Kongre Sempozyum:k?sak?sa.qxd.qxd

advertisement
KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ
5. İstanbul Aile Hekimliği Kongresi Gerçekleştirildi
lojik Enfeksiyonlar, Kan Basıncı Kontrolünün Önemi ve
Hipertansiyonda Aile Hekiminin Yeni Yeri, Yeni Beta
Blokerlerin Hipertansiyon
Tedavisindeki Yeri, Acaba
Sadece Anemi mi?, İrritabl
Barsak Sendromu, Klinik ve
Toplumsal Yönleriyle Sigara: Bugünü ve Geleceği gibi
çeşitli konularda oturumlar
düzenlendi. Kongre sonunda, hekimlere katılım belgesi verildi. İlaç, tıbbi malzeme
ve kitap-dergi alanlarında
ürün sahibi firmalara geniş
yer ayrılan kongreye, hekimler yoğun ilgi gösterdi.
Aile Hekimliği Eğitim ve
Araştırma Derneği (AHEAD)
ve Türkiye Aile Hekimliği
Vakfı (TAHEV) tarafından bu
yıl 5.si düzenlenen, İstanbul
Aile Hekimliği Kongresi 1st
International Meeting of
Hypertension and Diabetes
in Primary Care (PCDEPrimary Care Diabetes
Europe ve AHEAD işbirliği
ile) toplantısı ile eş zamanlı
olarak 6-9 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi.
21 oturumun gerçekleştirildiği her iki kongreyi yerli ve
yabancı yaklaşık 700 kişi izledi. Kongre boyunca Aile
Hekimliği Uygulamaları ve
Türkiye’de Genel Durum,
Birinci Basamakta İdrar Yolu Enfeksiyonları, Okul Öncesi Çocukta Büyüme ve
Gelişmenin İzlemi, Türkiye’de Standardize Geriatrik
Değerlendirme Modeline Duyulan Gereksinim, Jineko-
6. İstanbul Aile Hekimliği
Kongresi’de yine PCDE,
AHEAD VE EPCCS işbirliği
ile 2nd International Meeting
of Hypertension and Diabetes in Primary Care toplantısı ile beraber 28-30 Nisan
2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilecek.
Mikroalbüminüri Riski ve RAAS Blokajının Önemi
5. İstanbul Aile Hekimliği Kongresi kapsamında düzenlenen oturumda, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Giray
Kabakçı, “Risk faktörü olarak mikroalbüminüri ve RAAS
blokajının önemi” başlıklı konuşmasında son yıllarda
güncel bir risk faktörü haline gelen mikroalbüminürinin
önemini anlatırken, bu konuda olmesartan ile yapılan
ROADMAP Çalışması hakkında bilgi de verdi.
Prof.Dr. Kabakçı, en önemli albüminüri nedeninin, kan
basıncı yüksekliği ve dünyadaki diyabet artış hızı olduğuna dikkat çekti. Diyabet artışının bölgesel olmadığını,
58
Actual
Afrika dahil tüm dünyada gelecek yıllarda bir artış beklendiğini, özellikle TURDEP çalışması verilerine göre
2030 yılında Türkiye’de %14’lük bir diyabet artışı olacağının öngörüldüğünü belirtti. Prof.Dr. Kabakçı, diyabetik
hastaların 2/3 oranında kardiyovasküler nedenlerle hayatlarını kaybettiklerini belirterek, bu artışın beraberinde
“diyaliz hastalarındaki artışı” da getirdiğini kaydetti.
Türkiye’deki diyaliz hastaları prevalansının, diyabet artışına paralel olarak arttığını ve son dönem böbrek hastalarının ise diyaliz için altta yatan birincil neden olarak
görüldüğünü açıklayan Prof.Dr. Kabakçı sözlerine şöyle
devam etti:
Medicine
Mayıs 2010
KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ
yüksek riskli denilen gruba
alınmalıdır” önerisinde bulunmuştur.
“Tabi ki son dönem böbrek
yetmezliği hastalık sürecinin
son aşaması. Diyabetik hastalarda eğer böbrek fonksiyonu bozulmaya başladıysa,
hasta bir kardiyovasküler
risk faktörüyle karşı karşıya
kalmış anlamına geliyor.
Diyalize giren erkek ve kadınların yaşam eğrisi ile genel popülasyondaki diyabetik hastaların yaşam eğrisine bakıldığında 30’lu yaşlardaki bir kronik böbrek hastasının ölüm olasılığı, 80’li yaşlardaki genel popülasyondaki bir diyabet hastasının ölme olasılığı ile aynı. Yani
böbrek hastalığı kardiyovasküler hastalık riskini 30 kat
artırıyor. O halde şöyle bir durumla karşı karşıyayız. Bir
tarafta diyabet, diğer tarafta hipertansiyon, diğer tarafta
da her ikisinin sonucunda böbreğin etkilenmesi ve kardiyovasküler olay riski. Sonucunda kardiyovasküler
olaylar nedeni ile hastanın kaybedilmesi.
Biz hekimler olarak tanıyı koyduğumuzda, aslında fonksiyonel değişiklikler bizim tanı koymamızdan daha önce
başlamış oluyor. Fonksiyonel değişikliklerin bir sonraki
aşaması
mikroalbüminürinin meydana gelmesi.
Mikroalbüminüriyi proteinüri, kreatin düzeyinin artması
ve son dönem böbrek hastalığına geçiş izlemektedir.
Bu yıllar içerisinde önemli olan, proteinürinin tespit
edilmesidir. Hastalığın başlangıcında proteinüri görülmeye başlıyor ve sonra geçen yıllar içerisinde azalarak
son dönem böbrek hastalığı sürecine giriliyor.
Mikroalbüminüri varlığı, kardiyovasküler olayları olumsuz yönde geliştiğini görmek açısından son derece
önemli bir risk faktörüdür. Yani mikroalbüminüri varlığı
gerek üre, gerek böbrek fonksiyonları ve de gerek kardiyovasküler olaylar açısından önemli risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. İşte bu nedenle 2007 yılında
Avrupa Kardiyoloji Kurulu subklinik organ hasarları arasına mikroalbüminüriyi de alarak, “eğer bir hipertansif
hastada mikroalbüminüri veya proteinüri varsa, o hasta
Diyabeti kenara bırakalım,
“hipertansif hastalarda mikroalbüminüri ne oranda görülüyor?” sorusuna cevap
olarak araştırmalar yapılıyor.
Türkiye’de yine bizim gerçekleştirdiğimiz 11 bin hastalık bir araştırma hipertansif hastalarda şunu gösterdi.
Her diyabet ve hipertansif hastanın birinde mikroalbüminüri gelişiyor. Bütün bu nedenlerle bir hipertansif hasta
ile karşılaştığımız zaman, rutin tarama testleri arasında
mikroalbüminüriye de bakmamız gerekmektedir.
Yapılan çalışmalar şunu göstermiştir ki; mikroalbüminüri ya da makroalbüminüri aşamasındaki hastaya müdahale edersek, renal sonlanım noktaları ve kardiyovasküler olayları azaltabiliyoruz. Genel olarak değerlendirmelere bakacak olursak şunu söyleyebiliriz eğer albüminüride mikroalbüminüri düzeyinde azalma sağlarsanız; kardiyovasküler olay riskini %18 , kalp krizi riskini
ise %27 oranında azaltabiliyoruz.
Bu konuda ROADMAP Çalışması’nın amacı “normoalbüminürik diyabetik hastalarda hipertansiyon olsun-olmasın, en az bir kardiyovasküler risk varlığında bir
ARB(olmesartan) verilerek albüminüri engelenebilir
mi?” dsorusuna cevap bulmaktır. Çalışmanın sonuçları
Nefroloji Kongresi’nde açıklandı. Buna göre çalışmadan
çıkan sonuç; olmesartanın normoalbüminürik hastalarda mikroalbüminüri gelişimini, %23 oranında engellediği şeklindedir.
Sonuç olarak, kılavuzların bize gösterdiği mikroalbüminürinin kardiyovasküler ve kardiyorenal sürecin olumsuz
bir göstergesi olduğudur. En azından mikroalbüminüriyi öngördüğünüz hastaları tespit edersek, özellikle buna
yönelik bir tedavi şekli planlamamız daha yararlı olacaktır.”
5. APOCP Kongresi
İki yılda bir düzenlenen, dünyanın en önemli kanser önMayıs 2010
Actual
leme organizasyonlarından biri olan APOCP (Asian PaMedicine
59
KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ
Kanser Vakfı (KHCF)
Yönetim Kurulu Başkanı
Ürdün Prensesi Ghida
Talal, “İster hasta siz olun,
ister hastaya bakan kişi, ister hasta yakını… Kanser
bir şekilde hayatımıza dokunuyor. Bu yüzden kanser
hakkında bilinçlendirici ve
önleyici çalışmalara katılmak bizim için çok önemli”
diye konuştu.
cific Organization for Cancer Prevention-Asya Pasifik
Kanser Önleme Organizasyonu) bu yıl 3-7 Nisan tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşti. Ulusal Kanser
Haftasında
düzenlenen
kongreye kanser konusunda çalışmalarda bulunan
yaklaşık 3 bin sağlık profesyoneli katıldı.
T.C Cumhurbaşkanı Sayın
Abdullah Gül himayesinde gerçekleştirilen kongrenin
açılışında Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ,
Kral Hussein Kanser Vakfı (KHCF) Yönetim Kurulu
Başkanı Ürdün Prensesi Ghida Talal, APOCP Başkanı
Prof. Dr. Murat Tuncer ve APOCP Genel Sekreteri Prof.
Dr. Keun-Young Yoo birer konuşma yaptı. Sağlık Bakanı
Prof. Dr. Recep Akdağ açılışta yaptığı konuşmada “Her
yıl Türkiye’de 150 bin kişiye kanser teşhisi konuyor. Bu
rakamın 2011’de hızla artarak 155 bin olacağını öngörüyoruz. Kanserin tedavisi için yılda 2,5 milyar dolar harcanıyor, böyle devam ederse bu rakam 2030’da 10 milyar doları geçecek. Kanser hastalığı sadece Türkiye’de
değil, dünyada da artış grafiği çiziyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2008 yılında tüm dünyada 12.4
milyon yeni kanser vakası, 25 milyon kanserle yaşayan
hasta sayısı ve 7,6 milyon kansere bağlı ölüm gerçekleşti, rakam önümüzdeki yıllarda daha da yükselecek. Bu sebeple ülkelerin kanser politikalarını belirleyerek bunları uygulamaya
koyması son derece önemli. APOCP
Kongresi kanser alanındaki son gelişmelerin paylaşıldığı, başta Asya Pasifik
ülkeleri olmak üzere tüm katılımcı ülkelerin kanser programlarının görüşüldüğü, fikir alışverişinde bulunulduğu
uluslararası bir platform. Böyle değerli bir uzman topluluğunun ülkemizde bir araya gelmesinden son derece mutluluk ve
gurur duyuyorum” dedi.
Kanseri yenmiş birinin eşi olarak bu hastalığın sadece
hastaları değil sevdiklerini de etkilediğini gören ve ardından kanserle savaşmaya karar veren Kral Hussein
60
Actual
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı ve aynı
zamanda APOCP Dünya Başkanı Prof. Dr. A. Murat
Tuncer de açılış konuşmasında “Bu yıl Türkiye’de kanser konusunda bilgilendirme çalışmalarını hızlandırdık.
Kongreyle de tüm dünya ülkelerini ‘kanser’ başlığı altında İstanbul’da birleştiriyoruz. Bu organizasyon ülkemizde kanser farkındalığının artırmasını sağlayacak.
APOCP gibi çok geniş popülasyona sahip bir organizasyonun başkanlığını yürütmekten ülkemiz adına büyük
onur duyuyorum. APOCP Kongresi gibi büyük çaplı
sağlık organizasyonları, bilim adamları arasındaki bilimsel paylaşımı arttırıyor, bu ülke vatandaşlarının dikkatleri kansere yöneltilerek mücadele yöntemleri duyuruluyor. Kongrenin Türkiye’ de yapılması dünya sağlık otoritelerinin de dikkatini çekmemizi sağlıyor. Bu kongreyle
Dünya Sağlık Örgütü’nün kanser korunma programına
yeni bir bakış açısı kazandırmak arzusundayız.
Dünyada her ülke için ortak bir korunma
programı uygulanıyor ama her ülkenin
kanser konusunda öncelikleri ve imkanları farklı oluyor. Ülkelerdeki sigara
yasaklarından beslenme alışkanlıklarına kadar her şey, kanser görülme
oranlarını etkiliyor. Bu sebeple kongrede her ülkenin kendine özgü
kanser korunma programları olması gerektiğine dikkat çekeceğiz. Kanser önlenebilir, üstesinden gelinebilir bir hastalık.
Sigara kullanmama, sağlıklı beslenme, fiziksel aktiviteyi artırma ve düzenli kontroller gibi basit kurallarla bu hastalık hayatımızdan uzak tutulabilir.
Farkındayız, kanseri yeneceğiz” dedi.
Medicine
Mayıs 2010
KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ
4. Ulusal Yaşlı Sağlığı Kongresi
Türk Geriatri Derneği tarafından düzenlenen ve
Uluslararası Gerontoloji ve Geriatri Birliği, Uluslararası
Yaşlanma Enstitüsü ve Pratisyen Hekimlik Derneği ve
Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği’nin desteklediği Ulusal Yaşlı Sağlığı Kongresinin dördüncüsü 1-4
Nisan tarihleri arasında İzmir’de gerçekleşti. Yaşlı sağlığını korumak, yaşlılık döneminde yaşam kalitesini artırmak, bu süreçte görülen hastalıklara yönelik doğru yaklaşımları geliştirebilmek, sağlık politikalarının doğru bir
biçimde belirlenebilmesine katkıda bulunabilmek ve disiplinler arası iletişimi artırabilmek amacıyla gerçekleşen
kongre, 400’e yakın katılımcı tarafından takip edildi.
Kongre kapsamında 150’nin üzerinde konuşmacı, yaşlılar için önerilen sağlık taramaları, periferik damar hastalıkları, yaşlılarda ağrıya yaklaşım, osteoartritte yeni tedavi seçenekleri, boyun ve bel ağrılarının ayırıcı tanı ve
tedavileri, prostat hastalıkları, yaşlılarda depresyon, uyku bozukluğu, parkinson hastalığı, yaşlılık döneminde
akılcı ilaç kullanımı gibi konular hakkında katılımcılara
bilgi verdi. Yaşlı sağlığı konusunda temel gereksinimleri
karşılamak üzere kongre öncesinde hekimlere yönelik
“Temel Geriatri Kursu” ve hemşirelere yönelik “Geriatri
Hemşireliği Kursu” olarak iki ayrı kurs düzenlendi.
MDS Tedavisinde Yeni Dönem
Türkiye’de MDS (Myelodisplastik Sendrom) tedavisinde yeni bir dönem
başlıyor. Uzmandan hastaya kadar MDS hakkında
her şey yetkin ve güvenilir
bir çalışma grubu tarafından ele alınıyor. Oluşturulan çalışma gurubu ile
MDS ile ilgili ülkemizdeki
durumu, rakamları, hasta
özelliklerini tespit etmek,
bunları bir kayıt sisteminde (registry) toplamak ve bu bilgilerin yol göstericiliğinde tedavi algoritmaları belirlemek hedefleniyor.
Başkanı, Sağlık Bakanlığı
Kemik İliği Nakli Danışma
Kurulu Başkanı, Ulusal
Organ Doku Hücre Nakli
Koordinasyon Kurulu Başkanı Prof.Dr. Osman İlhan,
Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hematoloji Bilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof.
Dr. Ayşen Timurağaoğlu
ve Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zafer Gülbaş MDS hakkında bilgi
verdi.
10 Nisan’da Çeşme’de yapılan basın toplantısında
MDS-TR Çalışma Grubu kurucu üyelerinden Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim
Üyesi, Hücresel Tedavi ve Rejeneratif Tıp Derneği
Toplantıda Prof.Dr. Zafer Gülbaş “MDS bir tür kemik iliği yetmezliği durumudur. Kemik iliği kanda bulunan
hücrelerimizin üretildiği yerdir. Burada oluşan üretim
hataları nedeni ile damarlarımızda dolaşan kırmızı kan
Mayıs 2010
Actual
Medicine
61
KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ
hücreleri (eritrositler), beyaz kan hücreleri (lökositler) ve
kan pulcukları (trombositler) sayıca ve fonksiyon olarak
azalırlar. Anemi diye bilinen kırmızı kan hücreleri azalması durumu en sık karşılaşılan durum olup hastada
halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı ve benzeri yakınmalara sebep olur. İlerleyen dönemde kalp pompa gücünün
azalması ile ciddi tablolar ortaya çıkarır. Beyaz kan hücre azalması vücudun infeksiyonlara karşı olan savunmasını bozar ve sık tekrarlayan enfeksiyonlar gözlenir. Kan
pulcuklarının azalması kanamaya karşı çalışan mekanizmanın bozulması sonucu kanamalara neden olur. Bu
tablolarla ortaya çıkan MDS zaman içinde ilerleyerek
akut lösemi yani kan kanserine dönüşme potansiyeli taşır. Bu nedenle lösemi öncesi tablo olarak da adlandırılmaktadır” diyerek katılımcılara MDS, Epidemiyolojisi ve
Tanısı hakkında bilgi verdi.
Prof.Dr. Ayşen Timurağaoğlu MDS’de tedavi prensiplerine değindiği konuşmasında şunları kaydetti: “Hastalığın
ana ve tam tedavisi bozulmuş olan kemik iliğinin sağlıklı ilikle değiştirilmesi yani kök hücre naklidir. Ancak hastaların yaşlarının ileri olması ve verici bulunma olasılığı-
nın düşüklüğü bu tedavinin hastaların çok küçük bir
yüzdesinde uygulanmasını olanaklı kılmaktadır. Son yıllara kadar temel yaklaşım, eksikliklerin dışarıdan vücuda konması şeklindeki kan transfüzyonu, gerekli antibiyotik ve büyüme faktörleri kullanımı ve kan pulcuklarının verilmesi şeklindeki destek tedavisidir. Bu arada geliştirilen bazı özel ilaçlar seçilmiş hasta gruplarında kullanılmaya başlandı ve hastaların daha uzun yaşaması
olanaklı hale geldi.”
Doç.Dr. Mehmet Ali Özcan ise; MDS-TR Çalışma Grubu’
nun hedefleri ve çalışmalarından bahsederek: “MDS konusunda bilgi düzeyinin artırılması amacıyla birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık çalışanlarının sürekli eğitim programları ile desteklenmesi, hasta ve hasta yakınlarının anlayabilecekleri şekilde bilgi alabilmelerini sağlamak, kaliteli bir hasta bilgi kayıt sistemi geliştirmek,
hastaların tedavileri ve yönetimleri ile ilgili ulusal ve uluslararası çalışmaları yürütmek gibi temel amaçları olan
bu topluluk çalışmalarını sizlerle paylaşmaktan mutluluk
duyacaktır” dedi.
Dünya Hipertansiyon Haftası
Türk Kardiyoloji Derneği
(TKD), Novartis’in katkılarıyla hipertansiyon konusuna
dikkat çekmek ve toplumda
farkındalık yaratmak için
Dünya Hipertansiyon Haftası boyunca etkinlikler düzenledi. Bu yıl “Obezite ve Hipertansiyon İlişkisi” konusuna dikkat çekilmek amacıyla
düzenlenen kampanyalarla,
bu iki hastalık hakkında toplumun aydınlatılması hedeflendi. Kampanya kapsamında hipertansiyon haftası boyunca, TKD tarafından hazırlanan bir otobüs, İstanbul’un çeşitli bölgelerinde tansiyon taraması ve bir dizi
sürprizli sokak etkinliği gerçekleştirdi.
Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene,
Türk Kardiyoloji Derneği Gelecek Başkanı Prof. Dr.
Ömer Kozan ve Hipertansiyon Çalışma Grubu Başkanı
Prof. Dr. Sıddık Ülgen’in katılımıyla 17 Mayıs’ta yapılan
basın toplantısında, gün geçtikçe yaygınlaşan obezite
62
Actual
sorununa dikkat çekilerek;
“Sağlıklı Kilo /Sağlıklı Kan
Basıncı” konusunun önemi vurgulandı.
Prof.Dr. Oktay Ergene,
Hipertansiyon ve obezite
konusunun önemini vurgulayarak: “Bugün çok
önemli bir toplum sağlığı
sorununu gündeme getirmek ve bu konudaki farkındalığı arttırmak için bir
araya geldik. Dünya hipertansiyon günü dolayısıyla fazla kiloyu, şişmanlığı ve hipertansiyonu gündeme taşıyarak, önlenebilir bir hastalık olan hipertansiyon konusunda, halkı bilinçlendirmeyi hedefliyoruz. Tüm dünyada
yılda 55–60 milyon ölüm gerçekleşiyor. Bu ölümlerin
yaklaşık 1/3 kadarı, yani 18-20 milyon kişi kalp damar
hastalıkları nedeniyle hayatını kaybederken, sadece hipertansiyona bağlı ölümler yılda 7 milyon kişi civarında
gerçekleşiyor. Bu yadsınamaz bir rakam. Bu nedenle
hem Türkiye’de hem de dünya da aşırı derecede artış
Medicine
Mayıs 2010
KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ
gösteren ‘Obezite ve Hipertansiyon’ konusunu birlikte ele aldık” dedi.
Konuşmasında obezite konusuna ağırlık veren Prof.
Dr. Ömer Kozan: “Obezite
ülkemizde ve dünyada çok
önemli bir sorun. Vücudunuzdaki yağ kitlesinin yağsız kitleye oranına obezite
deniyor. Bunu birkaç yoldan tespit edebiliriz. Bir tanesi vücut kitle indeksi dediğimiz, kilonuzu boyunuzun
karesine bölerek hesapladığımız yöntem. Bunun yanında
göbek çevresi ölçümü de çok önemli. Dünya Metabolik
Sendrom Kriterleri’nde erkekler için göbek çevresi 102
cm ideal görülürken, bizim toplumumuz için erkeklerde
göbek çevresi kalınlığı 98 cm olarak uygun bulunmuştur.
Kadınlarımız içinse, bu rakam 88 cm’i geçmemelidir” diyerek toplumumuz için ideal rakamları belirtti. Konuşmasında obezite ile diğer risk faktörleri arasındaki bağlantıdan bahseden Prof.Dr. Kozan konuşmasına şöyle
devam etti: “Obezite, gerçekten çağımızın hastalığı ve hipertansiyondan kalp hastalığına, hatta Tip 2 diyabetin
oluşmasına götüren en önemli risk faktörlerinden bir tanesi. Vücut kitle indeksinizin artmasıyla doğru orantılı
olarak hipertansiyonunuz da artıyor. Onun için diyoruz ki
hipertansif hastaların veya kalp damar hastalarının mutlak suretle kilo kontrolü sağlamaları gerekmektedir.
Yaşam biçimi değişikliği tedavinin olmazsa olmaz ayağıdır. Ben ilaçlarımı kullanırım, olduğum gibi de kalırım”
denirse, “bu tedavinin çok fazla bir yararı yoktur” abartılı
bir cümle olmaz. İlaçlarınızı kullanacaksınız, yaşam biçiminizi değiştireceksiniz ki
başarıya ulaşalım.”
Prof.Dr. Sıddık Ülgen ise
konuşmasında toplumun
hipertansiyon konusundaki
bilinçsizliğine dikkat çekerek: “Ülkemizde de her 4
ölümden 1’i hipertansiyon
ölümüdür. Bu çok ciddi bir
problem olmasına rağmen, hem ülkemizde hem
de dünyada çoğu insan hiMayıs 2010
Actual
pertansif bir hasta olduğunun farkında bile değil. Bu
oran ülkemizde %40 civarında. Yani her 100 hastanın 60’ı taşıdığı riskin bilincinde değil. Hipertansiyon
sessiz ve derinden gelen
sinsi bir hastalık olarak,
kalp yetersizliğinden ölüme, felç durumuna, gözde
körlüğe kadar gidebilir. İşte
bu yüzden toplumda farkındalığı artırmak ve insanları bu konuda bilinçlendirmek istiyoruz. Kişiye sağlıklı dahi olsa 6-8 ayda bir tansiyon ölçtürmesini öneriyoruz. Çünkü sapasağlamım diyen bir hasta gizli bir hipertansif hasta olabiliyor. Bunun
yanında çoğu hasta hipertansif olduğunu bildiği halde,
hastalığı önemsemediği için ilaçlarını düzenli kullanmayabiliyor. Bunların önüne geçmek ve hipertansiyonun
öneminin altını çizmek istiyoruz” diyerek hipertansiyon
konusunda toplumda yaşanan sıkıntılardan bahsetti.
Konuşmasında önemli bir nokta olan ‘tuz’ kullanımına
da dikkat çeken Prof.Dr. Ülgen: “Bu toplantıların bir
önemli noktası da ‘tuz kullanımı’. Ülkemize ait son yapılan bir çalışmada günlük tuz tüketimi yaklaşık 18 gr bulundu. Sağlıklı bir kişi için önerilen günlük tuz tüketimi
ortalama 6 gr civarında. Biz günlük önerilen tuz miktarının yaklaşık 3 katını tüketiyoruz. Böyle bir durumda
tansiyonumuzu kontrol altına almamız ve bu riskleri korumamız mümkün değildir. Kişinin sadece ekmekten aldığı tuz miktarı günlük 7,2 gr.’dır. Ekmeği keserek veya
azaltarak, sofradan tuzu kaldırarak, fastfood gibi hazır
gıdalardan uzak durarak hipertansiyon konusunda
önemli bir adım atabiliriz” dedi. Prof.Dr. Sıddık Ülgen,
konuşmasında
egzersiz
yapmanın da hipertansif
hastalar için çok önemli olduğunu belirterek: “beslenmemize dikkat ettiğimizde, egzersizi bir yaşam
biçimi olarak benimsediğimizde ve ilaçlarımızı düzenli kullandığımızda, hipertansiyon önlenebilir bir
hastalıktır” diyerek sözlerini
tamamladı.
Medicine
63
Download