erkek alkol bağımlılarında travma sonrası stres bozukluğu ve

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY PROF DR. MAZHAR OSMAN
RUH SAĞLIĞI VE SĐNĐR HASTALIKLARI
EĞĐTĐM VE ARAŞTIRMA HASTANESĐ
5. PSĐKĐYATRĐ BĐRĐMĐ
Başhekim: Doç Dr. Medaim YANIK
Klinik Şefi: Doç Dr. Duran ÇAKMAK
ERKEK ALKOL BAĞIMLILARINDA
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
VE
KĐŞĐLĐK ÖZELLĐKLERĐNĐN
YAŞAM KALĐTESĐ ĐLE ĐLĐŞKĐSĐ
Uzmanlık Tezi
Dr. Ercan DALBUDAK
Đstanbul 2008
ÖNSÖZ
Hastanemiz başhekimi Doç. Dr. Medaim Yanık’a,
Psikiyatri eğitimim ve tez hazırlama sürecim boyunca bilgi ve deneyimlerinden
yararlanma fırsatı bulduğum, her konuda yardım ve desteğini hissettiğim değerli hocam
ve klinik şefim Doç. Dr. Duran Çakmak’a,
Tez çalışmamın her aşamasında klinik beceri ve tecrübesini esirgemeyen,
deneyimlerinden yararlanma fırsatı bulduğum, ufkumu açan, her zaman her konuda
yanımda olan ağabeyim ve dostum olarak gördüğüm Doç. Dr. Cüneyt Evren’e,
Tezimin olgunlaşmasında yardım ve katkılarından dolayı Doç. Dr. Hüsnü Erkmen
ve Doç. Dr. Cem Đlnem’e,
AMATEM kliniğinde beraber çalışma imkanı bulduğum Dr. Cem Tüz’e,
Dr. Selime Çelik’e, Dr. Yeşim Can’a, Dr. Bican Öztürkcan’a,
Rotasyon dönemlerinde birlikte çalışma fırsatı bulduğum Dr. Muharrem Yaman’a,
Dr.
Kirkor
Kamberyan’a,
Dr.
Niyazi
Uygur’a,
Doç.
Dr.
Dursun
Kırbaş’a,
Doç. Dr. Fulya Maner’e, Doç. Dr. Peykan Gökalp’e, Prof. Dr. Levent Kayalp’e,
Doç.
Dr.
Yüksel
Altuntaş’a,
Dr.
Tarık
Kutlar’a,
Dr.
Münevver
Hacıoğlu’na,
Dr. Gamze Sönmez’e, Dr. Ejder Yıldırım’a, Dr. Melih Özer’e, Dr. Dilek Solmaz’a,
Dr. Burak Doğangün’e ve tüm AMATEM kliniği çalışanlarına,
Bugünlere gelmemde büyük emeği olan ağabeyim Şahin Dalbudak’a ve aileme,
Dostlarım Dr.Turan Çetin’e, Dr. Kerem Şenol Çoşkun’a ve Gökhan Üztek’e,
Mesleki
olarak
varlık
sebebimiz
olan
ve
dünyalarını
bizimle
paylaşan
hastalarımıza sonsuz teşekkürler....
Dr. Ercan DALBUDAK
1
ĐÇĐNDEKĐLER
A. GĐRĐŞ VE AMAÇ .....................................................................................................
3
B. GENEL BĐLGĐLER ................................................................................................... 5
1. Alkol Kullanımının Tarihçesi ....................................................................................
5
2. Alkol Bağımlılığının Tanımı ...................................................................................... 6
3. Alkol Bağımlılığının Etiyolojisi ..................................................................................
7
4. Alkol Bağımlılığının Yaygınlığı .................................................................................
8
5. Alkol Bağımlılığı ve Komorbidite ..............................................................................
8
6.Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun (TSSB) Tarihçesi ve Tanımı.........................
11
7.TSSB’nun Etiyolojisi..................................................................................................
14
8.TSSB’nun Yaygınlığı.................................................................................................
15
9.TSSB ve Komorbidite................................................................................................
15
10. Çocukluk Çağı Travması, TSSB ve Alkol Bağımlılığı Đlişkisi.................................
16
11. Alkol Bağımlılığı ile Mizaç ve Karakter Boyutlarının Đlişkisi .................................... 17
12. Alkol Bağımlılığı ile Yaşam Kalitesinin Đlişkisi.........................................................
22
C.YÖNTEM ve GEREÇLER ........................................................................................
26
D. BULGULAR.............................................................................................................. 32
E.TARTISMA…………………………………………………………………………………. 51
F. SONUÇ ve ÖNERĐLER............................................................................................
69
G. ÖZET.......................................................................................................................
72
H. SUMMARY……………………………………………………………………...….……..
77
I. KAYNAKLAR……………………………………………………………………………….
79
2
A.GĐRĐŞ VE AMAÇ
Alkol kullanımı çağımızın en ciddi sorunlarından biridir. Sorun yalnızca alkol
kullanan bireyi değil; bireyin ailesini, toplumu, toplumun ekonomik ve hukuksal işleyişine
kadar her alanı etkilemektedir. Araştırmalara göre birçok alkol bağımlısında eş zamanlı
olarak başka psikiyatrik sorunlar da bulunmaktadır. Eşlik eden psikiyatrik sorunların
değerlendirilmesi, birincil ya da ikincil olup olmadığı, ayırıcı tanı ve sağaltımda özellikle
önem taşır. Alkol kullanım bozukluğu olan hastalarda, eşlik eden psikiyatrik bozukluklara
bağlı olarak tedavi başvurusu ve tedaviyi yarım bırakma sıklığının daha yüksek olduğu
görülmüştür (1).
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), alkol bağımlılığı olan bireyler arasında
yaygındır (2,3). Genel nüfusta, erkeklerin yaklaşık %5’i ve kadınların %10,4’ü, yaşam
boyu TSSB ölçütlerini karşılamaktadırlar (4). Alkol bağımlılığı olan hastalarda TSSB
oranları, genel nüfustaki oranlardan en az iki kat daha yüksektir (5). Tek başına
alkol/madde bağımlılığı veya TSSB olan bireylerle karşılaştırıldığında, komorbitide daha
ciddi klinik bozukluk ve daha zayıf tedavi prognozu ile ilişkilidir (6,7,8,9).
Alkol bağımlılığına eşlik eden diğer psikopatolojilerin yaşam kalitesi üzerine etkisi
giderek daha fazla ilgi çekmektedir. Yaşam kalitesindeki klinik bozulma şiddetinin çeşitli
psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda da farklı olduğu belirtilmiştir (10). Rapaport ve
arkadaşlarının (2005) yaptığı bir çalışmada yaşam kalitesindeki ciddi düzeyde bozulma
(2 ya da daha fazla standart sapmanın toplum normlarının altında kalması) oranları;
kronik/double depresyon için %85, major depresyon için %63, distimik bozukluk için
%56, premenstrual disforik sendrom için %31, panik bozukluk için %20, obsesif
kompulsif bozukluk için %26, sosyal fobi için %21 ve TSSB için %59 olarak bildirilmiştir.
Bu çalışmada anksiyete bozuklukları içerisinde yaşam kalitesindeki ciddi klinik bozulma
oranın TSSB’nda en yüksek olduğu bildirilmiştir (10).
Araştırmalarda; TSSB, depresyon ve alkol kullanım bozukluğunun yaşam
kalitesinin farklı alanlarını olumsuz etkilediği belirtilmiştir. Depresyonun ve TSSB’nun
fiziksel, psikolojik ve toplumsal işlevselliği bozduğu belirtilmiştir (11). Alkol bağımlılığına
eşlik eden TSSB’nun daha yüksek oranda depresyon, intihar girişimi ve kendine zarar
verici davranışlarla ilişkili olduğu gösterilmiştir (12). Alkol bağımlılığına eşlik eden diğer
psikopatolojilerin, intihar düşünceleri ve tamamlanmamış intihar girişimleri için önemli bir
risk faktörü olduğu ifade edilmiştir (13).
Alkol bağımlılığı ile ilişkisi araştırılan bir diğer konu ise, kişiliğin mizaç ve karakter
boyutlarıdır. Yapısal açıdan kişiliğin; mizaç, karakter ve zekâdan oluştuğu konusunda
3
birçok araştırmacı tarafından fikir birliği vardır. Mizaç; biyolojik faktörlerin kişiliğe
katkılarını, karakter ise; sosyal ve kültürel katkılarını yansıtmaktadır (14). Günümüze
kadar bağımlılığa yatkınlığı artıran kişilik özellikleriyle ilgili çok sayıda etiyolojik model
ortaya atılmıştır. Alkol bağımlılarına özgü bir kişilik olmamakla birlikte, ortak kişilik
özelliklerinden söz edilebilir. Kişilik yapısı ve gelişimindeki bireysel farklılıklar,
psikopatolojiler için etkili bir risk faktörüdür. Bu nedenle alkol/madde bağımlılarının
mizaç ve karakter envanteri (MKE) ile değerlendirilmesi oldukça yararlı ve kişiliğin
değerlendirilmesi bağımlılığın tedavisi, önlenmesi ve öngörülebilmesi için önemlidir
(15,16).
Alkol
bağımlılarında
yaşam
kalitesinin
değerlendirilmesi
tedavinin
bireyselleştirilmesini ve relapsın önlenmesini sağlayabilir. Araştırmalar hastaların yaşam
kalitesinin doktorlar tarafından yeterince değerlendirilmediğini göstermektedir (17,18).
Dolayısıyla alkol bağımlılarında yaşam kalitesinin değerlendirilmesi tedavinin etkinliğini
artırabilir. Bireyin tedavisinde öncelik verilecek alanları belirlemek ve buna göre tedavi
planını düzenlemek ekonomik olacak ve tedavi masraflarının azalmasını sağlayacaktır.
Bu şekilde kişilerin yaşam kalitesinin nasıl etkilendiği tespit edilecek, psikososyal
problemlerin izlenmesi ve taranması sağlanacaktır. Ayrıca bireyin psikoterapi veya
psikolojik danışmadan hangisine ihtiyacı olduğuna karar vermek, hastaları etkin bir
biçimde
eşleştirerek
uygun
tedaviye
başlamak
ve
tedavi
sonrası
sonuçları
değerlendirmek daha kolay olacaktır.
Alkol bağımlılığında yaşam kalitesinin düştüğü birçok çalışma tarafından
saptanmıştır (19,20,21). TSSB olan kişilerde de yaşam kalitesinin düştüğü yapılan
çalışmalarda
belirtilmiştir
(11,22).
Çalışmamızda
TSSB
ek
tanısı
olan
alkol
bağımlılarının, TSSB ek tanısı olmayan alkol bağımlılarına göre yaşam kalitesinin daha
düşük olacağını öne sürüyoruz. Ayrıca alkol bağımlılığı olan hastalarda bazı mizaç ve
karakter özelliklerinin de yaşam kalitesi üzerine etkisi olacağını düşünmekteyiz.
Bu araştırmada; detoksifikasyonu tamamlanmış alkol bağımlılığı olan erkek
hastalarda, çocukluk çağı travması, TSSB ek tanısı, mizaç ve karakter özelliklerinin
saptanması ve bu özelliklerin alkol bağımlılığı olan hastaların yaşam kalitesi üzerine
etkisinin olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
4
B. GENEL BĐLGĐLER
1. ALKOL KULLANIMININ TARĐHÇESĐ
Etil alkol, meyve ve tahıllardaki karbonhidratların fermantasyonu sonucu kolayca
elde edilebilen bir maddedir. Bundan dolayı, hemen her toplumda alkollü içecekler
bilinmekte ve yaygın olarak kullanılmaktadır (23). Alkol kullanımına ait bilgiler tarihin
çok eski dönemlerine kadar dayanmaktadır. Anadolu, Mezopotamya, Mısır ve diğer
Akdeniz bölgelerinde yaşamış ulusların alkol kullandıkları tarihsel kayıtlara geçmiştir.
Eski Mısır, Yunan ve Roma tarihçilerinin alkollü içkilerden söz ettikleri bildirilmektedir
(24). Arpadan bira yapımı M.Ö 4000 yılından bu yana bilinmektedir. Şarabın elde ediliş
ve satışını belirleyen ilk yasalar Babil kralı Hammurabi tarafından yapılmıştır. Eski Roma
ve Yunan döneminde şarap kutsal sayılmış, Roma’da Bacchus, Atina’da Dionisos şarap
tanrıları olarak anılmışlardır. Alkol bağımlılığı tarihin akışını da etkilemiştir. Büyük
Đskender’in 33 yaşında aşırı alkol alımı sonucu öldüğü bilinmektedir. Đtalya’da bağların
büyük ölçüde yok edilmesi alkol bağımlılığı olan toplumdaki üst sınıflar ve Neron,
Caligula, Cladius gibi imparatorlar için sorun olmuştur (23). Orta çağda, Avrupalılar
Araplardan gelişmiş damıtma tekniklerini almış ve şarap yapımı manastırların
egemenliğine geçmiştir. Bu durum, din adamları arasında alkol bağımlılığının artmasına
yol açmıştır. Damıtma teknolojisinin daha da gelişmesiyle 18. yüzyıl Avrupa’sında
toplumdaki aşağı sınıf arasında alkol kullanımı giderek yayılmış, 19. yüzyılda
Amerika’da zirveye ulaşmıştır.
1700’lerde Dr. Benjamin Rush (1790) aşırı alkol kullanımını bir hastalık olarak
tanımlamış, tedavi olarak da alkolden tamamen uzak durmayı önermiştir. 1849’da Đsveçli
hekim Magnuss Huss ilk kez ‘’alkolizm’’ terimini kullanmıştır. 20.yüzyılda psikanalitik
görüşün yaygınlaşmasıyla alkolizm altta yatan psikopatolojinin bir semptomu olarak
kabul edilmiştir. II. Dünya Savaşından sonra alkol kullanımının farklı kültürlerde farklı
dereceler göstermesi, alkolizmin köklerinin sosyal davranış örüntülerinde olduğunun
kanıtı olarak ele alınmıştır.
Bugün alkol bağımlılığı; kişilik özellikleri, öğrenme mekanizmaları, psikanalitik
dinamikler, psikososyal etkenler ve aile sistemleri ile birlikte ele alınmasının yanı sıra,
alkolün psikofarmakolojisi, kişinin genetik yapısı, biyolojik yatkınlığı ile psikiyatrik ve tıbbi
komorbidite gibi birçok yönden de ele alınmaktadır (23).
5
2. ALKOL BAĞIMLILIĞININ TANIMI
Alkol bağımlılığını tanımlayabilmek için çok sayıda etiyolojik model ortaya atılmış
fakat hiçbir model bu kavramı yeterince açıklayamamıştır. Bazı araştırmacılar, kalıtımı
veya biyolojik etkenleri ön plana çıkarmış; bir kısmı ise biyopsikososyal etkenlerin
belirleyici olduğu üzerinde durmuşlardır. Fakat insanı biyopsikososyal bir bütün olarak
anlamak, değerlendirmek ve onun çok yönlü yapısının alkol kullanımı ile ilişkilerini
sağlam verilere dayanarak ortaya koymak çok kolay olmamıştır. Alkol bağımlılığı
olgusunu tartışan modellerin hiç biri, tek başına alkol bağımlılığını tam olarak
tanımlamayı başaramamıştır (25).
Alkol bağımlılığı veya kötüye kullanımında yeterli günlük işlevsellik için fazla
miktarlarda alkol alma ihtiyacı olmaktadır. Đçme paternleri belli davranışlarla ilişkilidir.
Bunlar; içmeyi durdurma veya kesme, fazla içmeyi kontrol edebilmek için çaba
gösterme, içmeyi günün belli zamanına sınırlayamama, kişinin alkol kullanımıyla
kötüleştiğini bildiği fiziksel bozukluğuna rağmen içmeye devam etme, alkol içeren sanayi
ürünlerini
içmek
amaçlı
kullanma
ve
entoksikasyon
sırasında
yaşananları
hatırlayamama ile seyreden amnestik periyotlar şeklindeki davranışlardır. Alkol bağımlısı
veya kötüye kullanımı olan kişi alkol kullanımı nedeniyle sosyal ve mesleki alanda
bozulma yaşar. Bu alanlardaki yasal zorluklar; aşırı miktarda alkol alma durumunda
şiddet davranışının olması, işe devamsızlık, iş kaybı, aile üyeleri veya arkadaşlar ile
tartışmalar, alkollü olarak sergilenen davranışlar veya sebep olunan kazalar nedeniyle
tutuklanmalar şeklinde olabilir (26).
Başta batı toplumları olmak üzere; bütün dünyada yaygın bir biçimde tüketilen
alkole bağlı “normal içiciliğin” nerede bittiği, “bağımlılığın” nerede başladığı konusu tanı
koymada en kritik noktadır. Esas olarak kullandığımız tanısal sınıflandırma sistemleri ne
kadar iyi olursa olsun, mutlaka yetersiz noktaların bulunduğu ve yanlış pozitif ve yanlış
negatif değerlendirmelerin önlenemediği bilinen bir durumdur. Alkol Bağımlılığının
Amerikan Psikiyatri Birliği sınıflandırması olan DSM-IV’e göre tanı ölçütleri aşağıdaki
gibidir (27);
Alkol bağımlılığı, 12 aylık bir dönem içinde herhangi bir zaman ortaya çıkan,
aşağıdakilerden üçü (ya da daha fazlası) ile kendini gösteren, klinik olarak belirgin bir
bozulmaya ya da sıkıntıya yol açan uygunsuz alkol kullanımı durumudur:
6
1. Aşağıdaki tanımlar ile ilişkili direnç artışı olması:
a) Entoksikasyon ya da istenen etkiyi sağlamak için belirgin olarak artmış miktarlarda
alkol kullanımı olması
b) Sürekli olarak aynı miktarda alkol kullanımı ile belirgin olarak azalmış etki
görülmesi
2. Aşağıdaki tanımlar ile ilişkili olarak yoksunluk gelişmiş olması:
a) Alkole özgü yoksunluk sendromu
b) Yoksunluk semptomlarından kurtulmak ya da kaçınmak için alkol alımı
3. Alkolün alınması düşünülen miktar ve süreden daha fazla kullanılması
4. Alkol kullanımını bırakmak ya da kontrol altına almak için sürekli bir istek ya da
boşa çıkan çaba varlığı görülmesi
5. Alkolü sağlamak, alkol kullanmak ya da alkolün etkilerinden kurtulmak için çok
fazla zaman harcanması
6. Alkol kullanımı yüzünden önemli toplumsal, mesleki etkinliklerin ya da boş
zamanların değerlendirme etkinliklerinin bırakılması ya da azaltılması
7. Alkolün neden olmuş ya da alevlendirmiş olabileceği, sürekli olarak var olan ya da
yineleyici bir biçimde ortaya çıkan fiziksel ya da psikolojik bir sorunun olduğu bilinmesine
karşın alkol kullanımı sürdürülmesi
Fizyolojik bağımlılık gösteren: Direnç artımı ya da yoksunluğun kanıtı vardır.
Fizyolojik bağımlılık göstermeyen: Direnç artımı ya da yoksunluğun kanıtı yoktur.
3. ALKOL BAĞIMLILIĞININ ETĐYOLOJĐSĐ
Aşırı alkol kullanımına hangi nedenlerin yol açtığı sorusu, eski yıllardan beri
kuramcıların ilgisini çekmiştir. Bugüne kadar bu konuda, biyolojik, davranışsal ve sosyal
bilim alanlarında birçok kuram ve görüş ortaya atılmış, zengin bir literatür ortaya
çıkmıştır. Günümüzde alkolizm birden çok etkenin rol oynadığı bir bozukluk olarak
görülmektedir (28).
Alkol bağımlılığının etiyolojisini inceleyen araştırmalar ve değerlendirmeler, farklı
bağımlılık modellerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Etiyolojide temel fikir birliği, alkolle
ilişkili bozuklukların hemen hemen diğer tüm ruhsal bozukluklarda olduğu gibi, heterojen
hastalık süreçlerinden oluştuğudur. Her bir vaka için psikososyal, genetik veya
davranışsal faktörlerin, bağımlılığın gelişmesinde, diğerinden daha önemli olabildiği
kabul edilmektedir (29).
7
4. ALKOL BAĞIMLILIĞININ YAYGINLIĞI
Günümüzde alkol bağımlılığı toplumların en önemli sağlık sorunlarından biri
haline
gelmiştir.
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde
(ABD)
yetişkinlerin
%90’ının
yaşamlarının her hangi bir döneminde alkol kullandıkları saptanmıştır. Epidemiyolojik
Kaynak Alanı Çalışmaları (Epidemiologic Cathment Area ‘ECA’) verilerine göre
erkeklerin %10’unda, kadınların ise %3-5’inde alkol bağımlılığı gelişme riski vardır. Aynı
çalışmada alkol kullanım bozukluğu ya da madde kötüye kullanımı olan kişilerin
%53’nün başka bir psikiyatrik ek tanı aldıkları bildirilmiştir (30). Ülkemizde alkol
bağımlılığının sıklığı ve yaygınlığı ile ilgili araştırmalar son derece kısıtlıdır. Arıkan ve
arkadaşlarının (1996) Ankara’da yarı kentsel bir bölgede 20.000 kişi ile yaptıkları
epidemiyoloji araştırmasında, genel popülasyonda yaşam boyu alkol bağımlılığı görülme
sıklığı %0,9 olarak saptanırken, erkeklerde bu oran %1,9 olarak belirlenmiştir (31). Diğer
bir çalışmada ise, Đstanbul’da 12-65 yaşları arasındaki 1550 kişi içinde alkol kullanım
yaygınlığı %33,5 olarak belirtilmiştir (32).
5. ALKOL BAĞIMLILIĞI ve KOMORBĐDĐTE
Alkolün insan psikolojisi ve psikiyatrik bozukluklar üzerine etkisi Hipokrat’tan bu
yana bilinmektedir. Fakat çok uzun yıllar alkol kullanımına eşlik eden psikiyatrik
bozuklukları ve bunlar arasındaki bağlantıları incelemek araştırmacıların ilgisini
çekmemiş, bilim dünyasının gündemine bu konu girmemiştir. Çok eksenli tanı
sistemlerinin
yaygın
olarak
kullanılması
psikiyatrik
bozuklukları
daha
ayrıntılı
inceleyebilme ve eşlik eden psikoaktif madde kullanım bozuklukları ile birlikte
değerlendirme olanağı sunmuştur. DSM-III ve ondan sonra gelen sınıflandırma
sistemlerinde, alkol bağımlılığı ile birlikte, ona eşlik eden psikiyatrik bozuklukları
kodlamayı engelleyen hiyerarşik bir yapılanma söz konusu değildir. Yani alkol
bağımlılığı ve alkol kötüye kullanımı tanılarına ek olarak birden çok eksende birden çok
psikiyatrik tanı koymak mümkündür. Bu durum daha önce dikkati çekmeyen,
önemsenmeyen ya da göz ardı edilen ve alkol bağımlılığına eşlik eden psikiyatrik
bozuklukların dikkat çekici biçimde kodlanmaya başlanmasına neden olmuştur (33).
Yapılan çalışmalar alkol ve madde kullanım bozukluklarına eşlik eden psikiyatrik
rahatsızlıkların görülme sıklığının fazlalığını oldukça iyi bir şekilde ortaya koymaktadır
(34). ABD’nde yapılan Ulusal Komorbidite Çalışması (NCS) ve Epidemiyolojik Kaynak
Alanı Çalışmaları (ECA) ABD’de alkol bağımlılarında ruhsal hastalık komorbiditelerini
incelemiştir (5,30). NCS çalışmasında alkol kötüye kullanımı olan kişilerde bir yıllık
8
sürede % 12.3 oranında duygudurumu bozukluğu gözlendiği (% 11.3 majör depresif
bozukluk, % 0.3 bipolar bozukluk), % 29.1 oranında ise anksiyete bozukluklarının
(% 1.4 yaygın anksiyete bozukluğu, % 1.3 panik bozukluk, % 5.6 TSSB) gözlendiği
belirtilmektedir. Aynı çalışmada alkol bağımlılığı olan kişilerde ise, bir yıllık sürede
duygudurum bozuklukları oranı % 29.2 (% 27.9 majör depresif bozukluk, % 1.9 bipolar
bozukluk) ve anksiyete bozuklukları oranı % 36.9 (% 11.6 yaygın anksiyete bozukluğu,
% 3.9 panik bozukluk ve % 7.7 TSSB) olarak bildirilmiştir (5).
Klinik
ve
toplum
içi
örnekler
üzerinde
yapılan
araştırmalar
psikiyatrik
bozukluklarda komorbiditenin çok yaygın olduğunu göstermektedir. Psikiyatrik sağaltım
altındaki hastaların yarısından fazlası birden çok tanı almaktadır. Ayrıca, alkol/madde
kötüye kullanımı ya da bağımlılığı olan hastaların 3/4’ünde başka ruhsal bozukluk
bulunmaktadır. Komorbidite, ciddi sağaltım sorunlarını da beraberinde getirmekte ve
daha şiddetli hastalık seyri oluşturmaktadır. Alkol/madde kullanımı ile psikiyatrik
bozukluklar arasında çift yönlü bir ilişki olduğu bilinmektedir. Alkol/madde kullanımı
psikiyatrik belirti ve sendromların ortaya çıkmasına, psikiyatrik bozukluklar da
alkol/madde kullanım bozukluklarına neden olabilmektedir. Alkol/madde bağımlılığı
birçok psikiyatrik bozukluğu maskeleyebilmekte, taklit edebilmekte ya da onların
komplikasyonu olabilmektedir (33).
Alkol kullanım bozukluğuna eşlik eden psikiyatrik bozukluk ve sendromların
nasıl geliştiği henüz tam olarak bilinmemektedir. Eşlik eden psikiyatrik belirtiler ve
bozukluklar birincil veya ikincil olarak gelişebilmektedir (1). Komorbid psikiyatrik hastalığı
olan alkol/madde bağımlılarında klinik gidiş ve tedaviye yanıt, olmayan bağımlılara göre
daha kötüdür (33).
Alkol kullanım bozuklukları ve psikiyatrik belirtiler arasındaki ilişki klinik olarak
önemli ve oldukça karışıktır. Tipik bir deprese edici ajan olarak alkol, beyni birçok
yönden etkiler ve yüksek dozları üzüntü duygusunu (örn. depresyon); akşamdan
kalmışlık
ve
kesilme
durumu
ise
huzursuzluk
duygusunu
(örn.
anksiyete)
oluşturmaktadır. Alınan alkol miktarı arttıkça ve düzenli alkol kullanımı durumunda
kişinin geçici anksiyete ve depresif belirtiler ortaya çıkaracağı öngörülebilir. Alkol alımı
daha da arttıkça bu belirtiler de güçlenecektir. Ancak alkol bağımlısı hastalara nedensonuç ilişkisi sorulduğunda, bu kişilerin sıklıkla üzüntü ve huzursuzluk duygularıyla baş
etme amacıyla alkol kullandıkları cevabı alınmaktadır (35).
Kendi kendini tedavi hipotezine (Self Medication Hypothesis) göre, alkol ve
madde kullananlarda eşlik eden psikiyatrik bozuklukların görece yüksek oranda
9
olmasının nedeni, beraberinde ya da öncesinde psikiyatrik bozuklukları olan kişilerin
rahatsızlıkları ile başa çıkmak için bu maddeleri kullanması ve zaman içinde bu
maddelere karşı bağımlılık geliştirmesidir. Dolayısıyla hastalar, istenmeyen mizaç
durumlarını değiştirmek, dayanılmaz anksiyetelerini azaltmak, bazı bilişsel bozuklukları
ile başa çıkabilmek için bu maddeleri kullanmaya başlamaktadırlar. Kendi kendini tedavi
hipotezinin kökleri ise, kontrollü klinik çalışmalardan çok bireysel, dinamik yönelimli
psikoterapi veya psikanalizlerde toplanan klinik gözlemlerle desteklenmektedir (36).
Alkolün yatıştırıcı, anksiyolitik ve öfori yapıcı etkilerinin bulunması, anksiyete,
depresyon ya da panik ataklar gibi olumsuz duygulanımları yatıştırması gibi etkenler
alkol alımını pekiştirici olarak etkilemekte ve bu kişilerin alkolü bir ilaç gibi kullanmasına
neden olmaktadır (37).
Alkol çeşitli nörotransmiterler üzerine etki eden bir maddedir. Alkol inhibitör bir
madde olan GABA (gama amino butirik asit) aktivitesini artırırken, eksitatör etkili
glutamat aktivitesini azaltır. Alkolün, GABA’erjik sistemi etkileyerek anksiyolitik etki
gösterdiği öne sürülmektedir (38,37).
Tedaviye başvuran bağımlılarda tedavi ihtiyacı hissetmeyenlere göre daha fazla
komorbid psikiyatrik hastalığa rastlanmaktadır, çünkü komorbid psikiyatrik hastalığı olan
bağımlılar çok daha fazla yardım ve destek ihtiyacı hissetmektedirler. Bu durum
“maddeye bağlı artefakt” olarak adlandırılmıştır (39).
Alkol bağımlılığı olan kişiler ile yapılan görüşmelerde tanı koymak için
görüşmenin, detoksifikasyonun hangi aşamasında yapıldığı önemlidir. Ayrıca psikiyatrik
belirtilerin şiddeti hastaların alkolü kullanmadıkları süre ile de ilişkilidir. Tıbbın her
alanında olduğu gibi psikiyatride de birden fazla hastalığın birlikteliği düşünülüyor ise
klinik görünümde, gidiş ve sonlanışında her hastalığı ayırt edebilmek, primer veya
sekonder ayırımını yapabilmek,
her iki hastalığın birlikte ne tür bir etkileşim içinde
olduğunu tespit edebilmek zordur. Komorbidite olabileceği düşüncesiyle alkol/madde
tarafından indüklenen psikiyatrik bozuklukların diğer primer psikiyatrik hastalıklardan
açık bir şekilde ayırt edilmesi gerekmektedir. Birçok psikoaktif madde mizaç, bilişsel
işlevler ve davranışlarda önemli değişiklikler meydana getirmektedir. Bu belirtiler
psikiyatrik hastalıklardan ayırt edilemeyebilir. Öncelikle bu maddelerin entoksikasyon ya
da yoksunluk belirtileri sona erdikten sonra hastaların tekrar değerlendirilmesi
gerekmektedir (33). Çoğu alkol bağımlısı, entoksikasyon ve kesilme döneminde bu
duruma bağlı olarak, duygudurum veya anksiyete bozukluğu belirtileri göstermekte ve
bu belirtiler alkolün bırakılmasından sonraki ilk bir hafta ile bir ay arasında büyük
10
olasılıkla düzelmektedir. Böyle bir durumda alkole bağlı gelişen ruhsal belirtiler için uzun
dönem psikiyatrik tedaviye gerek olmayacağı da bilinmektedir (40).
6. TSSB’nun TARĐHÇESĐ ve TANIMI
Travmatik stres ile ilgili ilk tıbbi yaklaşımların 19.yüzyılda ortaya çıktığı, erkek
savaş gazileri ile kadınların travmatik stres yaşantıları sonucu ortaya çıkan semptomları
alkol ve opiyatlar ile bastırmaya çalıştıkları bildirilmiştir (41, 42).
Büyük savaşlar travmatik nöroz tablosu ile ilgili bilgi ve deneyimlerin artmasına
neden olmuştur. I.Dünya Savaşı’nda bu bozukluk “siper şoku” ve “asker kalbi” olarak
adlandırılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda ise benzer tablolar “muharebe yorgunluğu” ve
“savaş nörozu” adları ile tanımlanmıştır. II. Dünya Savaşı’nda bu tip kayıpları gözleyen
Abraham Kardiner bütün ciddi travmatik yaşantılardan sonra yaygın olarak ortaya çıkan
bir semptom kümesi tanımladı. Abraham Kardiner’in “fizyonöroz” olarak adlandırdığı bu
semptomlar; atipik rüyalar, travmatik yaşantı ile meşguliyet, kişilikte değişiklikler, korku
ve irritabiliteydi. Askeri psikiyatristler, II. Dünya Savaşı’nda akut travmatik stresi tedavi
etmek için barbitüratlar, amfetamin, insülin, eter ve karbondioksit kullanmıştır. Klinik
semptomların kronik seyirli olduğunu gözlemleyerek, tedaviyi kısa sürede uygulamak,
travmanın yakınında olmak ve askeri göreve geri döndürmek gibi prensiplerin önemli
olduğunu vurgulamışlardır. Yine II. Dünya Savaşı sıralarında toplama kamplarında
anksiyete, motor huzursuzluk, uyku bozukluğu, gece kabusu, yorgunluk, fobik
reaksiyonlar, aşırı endişe, şüphecilik tanımlanmış ve bunlar “toplama kampı sendromu”
olarak adlandırılmıştır (43).
II. Dünya Savaşı ve 1941 yılındaki ünlü “Coconut Grove” gece kulübü
yangınından sonra görülen ve psişik bir travmaya bağlanan bu semptomlar önemli bir
akıl hastalığı olarak kabul edilmiş ve 1952’de yayımlanan DSM-I’de yer almıştır.
DSM-I’de travmatik stres cevabına ayrı bir kategori olarak yer verilirken sivil ve asker alt
tipleri olduğu belirtilmiştir. DSM-II’de ayrı bir kategori olmaktan çıkarılmış, erişkin
yaşamda uyum bozukluğu başlığı altına yerleştirilmiştir. DSM-III-R’de 1970’ler boyunca
süren
çatışmalardan
ve
Vietnam
Savaşı’nın
deneyimlerinden
faydalanılmıştır.
Anksiyete, uyku bozuklukları, kabuslar, amnezi, duygusal yanıtsızlık, huzursuzluk,
sosyal geri çekilme, dürtüsellik gibi belirtilerin söz konusu olduğu bu klinik tablo için
TSSB tanısı kullanılmaya başlanmıştır. DSM-III-R’de travmatik olayın insanların
yaşadığı sıradan olaylardan daha farklı şiddette olması gerektiği belirtilmiş, ayrıca
kaçınma semptomlarının (gelecek belirsizliği ve travmatik olaya azalmış ilgi) varlığı
vurgulanmıştır (27,42,44).
11
DSM-IV’te travmatik olayın tanımlanmasına ilişkin değişiklikler (olayın kendisi ve
travmaya emosyonel yanıt) yer almıştır. DSM-III-R’deki belirtilere ek olarak travmayı
anımsatan durumlarda fizyolojik bir aşırı tepki söz konusudur. Kaçınma ve tepkisizlikle
birlikte olması beklenmektedir. DSM-IV’te TSSB tanımlanmasında yaşamı tehdit eden
ağır hastalık, fiziksel olmayan saldırılar, uygun olmayan cinsel deneyimler, çocuklarda
ebeveynlerin ölümü gibi stresörlere de yer verilmiştir (43).
Yaşamsal tehlike taşıyan olayların karşısında insanlar genellikle dehşet, korku ve
anksiyete ile tepki verirler. Bu duygular temel olarak hayatta kalma içgüdüsünün bir
parçası iken, kişinin travma ile ilgili belleğini geliştirmekte ve gelecekte karşılaşabileceği
benzer tehlikeli durumlardan korunmasını ve onlarla baş edebilmesini sağlamaktadır.
Çoğu kişi yaşamları boyunca en az bir defa böyle bir travma ile karşı karşıya kalmasına
rağmen, birçoğu yaşadıkları travma ile baş ederek hayatına devam edebilmektedir.
Ancak bir grup insanda, travma sonrası dönemde TSSB’nun semptomları ile karakterize
bir süreç başlar (45).
DSM-IV travmatik olayı; gerçek bir ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da fiziksel
bütünlüğe bir tehdit olayını yaşamak, tanık olmak veya öğrenmek olarak tanımlamıştır.
Buna bağlı olarak işkence, savaş, saldırı, tecavüz, bombalama, yangın, doğal felaketler
(deprem, su baskını, fırtına vb.), çeşitli kazalar (iş kazaları, trafik kazaları) travmatik
olaylar olarak belirtilmiştir ( 27).
DSM-IV’e göre TSSB tanı ölçütleri aşağıdaki gibidir ( APA 1994):
A. Kişi, aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu travmatik bir olay yaşamıştır;
1 . Gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma, kendisinin ya da
başkalarının fiziki bütünlüğüne karşı bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık
olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.
2 . Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır
(Çocuklar bunların yerine dezorganize ya da ajite davranışla tepkilerini dışa vurabilirler).
B. Travmatik olay aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) yoluyla sürekli olarak
yeniden yaşanır;
1.Olayın, elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların
arasında düşlemler, düşünceler ya da algılar vardır. Not: Küçük çocuklar travmanın
kendisini ya da değişik yönlerini konu alan oyunları tekrar tekrar oynayabilirler.
2 .Olayı, sık sık sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme (Çocuklar içeriğini tam
anlamaksızın korkunç rüyalar görebilirler).
12
3 .Travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme (uyanmak
üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile, o yaşantıyı yeniden yaşıyor gibi
olma duygusunu, illüzyonları, halüsinasyonları ve dissosiyatif “flashback” epizodlarını
kapsar).
4 .Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla
karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma.
5 .Travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla
karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme.
C. Aşağıdakilerden üçünün (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, travmaya
eşlik etmiş olan uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde
azalma (travmadan önce olmayan);
1. Travmaya eşlik etmiş olan düşünce, duygu ya da konuşmalardan kaçınma
çabaları.
2 . Travma ile ilgili anıları uyandıran etkinlikler, yerler ya da kişilerden uzak durma
çabaları.
3 . Travmanın önemli bir yönünü anımsayamama.
4 . Önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması.
5 . Đnsanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları.
6 . Duygulanımda kısıtlılık (örneğin sevme duygusunu yaşayamama).
7 . Bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örn. Bir mesleği, evliliği, çocukları ya da
olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama).
D. Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması ile belirli, artmış
uyarılmışlık semptomlarının sürekli olması;
1 . Uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük.
2 . Kolay, çabuk öfkelenme ya da öfke patlamaları.
3 . Düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada zorluk çekme.
4 . Dikkatte artış.
5 . Aşırı irkilme tepkisi gösterme.
E. Bu bozukluk (B, C ve D tanı ölçütlerindeki semptomlar) 1 aydan daha uzun sürer.
F. Bu bozukluk, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda
ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur.
DSM-IV’e göre TSSB tanısının konulabilmesi için yeniden yaşama belirtilerden en
az bir ölçütün, kaçınma ve genel tepki düzeyinde azalma belirtilerinden en az üç ölçütün
13
ve aşırı uyarılmışlık belirtilerinden en az iki ölçütün karşılanması gerekmektedir. Bu
klinik durum bir aydan uzun sürmeli ve işlevsellikte bozulmaya neden olmalıdır. Belirtiler
üç aydan kısa sürerse akut, daha uzun sürerse kronik, stres etkeninden en az altı ay
sonra başlamışsa gecikmiş TSSB olarak tanımlanır (27).
7. TSSB’nun ETĐYOLOJĐSĐ
Her organizmanın baş edemeyeceği ağır zorlanma (stres) durumları olabilir.
Böyle koşullarda herhangi bir kişide ağır bunalımlar ortaya çıkabilir. Ancak, TSSB’nun
tipik belirtileri ağır travma ile karşılaşmış her kişide görülmemektir. Kimileri normal
denebilecek kısa süreli uyum bozukluğu, kimileri konversiyon bozukluğu, dissosiyatif
bozukluklar, katatoni (donakalım) ya da psikotik belirtiler gösterebilir. Bu nedenle
TSSB’nun oluş nedeni yalnızca stresin ağırlığına bağlanamaz. Belli bir yapının ve kişilik
yatkınlığının da bulunması gerekir. Fakat bugüne kadar TSSB’na neden olan kişilik
özellikleri aydınlatılamamıştır. TSSB’na neden olacak olayın ortak özellikleri; acı veren
darbenin çok ağır olması, stresin önceden beklenmeyen, kestirilemeyen, ani olması,
bireyin olay karşısında denetim gücünün olmaması ve çevre desteklerinin yetersiz
olmasıdır. TSSB’nun gelişmesinde yatkınlığı artıran önemli bireysel etkenler: yaş,
cinsiyet, medeni hal, eğitim durumu, geçmişte ve/veya ailede anksiyete bozukluğu
ve/veya depresyon öyküsü, antisosyal kişilik bozukluğu, çocukluk çağı kötüye
kullanımı/travma, alkol/madde kötüye kullanımıdır (46).
Kişilik bozukluklarına eşlik eden alkol/madde kullanım bozukluğu varsa, TSSB
geliştirme olasılığının 2 kat arttığı belirtilmiştir (47). Davranım bozukluğu ve antisosyal
davranışların kişileri riskli ve tehdit dolu bir yaşam tarzına sevk ettiği, böylece travmaya
daha sık maruz kaldıkları ve dolayısıyla da genel popülasyona kıyasla daha yüksek
oranda TSSB tanısı aldıkları bildirilmektedir (47, 48).
Son yıllarda TSSB’nun ortaya çıkışı ile ilgili psikolojik ve biyolojik etkenler üzerine
araştırmalar artmıştır. TSSB’ unda birden fazla psikolojik ve nörokimyasal sistemin
etkilenmesinden söz edilmektedir. Kişi travmayla karşılaştığında organizmanın stres
yanıtına adrenerjik, dopaminerjik, serotonerjik, gabaerjik ve nöroendokrin sistemlerin
hepsi katılmaktadır. Yapılan çalışmalar, travmanın merkezi sinir sisteminde kısa ya da
uzun süreli yapısal ve işlevsel değişimlere neden olduğunu göstermektedir (49). Her
türlü travma sempatik sinir sisteminde uyarılma oluşturmakta, travma anında ya da
aradan zaman geçtikten sonra travmayı hatırlatan koşullarda kalp hızında ve kan
basıncında artma gibi otonomik aşırı uyarılma bulguları gözlenmektedir (42).
14
8.TSSB’nun YAYGINLIĞI
TSSB sıklığı toplumdan topluma, ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye büyük
değişiklik gösterdiğinden sıklık ve yaygınlık yüzdeleri vermek çok zor, belki de
olanaksızdır. A.B.D.’nde yapılan araştırmalara dayanarak TSSB’nun yaşam boyu
yaygınlık oranı için %1.0-%1.3 ile %7.8-%9.2 arasında yüzdeler elde edildiği, kadınlarda
da erkeklere göre iki kat fazla olduğu bildirilmiştir (50).
Ancak bu yüzdelere de kuşku ile yaklaşmak gerekir. Çünkü veriler belli bir zaman
diliminde olabilecek geniş çaptaki yıkım olaylarına göre değişebilecektir. Değişik
çalışmalarda genel olarak TSSB’nun yaşam boyu prevalansı %1-14 arasında
değişmektedir (4, 51).
TSSB’nun epidemiyolojisi ile ilgili en tutarlı bulgulardan biri de bu bozukluğun
kadınlarda daha yüksek oranda görülmesidir (52). TSSB ile ilgili psikolojik modellerdeki
açıklamalara göre kadınlarda erken yaşlarda travma yaşama olasılığı daha yüksektir.
Dolayısı ile kadın cinsiyetin TSSB için bir risk etkeni olduğu belirtilmiştir. Kadınlarda
TSSB görülme oranı %10,4 iken; erkeklerde bu oran %5,0 olarak belirtilmiştir (4). Her ne
kadar erkeklerde yaşanan travma deneyimleri daha fazla ise de; kadınların yaşadıkları
travmalar daha çok cinsel istismar gibi durumlardan kaynaklandığı için kadınlarda
TSSB’nun daha yüksek oranda bulunduğu düşünülmektedir.
9. TSSB ve KOMORBĐTĐDE
Yaşam boyu TSSB olanlarda diğer birçok psikiyatrik bozukluğun ek tanı olasılığı
da anlamlı derecede artmaktadır (53). Breslau ve arkadaşları (1991), TSSB’na en sık
eşlik eden Eksen I bozukluklarının majör depresyon ve alkol/madde bağımlılığı
olduğunu bildirmişlerdir (54). Kessler ve arkadaşları (1995), erkeklerde %48, kadınlarda
ise %49 oranında majör depresyonun TSSB’na eşlik ettiğini saptamışlardır (4).
Bağımlılarda çocukluk çağı travmasına genel popülasyona göre daha sık
rastlanmakta ve yaygınlık oranın %30-%59 arasında olduğu bildirilmektedir (55). Diğer
yandan çocukluk çağı travması kişilik bozuklukları, TSSB ve alkol/madde kullanımı için
yatkınlığı artıran bir faktör olarak kabul edilmektedir (48, 54, 58).
TSSB olan savaş gazilerinden oluşan erkekler ile yapılmış bir çalışmada; alkol
kötüye kullanımı veya bağımlılığı, depresyon, anksiyete bozuklukları, davranış
bozuklukları ve alkol dışı madde suistimalinin yaygın olarak görüldüğü belirtilmiştir (56).
Sivil popülasyonda yapılan başka bir çalışmada ise; TSSB olan kişilerdeki madde
kullanım bozukluğu prevalansı %21,6 ile %43,0 arasında iken, TSSB olmayan kişilerde
15
madde kullanım bozukluğu prevalansının %8,1 ile %24,7 arasında değiştiği bildirilmiştir
(54).
TSSB olan kadınlarda alkol kötüye kullanımı veya bağımlılığına göre depresyon
ve diğer anksiyete bozukluklarının daha yüksek oranda olduğu görülmüştür. Alkol
bağımlılığının kadın hastalarda daha çok TSSB ile ilişkili olduğu belirtilmiştir (52, 57).
Alkol/madde bağımlılığı ve TSSB arasındaki yüksek komorbidite oranını
açıklamak üzere 4 temel model ortaya atılmıştır. Bu modellerin ilkine göre alkol/madde
kullanım örüntüsü TSSB’ dan önce gelişmektedir. Alışkanlıklarını devam ettirmek
isteyen kullanıcılar kendilerini tekrar tekrar tehlikeli durumlara sokmakta ve neticede çok
sayıda fiziksel ve psikolojik travmaya maruz kalmaktadırlar. Đkinci modele göre ise
TSSB, alkol/madde kullanım örüntüsünden önce gelişmektedir. Bu model alkol/madde
kullanımını bir çeşit kendi kendini tedavi etme yönünde kullanmayı kapsamaktadır.
Üçüncü modele göre alkol/madde kullanan kişilerde travmadan sonra TSSB gelişimine
yatkınlık artmaktadır. Bu yatkınlığın ise, başa çıkma mekanizmalarındaki yetersizlik
ve/veya
beyin
nörokimyasında
ortaya
çıkan
değişikliklerden
kaynaklandığı
düşünülmektedir. Dördüncü modele göre ise, TSSB ve alkol/madde kullanım
bozuklukları ortak kalıtsal ve psikososyal yatkınlığa sahiptirler (2).
10. ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMASI, TSSB ve ALKOL BAĞIMLILIĞI
ĐLĐŞKĐSĐ
Genel popülasyonda çocukluk döneminde yaşanan zorluklar oldukça yaygındır.
NCS verilerine göre erişkinlerde görülen psikiyatrik bozuklukların çocukluk döneminde
yaşanan zorluklar ile ilişkili olduğu belirtilmiştir (5). Bu nedenle travmatik geçen çocukluk
dönemi ile kötü gelişen erişkinlik dönemi arasındaki ilişkinin iyi bir şekilde araştırılması
gerektiği bildirilmiştir (5).
Çocuklukta şiddete maruz kalma, cinsel istismar veya duygusal istismar gibi
travmatik yaşantılar TSSB’na neden olabilmektedir (59). Çocukluk dönemindeki
travmatik olayların alkol kullanım bozukluklarına da neden olduğu belirtilmektedir (60,
61).
Breslau ve arkadaşları (2003) ise; çocukluk döneminde yaşanan travmatik
olayların alkol/madde kullanım bozuklukları için riski artırmadığını, ancak TSSB’nun
alkol/madde kullanım bozuklukları için nedensel bir risk faktörü olabileceğini
belirtmişlerdir (62).
16
Evren ve arkadaşları (2006), yatarak tedavi gören alkol bağımlılığı olan erkek
hastalar ile yaptıkları bir çalışmada, yaşam boyu TSSB oranını %26.8 olarak
saptamışlardır (63). Małgorzata ve Maria (2007), alkol bağımlılığı ile TSSB arasındaki
ilişkiyi araştırmışlar ve alkol bağımlılığı olan hastalarda şimdiki TSSB prevalansını %25
olarak saptamışlardır (64). Dom ve arkadaşlarının (2007) yaptığı bir çalışmada ise, 119
alkol kullanım bozukluğu olan hastanın 97’sinde geçmişe ait travma öyküsü olduğu
belirtilmiştir (65).
TSSB ve alkol bağımlılığı sıklıkla birlikte görülebilen bozukluklardır. Yapılan
çalışmalarda alkol kullanım bozukluğu ve diğer madde kullanım bozukluklarının TSSB
olan hastalarda daha sık görüldüğü belirtilmiştir (2). TSSB ve alkol kullanım bozukluğu
olan bireyler arasında başlama sırasının incelendiği çalışmaların büyük bir kısmında,
TSSB’nun çoğu zaman birinci rahatsızlık olduğu saptanmıştır (2,66). TSSB, herhangi bir
alkol veya madde kullanım bozukluğu ile komorbid olduğunda, erkeklerin %65.3’ünde,
kadınların ise %84.3’ünde TSSB ‘nun birinci sıra rahatsızlık olduğu belirtilmiştir (5).
ABD’de yetişkin kadınların yer aldığı ulusal hane halkı araştırmasında, kadınların
%65’inde alkol kullanımı (suistimali) belirtileri başlamadan önce TSSB belirtilerinin
başladığı belirlenmiştir (67). Najavits ve arkadaşlarının (1999) TSSB ve madde kullanım
bozuklukları olan ve tedavi arayışı içerisindeki kadın hastalarda yaptığı başka bir
çalışmada, kadınların %60.7’sinin madde kullanım bozuklukları başlamadan önce TSSB
yaşadıkları rapor edilmiştir (68).
11. ALKOL BAĞIMLILIĞI ile MĐZAÇ ve KARAKTER BOYUTLARININ
ĐLĐŞKĐSĐ
Mizaç tarihte ilk olarak Hipokrat tarafından tarif edilmiştir. Hipokrat insan
organizmasının
sıvılarını
temel
alarak
melankolik
(kara
safra),
plegmatik
(sakin-soğukkanlı, sarı safra), kolerik (öfkeli, kan) ve sanguinik (umut dolu, lenf sıvısı)
kişilik özelliklerinden bahsetmiştir. Mizaç (halk arasında kullanılan biçimi ile huy),
karakter ve kişilik birbirinden farklı kavramlardır. Mizaç; kalıtımla geçen ve yaşam
boyunca çok az oranda değişen yapısal özelliklerdir. Karakter; çevrenin ve
yetiştirilmenin etkisi altında gelişmiş, öğrenilmiş tutumlardır, dolayısıyla zamanla
değiştirilebilecek özellikleri içerir. Kişilik ise; genetik olarak gelen mizaçla, sonradan elde
edilmiş karakterin birleşiminden oluşur (69, 70).
1900’lü
yılların
başında
Kraepelin
kişisel
mizaç
(yaratılış-veranlagung)
(hastalık öncesi kişilik) kavramını ortaya koymuş, bu kişisel yapının kişinin hastalık
17
olmaksızın ömür boyu taşıdığı özellikler olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca bu kişisel
yapının (mizaç) ruhsal hastalıklar için bir zemin hazırlayabileceğini ve temelde silik
ruhsal hastalık özellikleri olarak gözlenebildiğini ya da yaşam boyu bir duygudurum
bozukluğu olmaksızın kişiliğin bir özelliği olabileceğini belirtmiştir (71).
Kraepelin’den sonra Akiskal ve Cloninger de mizacı ele almışlardır. Akiskal
“afektif mizaç” tanımlamasını yapmıştır ve bazı mizaç tiplerinin duygudurum
bozukluklarının temelini oluşturduğunu öne sürmüştür (69).
Cloninger, mizaç ve karakter üzerine psikobiyolojik bir model geliştirmeye
çalışmış ve belirli birincil ulakların ve bunlarla ilgili genlerin spesifik mizaç özellikleri ile
bağlantısı olduğunu savunmuştur. Bu modele uygun olacak şekilde geliştirdiği ilk ölçek
olan Üç Boyutlu Kişilik Ölçeği’nde (Tridimentional Personality Questionnaire; TPQ)
birbirinden genetik olarak bağımsız ve her biri farklı birincil ulak sistemi tarafından
düzenlenen üç farklı mizaç özelliği tanımlamıştır (72). Buna göre yenilik arayışı
(novelty seeking) dopaminerjik, zarardan kaçınma (harm avoidance) serotonerjik,
ödül bağımlılığı (reward dependence) noradrenerjik dizge tarafından denetlenmektedir.
Cloninger beyindeki mizaçla ilişkili sistemlerin, özgün uyaranlara karşı davranışın
aktivasyonu, idamesi ve inhibisyonunu sağlamak için fonksiyonel olarak bağımsız
farklılaşmış sistemler olduğu hipotezini öne sürmüştür. Davranışsal aktivasyon yenilik ve
ödül ile cezanın sonlanması gibi sinyallere karşı davranış aktivasyonunu içermektedir.
Bu aktivasyona “yenilik arama” davranışı adını vermiştir. Ceza veya ödülsüzlüğe karşı
davranışsal inhibisyon “zarardan kaçınma” ve önceden ödüllendirilen davranışların
yeniden güçlendirme olmadan bir süre devam etmesi davranışı ise “ödül bağımlılığı”
olarak adlandırılmıştır. Cloninger, ilk başta ödül bağımlılığının bir alt grubu olarak
düşündüğü sebat etmeyi (persistence), daha sonra ödül bağımlılığının diğer alt başlıkları
ile bağlantılı olmadığını görünce, dördüncü mizaç grubu haline getirmiştir. Cloninger’e
göre bu dört mizaç özelliği birbirinden genetik olarak bağımsızdır, yaşamın erken
dönemlerinde şekillenir ve kişiliğin biyolojik temelini oluşturur (73).
Cloninger’e göre bir kişinin tehlikelere, yeni gelişmelere ve ödüllendirilmelere
otomatik olarak vereceği yanıt, mizaç özellikleri ile doğuştan gelmektedir. Bu özellikler
kişinin yaşamının ilk yıllarında belirginleşmekte ve yaşam boyu değişmeden
kalmaktadır. Mizaç özellikleri sırasıyla korku, öfke, bağlanma ve hükmetme şeklindeki
temel emosyonlarla ilişkilidir. Mizaç, emosyon ve öğrenme sisteminde ön özellikler
oluşturmakta, bu durum da sonuçta emosyonlara dayanan otomatik davranışları yani
alışkanlıkları üretmektedir.
18
Cloninger bu dört mizaç boyutundan oluşan özgün modelinin, kişilik özelliklerini
yeterince açıklamadığını gözlemleyerek, erişkinlik döneminde olgunlaşan, kişisel ve
sosyal etkinliği belirleyen üç karakter boyutunu modeline eklemiş ve ölçeğin ismini
“Mizaç ve Karakter Envanteri (MKE)” (Temperament and Character Inventory; TCI)
olarak değiştirmiştir (73).
Cloninger ”kişilik” tanımlaması yerine bu kavramın psikodinamik formülasyonlarda
sıkça kullanılan şeklini, yani “karakter”i ele almıştır. Karakterin, mizacın aksine kalıtsal
yönü daha azdır. Belirgin biçimde sosyal öğrenme, kültür ve bireye özgü yaşam
olaylarından etkilenmektedir. Olgun kişiliği tanımlayacak olan üç karakter özelliği kendi
kendini yönetme, işbirliği yapma ve kendini aşma olarak tanımlanmıştır. Bu karakter
özellikleri yaşla birlikte artış göstermekte ve zorluklarla dolu bir yaşam olayı karşısında
kişiyi güçlü kılmaktadır (73).
MKE, duygudurum bozukluklarında ve alkol/madde bağımlılarında eşlik eden
mizaç ve karakter özelliklerinin, bağlantılı beyin alanları ve birinci ulak sistemlerinin
mizaçla ilişkisinin anlaşılmasına katkılar sağlamıştır. Bu konuda yapılan çalışmalara
göre; yenilik arama ve ödül bağımlılığı, durumsal duygudurumdan bağımsızken,
zarardan kaçınmanın duygudurum ve anksiyete düzeyinden etkilendiği gözlenmiştir
(74).
Depresyon durumunun, zarardan kaçınma ve işbirliği yapmayı azalttığı görülse
de, hafif ve orta dereceli depresyonlarda MKE’nin depresyonun durumsal etkisinden
etkilenmediği görülmüş ve bu sonuçlar MKE’nin, hafiften orta dereceye kadar olan
depresyon hastalarında altta yatan kişilik yapısını gösterecek uygun bir araç olduğu
şeklinde yorumlanmıştır (75).
Alkolik kişilik modelleri yaratılmaya çalışılsa da bugün için belli bir alkolik kişilik
modeli kabul görmemektedir. Alkol bağımlılarının kişilik özelliklerini araştıran ilk
çalışmalarda afektif bir bozukluğa sahip olmanın kişiliğin bir özelliği olduğu
düşünülmüşken, bu durum daha sonra alkolizm ve afektif bozukluğun beraber
seyredebilen iki ayrı antite olarak kabul edilmesiyle değişmiştir (76).
Alkol bağımlılarına özgü bir kişilik olmamakla birlikte, ortak kişilik özelliklerinden
ve psikodinamik etmenlerden söz edilmektedir. Alkol kullanımı kişide güç hissine ve
kendilik değerinin artışına neden olmaktadır (77,78).
Cloninger (1987), alkolizmde nörogenetik adaptif mekanizmalardan bahsettiği
araştırmasında, alkol bağımlılarının evlat edinilmiş çocuklarını incelemiştir. Bu
çalışmada alkol arama davranışının başlamasına yatkınlığın, içmenin başlamasının
19
ardından durdurulamamasına olan yatkınlığa göre genetik olarak farklı olduğunu öne
sürmektedir. Yine aynı çalışmada alkolün etkilerine ve diğer çevresel uyaranlara
davranışsal tepkilerin aktivasyonunun, idamesinin ve inhibisyonunun modülasyonundaki
bireysel farklılıkları açıklayan üç farklı kişilik boyutu olduğunu öne sürmüştür. Bu üç
farklı kişilik boyutunun, alkol bağımlılarının, alkol alımı sonrasındaki farklı davranış
özellikleri ile farklı nörofizyolojik ve nörofarmakolojik cevaplarını açıklayabileceğini öne
sürmüştür (79).
Son yıllarda, kişiliğin boyutsal değerlendirilmesi ile alkol/madde kullanımı
arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar dikkat çekicidir. Bugüne kadar yapılan
çalışmalarda alkol bağımlılığında yenilik arayışı boyutunda yüksek puanlar gösterilmiştir
(80, 81). Yüksek düzeyde yenilik arayışının olması bağımlılık davranışına yatkınlaştırıcı
bir özellik olarak belirtilmiştir (80). Ayrıca Cloninger ve arkadaşları (1988), bu kişilik
özelliğinin erken başlangıçlı alkolizmle ilişkisi olduğunu (82), Meszaros ve arkadaşları
(1999) ise; alkol bağımlılığı olan erkek hastalarda yüksek yenilik arayışı puanının nüks
konusunda güçlü bir yordayıcı olduğunu belirtmişlerdir (83).
Yüksek yenilik arayışı, dürtüselliğin yanı sıra keşfe yönelik kolay heyecana
kapılma, taşkınlık, düzensizlik ve DSM-IV-TR’ ye göre B kümesi kişilik bozuklukları
(antisosyal, borderline, narsisistik ve histrionik kişilik bozuklukları) ile ilişkilidir. Yenilik
arayışı ile ilgili puanların zamanla değişmedikleri gösterilmiştir (84). Bu nedenle yüksek
düzeyde yenilik arayışının muhtemelen alkol kullanım bozuklukları gelişmeden önce var
olan bir özellik olduğu belirtilmiştir (84).
Yapılan çalışmalarda düşük düzeyde kendini yönetmenin bir kişilik bozukluğu
varlığına işaret ettiği öne sürülmüştür (80, 81). Bu nedenle düşük düzeyde kendini
yönetme
alkol
kullanım
bozuklukları
için
yatkınlaştırıcı
bir
özellik
olarak
değerlendirilebilir, ancak karakter puanları zamanla değişebildiği için düşük düzeyde
kendini yönetme alkol bağımlılığının öncülü ya da sonucu olarak da görülebilir.
Birkaç çalışmada kişilik özelliklerinin birçok psikiyatrik bozuklukta tedaviye yanıtın
güçlü öngörücüleri olabileceği belirtilmiştir. Çalışmalarda erkek alkol bağımlılığı olan
kişilerde yenilik arayışının nüksün kuvvetli bir öngörücüsü olabileceği belirtilmiştir (83,
85).
Basiaux ve arkadaşlarının (2001) yaptıkları çalışmada MKE’nin alkol bağımlılığı
olan hastalarda alkol bağımlılığının kişilik bozuklukları ile ilişkili olduğunu göstermede
etkili olduğu sonucuna varılmıştır (80).
20
Le Bon ve arkadaşlarının (2004) yaptığı çalışmada ise; eroin bağımlılığı olan
hastalarda alkol bağımlılığı olanlara göre daha yüksek yenilik arayışı puanları olduğu,
kişilik özellikleri ile alkol/madde seçimi arasında ilişki olduğu saptanmıştır (81). Aynı
çalışmada yüksek zarardan kaçınma ve düşük kendi kendini yönetmenin bir arada
olmasının alkol kullanım bozukluğu olan hastalarda “zayıf” kişiliğe işaret edebileceği
belirtilmiştir. Düşük düzeyde sebat etmenin ise; engellenmeye dayanmanın düşük
olması ve ego zayıflığını destekleyen bir bulgu olduğu ifade edilmiştir. Kişiliğin boyutsal
değerlendirilmesinin alkol/madde kullanım bozuklukları ile ilgili önleme çalışmaları için
referans olabileceği belirtilmiştir (81).
Ülkemizde
alkol
kullanım
bozukluğu
olan
hastalarda,
kişiliğin
boyutsal
değerlendirildiği çok az sayıda ve kısıtlı çalışma mevcuttur. Alkol kullanım bozukluğu
olan hastalarda, kişiliğin boyutsal değerlendirilmesi kategorik değerlendirilmesine (kişilik
bozukluğu var ya da yok şeklinde) göre kişilik hakkında daha ayrıntılı bilgi verebilir.
Akvardar ve arkadaşları (2005); alkol kullanım bozukluğu olan hastalarda yüksek
yenilik arayışı ve zarardan kaçınma;
düşük sebat etme ve kendi kendini yönetme
puanlarının olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca alkol kullanım bozukluğunu en iyi ayırt eden
değişkenin de kendi kendini yönetme karakter boyutu olduğunu ifade etmişlerdir (78).
Evren ve arkadaşlarının (2007), AMATEM (Alkol Madde Bağımlılığı Araştırma
Tedavi ve Eğitim Merkezi) kliniğinde yatarak tedavi gören 111 alkol bağımlısı ve 93
madde
bağımlısı
hastanın
mizaç
ve
karakter
özelliklerini
karşılaştırıldıkları
çalışmalarında, madde bağımlılığı olan kişilerde alkol bağımlılığı olan kişilere oranla
mizaç boyutunda yenilik arayışı puanlarının yüksek, ödül bağımlılığı puanlarının ise
daha düşük olduğu bulunmuştur. Karakter boyutunda ise, madde bağımlılarında kendi
kendini yönetme ve işbirliği yapma puanlarının daha düşük olduğu saptanmıştır (86).
Bütün bu çalışmaların sonucunda; MKE’nin alkol/madde bağımlılarının tedavi
planında dikkate alınmasının yararlı olabileceği belirtilmiştir. Genel olarak alkol
bağımlılarında saptanan kişilik özellikleri; daha yüksek düzeyde yenilik arayışı ve
zarardan kaçınmadır (78, 81). Ancak alkol/madde bağımlılarında yapılan çalışmalarda
zarardan kaçınma ile ilgili bulgular çelişkilidir; bazı çalışmalarda düşük (87), bazılarında
yüksek olduğu bildirilmiştir (88).
Arnau ve arkadaşları (2008) yaptıkları takip çalışmasında; MKE ile alkol
bağımlılığı olan hastaların hangi kişilik özelliklerinin tedaviyi bırakma ve depreşmeye
(relaps) neden olduğunu araştırmışlardır. Bu çalışmada yüksek sebat etme, kendi
kendini yönetme, işbirliği yapma puanlarına sahip olan hastaların alkol detoksifikasyonu
21
tamamlandıktan sonra ayaktan tedavi süreçlerinin daha iyi olduğu ve ayaktan tedaviye
daha bağlı kaldıkları saptanmış, düşük işbirliği yapma skorlarına sahip hastaların ise
tedaviyi bıraktığı belirtilmiştir (16).
Sonuç olarak alkol kullanım bozukluklarında kişilik özelliklerinin belirlenmesi farklı
tedavi yaklaşımlarının uygulanması ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesinde yararlı
olabilir. Ayrıca kişilik özelliklerine ilişkin bilgiler yüksek riskli hastaları tedavide kalmaya
teşvik edecek tedavi planlarının geliştirilmesinde yardımcı olabilir.
12. ALKOL BAĞIMLILIĞI ile YAŞAM KALĐTESĐNĐN ĐLĐŞKĐSĐ
Yaşam koşulları düzeldikçe ve bilim ilerledikçe, yaşam süresi de uzamaktadır.
Hekimlerin hastalarına yaşamlarını daha iyi sürdürebilmeleri konusunda yardımcı
olabilmeleri için hastalığın ya da tedavinin hastayı ne derece etkilediği konusunda bilgi
sahibi olmaları gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü; sağlığı, yalnızca hastalığın
bulunmayışı olarak değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik halinin varlığı
şeklinde tanımlar. Yaşam kalitesi; kişinin kendi durumunu, kültürü ve değerler sistemi
içinde algılayış biçimi olarak tanımlanmıştır. Bu kavram içinde fiziksel sağlık, ruh sağlığı,
bağımsızlık düzeyi, sosyal ilişkiler, çevre etkenleri ve kişisel inançlar öznellik temelinde
yer alır. Çünkü yaşam kalitesi genel anlamda, bireysel iyi oluşu tanımlamak için
sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel etmenlerle belirlenir (89).
Yaşam kalitesinin değerlendirilmesi hasta merkezlidir, hastanın görüşlerini
vurgular. Hastaları sadece olgular olarak değil, hastalıkla ilgili olmayan yaşam alanları
olan bireyler olarak da ele alır. Sağlık personeli; genellikle tüm sorunları, var olan
hastalıkla ilgili ele alma eğilimindedir. Yaşam kalitesi, hastalıkların mekanik tedavisi ve
semptomların iyileştirilmesinde yoğunlaşan günümüz tıbbına hümanistlik bir bakış açısı
getirmektedir. Hastanın sorunlu yaşam bölümünü tanımlamaya yardım eder. Geleneksel
klinik ve biyokimyasal değerlendirmelere yaşam kalitesi ölçütlerinin eklenmesi, sağlık
çalışanlarının tedavi ve ortamın etkilerini anlamalarını sağlayacaktır (89 ).
Yaşam kalitesi, sağlık durumunun ve tedavilerin etkilerinin değerlendirilmesinde
önemli bir sonuç ölçümü olmasına rağmen, farklı kişilere farklı şeyler ifade eden bir
kavram olmasından dolayı net bir tanım yapmak güçtür. Sadece hastalık olmaması
değil, tam bir fiziksel, mental ve sosyal iyilik halidir. Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi (Health
related quality of life, ‘HRQOL’) ise; esas olarak kişinin sağlığı tarafından belirlenen,
klinik girişimlerle etkilenebilen genel yaşam kalitesinin bir bileşenidir. Kişinin, hastalığını
ve uygulanan tedavilerin fonksiyonel etkilerini nasıl algıladığı ile ilişkilidir (90).
22
Welsh ve arkadaşları (1993), alkol bağımlılarında Yaşam Durumu taraması
(Life Situation Survey, LSS) ölçeğini kullanarak yaşam kalitesini değerlendirmiş ve bu
popülasyonda düşük yaşam kalitesi saptamışlardır (91).
Longabaugh ve arkadaşları (1994), alkol bağımlığında yaşam kalitesini ile ilgili üç
alan tanımlamışlardır. Bu alanlar; kullanılan alkol miktarı ve bağımlılık düzeyinin
belirleyici olduğu “klinik durum”; kullanıcının bakış açısının temel olduğu “bağımlılığa
özel problemler” ve son olarak da sosyal ilişkiler ve çevre desteğiyle ilişkili olan “genel
fonksiyonlar” dır (92).
Testa ve Siminson (1996), yaşam kalitesinin sosyal, psikolojik ve fizyolojik olarak
üç başlıktan oluştuğunu, yaşam kalitesinin farklı hastalık durumlarında ve farklı
popülasyonlarda anlamlı kıyaslamalar yapılarak ele alınabileceğini savunmuşlardır (93).
Yapılan çalışmalar, danışanların bakış açısının yeterince dikkate alınmaması,
yaşam kalitesinin boyutlarının tam olarak anlaşılamaması ve hastanın tedaviden aldığı
doyumun sorgulanmaması nedeni ile eleştiriler almıştır. Bu eleştiriler sayesinde sadece
danışanı değil danışanın ailesini de değerlendiren daha nesnel yaşam kalitesi ölçekleri
geliştirilmiştir (21).
Yaşam kalitesi ölçümleri; farklı hastalıkların kişinin işlevselliğini, kendini iyi
hissetmesini ne kadar etkilediğini, müdahale alanlarını belirlemek için ve değişik tedavi
yaklaşımlarının sonuçlarını kıyaslamak amacıyla kullanılmaktadır (21).
Bütün bunlara rağmen bağımlı hastaların subjektif iyiliğini değerlendirmek için
yöntemsel güvenilirliği olan çok az materyal bulunmaktadır. Genellikle bağımlıların
subjektif iyilikleri tedavi programlarında nadiren ele alınmıştır. Ayrıca son yıllarda
özellikle bağımlılarda kendi sağlıkları ve hastalıklarının seyri konusundaki görüşlerinin
profesyonel perspektiften farklı olduğu görülmüştür (21). Artık güncel tedavilerde madde
kullanımından kaçınma tedavinin ana hedefi değildir. Fiziksel sağlık, sosyal ve kişisel
işlerliğin geliştirilmesi, ruhsal sağlık da tedavi programlarının hedefleri arasındadır (89).
Alkol
bağımlılarında
yaşam
kalitesi
üzerine
yapılan
çalışmalarda;
alkol
bağımlılarında ek tanı, sosyal çevre, ayıklık ya da minimal-kontrollü içme ile yaşam
kalitesindeki değişiklikler araştırılmıştır. Aynı zamanda çalışmalar, nüks yordayıcısı
olarak yaşam kalitesi ölçümlerini kullanmanın önemi üzerine odaklanmıştır (21).
Alkol bağımlılığı tanısı alan kişiler ve alkol kötüye kullanımı tanısı alan kişiler
SF-36 testi ile karşılaştırıldığında alkol bağımlılığı tanısının daha düşük bir yaşam
kalitesi seviyesi ile ilişkili olduğu saptanmıştır (19). Bu durum SF-36’nın tüm alt ölçekleri
için geçerliymiş gibi gözükmektedir. Diğer bir çalışmada ise alkol bağımlılığı tanısı alan
23
bireylerin SF-36’nın özellikle sağlık ve ağrı alt ölçeklerinden daha düşük puanlar aldığı
belirtilmiştir (20).
DSM-III-R’ ye göre alkol bağımlılığı tanısı alan ve büyük çoğunluğu erkeklerden
oluşan 147 birey üzerinde yürütülen, Đsviçre kaynaklı bir araştırmada SF-36’nın özellikle
roller ve fiziksel işlevsellik alt ölçeklerinin daha düşük olduğu ve yaşam kalitesinin
özellikle eşlik eden depresyon varlığından etkilendiği belirtilmiştir (94).
Yugoslavya’da yürütülmüş olan başka bir araştırmaya göre şehirlerde yaşayan,
daha yaşlı ve daha yüksek eğitimli alkol bağımlılarının daha yüksek yaşam kaliteleri
varmış gibi gözükmektedir (95).
Alkol bağımlılığına eşlik eden fiziksel hastalıklarında bu popülasyonda yaşam
kalitesini daha da düşürdüğü belirtilmiştir (96, 97).
Alkol bağımlılığının derecesi ve alkol kaynaklı sorunların değerlendirildiği bir
çalışmada ortalama alkol bağımlılığı derecesi “ciddi” seviyede iken, alkol kaynaklı
sorunların Nottingham Sağlık Profili’nin alt ölçekleri (enerji, emosyonel tepkiler,
toplumsal yalıtım, fiziksel mobilite, ağrı ve uyku) ile yüksek derecede korelasyon
gösterdiği saptanmıştır (98).
Alkol bağımlılarının cinsiyet farklarının yaşam kaliteleri üzerine etkisi de ilgi çeken
konulardandır. Đsviçre kaynaklı bir araştırmada alkol bağımlılığı tanısı alan kadın
hastalarda 46 aylık bir takip süresi içerisinde alkol kullanımını bırakma veya orta
derecede alkol tüketiminin yaşam kalitesini artırdığı gösterilmiştir (99). Bu bulgu büyük
çoğunluğu evsiz alkol bağımlılarından oluşan bir örneklemde yürütülen diğer bir
araştırma ile de doğrulanmıştır. Bu popülasyonda alkol bağımlılığının tedavisi yaşam
kalitesinde artışa yol açmıştır (100).
Alkol bağımlılığı olan bireylerin toplumsal çevreleri de yaşam kaliteleri üzerine
etkide bulunabilir. Bu alanda yürütülen bir çalışmada, alkol bağımlılarının toplumsal
çevrelerinin alkolle ilişkili destekleyici, genel destekleyici, işyerinde alkolle ilgili
destekleyici ve işyerinde genel destekleyici olmak üzere dört alandan oluştuğu öne
sürülmüştür (101). Başka bir araştırmanın sonuçlarına göre, 18 aylık bir süre için
çevresel destek seviyesi, tedavi sonucunu kuvvetli bir şekilde yordayabilmektedir (102).
Sekiz yıllık bir sürede yürütülen bir çalışmanın sonuçlarına göre Adsız Alkolikler
(AA) toplantılarına katılım, daha düşük depresyon skorları, arkadaşlar ve eşlerle daha
kaliteli ilişkiler olumlu tedavi sonucu ile ilişkili bulunmuştur (103).
Đsveç’te yürütülen iki araştırmanın sonuçlarına göre alkol kötüye kullanımı olan
bireylere maddi destek verilmesi yaşam kalitelerini artırarak alkol kullanımlarını
24
düşürmekte; kendini yalnız hissetme ise yaşam kalitesini ve benlik saygısını olumsuz
etkilemektedir (104, 105).
Alkol bağımlılarında yapılan diğer bir çalışmada ise, alkol kullanımından
kaçınmanın veya çok az/kontrollü kullanımın alkol bağımlılarında yaşam kalitesini
artırabileceği belirtilmiştir (106). Nottingham Sağlık Profili ile yaşam kalitesinin
değerlendirildiği diğer bir çalışmanın sonuçlarına göre ise; kısa dönemde alkolden
kaçınmanın, alkol kullanımı tarafından üzeri örtülmüş sorunların belirginleşmesini
sağlayarak yaşam kalitesini kötüleştirebildiği gösterilmiştir (107). Dolayısıyla alkolden
kaçınmanın yaşam kalitesi üzerine olan etkisinin popülasyonlar arasında farklılıklar
gösterebildiği ve çeşitli popülasyonlarda bu konuda yürütülecek uzunlamasına
çalışmalara gerek olduğu belirtilmiştir (21, 107).
Yaşam kalitesi ölçeklerinin relapstaki yordayıcı özellikleri de ilgi çeken diğer
araştırma konularındandır. Nottingham Sağlık Profili ile yürütülen bir araştırmaya göre
özellikle uyku ve ağrı alt ölçeklerinin detoksifikasyondan sonraki 12 hafta içerisinde
relapsı öngörebildiği belirtilmiştir (108). Fabsitz ve arkadaşlarının (1997) yürüttüğü diğer
bir araştırmaya göre de alkol kullanımı ile uyku sorunları yüksek oranda beraberlik
göstermekte ve bu beraberlik yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu araştırmaların
sonuçları göz önüne alındığında özellikle uyku ve ağrı ile ilgili alt ölçeklerin relapsı
yordayabileceği söylenebilir (110).
25
Bu çalışmanın temel amaçları;
1- Alkol bağımlılığı tanısı alan erkek hastalarda çocukluk çağı travması, TSSB,
kişilik özelliklerinin araştırılması
2- Alkol bağımlılığı tanısı alan erkek hastalarda TSSB ek tanısının yaşam kalitesi üzerine
olan etkileri
3- Alkol bağımlılığı tanısı alan erkek hastalarda mizaç ve karakter özellikleri ile
yaşam kalitesi arasındaki ilişki
4- Alkol bağımlılığı tanısı alan erkek hastalarda mizaç ve karakter özelliklerinin etkisi
kontrol edildiğinde TSSB ek tanısının yaşam kalitesi üzerine olan etkisi
B. YÖNTEM ve GEREÇLER
Örneklem :
Bu araştırmaya; Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, Ocak 2007 ve Şubat 2008 tarihleri
arasında alkol kullanımı nedeniyle AMATEM kliniğinde yatarak tedavi gören, DSM-IV-TR
tanı ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı alan ve detoksifikasyonu tamamlanmış ardışık
156 erkek hasta alınmıştır. Klinik görüşme ve CAPS uygulanması sonucunda, TSSB
(şimdi
ya da yaşam boyu) ek tanısı alan ve almayanlar şeklinde iki alt alkol bağımlılığı
grubunun tanımlanması sağlanmıştır.
Çalışmaya Alınma Kriterleri:
1- 18 yaş üzerindeki erkek
2- Bilgilendirilmiş onam veren
3- DSM-IV-TR tanı ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı konulan hastalar
Dışlama Kriterleri:
1- Herhangi bir fiziksel kısıtlılığı olan
2- Alkol yoksunluk ya da Deliryum Tremens döneminde bulunan
3- Okuma yazma bilmeyen
4- Mental retardasyonu olan
5- Demans ve diğer organik mental bozukluğu olan
6- 18 yaş altı kişiler
7- Psikotik hastalık tanısı almış olan
8- Madde bağımlılığı tanısı almış olan
9- Kadın Hastalar
26
Alkol bağımlılarında entoksikasyon ve kesilme döneminde, duygudurum veya
anksiyete bozukluğu belirtileri görülmekte ve bu belirtiler alkolün bırakılmasından
sonraki ilk bir hafta ile bir ay arasında büyük olasılıkla düzelmektedir (40). Bu bulgular
göz önünde bulundurularak görüşmeler tedavinin en az 21. gününde, hastaların alkol
detoksifikasyonlarının tamamlandığına karar verildikten sonra yapıldı.
Görüşmeler iki aşamalı olarak yapıldı. Đlk görüşme; alkolün bırakılmasından en az
21 gün sonra ve klinisyen tarafından alkol detoksifikasyonlarının tamamlandığına karar
verildiğinde yapıldı. Đlk aşamada klinik görüşme ile DSM-IV-TR tanı ölçütlerine göre alkol
bağımlılığı tanısı konulan hastalara araştırmaya gönüllü olarak katıldığına dair belge
imzalatıldı.
Bu
görüşmede
araştırmaya
alınan
hastalara
yarı
yapılandırılmış
Sosyodemografik Form, Mizaç ve Karakter Envanteri (MKE), Yaşam Kalitesi Ölçeği
(SF-36), Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT), SCL-90 kendi kendilerine
uygulamaları için verildi. Yaklaşık üç gün sonra ikinci görüşmede çalışmaya alınan
hastaların bu süre içinde doldurduğu yanıtlar hasta ile birlikte gözden geçirildikten sonra,
Çocukluk Çağı Travma Soru Formu ve Klinisyen Tarafından Uygulanan TSSB Ölçeği
(CAPS) uygulandı.
Çalışmada Kullanılan Gereçler:
1. Sosyodemografik Veri Formu
Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek amacıyla bu
çalışma için geliştirilmiştir. Form; yaş, öğrenim düzeyi, medeni durum, kiminle yaşadığı,
çalışma durumu, aile öyküsü, ailede alkol/madde kullanımı, ailede psikolojik sorun, alkol
kullanım süresi, remisyon süresi, madde kullanım öyküsü, yatış sayısı ve tedavi
öyküsünü sorgulayan sorulardan oluşmaktadır.
2. Çocukluk Çağı Kötüye Kullanımı ve Đhmali Soru Listesi
Bu form ile çocukluk çağında fiziksel, cinsel ve duygusal kötüye kullanılma, ihmal
edilme ve ensest yaşantısı sorgulanmaktadır. Kötüye kullanma ve ensest davranışının
kim tarafından ve kaç yaşındayken yapıldığını, yapan kişinin o sırada kaç yaşında
olduğu sorulmakta ve tacizin ağırlık ve sıklığının belirlenmiş seçeneklere göre
derecelendirilmesi istenmektedir. Ayrıca her sorunun sonunda verilen yanıtla ilgili bir
açıklama istenmiştir. Uyguladığımız formda bu dokuz soruya ek olarak özkıyım girişim
öyküsünü ve kendine fiziksel zarar vermeyi değerlendiren iki soru daha bulunmaktadır.
Bu yarı yapılandırılmış ölçeğin özgün adı Childhood Trauma Questionnaire olup 1997
yılında Bernstein tarafından geliştirilmiştir (111). Yargıç ve arkadaşları tarafından,
Türkçeye uyarlanmış ve geçerlilik güvenilirlik çalışması yapılmıştır.
27
Fiziksel istismar: 15 yaşında ve/veya daha önce, en az 5 yaş büyük bir kimse tarafından
sıklıkla veya bazen; itilme, sarsılma, tokatlanma, popoya şaplak vurulması, bir şey
fırlatılması, sıklıkla veya nadiren ısırılma, bir şey/eşya ile vurulması, tekmelenme,
boğulma, yakılma, haşlanma, başka bir şekilde fiziksel olarak saldırılmasıdır.
Cinsel istismar: 15 yaşında ve/veya daha önce, en az 5 yaş büyük bir kimse tarafından,
zorla ya da değil, cinsel olarak öpülme, genital organ dışındaki bölgelere (meme..)
dokunulması, genital
bölgeye dokunulması, simüle (yalancı) ilişki kurulması, dijital
penetrasyon (parmak ile duhul), oral seks yaptırılması, vajinal, anal ilişkiye girilmeye
çalışılması veya girilmesi, cinsel uyarı sağlayacak şekilde
dokundurtulması, genital
bölgelerin kazara olmadan yaralanması ya da saldırıya uğraması, zarar görmesidir.
Đhmal: 15 yaşında ve/veya daha önce yetişkinler tarafından çocuğa, fiziksel (beslenme,
emniyet, eğitim, sağlık) veya duygusal (sevgi, şefkat, destek, ilgi) olarak iyi bir bakım
sağlanamaması. Örneğin; evden kovma, evden kaçmış olan çocuğu kabul etmeme ve
benzeri durumlar.
3. Klinisyen Tarafından Uygulanan TSSB Ölçeği (CAPS)
Blake ve arkadaşları (1995) tarafından gerek araştırma, gerekse klinik ihtiyaçlara
uygun olarak geliştirilmiş bir ölçektir (112). Testin Türkiye’de geçerlilik ve güvenilirlik
çalışması Aker ve arkadaşları tarafından 1999 yılında yapılmıştır (113). Ölçekteki
soruların 17’si DSM-III-R’deki TSSB belirtilerini değerlendirirken, diğer 8 soru ise
TSSB’na eşlik eden belirtiler başlığı altında yer almaktadır. Toplam ölçek puanı daha
çok bozukluğun şiddetiyle ilgili bir fikir verip belirtilerin sıklık ve şiddet puanlarının
toplanmasıyla elde edilir ve 0-136 arasında değişir. Niceliksel değerlendirme dışında,
CAPS, niteliksel bir değerlendirmeye de olanak veren şimdiki ve yaşam boyu TSSB
tanısını koydurabilen bir ölçektir. Herhangi bir TSSB belirtisinin sıklığının en az 1,
şiddetinin ise en az 2 olduğu durumlarda yani o belirtiye ait sıklık ve şiddetin toplam
puanı en az 3 ise belirti “var” olarak kabul edilmektedir. En az 1 tekrar yaşantılama
belirtisi, 3 kaçınma veya küntleşme belirtisi ve 2 tane de uyarılmışlık hali belirtisinin
varlığıyla TSSB tanısı konabilmektedir (113).
28
4. Mizaç ve Karakter Envanteri (MKE)
Cloninger kişiliğin iki temel bileşeni olan mizaç ve karakterdeki normal ve anormal
varyasyonları açıklayan boyutsal bir psikobiyolojik kişilik modeli geliştirmiştir. Mizaç
boyutu; yenilik arayışı, zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı ve sebat etme; karakter
boyutu ise; kendini yönetme, işbirliği yapma ve kendini aşma alt boyutlarından oluşur.
Mizaç ve Karakter Envanteri (MKE) kişiliğin yedi temel boyutunu ölçmeye yarayan, 240
maddeden oluşan “Doğru” ya da “Yanlış” şeklinde yanıtlanan bir kendini değerlendirme
ölçeğidir. Köse ve arkadaşları (2004), Türkçe’ye uyarlamış ve geçerlilik güvenilirlik
çalışmasını yapmışlardır (114).
5. Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kısa Form 36 (SF-36)
Yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla hazırlanan SF-36 (Short Form-36),
jenerik ölçütler içerisinde en yaygın kullanılanıdır. Yaşam kalitesini değerlendirmede
geçerli ve oldukça sık kullanılan bir ölçüttür. Herhangi bir yaş, hastalık veya tedavi
grubuna özgü değildir. Genel sağlık kavramlarını içerir. Klinik pratikte ve araştırmalarda
kullanılmak üzere geliştirilmiştir (115). SF-36’nın özelliklerinin başında bir kendini
değerlendirme ölçeği olması gelmektedir. Ölçek adından da anlaşılacağı gibi 36
maddeden oluşmaktadır ve bunlar 8 boyutun ölçümünü sağlamaktadır: fiziksel fonksiyon
(10 madde), sosyal fonksiyon (2 madde), fiziksel sorunlara bağlı rol kısıtlılıkları
(4 madde), emosyonel sorunlara bağlı rol kısıtlılıkları (3 madde), mental sağlık
(5 madde), enerji/vitalite (4 madde), ağrı (2 madde) ve sağlığın genel algılanması
(5 madde).
Ayrıca son 12 ayda sağlıktaki değişim algısını içeren bir madde de
bulunmaktadır. Adı geçen madde dışında ölçek yaşam kalitesini son 4 haftayı göz
önüne alarak değerlendirmektedir. Değerlendirme dördüncü ve beşinci maddeler
dışında Likert tipi (üçlü-altılı) yapılmaktadır, dördüncü ve beşinci maddeler evet/hayır
biçiminde yanıtlanmaktadır. Alt ölçekler sağlığı 0 ile 100 arasında değerlendirmektedir
ve 0 kötü sağlık durumunu gösterirken, 100 iyi sağlık durumuna işaret etmektedir. Bu
çerçevede alt ölçeklerde puanların ne anlama geldikleri Tablo 1’de verilmiştir. Fiziksel
toplam (Physical Component Scale, PCS) ve mental toplam (Mental Component Scale,
MCS) olmak üzere iki özet skalası vardır. Fiziksel toplam özet skalası; fiziksel fonksiyon,
fiziksel rol kısıtlılığı, vücut ağrısı ve genel sağlık alt skalalarından, mental toplam özet
skalası ise; enerji (vitalite), sosyal fonksiyon, emosyonel rol kısıtlılığı ve mental sağlık alt
skalalarından oluşur (115). SF-36, yaşam kalitesini değerlendirmek amacıyla Rand
Corporation tarafından geliştirilmiş ve kullanıma sunulmuştur. Aydemir ve arkadaşları
(1999), Türkçe’ye uyarlamış ve geçerlilik güvenilirlik çalışmasını yapmışlardır (116).
29
ALT ÖLÇEKLER
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel rol güçlüğü
Sosyal Fonksiyon
DÜŞÜK PUAN
YÜKSEK PUAN
Yıkanma ve giyinme dahil tüm
En zor olanlar dahil tüm fiziksel
fiziksel etkinlikleri yerine
etkinlikleri herhangi bir kısıtlılık
getirmede kısıtlılık
olmaksızın yerine getirebilme
Fiziksel sağlığın bozulmasının
Fiziksel sağlık olarak işte ya da
sonucu olarak işte ya da diğer
diğer günlük etkinliklerde sorun
günlük etkinliklerde sorunlar
olmaması
Fiziksel ve emosyonel
Fiziksel ya da emosyonel
sorunlara bağlı olağan
sorunlara bağlı kesinti
toplumsal etkinliklerde aşırı ve
olmaksızın olağan toplumsal
sık kesinti olması
etkinlikleri yürütme
Aşırı şiddetli ve kısıtlayıcı ağrı
Ağrı olmaması ya da ağrıya
Ağrı
Mental sağlık
Emosyonel rol güçlüğü
Enerji (Vitalite)
Sağlığın genel algılanması
bağlı kısıtlılık olmaması
Sürekli sinirlilik ya da
Sürekli sakin, mutlu ve rahat
depresyon duyguları
hissetme
Emosyonel sorunların sonucu
Emosyonel sorunlara bağlı işte
işte ya da diğer günlük
ya da diğer günlük etkinliklerde
etkinliklerde sorunlar
sorun olmaması
Sürekli yorgun ve bitkin
Sürekli canlı ve enerjik
hissetme
hissetme
Sağlığının kötü olduğuna ve
Sağlığının mükemmel olduğuna
giderek kötüleşeceğine inanma
inanma
Tablo 1. SF-36’nın alt ölçeklerinin puanlamasının anlamı (Aydemir ve ark.1999).
6. Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT)
Alkol bağımlılığı ile ilgili ayrıcı özelliğe sahip testlerden biri olan MATT (Michigan
Alkolizm Tarama Testi) alkol bağımlılığı olanlar ile olmayanları en iyi şekilde ayıran,
içme sorununu, yardım arama davranışını ve alkolle ilişkili kayıpları sorgulayan 25
sorulu bir testtir. MATT alkol kullanım bozukluklarının taranması, hastaların yaşam boyu
alkolle ilişkili tıbbi, sosyal ve adli sorunlarının değerlendirilmesi için kullanılan bir tarama
testidir. Psikiyatri birimlerinde alkol bağımlılığı ve kötüye kullanımı saptamada yüksek
duyarlılık (%87,7) ve orta derecede özgüllük (%68,1) gösterdiği bildirilmiştir (117).
Birinci basamak sağlık hizmetine başvuranlara, alkol bağımlılığı ile ilgili sorunu olduğu
düşünülen kişilere uygulanabilir. Hastaların testi doldururken kendilerine en çok uyan
seçeneği işaretlemeleri istenir. Gibbs (1983), tarafından geliştirilmiş (118) olan testin
30
Türkçe geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Coşkunol ve arkadaşları tarafından yapılmıştır
(119).
8- Belirti Tarama Listesi (Symptom Check List) SCL-90:
Belirti Tarama Listesi, kendini değerlendirmeye dayalı bir psikiyatrik belirti tarama
aracıdır. Ölçek psikiyatrik belirti ve yakınmaları içeren 90 madde ve 9 belirti boyutuna
sahiptir. ilk kez 1974'te Derogatis tarafından geliştirişmiş ve 1977’de aynı kişi tarafından
gözden geçirilmiştir (120). Dağ tarafından (1991), Türkçe’ye uyarlanmış, geçerlilik ve
güvenilirlik çalışması yapılmıştır (121).
Đstatistik
Veriler SPSS 11.5 for Windows programı ile değerlendirilmiştir. Đstatistiksel
değerlendirmelerde değişkenler arasında ilişkileri değerlendirmek için ki-kare testi ve iki
gruba ait sürekli değişkenlerin ortalamaları arasındaki farkı değerlendirmek için t testi ve
parametrik olmayan değişkenlerde Mann-Whitney U testi uygulanmıştır. Mizaç ve
Karakter Envanterinin, CAPS ve Yaşam Kalitesi Ölçeğinin alt başlıkları ile olan ilişkisinin
yönü ve düzeyinin belirlenebilmesi amacıyla Pearson ilişki katsayısı hesaplanmıştır.
Mizaç ve karakter boyutlarının SF-36 alt ölçekleri üzerindeki belirleyiciliklerinin
belirlenmesi için linear regresyon, SF-36 alt ölçeklerinin TSSB varlığını belirleyici olup
olmadığı belirlemek için lojistik regresyon testleri uygulanmıştır. Yaşam kalitesi ölçeğinin
alt boyutlarının bağımlı değişken, TSSB’nun sabit değişken ve SCL-90, MATT ve MKE
alt boyutlarının bağımsız değişken olduğu Multivariate covariant analizi ile yaşam
kalitesi ölçeğinin alt boyutlarının belirleyicileri değerlendirilmiştir.
31
C. BULGULAR
A- Sosyodemografik Özellikler
Tablo 1. Yaş ve Eğitim
Minimum
Maksimum
Ort.
SS
Yaş
27
67
44.2
9.1
Eğitim süresi (yıl)
5
23
9.6
3.9
Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 44.2±9.1 ve ortalama eğitim yılı
9.6±3.9 olarak saptandı.
Tablo 2. Medeni durum, Kiminle yaşıyor, Eğitim durumu, Çalışma durumu
Medeni durumu
Kiminle yaşıyor
Eğitim durumu
Çalışma durumu
N
%
Evli
94
63.3
Bekar
14
9.0
Boşanmış
38
24.4
Ayrı
9
5.8
(Birlikte)
1
0.6
Eş
88
56.4
Anne-baba
34
21.8
Yalnız
26
16.7
Yakını ile
5
3.2
Diğer
3
1.9
Đlk
50
32.1
Orta
31
19.9
Lise
48
30.8
Üniversite
27
17.3
Đşsiz
51
32.7
Düzenli
57
36.5
Düzensiz
20
12.8
Emekli
27
17.3
Öğrenci
1
0.6
Çalışmaya katılan hastaların %63.3’ü evli, %24.4’ü boşanmış, %9’u bekar idi.
Çalışmaya katılanların %32.1’i ilkokul mezunu, %30.8’i lise mezunu, %19.9’u ortaokul
mezunu, %17.3’ü üniversite mezunu idi. Çalışmaya katılanların %36.5’ini düzenli işi
olanlar, %32.7’sini işsizler, %17.3’ünü emekliler, %12.8’sini düzensiz olarak çalışanlar
oluşturuyordu.
32
Tablo 3. Aile öyküsü
Ailede alkol/madde kullanımı
Ailede psikolojik sorun
N
%
Yok
86
55.1
Alkol
69
44.2
Madde
1
0.6
Yok
136
87.2
Var
20
12.8
Hastaların %44.2’sinde ailesinde alkol kullanım öyküsü, %0.6’sinde madde
kullanım
öyküsü
mevcuttu.
Olguların
%12.8’inin
ailesinde
psikolojik
sorun
tanımlanıyordu.
Tablo 4. Alkol kullanım özellikleri, alkol kullanımı ile ilgili tedavi ve remisyon
Ek Madde Kullanımı
Tedavi Girişimi
Remisyon süresi
N
%
Yok
139
89.1
Esrar
17
10.9
Yok
52
33.3
Kendi
23
14.7
Ayaktan
14
9.0
Yatarak
67
42.9
Yok
62
39.7
2-6 ay
42
26.9
6-12 ay
15
9.6
12-24 ay
16
10.3
24 ay ve üstü
21
13.5
Çalışmaya katılan hastaların %10.9’unda esrar kullanımı saptandı. Daha
önceden tedavi girişimi olmayanların oranı %33.3 idi.
Önceden sağlık kuruluşuna
başvuranlar arasında yatarak tedavi görenlerin oranı %42.9 ve ayaktan tedavi görenlerin
oranı %9 olarak saptandı. Remisyon tanımlamayanların oranı ise %61.3 olarak
saptandı.
33
Tablo 5. Alkol kullanım süreleri (yıl) tablosu
Minimum
Maksimum
Ortalama
SS
Alkol Kullanım Süresi
2
44
18.62
4.75
ilk Alkol Kullanım Yaşı
7
56
17.6
6.1
Düzenli Alkol Kullanım Yaşı
13
58
25.6
8.3
Hastaların alkol kullanım süresinin ortalaması 18.62±4.75 yıldı. Đlk alkol
kullanmaya başlama yaşının ortalaması 17.6±6.1 ve düzenli olarak alkol kullanmaya
başlama yaşının ortalaması ise 25.6±8.3 olarak saptandı.
B- Ölçek Puanlarının Ortalamaları
Tablo 1. Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT), SCL-90 depresyon ve
anksiyete alt ölçekleri, Mizaç ve Karakter Envanteri (MKE) Alt Boyutlarının
Ortalamaları
Minimum
Maksimum
Ortalama
Standart Sapma
MATT
2,0
51,0
27,7
10,3
SCL-90- Anksiyete
0.0
4.0
1.45
1.02
SCL-90- Depresyon
0.0
3.85
1.66
1.01
Yenilik Arayışı
8,0
31,0
18,7
4,5
Zarardan Kaçınma
3,0
32,0
18,5
5,9
Ödül Bağımlılığı
5,0
21,0
13,1
2,6
Sebat Etme
1,0
8,0
5,0
1,7
Kendi Kendini Yönetme
7,0
41,0
23,2
6,5
Đş Birliği Yapma
8,0
38,0
27,1
5,9
Kendini Aşma
4,0
30,0
19,4
5,5
MKE
Tablo 2. Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36 ) Alt Boyutlarının Ortalaması
Minimum
Maksimum
Ortalama
Standart Sapma
Fiziksel fonksiyon
5.00
100.00
74.62
23.12
Fiziksel rol güçlüğü
0.00
100.00
37.02
39.60
Ağrı
0.00
100.00
58.11
28.57
Genel sağlık
0.00
92.00
49.17
21.65
Fiziksel toplam
52.00
387.00
218.92
85.56
Enerji (vitalite)
0.00
100.00
49.52
23.17
Sosyal fonksiyon
0.00
100.00
47.60
26.53
Emosyonel rol güçlüğü
0.00
100.00
27.78
37.45
Mental sağlık
0.00
88.00
46.90
20.32
Mental toplam
12.50
383.00
171.79
87.45
34
Tablo 3. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)
N
%
Yok
87
55.8
TSSB eşik altı belirtileri var
19
12.2
Şimdi TSSB var
17
10.9
Yaşam boyu TSSB var
33
21.2
TSSB
Çalışmaya
katılan
19
hastada
(%12.2)
TSSB
eşik
altı
belirtileri,
17 hastada (%10.9) şimdiki TSSB, 33 hastada (%21.2) yaşam boyu TSSB saptandı.
TSSB (şimdiki ve yaşam boyu) oranı ise %32.1 olarak tespit edildi.
Tablo 4. Şimdi TSSB Ek Tanısı Alanlarda Klinisyen Tarafından Uygulanan
TSSB Ölçeği (CAPS) Puanlarının Ortalaması
N=17
Minimum
Maksimum
Ortalama
SS
CAPS Şimdi B Toplamı
3,00
18,00
11,77
4,66
CAPS Şimdi boyu C Toplamı
13,00
40,00
24,47
8,20
CAPS Şimdi boyu D Toplamı
7,00
32,00
19,12
7,04
ŞĐMDĐ TOPLAM
31,00
76,00
55,35
12,97
Tablo 5. Yaşam Boyu TSSB Ek Tanısı Alanlarda Klinisyen Tarafından Uygulanan
TSSB Ölçeği (CAPS) Puanlarının Ortalaması
N=33
Minimum
Maksimum
Ortalama
SS
CAPS Yaşam boyu B Toplamı
3,00
31,00
18,00
8,32
CAPS Yaşam boyu C Toplamı
8,00
43,00
22,30
8,54
CAPS Yaşam boyu D Toplamı
7,00
35,00
18,64
7,48
YAŞAM BOYU TOPLAM
25,00
92,00
58,94
18,98
35
C- TSSB Varlığına (Şimdiki ve Yaşam Boyu) Göre Sosyodemografik ve Klinik
Özelliklerin Dağılımı
Tablo 1. TSSB varlığına göre sosyodemografik özelliklerin dağılımı
TSSB Yok
N=106
Yaş
%
45.3±9.5
TSSB Var
N=50
%
42.0±7.8
2
χ
SS
0.035 *
T=2.47
Medeni Durum
Evli
71
67.0
23
46.0
Bekar
10
9.4
4
8.0
Boşanmış
22
20.8
16
32.0
Ayrı yaşıyor
2
1.9
7
14.0
Birlikte
1
0.9
0
0.0
Kimlerle Yaşıyorlar
Eş
65
61.3
23
46.0
Anne-baba
20
18.9
14
28.0
Yalnız
15
14.2
11
22.0
Yakını
5
4.7
0
0.0
Diğer
1
0.9
2
4.0
Çalışma Durumu
Çalışmıyor
36
34.0
15
30.0
Düzenli
38
35.8
19
38.0
Düzensiz
13
12.3
7
14.0
Emekli
19
17.9
8
16.0
Öğrenci
0
0.0
1
2.0
Eğitim
Đlkokul
30
28.3
20
40.0
Ortaokul
20
18.9
11
22.0
Lise
35
33.0
13
26.0
Üniversite
21
19.9
6
12.0
Eğitim süre (Ort.±SS)
10.0
4.0
8.7
3.5
P
13.43
4
0.009*
7.98
4
0.09
2.48
4
0.65
3.36
3
0.34
t=1.99
0.049*
*Đstatistiksel olarak anlamlı (p<0.05)
36
Çalışmaya katılan hastalar TSSB (Şimdi ve Yaşam boyu) varlığına göre iki gruba
ayrıldı. TSSB’na göre sosyodemografik ve klinik özelliklerin dağılımı değerlendirildi. Đki
grup yaş yönünden karşılaştırıldığında TSSB ek tanısı almayan grubun yaş
ortalamasının 45.3±9.5 olduğu, TSSB ek tanısı alan grubun ise yaş ortalamasının
42.0±7.8 olduğu ve bu sonucun istatistiksel açıdan anlamlı olduğu tespit edildi (p<0.05).
Đki grup medeni durum açısından karşılaştırıldığında; TSSB ek tanısı alan grupta
evli olma oranları, TSSB ek tanısı almayan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı
derecede düşüktü (%46, %67, p<0.01).
Kimlerle yaşadıkları karşılaştırıldığında; TSSB ek tanısı alan grubun daha düşük
oranda %46.0’sının eşi ile yaşadığı, TSSB ek tanısı almayan grubun ise % 61.3
oranında eşi ile yaşadığı, ancak iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
olmadığı saptandı.
Đki grup çalışma durumları açısından karşılaştırıldığında; TSSB ek tanısı olan
grubun daha düşük oranda %30.0’nun çalışmadığı, TSSB ek tanısı olmayan grubun ise
%34.0 oranında çalışmadığı ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
olmadığı saptandı.
Đki grup eğitim durumu açısından karşılaştırıldığında ise; TSSB ek tanısı olan
grubun eğitim seviyesi daha düşüktü, ancak iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark olmadığı saptandı.
TSSB’na göre eğitim süreleri karşılaştırıldığında ise TSSB ek tanısı alanların
almayanlara göre eğitim süreleri daha kısa olduğu (8.7±3.5, diğer grup 10.0±4.0) ve bu
farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p<0.05).
37
Tablo 2: TSSB’na Göre Çocukluk Çağı Kötüye Kullanımının Dağılımı
TSSB yok
TSSB var
N=106
n=50
N
%
N
%
Yok
86
81.1
35
70.0
Var
20
18.9
15
30.0
Yok
83
78.3
38
76.0
Var
23
21.7
12
24.0
Yok
56
52.8
18
36.0
Var
50
42.7
32
64.0
Yabancı Tarafından
Yok
103
97.2
47
94.0
Cinsel Taciz
Var
3
2.8
3
6.0
Ensest
Yok
104
98.1
49
98.0
Var
2
1.9
1
2.0
Yok
90
84.9
36
72.0
Var
16
15.1
14
28.0
Kendini Yaralama
Yok
78
73.6
25
50.0
Öyküsü*
Var
28
26.4
25
50.0
Fiziksel Şiddet
Sözel Şiddet
Đhmal*
Özkıyım Öyküsü
χ²
SD
P
2.42
1
0,12
0.1
1
0.75
3.86
1
0.049*
0.92
1
0.34
0.00
1
0.96
3.64
1
0.056
8.43
1
0.004*
*Đhtimaller Oranı: 2.79 (1.38-5.63)
Đki grup çocukluk çağı kötüye kullanımı, özkıyım ve kendini yaralama açısından
karşılaştırıldı. TSSB ek tanısı alan grupta çocukluk çağı ihmali oranın (%64, diğer grupta
ise %42.7) daha yüksek ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı
(p<0,05). TSSB ek tanısı alan grupta fiziksel şiddet (%30.0, diğer grup %18.9), sözel
şiddet (%24.0, diğer grup %21.7), yabancı tarafından cinsel taciz (%6.0, diğer grup
%2.8), ensest (%2.0, diğer grup %1.9) oranları daha yüksek olmasına rağmen, iki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05).
Özkıyım öyküsü açısından değerlendirildiğinde, TSSB ek tanısı alan grupta
özkıyım oranı daha yüksek (%28.0, diğer grup %15.1) bulunmasına rağmen, iki grup
arasında istatistiksel olarak anlamlılığa yakın bir fark tespit edildi (p=0.056).
Kendini yaralama öyküsü açısından değerlendirildiğinde ise, TSSB ek tanısı
alan grupta kendini yaralama oranı daha yüksek (%50.0, diğer grup %26.4) saptandı. Đki
grup kendini yaralama bakımından karşılaştırıldığında ileri derecede anlamlı bir fark
tespit edildi (p<0,01).
38
Tablo 3: TSSB’na Göre Travma Türlerinin Dağılımı
TSSB yok
TSSB var
N=27
n=50
N
%
N
%
Doğal afet (sel, deprem, kasırga)
7
25.9
16
32.0
Fiziksel saldırı (dövülme, tekmelenme,
1
3.7
2
4.0
Silahlı saldırı (vurulma, bıçaklanma)
1
3.7
3
6.0
Evde, işte ya da başka bir yerdeki ciddi kaza
1
3.7
2
4.0
Ulaşım ile ilgili kaza (araba, tren, gemi, uçak)
8
29.6
7
14.0
Çatışma/savaş bölgesinde bulunma
1
3.7
7
14.0
Đnsan kaynaklı şiddetli acı
0
0.0
2
4.0
Tutsaklık (kaçırılma, esir düşme, savaş esiri
0
0.0
1
2.0
Yangın veya patlama
0
0.0
1
2.0
Ani, şiddet içeren ölüm olayı (cinayet, intihar)
4
14.8
7
14.0
Bir başka insana sizin neden olduğunuz,
2
7.4
0
0.0
Gasp
1
3.7
1
2.0
Yakın bir kişinin ani, beklenmeyen ölümü
0
0.0
1
2.0
Diğer herhangi çok stresli olay veya yaşantı
1
3.7
0
0.0
yumruklanma)
(asker/sivil olarak)
olma)
ciddi yaralama veya ölüm
χ²=12.85, SD=13, P=0,46
Travmatik yaşantının türü açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmadı (p>0,05). Travmaya maruz kalıp TSSB ek tanısı alan grupta, en yüksek
sıklıkta görülen travma türü olan doğal afet (deprem, sel, kasırga) %32.0 oranında iken,
TSSB ek tanısı almayan grupta bu oran % 25.9’dur. Travmaya maruz kalıp TSSB ek
tanısı almayan grupta ise, en sık görülen travma türü ulaşım ile ilgili kaza (araba, tren,
gemi, uçak) %29.6 oranında iken, diğer grupta bu oran %14,0 olarak saptandı.
39
Tablo 4. Travma sırasında alkol içmiş olup olmadığına göre TSSB
TSSB yok n=18
Travma sırasında
Yok
TSSB var n=32
N
%
N
%
18
%66.7
32
%64.0
χ²
SD
P
alkol içmiş olma
0.55
Var
9
%33.3
18
1
0,815
%36.0
Travma sırasında alkol etkisi altında olup olmadığına göre TSSB tanısı alan ve
almayanlar karşılaştırıldığında istatistiksel bir fark saptanmadı.
Tablo 5.
TSSB’na göre ilk alkol kullanım yaşı, süresi ve düzenli kullanım
Đlk Alkol Kullanma
Yaşı
Alkol Kullanım
Süresi
Düzenli Alkol
Kullanım Yaşı
TSSB yok n=106
TSSB var n=50
Ort.
SS
Ort.
SS
T
P
17.9
6..6
17.0
5.0
0.94
0.35
18.76
9.49
18.34
6.99
0.31
0.76
26.6
9.1
23.6
6.0
2.39
0.018 *
*Đstatistiksel olarak anlamlı (p<0.05).
TSSB’na göre yaş ve alkol kullanım süreleri karşılaştırıldığında, iki grup arasında
alkol kullanmaya başlama yaşı ve kullanım süresi yönünden istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı. Ancak düzenli olarak alkol kullanmaya başlama yaş ortalamasına
bakıldığında, TSSB ek tanısı alan grubun daha erken yaşta düzenli alkol kullanmaya
başladıkları (23.6±6.0, diğer grup 26.6±9.1) ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı
olduğu saptandı (p<0.05).
40
Tablo 6. TSSB’na Göre Tedavi Girişimi ve Remisyon Oranları
TSSB Yok
N=106
TSSB Var
%
N=50
%
Tedavi girişimi
Yok
35
34.0
17
32.1
Kendi başına
17
16.5
6
11.3
Ayaktan tedavi
10
9.7
4
7.5
Yatarak tedavi
41
38.8
26
49.1
Remisyon
Yok
43
40.6
19
38.0
2-6 ay
30
28.3
12
24.0
6-12 ay
9
8.5
6
12.0
12-24 ay
9
8.5
7
14.0
24 ay ve üstü
15
14.2
6
12.0
2
χ
SD
P
1.56
3
0.67
1.85
4
0.76
*Đstatistiksel olarak anlamlı (p<0.05)
TSSB’na göre tedavi girişimi (kendi başına, ayaktan ya da yatarak) ve remisyon
süreleri karşılaştırıldı. TSSB ek tanısı almayan grup ile TSSB ek tanısı alan grup
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Yatarak tedavi girişimi oranı
TSSB alan grupta daha yüksek bulunmasına rağmen, bu farkın da istatistiksel olarak
anlamlı olmadığı tespit edildi (p>0.05).
Tablo 7. TSSB’na Göre Aile Özelliklerinin Dağılımı
TSSB Yok
N=106
%
TSSB Var
N=50
%
Ailede Alkol-Madde
Kulanım yok
65
63.1
21
39.6
Alkol
37
35.9
32
60.4
Madde
1
1.0
0
0.0
Ailede Psikolojik Sorun
Yok
92
89.3
62
81.6
Var
11
10.7
9
17.0
2
χ
SS
P
9.92
3
0.02*
1.24
1
0.27
*Đstatistiksel olarak anlamlı (p<0.05)
41
TSSB ek tanısı alanların ailelerinde alkol kullanma oranı %60.4, diğer grupta ise
%35.9 olarak saptandı (p<0.05). TSSB ek tanısı alanlar ile almayanlar arasında, ailede
psikolojik sorun açısından anlamlı bir fark tespit edilmedi (p>0.05).
D- TSSB’nun Varlığına Göre Alkol Kullanımına Bağlı Sorunlar, Depresyon,
Anksiyete, Kişilik Özellikleri ve Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi
Tablo1. TSSB’na göre Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT), SCL-90 Anksiyete
ve Depresyon Alt Ölçekleri, MKE Alt Boyut Ortalamalarının Karşılaştırılması
TSSB yok n=106
TSSB var n=50
Ort.
SS
Ort.
SS
T
P
MATT
25,49
10,17
32,40
9,06
-4.10
<0.001*
SCL-90- Anksiyete
1.25
0.97
1.88
0.98
-3.82
<0.001*
SCL-90- Depresyon
1.48
1.00
2.06
0.93
-3.44
0.001*
Yenilik Arayışı
18,05
4,08
20,06
4,92
-2.51
0.014*
Zarardan Kaçınma
17,61
6,12
20,22
5,08
-2.62
0.01*
Ödül Bağımlılığı
13,09
2,85
12,94
2,16
0.34
0.74
Sebat Etme
4,97
1,62
4,92
1,74
0.18
0.86
Kendi Kendini Yönetme
24,28
6,56
20,84
5,56
3.21
0.002*
Đş Birliği Yapma
27,55
6,15
26,00
5,19
1.54
0.13
Kendini Aşma
18,76
5,48
20,62
5,29
-2.00
0.048*
MKE
*Đstatistiksel olarak anlamlı (p<0.05)
TSSB’na göre MATT, SCL-90 anksiyete ve depresyon alt ölçekleri ve MKE alt
boyutları karşılaştırıldı. TSSB ek tanısı alan grupta MATT toplam puan ortalamaları
(32.40±9.06, diğer grup 25.49±10.17) ileri derecede anlamlı olarak daha yüksek
saptandı (p<0.001).
Anksiyete ve depresyon ortalama puanları karşılaştırıldığında; TSSB ek tanısı
alan grupta Depresyon alt boyutunda (2.06±0.93, diğer grup 1.48±1.00) ve Anksiyete alt
boyutunda (1.88±0.98, diğer grup 1.25±0.97) ortalama puanlar ileri derecede anlamlı
olarak daha yüksek saptandı (p<0.001).
MKE alt boyutları açısından karşılaştırıldığında ise; TSSB ek tanısı alan grupta
yenilik arayışı (20,06±4,92, diğer grup 18,05± 4,08), zarardan kaçınma (20,22 ± 4,92,
diğer grup17,61± 6,12) (p=0.01), kendini aşma (20,62 ± 5,29, diğer grup 18,76± 5,48)
(p<0.05) puanlarının daha yüksek, kendi kendini yönetme (20,84± 5,56, diğer grup
42
24,28±
6,56) (p<0.01) puanlarının ise daha düşük olduğu ve bu farkın istatistiksel
olarak anlamlı olduğu saptandı. Ödül Bağımlılığı, Sebat Etme ve Đşbirliği Yapma
puanları açısından ise iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı
(p>0.05).
Tablo 2. TSSB ve Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36) Đlişkisi
TSSB yok n= 106
TSSB var n= 50
Ort.
SS
Ort.
SS
T
P
Fiziksel Fonksiyon
78.63
20.23
66.10
26.54
-2.89
0.004*
Fiziksel Rol Güçlüğü
41.75
40.00
27.00
37.40
-2.41
0.016*
Ağrı
61.14
27.79
51.68
29.39
-1.92
0.055
Genel Sağlık
53.62
21.39
39.74
19.21
-3.97
<0.001*
Fiziksel Toplam
235.14
82.13
184.52
83.22
-3.446
0.001*
Enerji (vitalite)
30.82
38.68
21.33
34.18
-1.41
0.16
Sosyal Fonksiyon
54.58.
22.20
38.80
21.66
-4.01
<0.001*
Emosyonel Rol Güçlüğü
51.30
27.16
39.75
-2.43
0.015*
Mental sağlık
51.17
19.74
37.84
18.66
-3.86
<0.001*
Mental toplam
187.86
86.49
137.72
80.12
-4.14
<0.001*
23.51
*Đstatistiksel olarak anlamlı (p<0.05)
TSSB’na göre yaşam kalitesi karşılaştırıldığında;. TSSB ek tanısı alan grupta
yaşam kalitesi puanlarının ortalaması tüm alt boyutlarda daha düşüktü. Đki grup arasında
sadece iki alt boyutta, ağrı ve enerji (vitalite) açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark
saptanmadı. TSSB ek tanısı alan grupta fiziksel fonksiyon (66.10, diğer gurupta 78.63)
(p<0.01), fiziksel rol güçlüğü (27.0, diğer gurupta 41.75) (p<0.05), genel sağlık (39.74,
diğer gurupta 53.62) (p<0.001), sosyal fonksiyon (38.30, diğer gurupta 54.80) (p<0.001)
emosyonel rol güçlüğü (39.75,diğer grup 51.30) (p<0.05), mental sağlık (37.74, diğer
gurupta 51,17) (p<0.001) puan ortalamaları anlamlı olarak daha düşük saptandı. TSSB
ek tanısı alan grupta Fiziksel toplam (184.52, diğer grup 235.14) ve Mental toplam
(137.72, diğer gurupta 187.86) puan ortalamarı ileri derecede anlamlı olarak daha düşük
saptandı.
43
E- MKE alt boyutlarının SCL-90, MATT ve SF-36 ile ilişkisi
Tablo 1. MKE alt boyutlarının SCL-90 Anksiyete ve Depresyon alt ölçekleri ve
MATT ölçeği ile ilişkisi
SCL-90
Yenilik
Zarardan
Ödül
Sebat
Kendini
Đşbirliği
Kendini
Arayışı
Kaçınma
Bağımlılığı
Etme
Yönetme
Yapma
Aşma
0.29***
0.50***
-0.16*
-0.15
-0.50***
-0.34***
0.16*
<0.001
<0.001
0.043
0.066
<0.001
<0.001
0.048
0.28***
0.50***
-0.20*
-0.15
-0.53***
-0.37***
0.13
P
<0.001
<0.001
0.013
0.060
<0.001
<0.001
0.12
R
0.21**
0.24**
-0.15
-0.11
-0.37***
-0.18*
0.25**
p
0.01
0.003
0.054
0.18
<0.001
0.024
0.002
R
Anksiyete
P
SCL-90
R
Depresyon
MATT
* Đlişki 0.05 düzeyinde anlamlı (2-yönlü), ** Đlişki 0.01 düzeyinde anlamlı (2-yönlü), *** Đlişki <0.001 düzeyinde anlamlı (2-yönlü).
MKE alt boyutlarının SCL-90 ile ilişkisi değerlendirildiğinde; yenilik arayışı ve
zarardan kaçınma boyutları ile anksiyete ve depresyon arasında ileri derecede anlamlı
ve pozitif bir ilişki saptandı (p<0.001). Ödül Bağımlılığı ile anksiyete ve depresyon
arasında düşük düzeyde anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı (sırasıyla p=0.043 ve
0.013). Kendini yönetme ve işbirliği yapma puanları ile anksiyete ve depresyon arasında
ileri derecede anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı (p<0.001). Kendini aşma ile anksiyete
arasında zayıf derecede anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı (p=0.048).
MKE alt boyutlarının MATT ölçeği ile ilişkisi değerlendirildiğinde ise; yenilik
arayışı, zarardan kaçınma ve kendini aşma alt boyutları ile MATT arasında orta
derecede anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı (p<0.01). Kendini yönetme ile MATT
arasında ileri derecede anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı (p<0.001). Đşbirliği yapma ile
MATT arasında düşük düzeyde anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı (p<0.05).
44
Tablo 2. MKE alt boyutlarının SF-36 yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutları ile
ilişkisi
Yenilik
Zarardan
Ödül
Sebat
Kendini
Đşbirliği
Kendini
Arayışı
Kaçınma
bağım.
Etme
Yönetme
Yapma
Aşma
Fiziksel
R
-0.11
-0.25(**)
0.14
0.10
0.22(**)
0.17(*)
-0.17(*)
Fonksiyon
P
0.17
0.001
0.09
0.20
0.01
0.03
0.04
Fiziksel Rol
R
-0.17(*)
-0.31(***)
0.23(**)
0.08
0.25(**)
0.14
-0.02
Güçlüğü
P
0.03
0.004
0.34
0.002
0.07
0.83
R
-0.01
0.15
-0.03
0.30(***)
0.27(**)
-0.22(**)
P
0.89
0.06
0.73
<0.001
0.001
0.007
R
-0,07
0.23(**)
0.07
0.46(***)
0.27(**)
-0.10
P
0.38
<0.001
0.003
0.40
<0.001
0.001
0.21
Fiziksel
R
-0.13
-0.42(***)
0.25(**)
0.07
0.39(***)
0.27(**)
-0.15
Toplam
P
0.10
<0.001
0.001
0.38
<0.001
0.001
0.06
Enerji
R
-0.25(**)
-0.46(***)
0.19(*)
0.17(*)
0.45(***)
0.31(***)
-0.03
P
0.002
<0.001
0.016
0.029
<0.001
<0.001
0.76
R
-0.18(*)
-0.36(***)
0.13
0.08
0.31(***)
0.21(**)
-0.067
P
0.026
<0.001
0.096
0.31
<0.001
0.008
0.41
R
-0.25(**)
-0.33(***)
0.19(*)
0.18(*)
0.14
0.063
0.093
P
0.002
<0.001
0.021
0.028
0.078
0.44
0.25
R
-0.27(**)
0.22(**)
0.09
0.53(***)
0.33(***)
-0.09
P
0.001
0.006
0.29
<0.001
<0.001
0.28
Mental
R
-0.29(***)
0.22(**)
0.17(*)
0.40(***)
0.25(**)
-0.007
Toplam
P
<0.001
0.005
0.04
<0.001
0.002
0.93
<0.001
-0.29(***)
Ağrı
<0.001
-0.46(***)
Genel Sağlık
(vitalite)
Sosyal
Fonksiyon
Emosyonel
Rol Güçlüğü
-0.47(***)
Mental Sağlık
<0.001
-0.48(***)
<0.001
* Đlişki 0.05 düzeyinde anlamlı (2-yönlü), ** Đlişki 0.01 düzeyinde anlamlı (2-yönlü), *** Đlişki <0.001 düzeyinde anlamlı (2-yönlü).
MKE alt boyutlarının SF-36 yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutları ile ilişkisi
değerlendirildi. “Yenilik arayışı” ile fiziksel rol güçlüğü (r=-0.17, P<0.05), enerji (r=-0.25,
P<0.01), sosyal fonksiyon (r= -0.18, P<0.05), emosyonel rol güçlüğü (r=-0.25, P<0.01),
mental sağlık (r=-0.27, P<0.01) ve mental toplam (r=-0.29, P<0.001) puanları arasında
anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı. “Zarardan kaçınma” ile fiziksel fonksiyon (r=-0.25,
P<0.01), fiziksel rol güçlüğü (r=-0.31, P<0.001), ağrı (r=-0.29, P<0.001), genel sağlık
45
(r=-0.46, P<0.001), fiziksel toplam (r=-0.42, P<0.001), enerji (r=-0.46, P<0.001), sosyal
fonksiyon (r=-0.36, P<0.001), emosyonel rol güçlüğü (r=-0.33, P<0.001), mental toplam
(r=-0.48, P<0.001) puanları arasında anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı. “Ödül
bağımlılığı” ile fiziksel rol güçlüğü (r=0.23, P<0.01), genel sağlık (r=0.23, P<0.01),
fiziksel toplam (r=0.23, P<0.01), enerji (r=0.19, P<0.05), emosyonel rol güçlüğü (r=0.19,
P<0.05), mental sağlık (r=0.22, P<0.01) ve mental toplam (r=0.22, P<0.01) puanları
arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı. “Sebat etme” ile enerji (r=0.17, P<0.05),
emosyonel rol güçlüğü (r=0.18, P<0.05) ve mental toplam (r=0.17, P<0.05) puanları
arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı. “Kendini yönetme” ile fiziksel fonksiyon
(r=0.22, P<0.01), fiziksel rol güçlüğü (r=0.25, P<0.01), ağrı (r=0.30, P<0.001), genel
sağlık (r=0.46, P<0.001), fiziksel toplam (r=0.39, P<0.001), enerji (r=0.45, P<0.001),
sosyal fonksiyon (r=0.31, P<0.001), mental sağlık (r=0.53, P<0.001) ve mental toplam
(r=0.40, P<0.001) puanları arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı. “Đşbirliği yapma”
ile fiziksel fonksiyon(r=0.17, P<0.05), ağrı, genel sağlık, fiziksel toplam (r=0.27, P<0.01),
enerji (r=0.31, P<0.001), sosyal fonksiyon (r=0.21, P<0.01), mental sağlık (r=0.33,
P<0.001) ve mental toplam (r=0.25, P<0.01) puanları arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki
saptandı. “Kendini aşma” ile fiziksel fonksiyon (r=-0.17, P<0.05) ve ağrı (r=-0.22,
P<0.01) puanları arasında anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı.
F. 1- Regresyon Analizleri
Tablo1. Her bir SF-36 yaşam kalitesi alt ölçeği puanının sabit değişken olarak
alındığı stepwise linear regresyon modellerinde belirleyici değişkenler
ANOVA
Düzeltilmiş R2
Fiziksel
Fiziksel Rol
Ağrı
Genel Sağlık
Fiziksel
Fonksiyon
Güçlüğü
F = 15.81
F = 16.77
F = 26.25
F =34.05
F =46.32
sd= 2, 153
sd= 2, 153
sd = 2, 153
sd = 3, 152
sd = 2, 152
p < 0.001
p < 0.001
p < 0.001
p < 0.001
p < 0.001
0.16
0.17
0.25
0.39
0.37
Toplam
Yenilik Arayışı
0.16***
Ödül Bağımlılığı
0.17***
016***
Kendi Kendini
0.26**
Yönetme
Đşbirliği Yapma
-0.14***
SCL-90- Anksiyete
-0.43*
Yaş
-0.17***
-0.36*
-0.46*
-0.50*
-0.57*
Sonuçlar standardize edilmiş regresyon katsayıları â olarak sunulmuştur. *p<0.001, **p<0.01, ***p<0.05
46
ANOVA
Düzeltilmiş R2
Enerji
Sosyal
Emosyonel
Mental
Mental
(vitalite)
Fonksiyon
Rol Güçlüğü
Sağlık
Toplam
F = 75.61
F = 84.41
F = 10.89
F = 79.84
F = 51.64
sd= 2, 153
sd= 1, 154
sd = 4, 151
sd = 2, 153
sd = 3, 152
p < 0.001
p < 0.001
p < 0.001
p < 0.001
p < 0.001
0.49
0.35
0.20
0.50
0.50
Yenilik Arayışı
Zarardan
Kaçınma
-0.22**
-0.15***
-0.28**
Kendini
-0.20***
Yönetme
SCL90Depresyon
-0.62*
-0.13*
-0.60***
SCL-90
Anksiyete
-0.21**
0.24***
-0.56***
-0.54***
-0.27**
Sonuçlar standardize edilmiş regresyon katsayıları â olarak sunulmuştur. *p<0.001, **p<0.01, ***p<0.05
Yaşam kalitesinin alt boyutlarının sabit değişken olarak alındığı stepwise linear
regresyon modellerinde belirleyici değişkenler değerlendirildi. “Fiziksel fonksiyon” için
anksiyete (p<0.001) ve yaş (p<0.05) belirleyici, “Fiziksel rol güçlüğü” için ödül bağımlılığı
(p<0.05) ve anksiyete (p<0.01) belirleyici, “Ağrı” için işbirliği yapma (p<0.05) ve
anksiyete (p<0.001) belirleyici, “Genel sağlık” için yenilik arayışı (p<0.05) kendi kendini
yönetme (p<0.01) ve anksiyete (p<0.001) belirleyici, “Enerji” için zarardan kaçınma
(p<0.05) ve depresyon (p<0.001) belirleyici,
“Sosyal fonksiyon” için depresyon
(p<0.001) belirleyici, “Emosyonel rol güçlüğü” için yenilik arayışı (p<0.01), zarardan
kaçınma (p<0.01), kendini yönetme (p<0.001) ve anksiyete (p<0.01) belirleyici, “Mental
sağlık” için kendini yönetme (p<0.001) ve depresyon (p<0.001) belirleyici olarak
saptandı. Yaşam kalitesinin iki özet ölçeği; fiziksel toplam için ödül bağımlılığı (p<0.001)
ve anksiyete (p<0.001), mental toplam için ise yenilik arayışı (p<0.05), zarardan
kaçınma (p<0.01) ve depresyon (p<0.001) belirleyici olarak saptandı.
47
F. 2- Regresyon Analizleri
TSSB varlığının bağımlı değişken olduğu SF-36, SCL-90, MATT, MKE ölçek alt
boyutları ve yaşın bağımsız değişken olduğu Forward Lojistik Regresyon
95,0% Güvenirlik
MATT
Enerji
(vitalite)
B
S.H.
Wald
SD
P
Exp(B)
Aralığı
0.065
0.021
9.524
1
0.002
1.067
1.024
1.111
-0.028
0.009
9.718
1
0.002
0.972
0.955
0.990
Aynı istatistik SF-36 alt boyutları yerine toplam fiziksel ve mental puanları
bağımsız değişken olarak alındı
95,0% Güvenirlik
MATT
Fiziksel
toplam
Aralığı
B
S.H.
Wald
SD
P
Exp(B)
0.063
0.020
9.605
1
0.002
1.065
1.023
1.108
0.006
0.002
6.346
1
0.012
0.994
0.99
0.999
TSSB varlığının bağımlı değişken olarak alındığı lojistik regresyon modeli
uygulanmıştır. Bağımsız değişkenler olarak SF-36 alt ölçekleri, SCL-90 depresyon alt
ölçeği, MATT, MKE boyutları ve yaş alındığında, MATT ve Enerji TSSB’nun belirleyicisi
olarak saptandı. SF-36 alt boyutları yerine iki özet skala; Fiziksel Toplam ve Mental
Toplam puanları bağımsız değişken olarak alındığında ise MATT ve fiziksel toplam
puanı TSSB belirleyicileri olarak saptandı.
48
Multivariant Kovaryans Analizi
SF-36 temel 8 boyutunun bağımlı değişken olduğu, yaşam boyu TSSB tanısının sabit değişken
olduğu ve MATT, SCL-90 depresyon, yaş, ve MKE 7 alt boyutunun bağımsız değişkenler olduğu
model
Kaynak
Depresyon
Tip III
Karelerin
Toplamı
4335,351
7636,234
9109,718
6715,424
14491,42
19482,81
9764,953
9122,847
Ortalama
Kare
4335,351
7636,234
9109,718
6715,424
14491,420
19482,809
9764,953
9122,847
F
(sd:11,14)
9,652
5,790
13,826
22,941
53,832
40,414
8,876
44,621
P
0.002
0.017
<0.001
<0.001
<0.001
<0.001
0.003
<0.001
10175,51
10175,506
9,249
0.003
Yenilik Arayışı
Bağımlı Değişken
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel rol güçlüğü
Ağrı
Genel sağlık
Enerji (Vitalite)
Sosyal fonksiyon
Emosyonel rol güçlüğü
Mental sağlık
Emosyonel rol güçlüğü
Zarardan Kaçınma
Emosyonel rol güçlüğü
7825,713
7825,713
7,113
0.009
Ödül Bağımlılığı
Fiziksel rol güçlüğü
6602,025
6602,025
5,006
0.027
Emosyonel rol güçlüğü
Genel sağlık
4455,300
4455,300
4,050
0.046
Kendi Kendini Yönetme
1795,303
1795,303
6,133
0.014
Mental sağlık
Emosyonel rol güçlüğü
1326,476
1326,476
6,488
0.012
Đş Birliği Yapma
5935,793
5935,793
5,396
0.022
Kendi Kendini Aşma
Fiziksel fonksiyon
1742,830
1742,830
3,880
0.051
3125,236
3125,236
4,743
0.031
TSSB
Ağrı
a
Fiziksel fonksiyon
2193,368
2193,368
4,883
0.029*
444,667
444,667
0,337
0.562
112,993
112,993
0,171
0.679
1684,128
1684,128
5,753
0.018*
1240,537
1240,537
4,608
0.033*
152,837
152,837
0,317
0.574
5,897
5,897
0,005
0.942
2,699
0.103
Fiziksel rol güçlüğü b
Ağrı
b
c
Genel sağlık
d
Enerji (vitalite)
e
Sosyal fonksiyon
f
Emosyonel rol güçlüğü
Mental sağlık
h
g
551,731
551,731
MATT, Yaş ve sebat etme karakter boyutu herhangi bir belirleyiciliği olmamıştır.
A
B
C
D
E
F
G
R kare = ,219 (Uyarlanmış R kare = ,159)
R kare = ,250 (Uyarlanmış R kare = ,192)
R kare = ,420 (Uyarlanmış R kare = ,376)
R kare = ,534 (Uyarlanmış R kare = ,498)
R kare = ,364 (Uyarlanmış R kare = ,315)
R kare = ,271 (Uyarlanmış R kare = ,216)
R kare = ,540 (Uyarlanmış R kare = ,505)
Yaşam kalitesi ölçeğinin 8 alt boyutunun bağımlı değişkenler, TSSB’nun sabit
değişken ve SCL-90 depresyon alt ölçeği, MATT, yaş ve MKE alt boyutlarının bağımsız
değişkenler olduğu Multivariant kovaryans analizi ile yaşam kalitesi ölçeğinin alt
boyutlarının belirleyicileri değerlendirildi. TSSB fiziksel fonksiyon, genel sağlık ve enerji
49
(vitalite) alt boyutlarını belirlemiştir. Depresyon tüm yaşam kalitesi alt boyutlarını
belirleyerek en önemli kovaryan olmuştur. “Fiziksel fonksiyon” ve “Ağrı” için kendi
kendini aşma, “Genel sağlık” ve “Mental sağlık” için kendi kendini yönetme, “Fiziksel rol
güçlüğü” için ödül bağımlılığı, “Emosyonel rol güçlüğü” için yenilik arayışı, zarardan
kaçınma, ödül bağımlılığı ve iş birliği yapma boyutları belirleyici olmuştur.
SF-36 fiziksel ve mental toplam puanlarının bağımlı değişken olduğu, yaşam boyu TSSB
tanısının sabit değişken olduğu ve MATT, SCL-90 depresyon, yaş, ve MKE 7 alt
boyutunun bağımsız değişkenler olduğu model
Kaynak
MATT
Depresyon
Yaş
Yenilik Arayışı
Zarardan Kaçınma
Ödül Bağımlılığı
Sebat Etme
Kendi Kendini Yönetme
Đş Birliği Yapma
Kendi Kendini Aşma
TSSB
Bağımlı
değişken
Fiziksel
Mental
Fiziksel
Mental
Fiziksel
Mental
Fiziksel
Tip III
Karelerin
Toplamı
314,165
410,474
109310,555
206381,691
9492,387
654,230
Ortalama
Kare
314,165
410,474
109310,555
206381,691
9492,387
654,230
F
(sd: 11,144)
0,065
0,104
22,507
52,425
1,954
0,166
P
0.800
0.747
0,000*
0,000*
0.164
0.684
68,491
68,491
0,014
0.906
Mental
15724,858
15724,858
3,994
0.048*
Fiziksel
16493,802
16493,802
3,396
0.067
Mental
20986,183
20986,183
5,331
0.022*
Fiziksel
17511,173
17511,173
3,605
0.060
Mental
7798,722
7798,722
1,981
0.161
Fiziksel
443,618
443,618
0,091
0.763
387,966
888,087
130,331
1175,676
8459,625
4909,543
3497,218
14301,402
4712,073
387,966
888,087
130,331
1175,676
8459,625
4909,543
3497,218
14301,402
4712,073
0,099
0,183
0,033
0,242
2,149
1,011
0,888
2,945
1,197
0.754
0.670
0.856
0.623
0145
0.316
0.348
0.088
0.276
Mental
Fiziksel
Mental
Fiziksel
Mental
Fiziksel
Mental
Fiziksel a
Mental b
a R kare = ,384 (Uyarlanmış R kare = ,337)
b R kare = ,522 (Uyarlanmış R kare = ,485)
Yaşam kalitesi ölçeğinin fiziksel ve mental toplam puanının bağımlı değişkenler,
TSSB’nun sabit değişken ve SCL-90 depresyon alt ölçeği, MATT, yaş ve MKE alt
boyutlarının bağımsız değişkenler olduğu Multivariant kovaryans analizi ile yaşam
kalitesi ölçeğinin fiziksel ve mental toplam puanlarının belirleyicileri değerlendirildi. Bu
modelde TSSB belirleyici olmazken, mental toplam puanını yenilik arayışı ve zarardan
kaçınma kişilik boyutları belirlemiş, depresyon ise hem fiziksel hem de mental toplam
puanlarını belirleyen yegane kovaryan olmuştur.
50
D. TARTIŞMA
TSSB Komorbidite Oranları
Genel toplumda yapılan çalışmalarda yaşam boyu TSSB yaygınlığı %5 ile %10
arasındadır (122). Geniş epidemiyolojik bir çalışmada alkol bağımlılarında TSSB ek tanı
oranları, erkekler için %10,3; kadınlar için %26,2 olarak belirlenmiştir (5). Çalışmalarda
ayaktan ya da yatarak tedavi gören alkol/madde bağımlılarında saptanan yaşam boyu
TSSB oranı %30 ile %60 arasında, şimdiki TSSB oranı ise %20 ile %60 arasında
değişmektedir. Bu çalışmalarda TSSB olma olasılığının kadınlarda erkeklere göre 2-3
kat daha fazla olduğu bildirilmiştir (123, 124). Kessler ve arkadaşlarının (1995) yaptıkları
epidemiyolojik çalışmada da, TSSB olan olguların alkol/madde kullanım bozukluğu
geliştirme olasılıklarının, TSSB olmayanlara göre 2 ile 3 kat daha fazla olduğu
bildirilmiştir (4).
AMATEM kliniğinde yürütülmüş farklı iki çalışmada ise, yatarak tedavi gören
alkol bağımlılığı tanısı alan 82 erkek hastada yaşam boyu TSSB oranı %26.8 olarak
saptanmış (63), alkol ve madde bağımlılarından oluşan örneklemde ise bu oran %31
olarak bulunmuştur (125). Çalışmamızda ise yatarak tedavi gören alkol bağımlılığı tanısı
alan erkek hastalarda TSSB (şimdi ve yaşam boyu) ek tanısı %32.1 olarak saptandı.
Sonuçlarımız, sadece erkek örneklem kullanan bu klinik araştırmaların bulgularıyla
uyumlu olmasına rağmen, araştırmaya sadece erkek hastaların alınmış olması TSSB ek
tanısı oranının daha düşük saptanmış olmasına neden olmuş olabilir.
TSSB ve Sosyodemografik Değişkenler
Kessler ve arkadaşlarının (1995) NCS’ de bildirdiği sonuçlara göre; kadınlarda
yaş ile TSSB prevalansı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Erkeklerde ise yaşın
ilerlemesi ile birlikte hem travmatik olayla karşılaşma, hem TSSB tanısı alma olasılığının
arttığı belirtilmiştir (4). Çalışmamızda ise TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılarının yaş
ortalaması anlamlı olarak daha düşük saptandı. Bu bulgu alkol bağımlılarının yaşamın
erken dönemlerinde travmayla karşılaştıkları, daha fazla travmatik olaya maruz
kaldıkları, dolayısı ile erken yaşta TSSB ek tanısı aldıklarını düşündürmektedir.
Kessler ve arkadaşlarının (1995) sonuçlarına uyumlu olarak çalışmamızda,
TSSB ek tanısı alan kişilerde boşanmış/ayrı yaşayanların oranı anlamlı olarak daha
yüksek saptandı (4). Çalışma örnekleminin alkol bağımlılarından oluştuğu göz önünde
bulundurulduğunda, bu kişilerin sosyal desteklerinin yetersiz, travma ile karşılaşma
olasılıklarının yüksek ve travmatik yaşantılarla başa çıkabilme becerilerinin düşük
51
olduğu varsayılabilir. Dolayısıyla evli olmanın erkek alkol bağımlılarında travma ya da
TSSB için koruyucu bir etken olduğu düşünülebilir.
Breslau ve arkadaşlarının (1991) yaptıkları çalışmada; düşük eğitim düzeyinin
TSSB gelişimi için önemli bir risk etkeni olduğu gösterilmiştir (54). Aynı çalışmada eğitim
düzeyinin artması ile birlikte olayları algılama, başa çıkma mekanizmalarının arttığı ve
eğitim düzeyinin artmasının kişiyi TSSB ’nun gelişiminden koruyan önemli bir etken
olduğu belirtilmiştir. AMATEM kliniğinde yapılan yakın tarihli bir çalışmada alkol/madde
bağımlılarında yaşam boyu TSSB ek tanısı alanlarda almayanlara göre, eğitim
düzeylerinin daha düşük, eğitim sürelerinin daha az olduğu belirtilmiştir (125).
Çalışmamızda ise eğitim düzeyi ve toplam eğitim süresi düşük bulunmasına rağmen,
yapılan çalışmalarla uyumlu olarak sadece toplam eğitim süresi anlamlı olarak daha
düşüktü.
Çalışmıyor
olmanın
travmatik
olaylar
karşısında
kişinin
uyum
sağlayamamasından ve başa çıkamamasından dolayı önemli bir risk etkeni olabileceği
tahmin edilmekle birlikte, çalışmıyor olma çalışmalarda risk etkeni olarak yer
almamaktadır (126). Kural ve arkadaşları (2004) da alkol/madde bağımlılarında, TSBB
ek tanısı alanlar ile almayanlar arasında çalışma durumu açısından bir fark olmadığını
belirtmişlerdir. Çalışmamızın sonuçları bu bulgularla uyumludur (125).
Alkol Bağımlılığı, Çocukluk Çağı Travması ve TSSB
Araştırmalara göre alkol/madde bağımlılığı olan kişilerde çocukluk çağı
travmasına genel popülasyona göre daha sık rastlanmakta ve yaygınlık %30-%59
arasında bildirilmektedir (55). Evren ve arkadaşları (2006), madde bağımlılarında
çocukluk çağı travması oranını % 56.1 olarak bildirmişlerdir (127). Yapılan çalışmalarda
çocukluk çağı travmasının; kişilik bozuklukları, TSSB ve alkol/madde kullanımı için
yatkınlığı artıran bir etken olduğu belirtilmektedir (54,48,127).
Pettinati ve arkadaşlarının (2000), alkol bağımlılığı tanısı alan ve ayaktan takip
edilen hastaları değerlendirdikleri bir çalışmada da; fiziksel istismar oranının kadınlarda
erkeklere göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu belirtilmiştir (128). NCS verilerine
göre, erkeklerde daha yüksek oranda fiziksel saldırı ve silahla tehdit bulunmuştur.
Kadınlarda ise erkeklere oranla çocukluk çağı fiziksel istismarının anlamlı olarak daha
yüksek olduğu belirtilmiştir (4). Bir çok çalışmada olan ortak bulgu; kadınların daha çok
travmatik olay yaşadığı ve özellikle cinsel travma açısından yüksek oranlar gösterdiğidir
(4, 57,129). Çalışmalarda istismar oranlarının cinsiyetler arasında farklılık gösterdiği
52
bildirildiği gibi, çocukluk çağı travması ile TSSB arasındaki ilişkinin de cinsiyetler
arasında farklılık gösterebileceği bildirilmiştir (57,129). Bu nedenle bu çalışmanın
sonuçlarını yorumlarken sadece erkek hastaların değerlendirildiği göz önünde
bulundurulmalıdır.
Çalışmamızda TSSB ek tanısı alan grupta çocukluk çağı ihmali oranı anlamlı
olarak daha yüksek saptandı. Ancak TSSB ek tanısı alan grupta çocukluk çağında
yaşanan fiziksel şiddet, sözel şiddet, yabancı tarafından cinsel taciz, ensest oranları
daha yüksek ve daha sık görülmesine rağmen gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuçlar daha önceki çalışmalarla benzerlik göstermesine
rağmen, sadece çocukluk çağı ihmalinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptandı.
Bunun nedeni muhtemelen çalışmaya sadece erkek hastaların alınması olabileceği gibi,
birçok araştırmacı tarafından TSSB için yatkınlığı arttıran etken olarak gösterilen
çocukluk çağı travmasının (48,55,130,131) aynı zamanda alkol/madde kullanım
bozuklukları için de risk etkeni olduğu akılda tutulmalıdır (55,132). Bu nedenle her iki
bozukluğun (TSSB ve alkol kullanım bozukluğu) gelişmesinde rol oynayan çocukluk
çağı travmasının, TSSB ek tanısı alan bağımlılarda daha yüksek olmasına rağmen,
anlamlı düzeye ulaşmaması beklenilebilir bir sonuçtur.
Çocukluk çağı ihmalinin TSSB ek tanısı alan erkek alkol bağımlılarında anlamlı
olarak yüksek bulunması ise, çocukluk çağı ihmalinin TSSB ek tanısı için bir risk etkeni
olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Gerçekten de TSSB ek tanısı alan kişilerin
ailelerinde alkol kullanma oranlarının anlamlı olarak daha yüksek saptanmış olması bu
bulgularla uyumludur. Ebeveynlerinin alkol kullanıyor olması o ailedeki çocukların
ihmale uğrama risklerini arttırıyor olabilir. Dolayısıyla ihmale uğrayan kişilerin travmatik
yaşantılarla başa çıkmakta zorlandıkları ve ihmalin TSSB için bir risk etkeni olabileceği
söylenebilir.
Çalışmamızda TSSB ek tanısı alan hastaların daha erken yaşta düzenli alkol
kullanmaya başladığı saptandı. Erken yaşlarda başlayan sorunlu alkol kullanımı, kişinin
hayatın erken dönemlerinde travma ile karşılaşmasına neden oluyor olabilir. Ya da
erken yaşlarda yaşanan travma nedeniyle kişi kendini rahatlatmak amacı ile alkol
kullanımına erken başlıyor olabilir. TSSB ek tanısı alan hastaların ailelerinde yüksek
oranda alkol kullanımının olması da bu kişilerin erken yaşlarda travmatik olaylar
yaşamasına, alkol bağımlılığına ve daha fazla TSSB ek tanısı almalarına sebep oluyor
olabilir. Daha önce yapılan çalışmalar ve bizim bulgularımız birlikte değerlendirildiğinde;
hayatın erken dönemlerinde yaşanan travmatik olayların, kişilerin yetişkinlikte başa
53
çıkma becerilerini azalttığı, yaşamın sunduğu stresli durumlarla karşılaşıldığında ise
çözüm yolu arama yerine kaçışa yönelttiği, alkol bağımlılığı ve TSSB için bir risk etkeni
olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Özkıyım ve Kendini Yaralama Davranışı
AMATEM kliniğinde 1997 ile 2000 yılları arasında yatarak tedavi gören alkol
kullanım bozukluğu olan kişilerin %12.9'unun en az bir kez özkıyım girişiminde
bulunduğu belirtilmiştir (133). Diğer bir çalışmada ise, alkol bağımlılarında diğer bir
psikiyatrik hastalığın bulunmasının özkıyım girişimi riskini alkol bağımlılığına göre daha
fazla arttırdığı belirtilmiştir (13). Windle ve arkadaşları (1995) ise, travmaya uğrayan
alkol bağımlılarında, TSSB ek tanısı alıp almadıklarını gözetmeksizin %24,4 ile %32
arasında özkıyım girişimi oranı saptamışlardır (132). Breslau’nun (2001) yaptığı bir
çalışmada ise, sadece TSSB tanısı alan hastaların %17,2’sinde özkıyım girişimi ve
%46’sında özkıyım planı olduğu saptanmıştır (122). Ferrada ve arkadaşları da (1998),
TSSB’nun kendi başına anksiyete bozuklukları içinde özkıyım riskini en çok artıran tanı
olduğunu bildirmişlerdir (134).
Çalışmamızda ise daha önce yapılan çalışmalarla uyumlu olarak TSSB ek tanısı
alanların almayan hastalara göre, özkıyım oranın daha yüksek (%28.0, diğer grup
%15.1) ve aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlılığa yakın olduğu saptandı (p=0.056).
TSSB ek tanısı alan hastalarda kendini yaralama oranı ise (%50.0, diğer grup %26.4)
anlamlı düzeyde daha yüksekti. Özkıyım ve kendini yaralama gibi davranışların yüksek
oranlarda gözlenmesi bu kişilerin daha dürtüsel davranabileceğini düşündürmektedir.
TSSB ek tanısı alan grupta mizaç boyutlarından yenilik arayışının yüksek bulunması
bunu destekler niteliktedir.
Yapılan çalışmalarda çocukluk çağı kötüye kullanımının yetişkinlikte özkıyım
girişimi için etken olduğu (55), TSSB’nun kendi başına anksiyete bozuklukları içinde
özkıyım riskini en çok artıran hastalık olduğu (134), bağımlı popülasyonda özkıyım
girişimi ve kendini yaralama oranlarının yüksek olduğu (133), alkol bağımlılarında diğer
bir psikiyatrik hastalığın bulunmasının özkıyım girişim riskini alkol bağımlılığının
kendisine göre daha fazla arttırdığı belirtilmiştir (13). Çalışmamızda TSSB ek tanısı alan
hastalar aynı zamanda alkol bağımlılığı olan hastalar olduğundan bu iki klinik durumun
ayrı ayrı görülmesine oranla beraber bulunması durumunda özkıyım girişimi ve kendini
yaralama oranlarının artmasını açıklayabilir. Daha önce yapılan çalışmalar ve
bulgularımız birlikte değerlendirildiğinde; TSSB ek tanısı, alkol bağımlılarında özkıyım
54
ve kendine zarar verici davranışlar gibi uyum bozucu davranışlar için risk etkeni olarak
görülebilir.
Alkol kullanmaya başlama yaşı
Alkol/madde kullanımının, travma yaşandığında, TSSB gelişimi için daha yüksek
bir risk etkeni olduğu belirtilmiştir (2). Diğer yandan TSSB semptomlarının ortaya
çıkması ile kişinin kendi kendini tedavi etme çabası, alkol/madde kullanımına neden
olabilmektedir. Böylece TSSB’nda görülen aşırı uyarılmışlık semptomları ile başa
çıkmakta sorun yaşayan kişi, yoksunluğun getirdiği ilave uyarılmışlığı tolere etmekte
daha da zorlanacaktır. Dolayısıyla alkol kullanımı, travmatik olayın kendisi ile başa
çıkma mekanizması olarak da görülebilir. Bu model özellikle yetişkin çağında travma
yaşayıp, TSSB geliştiren hastalar için geçerlidir. Alkol/madde kullanımının başlangıçta
sağladığı sakinleştirici etkilerin TSSB semptomları tekrar ortaya çıktığında, hastaların
alkol/madde kullanması için itici bir güç olabileceği belirtilmiştir (2).
Çalışmamızda TSSB ek tanısı alan hastaların daha erken yaşlarda düzenli alkol
kullanmaya başlamaları; hastaların daha fazla ve daha sık travmatik yaşantıya maruz
kalmaları ve dolayısı ile daha fazla TSSB ek tanısı almalarına neden olabileceği gibi,
kendi kendilerini tedavi hipotezini de destekleyebilir. Yani bu durum TSSB ek tanısı alan
hastaların anksiyeteleri ile başa çıkabilmek için daha erken yaşta düzenli olarak alkol
kullanmaya başlamış olabilecekleri şeklinde de yorumlanabilir.
Komorbidite
Yapılan çalışmalarda yatarak tedavi gören alkol bağımlılığı olan kişilerde majör
depresyon ek tanı oranının %8 ile %53 arasında değiştiği bildirilmiştir (135). Ülkemizde
ise bu oran %35 ile %48 arasında bulunmuştur (136, 137). Ülkemizde klinik
örneklemlerde alkol bağımlılığı olan kişilerde %10 ila %37 oranında yaşam boyu TSSB
tespit edilmiştir (136, 137). Yaşam boyu TSSB olan kişilerde diğer birçok psikiyatrik
bozukluğun ek tanı olasılığı da anlamlı derecede artmaktadır (53). Breslau ve
arkadaşları (1991), TSSB’na en sık eşlik eden Eksen I bozukluklarının majör depresyon
ve alkol/madde bağımlılığı olduğunu bildirmişlerdir (54).
Daha önce yapılmış çalışmalarla uyumlu olarak TSSB ek tanısı alan grupta
anksiyete, depresyon ve MATT toplam ortalama puanları ileri derecede anlamlı olarak
daha yüksek saptandı. Dolayısıyla TSSB ek tanısının anksiyete, depresyon belirtileri ve
alkol kullanımına bağlı sorunların şiddeti açısından bir risk etkeni olduğu söylenebilir.
55
Sonuç olarak TSSB ek tanısı alan grupta yüksek oranda eşlik eden psikiyatrik
bozuklukların getirdiği yoğun anksiyete, hastaların alkol kullanımına bağlı yaşanan
sorunların şiddetini de arttırdığı söylenebilir. MATT ile değerlendirilen vakaların
karşılaştırılmasında; TSSB ek tanısı alan bağımlıların MATT’nde daha yüksek puan
almaları, bu hastaların aile, iş ve sosyal ortamlarda daha yoğun sorunlar yaşadıkları,
yasal problemlerinin daha çok olduğu, bu alanlarda daha fazla kayıplarının olduğu
anlamına gelmektedir. Bütün bu sorunlar nedeniyle alkol kullanımı ile başa çıkmakta
daha çok zorlandıkları, fiziksel ve ruhsal sağlıklarının daha çok etkilendiği öne
sürülebilir.
TSSB ve Kişiliğin Boyutları
Bilgilerimize göre TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılığı olan hastaların kişilik
özelliklerini boyutsal değerlendiren bir çalışma daha önce yapılmamıştır. Çalışmamızda
TSSB ek tanısı alanlarda almayanlara göre anlamlı olarak yüksek yenilik arayışı
puanları saptandı. Yapılan çalışmalarda yüksek yenilik arayışının bağımlılık davranışına
yatkınlaştırıcı, erken başlangıçlı alkolizm ile ilişkili, erkek alkol bağımlılarında nüks için
yordayıcı, dürtüsel davranışla ilişkili ve bağımlılık davranışının başlamasında önemli bir
etken olduğu belirtilmiştir (80,81,83,130). Dolayısıyla çalışmamızda TSSB ek tanısı alan
hastalarda yüksek yenilik arayışının olması, bu kişilerin bağımlılığa daha yatkın, daha
dürtüsel, çabuk sinirlenen ve travma ile karşılaşma olasılıkları daha yüksek kişiler
olabileceği için TSSB ek tanısı olasılıklarının arttığı şeklinde yorumlanabilir. Çalışmanın
bulguları, yüksek yenilik arayışının bağımlılık davranışına yatkınlaştırıcı olduğu kadar
alkol
bağımlılarında
TSSB
ek
tanısı
için
de
bir
risk
etkeni
olabileceğini
düşündürmektedir.
Zarardan kaçınma ile ilgili daha önce yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar
olmakla birlikte, genelde alkol bağımlılarında yüksek zarardan kaçınma puanları olduğu
belirtilmiştir (81). Ülkemizde yapılan bir çalışmada da benzer bulgular elde edilmiştir
(78).
Aynı zamanda araştırmalar depresyon tanısı ile mizaç boyutu olan yüksek
zarardan kaçınma ilişkisine dikkat çekmişlerdir (69,138).
TSSB ek tanısı alan alkol
bağımlılarında almayanlara göre zarardan kaçınma puanlarının yüksek bulunmuş
olması, eşlik eden depresyon belirtilerinden kaynaklanıyor olabilir. Diğer yandan
zarardan kaçınma, ceza sinyalleri sonucunda davranışın ketlenmesini ifade eder.
Yüksek düzeyde zarardan kaçınma; ceza ve düş kırıklığı tehlikesine yanıt olarak
davranışın ketlenmesini, belirsizlikten korkma, sosyal ketlenme, yabancılardan utanma,
56
kolay yorulma ve başkalarını kaygılandırmayacak durumlarda bile endişelenme ile
ilgilidir. Zarardan kaçınmanın yüksek olmasının avantajı, tehlike söz konusu olduğunda
tedbirlilik ve dikkatli planlamadır. TSSB tanı kriterlerinden “travmaya eşlik etmiş olan
uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma” ile kişilik
özelliği olarak yüksek zarardan kaçınma mizaç boyutu örtüşmektedir. Dolayısıyla TSSB
ek tanısı alan alkol bağımlılarında yüksek zarardan kaçınma puanları, bir kişilik özelliği
olmaktan çok, TSSB ya da onunla ilişkili depresyonun varlığına ikincil olarak bulunuyor
olabilir.
Karakter boyutları değerlendirildiğinde ise en dikkat çekici bulgu; TSSB ek tanısı
alan grupta kendi kendini yönetme puanının ileri derecede anlamlı olarak düşük
saptanmasıydı. Çalışmalarda düşük kendini kendini yönetmenin, bir kişilik bozukluğu
varlığına işaret ettiği öne sürülmüştür (80,70). Diğer bir çalışmada ise, yüksek zarardan
kaçınma ve düşük kendini yönetmenin bir arada olmasının, alkol bağımlılarında “zayıf”
bir kişiliğe işaret ediyor olabileceği belirtilmiştir (81). Çalışmamızda alkol bağımlılığına
eşlik eden kişilik patolojilerini saptamaya yönelik herhangi bir ölçek kullanılmamış
olması nedeniyle düşük kendi kendini yönetme puanlarının bu olgularda altta yatan
kişilik patolojisine işaret edip etmediği konusunda kesin bir yorum yapmak mümkün
olmamakla birlikte, TSSB olanlarda kişilik bozukluklarının yüksek oranda ifade bulduğu
söylenebilir.
Daha önce yapılan çalışmalarda belirtildiği üzere düşük kendi kendini
yönetmenin, bir kişilik bozukluğu varlığına işaret ettiği (80, 81) ve bu kişilerin travma ve
dolayısıyla TSSB için riskli bir yaşam sürdürüyor olabileceğidir. Yapılan çalışmalar
özellikle borderline ve antisosyal kişilik bozuklukları olmak üzere hem alkol
bağımlılarında hem de TSSB olanlarda yüksek kişilik bozukluğu oranları bildirilmektedir
(125,136). Yapılan çalışmalarda davranım bozukluğunun ve antisosyal davranışların
kişileri riskli ve tehdit dolu bir yaşam tarzına sevk ettiği, böylece travmaya daha sık
maruz kaldıkları ve dolayısıyla genel popülasyona kıyasla daha yüksek oranda TSSB
tanısı
aldıkları
bildirilmektedir
(47,48).
Cottler
ve
arkadaşları
(1992),
kişilik
bozukluklarına eşlik eden alkol/madde kullanım bozukluğu varsa, TSSB geliştirme
olasılığının 2 kat arttığını belirtmişlerdir (47). Dolayısıyla çalışmamızda TSSB ek tanısı
alan hastaların almayanlara göre ileri derecede anlamlı ve düşük kendi kendini yönetme
puanlarının olması, kişilik bozukluğunun bu grupta daha yaygın olduğunun göstergesi
olabileceği gibi, TSSB ek tanısı içinde önemli bir risk etkeni olabileceği söylenebilir.
TSSB ek tanısı alan hastaların kendini aşma puanları almayanlara göre zayıf
düzeyde yüksek bulundu. Bilgilerimize göre kendini aşma ile alkol bağımlılığı arasında
57
belirgin bir ilişki saptanmamıştır. Kendini aşma bireylerin kendilerini ne ölçüde evrenin
bir parçası olarak değerlendirdiklerini ölçer. Kendini aşan bireyler gösterişe önem
vermez, maneviyatçı ve alçak gönüllüdürler. Bu özellikler, acı, hastalık veya ilerleyen
yaşla kaçınılmaz olan ölümle karşı karşıya kalındığında uyumu kolaylaştırır. Literatüre
bakıldığında; karakterin mizaca göre çevresel etmenlerden daha fazla etkilendiği, bu
nedenle zamanla değişebildiği belirtilmiştir (80). Dolayısıyla TSSB ek tanısı alan grupta
karakter boyutunda kendini aşma puanlarının daha yüksek bulunmuş olması,
yaşadıkları sıkıntı ve travmatik olaylar karşısında uyum sağlama çabaları olduğu
şeklinde yorumlanabilir.
Sonuç olarak daha önce yapılan çalışmalar ve bulgularımız dikkate alındığında,
yüksek yenilik arayışı ve zarardan kaçınmanın, düşük kendi kendini yönetmenin alkol
bağımlılığı olan hastalarda TSSB ek tanısı için bir risk etkeni olduğu ve komorbitide
(anksiyete, depresyon ve kişilik bozukluğu) oranlarını arttırdığı şeklinde yorumlanabilir.
Bu kişilik özelliklerinin bağımlılığa giden yolu açtığı, depresyon ve kişilik bozukluğu gibi
klinik durumların öngörücüsü olduğu kadar, TSSB’nun da öngörücüsü olabileceği
söylenebilir.
TSSB ve Yaşam Kalitesi
Alkol bağımlılarında yaşam kalitesi seviyesinin düştüğü ve bu durumun genel
olarak SF-36 ölçeği ile değerlendirildiğinde tüm alt boyutlarda geçerli olduğu
çalışmalarda gösterilmiştir (19,20,21). SF-36 kullanılarak yapılan bir çalışmada ise alkol
bağımlılarının özellikle roller ve fiziksel işlevsellik alt boyutlarından daha düşük puan
aldıklarını, eşlik eden depresyon varlığından yaşam kalitesinin etkilendiği belirtilmiştir
(94).
Yaptığımız çalışma alkol bağımlılarında TSSB ek tanısı varlığında yaşam kalitesi
ile ilgili ilktir.
Çalışmamızda TSSB ek tanısı alan grupta yaşam kalitesi puanları
ortalaması tüm alt boyutlarda daha düşüktü, ancak iki grup arasında sadece iki alt
boyutta, ağrı ve enerji (vitalite) açısından anlamlı bir fark saptanmadı.
Alkol bağımlılığı ve TSSB’nun tek başlarına yaşam kalitesi üzerine olumsuz
etkileri bulunmaktadır (11,19-22). TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılarında almayanlara
göre, yaşam kalitesinin (SF-36) “Fiziksel Toplam” ve “Mental Toplam” özet ölçeklerinde
de ileri derecede anlamlı ve düşük puan almaları alkol bağımlılarında ek tanı olarak
TSSB bulunmasının yaşam kalitesinin daha kötü etkileneceği ile ilgili düşüncemizi
doğrulamaktadır.
58
TSSB varlığının bağımlı değişken olduğu, SF-36, SCL-90 depresyon ve
anksiyete alt ölçekleri, MATT, MKE alt boyutları ve yaşın bağımsız değişken olduğu
Forward Lojistik Regresyon modelinde alkol ile ilgili sorunların şiddeti (MATT) ve enerji
(vitalite) puanı TSSB’nun belirleyicisi olmuştur. Aynı istatistik SF-36 alt boyutları yerine
toplam fiziksel ve mental toplam puanları bağımsız değişken olarak alınarak
yapıldığında MATT puanı ve enerjinin yerine ise fiziksel toplam puanı TSSB’nun
belirleyicisi olmuştur.
Alkol kullanımına bağlı sorunların şiddeti arttıkça travma yaşama olasılığının
dolayısıyla TSSB riskinin arttığı söylenebilir. Alkol kullanımına bağlı olarak aile, iş ve
sosyal ortamlarda daha yoğun sorunlar yaşayanlar, aynı zamanda alkol kullanımı ve
travmatik yaşantılarla başa çıkmakta zorlandıkları için, MATT puanın TSSB’nun
belirleyicisi olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Bu bulgularla uyumlu olarak Jacobsen
ve arkadaşları (2001), alkol kullanımının travma yaşandığında, TSSB gelişimi için daha
yüksek bir risk etkeni olduğunu belirtmişlerdir (2). Yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutu
olan enerjinin (sürekli yorgun ve bitkin hissetme)
TSSB belirleyicisi olması ise bu
kişilerin travma ile karşılaştıklarında başa çıkma becerilerinin yetersiz ve/veya travmaya
daha açık olmalarından kaynaklanıyor olabilir.
Daeppen ve arkadaşlarının (1995) SF-36 kullanılarak yaptıkları çalışmada, alkol
bağımlılarının özellikle roller ve fiziksel işlevsellik alt boyutlarından daha düşük puan
aldıkları belirtilmiştir (94). Dolayısıyla alkol bağımlılığı fiziksel sağlığı direkt ya da dolaylı
olarak etkileyerek yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Bizim çalışmamızda fiziksel
hastalığı olanlar ya da fiziksel kısıtlılığı olanların çalışma dışı bırakıldığı düşünülürse,
buna rağmen yaşam kalitesinin fiziksel toplam özet ölçeğinin TSSB için belirleyici olarak
saptanmış olması; alkol bağımlılarında fiziksel sağlıkla ilgili algıları kötü olanların travma
ile başa çıkma becerilerinin düşük olabileceği ve TSSB için bir risk etkeni olabileceği
şeklinde yorumlanabilir.
Kişilik Özellikleri, Anksiyete, Depresyon ve Alkole Bağlı Sorunların Şiddeti
Çalışmamızda depresyon, anksiyete ve alkol kullanımına bağlı sorunların şiddeti
ile kişilik özellikleri arasındaki ilişki araştırıldı. Yapılan çalışmalar depresyon tanısı ile
mizaç özelliği olarak yüksek zarardan kaçınma arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir
(69,138). Cloninger (1991), zarardan kaçınması yüksek kişilerin, yaşayabilecekleri
sorunlar karşısında karamsar, endişelilik hali, belirsizlik korkusu, yabancılardan çekinme
ve çabuk yorulma gibi pasif kaçınma davranışları gösterdiğini belirtmiştir (139).
59
Yapılan çalışmalarla ile uyumlu olarak “Zarardan kaçınma” ile anksiyete ve
depresyon belirtileri arasında ileri derecede anlamlı ve pozitif ilişki saptandı. Aynı
zamanda zarardan kaçınma puanları yüksek olan alkol bağımlılarının TSSB ek tanısı
aldığı, alkol kullanımına bağlı sorunları daha şiddetli yaşadığı, anksiyete ve depresyon
belirtileri açısından riskli bir grup olduğu saptandı. Dolayısıyla zarardan kaçınma ile
anksiyete ve depresyon belirtileri arasındaki ileri derecede anlamlı ilişki bu bulgularla
örtüşmektedir.
Svrakic ve arkadaşları (1992), yenilik arayışı ve ödül bağımlılığının, durumsal
duygudurumdan bağımsız olduğunu, zarardan kaçınmanın ise duygudurum ve
anksiyete düzeyinden etkilendiğini belirtmişlerdir (74). Basiux ve arkadaşları (2001),
yüksek yenilik arayışının erken başlangıçlı alkolizm ve bağımlılık davranışı ile ilişkili
olduğunu belirtmişlerdir (80). Alkol bağımlılarında yüksek yenilik arayışı beklenen bir
bulgu olup, çalışmamızda yenilik arayışı ile anksiyete ve depresyon arasında da ileri
derecede anlamlı pozitif ilişki bulundu. Daha önce belirtildiği gibi alkol bağımlılarında en
sık görülen ek tanılar arasında majör depresyon ve anksiyete bozuklukları gelmektedir.
Dolayısıyla çalışmamız yenilik arayışı ile anksiyete ve depresyon arasında ileri
derecede anlamlı pozitif ilişki saptanmış olmasını açıklayabilir.
Karakter alt boyutunda kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma ile anksiyete ve
depresyon arasında ise ileri derecede anlamlı ve negatif ilişki saptandı. Bu bulgularla
uyumlu olarak, Hansenne ve arkadaşları (1999), depresyon hastalarındaki yüksek zarardan kaçınma, düşük işbirliği yapma ve kendi kendini yönetme puanlarının depresyon
şiddetiyle ilişkisi olduğunu belirtmişlerdir (140). Literatüre baktığımızda düşük işbirliği
yapma ve kendi kendini yönetme puanlarının kişilik patolojisine de işaret edebileceği
görülmektedir (141,142). Dolayısıyla bu kişilik boyutları ile depresyon ve anksiyete
arasındaki ilişki kişilik bozuklukları üzerinden olabilir. Çalışmamızda kişilik bozukluğunu
belirleyecek bir ölçek kullanılmadığından düşük kendi kendini yönetme ve işbirliği
yapma puanlarının anksiyete ve depresyon belirtileri arasındaki ilişkinin nedenselliği
konusunda yorum yapmak mümkün görünmemektedir.
Akvardar ve arkadaşları (2005), alkol kullanım bozukluğunu en iyi ayırt eden
değişkenin düşük kendi kendini yönetme olduğunu belirtmişlerdir (78). Çalışmamızda da
dikkat çekici bir bulgu; “Kendi kendini yönetme” ile “MATT” arasında ileri derecede,
işbirliği yapma ile MATT arasında ise zayıf düzeyde anlamlı ve negatif bir ilişki
saptanmış olmasıdır. Daha önceki çalışmalarda düşük işbirliği yapma ve kendi kendini
yönetme puanlarının kişilik patolojisine işaret edebileceği belirtilmiştir (141, 142).
60
Dolayısıyla eşlik eden kişilik patolojisine bağlı olarak düşük kendi kendini yönetme ve
işbirliği puanları olanların alkol kullanımına bağlı sorunları daha şiddetli yaşıyor
olabilecekleri söylenebilir. Bu bulgular çalışmamızdaki kendi kendini yönetme puanları
düşük olan hastaların TSSB ek tanısı, depresyon ve anksiyete belirtileri açısından riskli
olmaları bulgusuyla örtüşmektedir. Düşük kendi kendini yönetme hem genel
psikopatoloji ile hem de alkolle ilişkili sorunların şiddetiyle ilişkili görünmektedir. Bu
bulgular daha önce yapılan çalışmalarda saptanan bulgularla uyumlu olup, tümü
beraber göz önünde bulundurulduğunda tüm bu özelliklerin alkol bağımlılığı seyrini
olumsuz etkileyeceğini öngörmek yanlış olmaz. Ancak daha öncede belirtildiği üzere,
kişiliğin karakter boyutlarının zamanla değişebileceği ve düşük düzeyde kendi kendini
yönetme puanlarının alkol bağımlılığının öncülü ya da sonucu olarak da görülebileceği
unutulmamalıdır
Bugüne kadar yapılan çalışmalarda alkol bağımlılığında yenilik arayışı boyutunda
yüksek puanlar gösterilmiştir (80, 81). Yüksek düzeyde yenilik arayışının olması
bağımlılık davranışına yatkınlaştırıcı bir özellik olarak belirtilmiştir (80). Ayrıca Cloninger
ve arkadaşları (1988), yenilik arayışının erken başlangıçlı alkolizmle ilişkisi olduğunu
(82), Meszaros ve arkadaşları (1999) ise; alkol bağımlılığı olan erkek hastalarda yüksek
yenilik arayışı puanlarının nüks konusunda güçlü bir yordayıcı olduğunu belirtmişlerdir
(83). Akvardar ve arkadaşları (2005) ise; alkol bağımlılarında yüksek yenilik arayışı ve
zarardan kaçınma puanları olduğunu bildirmişlerdir (78). Çalışmamızda da yenilik
arayışı, zarardan kaçınma, kendini aşma alt boyutları ile MATT arasında orta düzeyde
anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı. Bildiğimiz kadarıyla kendini aşma ile alkol bağımlılığı
arasında daha önce güçlü bir ilişki belirtilmemiştir. Ancak çalışmamızın bulguları alkol
bağımlılarında yüksek saptanan mizaç boyutlarının sadece alkol bağımlılığı ile ilişkili
olmadığını, ayrıca alkol ile ilişkili sorunların şiddeti ile de ilişkili olduklarını
göstermektedir.
Kişilik Özellikleri ve Yaşam Kalitesi
Yapılan çalışmalarda alkol bağımlılarında yaşam kalitesinin düştüğü belirtilmiştir
(19,20,21). Bilgilerimize göre kişiliğin boyutsal değerlendirildiği (MKE ile) ve yaşam
kalitesi üzerine olan etkisini araştıran daha önce alkol kullanım bozukluğu olan
hastalarda yapılmış bir çalışma yoktur. Kişilik özellikleri (MKE ile değerlendirilen) ile
yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi değerlendiren az sayıdaki çalışmalardaki (143-146)
ortak görüş yenilik arayışı, ödül bağımlılığı, kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma ile
61
yaşam kalitesi arasında pozitif bir ilişki, zarardan kaçınma ile yaşam kalitesi arasında
negatif bir ilişki olduğunu göstermiştir. Çalışmamızda literatür ile uyumlu olarak
saptanan dikkat çekici özellik, “zarardan kaçınma” alt boyutu ile yaşam kalitesi ölçeğinin
“fiziksel toplam” ve “mental toplam” özet ölçekleri ve yaşam kalitesinin tüm alt boyutları
arasında ileri derecede anlamlı ve negatif bir ilişki bulundu.
Ritsner ve arkadaşlarının (2003) yaptığı çalışmada; yüksek yenilik arayışı olan
şizofren hastaların yaşam kalitesinin daha iyi olduğu, fiziksel sağlık ve iyi hissetme
arasında bir ilişki olduğu saptanmıştır (144). Erik ve arkadaşlarının (2007), ayaktan
tedavi gören psikiyatri hastaları üzerinde yaptığı bir çalışmada ise “yenilik arayışı” ve
yaşam kalitesi arasında bir ilişki saptanmamıştır (147). Ristner ve arkadaşlarının (2003)
çalışmalarından farklı olarak çalışmamızda “yenilik arayışı” ile yaşam kalitesi ölçeğinin
“mental toplam” özet ölçeği ve tüm alt boyutları arasında ileri derecede anlamlı ve
negatif bir ilişki saptandı; bu durum çalışmanın farklı bir popülasyon olan alkol
bağımlılarında yapılmış olması ile açıklanabilir. AMATEM kliniğinde madde bağımlıları
ile yapılan bir çalışmada da yenilik arayışı ile yaşam kalitesinin mental sağlıkla ilgili alt
boyutları arasında negatif bir ilişki olduğu belirtilmiştir (148). Bu bulguyla uyumlu olarak
çalışmamızda da yenilik arayışı ile yaşam kalitesinin “mental toplam” özet ölçeğinin alt
boyutları arasında negatif ilişki bulundu. Farklı popülasyonlarda yenilik arayışı yaşam
kalitesini farklı etkilemektedir. Yani şizofrenlerde yüksek yenilik arayışı yaşam kalitesinin
artmasını sağlarken, zaten alkol bağımlılığının oluşumu depreşmesi ve şiddeti ile ilişkili
olan yenilik arayışından yüksek puan almak alkol bağımlılarında yaşam kalitesinde
olumsuzluk ile ilişkili görünmektedir. Çalışmamızda da saptanan yüksek yenilik arayışı
puanlarının, depresyon/anksiyete ve alkole ilişkin sorunların şiddeti ile ilişkili olması
nedeniyle, yenilik arayışı ile yaşam kalitesi arasındaki bu ilişkinin dolaylı olması da
muhtemeldir.
Diğer yandan “zarardan kaçınma” ile yaşam kalitesinin “fiziksel toplam” özet
ölçeği arasında da negatif bir ilişki saptanması; bu kişilerin belirsizlikten korktuğu, çabuk
ketlendiği, endişeli ve kaçınma davranışı gösterdikleri için kendi kendilerinin günlük
fiziksel aktivitelerini kısıtladığı şeklinde yorumlanabilir.
Sonuç olarak alkol bağımlılarında; alkol bağımlılığının başlaması, devamı ve
hatta depreşmesi ile ilişkilendirilen yüksek yenilik arayışı puanları (78,83), depresyon ve
anksiyete ile ilişkilendirilen “zarardan kaçınma” mizaç alt boyutları ile yaşam kalitesinin
“mental toplam” özet ölçeği arasında ileri derecede anlamlı bir negatif ilişkinin olması,
bu kişilik özelliklerinin doğrudan etkisine bağlı olabileceği gibi eşlik eden anksiyete,
62
depresyon belirtilerine ya da alkole bağlı sorunların şiddetine bağlı olarak dolaylı etki
söz konusu olabilir.
Ritsner ve arkadaşlarının (2003) yaptığı bir çalışmada; yüksek ödül bağımlılığı
olan şizofren hastaların yaşam kalitesinin daha iyi olduğu belirtilmiştir. Yüksek ödül
bağımlılığının sosyal ilişkilerde daha fazla tatmin ile ilgili olduğu ve yaşam kalitesi ile
pozitif bir ilişkisi olduğu belirtilmektedir (144). Bizim çalışmamızda da bu bulgularla
uyumlu olarak ödül bağımlılığı ile yaşam kalitesinin fiziksel ve mental toplam özet
ölçekleri arasında orta düzeyde pozitif bir ilişki saptanmıştır.
Çalışmamızda
yaşam
kalitesi
ile
karakter
boyutları
arasındaki
ilişkinin
değerlendirilmesinde saptanan en dikkat çekici özellik; kendi kendini yönetme ile yaşam
kalitesi ölçeğinin her iki özet ölçeği, fiziksel toplam ve mental toplam arasında ileri
derecede anlamlı ve pozitif bir ilişki olmasıdır. Aynı zamanda işbirliği yapma ile fiziksel
toplam ve mental toplam arasında orta düzeyde pozitif bir ilişki vardı. Bu durum olumlu
karakter özelliklerine sahip alkol bağımlılarının yaşam kalitesi ile ilgili algılarının daha iyi
olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Benzer şekilde Fassino ve arkadaşlarının (2004),
eroin kullanan hastalarda yaşam kalitesi ve kişilik özellikleri üzerine yaptıkları bir
çalışmada, özellikle sosyal fonksiyonlar ve mental sağlık alanlarıyla, kendi kendini
yönetme ve işbirliği yapma özellikleri arasındaki ilişki belirtilmiştir (146). Bu çalışmada
ayrıca kendi kendini yönetme ile yaşam kalitesinin bütün alt boyutları arasında bir ilişki
bulunmuştur. Aynı çalışmada, kişilik bozukluğunun varlığının yaşam kalitesini
düşürdüğü de belirtilmiştir (146). Kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma puanlarının
düşük olması bir kişilik bozukluğunun öngörücüsü olarak görülmektedir (80,81).
Dolayısıyla nedensel ilişki konusunda yorum yapmak mümkün görünmemektedir.
Bununla birlikte TSSB ek tanısı alan hastaların düşük kendi kendini yönetme puanları
olduğu, kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma ile depresyon/anksiyete belirtileri ve
MATT toplam puanları arasında negatif bir ilişki olduğu göz önünde bulundurulursa,
düşük kendi kendini yönetme boyutunun bu hastaların yaşam kalitesini daha düşük
algılamalarına neden olabileceği ya da dolaylı etkisi olduğu söylenebilir. AMATEM
kliniğinde yapılan bir çalışmada da alkol bağımlılarında eşlik eden anksiyete ve
depresyon belirtilerinin yaşam kalitesini düşürdüğü belirtilmiştir (149).
Yapılan başka bir çalışmada ise, yaşam kalitesinin algılanması ile kişiliğin
karakter boyutları arasındaki ilişkinin, mizaç boyutları ile ilişkisinden daha güçlü olduğu
belirtilmiştir (150). Sonuç olarak yüksek kendini yönetme ve işbirliği yapma kişilik
özelliklerine sahip olanlar; daha matür, kişiler arası ilişkileri daha iyi ve daha sosyal
63
olmaları nedeniyle yaşam kalitesi ile ilgili algılarının daha iyi olabileceği şeklinde
yorumlanabilir. Çalışmamızda da kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma ile yaşam
kalitesi ölçeğinin “fiziksel toplam” ve “mental toplam” özet ölçekleri arasında anlamlı ve
pozitif bir ilişki bulunmuş olması, yüksek kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma
puanları olanların yaşam kalitesi algılarının daha iyi olduğu anlamına gelmektedir. Bu
tedavi için kullanılabilecek bir veridir. Çünkü karakterin daha çok çevresel faktörlerden
etkilendiği ve değişebilirliğinin olduğu düşünülmektedir. Tedavi ile algılanan yaşam
kalitesi ve karakter özelliklerinde olumlu değişiklikler gözlemlenebilir.
Kişilik özellikleri, Yaş, Depresyon ve Anksiyete, Yaşam Kalitesini belirliyor
mu?
Yaşam kalitesinin alt boyutlarının sabit değişken olarak alındığı stepwise linear
regresyon modellerinde belirleyici değişkenler değerlendirildi. Yatarak tedavi gören
madde bağımlılarında yapılan bir çalışmada; yaş fiziksel fonksiyon için, anksiyete
belirtileri de genel sağlık için, belirleyici olarak saptanmıştır (148). Çalışmamızda da bu
bulgularla uyumlu olarak; fiziksel fonksiyon için anksiyete belirtileri ve yaş önemli
etkenler olarak öne çıkmıştır. Yaşlanmanın ve anksiyete belirtilerinin kişinin günlük
fiziksel etkinlikleri kısıtlaması ve belirleyici olması doğal karşılanabilir. Anksiyete
belirtileri fiziksel toplam özet ölçeği ve tüm alt boyutları (fiziksel fonksiyon, fiziksel rol
güçlüğü, ağrı, genel sağlık) için güçlü, emosyonel rol güçlüğü alt boyutu için ise orta
düzeyde belirleyici olarak saptanmıştır.
Daha önce de belirtildiği üzere alkol bağımlılarında eşlik eden anksiyete ve
depresyon belirtileri yaşam kalitesini düşürmektedir (149). Bu bulgularla uyumlu olarak
çalışmamızda anksiyete ve depresyon belirtilerinin yaşam kalitesi üzerine olumsuz
etkileri olduğu bulundu. Depresyon belirtilerinin özellikle mental toplam özet ölçeğini ve
emosyonel rol güçlüğü hariç tüm mental alt boyutlarını belirlediği saptandı. Anksiyete
belirtilerinin ise özellikle fiziksel sağlıkla ilgili alanlar için belirleyici olması; anksiyete
belirtilerine bağlı olarak işte ve diğer günlük etkinliklerinde sorunlar yaşadıkları anlamına
geliyor olabilir. Alkol bağımlılarında eşlik eden anksiyete belirtilerine bağlı olarak
kaçınma davranışları göstermeleri ve kendi kendilerinin günlük fiziksel etkinliklerini
kısıtlamaları muhtemeldir. Ayrıca genel sağlıklarının kötü olduğu ya da kötüye gideceği
şeklinde algılamalarından dolayı, anksiyete belirtileri fiziksel sağlık ile ilgili alanlar için
belirleyici olmuş olabilir. Depresyon belirtilerinin ise, yaşam kalitesinin mental toplam
özet ölçeği ve alt boyutlarından; enerji (sürekli yorgun ve bitkin hissetme), mental sağlık
64
(sürekli sinirlilik ya da depresyon duyguları) ve sosyal fonksiyon (fiziksel ve emosyonel
sorunlara bağlı olağan toplumsal etkinliklerde aşırı ve sık kesinti olması) için belirleyici
olması, alkol bağımlılarında depresyon belirtilerine bağlı olarak mental sağlıkla ilgili
sorunların artmasından kaynaklanıyor olabilir.
Ayrıca mizaç ve karakter alt boyutlarından bazılarının yaşam kalitesinin bazı alt
boyutlarının belirleyicisi olarak saptandı. Yüksek yenilik arayışının yaşam kalitesinin
mental toplam özet ölçeği ve emosyonel rol güçlüğü alt boyutu için olumsuz etkileri
olduğu, fiziksel toplam özet ölçeğinin alt boyutu olan genel sağlık için ise olumlu etkileri
olduğu ve bu alanları belirlediği saptandı. Daha öncede belirtildiği üzere alkol
bağımlılığının başlaması devamı ve hatta depreşmesi ile ilgili olan yüksek yenilik arayışı
(78,83) erkek alkol bağımlılarında doğrudan ya da dolaylı olarak yaşam kalitesinin
mental sağlıkla ile ilgili alanları için olumsuz etkileri olabilir. Sonuç olarak yüksek yenilik
arayışının yalnızca farklı popülasyonlarda yaşam kalitesinin faklı alanlarını etkilemekle
kalmadığı düşünülebilir. Yüksek yenilik arayışının aynı zamanda alkol bağımlılarında
mental sağlık ile ilgili özet ölçeği ve alt boyutlarından emosyonel rol güçlüğü için
olumsuz, fiziksel sağlık ile ilgili genel sağlık alt boyutu için olumlu etkileri olduğu ve bu
alanların belirleyicisi olabileceği söylenebilir. Bu önemli bir bulgudur, çünkü aynı kişilik
boyutu yaşam kalitesinin bir boyutuna olumlu etki ederken, diğer bir boyutuna olumsuz
etki edebilir.
Yüksek zarardan kaçınmanın ise; mental toplam özet ölçeği ile alt boyutlarından
emosyonel rol güçlüğü ve enerji için olumsuz etkileri olduğu ve bu alanların belirleyicisi
olduğu saptandı. Yüksek zarardan kaçınma boyutunun depresyon ile ilişkili olduğu
(69,138) bildirilmektedir.
Yüksek ödül bağımlılığının sosyal ilişkilerde daha fazla tatmin ile ilgili olduğu ve
yaşam kalitesi ile pozitif bir ilişkisi olduğu bilinmektedir (144). Çalışmamızda da yüksek
ödül bağımlılığının yaşam kalitesinin fiziksel toplam özet ölçeği ve alt boyutlarından
fiziksel rol güçlüğü için olumlu etkileri olduğu ve bu alanların belirleyicisi olduğu bulundu.
Yüksek kendi kendini yönetmenin yaşam kalitesinin emosyonel rol güçlüğü için
olumsuz etkileri olduğu, mental sağlık ve genel sağlık alt boyutları için ise olumlu etkileri
olduğu ve bu alanların belirleyicisi olduğu saptandı. Daha öncede belirtildiği üzere
düşük kendi kendini yönetme puanları; bir kişilik bozukluğunun öngörücüsü, TSSB,
anksiyete/depresyon belirtileri ve alkol kullanımına bağlı sorunların şiddeti açısından bir
risk etkeni ve düşük yaşam kalitesi ile ilişkili olabilir. Yüksek kendi kendini yönetme
puanları olan hastaların daha matür, ilişkilerinin daha iyi ve daha sosyal olmaları
65
nedeniyle yaşam kalitesinin mental ve genel sağlık alt boyutları üzerine olumlu etkileri
olması; sürekli sakin, mutlu, rahat hissettikleri ve sağlıklarının mükemmel olduğuna
inandıkları anlamına gelmektedir. Yüksek kendi kendini yönetme puanlarının yaşam
kalitesinin emosyonel rol güçlüğü için olumsuz etkileri olması ise; emosyonel sorunlara
bağlı olarak işte ya da diğer günlük etkinliklerde sorunlar yaşadıkları anlamına
gelmektedir. Çalışma örnekleminin alkol bağımlılarından oluştuğu akılda tutulduğunda;
yüksek kendi kendini yönetme puanları olan hastaların daha matür ve beklentilerinin
yüksek olması nedeniyle bu kişilerin yaşam kalitesi ile ilgili algılarının daha iyi
olabileceği, ancak alkol kullanımına bağlı olarak yaşadıkları sorunlar dolayısıyla bu
beklentilerinin karşılanamadığında, emosyonel sorunlara karşı daha duyarlı oldukları
şeklinde yorumlanabilir. Dolayısıyla yüksek kendi kendini yönetme puanları olan
hastaların yaşam kalitesinin, emosyonel rol güçlüğü alt boyutu ile ilgili algılarının
gerçekte olduğundan daha kötü olduğu söylenebilir.
Kişilik Özellikleri, Depresyon, Yaş ve Alkolle ilişkili Sorunların Şiddeti,
Kontrol Edildiğinde TSSB, Yaşam Kalitesini Belirliyor mu?
Yaşam kalitesi ölçeğinin 8 alt boyutunun bağımlı değişkenler, TSSB’nun sabit
değişken ve SCL-90 depresyon alt ölçeği, MATT, yaş ve MKE alt boyutlarının bağımsız
değişkenler olduğu Multivariant kovaryans analizi ile yaşam kalitesi ölçeğinin alt
boyutlarının belirleyicileri değerlendirildi. Bu çalışmanın en önemli bulgusu; kişilik
boyutları da dahil diğer değişkenler kontrol edildiğinde, TSSB yaşam kalitesinin fiziksel
fonksiyon, genel sağlık ve enerji (vitalite) alt boyutlarını belirlemiş olmasıdır. Depresyon
tüm yaşam kalitesi alt boyutlarını belirleyerek en önemli kovaryant olmuştur. “Fiziksel
fonksiyon” ve “Ağrı” için kendini aşma, “Genel sağlık” ve “Mental sağlık” için kendi
kendini yönetme, “Fiziksel rol güçlüğü” için ödül bağımlılığı “Emosyonel rol güçlüğü” için
yenilik arayışı, zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı ve iş birliği yapma boyutları belirleyici
olmuştur.
Aynı istatistiksel işlem bu sefer yaşam kalitesi ölçeğinin 8 alt boyutu yerine
fiziksel ve mental toplam puanlarının bağımlı değişkenler olacağı şekilde tekrarlanmış,
ancak bu modelde TSSB yaşam kalitesinin belirleyicisi olmazken, yenilik arayışı,
zarardan kaçınma mizaç boyutları mental özet ölçeğinin belirleyicisi olmuş, depresyon
belirtileri ise hem fiziksel hem de mental özet ölçeği belirleyen tek kovaryant olmuştur.
Alkol bağımlılarında TSSB ek tanısı, yaşam kalitesi ölçeğinin fiziksel fonksiyon,
genel sağlık ve enerji alt boyutları için belirleyici olurken, fiziksel ve mental özet
66
ölçeklerinde belirleyici olmaması, depresyon belirtilerinin ise hem yaşam kalitesinin alt
ölçeklerinin hem de fiziksel ve mental toplam özet puanlarının belirleyicisi olması, bu
hasta grubunda depresyonun yaşam kalitesi üzerinde önemli ve olumsuz etkisinin
olduğunu göstermektedir. Daha öncede belirtildiği üzere alkol bağımlılarında depresyon
ve TSSB sık görülen ek tanılardır. Daha önce yapılan çalışmalarda depresyonun,
TSSB’na da en sık eşlik eden psikiyatrik rahatsızlık olduğu belirtilmiştir. Ayrıca TSSB’na
neden olan travmalar, benzer şekilde depresyona da neden olabilir. Diğer yandan TSSB
ve depresyon belirtilerinin benzerlik gösterdiği, bununla ilgili yapılan çalışmalarda
TSSB’nun depresyon için tetikleyici olabileceği belirtilmiştir (151,152) Çalışmamamızda
TSSB ek tanısı olan hastalarda depresif belirtilerin anlamlı olarak yüksek bulunması bu
bulgularla örtüşmektedir. Dolayısıyla her iki hastalığın birlikteliğinde (alkol bağımlılığı ve
TSSB) depresif belirtilerin daha sık ve şiddetli yaşandığı söylenebilir. Daha önce yapılan
çalışmalarda alkol bağımlılığına eşlik eden depresyonun yaşam kalitesini olumsuz
etkilediği belirtilmiştir (149).
Diğer yandan DSM-IV alan çalışmalarından elde edilen veriler, özellikle 14 yaş
öncesi hayatın erken gelişim aşamalarında, başta cinsel istismar olmak üzere uzamış
kişilerarası travmaya maruz kalan kişilerin kompleks TSSB tanı kriterlerini daha fazla
karşıladıklarını göstermiştir. Kompleks TSSB olan hastaların duygulanım ve dürtülerini
kontrol etme, bellek ve dikkat ile kişiler arası ilişkilerde ciddi problemler yaşadıkları
belirtilmiştir. DSM-IV’e göre bu kişiler ortalama dört veya daha fazla komorbid 1. eksen
tanısı, 2. eksende ise bir veya daha fazla kişililik bozukluğu tanısı aldığı belirtilmiştir
(153, 154). Bizim çalışmamızda da TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılarının çocukluk
çağı ihmal oranları, özkıyım girişimleri, kendini yaralama gibi uyum bozucu davranışların
anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı. Aynı zamanda TSSB ek tanısı alanlarda
anksiyete/ depresyon ve MATT toplam ortalama puanları ileri derecede anlamlı olarak
yüksek ve bağımlılık, anksiyete/depresyon ve kişilik bozukluğu ile ilişkilendirilen bazı
kişilik özelliklerinin (yüksek yenilik arayışı, zarardan kaçınma ve düşük kendi kendini
yönetme) öne çıktığı saptandı. Çalışmamızın bulgularıyla beraber değerlendirildiğinde,
alkol bağımlılarında görülen depresyon belirtilerinin kompleks TSSB’nun bir parçası
olabileceği ya da TSSB’na ikincil olabileceği, ancak nedensel ilişki nasıl olursa olsun
depresyonun yaşam kalitesini belirleyen en önemli değişken olduğu söylenebilir.
Rapaport ve arkadaşlarının (2005) yaptığı bir çalışmada da yaşam kalitesindeki ciddi
klinik bozulma oranlarının farklı psikiyatrik hastalıklarda farklı olduğu belirtilmiş ve
yaşam kalitesindeki en ciddi klinik bozulmanın depresyonda olduğu, anksiyete
67
bozuklukları arasında ise TSSB’nda olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın temel
bulgularından biri de, komorbid psikiyatrik tanıların yaşam kalitesinde yetersizliğe yol
açtığı, ancak tanıların yaşam kalitesi ile ilgili olarak işlevsellik üzerine etkisinin farklı
olabileceğidir (10).
Tayvan depremini yaşayanlar ile yapılan bir takip çalışmasında, 3 yıl sonra bile
TSSB olan hastalarının yaşam kalitesi ölçeğinin (SF-36) fiziksel işlevsellik hariç olmak
üzere, tüm alt ölçekler ve alanların puanları ile belirgin şekilde negatif ilişkili olduğu, her
ne kadar TSSB psikiyatrik bir hastalık olsa da fiziksel sağlıkla ilgili yaşam kalitesini de
kötüleştirdiği belirtilmiştir (22). Çalışmamızda TSSB’nun fiziksel fonksiyon, genel sağlık
ve enerji için belirleyici olduğu saptanmıştır. Bizim çalışmamıza katılan hastaların
travmalarının homojen olmaması, tek bir ortak travmadan ziyade çeşitli travma ve farklı
travma şiddetini içermesi, olguların zaten alkol bağımlıları olması ve psikiyatrik
komorbidite oranlarının da yüksek olması çalışmamızda saptanan bulguların farklılığını
açıklayabilir. TSSB tanısı kriterlerinden “hastaların travmaya eşlik etmiş olan
uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma” belirtilerinin
bazıları da yaşam kalitesinin fiziksel sağlık özet ölçeği üzerine olumsuz etkileri olabilir.
TSSB olan kişilerde, insanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları,
bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma belirtisi olması, bu kişilerin yaşam kalitesini
kötü algıladıkları anlamına gelebilir. Dolayısıyla bu kişilerin, genel sağlıklarının daha
kötüye gideceklerine inandıkları ve günlük fiziksel işlevlerini bile yerine getirmekte
zorlandıkları şeklinde yorumlanabilir. TSSB’nun mental özet ölçeğinin bir alt boyutu olan
enerjiyi (vitalite) belirlemesi ise bu kişilerin sürekli bitkin yorgun hissettikleri anlamına
gelebilir. Sonuç olarak çalışmamızda, alkol bağımlılarında TSSB ek tanısının yaşam
kalitesinin hem fiziksel hem de mental sağlık alanları üzerine olumsuz etkileri olduğu ve
bazı yaşam kalitesi alt boyutlarının ise belirleyicisi olduğu saptandı.
68
SONUÇ ve ÖNERĐLER
Hipotezimizle uyumlu olarak, alkol bağımlılarında TSSB ek tanısının fiziksel ve
mental sağlıkla ilgili yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkisi olduğu bulundu. Kişilik
boyutları, depresyon, anksiyete ve alkolle ilişkili sorunların şiddeti gibi diğer değişkenler
de göz önüne alındığında bile; TSSB ek tanısının, yaşam kalitesinin bazı alt boyutları
(fiziksel fonksiyon, genel sağlık ve enerji) üzerine olumsuz etkisi ve belirleyicisi olduğu
saptandı. Depresyon ise tüm yaşam kalitesi boyutlarını belirleyen en önemli değişken
olmuştur. Alkol bağımlılarında sıklıkla ek tanı olarak bulunan depresyon, muhtemelen
aynı travmanın sonucu TSSB ile de sıklıkla birlikte bulunmaktadır. Ayrıca TSSB olan
hastalar, yaşamlarının ve işlevselliklerinin kısıtlanması sonucu zaman içinde ikincil
depresyon geliştirebilmektedirler. Çalışmamızda farklı kişilik boyutlarının farklı yaşam
kalitesi boyutları üzerinde olumlu ya da olumsuz etkisinin saptanması önemli bir
bulgudur.
Örneğin yenilik arayışı boyutunun yaşam kalitesinin fiziksel boyutlarında
doğrusal ilişki gösterirken mental boyutlarda ters ilişki göstermiştir. Yüksek kendi kendini
yönetme puanları yaşam kalitesinin mental boyutlarından emosyonel rol güçlüğünde
olumsuzluğu belirlerken, mental yaşam kalitesi boyutlarından mental sağlık ve fiziksel
yaşam kalitesi boyutlarından genel sağlık için olumlu belirleyici olarak bulundu.
Yenilik arayışı ve zarardan kaçınma boyutları yaşam kalitesi ölçümleri ile ters
ilişki gösterirken, yani bu kişilik boyutlarından yüksek puan alma olumsuz yaşam kalitesi
ile ilişkili iken, ödül bağımlılığı mizaç boyutu yaşam kalitesi ölçümleri ile doğrusal ilişki
göstermiştir. Yani düşük ödül bağımlılığı puanları olumsuz yaşam kalitesi ile ilişkili
bulunmuştur. Yenilik arayışı ve zarardan kaçınma boyutları depresyonla birlikte
emosyonel rol güçlüğünü belirleyen önemli kişilik boyutları olmuştur. Yine yenilik arayışı
ve zarardan kaçınma boyutları depresyonla birlikte yaşam kalitesinin mental toplam
puanını belirleyen iki değişken olmuştur. Kişiliğin karakter boyutlarından kendi kendini
yönetme ve işbirliği yapma boyutları yaşam kalitesi ölçümleri ile doğrusal ilişki
göstermiş, yani bu kişilik boyutlarından düşük puan alma olumsuz yaşam kalitesi ile
ilişkili bulunmuştur.
Bütün
bu
bulgular
ve
daha
önce
yapılan
çalışmalar
göz
önünde
bulundurulduğunda; yüksek yenilik arayışı ve zarardan kaçınmanın yaşam kalitesinin
mental sağlıkla ile ilgili özet ölçeği ve emosyonel rol güçlüğü üzerine olumsuz etkileri
olduğu saptandı. Bu kişilik boyutlarının alkol bağımlılığı ve depresyon ile ilişkilendirildiği
hatırlanırsa, bu etki dolaylı da olabilir. Yüksek kendi kendini yönetme ve işbirliği yapma
puanlarının fiziksel sağlık ve mental sağlıkla ilgili yaşam kalitesi üzerine olumlu etkileri
69
olduğu saptandı. Karakterin mizaca göre zamanla değişebildiği ve tedavi ile
düzelebildiği göz önüne alındığında bu bulgu tedavi için kullanılabilir.
Çalışmanın Kısıtlılıkları:
Araştırmaya sadece yatarak tedavi gören erkek alkol bağımlılığı tanısı alan
hastalar dahil edilmiş; kadın hastalar, ayaktan tedavi gören ve hiç tedavi görmeyen alkol
bağımlıları araştırmanın dışında kalmıştır. Cinsiyet bakımından kadınlar bu çalışmada
temsil edilmemiştir. Çocukluk çağı kötüye kullanımı değerlendirilirken hastaların
bildirimlerine ve klinisyenin gözlemine dayanarak çalışılmıştır. Bu konuda somut
bilgilere ve kayıtlara başvurmak mümkün olmamıştır. SCL-90 depresyon ve anksiyete
alt ölçekleri anksiyete ve depresyon belirti şiddetini belirlemek için kullanılan kendi
kendini
değerlendirme
ölçeği
olduğu
için
hastaların
subjektif
bildirimlerine
dayanmaktadır. Depresyon ve anksiyete tanısı koyduracak bir araç kullanılmamıştır.
Dolayısı ile depresyon ve diğer anksiyete bozukluklarının yaşam kalitesi üzerine etkisi
daha ayrıntılı araştırılmalıdır.
Bağımlılarda özel olarak çalışılmış veya kullanılmış bir yaşam kalitesi ölçeği
mevcut değildir. Her ne kadar SF-36 bazı çalışmalarda kullanılmışsa da, bu konuda
daha fazla veriye ihtiyaç vardır. Çalışmamızda alkol bağımlılığı ve TSSB’nun bir arada
bulunduğu
durumlarda
kişilik
birlikteliği
dikkat
özelliklerinin
bozukluğunun
çekicidir.
varlığını
Çalışmamızda
düşündüren
kişilik
bazı
kişilik
bozukluğu
tanısı
koyduracak bir araç kullanılmamıştır. Kişiliği boyutsal değerlendiren bir özbildirim ölçeği
kullanılmıştır.
Çalışmamızla ilgili toplumsal temsil değeri olan verilere ulaşmak için prospektif
izleme çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bu çalışmalara kadın hastaların, ayaktan sağaltım
gören ve hiç sağaltım görmeyen alkol bağımlılarının da dahil edilmesi hedeflenmelidir.
Ayrıca TSSB’nun özellikle adolesanlarda ve kadın hastalarda alkol bağımlılığı ile birlikte
daha sık bulunabileceği düşünüldüğünde, 12-17 yaş grubunun ve kadınların da bu
çalışmalarda eşit olarak yer alması uygun olacaktır. Prospektif çalışmaların yapılması,
tespit edilen ek psikiyatrik bozuklukların ne ölçüde yoksunluk sendromunun subakut
klinik seyri olduğu, ne ölçüde ise bağımsız sendromlar olduğu hakkında da açıklık
getirecektir. Bu alanda ilave olarak yapılacak ayrıntılı retrospektif araştırmalar ise; alkol
bağımlılığı, TSSB ve bazı kişilik özellikleri arasındaki zamansal ilişkiyi aydınlatabilir.
70
Öneriler
Elde edilen sonuçlara dayanarak şu önerilerde bulunulabilir: Alkol bağımlılığı
tedavisi ile uğraşan klinisyenler yüksek orandaki ek psikiyatrik bozuklukları ve bunlardan
özellikle TSSB’nun yerini mutlaka göz önünde bulundurmalı ve tedavi programlarını bu
doğrultuda düzenlemelidir. Alkol bağımlılığına eşlik eden TSSB, hastaların yaşam
kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. TSSB’nun, alkol bağımlılığının tedavisini
zorlaştırdığı ve ek psikiyatrik rahatsızlıklar için risk faktörü olabileceği söylenebilir.
Ayrıca çalışmamızda yüksek yenilik arayışı ve zarardan kaçınma kişilik özellikleri olan
hastaların, mental sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin olumsuz etkilendiği saptandı. Bu kişilik
özelliklerinin alkol bağımlılığına yatkınlığı arttırdığı, alkol kullanımına bağlı sorunların
şiddetini arttırdığı, ek psikiyatrik rahatsızlıklılar için bir risk etkeni olabileceği ve yaşam
kalitesini etkileyebileceği düşünüldü. Çalışmamızda araştırılan TSSB ek tanısı ve kişilik
özelliklerinin yaşam kalitesiyle ilişkisi ile ilgili takip çalışmalarının yapılması; bu
değişkenlerin tedaviye uyum, remisyon ve relaps gibi değişkenler üzerindeki etkisini
anlamamızı sağlayacaktır.
Alkol bağımlılarında yaşam kalitesi ve onunla ilişkili olabilecek değişkenlerin
belirlenmesi önemlidir. Bu popülasyonda kendi yaşam kalitelerini algılamalarını
değerlendirmek ve komorbid tanıların bu algı üzerindeki etkisini araştırmak, yaşam
kalitesinin işlevselliğe olumsuz yansımasının değerlendirilmesini sağlayacaktır. Bu
sayede müdahale edilmesi gereken alanlar belirlenebilecek ve yardım arayışında olup
farklı ihtiyaçları olan bireylere yardım sağlanabilecektir. Farklı ihtiyaçları olan bireyler
için tedavi programlarının farklı düzenlenmesi gerekecektir.
71
ÖZET
Giriş: TSSB, alkol bağımlılığı olan bireyler arasında yaygındır. Alkol bağımlılığı
olan hastalarda TSSB oranları, genel nüfustaki oranlardan en az iki kat daha yüksektir. Bu
komorbidite, tek başına alkol bağımlılığı veya TSSB olan bireylerle karşılaştırıldığında,
daha ciddi klinik bozukluk ve daha zayıf tedavi prognozu ile ilişkilidir.
Alkol bağımlılığı ile ilişkisi düşünülen bir diğer konu ise mizaç ve karakterdir. Alkol
bağımlılarına özgü bir kişilik olmamakla birlikte, ortak kişilik özelliklerinden söz edilebilir.
Kişiliğin değerlendirilmesi; bağımlılığın tedavisi, önlenmesi ve öngörülebilmesi için
önemlidir.
Alkol bağımlılığında yaşam kalitesinin düştüğü birçok çalışma tarafından
saptanmıştır. TSSB olan kişilerde de yaşam kalitesinin düşük olduğu daha önce yapılan
çalışmalarda belirtilmiştir. Alkol bağımlılarında yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
tedavinin bireyselleştirilebilmesini ve relapsın önlenmesini sağlayabilir. Dolayısıyla alkol
bağımlılarında, TSSB ek tanısı ile mizaç ve karakterin yaşam kalitesine etkisinin
değerlendirilmesi tedavinin etkinliğini artırabilir.
Amaç: Bu çalışma ile detoksifikasyonu tamamlanmış alkol bağımlılığı olan yatarak
tedavi gören erkek hastalarda, çocukluk çağı travması, TSSB ek tanısı ile mizaç ve
karakter özelliklerinin araştırılması ve bu özelliklerin alkol bağımlılığı olan hastaların
yaşam kalitesi üzerine olan etkisini saptamak amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya, Bakırköy Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, Ocak 2007 ve Şubat 2008 tarihleri
arasında alkol kullanımı nedeniyle AMATEM kliniğinde yatarak tedavi gören, DSM-IV
ölçütlerine göre alkol bağımlılığı tanısı alan ve detoksifikasyonu tamamlanmış ardışık 156
erkek hasta alınmıştır. Tüm hastalara, yarı yapılandırılmış Sosyodemografik Form,
Mizaç
ve
Karakter
Envanteri
(MKE),
Yaşam
Kalitesi
Ölçeği
(SF-36),
Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT), SCL-90 kendi kendilerine uygulamaları için
verilmiştir. Çalışmaya alınan hastaların doldurduğu yanıtlar hasta ile birlikte gözden
geçirildikten sonra, Çocukluk Çağı Travma Soru Formu ve Klinisyen Tarafından
Uygulanan TSSB Ölçeği (CAPS) uygulanmıştır. Klinik görüşme ve CAPS uygulanması
sonucunda hastalar TSSB (şimdi ya da yaşam boyu) ek tanısı alan ve almayanlar
şeklinde iki alt alkol bağımlılığı grubunun tanımlanması sağlanmıştır.
72
Sonuçlar:
A.TSSB
1. Yaygınlık, Sosyodemografik Özellikler
•
Çalışmamızda yatarak tedavi gören alkol bağımlılığı tanısı alan erkek hastalarda
TSSB (şimdi ve yaşam boyu) ek tanısı %32.1 olarak saptandı.
•
TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılarının yaş ortalaması daha düşük, boşanmış ve ayrı
yaşayanların oranı ise anlamlı olarak daha yüksek saptandı.
•
TSSB ek tanısı alan hastaların eğitim düzeyi ve toplam eğitim süresinin düşük
bulunmasına rağmen, sadece toplam eğitim süresi anlamlı olarak daha düşüktü.
•
TSSB ek tanısı alan kişilerin ailelerinde alkol kullanma oranın anlamlı olarak yüksek
olduğu ve bu kişilerin daha erken yaşta düzenli alkol kullanmaya başladığı saptandı.
2. Çocukluk Çağı Travması
•
TSSB ek tanısı olan grupta çocukluk çağı ihmali anlamlı olarak daha yüksek oranda
idi.
•
Fiziksel şiddet, sözel şiddet, yabancı tarafından cinsel taciz, ensest oranları da
daha yüksek olmasına rağmen gruplar arasında fark anlamlı değildi.
•
TSSB ek tanısı alan hasta grubunda özkıyım girişimi ve kendini yaralama oranları
daha yüksekti.
•
TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılarında depresyon, anksiyete ve MATT puanları
TSSB ek tanısı almayanlara göre yüksekti.
3. Kişilik Boyutları
•
TSSB ek tanısı alan hastaların kişilik özellikleri; yüksek “yenilik arayışı” ve “zarardan
kaçınma”, “kendini aşma” ve düşük “kendi kendini yönetme” olarak saptandı.
4. Yaşam Kalitesi
•
TSSB ek tanısı alan grupta yaşam kalitesi puanı ortalaması tüm alt boyutlarda daha
düşüktü. Sadece iki alt boyutta, ağrı ve enerji (vitalite) açısından anlamlı bir fark
saptanmadı. Fiziksel toplam ve mental toplam özet ölçek puanlarının ise ileri derecede
anlamlı ve düşük olduğu saptandı.
73
5.
Yaşam
Kalitesi,
Depresyon,
Yaş
ve
MATT
puanı
kontrol
edildiğinde
TSSB’nu belirliyor mu?
•
TSSB’nun belirleyicileri değerlendirildiğinde; MATT puanı ile birlikte yaşam kalitesi alt
ölçeklerinden enerji (vitalite ) belirleyici oldu.
•
Yaşam kalitesi alt ölçekleri yerine mental ve fiziksel toplam özet ölçekleri
değerlendirmeye alınınca, TSSB’nu belirleyen değişkenler, MATT ile birlikte yaşam
kalitesinin fiziksel toplam özet ölçeği puanları olmuştur.
B. Kişilik Özellikleri
1. Depresyon, Anksiyete ve MATT
•
Mizaç boyutunda en çok dikkat çeken bulgu yenilik arayışı ve zarardan kaçınma ile
anksiyete ve depresyon arasında ileri derecede anlamlı ve pozitif ilişkiydi.
•
Ödül bağımlılığı ile depresyon ve anksiyete arasında zayıf düzeyde negatif bir ilişki
saptandı.
•
Karakter
boyutunda
ise
kendi
kendini
yönetme
ve
işbirliği
yapma
ile
anksiyete ve depresyon arasında ileri derecede anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı.
•
Kendini aşma ile sadece anksiyete arasında zayıf düzeyde pozitif bir ilişki saptandı.
•
Kendi kendini yönetme ile MATT arasında ileri derecede anlamlı ve negatif bir ilişki
saptandı. Đşbirliği yapma ile MATT arasında negatif; yenilik arayışı, zarardan kaçınma
ve kendini aşma arasında orta düzeyde pozitif bir ilişki saptandı.
2. Yaşam Kalitesi
•
“Zarardan kaçınma” alt boyutu ile yaşam kalitesinin “fiziksel toplam” ve “mental
toplam” özet ölçeklerinin tüm alt boyutları arasında ileri derecede anlamlı ve negatif bir
ilişki bulundu.
•
Yenilik arayışı ile yaşam kalitesinin “mental toplam” özet ölçeği arasında ileri derecede
anlamlı ve negatif bir ilişki saptandı.
•
“Ödül bağımlılığı” alt boyutu ile yaşam kalitesinin “fiziksel toplam” ve “mental toplam”
özet ölçekleri arasında orta düzeyde anlamlı ve pozitif bir ilişki saptandı.
•
Karakter boyutlarından “kendi kendini yönetme” ile yaşam kalitesinin “fiziksel toplam”
ve “mental toplam” özet ölçekleri arasında ileri derecede anlamlı ve pozitif; “işbirliği
yapma” ile “fiziksel toplam” ve “mental toplam” özet ölçekleri arasında orta düzeyde
pozitif bir ilişki saptandı.
74
3. Kişilik Boyutları Yaşam Kalitesinin Belirleyicisi mi?
•
“Fiziksel fonksiyon” için anksiyete ve yaş belirleyici,
•
“Fiziksel rol güçlüğü” için ödül bağımlılığı ve anksiyete belirleyici,
•
“Ağrı” için işbirliği yapma ve anksiyete belirleyici,
•
“Genel sağlık” için yenilik arayışı, kendi kendini yönetme ve anksiyete belirleyici,
•
“Enerji” için zarardan kaçınma ve depresyon belirleyici,
•
“Sosyal fonksiyon” için depresyon belirleyici,
•
“Emosyonel rol güçlüğü” için yenilik arayışı, zarardan kaçınma (p<0.01), kendi
kendini yönetme ve anksiyete belirleyici,
•
“Mental sağlık” için kendi kendini yönetme ve depresyon belirleyici olarak saptandı.
•
Yaşam kalitesinin iki özet ölçeği; fiziksel toplam için ödül bağımlılığı ve anksiyete,
mental toplam için ise yenilik arayışı, zarardan kaçınma ve depresyon belirleyici
olmuştur.
C. Kişilik Özellikleri, Depresyon, Yaş ve Alkolle Đlişkili Sorunların Şiddeti
Kontrol Edildiğinde TSSB Yaşam Kalitesini Belirliyor mu?
•
TSSB fiziksel fonksiyon, genel sağlık ve enerji (vitalite) alt ölçeklerini belirlemiştir.
•
Depresyon tüm yaşam kalitesi alt ölçeklerini belirleyerek en önemli kovaryant
olmuştur.
•
“Fiziksel fonksiyon” ve “Ağrı” için kendi kendini aşma,
•
“Genel sağlık” ve “Mental sağlık” için kendi kendini yönetme,
•
“Fiziksel rol güçlüğü” için ödül bağımlılığı,
•
“Emosyonel rol güçlüğü” için yenilik arayışı, zarardan kaçınma, ödül bağımlılığı ve iş
birliği yapma kişilik boyutları belirleyici olmuştur.
•
TSSB, yaşam kalitesinin fiziksel ve mental toplam puanının belirleyicisi olmazken,
yenilik arayışı ve zarardan kaçınma mizaç alt boyutları yaşam kalitesinin mental
toplam özet ölçeğini belirlemiş, depresyon ise hem fiziksel hem de mental toplam
özet ölçeğini belirleyen yegane kovaryant olmuştur.
75
Tartışma: TSSB ek tanısı alan hastaların yaşam kalitesinin özet ölçeklerinde ileri
derecede anlamlı olarak düşük puan almaları, TSSB varlığında alkol bağımlılarında
yaşam
kalitesinin
daha
kötü
olacağı
ile
ilgili
düşüncemizi
doğrulamaktadır.
Bu muhtemelen TSSB ek tanısı alan alkol bağımlılarında diğer komorbid hastalık
(depresyon, kişilik bozuklukları gibi) oranlarının artması, uyum bozucu davranış
oranlarının yüksek olması, alkol kullanımına bağlı sorunların daha şiddetli yaşanması ile
açıklanabilir. TSSB tanı kriterlerinden olan “bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma” bu
kişilerin yaşam beklentisi ve yaşam kalitesi ile algılarının da kötü olabileceği şeklinde
yorumlanabilir. Ayrıca yaş, kişilik özellikleri, depresyon, ve alkolle ilişkili sorunların şiddeti
gibi değişkenler değerlendirildiğinde bile; TSSB yaşam kalitesinin bazı alt boyutlarını
(fiziksel fonksiyon, genel sağlık ve enerji) belirlemektedir. Dolayısıyla bir ruhsal rahatsızlık
olan TSSB’nun bulunması, alkol bağımlılarının günlük fiziksel etkinlikleri yerine getirmekte
bile zorlandıkları, genel sağlıklarının kötüye gideceğine inandıkları ve sürekli bitkin ve
yorgun hissettikleri anlamına gelebilir. Depresyon belirtileri ise yaşam kalitesinin fiziksel
ve mental toplam özet ölçeklerini (tüm yaşam kalitesi alt boyutlarını) belirleyen en önemli
değişkendir. TSSB’nun depresyon için tetikleyici bir etken olduğu, ayrıca depresyonun
hem alkol bağımlılarında hem de TSSB’da en sık görülen ek tanılardan biri olduğu akılda
tutulduğunda, her iki klinik durumun birlikte bulunması durumunda depresif belirtilerin
daha sık görüldüğü ve şiddetli yaşandığı söylenebilir. Ayrıca alkol bağımlılığı ile
ilişkilendirilen (yüksek yenilik arayışı ve zarardan kaçınma) ve depresyon/anksiyete ile
ilişkilendirilen (yüksek zarardan kaçınma) kişilik özellikleri, mental sağlıkla ilgili yaşam
kalitesini, özellikle de emosyonel rol güçlüğü alt boyutunu belirlemiştir. Dolayısıyla erkek
alkol bağımlılarında TSSB’nun, depresyon belirtilerinin ve bu klinik durumlarla
ilişkilendirilen kişilik özelliklerinin (yüksek yenilik arayışı ve zarardan kaçınma) mental
sağlıkla ilgili yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkileri olduğu saptanmıştır.
76
ABSTRACT
Introduction: Post Traumatic Stress Disorder (PTSD) is common among
individuals with alcohol abuse. This comorbidity is found to be associated with more
severe clinical disorders and a poorer treatment prognosis, when compared with alcohol
abuse alone or with individuals having PTSD.
Objective: The aim of this study was to investigate the relationship of PTSD with
quality of life and to control the effect of temperament and character, depression and
severity of alcohol related problems among detoxified alcohol dependents.
Method: A total of 156 successive male alcohol dependent inpatients, treatment at
the AMATEM clinic of the Bakirkoy Research and Training Hospital for Psychiatry,
Neurology and Neurosurgery, between January 2007 and February 2008, were included
in the study. All patients were given semi-structured Sociodemographic Information
Forms, Temperament and Character Inventory (TCI), Quality of Life Scale (SF-36), the
Michigan Alcoholism Screening Test (MAST), and the SCL-90 to perform individually.
After going over the answers obtained from patients who were included in the study
together with the patient, the Childhood Trauma Questionnaire and the CliniciansAdministered PTSD Scale (CAPS) were implemented by me. Following clinical
observation and CAPS application the patients were identified into two alcohol abuse
subgroups as those with or without the diagnosis of additional PTSD (current and lifelong).
Results: In this study, additional diagnosis of PTSD (current and life-long) in male
in-patients due to the diagnosis of alcohol abuse was found to be 32.1%. The mean age,
duration of education and age at first alcohol use were lower among those with PTSD and
the rate of those divorced/separated, alcohol use among family members and childhood
neglect, self-destructive behavior, depression, anxiety and MAST scores were found to be
significantly higher. High scores for “novelty seeking” and “harm avoidance” in the
temperament traits, and low scores for “self-directedness” and “self-transcendence” in the
character traits were identified in patients diagnosed with additional PTSD. The mean
quality of life scores in the group with diagnosis of additional PTSD were found to be
lower in all subtraits other than pain and vitality. PTSD determines physical function,
general health and vitality sub-scores. Depression has become the most important
covariant, by determining all quality of life sub-scores. “General Health” was also
predicted by self-directedness. The physical and total mental summary measurements (all
77
quality of life sub-scores) of the quality of life. Considering the fact that PTSD is a
triggering factor for depression and that depression is the most commonly encountered
comorbid event in both individuals with alcohol abuse and PTSD, it can be suggested that
depressive findings are more frequently encountered and more severe in conditions of
comorbidity of two clinical conditions. The most important relationship is known to be
seeking innovation and harm avoidance, and important personality traits which determine
the total mental score seen with depression, especially emotional role difficulty.
Discussion: Highly significant low summary scores of quality of life in patients with
additional diagnosis of PTSD confirm our suggestion that the quality of life in alcohol
dependents would be worse in the presence of PTSD. Nevertheless PTSD only predicts
physical function, general health and vitality together with depression whereas different
personality traits have different effects on different quality of life traits.
78
KAYNAKLAR
1.
Davidson C. Identification and treatment of psychiatric comorbidity associated
with alcoholism. Schweiz Rundsch Med Prax.1999; 14;88(42): 1720-1725
2.
Jacobsen LK, Southwick SM, Kosten TR. Substance use disorders in patients
with posttraumatic stress disorder: a review of the literature. Am J Psychiatry 2001;
158(8): 1184-90.
3.
Stewart SH. Alcohol abuse in individuals exposed to trauma: A critical review.
Psychological Bulletin, 1996; 120: 83–112.
4.
Kessler RC, Sonnega A, Bromet E, Hughes M, Nelson CB. Posttraumatic stress
disorder in the National Comorbidity Survey. Arch Gen Psychiatry 1995; 52: 1048-1060
5.
Kessler RC, Crum RM, Warner LA, Nelson CB, Schulenberg J. & Anthony JC.
Lifetime co-occurrence of DSM-III-R alcohol abuse and dependence with other
psychiatric disorders in the National Comorbidity Survey. Archives of General
Psychiatry, 1997; 54: 313–321
6.
Back SE, Dansky BS, Coffey SF, Saladin ME, Sonne SC. & Brady KT. Cocaine
dependence with and without posttraumatic stress disorder: A comparison of substance
use, trauma history, and psychiatric comorbidity. American Journal on Addictions,
2000; 9: 51– 62.
7.
Hien D. A, Nunes E, Levin F. R. & Fraser D. Posttraumatic stress disorder and
short-term outcome in early methadone treatment. Journal of Substance Abuse
Treatment, 2000; 19: 31– 37.
8.
Kranzler HR., Del Boca, FK., & Rounsaville BJ. Comorbid psychiatric diagnosis
predicts three-year outcomes in alcoholics: A post treatment natural history study.
Journal of Studies on Alcohol, 1996; 57: 619–626.
9.
Najavits Lisa M, Weiss Roger D, Shaw Sarah R. The link between substance
abuse & PTSD in women; Am J Addict 1997; 6 : 273 – 283
10.
Rapaport MH, Clary C, Fayyad R, Endicott J. Quality-of-life impairment in
depressive and anxiety disorders. Am J Psychiatry. 2005;162(6):1171-8.
11.
Clark D, Kirisci L. Posttraumatic stress disorder, depression, alcohol use
disorders and quality of life of adolescents. Anxiety 1996; 2: 226-33.
79
12.
Warshaw M, Fierman E, Pratt L, et al. Quality of life and dissociation in anxiety
patients with histories of trauma or PTSD. Am J Psychiatry 1993; 150: 1512-6.
13.
Driessen M, Veltrup C, Weber J, Ulrich J, Wetterling T, Dilling H. Psychiatric
comorbidity, suicidal behavior and suicidal ideation in alcoholics seeking treatment.
Addiction 1998; 93: 889-94.
14.
Svrakic D.M. Cloninger R.C. Kişilik Bozuklukları, Kaplan and Sadock’s
Comprehensive Textbook Psychiatry, Çeviri (Ed) Dr. Aydın H. Ve Dr. Bozkurt A. 2007;
8. Baskı, III. cilt, 2063-2105
15.
Schinka JA, Curtiss G, Mulloy JM. Personality variables and self-medication in
substance abuse. J Pers Assess 1994; 63 :413- 22.
16.
Arnau M, Silvia M. and Joan Jou S. Using The Temperament and Character
Inventory (TCI) to Predict Outcome After Inpatient Detoxification During 100 Days of
Outpatient Treatment Alcohol and Alcoholism Advance Access published June 10,
2008; 1–6
17.
Slevin M, Plant H, Lynch D, Drinkwater J, Gregory WM. Who should measure
quality of life the doctor or the patient? Br J Cancer 1988; 57: 109-12.
18.
Pearlman R, Uhlmann R. Patient and physician perception of patient quality of life
across chronic diseases. J Gerontol 1988; 43: 25-30
19.
Volk R, Cantor S, Steinbauer J, Cass A. Alcohol use disorders, consumption
patterns, and health-related quality of life of primary care patients. Alc Clin Exp Res
1997; 21: 899-905.
20.
True R, Romeis B, Waterman J et al. Alcoholism and health related quality of life.
Alcohol Clin Exp Res 1997; 21: 116A.
21.
Foster J, H Powell JE, Marshall EJ, Peters TJ. Quality of life in alcohol dependent
subjects-a review. Quality of Life Research 1999; 8: 255-61.
22.
Kuan-Yi T., Pesus C., Frank Huang-Chih C., Tom Tung-Ping S., Shih-Chi L.,
Ming-Kun L., Wen-Chen O., Chao-Yueh S., Shih-Shih C., Ming-Wei H., Huang-Chi W.,
Wen-Jung S.,Shu-Fang S., Ming-Chao C. Three-year follow-up study of the relationship
between posttraumatic stress symptoms and quality of life among earthquake survivors
in Yu-Chi, Taiwan Journal of Psychiatric Research 2007; 41: 90–96
80
23.
Muhtar N. Alkol bağımlılarında bağlanma [Tez]. Đstanbul Ünv. Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Psikiyatri Anabilim Dalı, Đstanbul; 2003.
24.
Ceylan ME, Göka E. Alkol Kullanım Bozuklukları, Yaşlılık Psikiyatrisi, Demans.
Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri. 1. Baskı. Nobel Tıp Kitapevleri.
Đstanbul, 1998; s: 1-27.
25.
Miller NS, Comprehensive Handbook of Drug and Alcohol Addiction. 3. Baskı,
Mercel Dekker Inc, New York,1991
26.
Schuckit M.A. Alkole Bağlı Bozukluklar, Kaplan and Sadock’s Comperehensive
Textbook Psychiatry, Çeviri (Ed) Dr. Aydın H. ve Dr. Bozkurt A. 2007; 8. Baskı, II. cilt,
1168-1188
27.
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of Mental
Disorders, 4 th ed. Revised (DSM-IV) Washington DC: (1994) APA.
28.
Ceylan ME, Türkcan A Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri 2.
CĐLT, 1. Kitap Alkol ve Madde Kullanım Bozuklukları Genişletilmiş 2. Baskı, Đstanbul
2003.
29.
Coşkunol H. Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları Kitap 1 Alkol Bağımlılığı Tanı ve
Tedavisi. Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova Đzmir 1996.
30.
Regier DA, Farmer ME, Rae DS, Locks BZ, Keith SJ, Judd LL, Goodwin FK
Comorbidity of Mental Disorders with Alcohol and Other Drug Abuse- Results from ECA
Study,JAMA, 1990; 21: Vol. 264, No 19
31.
Arıkan Z, Coşar B, Işık A. Yarı kentsel bir bölgede alkolizm prevelansı. Kriz
dergisi, III. Psikiyatri sempozyumu özel sayısı, alkol madde bağımlılığı. 1996; 4(2): 93100
32.
Türkcan A. Türkiye’de alkol kullanımı ve bağımlılığının yaygınlığı üzerine bir
gözden geçirme. Türk Psikiyatri Dergisi. 1999;10(4):310-318
33.
Çakmak D, Saatçioğlu Ö. Bağımlılık ve Komorbidite. Đstanbul, Özgül Matbaacılık,
2005
34.
Mereikangas KR, Mehta RL, Molnar BE, Walters EE, Swendsen JD, Aguilar-
Gaziola S. et al. Comorbidity of substance use disorders with mood and anxiety
disorders: results of the international consortium in psychiatric epidemiology. Addict
Behav 1998;23(6): 893-907
81
35.
Schuckit MA Alcohol, anxiety and depressive disorders. Alcohol Health and
research World, 1996; 20(2): 81-86
36.
Khantzian EJ, Halliday KS, McAuliffe WE Addiction and the vulnerable self:
Modified dynamic group therapy for substance abusers. New York: Guilford Pres (1990).
37.
Arıkan Z. Alkol kullanım bozuklukları. Güncel Klinik Psikiyatri (2007).
38.
Gianni A.J. Comprehensive handbook of drug and alcohol addiction. New York:
Marcel Dekker Inc 1991; 32(1): 36-51.
39.
Verheul R, Kranzler H, Poling J, Tennen H, Ball S, Rounsaville BJ. Axis I and
axis II disorders in alcoholics and drug addicts: Fact or artefact. J Stud Alcohol 2000; 61:
101-111
40.
Brown SA, Schuckit MA. Changes in depression among abstinent alcoholics. J
Studies Alcohol.1988; 49:412-417
41.
Beall Posttraumatic stress disorder: a bibliographic essay. Choice, 1997; 34:917-
930.
42.
Pfefferbaum B Posttraumatic stress disorder. In: Lewis M (ed.) Child and
Adolescent Psychiatry: A Comprehensive Textbook. Philadelphia: Lippincott Willams&
Wilkins, 2002; 912-925.
43.
Battal S, Özmenler Posttravmatik stres bozukluğu ve akut stres bozukluğu.
Temel Psikiyatri, Güleç C, Köroğlu E (ed) Ankara: Hekimler Yayın Birliği Yayıncılık,
1997; 505-516
44.
American Psychiatric Association, Diagnostic and Statistical Manual of Mental
Disorders, 3 rd ed. Revised (DSM-III-R) Washington DC: (1987) APA
45.
Green BL, Lindy JD, Grace MC Risk factors for PTSD and other diagnoses in a
general sample of Vietnam Veterans. Am J Psychiatry, 1990;147: 729-733.
46.
Cohen J.A. Çocuk ve Ergenlerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Kaplan and
Sadock’s Comperehensive Textbook Psychiatry, Çeviri (Ed) Dr. Aydın H. ve Dr. Bozkurt
A. 2007; 8. Baskı, IV. cilt, 3286-3292
47.
Cottler LB, Compton WM, Mager D, Spitznagel EL, Janca A. Posttraumatic stress
disorder among substance users from the general population. Am J Psychiatry 1992;
149: 664-670
82
48.
Widom CS. Posttraumatic stress disorder in abused and neglected children
grown up. Am J Psychiatry 1999; 156: 1223-1229
49.
Donnelly CL. Pharmacologic treatment approaches for children and adolescents
with posttraumatic stress disorder. Child and Adolescent Psychiatric Clinics of North
America, 2003; 12(2): 251 - 269
50.
Horwath E, Weissman MM Anxiety Disorders; Epidemiology. Comprehensive
Textbook of Psyhciatry/VII (eds.) Editörler: BJ Sadock, VA Sadock. Philadelphia:
Lippincott/ Willams & Wilkins 2000.
51.
Helzer JE, Robins LN, McEvoy L. Posttraumatic stres disorder in the general
population: findings of the epidemiologic catchment area survey. J Am Acad Child
Adolesc Psychiatry 1987; 36: 1503-1511.
52.
Olff M, Langeland W, Draijer N, Gersons BP. Gender differences in posttraumatic
stress disorder. Psychol Bull 2007; 133(2): 183-204.
53.
Brady KT. Posttraumatic stress disorder and comorbidity: Recognizing the many
faces of PTSD. J Clin Psychiatry 1997; 58(9): 12-15
54.
Breslau N, Davis GC, Andreski P, Peterson E. Traumatic events and
posttraumatic stress disorder in an urban population of young adults. Arch Gen
Psychiatry 1991; 48: 216-222
55.
McCauley K, Kern DE, Kolodner K, Dill L, Schroeder A, DeChant HK, Ryden J,
Derogatis LR, Bass EB. Clinical characteristics of women with history of childhood
abuse JAMA 1997; 277: 1362-1368
56.
Kulka RA, Schlender WE, Fairbank JA, Hough RL, Jordan BK, Marmar CR,
Weiss DS. Trauma and the Vietnam war generation: report of findings from the National
Vietnam Veterans Readjustment Study. New York, Brunner/Mazel 1990.
57.
Breslau N, Davis GC, Andreski P, et al. Sex differences in post-traumatic stress
disorder. Arch Gen Psychiatry. 1997;54:1044-1048.
58.
Kessler RC, Davis CG, Kendler KS. Childhood adversity and adult psychiatric
disorder in the US National Comorbidity Survey. Psychol Med 1997; 27(5): 1101-19.
59.
Pirkola S, Isometsa E, Aro H, Kestila L, Hamalainen J, Veijola J, et al. Childhood
adversities as risk factors for adult mental disorders: results from the Health 200 study.
Soc. Psychiatry Epidemiol 2005; 40(10): 769-77.
83
60.
De Bellis MD. Developmental traumatology: a contributory mechanism for alcohol
and substance use disorders. Psychoneuroendocrinology. 2002; 27(1-2):155-70.
61.
Langeland W, Draijer N, van den Brink W. Psychiatric comorbidity in treatment-
seeking alcoholics: the role of childhood trauma and perceived parental dysfunction.
Alcoholism, Clinical and Experimental Research 2004; 28(3): 441-7.
62.
Breslau N, Davis GC, Schultz LR. Posttraumatic stress disorder and incidence of
nicotine, alcohol, and other drug disorders in persons who have experienced trauma.
Arch Gen Psychiatry 2003; 60: 289-94
63.
Evren C, Can S, Evren B, Saatcioglu Ö, Cakmak D. Lifetime posttraumatic
stress disorder in Turkish alcohol-dependent inpatients: Relationship with depression,
anxiety and erectile dysfunction Psychiatry and Clinical Neurosciences, 2006; 60(1):7784
64.
Małgorzata Dragan , Maria Lis-Turlejska Addictive Behaviors Prevalence of
posttraumatic stress disorder in alcohol dependent patients in Poland 2007; 32: 902–
911
65.
Dom G, Wilde B, Hulstijn W, Sabbe B. Traumatic experiences and posttraumatic
stress disorders: differences between treatment-seeking early- and late-onset alcoholic
patients. Compr Psychiatry. 2007; 48(2): 178-85.
66.
Stewart, S.H. & Conrod, P. J. Psychosocial models of functional associations
between posttraumatic stress disorder and substance use disorders. In P. Ouimette & P.
J. Brown (Eds.), Trauma and substance abuse: Causes, consequences, and treatment
of comorbid disorders 2003; 29–55
67.
Epstein J. N, Saunders B. E, Kilpatrick D.G, & Resnick H. S. PTSD as a mediator
between childhood rape and alcohol use in adult women. Child Abuse and Neglect,
1998; 22: 223– 234.
68.
Najavits Lisa M, Weiss Roger D, Shaw Sarah R A clinical profile of women with
posttraumatic stress disorder and substance dependence. Psychology of Addictive
Behaviors, 1999; 13: 98– 104.
69.
Akiskal HS, Hirschfeld MA, Yerevanian BI. The relationship of personality to
affective disorders. Archives of General Psychiatry, 1983; 40: 801-810
84
70.
Svrakic DM, Whitehead C, Przybeck TR et al. Differential diagnosis of personality
disorders by the seven-factor model of temperament and character. Arch Gen
Psychiatry 1993; 50: 991-999.
71.
VonZerssen D, Akiskal HS Personality factors in affective disorders: historical
developments and current issues with special reference to the concepts of temperament
and character. J Affect Disord, 1998; 51: 1-5.
72.
Cloninger CR. A systematic method for clinical description and classification of
personality variants. A proposal. Arch Gen Psychiatry. 1987; 44(6): 573-88.
73.
Cloninger CR, Svrakic DM, Przybeck TR. A psychobiological model of
temperament and character. Arch Gen Psychiatry 1993;50:975 - 989.
74.
Svrakic DM, Przybeck TR, Cloninger CR Mood states and personality traits. J
Affect Disord. 1992; 24: 217-226.
75.
Sato T, Narita T, Hirano S, et al. Factor validity of the temperament and character
inventory with major depression. Compr Psychiatr 2001; 42: 337-341.
76.
Donovan JM An etiological model of alcoholism. American Journal of Psychiatry,
1986; 143,1-11
77.
Levin JD. Psychodynamic treatment of alcohol abuse. Barber JP, Crits-Christoph
P(editors) Dynamic Therapies for Psychiatric Disorders (Axis I). 1. baskı, New York:
Basic Books, 1995: 193-229.
78.
Akvardar Y, Arkar H, Akdede B, Gül S, Sarı Ö, Tunca Z. Alkol kullanım
Bozukluklarında Kişilik Özellikleri Bağımlılık Dergisi 2005; 6: 53-59
79.
Cloninger CR. Neurogenetic adaptive mechanisms in alcoholism. Science 1987;
236: 410-416.
80.
Basiaux P, le bon O, Dramaix M, Massat I, Souery D, Mendlewicz J, et al.
temperament and character inventory (TCI) personality profile and sub-typing in
alcoholic patients: a controlled study. Alcohol Alcohol 2001; 36: 584-7.
81.
Le Bon O, Basiaux P, Streel E, tecco J, Hanak C, Hansenne M, et al. personality
profile and drug of choice: a multivariate analysis using Cloninger’s TCI on heroin
addicts, alcoholics, and a random population group. Drug Alcohol depend. 2004; 73:
175-82.
85
82.
Cloninger CR, Sigvardsson S, Gilligan SB et al. Genetic heterogeneity and
classification of alcoholism. Adv Alcohol Substance Abuse 1988; 7: 3-16.
83.
Meszaros K, Lenzinger E, Hornik K et al. Tridimensional Personality
Questionnaire as a predictor of relapse in detoksified alcohol dependents. The
European Fluvoxamine in Alcoholism Study Group. Alcohol Clin Exp Res, 1999; 23:
483-486.
84.
Cloninger CR, Svrakic DM. Personality Disorders. Sadock BJ, Sadock VA
(editors). Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry, 7. baskı, cilt 2,
Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins, 2000: 1723-1764
85.
Kravitz HM, Fawcett J, McGuire M, Kravitz GS, Whitney M.Treatment attrition
among alcohol dependent men: is it related to novelty seeking personality J Clin
Psychopharmacol. 1999 Feb;19 (1) :51-6
86.
Evren C, Evren B, Yancar C, Erkiran M, Temperament and Character Model of
Personality Profile of Alcohol and Drug Dependent Inpatients Comprehensive Psychiatry
2007; 48: 283– 288
87.
Wills T.A, Vaccaro D, McNamara G, Novelty seeking, risk taking, and related
constructs as predictors of adolescent substance use: an application of Cloninger’s
theory. J. Subst. Abuse 1994; 6: 1–20
88.
De Wit H., Bodker B, Personality and drug preferences in normal volunteers. Int.
J. Addict. 1994; 29: 1617–1630.
89.
World Health Organization: Measuring Quality of Life. WHO/MNH/PSF
1994/2,1994
90.
Peters TJ, Millward M, Foster J. Quality of life in alcohol misuse: comparison of
men and women. Arch Womens Ment Health 2003; 6: 239-43.
91.
Welsh J, Buchsbaum D, Kaplan C. Quality of life of alcoholics and non-alcoholics:
does excessive drinking make a difference in an urban setting. Qual Life Res 1993; 2:
335-40.
92.
Longabough R, Mattson R, Connors G, Cooney N. Quality of life as an outcome
variable in alcoholism treatment research. J stud Alcohol Suppl.1994; 55:119-129
93.
Testa M, Simonson D. Assessment of quality of life outcomes. N Engl J Med
1996; 334: 835-40.
86
94.
Daeppen J, Kreig M, Burnard B, Yersin B. Health related quality of life in alcoholic
patients measured with the 36-item Short-Form Health Survey. Qual Life Res 1995; 4:
413.
95.
Popovic V, Popovic I, Lilic V, Tosic S, Zlatanovic L, Vukic D. Some aspects of
quality of life of alcoholics. Qual Life Res 1997; 6: 700.
96.
Lundeberg J, Passik S. Alcohol and cancer: a review for psycho-oncologists.
Psycho-oncology 1997; 6: 253-66.
97.
DeHaes J, van Knippenburg F, Nejt J. Measuring psychological and physical
distress in cancer patients: structure and application of the Rotterdam Symptoms
Checklist. Br J Cancer 1990; 62: 1034-8.
98.
Drummond C. The relationship between alcohol dependence and alcohol related
problems in a clinical population. Br J Addict 1990; 85: 357-66.
99.
Gillet C, Paille F, Wahl D, Aubin H, Pirollet P, Prime T. Outcome of treatment in
alcoholic women. Drug Alcohol Depend 1991; 29: 189-94.
100.
Braucht G, Reichardt C, Geissler L, Kwiatowski C, Kirby Jr M. Effective services
for homeless substance abusers. J Addict Dis 1995; 14: 87-109
101.
Beattie M, Longabaugh R, Elliot G, Stout R, Fava J, Noel N. Effect of social
enviroment on alcohol involvement and subjective well-being prior to alcoholism
treatment. J Stud Alcohol 1993; 54: 283-96.
102.
Humphreys K, Moos R, Cohen C. Social and community resources and long-
term recovery from treated and untreated alcoholism. J Stud Alcohol 1997; 58: 231-8.
103.
Hornquist J, Elton M. A prospective longitudinal study of abusers of alcohol
granted disability pension. Scand J Soc Med 1983; 11: 91-6.
104.
Hornquist J, Akerlind I. Loneliness correlates in advanced alcohol abusers. II.
Clinical and psychological factors. Scand J Soc Med 1987; 15: 225-32.
105.
Rather B, Sherman M. Relationship between alcohol expectancies and length of
abstinence among alcoholics anonymous members. Addict Behav 1989; 14: 531-6.
106.
Amodeo M, Kurtz N, Cutter H. Absistence, reasons for not drinking and life
satisfaction. Int J Addict 1992; 27: 707-16.
87
107.
Watson C, Hancock M, Malovrh P, Gearhart L, Raden M. A 48-week natural
history follow-up of alcoholics who do and not do engage in limited drinking after
treatment. J Nerv Ment Dis 1996; 184: 623-7.
108.
Watson C, Hancock M, Gearhart L, Mendez C, Malovrh P, Raden M. A
comparative outcome study of frequent, moderate, occasional and nonattenders of
Alcoholics Anonymous. J Clin Psychol 1997; 53: 209-14.
109.
Peters TJ, Foster J. Sleep disturbance in alcohol misuse: a predictor of relapse.
Alcohol Clin Exp Res 1998; 22: 183A.
110.
Fabsitz R, Sholinsky P, Goldberg J. Correlates of sleep problems among men:
the Vietnam Era Twin Registry. J Sleep Res 1997; 6: 50-6.
111.
Bernstein D.P. Validity of the Childhood Trauma Questionnaire in an
Adolescent Psychiatric Population. Journal of the American Academy of Child &
Adolescent Psychiatry. 1997; 36(3): 340-348.
112.
Blake DD, Weathers FW, Nagy LM, et.al. The development of a Clinician-
Administered PTSD Scale. J Trauma Stress 1995; 8: 75-90.
113.
Aker AT, Özeren M, Başoğlu M, Kaptanoğlu C, Erol A, Buran B. Klinisyen
Tarafından Uygulanan Travma Sonrası Stres Bozukluğu Ölçeği (TSSB-Ö)- Geçerlik ve
Güvenilirlik Çalışması. 1999; 10: 286-293.
114.
Kose S, Sayar K, Kalelioglu U, Aydin N, Ak I, Kirpinar I, et al. Turkish version of
the TCI: reliability, validity, and factorial structure. Bull Clin Psychopharmacol
2004;14:107- 31.
115.
Ware JE Jr, Kosinski M, Bayliss MS, McHorney CA, Rogers WH, Raczek A.
Comparison of methods for the scoring and statistical analysis of SF-36 health profile
and summary measures: summary of results from the Medical Outcomes Study. Med
Care 1995; 33 (4 ): 264- 279.
116.
Aydemir Ö. Konsültasyon Liyezon psikiyatrisinde yaşam kalitesi ölçümü Kısa
Form 36 (SF-36) Psikiyatri, Psikoloji, Psikofarmakoloji Dergisi 1999;7(Ek-2) 14-22.
117.
Gül S, Akvardar Y, Taş G, Tuncel P. Alkol kullanım bozukluklarında tarama
testleri ve laboratuar belirteçlerinin tanısal etkinliği. Türk Psikiyatri Dergisi 2005; 16(1):
3-12.
88
118.
Gibbs LE. Validity and reliability of the michigan alcoholism screening test: a
review. Drug Alcohol Depend, 1983; 12:279-285
119.
Coşkunol H, Bağdiken Đ, Sorias S ve ark. Michigan Alkolizm Tarama Testinin
Geçerliliği. Ege Tıp Dergisi, 1995; 34:15-18.
120.
Derogatis LR. SCL-90: Administration, Scoring and Procedure Manual-I for the
revised version. Baltimore, MD: John Hopkins Univ., Clinical Psychometrics Unit, 1977.
121.
Dağ Đ. Belirti tarama listesinin (SCL-90-R) üniversite öğrencileri için güvenirliği
ve geçerliği. Türk Psikiyatri Dergisi 1991; 2:5-12.
122.
Breslau N. Outcomes of posttraumatic stress disorder. J Clin Psychiatry 2001;
62 Suppl 17: 55-59
123.
Triffleman EG, Marmar CR, Delucchi KL, Ronfeldt H. Childhood trauma and
posttraumatic stress disorder in substance abuse inpatients. J Nerv Ment Dis 1995; 183:
172-176
124.
Najavits LM, Gastfriend DR, Barber JP, Reif S, Muenz LR, Blaine J, Frank A,
Crits-Christoph P, Thase M, Weiss RD. Cocaine dependence with and without PTSD
among subjects in the National Institute on Drug Abuse Collaborative Cocaine
Treatment Study. Am J Psychiatry 1998; 155: 214-219
125.
Kural S, Evren C, Can S, Çakmak D. Alkol ve Madde Bağımlılarında Travma
Sonrası Stres Bozukluğunun Sosyodemografik ve Klinik Özellikler ile ilişkisi. Klinik
Psikofarmakoloji Bülteni 2004;14:1-8
126.
Saladin Michael E, Brady Kathleeen T, Dansky Bomire S, & Kilpatrick Dean G.
Understanding comorbidity between PTSD & SUD: Two preliminary investigations,
Addictive Behaiours, 1995; 20(5): 643 – 655
127.
Evren C, Kural S, Çakmak D. Clinical correlates of childhood abuse and neglect
in substance dependents Addictive Behaviors 2006; 31: 475–485
128.
Pettinati HM, Rukstalis M, Luck GL, Volpicelli JR, O’Brien CP. Gender and
psychiatric comorbidity: impact on clinical presentation and alcohol dependence. Am J
Addict. 2000;9:242-252.
129.
Lipschitz DS, Grilo CM, Fehon D, McGlashan TM, Southwick SM. Gender
differences in the associations between post-traumatic stress symptoms and
89
problematic substance use in psychiatric inpatient adolescents. J Nerv Ment Dis.
2000;188:349-356.
130.
Bremner JD, Southwick SM, Johnson DR, Yehuda R, Charney DS, Childhood
Physical Abuse and Combat Related PTSD in Vietnam Veterans, Am J Psych, 1993;
150:235-239
131.
Heim C. and Nemeroff CB. The role of childhood trauma in the neurobiology of
mood and anxiety disorders: preclinical and clinical studies . Biological Psychiatry ,
2001; 49(12):1023 - 1039
132.
Windle M, Windle RC, Scheidt DM, Miller GB. Physical and sexual abuse and
associated mental disorders among alcoholic inpatients. Am J Psychiatry 1995; 152:
1322-1328).
133.
Evren E, Üstünsoy S, Can S, Başoğlu C, Çakmak D. Alkol/Madde
bağımlılarında özkıyım girişimi öyküsünün klinik belirtilerle ilişkisi. Klinik Psikiyatri
Dergisi 2003; 6: 86-94
134.
Ferrada-Noli M, Asberg M, Ormstad K, Lundin T, Sundbom E. Suicidal behavior
after severe trauma. Part 1: PTSD diagnoses, psychiatric comorbidity, and assessments
of suicidal behavior. J Trauma Stress 1998; 11: 103-112
135.
Merikangas KA, Stevens D, Fenton B. Comorbidity of alcoholism and anxiety
disorders. Alcohol Health Res World 1996; 20: 100-105
136.
Öner H, Tamam L, Levent BA, Öner S. Alkol bağımlılığı olan yatan hastalarda
eksen I ve eksen II eştanılarının değerlendirilmesi. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2002;
12: 14-22
137.
Can S. Alkol bağımlılarına eşlik eden I eksen psikiyatrik bozukluklar ve cinsel
işlev bozuklukları. Uzmanlık tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Đstanbul: 2002
138.
Cloninger CR, Bayon C, Svrakic DM Measurement of temperament and
character in mood disorders: a model of fundamental states as personality types.
J Affect Disord, 1998; 51: 21-32.
139.
Cloninger CR, Przybeck TR, Svrakic DM The Tridimensional Personality
Questionnaire: US normative data. Psychol Rep, 1991; 69: 1047-1057.
90
140.
Hansenne M, Reggers J, Pinto E, et al. Temperament and character inventory
(TCI) and depression. J Psychiatric Res 1999; 33: 31-36.
141.
Mulder RT, Joyce PR, Sullivan PF, et al. The relationship among three models
of personality psychopathology: DSM-III-R personality disorder, TCI scores and PSQ
defences. Psychobiol Med 1999; 29: 943-951.
142.
Casey JE, Joyce PR. Personality disorder and TCI in the elderly. Acta Psychiatr
Scand 1999; 100: 302-308.
143.
Hansson L, Eklund M, Bengtsson-Tops A. The relationship of personality
dimensions as measured by the temperament and character inventory and quality of life
in individuals with schizophrenia or schizoaffective disorder living in the community.
Quality of Life Research 2001; 10: 133–139
144.
Ritsner M, Farkas H, Gibel A, Satisfaction with quality of life varies with
temperament types of patients with schizophrenia. Journal of Nervous and Mental
Disease 2003; 191: 668–674.
145.
Eklund M, Hansson L, Bengstsson-Tops A. The influence of temperament and
character on functioning and aspects of psychological health among people with
schizophrenia. European Psychiatry 2004; 19: 34–41
146.
Fassino S, Abbate Daga G, Delsedime N, Rogna L, Boggio S. Quality of life
and personality disorders in heroin abusers. Drug and Alcohol Dependence 2004; 76:
73–80.
147.
Erik D. Masthoff , Fons J. Trompenaars, Guus L. Van Heck, Paul P. Hodiamont,
Jolanda De V. The relationship between dimensional personality models and quality of
life in psychiatric outpatients Psychiatry Research 2007; 149: 81–88
148.
Yancar C. Madde Bağımlılarında Đkinci Eksen Komorbidite ve Kişilik
Özelliklerinin Bağımlılık Şiddeti ve Yaşam Kalitesine Etkisinin Değerlendirilmesi
Uzmanlık tezi. Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Đstanbul 2005.
149.
Saatcioglu O, Yapici A, Cakmak D. Quality of life, depression and anxiety in
alcohol dependence. Drug Alcohol Rev. 2008; 27(1): 83-90.
150.
Svrakic DM, Cloninger R, Stanic S. Classification of personality disorders:
implications for treatment and research. In: Soares J.C., Gershon S. (Eds.), Handbook
of Medical Psychiatry. Marcel Dekker, New York, 2003; 117-148.
91
151.
Goenjian AK, Pynoos RS, Steinberg AM, et al: Psychiatric comorbidity in
children after the 1988 earthquake in Armenia. J Am Acad Child Adoles Psychiat
1995;34:1174–1184
152.
Yehuda R, McFarlane AC, Shalev AY. Predicting the development of
posttraumatic stress disorder from the acute response to a traumatic event. Biological
Psychiatry , 1998; 44 (12): 1305 – 1313
153.
Roth S, Newman E, Pelcovitz D, Van der Kolk B, Mandel FS Complex PTSD in
victims exposed to sexual and physical abuse: results from the DSM-IV Field Trial for
Posttraumatic Stress Disorder. J Trauma Stres, 1997; 10: 539-555.
154.
Van der Kolk BA, Roth S, Pelcovitz D, Sunday S, Spinazzola J Disorders of
extreme stress: The empirical foundation of a complex adaptation to trauma. J Trauma
Stres, 2005; 18: 389-399.
92
Download