertaraf edilmesini çevre politikamızın temeli olarak kabul
ediyoruz. İnsana ve çevreye duyarlılık bilinciyle hareket ederek Küresel
İlkeler Sözleşmesi’ne attığımız imza
ile tüm faaliyetlerimizi güvenilirlik,
şefafflık ve hesap verebilirlik ilkeleriyle yürütüyoruz” dedi.
Son 3 yılda toplam 2.400’ün üzerindeki çalışana 1 saatlik sürdürülebilirlik eğitimi verildiğini dile getiren
Taşpolatoğlu, “Şirketelere düşen bu
konuda çalışanlarını motive etmek.
Çünkü sürdürülebilirlik çok kritik bir
konu, raporlama ise bu işin aracı,
amacı değil.” dedi.
Abdi İbrahim, 2013 Yılında Şirketin İlk
“A Seviye Sürdürülebilirlik Raporu”nu
İlaç endüstrisinde verimlilik ödülünün ilk sahibi Abdi İbrahim, EVET
(En Verimli Endüstriyel Tesis) ve
EVUP (En Verimli Uygulama
Projesi) kategorilerinde ödül
alarak, EVET kategorisinde
birincilik ödülüne en düşük enerji tüketimi ile sahip olarak ve spesifik enerjide en yüksek tasarrufu
sağlayarak birçok ilke imza
atmıştır. Bunların yanı sıra,
ilk kez üretimini kesintisiz
olarak beş yıl boyunca artırıp
enerji tüketimini azaltan, 2000
TEP’in altında Türkiye’de ilk sertifikalı enerji yöneticisine sahip ve
Elektrik İdaresi Etüt İşleri Genel Müdürlüğü (EİE) ile Gönüllülük anlaşması imzalayan ilk firma olan Abdi İbrahim, 2013 yılında ilklerine bir yenisini
eklemiş, şirketin ilk “A Seviye Sürdürülebilirlik Raporu”nu yayımlamıştır.
Sürdürülebilirlik konusundaki başarısını 100 yılı aşkın süredir insan sağlıını iyileştirmek için çalışarak kanıtlamış olan Abdi İbrahim, 2013 yılında
sürdürülebilir liderlik ve küresel bir
oyuncu olma hedefleri doğrultusunda ekonomik, sosyal ve çevresel
alanlarında gerçekleştirdiği faaliyetleri kapsayan A seviye Sürdürülebilirlik Raporu’nu yayımlamıştır. Dünyanın önde
gelen 6.000 şirket, kamu
kuruluşu ve sivil toplum
örgütünün yer aldığı GRI
onaylı Sürdürülebilirlik
Raporu’na sahip öncü
kurumlardan biri haline
gelen Abdi İbrahim’in Sürdürülebilirlik Raporu’nda,
Şirketin Yönetim Yaklaşımı,
Ekonomiye Sağlanan Katma
Değer, İşgücü ve İnsan Hakları, Ürün Sorumluluğu, Toplumsal
Gelişime Sağlanan Katkı ve Çevresel
Yaklaşım başlıkları altında farklı alanlarda hayata geçirdiği referans uygulamaları yer almaktadır.
Abdi İbrahim Küresel İlkeler Sözleşmesi
İlerleme Raporu ve A seviye Sürdürülebilirlik Raporu’na www.abdiibrahim.
com.tr adresinden ulaşılabilir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
25
haber
HEYECAN VE STRES RİTİM BOZUKLUĞU
SEBEBİ OLABİLİR
Uz. Dr. Erol Sağatlı: “Heyecan, stres, hızlı koşma ya da aşırı kafein tüketiminin bir sonucu olabildiği
gibi kalp ritim bozukluğu (aritmi) hastalıklarının belirtisi de olabilir.”
Ritim bozukluğunun en sık belirtisi
çarpıntıdır. Bunun yanı sıra kalp vuruşlarının düzensiz hissedilmesi, baş
dönmesi, göz kararması veya ağrı,
“senkop” diye ifade edilen şuur kaybı
görülebilir. Ancak erken tanı ve tedavi hastanın yaşam kalitesi üzerinde
son derece etkilidir. Kardiyoloji Bölümünden Uz. Dr. Erol Sağatlı, aritmi ve
tedavisi hakkında bilgi verdi.
Bayılma konuşma bozukluğu ve geçici
görme kaybı olabiliyor
Yaşamak için gerekli tüm fizyolojik
ve kimyasal işlemler kanın dolaşımı
ile sağlanmaktadır. Kalpte özelleşmiş
elektrik üreten ve üretilen elektrik
akımının iletimini sağlayan hücreler
kimyasal değişiklikleri elektriğe ve
mekanik bir uyarıya dönüştürülerek
kalp kasının kasılması ve gevşemesi
ile kanın dolaşımını sağlamaktadır.
Aritmi; şok, bayılma, epilepsi benzeri
nöbetler, geçici görme ve konuşma
bozuklukları, inme, felç, ani kardiyak
ölüm gibi çok ciddi tabloların dışında
çarpıntı, duraklama, boşluk hissi gibi
silik iyi tanımlanamayan şikayetlere
neden olabilmektedir. Bazen ise başka nedenlerle yapılan bir incelemede
rastlantısal olarak tanı alacak kadar
sessiz seyredebilmektedir. Aritmi yaş
ve cinsiyet ayırt etmeksizin birçok kişide görülmektedir.
Felç ve ani ölümlere neden olabilir
Bazı aritmiler ciddi bir tehlike göstermese de çok fazla şikayet nedeni
olabilmektedir. Bunun yanında çok
sessiz ama ‘’ Atrial fibrilasyon’’ gibi
kendisi şikayet nedeni olmadığı halde hiçbir yakınması olmayan bazı
hastalarda ölüme ya da sakat kalmaya neden olan inme riski taşıyan bir
hastalık veya ailesel geçişli çok tehlikeli ilk bulgusu ani kardiyak ölüm
26
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
olabilen başka bir grup hastalıkta
aritmik hastalıklar içinde yer almaktadır. Aritminin hissedilmesinde kişisel faktörler belirleyicidir. Öncelikle
bazı hastalar olağanüstü doğrulukla
kalp ritimlerindeki hafif değişiklileri
bile algılarken bazıları ise çok ciddi
aritmik değişiklerin bile farkında olmayabilmektedir.
kans (RF) dalgaları verilerek yapılan
ritim bozukluğu tedavisidir. Kateter
ablasyon yöntemiyle tedavide başarı
oranı % 60-80 seviyelerine kadar yükselmektedir. EPS ile tespit edilen noktalara verilen radyofrekans dalgaları
ile kalpte çarpıntıya neden olan ve
normalde olmaması gereken odak ve
ileti yolları yakılarak sonlandırılmaktadır ve başarı oranı yüksektir.
Kalple ilgili birçok hastalık aritmi nedeni
Kalple ilişkili birçok hastalık aritmi
nedeni olabilmektedir. Kalbin yapısal düzenlenmesini belirleyen
genetik ve gelişim aşamalarındaki defektler ( doğumsal kalp hastalıkları) sonradan gelişen yapısal
donanımını(damarlarını, kas yapısını
ya da kalbin zarını ) etkileyen hastalıklar da aritmi nedenidir. Bütün kardiyak yapı normalken yalnız elektrik
merkezi ve iletim sistemi ile ilişkili
olan doğumsal ya da edinsel hastalıklarda aritmi nedenidir.
Atağın başlama şekli tedavi için önemli
Bir atağın başlama şekli aritminin
tipi veya tercih edilecek tedavi için
ipuçları verebilmektedir. Kalp boşluklarında büyüme olan kalbin kasılma gücünde azalma olan bir grup
hastanın da hayatı tehdit eden aritmiler için aday olduğu bilinmektedir.
Aritmi ile tanı alan hastaların incelenmesinde hipertansiyon, akciğer hastalıkları, tiroid hastalıkları, kalp kapak
ve damar hastalıkları da sıklıkla saptanmaktadır.
İlaç tedavisinin dozu önemlidir
Öte yandan kalp bloklarında kalbin
uyarılması için dizayn edilen kalp pilleri çok ciddi gelişmeler göstererek
tedavide önemli yer almaktadırlar.
Ayrıca CRT adı verilen kardiyak resenkronizasyon cihazları ise seçilmiş
uygun hastalarda(sol dal bloğu olan
medikal tedaviye yanıtsız kalpte büyüme olan ileri kalp yetersizliklerinde) kalpte mevcut olan asenkronik
çalışmayı düzelterek hastaların fonksiyonel kapasitelerinde düzelme yaratmaktadır. Tedavi sırasında verilen
ilaçlar dikkatli seçilmelidir. Aksi takdirde yan etkileri fazla olan bu ilaçlar
aritmiyi artırabilmektedir.
Tedavide kateter ablasyon
önemli yer tutuyor
Aritmilerin ilaçla tedavisi bir zamanlar tek seçenek iken şu anda çoğu
vakada destekleyici bir rol oynamaktadır. Kateter ablasyonu, radyofre-
Uz. Dr. Erol Sağatlı
AĞIZ VE
Ş S A ĞLI
A
Y
OS
D
ĞI
Dİ
HAMİLELİKTE
DİŞ SAĞLIĞI VE BAKIMI
Hamilelerde hormonal dengenin
(östrojen, progestenon) ani değişimine bağlı olarak, özellikle diş etleri
diş iltihaplanmalarına çok eğilimlidir.
Eğer dişler üzerinde biriken yiyecek
artıkları tamamen temizlenmezse,
basit dişeti iltihabı adı verilen “Gingivitis” gelişir. Diş etleri şişkin, kırmızı
ve kanamalı bir hal alır. Bunu engellemek, etkili bir şekilde fırçalayarak
ve diş ipi kullanarak mümkün olabilmektedir.
Ayrıca hamilelik döneminde iyi huylu
diş eti tümörleri de gelişir ve gebelik
sonunda kendiliğinden geçer.
Sabah bulantıları olan, sık sık kusan
gebelerde, ağız ortamı asit seviyesi
28
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
yüksek olduğu için dişlerde aşınma,
çürüme, hassasiyet oranı artar. Bu
da yine iyi bakımla önlenebilir. Fakat
kusmadan hemen sonra fırçalamak
ortam asiditesinin maksimum olmasından dolayı pek tercih edilmez.
Çünkü dişlerde arınma görülebilir.
Bu yüzden kusmadan hemen sonra
ağzı bol su ile çalkalamak ve ancak
20-30 dakika sonra dişleri fırçalamak
daha uygundur. Gebelerde fırçalama
bulantıyı artırıyorsa, en azından bol
su ile ağzı çalkalamak yine de faydalı
olacaktır.
Anne karnındaki bebeğin, annenin
vücudunda bulunan kalsiyumu çektiği ve dişlerini çürüttüğü gibi bir
inanış vardır. Fakat bu doğru değildir. Bebek kalsiyumu önce tüketilen
gıdalardan, sonra da annenin kemiklerinden sağlar. Hamilelik esnasında
oluşan çürükler yetersiz ağız bakımı
ve diğer faktörlerden kaynaklanır.
Gebeliğin ilk 3 ayı bebeğin oluşumunun başladığı ve en hızlı gerçekleştiği
evredir. Bu dönemde, mecbur kalmadıkça diş uygulaması yaptırmaktan
kaçınmak gerekir. Dişetlerinde şişme,
kızarıklık, kanama arttığı için diş temizliği ve ağız hijyen eğitimi bu dönemde önemlidir.
3 – 6 ay arasındaki dönemde röntgen
ve diş çekimi dâhil tüm uygulamalar yapılabilmektedir. Bu dönemde
ihmal edilebilecek her sorun, ileride
ağrı ile doğumun daha erken başlamasına sebep olabilir.
Bu yüzden başlangıçta, yani gebelik
öncesi kontrolden geçilmediyse bile
3 – 6 aylık dönemde mutlaka kontrolden geçilmelidir. İlk 3 aylık dönemde
oluşabilecek sorunlarda mecbur kalınmadıkça daha çok geçici tedaviler
uygulanıp, kalıcı tedaviler 3 – 6 ay
arasındaki döneme veya gebelik sonrasına bırakılır. Doğru olan, hastanın
kadın doğum uzmanıyla görüşüp kişinin düşük, erken doğum riski, aşırı
korku, panik gibi faktörler elenirse
her dönemde diş çekilebilir, dolgu
yapılabilir, apse tedavi edilebilir. Çünkü ağrının yaptığı stres bebek için
daha zararlı olabilir.
Gebelik döneminde tükürük akışının
azalmasıyla da zaten hassas olan diş
etleri, tükürüğün yıkayıcı etkisinin
azalmasıyla da daha da kötü bir hal
alabilir. Bu yüzden ağızda oluşan plak
çok iyi bir şekilde uzaklaştırılmalı ve
azalan tükürüğün yıkayıcı etkisi iyi
fırçalama, diş ipi kullanımı ve bol su
ile çalkalama ile önlenmelidir.
edilmediği takdirde daha çok zarara
neden olabilecek durumdaki dişlerin
çekim, kanal tedavisi gibi acil olarak
tedavi edilmesi gereken durumlarında, çekinmeden diş hekimine gidilmelidir. Diş hekimi, bebeğe zarar
vermeyen ilaçlarla tedaviyi sağlayacaktır.
İkinci üç aylık dönem
Bu dönem hamilelik sonuna kadar
ertelenmesi uygun olmayan diş çekimi, dolgular, kanal tedavileri vb. pek
çok tedavinin yapılması için en uygun olan dönemdir.
Üçüncü üç aylık dönem
Bu dönemde bebek anne karnında
oldukça büyümüştür ve doğum yaklaşmıştır. Aynen ilk üç aylık dönemde
olduğu gibi, acil tedaviler dışında diş
hekimi müdahale etmeyecektir.
Hamileliğin ilk üç ayında bebeğin
organ gelişim evresi olan ilk üç ayda
etkili dental tedaviden kaçınılmalıdır.
Tedaviler ikinci üç aya ertelenmelidir.
Gebelik döneminde oluşan apselerde kadın doğum uzmanıyla görüşerek tetrasiklin grubu antibiyotikler dışındakiler görüşülerek kullanılabilir.
Eğer çok gerekli değil ise röntgen de
anneye giydirilen kurşun önlük ile çekilebilir. Gebelik döneminde direnç,
dengeli beslenme, sağlıklı olma, ilaçlardan uzak durma, bebeğin gelişimi
için en önemli faktörlerdir. Flor dişler
üzerinde koruyucu etkiye sahiptir.
Fakat gebelikte alınacak florün bebek üzerinde ekstra bir faydası pek
yoktur.
Diş ya da diş eti iltihabı gibi acil durumlarda, var olan enfeksiyonun
bebeğin gelişimini dental tedavinin
olumsuzluklarından daha fazla etkileyebileceği düşüncesi ön plana
alınmalı ve bir jinekoloğun önerileri
doğrultusunda dental tedavi yapılmalıdır.
Hamilelikte kadın hormonlarındaki
değişiklikler diş eti hastalıkları riskini
artırmaktadır. Bu hormonal değişiklikler ağız içerisinde hassasiyet ve diş
etlerinde kızarıklık ve kanamalara neden olabilmektedir...
Gebelikte diş bakımı ve önemi
Hamilelikte Diş Sağlığı üç dönemde
incelenir;
İlk üç aylık dönem:
Bu dönem bebeğin çok hassas olduğu bir dönemdir. Gereksiz müdahaleler düşüğe sebep olabilir. Fakat ağrıya sebep olmuş ve/veya müdahale
Son üç ayda tedavi için gerekli olan
pozisyonları rahat alalaması ve koltukta uzun süre oturamaması nedeni
ile diş tedavisi yaparken anne rahatsız olabilmektedir.
Günlük ağız ve diş bakımım kesintiye
uğratılmamalıdır.
Hamilelik öncesi tam bir ağız muayenesinden geçerek optimal ağız
hijyenine kavuşmalı ve bunu sürdürme alışkanlığını kazanmalıdır. Çünkü
plak birikimi, ve diş eti hastalıkları ile
hamilelik sırasında oluşan hormonal
değişiklikler arasında direkt ilişki vardır.
Hamilelik sırasında oluşan hormon
artışı ağız mukozasını dış etkenlere
karşı özellikle bakteri plaklarına karşı
daha hassas yapar.
Günde en az iki kez diş fırçası ve diş
ipi kullanarak etkili diş bakımı yapılarak plak birikimine engel olunmalıdır.
Ağız gargaraları ya da ılık tuzlu su
ile gargara yapılmalıdır. Özellikle ılık
tuzlu su diş etlerini rahatlatır ve dişeti
hassasiyetini azaltır.
Gebelikte dental anestezi
Hamilelik esnasında birçok ilacın
kullanılmaması ya da kontrollü kullanılması önerilmesine karşın, dental
tedavilerde kullanılan lokal anesteziklerin herhangi bir yan etkisi rapor
edilmemiştir.
Lokal anestezi kullanılmasında üretici firmanın önerileri doğrultusunda
hareket edilmelidir.
Herhangi bir uyarı yoksa lokal anestezik kullanmada bir sakınca yoktur.
Anestezi altında yapılan tedavide
hasta ağrı duymayacak ve daha az
stres yaşayacaktır.
Diş çekimi yada herhangi bir müdahale için gebelik sırasında lokal anesteziklerin kullanılmasında üretici
firmanın önerileri doğrultusunda hareket edilmelidir. Herhangi bir uyarı
yoksa kullanmada bir sakınca yoktur.
Antibiyotik kullanımı özellikle Penisilin ve türevleri (amoxicilline vs. )
kullanımını bebek için herhangi bir
sakıncası yoktur.
Tetrasiklin gurubu antibiyotikler
alınmamalıdır. Tetrasiklin gebelik sırasında alınırsa bebeğin dişlerinde
tetrasiklin renklenmeleri dediğimiz
renklenmeler oluşur.
Ağrı kesici kullanmada dikkat edilmeli ve kesinlikle üretici firmanın
önerilerine uyulmalıdır.
Diş hekimliğinde kullanılan röntgen
makinalarında radyasyon çok düşük
seviyede olmasına rağmen hamilelerde röntgen çekiminden kaçınılmalıdır.
Zorunluluk yoksa bu işlem doğum
sonrasına ertelenmelidir. Eğer acil
bir tedavi için kesinlikle röntgen filmi
çekilmesi gerekiyorsa anneye özel
koruyucu önlük giydirilmeli, hızlı film
kullanarak ve düşük doz uygulaması
yapılmalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
29
Hamilelik gingitisi (Pregnancy gingivitis)
Hamilelikte diş çekimi
Hamileliğin erken safhalarında diş
etlerinde şişlikler, kızarıklıklar gözlenebilir. Bu şekildeki diş eti oldukça
hassastır ve kolayca kanar.
Hamilelik tüm vücudun fiziksel ve
psikolojik yönden pek çok değişikliklere uğradığı bir dönemdir. Ağzımız
ise vücudun bu tür değişikliklerine
karşı çok hassas olan bir bölgesidir.
Hamilelik sırasında kadınların diş
etlerinde oluşan bu değişiklikler nedeni östrejen ve progesteron hormonlarının salgılarının artmasından
kaynaklanmaktadır.
Hamilelik gingivitisi genellikle hamileliğin 2. ayında başlayıp 8. ayında en
üst seviyeye çıkar, doğumdan sonra
kendiliğinden iyileşir.
Günlük düzenli ağız diş bakımı yapmayan kişilerde oluşan ve diş etinin
tahrişine neden olan bakteri plağı ya
da diştaşı gibi etkenler hamilelik gingivitisi tablosunu daha ciddi boyutlara taşıyabilmektedir.
Eğer dişlerde derin tartar birikimi
varsa diş hekimi tarafından elimine
edilmelidir.
Diğer diş tedavilerinde olduğu gibi
tartar temizliği de özellikle hamileliğin ikinci üç ayında yapılmalıdır.
(Gebeliğin ilk üç ayında bebeğin organları gelişme aşamasındadır. Bu
safhada neden olunan bir bakteriyemi bebeğin organ gelişimini olumsuz
yönde etkileyebilmektedir.)
Üçüncü üç ayda da anne koltuğa rahat oturamaz ve aşırı stres erken doğuma neden olabilmektedir.
30
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Anne adayı hamilelik süresince ister
istemez devamlı bebeğini düşündüğü için kendi kişisel bakımını ihmal
edebilir. Mide bulantıları ve kusmalar
ağız içinde zararlı etkilere neden olur.
Bazı yiyecek ve içeceklere karşı aşırı
ilgi veya aşırı tiksinme duyulması sonucu ağız da bundan etkilenir.
Hormonal etkiler sonucunda ağız
içinde bazı değişimler olur. Örneğin
kandaki ve tükürükteki asit miktarı
arttığı için dişlerin çürümesi kolaylaşır. Çünkü en basit anlatımıyla,
dişin çürümesi demek, bakterilerin
salgıladığı asitlerle yumuşaması demektir. Diş eti rahatsızlıkları da eskisinden daha kolay ve daha sık oluşacaktır.
Hamile olmayı düşünen veya hamile
olan her kadın mutlaka bir diş hekimi
kontrolünden geçmeli, ağız sağlığı
için neler yapması veya yapmaması gerektiğini öğrenmeli ve gereken
tedavilerini yaptırmalıdır. Bu hem annenin hem de çocuğunun sağlığı için
çok önemlidir.
Bebeğin diş sağlığı için yapılması
gerekenler
Bebeğin diş gelişimi anne karnında
başlar. Bu dönemde anne hem kendi
sağlığı hem de bebeğinin diş gelişimi için dengeli beslenmeye dikkat
etmelidir. Diş sağlığı için protein,A vitamini (et, süt, yumurta, sarı sebze ve
meyveler) C vitamini (narenciye, domates, çilek), D vitamini (et, süt, yumurta, balık) ve kalsiyum (süt ve süt
ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler) dan
zengin gıdaların yeterince alınması
gerekir. Bunun yanı sıra bilinçsiz ilaç
kullanımından kaçınılmalıdır. Kullanılan ilaçlar bebeğin diş sağlığının yanı
sıra genel vücut gelişimini de olumsuz yönde etkileyebilecektir. Bebeğin
diş sağlığı konusunda bilgili olmak,
çocuğunuzun ömür boyu sağlıklı dişlere sahip olmasında ilk basamaktır.
Bebeğin diş bakımı ve beslenmesi ile
ilgili bilgi edininiz.
Gebelikte antibiyotik kullanımı
Bu dönemde bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılması gerektiğini belirtmiştik. Ancak kullanılan her antibiyotiğin
bebeğin dişlerinde lekelenmelere
neden olduğu kanısı yanlıştır. Dişlerde renklenmelere neden olan antibiyotik grubu tetrasiklinlerdir. Bunun
dışındaki antibiyotiklerin renklenme
yaptığı kanıtlanamamıştır.
AĞIZ VE
A
Y
S
ĞI
haber
Ş S A ĞLI
İ
D
DO
DİŞETİ HASTALIKLARI
(PERİODONTAL HASTALIKLAR)
Periodontal hastalıklar dişeti ve
dişleri destekleyen diğer dokuları
etkileyen iltihabi hastalıklardır. Erişkinlerde diş kayıplarının %70`inden
periodontal hastalıklar sorumludur.
Bu hastalıklar erken dönemde teşhis
edildiklerinde kolay ve başarılı bir
şekilde tedavi edilebilirler. Dişeti hastalıklarının önlenmesi veya tedavisi;
doğal dişlerin korunması, daha rahat
çiğnemenin ve daha iyi bir sindirimin sağlanması gibi diğer faydaları
da beraberinde getirir. Periodontal
hastalıklar dişeti iltihabı (gingivitis)
ile başlar. Yani gingivitis periodontal
hastalığın erken dönemidir. Bu dönemde dişetleri kanamalı, kırmızı ve
hacim olarak büyümüştür. Erken dönemde çok fazla rahatsızlık vermeyebilir. Tedavi edilmezse hastalık periodontitise ilerleyerek dişeti ve dişleri
destekleyen alveol kemiğinde geriye
dönüşsüz hasar oluşturabilir.
32
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Periodontitis periodontal hastalıkların daha ilerlemiş bir safhasıdır. Dişleri destekleyen diğer dokularla birlikte alveol kemiğinde de hasar oluşur.
Diş-dişeti arasında “periodontal cep”
oluşur. Periodontal cep varlığı infeksiyonun yerleşimini ve hastalığın ilerlemesini kolaylaştırır. Hastalık ilerledikçe dişler sallanmaya başlar, hatta
çekime gidebilir.
arasında, diş taşlarına bağlı olarak
oluşan siyah alanlar görülüyorsa,
• Diş ile dişeti arasından iltihap geliyorsa,
• Dişlerde sallanmalar, uzamalar ve
dişler arasında açılmalar oluyorsa,
• Ağızda sürekli bir kötü koku ve
kötü tat hissi var ise, geç kalmadan
bir dişhekimine muayene olunması gerekir.
Diş eti hastalığının belirtileri:
• Diş
eti hastalıklarının ilk ve en
önemli belirtisi dişeti kanamasıdır.
Sağlıklı dişeti kanamaz.
• Diş etlerinde şişmeler, kızarmalar
oluyorsa,
• Diş etlerinde çekilmeler ve açığa
çıkan kök yüzeylerinde oluşan
hassasiyet oluşuyorsa,
• Dişeti
kenarlarında veya dişler
Dişeti hastalığının sebepleri nelerdir?
Dişeti hastalığının temel nedeni bakteri plağı denen dişe sıkıca tutunan,
yapışkan saydam bir tabakadır. Tırnağınızla dişinizin üzerini kazıyarak plağı fark edebilirsiniz. Plağın bir miligramında 200 ile 500 milyon arasında
bakteri bulunur. Bunun yanısıra aşağıdaki faktörler de dişeti sağlığınızı
etkilemektedir.
Genetik Faktörler: Yapılan araştırmalara göre %30 oranında genetik bir
yatkınlık vardır. Ayrıca ağız bakımının
kötü olması ile dişeti hastalığının gelişme olasılığı 6 kat daha artar. Ailede
dişeti problemi olan bir kişi var ise
mutlaka bir dişeti uzmanına siz de
muayene olun.
Sigara: Hepimizin bildiği gibi sigara
kanser, akciğer, kalp hastalıkları gibi
bir çok önemli rahatsızlıklara sebep
olur. Tüm bunların dışında ağız içi
mukozası ve dişetleri için de çok zararlıdır. Dişetlerinin yumuşamasına
ve dişeti hastalıklarının gelişmesine
neden olur.
İlaç Kullanımı: Doğum kontrol hapları, anti-depresanlar, kalp ilaçları ağız
sağlığınızı etkiler. Bu yüzden bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız lütfen
diş hekiminizi uyarınız ve ağız hijyeninize ayrıca önem veriniz.
Hormonal Değişiklikler: Hamilelik,
puberte, menapoz, mensturasyon
gibi hormonal değişikliklerin yoğun
olduğu dönemlerde ağız hijyeninize
ayrıca özen göstermeniz gerekmek-
tedir. Diş etleriniz bu dönemlerde
daha hassas olur. Diş eti hastalığına
yatkınlık artar.
Stres: Hipertansiyon, kanser gibi pek
çok rahatsızlığın nedenlerinden biri
olmasının yanında dişeti hastalıklarının da risk faktörlerindendir. Araştırmalar göstermiştir ki periodontal
hastalıklarda dahil olmak üzere stres
vücudun enfeksiyonla mücadelesini
zorlaştırmaktadır.
Diş Sıkmak veya Gıcırdatmak: Diş ve
dişeti arasındaki kuvvetin azalmasına
neden olarak periodontal doku yıkımına sebep olurlar. Diş etlerindeki
çekilmenin bir sebebi de diş sıkmaktır. Mutlaka gece plağı takılarak bu
sıkmanın durdurulması gerekir.
Kötü Beslenme: Vücudun, immun (bağışıklık) sisteminin zayıflamasına ve
buna bağlı olarak, diş eti enfeksiyonu
da dahil olmak üzere enfeksiyonlarla
mücadelesinin zorlaşmasına neden
olur (Bakınız, Dengeli beslenme ve
diş sağlığı).
Diyabet-Şeker Hastalığı: Diyabet has-
taları periodontal (diş eti) enfeksiyon
açısından yüksek risk grubuna girerler. Mutlaka rutin diş eti kontrollerini
bir diş eti uzmanına (periodontolog)
yaptırarak ağız hijyenlerine ayrıca
özen göstermelidirler.
Kötü Yapılmış Kuron Köprü ve Dolgular: Dişetine basan ve taşkın yapılmış
dolgu, kuron ve köprüler dişetlerinde
problem oluşturur.
Diş eti hastalıklarının tedavisi nasıldır?
Diş eti hastalığının tedavisinde diş ile
dişeti arasında meydana gelen ceplerin derinliğinin özel bir alet vasıtasıyla ölçülmesi gereklidir. Bu ceplerin
miktarına ve derinliğine göre teşhis
konulur ve tedavi planlanır. Derin
cepler diş eti hastalığının hızla ilerlemesi için uygun bir ortam hazırlayacağından, yapılacak olan tedavide
amaç bunların mümkün olduğunca
sığlaştırılmasıdır. Çünkü derin ceplerin içine yerleşen mikroorganizmaların fırçalama ve diş ipi kullanımı ile
sizin tarafınızdan tamamıyla temizlenmesi imkansızdır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
33
Diş eti hastalığının seviyesine göre
uygulanacak tedavi seçenekleri nelerdir?
Daha sık diş taşı temizliği: Rutin temizlik ve kontroller 6 ayda bir yapılırken periodontal hastalığı olan veya
buna eğimli olan kişilerde hekimin
belirleyeceği daha kısa aralıklarla temizlik işlemi yapılır. Ceplere yerleşen
plağın içindeki mikroorganizmalar
3 ay içinde kemiğe zarar verebilecek kadar çoğalır. Sık diş taşı temizliği yaptırmak bu birikimi önleyerek
kemiğin zarar görmemesini sağlar.
Hekiminiz tarafından verilecek olan
hijyen eğitimini de doğru ve eksiksiz
uygulamak bu açıdan büyük önem
taşımaktadır.
Kök yüzeyi düzleştirilmesi (küretaj):
Halk arasında küretaj olarak bilinen
kök yüzeyi düzleştirilmesi, kök yüzeyine tutunmuş olan eklentileri
(bakteriler, diş taşları) özel küretler
yardımıyla kazıyarak, yüzeyden uzaklaştırma ve sağlıklı kök yüzeyini açığa
çıkartarak dişetinin tekrar kök yüzeyine yapışmasını sağlama işlemidir.
34
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Gingivektomi ve gingivoplasti: Bazı
durumlarda iltihapsal, ilaca bağlı ya
da kalıtsal olarak diş eti büyümeleri
gözlenmektedir. Bu diş eti büyümelerine kemik erimesi eşlik etmiyorsa
ya da kemik oluşturmamızı gerektiren derinlikte defektler mevcut değilse, dişeti büyümelerini, dişle-diş
eti arasındaki cebin yumuşak doku
duvarını keserek çıkartabiliriz. Bu işleme gingivektomi denir. Bu işlemden sonra genellikle diş etini cerrahi
yöntemlerle düzelterek normal fizyonomisini geri kazandırmak için ise,
gingivoplasti işlemi uygulanır.
Flap operasyonu: Periodontal cepler
küretaj ve kök yüzeyi düzleştirilmesi
ile sığlaştırılamıyorsa, cerrahi olarak
cebi oluşturan dişeti çıkartılır. Çok
derin ceplerde diş eti bütün olarak
kaldırılıp altında gerekli kök yüzeyi
düzleştirme işlemleri yapılır, kapatılır
ve dikişlerle yerine sabitlenir. Eğer bu
aşamada erimiş olan kemiğin desteklenmesi gerekiyorsa ya da o bölgede
kemik oluşturulabileceği düşünü-
lüyorsa, defekt bölgesine sert doku
greftleri ya da hastanın kendi dokusundan elde edilen kemik parçacıkları koyularak, kaybedilen dokunun
geri kazanılmasına çalışılır.
Doku grefleri:
a. Yumuşak doku greftleri: Diş fırçasının yanlış kullanılması, anatomik
hatalar ya da dişeti hastalıkları
sebebiyle bir veya birkaç dişte
meydana gelen belirgin diş eti çekilmelerinin, ağzın farklı bir bölgesinden (genellikle damak) alınan
yumuşak doku parçalarıyla örtülmesi işlemidir. Genellikle estetik
amaçla ya da bazı durumlarda, diş
eti hastalığının ilerlememesi için
koruyucu amaçla yapılır.
b.Sert doku greftleri: Flap operasyonları esnasında kemik kaybının
ileri boyutta olduğu bölgelerde
yapay veya doğal kaynaklı kemik
tozu uygulamaları ile kemik yapımı uyarılır.
VE D
İ
A
haber
SY
S A Ğ L I ĞI
DO
Ş
IZ
AĞ
SAĞLIK BAKANLIĞINDAN
“AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI” ATAĞI
Bakanlar Kurulundan 10 milyon adet diş macunu ve fırçası dağıtma izni alan Sağlık
Bakanlığı, ilk olarak satın aldığı 2 milyon diş fırçasını farklı illere gönderecek.
Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumundan il genel sekreterliklerine gönderilen genelgede,
önemli bir halk sağlığı sorunu olan ve
önlenebilir hastalıklar grubuna giren
diş ve diş eti hastalıklarının yaygınlık
ve şiddetinin azaltılması, ağız ve diş
sağlığı hakkında toplumda farkındalığın artırılarak sağlığı korumaya yönelik bilincin oluşması, doğru tutum
ve davranışlar edinilmesinin teşviki
amacıyla Bakanlık hastanelerine başvuran hastalara diş macunu ve fırçası
dağıtımının planlandığı anımsatıldı.
Bakanlar Kurulu kararına istinaden, 4
kalem diş fırçası ve macunu alımına
çıkıldığı, bunun 1. kalemi olan yetiş-
kin diş macununun en avantajlı teklif
sahibi firmadan 1 milyon 325 bin lira,
3. kalemi olan yetişkin diş fırçasının
ise yine en avantajlı teklif sahibi firmadan 1 milyon 100 bin lira bedelle
alınarak sözleşme imzalandığı belirtildi.
muayene kabul işlemleri yapılmadığı
bildirilen genelgede, yetişkin diş macunu ve fırçaları birlikte dağıtılacağı
için teslim alınan diş macunlarının
uygun bir yerde muhafaza edilmesi,
ikinci bir talimat gelmeden dağıtıma
başlanmaması gerektiği belirtildi.
Kurum tarafından mal muayene ve
kabul işlemleri tamamlanan 2 milyon
adet yetişkin diş macununun, yüklenici firmaya, dağıtılmak üzere taşınır
işlemleriyle teslim edildiği kaydedilen genelgede, genel sekreterliğe
devri yapılan söz konusu diş macunlarıyla ilgili işlemlerin tamamlanması
istendi.
Genelgeye göre ilk etapta dağıtılacak 2 milyon diş fırçası ve macununun 366 bini İstanbul’a, 131 bini
Ankara’ya, 105 bini İzmir’e, 56 bini
Adana’ya, 55 bini Antalya’ya, 54 bini
Konya’ya, geri kalanı da diğer illere
gönderilecek.
3. kalem yetişkin diş fırçasının henüz
Sağlık Bakanlığı bu kampanyayla ağız
ve diş sağlığı bakımının farkındalığını
artırmayı amaçladığını belirtti.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
35
A
Y
S
ĞI
AĞIZ VE
Ş S A ĞLI
İ
D
DO
ÇOCUKLARDA DİŞ SAĞLIĞI
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Çocuklarda ağız ve diş hastalıklarının
tedavileri koruyucu diş hekimliğinin
temelini oluşturmaktadır. Süt dişi dizisi (6 ay-3 yaş) ve bunu izleyen karma diş dizisi ( 6-12 yaş ), gelişimin en
aktif olduğu döneme rastlar. Bundan
dolayı, kısa süreli dişler olmaları nedeniyle süt dişi hastalıklarının önemsenmemesini büyük bir yanılgı olarak
düşünmek gerekir.
Çocukların dişleri neden çürür?
Süt dişleri normal dişlere oranla daha
çok organik madde içerirler, bu nedenle çürümeye daha yatkınlardır,
daha kolay ve hızlı çürürler. Çocuklar,
çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif
ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış
olabilir. Çocuklar ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemezler. Çocu36
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
ğun el becerisi, merakı ve ebeveynin
tutumu diş fırçalama alışkanlığını belirler. Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu
şeker, reçel vb. gibi gıdalara batırarak
çocuklara vermeleri veya uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi
gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece beslenme düzensizliğinden dolayı dişler
çürümeye yatkın hale gelir.
Çürük oluşumu engellenebilir mi?
Çürüğü tamamen engelleyebilecek
bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemedi. Ancak, çürük sayısını azaltmaya
yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır, bunlardan birisi;
“fissür örtücü” dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde
bulunan “fissür” adı verilen oluklarda
başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle
olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye
mikrop, yemek artığı vs. nin sızması
engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de
uygulanabilir. Çürüğü engellemenin
başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmaktır. Dişlere yüzey-
sel florür uygulanması suretiyle bu
direnç kazandırılır.
Süt dişlerinin önemi nedir?
Süt dişlerinin birinci görevi çocuğun
düzgün beslenmesini sağlamaktır.
Ayrıca konuşmanın düzgün gelişimi
de süt dişlerinin varlığına bağlıdır.
Bunların yanında aşağıdaki gibi bir
görüntü, hiç kimsenin çocuğunda
görmek istemeyeceği ciddi estetik
sorunlara yol açmaktadır. Süt dişleri
kapladıkları alanı kendilerinin yerine
gelecek olan kalıcı diş için korumakta
ve kalıcı diş sürerken ona rehberlik
yapmaktadırlar. Süt dişi erken çekildiği zaman bu doğal yer tutuculuk
fonksiyonu da ortadan kalkmaktadır.
Süt dişlerindeki çürükler tedavi edilmeli mi?
Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri,
ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu,
beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride
diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine
(romatizmadan kalp rahatsızlıklarına
kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıy-
la süt dişlerindeki çürükler, “nasıl olsa
yerine yenileri gelecek” yanılgısına
düşmeden tedavi edilmelidir.
Çocuklarda diş yaralanmaları
Çocuklarda dişlerin zarar gördüğü
kazalarda zaman kaybetmeden müdahalede bulunulmalıdır. Doğru tanı
konması çok önemlidir. Bunun için
hekiminiz size, kazanın ne zaman
ve nerede olduğunu, darbenin ne
taraftan geldiğini, kaza sonrası baygınlık, kusma, hafıza kaybı vb. olup
olmadığını soracaktır. Verilen bilgiler doğrultusunda en doğru tedavi
uygulanabilecektir.
Çocuklardaki
diş yaralanmaları, bazen kalıcı dişin
tamamıyla yuvasından ayrılmasına
sebep olabilir. Bu durumda çıkan diş
ile birlikte acilen diş hekiminize gitmelisiniz. Bu esnada diş, bir bardak
sütün içinde, eğer süt mevcut değilse, temiz bir su içinde muhafaza edilmelidir.
Bebeklerde ağız bakımı
Bebeklerin, en azından ilk dört ay
anne sütü ile beslenmeleri ağız
çevresindeki yumuşak doku ve kas
fonksiyonlarının normal gelişimini
sağlayacaktır. Anne sütünün yetersiz
olduğu durumlarda fizyolojik başlıklı
(damaklı, kesik uçlu) biberon kullanımı gerekir. Bebekler 1 yaşından itibaren bardak ve kaşıkla beslenmeye
alıştırılmalıdır. Biberonla beslenme
en fazla 2 yaşına kadar devam edebilir. Parmak emme, yalancı emzik kullanma gibi alışkanlıklara 2 – 2,5 yaşına kadar izin verilebilir. Eğer parmak
emme alışkanlığı mevcutsa, bunun
sebebi araştırılarak 3 – 6 yaş arasında
bu alışkanlık mutlaka giderilmelidir.
Solunum problemleri, çene gelişmesi
üzerine olumsuz etki eder. Burundan
değil de, sadece ağızdan soluma durumu mevcutsa (bu durum uykuda
daha iyi anlaşılır) muhakkak kulak burun boğaz uzmanına danışılmalıdır.
Çocuklarda diş fırçalama ne zaman
başlamalıdır?
Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler
ağızda göründüğünde) temizleme
işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı
sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeyleri-
ni) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi
ıslatarak silmek, temizlemek yerinde
olur. Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından
sonra (ortalama 2,5 - 3 yaşında ) başlanması uygundur. Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik
uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda
önemli olan, çocuğa diş fırçalama
alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar
diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin
görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi
için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici
yüzeylerini çok daha iyi temizlemek
gerekir. Bu nedenle fırçalamadan
sonra Anne-Babanın kontrolü iyi olur.
Çocuklar için nasıl bir diş fırçası seçilmeli?
Çocuğun ağız büyüklüğüne uygun,
yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçaları kullanılmalıdır. Sert
fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değildir. Eskimiş bir
süpürgeyle süpürme işlemi nasıl yapılamazsa, eski bir fırçayla da dişler
fırçalanamaz. Fırça kılları aşınır aşınmaz (Ortalama 6 ay) mutlaka değiştirilmelidir.
Çocuklar günde kaç kez dişlerini
fırçalamalı?
Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, sadece üçer dakikalık
etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir.
Her iyi alışkanlık gibi diş fırçalama
alışkanlığı da çocukluk döneminde
kazanılacaktır.
Çocuklarda bazı ağız ve diş problemleri :
çük yaşlarda sık görülen bir alışkanlıktır. Genellikle dört yaşına kadar
kendiliğinden ortadan kalkar. Alışkanlığın sürekli dişlerin çıktığı yaşlarda da sürmesi, bu dişlerde ve damakta yapısal bozukluklara yol açar. Bu
bozuklukların nedeni parmağın ön
dişlere ve damağa uyguladığı başınçtır. Ortaya çıkan bozukluğun derecesi
emmenin süresine, sıklığına, şiddetine ve emme sırasında parmağın pozisyonuna bağlıdır.
Tedavisi: Parmak emmeyi önlemenin
en etkili yolu parmak emmeye eğilim
gösteren çocuğu emziğe alıştırmaktır. Emziğin hem verdiği zarar daha
azdır, hem de daha kolay bırakılabilir.
Tedavinin zamanlaması çok önemlidir. Çocuğun kendisi bu alışkanlıktan
kurtulmayı istemedikçe, tedavinin
başarıya ulaşması imkânsızdır. Çocuğun çevre baskısına uğramaması ve
alay edilmemesi için okul çağından
önce bırakması psikolojik yönden
çok faydalıdır. Çocuk baskı altına
alınmadan cesaretlendirilerek, ödüllendirilerek pozitif yönlendirilmelidir.
Eğer her şeye rağmen 6 yaşına kadar
alışkanlık kırılamamışsa diş hekimine başvurularak profesyonel yardım
alınması gereklidir.
3) Emzik: Bebekler için emmek rahatlamanın ve güven içinde hissetmenin en doğal yoludur. Eğer bebek
parmak emme eğilimi gösteriyorsa,
derhal emziğe yönlendirilmelidir.
Emzik parmak emmeye göre hem
daha az zararlıdır; hem de sonraki
yaşlarda daha kolay bırakılabilir. Günün büyük bir bölümünde değil, sadece gerekli olduğunda verilmelidir.
1) Diş Gıcırdatma: Stress, agresif, takıntı veya sıkılgan kişilik yapıları, anne-babası diş gıcırdatan çocuklar bu
alışkanlığa daha eğilimlidir.
Yapısal bozukluklara yol açmamak
için, mümkün olduğu doğal meme
yapısındaki emzikler seçilmelidir.
Belirtileri: Dişlerde aşınma, uyurken
çıkartılan gıcırdatma sesleri, yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde problemler, baş ağrısı, dişlerde sallanma
ve hassasiyet.
Emziğin büyüklüğü ağzın yapısına
uygun olmalıdır.
Tedavisi: Öncelikle psikolojik açıdan
diş gıcırdatmaya yol açan faktörler
ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Bu başarılamaz ise, hastaya takıp çıkartılabilen bir gece plağı yapılır.
2) Parmak Emme: Parmak emme kü-
Emziklerin yapısının sağlamlığı her
gün kontrol edilmelidir.
4) Biberon çürüğü: Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez
kahverengi lekeler oluştuğu ya da
bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir
ve dişler de çürük nedeniyle kırılır.
Bu kadar erken bir dönemde çürük
oluşmasının nedeni de biberon çüSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
37
rüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek
beslenmesinde en önemli besin olan
anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce
ya da uyku sırasında bebek anne sütü
ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi
için elverişli bir ortam oluşturur. Bu
nedenle özellikle gece beslenmesi
sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.
Biberon çürüğünden korunmak için ne
yapmak gerekir?
Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde
alınması gerekir.
Bunlar nelerdir?
Bebeğinizin gece ağzında biberonla
uyuma alışkanlığını önleyin
Beslendikten sonra uyutmaya çalışın.
Biberondaki süte şeker, bal pekmez
gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin.
Bebek beslendikten sonra mutlaka
su içirin.
İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla
gece ve sabah beslenmeleri sonrası
temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin.
Biberon çürüğü önemli midir?
Biberon çürüğü görülen dişler tedavi
38
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır.
İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme
düzeninin bozulmasına neden olur.
İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de
etkileyip şekillerinin bozuk olmasına
yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda
kalırsa çocukta konuşma problemleri
ortaya çıkabilir.
Biberonun yanı sıra emziklerin ağlayan bebekleri susturmak amacıyla
bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun
yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da
diş çürüklerine neden olur. Çocuğu
bu tür gıdaların yerine elma, havuç
gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek
gerekir.
Çocuklarda hangi diş macunu ne kadar
kullanılmalıdır?
Bebeklik döneminde ve üç yaşına kadar çocuklarda diş macunu kullanımı
önerilmez. Diş macunu kullanımına
üç yaşından sonra başlanmalıdır. Ancak reklamlarda gördüğünüz gibi 3-5
cm. değil, bir leblebi kadar macun
fırçalama için yeterli olacaktır. Diş
macunu kullanımına başlandığı dönemde, florürlü diş macunlarından
herhangi biri tercih edilebilir. Önemli
olan çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duymasıdır. Fırçalama
işleminde macundan çok, etkili bir
fırçalama işleminin önemli olduğunu
unutmamak gerekir.
Çocuk dişlerinde acil durumlar
Diş Ağrısı: Ağrıyan dişin çevresini temizleyin. Ilık tuzlu su ile gargara yaptırın ve eğer varsa sıkışmış yiyecek
artıklarını diş ipi ile uzaklaştırın. Asla
dişin üzerine aspirin ya da benzeri
ilaçlar koymayın. Çocuğunuza daha
önce de denemiş olduğunuz bir ağrı
kesici verin ve en kısa sürede bir diş
hekimine götürün.
Isırılmış Dudak, Dil, Dudak ya da Yanak: Yaralı bölgeye buz koyun. Eğer
kanama varsa, temiz bir gazlı bez ile
hafifçe basınç uygulayın. Kanama 15
dakika içinde durmazsa diş hekiminize başvurun.
Diş Tümüyle Çıkmışsa: Dişi bulun.
Köküne mümkün olduğunca dokunmadan alın. Diş hekimine gidene kadar dişi saklamak için en ideal ortam
süttür. Temiz bir kapta sütün içinde
koruyarak en kısa sürede diş hekiminize gidin.
Süt veya Sürekli Dişlerde Travma: Hiç
zaman kaybetmeden diş hekiminiz
ile temasa geçin. Travmalardan sonra her kaybedilen saat oluşan hasarı
büyütmektedir.
Diş hekiminize ulaşana kadar yarayı
ılık su ile temizleyin. O bölgeye soğuk kompres uygulayın. Varsa Kırık
diş parçalarını saklayın.
A
Y
S
ĞI
AĞIZ VE
Ş S A ĞLI
İ
D
DO
SİGARANIN AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
ÜZERİNE ETKİLERİ
Doç. Dr. Duygu TUNCER
Restoratif Diş Tedavisi
ve Endodonti Uzm.
Tüm dünyada 1.1 milyar kişinin sigara içtiği ve yine ülkemizde her yıl 100
bin kişinin sigaraya bağlı hastalıklar
nedeniyle yaşamını yitirdiği bildirilmektedir. Kullananların yarısının
ölümüne neden olan sigara vücutta
akciğer, yemek borusu gibi pek çok
kanser türlerine; kalp krizi, bronşit
vb gibi hastalıklara neden olmakla
40
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
birlikte, ilk olarak temasa geçtiği ağız
ortamı ve periodonsiyum üzerine de
zararlı etkilerinin olduğu bilinmektedir ve bu etkiler azımsanmayacak
ölçüdedir.
Sigara ve tütün kullanımı ağız için
oldukça zararlıdır. Bu zararları şöyle
sıralayabiliriz:
• Dişlerin üzerinde katran artıkları
veya koyu-kahverengi lekeler
• Damakta kırmızı renkli iltihabi oluşumlar
• Dişeti hastalığına yatkınlık
• Kötü ağız kokusu meydana
• Siyah kıllı dil görüntüsü
• Ağızda doku bozuklukları
(oral
mukozal lezyonlar)
• Diş eti çekilmesi
• Ağız kanseri
Sigara, halitozis denilen kötü ağız
kokusuna neden olur. Sigara ağzın
kimyasını etkiler, aşırı plak oluşumuna sebep olur. Sigara içen bireyler her
zaman kötü ağız kokusuyla yaşamak
zorunda olduklarını unutmamalıdırlar. Aynı zamanda sigaranın diş ve
diş etlerinde yaptığı ciddi derecede
renklenme, estetik açıdan hiç de iç
açıcı değildir. Diş hekiminin yaptığı
polisaj işlemi ile temizlenen dişler, sigara içilmeye devam edildiği sürece
yeniden oluşacaktır.
Sigara kullanan bireyler hiçbir zaman ışıl ışıl, temiz dişlerle gülümseyemezler. Sigara içenlerde diş eti
problemleri, tat duyusunda azalma
ve bağışıklığın azalmasıyla da ağızda
iltihabi oluşumlar görülür. Sigaranın
yol açtığı zararlardan biri olan ağız
kanserlerinin %75’inde sigara ve alkol alışkanlığı olduğu saptanmıştır.
Sigara içmek dudak, damak, yanak
ve diş etlerinde ağız kanserlerine de
zemin hazırlamaktadır. Kişi sigarayı
bırakırsa ağız kanseri riski hemen ve
önemli ölçüde azalır. Sigara bırakıldıktan 10 yıl sonra ağız kanseri olma
riski, hiç sigara içmeyen bireye denk
olur.
Ağız kanserleri;
• ağızda ağrısız şişlik oluşumu,
• ilerlemiş durumlarda dokuların
yıkıma uğramasıyla geçmeyen ağrılar,
• ağız içinde beyaz- kırmızı odaklar,
• yutkunma güçlüğü, konuşma zorluğu,
• ağız içinde kanama odakları, çeneyi açmada güçlük ile ortaya çıkar.
Ağız ve yüz bölgesinde alışılmışın
dışında gelişmeler fark eden kişiler
muhakkak diş hekimine muayene olmalıdırlar. Sigara içmenin, ağız kanserleri oluşmasında risk faktörü olduğu unutulmamalıdır. Düzenli olarak
diş kontrollerinizi yaptırmanız erken
tanıda önemlidir. Sigaranın ağız ve
dişlerde oluşturacağı hasarları en aza
indirmek için diş hekimine 6 ayda bir
kontrol yaptırılmalıdır.
Sigara içen kişilerde ağızda oluşan
zararlı etkiler, sigaranın oluşturduğu
yüksek ısı ve oluşturduğu 1000 den
fazla zararlı maddeye karşı oluşmaktadır. Şeker ve çikolata gibi tatlı
besinlerin çocuklarda dişlere verdiği zararın benzerini sigaranın
yetişkinlerde yol açtığını belirten
bilim adamları, sigaranın diş etlerine
yeterince kan gitmesini engelleyerek
diş sağlığını bozduğu sonucuna varmışlardır. Diş sağlığını en çok gözardı edenlerin 20-30 yaşları arasındaki
genç erkekler olduğunu ortaya konmuştur. Yetişkinlere ağız sağlıklarını
koruyabilmek için kesinlikle sigarayı
bırakmaları önerilmektedir.
Sigara; yaş, cinsiyet, sosyoekonomik
durum, oral hijyen gibi hazırlayıcı
sebepler arasında periodontal hastalığın en büyük etkeni olarak kabul
edilmiştir. Sigaranın periodontitis,
dişeti çekilmesi ve akut nekrotizan
ülseratif gingivitis (ANUG) oluşumuna neden olduğu şeklindeki görüş
son on yılda ortaya çıkmıştır. Neden
sonuç ilişkisi ispat edilememiş olmasına rağmen tütün içimi ve ANUG
arasındaki ilişki açıkça gösterilmiştir.
Sigara içenlerde gingivitis ve periodontitisin daha şiddetli olduğu pek
çok araştırıcı tarafından rapor edilmiştir.
Sigara içenlerin ağız hijyenlerine
daha az dikkat ettikleri, plak birikimlerinin daha fazla olduğu ve bu
nedenden dolayı periodontal hastalığa yatkın oldukları kanısı yaygındır.
Diştaşı oluşumuyla ilgili çalışmalarda
sigaranın basit bir refleks etkisiyle
tükürük akış hızını ve dolayısıyla diş
taşı oluşumunu arttırdığı tespit edilmiştir. Tütün dumanı oksidatif redüksiyon potansiyelini değiştirerek, bazı
mikroorganizma türleri üzerinde
etki gösterir ve anaerobik bakterilerin çoğalmasına olanak sağlayarak çeşitli enfeksiyonların oluşmasını kolaylaştırabilir.
Sigara kullanımının mikrobiyal diş
plağının neden olduğu dişetindeki
iltihabi değişiklikleri baskılayarak dişeti kanamasını azalttığı, ayrıca alveol kemiği kaybı, cep derinliği ve diş
kaybı sıklığının sigara kullananlarda
daha fazla olduğu düşünülmektedir.
Bu risk sigaranın tüketim dozuna da
bağlıdır. Fazla sigara tüketimi risk
oranını da o nispette arttırmaktadır.
Periodontal hastalığın sigara içenlerde içmeyenlere göre meydana gelme olasılığının daha yüksek olduğu
bilinmektedir. Dişetlerinde oluşacak
harabiyetler 6 ayda diş taşı ve dişeti
tedavisi yapılarak azaltmak mümkündür; dişeti-kemik hasarları için rutin
kontrole girip tedavilerini yaptırmak
gerekir. Sigarayı daha uzun süre içenler, daha az içenlere göre daha fazla
cep ve periodontal kemik kaybına sahiptirler. Bu da sigaranın tüketim miktarı ile periodontal hastalık arasında
doğrusal bir ilişki olduğunu gösterir.
Nikotin, bütün tütün ürünleri içinde
en yaygın bilinenidir. Yumuşak doku
üzerine zararlı olduğu da bilinmektedir. Tütün çiğneyenlerde tükürük
nikotin seviyesi 70-1560 μg/ml arasında değişmektedir. Aktif ve düzenli
sigara içenlerde tükürükteki nikotinin seviyesinin 100 mg/ml’den fazla
olduğu gözlenir. Nikotinin sempatik
sinir sistemini uyardığı düşünülmektedir. Bu uyarının etkilerinden biri
de tükürüğü azaltmasıdır. Tükürük
azlığının neden olduğu ağız kuruluğu, diş ve dişetleri üzerinde bakteri
plaklarının teşekkülünü kolaylaştırır.
Nikotinin damarları daraltıcı etkisine bağlı olarak dişetinde kan akımı
azalır. Dişetine yeterli oksijen ve kan
hücrelerinin ulaşmasına engel olur.
Bu durumda dişetinin kendini koruyucu ve tamir edici özelliğini zayıflatır. Lokal oksijen basıncının azalması
anaerobik bakterilerin çoğalmasını
ve büyümelerini sağlar. Ayrıca yanak
ve dişetleri üzerine bakterilerin bağlanmasını da arttırabilir.
Sigara, dişeti hastalığının da seyrini
olumsuz yönde etkileyen faktörlerin
başında gelir. Bakterilerin diş yüzeyine tutunmasını kolaylaştırır. Dişetinin
savunma düzenini bozar. Böylece dişetlerini bakterilere karşı daha savunmasız bir hale sokar.Hastalığın erken
belirtilerinin ortaya çıkmasını engeller. Tedaviye yanıtı zayıflatır. Dahası
sigara yüzünden iyileşme çok sınırlı
bir süre korunabilir.
Sigaranın, ağız dokularındaki ve
dişler üzerindeki zararları, kullanım
süresi ve günde tüketilen miktarla
ilgilidir. Dişler üzerinde renklenmelerdışında dişlerde enfeksiyon ve
dişleri çevreleyen kemikte de erimelere neden olmaktadır. Kemik erimesi
sonrası diş etleri çekilmekte (kemik
seviyesi azalmakta) ve zamanla da
dişler kaybedilmektedir.
Sigaranın ağızda neden olduğu
problemlerden biri de lökoplaki denilen ve ağızda yumuşak dokuda görülebilen beyaz lezyon oluşumunu
arttırmasıdır.
Lökoplaki nedir? Bu kelimenin anlamı beyaz damaktır. Hastalığın belirtileri tükürük zarlarında veya ağız
boşluğunda görülmekte ve yanak içlerinde, damakta, diş etlerinde, dilde,
yutak duvarında ve bazen de hançeSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
41
rede, beyaz ya da mavimtrak beyaz
kalınlaşmalar olarak belirmektedir.
Bu kalınlıklara bazen çıkıntılı, bazen
de sertleşmiş veya kabuklaşmış olarak da rastlanmaktadır.
Lökoplaki neden ileri gelir? Asıl nedeni bilinmemekte ise de, en çok sigara
içenlerde rastlandığından sigara
içmekten ağızda meydana gelen tahrişin, hastalığın gelişmesinde önemli
bir faktör olduğunu hatıra getirmektedir. Ayrıca pürüzlenmiş diş uçları, iyi
yerleşmemiş takma dişlerin vb. lökoplakiye neden oldukları sanılmaktadır.
Lökoplakiye yakalanma eğilimleri
kimlerde daha fazladır? Hastalık kadınlardan çok erkeklerde görülmektedir özellikle yirmi ile altmış yaşları
arasında olanlarda. Ancak, son yıllarda kadınlar arasında da sigara içenlerin sayısı artınca, hastalık da o oranda
kadınlar arasında da artma eğilimini
göstermektedir.
42
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Lökoplakinin belirtileri nelerdir? Çok
kez hiçbir belirtisi yoktur ve hastalık
kazara hastanın kendisi tarafından
fark edilmekte veya doktor ya da diş
muayenesinde meydana çıkabilmektedir. Bazı hallerde bir “lökoplazik
plak” ta yanma, sızlama, çıtırdama
hissedilmektedir. Lökoplakinin anlamı nedir? Anlamı çok önemlidir. Çünkü kanserin öncüsü olabilir. Bu hal,
tıpta kanserli olmayan bir durumun
(lökoplaki gibi) nasıl habis dejenerasyona neden olabileceğini gösteren
kesin göstergelerden biridir.
Lökoplakinin tedavisi nedir?
a. Sigara içmeyi bırakmak.
b. İyi yerleşmemiş takma dişler
veya pürüzlenmiş deri başları gibi
bütün tahriş yapabilecek muhtemel
nedenleri ortadan kaldırmak.
c. Lökoplaki olan kısmı, ya elektrik-
li iğne ya da cerrahî müdahale yolu
ile hasta kesimi temizlemekle tedavi
edilir.
Sigara kullanımı dil üzerinde de lezyonlara sebep olur. Tütün kullanmak,
fazla baharatlı veya fazla sıcak yemekler dilin kızarmasına ya da tahriş
olmasına yol açabilir. Merakla başlayıp sonradan kişiyi kendisine esir
alan sigaranın, genel sağlığa ve ağız
diş sağlığına verdiği zararların yanında kişiye verdiği ekonomik zarar da
yadsınamaz. Unutulmamalıdır ki; sigaraya başlamak kişisel bir tercihse,
bırakmak da kişinin iradesini kullanarak gerektiğinde profesyonel hekim
desteği alarak yapabileceği bir tercihtir. Sigarayı bıraktığımızda sağlıklı
bir vücut ve ferah bir nefes, sağlıklı ve
beyaz dişler, sağlıklı dişetleri bizi bekleyecektir ve her yönden daha kaliteli
bir yaşama tekrar merhaba deme
şansımız olacaktır.
sektörden
NOVARTIS GENÇ BİLİM ADAMLARINI
BİR ARAYA GETİRDİ
Novartis tarafından her yıl biyoteknoloji alanında başarılı yüksek lisans ve doktora öğrencileri için
düzenlenen BioCamp Uluslararası Biyoteknoloji Liderlik Kampı Türkiye’nin de içinde bulunduğu
24 ülkeden 70 öğrencinin katılımıyla İsviçre’nin Basel kentinde gerçekleşti. BioCamp’e katılan öğrenciler Novartis yetkilileri ile fikir alışverişi yapma fırsatı bulurken, biyoteknoloji ve yaşam bilimleri alanlarındaki yenilikler ve zorluklar konusunda bilgi edindi.
Novartis’in, biyoteknoloji alanında
yetenek ve birikimini artırmayı hedefleyen başarılı yüksek lisans ve
doktora öğrencileri için düzenlediği
BioCamp Uluslararası Biyoteknoloji
Liderlik Kampı bu yıl da İsviçre’nin
Basel kentinde bulunan en son teknolojiye sahip Novartis global genel
merkezinde düzenlendi.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu
24 ülkenin önde gelen üniversitelerinden seçilen 70 öğrenci ile biyoteknoloji ve iş uzmanlarını bir araya
getiren üç günlük seminer boyunca
öğrenciler, Novartis yetkilileri ile fikir
alışverişi yapma fırsatı buldu. Sağlık
endüstrisinde yenilik üretme çaba-
44
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
larına ve inovasyona odaklanılan seminerlerde öğrencilere biyoteknoloji
ve yaşam bilimleri sektörlerindeki
yenilikler ve zorluklar konusunda bilgi aktarıldı. Bir biyoteknoloji firmasının nasıl kurulacağı ve işletileceğine
ilişkin deneyim elde eden öğrenciler
ayrıca firmanın ilaç geliştirme yaklaşımına yön veren bilim adamları ve
yöneticilerle görüşerek hastaların
karşılanmayan tıbbi ihtiyaçlarına yanıt veren yeni ilaçlar hakkında detaylı
bilgi edinerek bilim ve yenilik üretme
sürecini keşfetme imkanı buldu.
Kamp kapsamında öğrenciler Novartis CEO’su Joseph Jimenez, Novartis
Biyomedikal Araştırmalar Enstitü-
sü (NIBR) Dönüşümsel Tıp Direktörü Ronenn Roubenoff, Alcon Ar-Ge
Departmanı’ndan Franck Leveiller
ile Nörolojik Görüntüleme Araştırma
Laboratuvarı Direktör Yardımcısı ve
Lozan Üniversitesi İnsan Beyni Projesi Tıbbi Bilişim Platformu Eş Başkanı
Dr. Ferath Kherif ile bir araya gelme
fırsatı buldular.
Türk öğrenciler de BioCamp’te
Bu yıl BioCamp’e Türkiye’yi temsilen,
Hacettepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Bölümü
araştırma görevlisi Seçil Toktaş ile
yine Hacettepe Üniversitesi Farmasötik Teknoloji Bölümü’nde doktora
öğrencisi ve araştırma görevlisi olan
Selin Seda Doğan katıldı. Kampın
kişisel gelişimine katkı sağladığına
vurgu yapan Selin Seda Doğan, düşüncelerini şöyle ifade etti;
“Bilim ve sanayinin birlikte inşa ettiği
ortak kültürü dünya devi bir firmanın
misafirperverliği sayesinde yerinde
görme imkanını elde eden şanslı kişilerden biri olduğum için çok mutluyum. Dünyanın en iyi üniversitelerinden gelen genç beyinleri bir araya
toplayan bu etkinlik sayesinde, farklı
disiplinler ve farklı kültürlerin bir araya gelmesinin yarattığı güce baştan
sona hep birlikte tanık olduk. Bu 3
günlük tecrübenin; takım ruhunu
bilgi, görgü, yaşam enerjisi olarak her
alanda paylaşan tüm arkadaşlarımın
profesyonel hayatlarında ve kişisel
gelişimlerinde fark yarattığına eminim. Birbirinden farklı kültürlerden
gelen, farklı alanlarda eğitim almış
bu çoksesli topluluk, farklı düşüncelerin güçlerini birleştirerek atabileceği sağlam temelleri hepimize gösterdi. Ben de tüm genç bilim insanı
arkadaşlarımı, bilgiyi paylaşmanın
zevkini hep birlikte yaşayacakları bu
organizasyonda ülkemizi bilimsel ve
kültürel alanda temsil etmeye çağırıyorum.”
BioCamp ile ilgili görüşlerini bildiren
Novartis Türkiye Başkanı Güldem
Berkman ise; “Novartis olarak inovasyona ve eğitimin desteklenmesine
büyük önem veriyoruz. Özellikle sağlık alanında yenilikçi düşünceyi besleyecek çeşitli etkinliklerle inovasyonun ülkemizde de hak ettiği değeri
bulmasına katkı sağlamaya çalışıyoruz” dedi. Dünyada birçok üniversite
ile işbirlikleri bulunduğunu belirten
Berkman, “Türkiye’de üniversitelerimizle çeşitli programlar geliştirerek
öğrencilerimizin mesleki gelişimleri
için özel eğitim ve seminerler düzenliyoruz. Ar-Ge çalışmaları için gereken insan gücü altyapısının gelişimi
adına öğrencilerin daha iyi eğitim
alması, daha iyi bilimsel veri üretebilmesi ve ufuk açıcı projelere imza
atması amacıyla eğitim programları
hazırlıyoruz. Biocamp de global bir
insiyatif olarak bu alanda tüm dünyadaki başarılı öğrencileri inovasyonla
buluşturan, son derece önem verdiğimiz bir etkinliğimiz. Gerek lokal gerekse global olarak eğitime katkı sağlayacak bu tarz projeler geliştirmeye
devam edeceğiz” şeklinde konuştu.
BioCamp hakkında
10 yıl önce ilk defa Tayvan’da düzenlenen BioCamp, gittikçe gelişerek
dünyanın her yanından bilim ve işletme öğrencilerinin rekabetin son
derece çetin olduğu bir iş çevresinde
öğrenmek, fikir alışverişinde bulunmak ve birlikte çalışmak için bir araya geldikleri uluslararası bir platform
haline geldi. Daha önce Tokyo, Hong
Kong ve Massachusetts Cambridge
kentlerinin ev sahipliği yaptığı BioCamp etkinliği bu yıl dördüncü kez
Novartis’in İsviçre’nin Basel kentinde
bulunan en son teknolojiye sahip
global genel merkezinde düzenleniyor. BioCamp’ın 2004 yılında ilk kez
düzenlenmesinden bu yana Novartis
700’e yakın başarılı lisansüstü öğrenciyi yaşam bilimleri ve girişimcilikle
tanıştırdı.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
45
haber
KANSER TEDAVİSİNDE BİLİNMEYENLER
Prof. Dr. Fuat Güldoğuş, kanser hastalarının ağrı tedavisini ailesel ve çevresel birçok farklı
faktörlerin güçleştirdiğini söyledi.
Kanser ağrısının, hastalığın yerine ve
yayıldığı bölgeye göre farklı şiddette ortaya çıktığını söyleyen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi Algoloji (Ağrı) Bilim Dalı
Başkanı Güldoğuş, ‘Ağrının şiddetinin fazla olması hastalığın daha kötü
olduğu anlamına gelmez. Ağrının
şekli ve şiddeti, hastalığın yerleştiği
organa göre değişir. Ağrı tipi hastalığın yumuşak doku, kemik, iç organlar
ve sinir dokusuna yayılımı ile değişik
karakterlerde kendini gösterir.
Kemik ağrısı kansere bağlı ağrıların
en sık karşılaşılan tipidir. Ağrı sıklıkla
künt ve hareketle artan karakterde
olup, genellikle hastalığın olduğu
bölgededir. Kemik ağrısı, kalça eklemi ve bacak kemikleri gibi vücut
yükünü taşıyan bölgelere hastalık yayılımı olduğunda daha şiddetli olarak
kendini gösterir’ dedi.
‘Ağrının Doğru Değerlendirilmesi Esas’
Kanser ağrısının tedavisi için ağrının
doğru değerlendirilmesi esas olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Fuat Güldoğuş, ‘Ağrı nedeni yanında ağrı tipinin
saptanması uygun tedavi yöntemlerinin seçimi açısından çok önemlidir.
‘Tedavide sadece ilaç tedavisi mi yoksa ilaç yanında başka işlemlerde yapılacak mı’ sorusuna cevap bulmak için
46
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
de ağrı yeri ve tipinin doğru tanımlanması önemlidir. Doğru tanımlama
için hekimin deneyimi yanında, hastaya zaman ayrılarak sorgulanması,
muayenesi ve tetkiklerinin incelenmesi esastır’ diye konuştu.
‘Bazen Ağrı Tedavisi Yetersiz Görülebilir’
Kanser ağrı tedavisi için sadece ilaç
kullanımının yetersiz kalabileceğini
ifade eden Prof. Dr. Güldoğuş, ‘Bunun
önemli bir nedeni bazı ağrıların morfin ve benzeri güçlü ağrı kesicilere
bile dirençli olmasıdır. Bu hastalarda
ilaç tedavisine ek olarak işlemsel tedavi yöntemleri eklenerek ağrı giderilebilir. Bazen ağrı tedavisi yetersiz
görülebilir. Kanser hastalarının ağrı
tedavisini ailesel ve çevresel birçok
farklı faktör güçleştirebilmektedir’
şeklinde konuştu.
‘Tedavi, Üç Basamaklı ‘Merdiven Tedavisi’
Temel Alınarak Yapılmalı’
Kanser ağrı tedavisinin Dünya Sağlık
Teşkilatı tarafından ayrıntılı olarak
belirlenen üç basamaklı ‘merdiven
tedavisi’ temel alınarak yapıldığını
dile getiren Güldoğuş, şu bilgileri
verdi: ‘Ağrı kontrolünde ilk basamak
hafif ağrı kesici ilaçların kullanılmasıdır. İkinci ve üçüncü basamakta
giderek kuvvetlenen morfin ve benzeri ilaçlar kullanılır. Özellikle sinirlere
komşu yerlerde hastalığın yayılımı ile
ağrı kesici ilaçların yetersiz kalacağı
şiddetli ağrılar ortaya çıkabilir. Bu tür
inatçı ağrılarda, sinire ilaç verilmesi,
radyofrekans termokoagülasyon cihazı ile sinirlerin ısıtılarak çalışmasının durdurulması ve epidural/spinal
kateter/port uygulamaları ile omirilik
bölgesine çeşitli cihazlar yerleştirilerek ağrının beyine gitmesini engelleyen tedaviler değer kazanır. Ağrı tedavisinin amacı; ağrısız uyku dönemi
oluşturmak, istirahat halinde ve hareket halinde iken ağrısız bir yaşam
sağlayabilmektir.’
‘Tedavi Erken Başlanmalı’
‘Ağrı tedavisi ne zaman başlanmalı?’
sorusuna açıklık getiren Güldoğuş,
şunları kaydetti: ‘Cevap en erken dönemde olmalıdır. Çünkü ağrı erken
dönemde kontrol edilir ve izlenirse,
hastaya uygulanacak ameliyat, kemoterapi ve radyoterapi gibi uygulamaların yapacağı ağrılar da önlenmiş
olacaktır. Sonuç olarak, kanser nedeniyle tedavi gören hastaların ağrısı
mutlaka tedavi edilmeli, ağrı tedavisi
sürekli ve yeterli olmalıdır. Yetersiz
ağrı tedavisi, hastada ağrı hafızası
oluşturarak, sürekli ümitsiz ve kaygılı
hale getirmektedir.’
Uzmanlar insanlık tarihinin en mühim
buluşlarından olan antibiyotiklerin,
kötü ve gereksiz kullanımları neticesi
gelişen direnç sebebiyle etkilerini mühim ölçüde kaybettiği belirtiyor.
Mikroorganizmaların, kendilerini yok
etmek için kullanılan antimikrobik
maddelere karşı er veya geç karşı
koyma gücü demek oluyor ki direnç
kazandıklarını ifade eden Uzm. Dr.
P. Aylin Dalkıran, “Ölümlerin yüzde
45’inin enfeksiyon hastalıklarına bağlı olduğu düşük gelirli ülkelerde, direnç gelişmesine bağlı olarak enfeksiyonlar maalesef daha da öldürücü
olabilecektir.
Bu tip ülkeler için solunum yolu
enfeksiyonları, akut ishaller, sıtma,
tüberküloz direnç sebebiyle arıza
yaşanan hastalıklar içinde başta yer
almaktadır. Antimikrobiklere karşı
direnç; toplumda enfeksiyonların
etkili şekilde tedavi edilememesi,
enfeksiyon hastalıklarının daha uzun
sürmesi; ölüm riskinin artması, salgınların sıklaşması ve uzaması, sağlam toplum kesimlerinde enfeksiyon
riskinin fazlalaşmasını ifade eder’
diye açıkladı .
Çok ilaca dirençli mikroorganizmalarla gelişen hastane enfeksiyonları-
nın hastanede kalışı ve ölüm oranlarını artırdığını ve ciddi bir ek maliyete
sebep olduğunu ifade eden Uzm. Dr.
Dalkıran, günümüzde artık sadece
hastane kökenlilerde değil toplumdan kazanılmış mikroorganizmalarda
da direncin mühim oranlarda arttığını vurguladı.
Dalgakıran, bir hastane ya da sınırlı
bir bölgedeki dirençli patojenlerin
(hastalık yapıcı mikroplar) bütün bir
ülkeye, hatta sınırları aşarak diğer ülkelere de yayılabileceğini açıkladı .
Direnç artışında en mühim sebebin
antibiyotik tüketimindeki artış ve sonucunda oluşan seçici baskılanmalar
olduğunu açıklayan Dalkıran, şu şekilde devam etti:
“Akılcı olmayan antibiyotik kullanımı
(gereksiz kullanım: Viral enfeksiyonlar, hata antibiyotik, hata doz ve/ ya
da tatbikat yolu, gereksiz kombinasyonlar) antibiyotik tüketimini çok
fazla çok büyük oranda artırmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde tüketim sıralamasında 3.- 4. sırada olan antibiyotiklerin ülkemizde birinci sırada olması
akılcı olmayan antibiyotik kullanımının kanıtıdır. Günümüzde hemen her
bakteri kendilerine karşı kullanılan
antimikrobiyal ajanlara karşı belirgin
haber
GEREKSİZ ANTİBİYOTİK
YARAR SAĞLAMIYOR
oranlarda direnç kazanmış durumdadır. Direnç sorunu virüs, mantar ve
parazitler için de söz konusudur.”
‘Antimikrobiyallere karşı gelişen direnç ölüm ve hastalık oranlarında
artış, tedavi giderlerinde yükselme,
tedavi başarısızlığı, hastanede daha
uzun yatma, tedavi seçeneklerinde azalma, tedavi esnasında direnç
gelişmesi, daha geniş spektrumlu
antibiyotiklerin seçimi, daha toksik
ilaçların kullanımı ve antibiyotik baskısında artış gibi istenmeyen sonuçlara sebep olmaktadır’ diyen Uzm. Dr.
Aylin Dalkıran, antibiyotiklere karşı
direncin azaltılması hususunda ise
şunları belirtti:
‘Antibiyotiklere karşı direnç gelişmesini engellemek mümkün değildir;
fakat makul önlemlerle azaltılıp kontrol edilebilir. Antibiyotikler iyi belirlenmiş endikasyonla (gerekçelerle),
makul doz ve sürede kullanılmalı,
hastaların ilaç uyumu için eğitim verilmelidir. Tıp Fakülteleri ve Sağlık
Bakanlığı işbirliği yaparak hastanelerde ve toplumda akılcı antibiyotik
kullanımını artıracak politikalar geliştirmelidir. Toplumda ve hastanede
enfeksiyon kontrol önlemlerine sıkı
uyum sağlanmalı, özellikle el yıkamaya çok büyük itina gösterilmelidir.’
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
47
2014 YILI BOYUNCA
DİJİTAL SAĞLIK TRENDLERİNİN YÖNÜ
Dr. Sertaç DOĞANAY
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Sosyal medyanın ve dijital teknolojinin hayatın bir parçası olmasıyla
birlikte bu alanlarda yatırımların gün
geçtikçe arttığına şahit oluyoruz.
Dünya devi teknoloji şirketlerinin,
birdenbire dijital sağlık alanına yatırım yaptığını söylemek doğru olmaz.
Aslında gözlerimizin önünde gerçekleşen şey, tam anlamıyla bir devrim.
Tıp biliminin ilerlemesi ve cerrahi
müdahalelerde sıklıkla teknolojiden
faydalanılması, en basitten en karmaşığa, tüm süreçleri değişime zorladı. Neden mi? Elbette, zamandan
kazanırken, daha yüksek başarı oranlı
ameliyatların gerçekleşmesi için.
Gitgide büyüyen bir pazardan çok,
bir anda hızla büyüyen bir Pazar haline geldi dijital sağlık. Dijital sağlık
çok geniş kapsamlı bir alan. İçinde
48
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
giyilebilir teknolojiden, sosyal medya
kullanımına kadar pek çok konuyu
barındırmakta. Bu durum, Google
gibi pek çok teknoloji devinin bu alana yatırımlarını arttırmalarına neden
oldu. Haliyle, bu kadar gelişime ve
değişime açık bir pazarın trendleri sık
sık değişmekte. Peki ama 2014 yılında trendler ne yönde ilerleyecek?
Giyilebilir monitörler
Amerikalı Consumer Electronics Association (Tüketici Elektroniği Derneği) araştırmasına göre, yetişkin
tüketicilerin %13’ü giyilebilir fitness
cihazlarını almaya niyetliyken; %9’u
bu cihazları çoktan edinmiş durumda. 2012’de satın alma niyetinin %3
olduğuna bakarsak, 2014 yılı boyun-
ca giyilebilir teknolojinin önemli yer
tutacağı görülebilir.
Giyilebilir teknolojinin tıp dünyasını
en çok ilgilendiren kısmı ise, giyilebilir görüntüleme cihazları (monitörler). iHealth’in geliştirdiği taşınabilir
kan basıncı ve kalp durumu görüntüleyicisi gelecek trendlerin de habercisi niteliğinde.
Akıllı sensörler
Kronik hastalıklarla mücadelede çığır açacağını düşündüğüm bir diğer
önemli gelişme, akıllı sensörler. Sadece bir bantla vücudun ilgili noktasından kontrol amaçlı veri sağlayan
çiplere sahip bu teknoloji yardımıyla,
bazı kronik hastalıkların ataklarını
öngörebilmek mümkün olacak diye
düşünüyorum. Özellikle atak geçirilen hastalıklar konusunda yardımcı
olabilecek bu teknoloji de dijital sağlığın gittiği bir başka yönü gösteriyor.
Dijital destekli eğitimin doğuşu
Özellikle sağlık alanında, zaman kazanmanın önemi, tıp alanında çalışan
akademisyenleri dijitalleşmeye itiyor.
Dijital yardımıyla her türlü bilgiye
anında ulaşabilmenin gücü, pek çok
akademisyenin bu yeni dünyayı keşfetmek istemesine neden oluyor.
Dijital destekli eğitim yardımıyla,
hologramlar kullanılarak verilmeye
başlanan anatomi dersleri, pek çok
kaynağın boşa harcanmasını da önleyecektir.
Dijitalin bir başka getirisi de, ardındaki algoritmik güçtür. Bu sayede
doğru programlama yaparak, pek
çok ameliyatın simülasyonunu oluşturmak mümkün olabilecek. 2014 yılı
içerisinde dijital sağlık alanının eğitime desteği artarak sürecek ve bu ikili
trend bir yatırım alanı haline gelecek.
Çevrimiçi hasta portalları
Pek çok yatırımcının, maalesef, hala
başarılı olamadığı dijital sağlık alanlarından biri de çevrimiçi hasta portalları bana göre. Bu tür girişimlerin
başarılı olabilmesi için, çok iyi yönetilmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Ülkemizde de bu portalların pek çok
örneği mevcut.
Bu portalların hasta – doktor iletişiminde oldukça önemli olduğu çok
açık. Üstelik ilaç firmalarının da kullanıcılarla direkt temasa geçmesine
yardımcı olabilme potansiyelleri var.
2014 yılı çevrimiçi hasta portallarının
daha da geliştirildiği, belki de pek
çok başka uygulama ve sosyal eklentilerle zenginleştirildiği bir yıl olacak.
Google glass ve kinect
Google Glass’ın ameliyathanede yapabilecekleri çok fazla. Sadece deneme sürecinde bir çok ameliyatta
denenen Glass, geliştirildiği takdirde
pek çok cerrahın kullanmaya niyetli
olduğu bir teknoloji.
Bunun dışında hareket sensörlü Microsoft Kinect yardımıyla, operasyon
esnasında klavye ya da diğer steril
olmayan cihazlara dokunmadan görüntülerin büyütülebilmesi gibi bir
potansiyel de var.
Aslında tıp dünyasının dijitale geçişinin kolaylaşması Glass ve Kinect özellikleri taşıyan bir cihazın yapılmasıyla
gerçekleşebilir. Kinect’den henüz dijital sağlıkla ilgili bir atak gelmemiş olsa
da, Glass’ın bu alanda pek çok uygulamaya altyapı sağlayacağı çok açık.
2014 yılı dijital sağlık yatırımlarının
arttığı bir yıl olacak. Öncü teknoloji
firmaları, buluşları ile bizleri şaşırtmaya ve bilim dünyasını sarsmaya
devam edecekler gibi görünüyor.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
49
haber
DÜNYANIN EN KAPSAMLI UYUŞTURUCU
SEMPOZYUMU YEŞİLAY TARAFINDAN
GERÇEKLEŞTİRİLECEK
Yeşilay, ‘Uluslararası Uyuşturucu ve Halk
Sağlığı Politikaları Sempozyumu’yla konuyla ilgili İstanbul’da dünyanın en büyük Uyuşturucu konferansını düzenliyor.
Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, BM
Uyuşturucu ve Suç Ofisi, AB Uyuşturucu
ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi
gibi uluslararası kuruluşların temsilcileri
başta olmak üzere, yaklaşık 50 ülkeden
1000 katılımcıyı İstanbul’da buluşturacak.
Tütün, alkol, uyuşturucu madde, kumar
ve teknoloji bağımlılığı alanlarında önleyici ve rehabilite edici çalışmalarıyla bir
halk sağlığı kuruluşu olan Türkiye Yeşilay
Cemiyeti, içinde bulunduğumuz Halk
Sağlığı Haftası’nda politika önerilerini somut ve uluslararası bir düzleme taşımaya
hazırlanıyor. Tüm dünyada ve Türkiye’de
giderek artan uyuşturucu madde bağımlılığına karşı, mücadele stratejilerinin üst
düzey otoritelerce tartışılması ve probleme küresel ölçekte çözümler bulmak
amacıyla 29 Eylül - 1 Ekim 2014 tarihleri
arasında İstanbul’da ‘Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu’ düzenliyor.
Sempozyum arz/talep azaltımı, , tedavi
ve rehabilitasyon gibi başlıklarda bütünsel bir mücadele stratejisi ortaya koyması
açısından önem taşıyor.
243 milyon kişi uyuşturucu kullanıyor
26 Haziran Uyuşturucu Kullanımı ve Kaçakçılığıyla Mücadele Günü’nde Birleşmiş
Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi 2014
Dünya Uyuşturucu Raporu’nu açıkladı.
Rapora göre uyuşturucu madde kullanım
yaygınlığının yaklaşık 243 milyon insanla dünya genelinde istikrarını koruduğu
belirtilirken 15-65 yaş arası dünya nüfusunun %5’inin 2012 yılında yasadışı uyuşturucu madde kullandığı ifade edildi.
Problemli madde kullanıcılarının sayısının yaklaşık 27 milyon olduğu, bunun da
dünya yetişkin nüfusunun 0,6’sı ya da her
200 kişiden birine karşılık geldiği raporda
yer aldı. Raporda ayrıca Türkiye’nin arzla
50
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
mücadele konusundaki başarısına dikkat
çekildi ve yasadışı yollarla transfer edilmeye çalışılan uyuşturucu maddelerin,
özellikle de eroin ve ecstasy’nin ele geçirilmesinde Türkiye’nin başarısına yüksek
oranda vurgu yapıldı.
Birçok ülkeye göre düşük olsa da
Türkiye’de uyuşturucu bağımlıların oranı
son yıllarda artıyor. 2005 senesinde uyuşturucudan gözaltına alınıp tutuklananların sayısı 4 bin 125 iken, 2013’te bu rakam
25 binin üzerine çıkmış.
Hem halk sağlığı hem narkotik açısında
önüne geçilmesi zor bir problem olan
uyuşturucu bağımlılığı, tüm dünya toplumlarının gündemini meşgul etmeye
devam ediyor. İstanbul’da gerçekleşecek
sempozyum sayesinde, uluslararası sahada uyuşturucu politikalarında etkin teşkilatlar ve sivil toplum kuruluşları, konuyu
küresel çerçevede ele alıp iyi uygulama
örnekleri sunumlarını gerçekleştirecektir.
Bu anlamda sempozyum Türkiye’nin mücadele kapasitesini geliştirilecek; Çin’den,
Meksika’ya, Yemen’den İran’a, ABD’ye
kadar dünyanın farklı yerlerinden gelen
ilgili tüm tarafların deneyimlerini izleme ve öğrenme fırsatı sunacaktır. Ayrıca
uyuşturucu madde kullanımının kriminal
bir olgu olarak değil, bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınması, bu alanda bilimsel
temelli ve kanıta dayalı halk sağlığı politikalarının geliştirilmesi sempozyumda
hedeflenenler arasında.
Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi
(UNODC), Avrupa Birliği Uyuşturucu ve
Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi
(EMCDDA), Avrupa Konseyi Pompidou
Grubu gibi uluslararası seviyede 20’den
fazla teşkilatı bir araya getirecek. Sağlık
Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı’nın da dahil olduğu sempozyumun, konunun ulusal bazda muhatapları
arasında koordinasyonu güçlendirmesi
bekleniyor.
haber
PALANTE Projesi
Sağlık Bakanlığı, “Sağlık hizmet sunumunun izlenmesi, değerlendirilmesi ve kanıta dayalı
karar almak için sağlık bilgi sistemlerinin geliştirilmesi” hedefine yönelik olarak Türkiye’den
iki ortağın daha katılımıyla PALANTE Projesini yürütüyor.
PALANTE (PAtient Leading and mANaging their healThcare through
EHealth) Projesi Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programı kapsamında desteklenmektedir. 1 Şubat 2012 tarihinde
başlayan proje şu an hala devam etmektedir ve 31 Ocak 2015 tarihinde
sona erecektir.
Proje, Avrupa’nın farklı bölgelerinde
7 ayrı pilotu (İspanya Endülüs Bölgesi, İtalya Lombardiya Bölgesi, Türkiye,
Norveç, Avusturya, Çek Cumhuriyeti,
İspanya Bask Bölgesi) ve Fransa ve
Danimarka’da şimdiden yürürlükte
olan 2 pilotu kapsamaktadır. Pilotlar
çeşitli hasta yetkilendirme düzeylerini ve farklı kronik hastalıkları kapsayacak şekilde özenle seçilmiştir. Proje
10 ülkeden toplamda 21 ortağı ve
69.550 potansiyel kullanıcıyı kapsamaktadır. Hem kamu kurumlarından
hem de özel şirketlerden oluşan pilot
takımları tüm son kullanıcıların eSağlık tedarik sürecine dahil olmasını
sağlamaktadır. PALANTE Projesi geniş kapsamlı bir çok pilotu kapsaması
sayesinde bilgi ve iletişim teknolojilerinin (ICT) kullanım potansiyelini
ortaya koymakta ve bu sayede hasta
yetkilendirmeye dahil olan tüm süreçlerin önemini vurgulamaktadır.
Hedef Kitlesi
Avrupa çapında tüm sosyal düzeylerdeki hastaların kendi verilerine erişme ve kendi tedavi süreçlerine dahil
olma taleplerinin artması sonucu bu
hastalar projenin hedef kitlesine dahil edilmiştir. Bazı pilotlar özel tedavi/
destek gerektiren kronik hastalıklar
ve hastanın kendi tedavisini üstlenmesine fayda sağlayacak yardımcı
araçlar üzerine odaklanmıştır.
Proje sadece pilotların başarıyla tamamlanmasını değil aynı zamanda eSağlık projelerinin uygulama
ve geliştirme aşamalarında önemli
tecrübeler elde edilmesini ve yasa
koyucuların, sağlık uzmanlarının ve
sağlık yöneticilerinin önemli bilgilere
ulaşmasını hedeflemektedir. Bu öğrenme sürecini geliştirmek ve pilotların kalitesini arttırmak için PALANTE
Projesi geliştirme süreci boyunca her
bir pilot yaşadıklarını ve tecrübelerini
toplayıp diğer pilotlarla paylaşmıştır.
Sonuç
Projeye dahil olan pilotlar ilgili bölgesel veya ulusal sağlık sistemine
entegre durumdadırlar. Tüm yenilikler kabul görmüş standartlar üzerine
modüler bir mimari takip edilerek
tasarlanmıştır, bu da yeni modüllerin
eklenmesini kolaylaştırmıştır. Projeye
Projeye Dahil Olan Pilotlar
Pilot
Ülke/Bölge
Portal
Pilot I
Endülüs, İspanya
Diyabet odaklı
Hasta – Sağlık Uzmanı
Pilot II
Lombardiya, İtalya
Kronik kalp hastalıkları odaklı
Hasta – Sağlık Uzmanı
Pilot III
Türkiye
Ankilozan Spondilit odaklı
Hasta – Sağlık Uzmanı
Pilot IV
Güneydoğu Bölgesi,
Norveç
Hasta çıkış notu ve diyabet odaklı
Hasta
Pilot V
Styria, Avusturya
eXRay (Hastaların xRay’e maruz kalma oranlarının toplanması)
Hasta
Pilot VI
Çek Cumhuriyeti
Genel hasta erişimine ek olarak özellikle mobil
platformlar için hayatı sinyallerin toplanması
Hasta
Pilot VII
Bask Bölgesi, İspanya
Astım ve COPD gibi kronik solunum hastalıkları
odaklı
Hasta – Sağlık Uzmanı
Pilot VIII
Fransa
Genel hasta erişimi
Hasta
Pilot IX
Danimarka
Genel hasta erişimi
Hasta
Bu Proje Avrupa Birliği Tarafından Desteklenmektedir.
52
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
dahil olan ortakların engin tecrübeleri projenin etkili bir şekilde uygulanmasına katkı sağlamaktadır.
Pilotların uygulanması ve geliştirilmesi aşamasında projeden edinilen
bilgiler yeni eSağlık uygulamalarında
kullanılmak üzere geniş bir kitleyle
paylaşılacak politikalar ve kararların
oluşmasını sağlamaktadır.
Yapılan uygulamalardan, başarılı pilotlardan ve bu pilotların geliştirilmesinden elde edilen tecrübeler bir iş
ve kıymetlendirme planına çevrilerek
projenin erişilebilirliği ve uygulanabilirliği sağlanacaktır.
Türkiye Pilotu (Pilot III)
Türkiye pilotu temel olarak hastanın
hastalığını tanıması üzerine odaklanmaktadır. Çünkü hastanın hastalığını tanıması kendi tedavi sürecinde
rol almasındaki kilit noktalardan biri
olarak kabul edilmektedir. Hastaya gerekli bilgiler verildikten sonra
hastanın genel tedavi planı, bakım
sürecindeki seçenekler ve bunların
sonuçları, hastalığın şu anki durumu,
tedavi süreci, yaşam üzerindeki etkileri gibi konularda bilgi sahibi olması
hedeflenmektedir. Bunun için hasta
ve doktorun ortak kullanacağı karar
destek mekanizmaları sağlanmıştır.
PALANTE
Projesi’nin temel
hedefi hastaları kendi
hastalıkları konusunda
yetkilendirmek, bu sayede kendi
sağlıkları hakkında karar vermelerini
ve kendi bakımlarında aktif rol
almalarını sağlamak ve aynı zamanda
bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde
sağlık uzmanlarıyla etkin bir
şekilde işbirliği yapmalarına
yardımcı olmaktır.
Türkiye’den pilota dahil olan 3 ortak
vardır:
• Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı
• SRDC Yazılım Araştırma ve Geliştirme ve Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.
• Türkiye Romatizma Araştırma ve
Savaş Derneği (TRASD)
Türkiye pilotu düzenli bakım gerektiren Ankilozan Spondilit (AS) hastaları
üzerine odaklanmaktadır. AS hastaları projenin Türkiye’deki ortaklarından
SRDC’nin sağladığı eSağlıkKaydım
platformu üzerindeki Sanal Artirit
Klinik Servisi (SAKS) üzerinden kendi
hastalıklarını yönetebilmekteler, yine
bu sistem üzerinden sağlık uzmanları
ve diğer hastalarla sürekli iletişim halinde olabilmektedirler. SAKS bir yandan hastalara tedavileriyle ilgili bilgileri sunarken diğer yandan hastaların
hissettikleri, yaşadıkları, aldıkları ilaçların ya da yaptıkları egzersizlerin
etkileri gibi önemli bilgileri düzenli
olarak girebilecekleri bir arayüz sağlamaktadır. Sağlık uzmanları da bu
bilgiler sayesinde hastanın durumu
hakkında güncel bilgiye sahip olup,
gereken durumlarda hastaya çok kısa
sürede müdahale edebilmektedirler.
Bu müdaheleler egzersiz değişimi
gibi basit öneriler olabileceği gibi ilaç
değişimi veya hastanın bir an önce
doktor randevusu alması gibi önemli
durumları da kapsamaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
53
haber
BESLENELİM, HAR
I
L
K
EK
ĞLI
ET
A
”
ED
“S
IM
L
ELİM
A
, H U Z U R L U YA Ş AY
3-9 EYLÜL
HALK SAĞLIĞI HAFTASI
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, 3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası kapsamında “Sağlıklı Beslenelim,
Hareket Edelim, Huzurlu Yaşayalım” temasıyla etkinlik düzenledi.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun Halk
Sağlığı Haftası kapsamında düzenlediği programa Sağlık Bakan Yardımcısı
Agâh Kafkas, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Türkiye Halk
Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil
Özkan, Bakanlık üst düzey yöneticileri
ve çok sayıda sağlık çalışanı katıldı.
Etkinliğin açılışında konuşan Sağlık
Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas sağlıklı bir toplum için sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi gerektiğine dikkat
çekerek, “Koruyucu hekimliğe önem
veriyoruz. Halk sağlığını korumak için
elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.
Çalışan Sağlığı ve Güvenliği bizler
için ön plandadır. Bunun için büyük
bir gayretle çalışıyoruz.” dedi.
54
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Halk sağlığı ordusu olarak amaçlarının koruyucu hekimlik ile hastalıkların önlenmesi için politikalar
üretmek olduğunu belirten Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp
Gümüş, “Bireysel ya da toplumsal
olarak hastalıkların ortaya çıkmasını engellemek birincil hedefimizdir.
İnsanlarımızı hasta olmadan eğitip
onlara hasta olmamayı öğretirsek
görevimizi yerine getirmiş oluruz”
ifadelerini kullandı.
Etkinliğin ev sahipliğini yapan THSK
Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan ise katılımcılara teşekkür ederek, “Amacımız
halk sağlığında farkındalığı artırmak,
hastalığın tanısı konmadan, insanlar
hastalanmadan onlara yararlı olmaya
çalışmaktır. Koruyucu hekimlik çalışmalarının yaygınlaştırılması, toplum
bilincini yükselterek hastalıklar meydana gelmeden önlenmesi ve hayat
standartlarının yükseltilmesi halk
sağlığı çalışmalarında ana hedefimizdir.” şeklinde konuştu.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nda
yapılan kutlamalarda 8 masada halkımızın sağlık bilincinin yükseltilmesine yönelik eğitimler verilirken
başkanlığın faaliyet alanlarıyla ilgili
tanıtımlar gerçekleştirildi. Açılış konuşmasının ardından “Sigarayı Bırakmak İstiyorum” konulu film gösterimi
yapıldı.
Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire
Başkanı Murat Gültekin, Türkiye’de yılda yaklaşık 735 erkeğe ve 560 kadına
melanom teşhisi konulduğunu belirtti.
Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire
Başkanlığı, Türk Onkoloji Vakfı, Türk
Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği, Türk Onkoloji Grubu
Derneği, Kanserle Dans Derneği tarafından bir deri kanseri türü olan melanomla ilgili farkındalık oluşturma
amacıyla düzenlenen “Çocuğunuzu
Melanomdan Koruyun” adlı sosyal
sorumluluk projesi tanıtıldı.
Toplantıda konuşan Gültekin, dünyanın gelişmiş bazı ülkelerinde son 1520 yılda melanomun görülme oranının 2-3 misli arttığını söyledi.
Gültekin, projenin Türkiye’de melanom hasta sayısının azaltılması amacıyla hayata geçirildiğini anlatarak,
şöyle devam etti:
“Şu anda ülkemizde az da olsa melanom görülme oranının artışını bekliyoruz. Bu konuda mutlaka bir takım
eğitim, önleme ve erken teşhis tarama faaliyetleri yapmamız gerekiyor.
Vücudumuzun D vitaminine de ihti-
yacı var, bunu unutmamak gerekir.
Güneş ışınlarının fazlasından kendimizi ve gelecek nesilleri korumamız
gerekiyor. Genç yaşlarda solaryumun
da malin melanom riskini arttırdığı
bilinmektedir. Bu projeyle hazırlanan
tüm broşürleri hekimler aracılığıyla
halkımıza ulaştıracağız. Kendi kendine cilt muayenesinin yaygınlaştırmayı da hedefliyoruz.”
“Güneş Kreminin Koruma Faktörü 30’un
Üzerinde Olmalı”
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Dermatoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir
ise melanomda diğer deri kanserlerine kıyasla ölüm riskinin daha fazla
olduğunu kaydetti.
Deri kanserine yakalanma riskinin
ilk 10 yaşta alınan ultraviyole dozuna bağlı olduğunu anlatan Aydemir,
güneşin yanık yapacak kadar yüksek
dozda alınmasının, kişiyi bir basamak
daha melanoma yaklaştırdığını söyledi.
Hastalığın sürekli güneşte çalışan-
haber
ÇOCUĞUNUZU
MELANOMDAN
KORUYUN
larda değil, tatile çıkanlarda daha sık
görüldüğünü ifade eden Aydemir,
güneş ışınlarının en dik geldiği vaktin
2 saat öncesi ve sonrasında dışarı çıkılmamasını istedi.
Güneşten en iyi korunma şeklinin
doğru giyinme olduğunu vurgulayan
Aydemir, şu önerilerde bulundu:
“Giysili alanınıza güneş etki etmiyor.
Kuru, sık dokulu ve koyu renk giyinmeli. Bize hep sıcak havada açık renk
giyinmek öğretilirdi. Isıdan, güneşten korunmak için sık dokulu ve koyu
renk giyinmek gerekir. Hep gölgeden
yararlanmak isteriz fakat gölge, çevreden, sudan, betondan yansı yapar.
Gölgede ancak yüzde 50 korunabiliriz. Şapka da kısmen korur. Bunların
dışında güneş kremi kullanabiliriz.
Koruma faktörünün 30’un üzerinde
olması gerekir.”
Ertuğrul Aydemir, açık tenli, fazla
beni olanların melanom hastalığına
yakalanma riskinin daha çok olduğunu belirterek, benlerin 2-3 ayda renk,
şekil, boyut değiştirmesi durumunda
mutlaka bir dermatoloğa gidilmesi
gerektiğini anlattı.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
55
illüstrasyon: Cihan Oğuz Demirci
SAĞLIK TURİZMİ
5 KAT FAZLA KAZANDIRIYOR
Selin S. YILDIRIM
Medikal Turizm Derneği USA
Avrupa Başkanı
TC Sağlık Bakanlığı
Sağlık Politikaları Kurulu Üyesi
Dünyada özellikle son 20 yıldır büyüyen sağlık turizminin trendi artıyor.
Özellikle bazı ülkelerde hızla büyüyen
bir sektöre dönüşen (Medikal, Termal
& ileri yaş, Geleneksel ve TamamlayıcıTıp olarak 3 bölümde incelenmeli)
56
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
sağlık turizmi; tüketiciden üreticiye
herkesin dikkatini cezbediyor. Zihin,
ruh veya bedeni tedavi etmek amacı ile bulunduğunuz ülkeden, hatta
şehirden farklı bir yerde tedavi olmak
için seyahat etmek sağlık turizmi
olarak tanımlanıyor. Bu tanıma göre
sadece ülkeler arası değil, ülke içinde
şehirlerarasında da ‘’yurtiçi sağlık turizmi’’ yapıyoruz aslında.
bilmekte saklı. Teknolojinin baş döndüren hızla ilerlediği, sınırların ortadan kalktığı, dünyanın bir ucundaki
vatandaşın herhangi bir ihtiyaç için
binlerce kilometre uzaktaki diğer bir
ülkeden her türlü hizmeti satın alabildiği çağda yaşıyoruz. Tüketicinin
böylesine global araştırmalar yaptığı
süreçte siz, kalitenizle fark yaratabiliyorsanız kazanan oluyorsunuz.
Belki henüz tam olarak farkında değiliz ama ülkemizdeki her il, dünya vatandaşları için öncelikli sağlık turizm
destinasyonu potansiyeli taşıyor.
Marifet, bu avantajları fırsata çevire-
Sağlık turizminin ciddi büyüme potansiyeline sahip olması, sağlık hizmetlerinde ihracatı arttırmak isteyen
ülkelerin iştahını kabartıyor. 2013
yılında The George Washington Üni-
versitesi ve Medikal Turizm Derneği
Amerika’nın birlikte yürüttüğü araştırma raporu; her bir medikal turizm
hizmeti alan kişinin turizm gelirlerinin, en az 5 katından fazla ülke
ekonomisine katkı sağladığını ortaya koydu. Bir başka anlamda sağlık
turizminde harcanan tutar, bilinen
klasik turist harcamalarının 5 katına
ulaşıyor. Bu nedenle ABD’den, Asya
bölgesine kadar birçok ülke bu alanla
özel olarak ilgileniyor. Amerika, sağlık
hizmetlerindeki yüksek ücret ve talep
fazlası sebebiyle sağlık turizminde ilk
sırada yer alıyor. Asya bölgesi ise son
yıllarda tedavide, altyapıda sunduğu
yüksek kalite ve diğer bölgelere nazaran düşük fiyatlı hizmetleri nedeniyle pazarda öne çıkmayı başardı.
Sağlık turizmindeki tercih nedenlerini irdelediğimizde karşımıza çıkan
hususlardan biri de, coğrafi yakınlık
ve kültürel benzerlikler oluyor. Brezilya ve Meksika’nın en çok ABD’den
gelen hastaları tedavi etmesi bu gerçeği yansıtıyor.
Asya bölgesi sağlik turizminde üs oluyor
Amerika’nın ardından Asya bölgesinde; Tayland, Hindistan, Singapur,
Malezya, Tayvan ve Güney Kore öne
çıkıyor. Özellikle batı Avrupalılar, kozmetik ameliyatlar için en çok Asya
bölgesini tercih ediyorlar. 2003 yılında Singapur Sağlık Bakanlığı’nın desteği ve yönlendirmesi ile 3 devlet kurumunun (Ekonomik Kalkınma Ofisi,
Turizm Ofisi ve Uluslararası Girişim
Kuruluşu) birlikte oluşturduğu SingapurMedicine ortaklığı, Singapur’un
Asya kıtasındaki en üst düzeyde
sağlık tedavisi sunan ve pastanın en
büyük kısmına sahip olan ülke konumuna gelmesini sağlıyor. Güney
Kore, 2015 yılında 300.000 yabancı hastayı tedavi etmeyi hedefliyor.
Sağlık turizmine büyük önem veren
Güney Kore’de 28-30 Mayıs 2014
tarihlerinde düzenlenen, ‘’Medical
Korea 2014’’ Kongresi’nde; İngiltere, Amerika, Japonya ve Güney
Kore sağlık otoriteleri biraraya geldi.
Kongrede, dünyanın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan başarı hikayeleri
de masaya yatırıldı. Farklı ülkelerden,
değişik deneyimleri dinlemek herkes
için oldukça etkileyiciydi. Kongrede
konuşmacılardan biriydim. Medikal
turizminde sayısal ve uluslararası bilinirlikle başarıyı yakalamış Türkiye
deki başarı hikayelerine yer verdiğim
konuşmamda ayrıca ülkemizin sağlık
turizmindeki sahip olduğu avantajları ve projeleri ve stratejileri anlattım.
Altını çizdiğim konuların; ülkelerini
temsil eden sağlık bakanlığı yöneticileri ve sektör temsilcileri tarafından
ilgiyle izlenmesi memnuniyet vericiydi. Asya bölgesinde, Türkiye’nin başarı hikayelerinin konuşulması elbette
bizler için gurur vericiydi. Güney
Kore Sağlık Bakanlığı’nın düzenlediği Kongrede; özetle dünyanın farklı
ülkelerindeki deneyimler paylaşıldı.
Devlet ve özel sektöre bağlı kurum ve
kuruluşların başarı hikayeleri gündeme taşındı. Konuya hakim üst düzey
konuşmacılarla çoğunluğu Asya kıtasından katılan sağlık turizm uzmanlarından oluşan üst düzey katılımcılar
eşliğinde başarılı bir kongre oldu. Organizasyonda tüm detayların düşünülmesi, kongreyi kusursuz kıldı.
Güney kore 300 bin hasta bekliyor
Güney Kore, 2015 yılında 300.000
yabancı hastayı tedavi etmeyi hedefliyor. Bunun için her detayı düşünüp,
takdire şayan projeleri hayata geçiriyor. Sağlık yatırımlarından başlayan
çalışmalar, Bakanlıkların sağlık turizm stratejilerinde ortaya koyduğu
planlı ve organize çalışmalar Güney
Kore’nin, bölgede öne çıkmasının en
büyük sebebi. Seul Havaalanı’na inip,
pasaport kontrolüne girdiğinizde henüz ilkadımda, sağlık turizminin bu
bölgede ne kadar ciddi şekilde ele
alındığını fark ediyorsunuz. Pasaport
kontrolünün bir bölümünde, ‘Sağlık
Turisti Pasaport Kontrolü’ yazıyor. Ne
Güney Kore, ne de diğer ülke vatandaşı değil! Sadece sağlık tedavisi için
ülkeye gelenlere özel hizmet alanları
oluşturulmuş bu havaalanında. Daha
ülkeye girerken öne çıkarılan bu farklı imaj, ülkeye gelen herkes için güven hissi uyandırıyor.İnsanlar, sonraki
seyahatlerinde sağlık ihtiyacı için bu
ülkeye geldiğinde, özel bir hizmet
alacağını, ülkenin özellikle sağlık tedavisi için tercih edilebileceğini öğrenmiş oluyor.
Küçük adımla büyük imaj
Ülkeye girişte yaratılan bu imaj bir
zincir şeklinde devam ediyor. Güney
Kore’deki hastaneleri gezdiğimizde
üst düzey teknoloji, kaliteli alt yapı,
misafir odaklı hizmet anlayışı hemen
dikkat çekiyor. Böylece Güney Kore
bölgenin sağlık üssü olma konusunda emin adımlarla ilerliyor. Güney
Kore’ye çoğunlukla Çin, Japonya ve
Rusya’dan hastalar tedavi olmak için
geliyorlar. Koreliler, diğer bölgelerde
kurmuş oldukları pazarlama stratejisini şimdi Ortadoğu için kurguluyor
ve çalışmalar yapıyor. Bir yandan
başarılarını düzenlediği uluslararası
kongre ile tüm dünya kamuoyu ile
paylaşırken, bir yandan da dünyadaki farklı örnekleri takip eden Güney
Kore, diğer yandan araştırıp, öğrenmeye devam ediyor. Bu ülkeye ilişkin başarılı performansı paylaşırken,
Türkiye’nin de bu anlamda stratejik
bir plan dahilinde harekete geçmesi
gerektiğinin altını tekrar çizmek gerekiyor.
Türkiye, bulunduğu bölgede sağlık
turizmi yıldızı olmayı hedeflemeli,
çünkü birçok Avrupa ülkesinin standartlarının üzerinde alt yapı yatırımına ve kaliteli sağlık hizmetine sahipiz.
Bir yabancının Türkiye’de tedavi edilmesi, başta ülke imajına ve ekonomisine en büyük katkıyı sağlamaktadır.
Unutmamalı ki her bir tedavi edilen
yabancı hasta Türkiye’nin kendi ülkesindeki avukatıdır.
Kaynaklar: www.oecd.org / Medical
Tourism: Treatments, markets and health System Implications: A scoping
review - Neil Lunt, Richard Smith, Mark
Exworthy, Stephen T. Green, Daniel
Horsfall and Russell Mannion
www.singaporemedicine.com
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
57
haber
OKUL ÖNCESİ, ÇOCUĞUNUZUN
GÖZ MUAYENESİNİ YAPTIRMAYI UNUTMAYIN
Yeni öğretim yılı için hem ailelerin hem de çocukların hazırlıkları tamamlanmak üzere. Peki, bu
hazırlık sırasında çocuğunuzun göz muayenesini yaptırdınız mı? Türkiye’de her üç çocuktan biri
uzak veya yakını görmede problem yaşıyor. Çoğu kez de ilk göz sorunları, okul sıralarıyla tanıştığı
dönemde ortaya çıkıyor. Bu durum çocukların ders başarısının düşmesine dahi sebep olabiliyor.
Okulların açılmasına sayılı gün kaldı.
Aileler çocuklarının okul kıyafeti, defter, kalem gibi ihtiyaçlarını giderme
telaşına düştü. Ancak okul öncesi yapılan hazırlıklara mutlaka göz kontrollerinin de eklenmesi gerekiyor.
Türkiye’deki her üç çocuktan birinin
uzak veya yakını görmede problem
yaşadığını belirten Opr. Dr. Tülay Kılıç, ailelere okul öncesinde çocuklarını muhakkak göz muayenesinden
geçirmeleri gerektiği uyarısında bulundu. Opr. Dr. Tülay Kılıç, “Uzak veya
yakın görme sorunları okul başarısını
etkiliyor” dedi.
Başarısızlığın nedeni
iyi görememek olabilir
Ailelerin bazen çocuklarının okuldaki
başarı seviyelerinin düşük olmasının
nedenini öğrenme yeteneklerinin
düşük olmasına bağlayabileceğini
58
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
ifade eden Opr. Dr. Tülay Kılıç, “’Oysa
sorun, bir göz rahatsızlığından kaynaklanıyor olabilir. İyi göremediği
için derslerinden geri kalabilir. Göz
bozukluğunda önlem alınmadığında, çocuk okulda tahtayı iyi göremiyor numaralar arasında fark varsa bu
durum baş ve göz ağrısına neden
olabiliyor. Bunun sonucunda da çocuğun derse olan ilgisi ve konsantrasyonu azalıyor” diye konuştu.
16 yaşına kadar düzenli kontrol şart
Opr. Dr. Tülay Kılıç okul öncesi yapılacak basit bir göz muayenesi ile
mevcut görme azlığı problemi ve
tetikleyebileceği durumların erken
tespit edilebileceğini söyledi. Opr. Dr.
Kılıç, “0-16 yaş grubundaki çocukların
gözlerini korumak için; doğumdan
hemen sonra, ilk bir yaş, iletişimin
kurulabildiği ve görmenin alınabildi-
ği 2-4 yaş içerisinde, okula başlamadan önce ve okul süresince düzenli
göz muayenesi yapılması gereklidir”
dedi.
Gözünün bozuk olduğunu nasıl anlarsınız?
Opr. Dr. Tülay Kılıç çocukların gözlerindeki bozukluğun belirtilerini şöyle
sıraladı:
• Göz kayması, gözde sulanma, gözleri sık sık ovalamak.
• Bir gözü kapayarak bakmak, gözlerini kısarak bakmak.
• Çok yakından okumak, okuduğu
satırı atlamak.
• Televizyonu yakından izlemek.
• Aktivitelerde düşük performans,
baş ağrısı, dalgınlık.
• Başı bir yana eğerek bakmak.
haber
“17. ULUSLARARASI FARMASÖTİK
TEKNOLOJİ SEMPOZYUMU”
ANTALYA’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Hacettepe Üniversitesi tarafından bu
yıl 17.’si düzenlenen “Uluslararası Farmasötik Teknoloji Sempozyumu”nda
konuşan Araştırmacı İlaç Firmaları
Derneği (AİFD) Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Osman Kara,
ilaç üreticilerinin sürdürülemez fiyat
seviyeleri ve referans fiyat uygulaması
nedeniyle yeni ve yenilikçi ürünlerini
Türkiye pazarına sunamadıklarını ve
gerekli yapısal reformların yapılması
halinde Türkiye’nin 10 yıl içinde Avrasya bölgesinin üretim merkezi olabileceğini belirtti.
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı tarafından 1982 yılından
beri düzenlenen ve ülkemizde Farmasötik Teknoloji alanındaki bilim
adamları ve araştırmacıların Türk İlaç
Endüstrisi ile bir araya gelmesini sağlamayı amaçlayan “17. Uluslararası
Farmasötik Teknoloji Sempozyumu”
60
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
başladı. Akademik dünyanın yanı
sıra, özel sektör ve kamu kuruluşlarının da katılımı ile 8-10 Eylül tarihleri
arasında Antalya’da gerçekleştirilen
sempozyuma Sağlık Bakanlığı, TÜBİTAK ve SGK gibi kurumların yanı sıra
Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği
(AİFD) gibi sektörel iş kuruluşları da
destek veriyor.
Sempozyumun ilk gününde gerçekleştirilen bilimsel sunumların yanı
sıra ilaç sektörünün temel sorunlarından biri olan “geri ödeme” konusu
da sektör ile ilgili kamu ve özel sektör yetkilileri tarafından “İlaç Sektöründe Geri Ödeme” başlığı altında
çeşitli açılardan tartışıldı. Bu kapsamda katılımcılara “Karar Vericiler ve
Endüstri’nin Bakışıyla İlaç Sektöründe Varlık Fiyatlaması Modellerinde
Yeni Yaklaşımlar” konulu bir sunum
yapan AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Osman Kara,
kur sabitlemesinin menfi etkileri ve
diğer ek indirimlerin ülkemizdeki ilaç
fiyatlarının sürdürülemez seviyelere
düşmesine neden olduğunu belirtti.
Bu sürecin endüstrinin kaldırabileceği düzeyleri aştığını ve hastaların
yeni, yenilikçi ve çığır açan ilaçlara
erişiminin engellendiğini söyleyen
Kara, “Maalesef uzun, zahmetli ve
çok yüksek yatırımların neticesinde
hastaların hizmetine sunulan yeni
moleküller, yeni ilaçlar, ne yazık ki
artık Türkiye’de pazara girememekte
ve sadece sınırlı sayıda hastanın erişimine açık hale gelmektedir. Uzun
dönemde bunun neticesi olarak, ülkemizde yeni ve yenilikçi ilaçlara hastaların erişimi neredeyse imkânsız
hale gelebilir.” şeklinde konuştu.
Katılımcılara “İnsan hayatına nasıl
değer biçebiliriz?” sorusunu yönelten AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme
Kurulu Başkanı Osman Kara, hayat
kurtaran yenilikçi ilaçlara erişimin bir
insan hakkı olduğunu söyledi. Daha
uzun, daha aktif ve daha kaliteli bir
yaşamı, sevdiklerimizle birlikte sürmemize katkıda bulunan araştırma
ve geliştirmeye dayalı yenilikçi ilaç
sanayinde ekosistemin güçlü, öngörülebilir ve sürdürülebilir kılınması
gerektiğini ifade eden Kara, hastaneye yatış, ameliyat, komplikasyon veya
hasta bakım ve nekahet gibi unsurlar
düşünüldüğünde yenilikçi ilaçlar
sayesinde orta ve uzun vadede kişi
başına düşen sağlık harcamalarını
azaltıp, ülke bütçesine, aile bütçesine daha fazla pozitif katkı yapıldığını
belirtti.
Konuşması sırasında ilginç bir istatistiğe de yer veren AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Kara,
2005 – 2011 yılları arasında FDA ve
EMA süreçlerini tamamlayarak bu ülkelerdeki hastaların kullanımına sunulan molekül ve bileşiklerin ancak
%29’unun aynı dönemde Türkiye’de
erişilebilir olduğunu, bu rasyonun,
2013’ün ikinci çeyreğinde %4’e düştüğünü ifade etti. Söz konusu olan
ilaca erişim hakkı ve insan hayatı iken,
Amerikalı ve Avrupalı bir hastanın
neden yenilikçi ilaçlara Türk insanından daha fazla erişim şansına sahip
olduğuna cevap bulmamız gerektiğini ifade eden Kara bunun nedeninin,
ilaç üreticilerinin hâlihazırdaki sürdü-
rülemez fiyat seviyeleri ve referans
fiyat uygulaması nedeniyle yeni ve
yenilikçi ürünlerini Türkiye pazarına
sunamamaları olduğunu söyledi.
Güçlü bir fikri mülkiyet koruması
ve sürdürülebilir bir fiyat olmadan,
öngörülebilir, dengeli bir bütçe ortaya konmadan, ilaç endüstrisinin,
Ar-Ge süreçleri yıllarca devam tek
bir molekülü, tek bir ilacı, milyarlarca dolarlık yatırımla hastalara sunmaya devam edemeyeceğini ifade
eden Kara, Türkiye’de ilaç sektörünün
hâlihazırdaki durumunun, zorlu uluslararası rekabette Türkiye’yi öne geçirecek bir seviyede olmadığını ve bu
nedenle Brezilya, Rusya, Hindistan
ve Çin’in global ilaç yatırımlarından
Türkiye’den çok daha fazla pay aldığını belirtti.
Kara: “Türkiye’nin 2023 hedeflerine giden yolda ilaç endüstrisi en önemli aktörlerden biri olacak.”
Kara; Türkiye’nin 10 yıl içerisinde orta
ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya bölgesinin üretim merkezi olabileceğini ve AİFD olarak ilaç sektörü
için bu hedeflerin ulaşılabilir olduğu
kanaatinde olduklarını söyledi. AİFD
Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu
Başkanı Kara, “Eğer gerekli yapısal reformları uygular, sağlık sistemimizde
AR&GE ve inovasyonu hak ettiği şekilde desteklersek, inanıyorum ki ilaç
endüstrisi hep beraber çalışarak,
Hükümetimizin 2023 hedeflerine
giden yolda en önemli aktörlerden
biri olacaktır. Türkiye bölgesinin
yönetim, üretim, inovasyon ve hatta AR&GE merkezi haline gelebilir. Bu
güçlü potansiyele fazlasıyla sahip olduğumuzu düşünüyorum.” dedi.
Kamu, özel sektör, iş dünyası, sivil
toplum ve akademinin sürdürülebilir bir diyalog içerisinde ve pozitif
gündemle konuşmasını, iletişim kurmasını, görüş alışverişinde bulunmasını, somut öneriler geliştirerek “Ortak Akıl” tesis edilmesini, günümüz
dünyasının meselelerini çözebilmek
için olmazsa olmaz gördüğünü ifade eden Kara “Hatırlatmak isterim ki,
esasen hepimiz, aynı geminin içerisindeyiz…” dedi.
“AİFD üyeleri olarak, Türkiye’nin yenilikçi ilaç üreticileri olarak, katkı
koymak, çözüm önerileri geliştirmek,
topluma değer katmak adına Hükümetimiz ve tüm diğer paydaşlarımız
ile birlikte çalışmaya, fikir üretmeye
hazırız.” şeklinde konuşan Osman
Kara, hastaların ihtiyaç duyduğu; yaşamak için, sevdikleriyle daha uzun
bir zamanı, mutlu, huzurlu ve aktif bir
şekilde paylaşabilmeleri için ihtiyaç
duydukları yenilikçi ilaçlara erişim
problemlerini çözebilmek için sürdürdükleri mücadeleyi bırakmayacaklarını söyledi.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
61
sağlığımıziçin
CİLT KANSERİ
Cilt kanserleri cilt dokularından kaynaklanan ve birden fazla türü olan
kanserlerdir. Cilde rengini veren Melanosit isimli hücrelerden kaynaklanan kanserler Malign melanoma
olarak adlandırılır. Bazal hücrelerden
kaynaklanan kanserler, bazal hücreli
karsinomalardır. Cildin dış tabakasındaki yassı hücrelerden kaynaklanan
kanserler yassı hücreli karsinomalardır. Yine sinir sisteminden gelen
uyarılara hormon üreterek cevap
veren nöroendokrin hücrelerinden
kaynaklanan cilt kanserleri de vardır.
Cilt kanserleri ileri yaşlarda, güneş
ışığına maruz kalan bölgelerde veya
bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde
ortaya çıkar.
Cilt kanserinde erken teşhis oranı diğer kanser türlerine göre daha yüksektir çünkü kanserin neden olduğu
belirtiler cilt yüzeyinde, gözle görülebilir. Tabii bunun yanında cilt yüzeyin62
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
de yeni oluşan lekelerin ve mevcut et
benlerinin düzenli olarak bir doktor
tarafından kontrol edilmesi, kanserin
ilerlemeden kontrol altına alınabilmesi için son derece önemlidir. Cilt
kanseri ciltte çıkan ve 4 hafta içinde
geçmeyen lekeler veya yaralar olarak
kendini belli edebilir. Bu lekeler/yaralar kaşınabilir, acıyabilir, kanayabilir,
pullanabilir veya kabuk bağlayabilir.
Cildin çatladığı bölgelerde, nedenini
tam olarak belirleyemediğiniz küçük
ülserler oluşabilir.
Cilt kanseri türleri
Cilt kanserleri bazal hücreli kanser,
skuamöz hücreli kanser ve melanom
olarak üçe ayrılır.
Bazal Hücreli Cilt Kanseri: Bazal hücreli cilt kanseri epidermisteki (cildi dış
etkenlere karşı koruyan üst tabaka)
bazal hücrelerin değişimiyle oluşur
ve en sık görülen cilt kanseri türüdür.
Gelişimi yavaştır, cilt geneline yayılmaz ve nadir olarak hayatı tehdit
eder.
Skuamöz Hücreli Cilt Kanseri: Yaygın
olarak görülen kanser türlerinden
biridir. Skuamöz hücreli cilt kanseri
lenf bezleri ve iç organlara yayılabildiği için tedavinin hemen başlatılması gerekir. Zamanında tedavi edilmeyen skuamöz hücreli cilt kanseri
ölümle sonuçlanabilir.
Melanom: Üçüncü ve en tehlikeli cilt
kanseri türü olan melanom, diğer cilt
kanseri türlerine oranla nadir olarak
görülmekle birlikte erken teşhis edilmediği takdirde ölümle sonuçlanabilir. Erken teşhis edilebilirse hastanın
tam olarak tedavi edilmesi mümkündür. Farklı renklerde ve sınırları tam
olarak seçilemeyen benlerin melanoma dönüşme riski bulunmaktadır.
Cilt kanseri belirtileri
Farklı cilt kanserlerinin farklı belirtileri bulunmaktadır. Aşağıda türüne
göre, o cilt kanseri türünün en sık
görülen belirtilerini bulabilirsiniz.
Ancak her kişi için cilt yüzeyinde gözle görülür belirtiler aynı olmayabilir.
Bu nedenle cildinizde yeni lekeler,
benler ve yama şeklinde kızarıklıklar
oluştuğunda emin olmak için mutlaka bir doktora görünmeniz önerilir.
Ayrıca et benlerinin olası kanser riskine karşı düzenli aralıklarla kontrol
ettirilmesi kritik önem taşımaktadır.
Melanom Belirtileri: Cilt yüzeyinde
yeni bir leke veya mevcut bir lekenin
şeklinin, renginin ve büyüklüğünün
değişmesi olarak kendini belli edebilir. Cildin normalde güneş ışığına maruz kalmadığı bölümlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Melanomun bir
diğer türü olan “nodular melanom”da
ise cilt yüzeyinde oluşan lekeler daha
çok kabartı ve kubbe şeklindedir. Bir
süre sonra bu kabartı şeklindeki lekelerde kanama ve kuruma görülebilir.
Genellikle pembe ve kırmızı, daha
nadiren de kahverengi ve siyah olarak görülürler. Uzun süreler güneş
ışığına maruz kalmak, korunmasız
güneşe çıkmak, genetik özellikler
melanom’un başlıca nedenleri arasındadır. Ayrıca renkli gözlü ve açık
tenli insanlarda melanom görülme
oranı daha yüksektir.
Bazal Hücreli Cilt Kanseri Belirtileri: Çoğunlukla soluk kırmızı renkte, kuru ve
pullu kabartılar şeklinde görülür. Bu
kabartılar ülserleşebilir ve tamamen
iyileşmeleri mümkün olmayabilir. Bu
lekeler sıklıkla cildin güneşe maruz
kaldığı bölgelerde ortaya çıkarlar ve
zaman içinde büyürler.
Skuamöz Hücreli Cilt Kanseri Belirtileri: Bu cilt kanseri türü kendini cilt
üzerindeki sertleşmiş, kırmızı ve kolay kanayan lekelerle belli eder. Lekeler kuru olabilir ve ülserleşebilir.
Çoğunlukla 50 yaş üzeri yetişkinlerde
görülür.
Benlerin Kansere Dönüşümü: Meloma
bazı durumlar bir benden başlayabilir. Ben üzerinde kabuklanma var-
sa, ben değişik renk tonlarındaysa,
kanama ve kaşıntı varsa, asitmetri
ve benin kenar hattında düzensizlik
varsa, ben çevresinde kızarıklık oluşuyorsa ve üzerinde kıllanma artışı
varsa kontrol ettirilmelidir. Eğer bende bu değişimlerin biri veya birkaçı
varsa ben cerrahi müdahale ile çıkarılır ve patolojik olarak incelenir.
Cilt kanseri belirtileri için bir genelleme yaparsak, cilt üzerinde daha önce
bulunmayan leke, kabartılar, yan
yana küçük kitleler, kanama ve ağrı
yapabilen yeni oluşumlar cilt kanseri
belirtisi olarak kabul edilebilir. Tabii
bu lekeler ya da kabartılar mutlaka
kanser nedeniyle değil, güneşin, ilerleyen yaşın veya diğer faktörlerin etkisiyle de ortaya çıkabilir. Ancak tedbiri elden bırakamamak için bu tip
lekelerin kontrol edilmesi önemlidir.
Cilt kanseri hakkında gerçekler ve yanlış
bilinenler
Solaryumda bronzlaşmak daha sağlıklı: Yanlış. Solaryum tüm cilt kanseri türleri açısından daha yüksek risk
taşımaktadır. Yüksek basınçlı güneş
lambaları normal güneş ışınlarından
12 kat daha fazla UVA (ultraviyole A
ışını) yaymaktadır.
Güneş bulutlu günlerde cilde herhangi bir zarar vermez: Yanlış. Güneşin, ciltte hasara yol açan UV
ışınlarının %80’i buluttan ve sisten
geçebilmektedir.
Koyu tenli cildi olanlar cilt kanseri olmaz: Yanlış. Evet, açık tenliinsanlarda
cilt kanseri görülme oranı koyu tenli
kişilere göre daha yüksektir ancak bu
koyu tenli insanlarda hiç cilt kanseri
görülmediği anlamına gelmez.
50 koruma faktörlü güneş kremi kullandığım için güneş cildime zarar
veremez: %100 doğru değil çünkü
kullandığınız güneş kremi sadece
güneşin UVB ışınlarını önlüyorsa cilt
kanserine yol açabilen UVA ışınlarına
karşı korumasız olabilirsiniz.
Kendi kendine cilt kontrolü nasıl yapılır?
Kanserin cilt üzerindeki belirtileri vü-
cudun her bölgesinde görülebileceği
için düzenli aralıklarla tüm cildinizi
kontrol etmelisiniz. Boy aynası cildin
büyük bir bölümünü görebilmek için
etkili olabilir. Sırtınızı ve vücudun
arka kısmını ise yine boy aynası karşısında, elinizde tutacağınız küçük bir
ayna ile gözden geçirebilirsiniz. Tüm
kıyafetlerinizi çıkarın ve bulunduğunuz odanın küçük lekeleri görebilecek kadar aydınlık olduğundan emin
olun. Boy veya el aynasıyla göremediğiniz bölümler için bir aile bireyinden veya bir arkadaşınızdan yardım
alabilirsiniz.
Güneşten korunmak için nasıl bir güneş
kremi seçmeli?
Güneş kremi seçiminden önce güneşin cilde zarar veren ve cilt kanserine
neden olabilen UVA ve UVB ışınları
hakkında kısa bilgi verelim. Uzun dalga UVA ışını ciltte kalıcı etkiye neden
olan, cildi yaşlandıran ve cilt kanserine yol açabilen ultraviyole ışınıdır.
UVB ise kısa dalga ultraviyole ışınıdır
ve güneş yanığına, cilt hasarına ve
UVA gibi cilt kanserine neden olabilir.
Güneş kremi ambalajı üzerinde bulunan “SPF” Güneşten Koruma Faktörü
(Sun Protection Factor) anlamına gelir. SPF ne kadar yüksek olursa (örneğin 50 SPF) kremin koruyucu etkisi o
kadar fazladır. Örneğin hiç krem kullanmadığınızda cildiniz güneşte 20
dakika içinde kızarmaya başlıyorsa,
SPF 50 krem ile bu süre 50 kat uzar.
Seçeceğiniz koruma faktörlü güneş
kremi her iki ultraviyole (UVA ve UVB)
ışınına karşı koruma içermelidir. Bu
bilgileri kremin ambalajı üzerinde
bulabilirsiniz.
Güneş kremleri cilde sürülürken çok
yedirilmemelidir ve cilt yüzeyinde bir
tabaka oluşturacak şekilde sürülmelidir. Her ne kadar bazı kremler “su
geçirmez” veya “sudan etkilenmez”
ibareleriyle satılsa da denize girip
çıktıktan sonra yeniden güneş kremi
sürülmelidir. Denize girmeseniz bile
güneşten en çok etkilenen burun,
omuzlar, ayak üstleri gibi bölgelerdeki kremi, düzenli aralıklarla tazelemelisiniz.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
63
sağlığımıziçin
SONBAHAR
KRONİK HASTALIKLARI TETİKLEYEBİLİR
Mevsim geçişlerinde bazı hastalıklar
nüksederken bazıları da şiddetini
artırabilir
İnsan vücudunu ve sağlığını etkileyen en önemli nedenlerden biri de
sıcak-soğuk değişimleridir. Ani değişen hava şartları ve kısa süreli ısı farklılıkları vücudun bu duruma alışmasını zorlaştırır. Bu durumda vücudun
strese girmesine yol açarak savunma
sistemini zayıflatabilir. Özellikle mevsim geçişlerinde bazı hastalıklar ilerleyebilir.
Kalp, hipertansiyon ve şeker hastaları
gribe dikkat!
Sonbahar-kış aylarında vücudun direncinin düşmesi sonucu gribal salgınlara daha sık rastlanır. Grip virüsleri birçok insanı etkilemesinin yanı
sıra özellikle kronik hastalığı olan
kişiler için daha fazla risk oluşturur.
Grip virüsü; kalp hastalığı, hipertansiyon ve şeker gibi kronik hastalık
64
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
grubunda çok daha hızlı ilerleyerek
zatürreye dönüşebilir. Hatta zatürre
ilerleyen zaman içerisinde ağırlaşarak, ölüme sebep olabilir. Bu nedenle
kronik hastalığı olan kişilerin mevsim
değişikliklerine çok dikkat etmeleri
gerekir.
İnsan vücudunun ihtiyaç duyduğu
normal ısı seviyesi 37,5 derecedir.
Beynimizin ortasındaki merkezde,
vücut sıcaklığını ayarlayan ısı düzenleyiciler bulunur. Bu merkez, dışarıdaki ısıyı kontrol altına alarak, vücudun sıcaklığını artırır veya azaltır.
Ancak ani hava değişimlerinde bu
merkez zorlanabilir.
Değişen sıcaklık depresyona yol açabilir
Dışarıdaki sıcaklığı hissetmek ve algılamak her insanda farklılık gösterir.
Fizyolojik nedenlere psikolojik etkenler eklendiğinde, hissedilen sıcaklık
kişiden kişiye göre değişebilir. Ani
değişen sıcaklık ve nem oranı yüzünden kişilerde uykusuzluk, halsizlik,
yorgunluk ve depresyon görülebilir.
Ayrıca psikolojik ve hormonal dengeler de bozulabilir.
Mevsim geçişlerinde önce onlar tepki
gösterir
Mevsim geçişlerinde sıcaklık normalin üzerinde olduğunda öncelikle
deri, böbrekler ve akciğerler tepki
gösterir. Deri sıcaklık seviyesi arttığında terleyerek vücut ısısını dengede tutmaya çalışırken, böbrekler
vücuttaki su oranını korumak için
idrar üretmez. Akciğerler de vücuttaki suyu buharlaştırarak dışarıya atar.
Aniden soğuyan havalarda ise vücut
dengesinin korunabilmesi için ısı düzenleyici merkezin enerjiye ihtiyacı
vardır. Bu nedenle mevsim geçişlerinde sağlıklı ve düzenli beslenmek,
mevsime uygun kıyafetler giymek oldukça önem taşır. Ayrıca kronik hastalığı olan kişilerin de beslenme ve
uyku düzenine, vitamin takviyelerine
daha fazla önem vermesi gerekir.
Aşırı stresli ve heyecanlı kişiler
hastalanmaya daha müsait
Mevsim değişiklikleri her insanda
farklı etkiler yaratır. Günlük yaşamın akışı kadar vücudun bu duruma uyum sağlaması da mevsimlere
bağlıdır. Bazı insanlar bu durumdan
etkilenmezken bazıları ise psikolojik
ve fizyolojik sorunlar yaşayabilir. Aşırı
stresli, heyecanlı ve sinirli kişiler mevsim geçişlerinde kendilerini fiziksel
olarak daha güçsüz hisseder. Bunun
sonucunda da vücutları daha çabuk
tepki gösterir ve hastalanmaya daha
müsait olurlar.
depresif bir hal alabilir. Özellikle iş
ve özel hayatlarında sıkıntı yaratacak
durumlara bile yol açabilir.
Ofis ortamında veya fiziksel aktivite
gerektiren işlerde çalışan insanlar
için de aynı durum geçerlidir. Bu kişiler genellikle sonbahar ve kış aylarında yataktan yorgun ve bitkin kalkarlar. Mevsim değişimi yüzünden
yaşanılan iç sıkıntısı ve mutsuzluk iş
hayatlarında adaptasyon güçlüğü,
enerji azalması ve dikkat dağınıklığına sebep olur. Hızlı ve stresli yaşam
koşulları da bu durumu tetikler.
Yaşlılar, hamileler ve çocuklar risk altında
Tiroid bezinde çalışma düzensizlikleri
oluşabilir
Mevsim geçişlerinde bazı hormonal
değişimler de yaşanabilir. Bu değişimlerle beraber iştahta artış da
görülür. Bu sebeple değişen hava
şartları ve günlerin uzamasına bağlı olarak beslenme alışkanlıklarının
tekrar gözden geçirilmesi gerekir.
Aşırı kilolu insanlar özellikle bu dönemlerde daha özenli davranmalıdırlar. Mevsim değişimleri ayrıca tiroid
hastalarını da olumsuz yönde etkiler.
Sıcak-soğuk hava geçişleri yüzünden
yaşanan rehavet, yorgunluk, stres ve
gerginlik sonucu tiroid bezinde çalışma düzensizlikleri görülebilir.
İş hayatını da etkiliyor
Mevsim geçişleri ruhsal dengemizde
de değişimlere neden olur. Güneşi
etkisini yitirmesi ve günlerin kısalarak erkenden kararması daha fazla
duygulanmalara neden olur. Böylelikle kişi depresyona daha kolay girer.
Mevsimsel değişime bağlı yaşanan
depresyon insandan insana farklılık
gösterir. Bazı kişilerde daha hafif seyrederken bazılarında ise bu durum
Kronik hastalığı olan kişilerin mevsim
geçişlerinde bağışıklık sistemi daha
zayıf olur. Bu nedenle diğer insanlara
göre hava değişimlerinden daha çabuk etkilenirler. Aynı durum yaşlılar,
hamileler ve çocuklar için de geçerlidir.
Kronik hastalar sürekli kontrol altında
olmalı
Kronik hastalarda ısı kontrol merkezi oldukça zorlanır ve ısı değişimine
karşı daha fazla hassas olurlar. Tansiyon, kalp ve böbrek hastalarının beslenmelerine özellikle dikkat etmeleri
gerekir. Bol su tüketmeleri ve ilaçlarını düzenli almaları şarttır. Sıcaklık
nedeniyle aşırı terlemek sodyum ve
potasyum kaybına yol açacağından
kalp hastalarında el uyuşukluğu
olabilir. Bu yüzden kalp hastalarının
düzenli olarak elektrolit ölçümlerini
yaptırmaları önerilir.
65 yaş ve üzeri kişiler dikkatli olmalı
Mevsim geçişleri, kronik hastalıkları
tetikleyebildiği gibi belli yaş gruplarındaki insanlarda da olumsuz etkiler
yaratabilir. Özellikle çocukların ve 65
yaş üzeri kişilerin daha dikkatli olmaları gerekir. Çocukların ve yaşlıların
bağışıklık sistemi mevsimsel ısı değişimlerinde daha zayıftır. Bu sebeple
bakteri ve virüs hastalıklarına yakalanma oranları yüksektir. Mevsime
uygun korunma önlemleri alınmazsa
uzun süren ve tekrar eden solunum
yolu hastalıklarına yakalanma riski
artabilir.
Düzenli spor yapmak da bağışıklık
sistemini güçlendirir
Mevsim geçişlerini rahat atlatabilmek için bazı önlemler
alınabilir. Öncelikle beslenme ve uyku düzenine çok
dikkat edilmelidir. Vitamin
ve mineral yönünden zengin
yiyecekler
tüketilmelidir.
Bol su içilmeli, sigara ve
alkolden uzak durulmalıdır. Eğer kapalı bir mekânda
bulunulacaksa ortamın temiz
olduğundan ve iyi havalandırıldığından emin olunmalıdır.
Strese sebep olan durumlardan kaçınılmalıdır. Düzenli
spor yapmak da bağışıklık
sistemini güçlendirir.
Kronik hastalar sürekli kontrol altında olmalıdır. Özellikle yaz aylarına
girerken ve yaz sonunda uzman bir
hekime başvurarak kan kontrolleri,
keratin ve üre testlerini yaptırmaları
gerekir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
65
sağlığımıziçin
AMYOTROFİK LATERAL SKLEROZ
(ALS) NEDİR?
Son günlerde ülkemizden ve dünyadan ünlü isimlerin katıldığı, ALS hastalığına dikkat çekmek için başlatılan
“ice bucket challange” etkinliği ile
ALS hastalığının ismi herkesçe bilinir
hale geldi. Peki nedir bu ALS?
Amyotrofik lateral skleroz (ALS), aynı
zamanda motor nöron hastalığı olarak da anılan, merkezî sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen
bölgede motor sinir hücrelerinin
(nöronlar) kaybından ileri gelen bir
hastalıktır. Bu hücrelerin kaybı kaslarda güçsüzlük ve erimeye (atrofi) yol
açar. Ayrıca erken ya da geç hareketin
birinci nöronu da hastalanır. Zihinsel
fonksiyonlar ve bellek ise bozulmaz.
Kaslardaki zayıflık ellerde ya da bacaklarda, ağız-yutak bölgesinde ya
da dilde başlayabilir ve sürekli iler-
66
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
leyerek yayılır. Bu yayılma “bulber”
alandaki kasları da tutabileceği için
konuşma ve yutma güçlüğüne neden olabilir. İleri evrelerinde solunum
yetersizliğine de yol açabilir.
ALS dünya çapında en sık görülen
nöromüsküler, yani hem kas hem
de sinir ile ilgili olan, dünya çapında
her ırktan birçok insanı etkilemiş, en
önemli hastalıklardan biridir. Her yıl
dünyada, ortalama olarak her yüz bin
kişide 1 veya 2 ALS vakasına rastlanır. Hastalık genellikle 40-60 yaşları
arasında insanlarda görülse de daha
genç veya yaşlı olan kişilerde de bu
hastalığın görüldüğü olmuştur.
Bilim insanları ALS’nin kesin olarak
nedenini bulamamakla birlikte bu
hastalığa ait çok çeşitli risk faktörleri
gösterilebilir. Araştırmacılar, bağışık-
lık sisteminde anormalliğe yol açan,
DNA’nın yapısını ve enzim sisteminin
işleyişini bozan, nörotoksik özellik
gösteren bir virüsten şüphelenmektedir. Ailesel ALS’de genetik bir özelliğin neden olduğu tahmin edilse de,
ALS’nin diğer türü olan seyrek ALS’de
genetik bir nedene rastlanmamıştır.
Belirtileri
ALS’ye dair ilk belirtiler genellikle
fark edilmez ya da gözden kaçar. İlk
belirtiler, kaslarda seğirme, titreme,
kas zayıflığı sonucunda kolların veya
bacakların etkilenmesidir. Bu tür belirtilerin zamanla artması sonucunda
ALS hastalığı ortaya çıkar. ALS’nin belirtileri sonucunda vücutta hangi kas
etkilenmekteyse o kısım ilk olarak
zarar görür. Hastaların % 75’inde ilk
belirtiler, kol ve bacak kaslarında görülmüştür. Bu vakaların bazılarında
hastalık önce bacaklardan bir tanesini etkilemiş ve hastalar da bunu ilk
olarak yürürken veya koşarken sendeledikleri sonucu keşfetmişlerdir.
Bazı vakalarda ise hastalık ilk olarak elleri ve kolları etkilemiştir. Bu
tür hastalar da, hastalığı el becerisi gerektiren düğmeye basma, yazı
yazma, anahtarlar ile kapı açma gibi
basit işleri yapamamaları sonucu fark
etmişlerdir. Bu hastalığa yakalanmış
hastaların yaklaşık %25 kadarında
daha farklı belirtiler görülmüştür.
Bunlardan en önemlisi konuşma zorluğu ve net konuşamamadır. Bu tür
hastaların konuşmaları anlaşılmayacak derecede karmaşıktır. Ayrıca,
burunla ilgili sorunlar ve zamanla konuşma sesinde düşüklük de ilk belirtilerin arasında görülebilir. Çiğneme
bozuklukları ve dilin hareketinin zorlaşması da izleyen belirtilerdir. Dilin
hareketinin sınırlanması sonucunda
nefes borusu tıkanabilir ve bundan
başka ilerleyen durumlarda da tam
anlamıyla konuşma kaybı görülebilir.
Hastalığın ilk aşamasında kasların
etkilenmesinden sonra, ilerleyen
aşamalarda hastalığın tüm vücudu
etkilediği görülür. Hastaların hareket edememesi, konuşamaması
ve sözcükleri telaffuz edememesi
(dysarthria), yiyecekleri çiğneyememesi (dysphagia) bu duruma örnek
gösterilebilir. Üst motor nöronlarının
hasar görmesi sonucu kaslarda sertleşme (spastisite) ve abartılı refleksler denen hyperrefleksiya durumu
görülür. Babinski işareti denen abartı
bir refleks de (ayak başparmağının
anormal bir biçimde şişmesi şeklinde
olur) üst motor nöronlarının hasar
gördüğünü gösterir.
Alt motor nöronlarının da hasar
gördüğü kaslarda oluşan zayıflık ve
kramp gibi belirtiler sayesinde anlaşılır. Kasların deri altından da istemsiz
olarak titremesi de önemli bir belirtidir. Hastalığın görüldüğü kişilerin
%15-45 lik bir bölümünde pseudobulbar etki denen bir belirti görülür.
Bu belirtide hastalar gülme ağlama
gibi davranışlarını kontrol edemezler.
Bu etki, duygusal istikrarsızlık olarak
da bilinir.
Teşhis
ALS hastalığının kesin teşhisinin konulması için bir test bulunmasa da,
üst ve alt motor nöronlarından tek
bir kol veya bacak kasına gelen sinyaller hastalığın tanısında çok belirleyici olmaktadır. ALS’nin ana belirtileri kaslara gelen sinyaller olsa bile
doktorlar yine de birçok test yaparlar.
Bu testler sonunda, doktor hastaya
ait bütün medikal bilgileri elde eder.
Hastanın medikal geçmişinin öğrenilmesinden sonra doktor bu hastalık
nedeniyle, hastada oluşan değişiklikleri, örneğin kaslardaki zayıflamaları,
reflekslerdeki değişiklikleri öğrenip
hastalığın düzeyini ve durumun ne
kadar kötü olduğunu anlayabilir.
ALS’nin belirtileri tedavi olasılığı
daha yüksek olan birçok başka hastalıkla benzer olabilir. Birçok uygun
test yapılarak hastalığın niteliği anlaşılabilmektedir.Bu testlerden biri de
elektromiyografi (EMG)’dir. Bu yöntem kasların elektriksel aktivitesini
kaydeden özel bir tekniktir. EMG’nin
kesin sonuçları hastaya tam olarak
ALS tanısının konmasında etkili olmaktadır. Bir başka test yöntemi de
sinir iletim hızının (NCV) ölçülmesidir. Bu testin sonuçlarındaki anormallikler, ALS olduğu şüphelenilen
hastanın, örneğin peripheral neuropathy olduğunu (çevresel sinir sisteminin hasar görmesi durumu) veya
miyopati (kas hastalığı) olduğunu
ifade edebilir. Doktor manyetik rezonans görüntülenmesi yöntemi testini
de isteyebilir. Testin amacı, manyetik
alanda radyo dalgalarını hastanın
beynine ve omuriliğine göndererek
bu bölgeler hakkında ayrıntılı görüntüler almaktır.
Hastalık üzerine yapılan çalışmalar
ayrıca motor nöron dejenerasyonunda glutamat’ın rolünü belirlemeye
de yoğunlaşmıştır. Glutamat beyinde yer alan, nörotransmitter madde
adı verilen, mesaj taşıma görevi olan
kimyasal bir maddedir. Bilim insanlarının araştırması sonucunda sağlıklı
insanlar ve ALS hastaları arasında
yapılan bazı karşılaştırmalarda; kanın
plazmasında ve omurilik sıvısında
bulunanan glutamat seviyelerinin,
hastalarda daha fazla olduğu görülmüştür. Laboratuvar çalışmaları, ortamda çok fazla glutamat olmasının,
sinir hücrelerinin ölümüne neden ol-
duğunu kanıtlamıştır (eksitotoksisite). Günümüzde bilim insanları, fazla
glutamatın omurilik sıvısında hangi
mekanizmalarla oluşturulduğunu ve
bu dengesizliğin ALS’nin gelişimini
nasıl etkilediğini anlamaya çalışmaktadır. Astrositlerin nöronlar tarafından sarılı olan ekstrasellüler sıvıdaki
glutamatı etkisiz hale getirememesi,
glutmata bağlı olan nöro dejenerasyonunun (sinir hücrelerinin bozulması) bir sebebi olarak gösterilmiştir.
Riluzole onaylı tek ALS ilacıdır ve glutamat taşınımı olan bölgeleri hedef
alır. Bu ilacın, hastalığın ana nedeni
olmayan glutamat ile ilgili bir şeyleri
değiştirmesi hastalara moral kaynağı
olmaktadır.
Vücudun bağışıklık sisteminin normal hücrelere saldırması ile autoimmün sisteminin buna yanıt vermesi
de motor nöron dejenerasyonun olası bir nedenidir. Bazı bilim insanları,
antikorların doğrudan veya dolaylı
olarak motor nöronların fonksiyonlarını zayıflattığı hakkında bir teori
ileri sürmüştür. Buna göre, antikorlar
beyin ve kaslar arasındaki sinyal iletimini etkilemektedir. Son bulunan
bilgilere göre, hastalığın ileri seviyelerinde sinir sisteminin bağışıklık
hücreleri olan Microglia’ların ön plana çıktığı görülmüştür.
Araştırmacılar ALS’nin nedenlerini araştırırken zehirli ve bazı zararlı
çevresel faktörleri de araştırmışlardır.
Diğer araştırmalar da travmanın ve
beslenme eksikliklerinin olası etkilerini incelemiştir. Fakat, hala bu faktörlerin ALS’nin nedeni olabileceğine
dair yeterli kanıt yoktur.
Tedavisi
ALS için henüz bir tedavi bulunamamıştır. Fakat Amerika Gıda ve İlaç
Yönetim kuruluşu (FDA) hastalık için
geliştirilen ilk ilaç olan Rilutek’i (Riluzole) onaylamıştır. Rilutek’in, glutamat seviyesini azaltarak motor nöronlarının gördüğü hasarı azalttığına
inanılmaktadır. Bu ilacın ALS hastalarının ömrünü birkaç ay kadar uzattığı
görülmüştür. Hatta bazı durumlarda
daha uzun süreli faydaları da olmuştur. İlacın ayrıca hastaların solunum
sistemi için gerekli olan desteği alma
süresini geciktirdiğine de rastlanmıştır. Rilutek, motor nöronlarının aldığı
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
67
hasarı geri döndürmez. Fakat yine de,
yeni bulunan ilaçların bir gün ALS’nin
gelişimini çok daha yavaşlatacağı öngörülmektedir.
ALS için geliştirilen diğer tedavi
yöntemleri de hastaların daha iyi bir
hayat sürmesini ve hastalığın semptomlarını hafifletmeyi amaç edinmiştir. Destekleyici olan diğer yöntemlerden en etkilisi, doktorun, eczacının,
fizyoterapistin, beslenme uzmanının
ve hemşirelerin hasta için beraber çalıştığı yöntemdir. Hasta bakıcı ve hastanın birlikte çalışarak bir takım oluşturması sonucu bu takım hastanın
daha rahat bir hayat sürdürebilmesi
için bazı bireysel planlar tasarlayabilir, oluşturulan bu medikal ve fiziksel
tedavi yöntemleri bazı özel aygıtlar
ile uygulanabilir. Örneğin,hasta özel
bir alet yardımı ile hareketli duruma
getirilir ve hastanın olabildiğince rahat olması sağlanır.
viyi destekleyici teknolojinin yardımı
ile hastanın özgürlüğü artırılabilir ve
ayrıca hastalığın seyri sırasında hastanın güvenliği sağlanabilinmektedir. Yürüme, yüzme, antrenman bisikleti gibi hafif aerobik egzersizleri ile
hastalıktan etkilenmemiş olan kaslar
ve hastanın kalp sağlığı güçlendirilebilir, aynı zamanda hastanın yorgunluk ve depresyonla olan mücadelesi
desteklenebilir. Esneme ve hareket
alıştırmaları ile de hastanın kaslarının sönmesinin önüne geçilebilir ve
spastisitenin verdiği acı azaltılabilir.
Fizyoterapistler hastaları zorlamayan
bu tipte egzersizlerin faydalı olduğunu belirtmekte ve önermektedir. Bazı
terapistler de, destek ayakları, yürütücü, tekerlekli sandalye gibi aletler
önermiştir. Bunun nedeni de hastaların hareketli kalmalarını sağlamaktır.
Doktorlar hastalara, kondisyon artırma, kas kramplarını azaltma, fazla tükürük salgılanmasını azaltma,
spastikliği kontrol altına alma amacı
ile bazı tedaviler uygulayabilir. Ayrıca
hastaların depresyonu, ağrısı, uyku
bozukluğu, kabızlığı gibi sorunları
için de ilaçlar bulunmaktadır. Eczacılar, düzenli kullanım için bazı ilaçlar
önerebilir ve böylece kullanılan ilaçlardan dolayı oluşabilecek ilaç etkileşimlerini engelleyebilir.
Konuşmada zorluk çeken ALS hastaları da konuşma uzmanlarından yardım alabilir. Hastalar bu profesyonel
kişilerin yardımı ile daha yüksek sesli
ve net konuşma tekniklerini öğrenebilirler. Uzmanlar bazı durumlarda
konuşma kolaylığı açısından teknolojik aygıtlar da önerebilmektedirler.
Örneğin; ses artırıcı, harf tahtaları...
Bu tür cihazlar hastalara uzun süreli
konuşamadıklarında, bazı sesleri çıkaramadıklarında yardımcı olmaktadır. Bu cihazların kontrolü, parmak,
kafa, göz oynatma gibi küçük fiziksel
hareketler ile sağlanmaktadır.
Fizyoterapinin uygulanması ve teda-
Hastalar, konuşma ve beslenme uz-
manlarından yemek öğünlerini planlamaları hakkında bilgiler almaktadır.
Örneğin, gün içinde yenilen yiyecekler ve kalorileri, yiyeceklerin çiğnenmesi, sıvı gıda alımı konuları hastalar için oldukça önemlidir. Hastalar
boğulmayı engelleme adına, fazla
tükürüğü atma amacı ile bazı emme
cihazları kullanmaya başlayabilir.
Doktorlar, hasta eğer artık dışarıdan
aldığı besinler ile yeteri kadar beslenemiyorsa, direkt olarak hastanın
midesine bir besleme tüpü yerleştirebilir.
Solunuma yardımcı olan kasların zayıflaması görüldüğünde, gece kullanılan solunum desteği aparatı kullanılarak, hastanın uyku sırasında soluk
alışverişine yardımcı olunabilir. Bu tür
cihazlar hastanın akciğerlerini yapay
olarak dışarıdaki hava ile doldurur.
Cihaza hava sağlayan bu dış kaynaklar, hastanın yüzüne ve başına entegre edilir. Hastanın akciğerleri oksijen
ve karbondioksit seviyelerini dengeleyemez duruma geldiğinde bu tür
cihazlar sürekli kullanılabilir.
Sosyal çalışıcılar ve hemşireler, özellikle hastalık son aşamada iken, hastalara ve ailelerine tıbbi ve manevi
olarak yardım etmektedir. Ev hemşireleri sadece medikal anlamda yardım etmezler. Aynı zamanda, hastayı
beslemeyi, uygun bir şekilde hareket
ettirmeyi, hastanın solunum cihazlarını takıp çıkarmayı öğreterek hastaya bakanlara yardım eder.
sağlığımıziçin
FAZLA ŞEKER TÜKETİMİ
ERKEN YAŞLANDIRIYOR
Çikolatadan kahvaltılık gevreklere, salata soslarından, pirinç ve beyaz una kadar akla
gelebilecek her besinde bulunan şeker, diyabetten erken yaşlanmaya kadar pek çok olumsuz
etkiye neden oluyor. Bu nedenle şeker tüketiminin özellikle kişisel önlemler alınarak azaltılması
gerekiyor. Dâhiliye Bölümünden Prof. Dr. Birsel Kavaklı, şekerin insan vücuduna verdiği
zararlar ve alınması gereken tedbirler hakkında bilgi verdi.
Günde en fazla 8 kesme şeker tüketilmeli
Şeker sadece balda, pekmezde, reçelde bulunmamaktadır. Gün boyu
tüketilen meşrubat, süt, yoğurt, ekmek, bisküvi, galeta gibi birçok besinde de fazla miktarda yer alır. Şeker
kaynağı olarak yediğimiz karbonhidratlar günlük diyetimizin yüzde
55-60›ını oluşturmalıdır. Diyabetik
olmayan kişiler de günlük olarak toplamda en fazla 8 kesme şeker kadar
şeker tüketmelidir. Tadı şekerli olan
her gıdada basit şeker vardır. Bunlardan kaçınmak, günlük şeker ihtiyacımızı karşılamak için kompleks karbonhidratlardan yararlanmak daha
doğrudur. Kompleks karbonhidratlar
lif de içermektedir. Bunlar arasında
bakliyat grubu başta gelmektedir.
Sağlıklı beslenmek için işlenmemiş
tahıl ürünleri tercih edilmelidir.
Tatlı öncesi ve sonrası egzersiz
Mutlaka şekerli bir ürün tüketilmek isteniyorsa, yemeklerin ardından küçük
porsiyonlar olarak tüketmeye özen
gösterilmelidir. Bunun öncesinde ve
sonrasında yapılan egzersizler yüksek
kalorili olan bu ürünlerin zararlarını
azaltmada faydalı olabilir. Ancak diyabetik olanlara hipoglisemi nöbeti
dışında şeker önerilmemektedir.
Meyveden alınan şeker yeterlidir
Sağlıklı bir beslenme düzeninde
günde 3 porsiyon meyve tüketimi
uygundur. Meyve şekerinin hızla kan
70
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
şekerini yükseltmemesi için meyvenin yanında süt, ayran, yoğurt veya
kepekli bisküvi önerilmektedir.
Yemek sonrası şekerleme aşırı şekerden
olabilir
Çok miktarda şeker ve tatlı tükettikten sonra bazı kişilerde yorgunluk
halsizlik olabilir. Bunun ardından kısa
bir uyku; yani halk arasında denildiği
gibi şekerleme yapma isteği doğabilir. Ancak bu tür bir durumla karşı
karşıya olan kişilerin diyabet açısından taranması gerekir. Bu bireylerde
Postprandiyal hiperglisemi; yani yemek sonrası şeker yükselmesi görülebilmektedir.
Anlık rahatlama sağlayan tatlılar
mutsuzluğa götürebilir
Tatlının hem biyolojik hem de davranışsal açıdan rahatlatıcı etkisi vardır.
Fakat tatlının beyinde bağımlılık yaratan etkisi, şekerli besinler yenmediği zaman mutsuzluk da yaratabilmektedir. Kişi genellikle rahatlamak
istediği zaman hemen şekerli olan
tatlı ve çikolataya saldırıp ihtiyacından çok daha fazlasını da tüketebilir. En ufak bir moral bozukluğunda
gerektiğinden fazla tatlı yemek ve
ardından gelen kilo alımı pişmanlık
yaşamanıza neden olacaktır. Bu da
tatlının anlık rahatlatıcı etkisini mutsuzluğa dönüştürecektir.
Esmer şekere de dikkat!
Esmer şeker; şeker kamışı ya da şeker
pancarının ikinci şurubundan doğal
olarak elde edilir. Rafine edilmediği
için glisemik indeksi beyaz şekere
oranla daha düşüktür; ancak buna
adlanılmamalıdır. Çünkü sıralamada
beyaz şekerden hemen sonra gelir. Hatta esmer şeker kristallerinin
daha küçük olmasından dolayı daha
fazla sıkıştırılmaktadır. Kısacası aynı
hacimde esmer şeker, beyaz şekere
oranla daha yüksek kalorili olabilmektedir. Örneğin; 1 tatlı kaşığı esmer şeker 48 kaloriyken, 1 tatlı kaşığı
beyaz şeker 45 kaloridir.
Şeker tüketimini azaltmak için 5 neden
• Şeker kalp-damar hastalıkları ve
diyabet riskini artırmaktadır.
• Cilt sıkılığını, elastikiyetini sağla-
yan ve deri hücrelerinin sürekli yenilemesine yardımcı olan kolajen
dokunun azalması, yaşlanan deride kırışıklığı artırmaktadır.
• Şekerin fazlası direkt olarak kana
karışır ve yağa çevrilir. Bu yağ vücudun belli organlarında birikir.
Son zamanlarda da çok fazla görülen karaciğer yağlanmasına sebep olur. Karaciğer yağlanması da
uzun dönemde sindirim bozukluğuna yol açmaktadır.
• Yüksek
şeker
Prof. Dr. Birsel Kavaklı
dikkat eksikliği, konsantrasyon
bozukluğu, hafıza kapasitesi düşüklüğü ve öğrenme güçlüğü yapabilir. İleri dönemlerde ise kandaki yüksek şeker oranı ile hücre
içi ile dışı arasındaki geçiş bozularak yıpranma hızlanır. Bunu önce
periferik sinirler daha sonra beyin
izler.
• Şeker sadece kilo artışına neden
olmaz, metabolik hastalıkları da
tetikleyerek böbrek, göz, kalp gibi
her organı olumsuz etkileyebilmektedir.
seviyesi
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
71
kampus
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
Ülkemizin yüz ölçümü bakımından
ikinci büyük şehri olan Sivas’ta, Cumhuriyet kuruluşunun 50. yılı anısına 9
Şubat 1974 tarihinde kurulan Cumhuriyet Üniversitesi, bünyesinde 16
fakültesi, 5 yüksekokulu, 14 meslek
yüksekokulu, 4 enstitüsü ve 1 Türk
müziği devlet konservatuarı, 22 araştırma ve uygulama merkezi ve 1.677
akademik personeli,1777 idari personeli ile 2014 yılı kayıtlarıyla birlikte
toplam 48.877 öğrencisi eğitim-öğretim faaliyetlerini eğitimin evrensel değerlerde olması için çaba sarf
ederek; ülke gençliğini yetiştirmede
ve insan kaynağını şekillendirmede
öncü bir kurumudur.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilanı sürecinde taşıdığı öneme
haiz olarak Sivas ili için “ Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yer” nitelemesinde bulunmuştur. Bugün
Cumhuriyet Şehrinin yegâne üniversitesi olan Cumhuriyet Üniversitesi
gelişen, büyüyen yapısıyla, ozanlar,
âşıklar yurdu Sivas’tan bölgeye açılan
güvenilir, çağdaş bir eğitim kurumu
olduğunu kanıtlamıştır.
Kuruluşunun 40. yılında Cumhuriyet
Üniversitesi köklü geçmişi, çağdaş,
72
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
ilkeli ve modern eğitim anlayışı ile
bölgenin önde gelen üniversiteleri
arasında yerini almıştır. Bilim, hizmet
ve teknoloji üreten, üretilen hizmet
ve teknolojiyi toplum yararına sunan
bireyler yetiştirme misyonunu üstlenen Cumhuriyet Üniversitesi’nin
vizyonunda ise tercih edilen, öncü,
yenilikçi bir üniversite olmak, Sivas’ın
ve bölgenin kalkınması, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişimine katkı
sağlamak anlayışı vardır.
Bünyesinde bulunan enstitü, fakülte,
yüksekokul ve meslek yüksekokulları;
ENSTİTÜLER
• Fen Bilimleri Enstitüsü
• Sağlık Bilimler Enstitüsü
• Sosyal Bilimler Enstitüsü
• Eğitim Bilimler Enstitüsü
FAKÜLTELER
• Tıp Fakültesi
• Fen Fakültesi
• Edebiyat Fakültesi
• Mühendislik Fakültesi
• iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi
• ilahiyat Fakültesi
• Diş Hekimliği Fakültesi
• Eğitim Fakültesi
• Güzel Sanatlar Fakültesi
• Teknik Eğitim Fakültesi
• iletişim Fakültesi
• Sağlık Bilimleri Fakültesi
• Teknoloji Fakültesi
• Veterinerlik Fakültesi
• Eczacılık Fakültesi
• Mimarlık Fakültesi
YÜKSEKOKULLAR
• Beden Eğitimi Ve Spor Yüksekokulu
• Yabancı Diller Yüksekokulu
• Turizm işletmeciliği ve Otelcilik
Yüksekokulu
• Suşehri Sağlık Yüksekokulu
• Zara Veysel Dursun Uygulamalı Bilimler YO
KONSERVATUVAR
• Koyulhisar Meslek Yüksekokulu
• Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araş• Çocuk Koruma Uygulama ve Araş-
MESLEK YÜKSEKOKULLAR
Kuruluşundan günümüze kadar bünyesinde kurulan 22 adet araştırma
ve uygulama merkezleriyle eğitim,
kültür, sanat, çevre, teknoloji, bilişim
ve sağlık alanlarında hizmetler verilmekte, araştırmalar yapılmakta ve
kurslar düzenlenmektedir.
• Türk Müziği Devlet Konservatuarı
• Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
tırma Merkezi
tırma Merkezi
• Proje Koordinasyon Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Sivas Araştırmaları Uygulama ve
• Sivas Meslek Yüksekokulu
Araştırma Merkezi
•
Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygula• Cumhuriyet Meslek Yüksekokulu
• Tarım ve Hayvancılık Uygulama ve
ma ve Araştırma Merkezi
• Divriği Nuri Demirağ Meslek Yük- • Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Uy- Araştırma Merkezi
• Rehberlik ve Psikolojik Danışmansekokulu
gulama ve Araştırma Merkezi
lık Uygulama ve Araştırma Merkezi
• Yıldızeli Meslek Yüksekokulu
• Çevre Sorunları Uygulama ve • Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kay• Şarkışla Aşık Veysel Meslek Yükse- Araştırma Merkezi
nakları Uygulama ve Araştırma
kokulu
• Folklor Araştırmaları Merkezi
Merkezi
• Gürün Meslek Yüksekokulu
• Kangal Köpeği Araştırma ve Yetiş- • Yüksek İrtifa ve Spor Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Zara Ahmet Çuhadaroğlu Meslek tirme Merkezi
Yüksekokulu
• Radyo - Televizyon Araştırma ve • Türkçe Öğretimi Uygulama ve
Araştırma Merkezi
• Suşehri Timur Karabal Meslek Yük- Uygulama Merkezi
sekokulu
• Sağlık Hizmetleri Araştırma ve Uy- • Nanofotonik Uygulama ve Araştırgulama Merkezi
ma Merkezi
• Kangal Meslek Yüksekokulu
• Sanayi ve Ticaret İşbirliğini Ge- • Optik Bilimler Uygulama ve Araş• Gemerek Meslek Yüksekokulu
liştirme, Uygulama ve Araştırma
tırma Merkezi
• Hafik Kamer Örnek Meslek Yükse- Merkezi
• Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp
kokulu
• Recai Toydemir Sürekli Eğitim Yöntemleri Uygulama ve Araştırma Merkezi
Merkezi
• İmranlı Meslek Yüksekokulu
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
73
• İleri
Teknoloji Araştırma ve Geliştirme Uygulama ve Araştırma
Merkezi
Bu merkezler Üniversite-Sivas işbirliğini güçlendirmeyi, bilimsel
çalışmaları yönlendirmeyi ve toplumsal amaçlara hizmet etmeyi ilke
edinmiştir. Özellikle Sürekli Eğitim
Merkezi’nin(CÜSEM) düzenlediği sertifika programları ile gençlere meslek
edinme veya eğitimlerini geliştirme alanında imkânlar sunmaktadır.
Diğer bir önemli araştırma merkezi
olan Kangal Köpeği Araştırma ve
Yetiştirme Merkezi’nde de damızlık
kangal köpeği ırkının iyi örnekleri
yetiştirilmektedir. Yeni kurulan Sivas
Araştırmaları Merkezi (CÜSAM), Nanofotonik Araştırma ve Uygulama
Merkezi, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Uygulama ve Araştırma Merkezi aracılığıyla Sivas’a ve üniversiteye değer katacak projelerin yapılması
planlanmaktadır.
Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama
ve Araştırma Hastanesi Üniversitenin
kuruluşundan itibaren gelişen ve bilimsel çalışmalarıyla uluslararası alanlarda söz sahibi olan ve bölge halkına
hizmet veren bir merkez konumundadır. 1000 yatak kapasitesi ile modern tıbbi donanımı Sivas halkının
yanı sıra çevre il ve ilçe insanlarına
da hizmet sunmaktadır. Sıcak Çermik
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Has-
74
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
tanesi ve Onkoloji Hastanesi sağlık
hizmetleri alanında Sivas halkının en
büyük destekçisi konumundadır. Ayrıca Tıp Fakültesi Hastanesi içerisinde
Tüp Bebek Merkezi inşaatı başlamış
olup, Yeni Gastnoenteroloji Ünitesi ve
ERCP Merkezi üniteleri hizmete girmiştir. Ayrıca Diş Hekimliği Fakültesi
uzman kadrosu ile bölgesinin ileri diş
hastanelerinden biri olmuştur. Ulusal
Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulunca
(UTEAK) 15 üniversiteye verilen, Akreditasyon Belgesini almış olan Tıp
Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakülteleri
kendi gelişimlerini devam ettirirken,
başka üniversitelere bağlı kurulan
fakültelere de araştırma görevlisi ve
öğretim elamanı yetiştirerek ülkemizin sağlık alanında uzman eleman
sağlamak için çaba sarf etmektedir.
Yeni açılan ve hızla akademik ve idari
kadrolarını tamamlayan Veteriner Fakültesine bağlı Hayvan Hastanesi ve
Eczacılık Fakültesi bölgede ki büyük
bir ihtiyaca cevap verecektir.
Amacı, ülke sanayinin uluslar arası
piyasalarda rekabet edebilir duruma
gelmesi ve ihracata yönelik bir yapıya kavuşturulabilmesi için teknolojik
bilgi üretmek, üründe ve üretim yöntemlerinde yenilik geliştirmek, ürün
kalitesini veya standardını yükseltmek, verimliliği artırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, teknolojik bilgiyi ticarileştirmek, teknoloji yoğun
üretim ve girişimciliği desteklemek,
küçük ve orta ölçekli işletmelerin
yeni ve ileri teknolojilere uyumunu
sağlamak olan Teknoketimiz; bünyesinde bulundurduğu 19 firma ile
ülkemiz ve şehrimizin kalkınmasına
katkı sağlamaktadır. Ayrıca TÜBİTAK
tarafından yapımı desteklenen Merkezi AR-GE laboratuarı ve Nanoteknoloji laboratuarı ile Teknokent’in
çalışmaları desteklenmektedir.
Bilimsel çalışmaların yanında, sosyal, kültürel ve sanatsal çalışmaların
yoğun olarak gerçekleştirildiği Cumhuriyet Üniversitesinde, 500 kişilik
ana konferans salonu, 2 adet 100’er
kişilik toplantı salonları, sanat galerisi, kafeteryası ile her türlü bilimsel
ve kültürel etkinliklere ev sahipliği
yapmaktadır. 40 yıl süresince birçok
bilimsel ve kültürel etkinliğe ev sahipliği yapmıştır. Konularında uzman
birçok bilim adamı misafir edilmiş ve
bilimsel çalışmalara öncülük etmiştir. Konferans, sempozyum, konser,
tiyatro vb. etkinliklerin yapıldığı 750
kişilik çok amaçlı merkezi amfi alanı
bulunmaktadır. Ayrıca İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi kompleksi de
570 kişilik konferans salonu ile bilimsel ve kültürel etkinlikler için hizmet
vermektedir. 7500 kişilik Açık Amfi
Tiyatro ise öğrencilerin bahar şenlikleri, mezuniyet törenleri, konser vb.
etkinliklerde kullanılmaktadır.
Bilimsel çalışmaların merkezi haline
gelen üniversitelerde kütüphaneler,
çalışmalar için önemli bir konumdadır. Cumhuriyet Üniversitesi de
bünyesinde bulundurduğu kütüphanelerin yayın sayılarını artırmış binalarını modernize etmiştir. Üniversite
yerleşkesi içerisinde hizmet veren 3
katlı merkezi kütüphane binasında;
300 kişilik okuma salonu, 60.500 basılı kitap, 3355 tez, 1481 çeşit basılı
dergi, 59.839 fasikül, 198.000 E-kitap,
25 abone olunan veri tabanı ile akademisyen ve öğrencilerine yazılı ve
görsel materyaller sunmakta ve bu
hizmet ağını genişletmeyi ilke edinmektedir. Ayrıca Eğitim Fakültesi,
İlahiyat Fakültesi ile İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi içerisinde bulunan
kütüphanelerde kendi ihtisas alanlarında ki yayınları ile öğrencilerine
hizmet vermektedir.
Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenciler, WEB sayfaları aracılığı ile internet
üzerinden ders kayıtlarını yapabilmekte, üniversitede sanal olarak gezilebilmekte ve yapılan etkinlikleri ta-
kip edebilmektedirler. Ayrıca kampüs
içerisine öğrenciler kablosuz internet
dağıtıcıları sayesinde kampüsün her
noktasında internet kullanabilmektedir.
60.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş açık spor tesislerinde 2
adet halı futbol sahası, biri kapalı 6
adet tenis kortu, 1’er adet halı basketbol sahası ve hentbol sahası, engelli tırmanma duvarı, iki parkurdan
oluşan 18’er istasyonlu mini golf sahası, 3.000 metrekarelik alanda kondisyon merkezi, bay-bayan saunası
ile iki adet yarı olimpik yüzme havuzu bulunmaktadır.
Geride bıraktığı 40 yıl süresince öğrencilerine en iyi imkânları sunabilme gayretinde olan Cumhuriyet
Üniversitesi, beslenme ve barınma
açısından büyük imkânlara sahiptir.
Aynı anda 5.200 kişiye hizmet verebilecek kapasitede merkezi kafeteryası
içinde; 200 kişilik lokanta, dinlenme
ve çay salonlarının yanı sıra, fakülte
ve yüksekokullarda denetimi üniversite yönetimince yapılan kantinler
bulunmakta, hijyen kurallarına uygun, diyetisyen kontrolünde öğrenci
ve personel yemekhaneleri de, çalışan personele ve öğrencilere çok uygun ücret karşılığında düzenli olarak
yemek hizmeti sunmaktadır.
Cumhuriyet Üniversitesinin gelişmesinde destekçi olan Üniversite Vakfı
yaptığı kantin ve kafeterya işletmeciliği, öğrenci ve personel konaklama
hizmeti, öğrenci bursları, kitap satışları, bilimsel teşvik gibi alanlarda hizmet vermektedir.
Üniversite tarafından işletilen hayırsever vatandaşların katkılarıyla yaptırılan iki adet 250 kişilik kız ve erkek
öğrenci yurtları ile yerleşke içerisinde
Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı
tarafından işletilen 250 kişi kapasiteli
öğrenci konukevi de hizmet vermektedir. Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından işletilen toplam 3972 kişi kapasiteli kız ve erkek yurtları ile 2014
yılı içerisinde üniversite yerleşkesine
yapılan kamu- özel sektör ortaklığı ile
yapılan 1000 kişilik son derece modern yurtlar bulunmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
75
gezelimgörelim
76
Doğu ve Batı Medeniyetlerini Buluşturan Şehir:
ADIYAMAN
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Adıyaman; Güneydoğu Anadolu
Bölgesi›nin batısında yer alan, tarih
sahnesindeki yeri ilk insanlara dek
uzanan, pek çok değişik kültüre merkez olmuş kültür ve turizm kenti...
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Adıyaman toprakları
üzerinde, insanlık tarihinin bütün evrelerine dair bulgular mevcut.
Adıyaman yöresinde Hititliler, Asurlular, Hurriler, Frigler, Persler, Makedonlar, Kommageneliler, Romalılar
ve Bizanslılar yaşamıştır. Şehri 8. yüzyılda Emevi komutanlarından Masur
İbni Caneve kurmuştur. Daha sonra Abbasiler, Eyyübiler, Selçuklular,
Memlükler ve Osmanlı egemenliğine
girmiştir. 1923 yılında Malatya iline
bağlı ilçe olan Adıyaman, 1954 yılında il olmuştur. Yunanca ‘genler topluluğu’ anlamına gelen, Pers ve Grek
uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerinin birleştiği güçlü bir uyagarlık olan Kommagene Krallığı’na ait
eserlerin 1881 yılında keşfedilmesiyle, Adıyaman’ın zengin tarihini ortaya
çıkaracak çalışmalar yapılmıştır.
Doğu ve Batı Medeniyetlerinin, 2150
m. yükseklikte muhteşem bir piramitteki kesişme noktası, dünyanın
sekizinci harikası Nemrut Dağı; yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici
heykelleri, metrelerce uzunluktaki
kitabeleriyle, UNESCO Dünya Kültür
Mirasında yer almaktadır.
Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı
dev heykellerin ve anıt mezarın yanı
sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekmektedir.
Her yıl binlerce insan gündoğumu ve
gün batışını seyretmek için Nemrut
Dağı’na gelmektedir. Çevresindeki
Kommagene Uygarlığı eserleri ile
birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biri olan Nemrut Dağındaki
dev heykeller ve tümülüs, Arsameia
(Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi
ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer almaktadır.
Milli Parkın güneybatısında Adıyaman-Kahta girişinde bulunan, Kommagene Kralı II. Mithridates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt
mezar, sütun üzerindeki kartaldan
dolayı Karakuş Tümülüsü olarak
anılmaktadır. Doğu, batı ve güney
yönlerde dörder sütun varken günümüze doğuda iki, batıda ve güneyde
birer sütun kalmıştır. Doğu sütun üstünde aslan ve kartal heykel kalıntıları, batıdaki sütunun üstünde tokalaşma steli, yerde aslan heykel parçası
vardır. Nemrut Dağı giriş noktası olarak belirlenen Karakuş Tümülüsü’nün
yanısıra; Sofraz Tümülüsü, Sesönk
(Dikilitaş), Karadağ Tümülüsü, Beştepeler, Malpınarı Kaya Yazıtı gibi tarihi
kalıntılar da Adıyaman çevresinde
yer almaktadır.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP)
kapsamında dünyanın sekizinci büyük barajı olan Atatürk Barajı’nı sınırları içine alan Adıyaman’da, Baraj
Gölü üzerinde balıkçılık ve su sporları
yapılabilmektedir. Adıyaman, tüm bu
zenginliklerin yanısıra; Yeni Kale, Derik Kalesi, Gerger Kalesi ve Perre Antik
Kenti gibi daha birçok tarihi güzelliğe
ev sahipliği yapmaktadır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
77
film
ÇÖLDEKİİZLER
Avustralyalı yazar Robyn Davidson’ın
kendi anılarını yazdığı otobiyografik kitabından uyarlanan film, 1977
yılında Robyn Davidson adında
genç bir kadının, Batı Avusturalya’da
Brisbane’den, çölün ortasındaki Alice
Springs’e yolculuğunu konu alır.
24 yaşında bir genç kadın olan
Robyn Davidson, bu yolu yürüyerek
katetmeyi ailesine ve arkadaşlarına
rağmen gerçekleştirmeye kararlıdır. Öncelikle yolculuğu için gerekli
78
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
ekipmanı ve yiyeceği ayarlaması gerekmektedir. Bunun için bir çiftlikte
çalışmaya başlar. Bir köpek ve dört
deveyle çıkacağı 2700 km’lik yolculuk için her şeyini tamamlaması 2 yılı
bulur. Vahşi hayvanlar ve susuzluk
gibi faktörleri de barındıran bu uzun
yürüyüşünde ona National Geographic fotoğrafçısı Rick Smolan da eşlik
edecektir.
Robyn Davidson’ın, “Bazı gezginler
her yerde kendilerini evinde his-
seder, bazıları içinse hiçbir yer ev
değildir. Ben de onlardan biriydim.”
cümlesiyle başlayan film, süregelen hikaye aralarında yer verilen
‘hatıralar’la karakterin iç dünyasını
da bizlere sunuyor.
Ara sıra özellikle yerlilerin bulunduğu
sahnelerde sosyal ve kültürel mesajlara da yer veren Çöldeki İzler, üzerinde durduğu insani ve felsefi konuların yanında bu yaklaşımıyla da merak
uyandırıyor.
Orijinal Adı
Yönetmen
Oyuncular
Tür
Süre
: Tracks
: John Curran
: Mia Wasikowska, Emma Booth, Rainer Bock, Adam Driver, Jessica Tovey
: Biyografi
: 1 saat 50 dakika
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
79
kitap
BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
1960 yılında yayınlandığından bu yana bir dünya klasiği olan, bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek,
Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın,
Scout Finch’in gözünden anlatıyor.
Yazar: Harper Lee
Yayınevi: Altın Kitaplar
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 355
Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik
ve ayrımcılık gibi hâlâ güncelliğini koruyan temaları, Scout’un büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal olarak mercek altına alıyor. Bir ‘zenc’nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen
olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün
önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Hem şiddet ve karanlığıyla
ürperten hem de “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle
tekrar Türkçede.
HİKAYECİ
Sage Singer yalnız bir kadın, günleri fırında ya da evli sevgilisiyle kaçamak buluşmalarla geçiyor. Josef Weber’in kasabaya gelmesiyle birlikte hayatı değişiyor, artık bir arkadaşı var. Bir gün Josef, Sage’den bir iyilik istiyor: Onu öldürmesini. Devamında karanlık sırrını açıklıyor: Geçmişinde bir Nazi subayı olan Josef
ve büyükannesi ise soykırımdan kurtulan ‘şanslı›lardan biri olan Sage...
Yazar: Jodi Picoult
Yayınevi: April Yayıncılık
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 528
Okura, “En iyi dostunuzun geçmişinde bir katil olduğunu bilseniz ne yapardınız?
Affetmenin sınırlarını kim çizer? İntikam ve adalet birbirinden ne kadar uzakta?” sorularını sorduran Hikayeci, Jodi Picoult’nun tüm romanları arasında polisiye yönü en ağır basan, felsefi sorgulamalarla ve hesaplaşmalarla örülü bir
modern zaman destanı niteliği taşıyor.
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
“İsteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü
bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan
korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim
yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat
ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. “
Yazar: Sabahattin Ali
Yayınevi: Yapı Kredi
Yayınları
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 268
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014
Sabahattin Ali, bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın “kapana kısılmışlığını” gösteriyor. Aydın geçinenlerin
karanlığına, “insanın içindeki şeytan”a keskin bir bakış sunan roman yeni baskısıyla raflarda yerini alıyor.
Download