Ünite1:Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası Ünite:2

advertisement
İÇİNDEKİLER
SAHİFE
Ünite1:Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası
2
Ünite:2-1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası
4
Ünite:3 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası
6
Ünite:4 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası
11
Ünite:5 Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Program’a Türk Dış Politikası (1999-2001)
14
Ünite:6 AK Parti İktidarının Başlangıç Yıllarında Türk Dış Politikası (2002-2007)
17
Ünite:7 AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011
20
Ünite:8 Genel Değerlendirme: Soğuk Savaşı Sonrası Türk Dış Politikasının Temel
Özellikleri
24
1
DİKKAT…Burada ilk 4 sayfa
gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş
veriniz… www.kolayaof.com
Ünite1:Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası
SOĞUK SAVAŞ’IN ANLAMI
II. Dünya Savaşı, dünyadaki uluslararası sistem açısından bir kırılma noktasıdır. Savaşa
kadar ulus devletlerarasında güç dengesi modeline göre örgütlenmiş uluslararası sistem, bu
savaştan sonra iki kutuplu sisteme dönüşmüş ve savaş sonrası dönemden 1991’de Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasına kadar olan dönemi kapsamıştır.
Güç dengesi modeli, temelde 18. ve 19. yy. Avrupa ulus-devlet modelini baz alan ve
bu devletler arasında ortaya çıkmış uluslararası sistemi tanımlayan modeldir. Bu modele
göre, uluslararası siteme hâkim belli başlı ulus-devletlerarasında güçler açısından bir denklik
söz konusuyken hiçbirinin bir diğerine sürekli üstünlüğü söz konusu değildir. Bu sistemde,
dengeleyici bir devlet vardır ve bu devlet açısından önemli olan tek unsur dengenin
bozulmamasıdır. Keza, bu devletin sürekli bir dostu ya da düşmanı yoktur; sadece devamlı
çıkarları vardır ve bu çıkarların devamlılığı güç dengesinin devam etmesine bağlıdır. Zira
dengeleyici devlet rolünü 18. ve 19. yy.da oynayan devlet İngiltere’dir iki kutuplu sistemde
devletler çoğunlukla rakip iki blok etrafında toplanmışlardır. Bu sistemde iki bloğa da ait
olmayan tarafsız devletler de söz konusudur.
Zamanla bu tarafsız, yani iki bloğa da ait olmayan ülkeler Bağlantısızlar Hareketi’ni
oluşturmuş ve neredeyse üçüncü bir blok hâline gelmiştir. Bu sistemde iki Bloğun yanı sıra
uluslararası sistemde üçüncü bir blok gibi rol oynayan bu devletlerin üye olduğu uluslararası
örgütler söz konusudur ve güç dengesi modelindeki “dengeleyici” devlet yerine “arabulucu”
devlet/devletler vardır. Bu arabuluculuk ise çoğu zaman uluslararası örgütler tarafından
üstlenilmektedir
Soğuk Savaş bir ekonomik, askerî ve siyasal çatışma düzeni, ancak her şeyden önce iki
kutup arasındaki ideolojik mücadele demektir. Rusya’da 1917 Bolşevik Devrimi’yle birlikte
komünist bir sistem kurulmuş ve bir ideoloji olarak komünizm, devrim iktidarının ideali haline
dönüşmüştür. Lenin’le başlayan bu ideali dünya düzeni hâline dönüştürme heyecanı Rusya’yı
öncelikle etrafındaki ülkeleri kapsayacak şekilde bir Cumhuriyetler Birliği’ne dönüştürmüş ve
sonuçta Doğu Avrupa ile Kuzey ve Orta Asya’yı kapsayan bölgeyi içine alan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kurulmuştur
2
Berlin Duvarı,1961 yılında Demokratik (Doğu) Almanya vatandaşlarının Federal (Batı)
Almanya’ya kaçmalarını önlemek amacıyla Demokratik Almanya tarafından yaptırılan, 1989
yılında Demokratik Almanya vatandaşlarının Batı’ya geçişlerinin serbest bırakılmasıyla işlevini
yitiren ve aynı yıl yıkılmasına karar verilen 46 km uzunluğundaki duvar
Türkiye Açısından Soğuk Savaş’ın Anlamı
II. Dünya Savaşı boyunca Türkiye’nin izlediği tarafsızlık politikası, savaş sonrası oluşan
yeni uluslararası ortamda Türkiye’yi neredeyse yalnız bırakacak şekilde sonuçlanacakken,
oluşan iki kutuplu bloklaşma ortamında Türkiye’nin özellikle bulunduğu ilişki konum itibarıyla
SSCB karşısında Batı Bloğu’na önemli avantajlar sağlayacağına inanılması ABD’nin Türkiye’yi
Batı Bloğu’na çekme isteğini artırmıştır. NATO’ya üye olduğu 1952 yılına kadar Türkiye.
Özellikle başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri tarafından bir şekilde yeni dış politik
düzenin dışında tutulmaya çalışılarak cezalandırılmaya çalışılmışsa da ABD’nin Yunanistan ve
Türkiye’nin NATO ve Batı Bloğu içerisinde yer alması gerektiğine olan inancı, Türkiye’nin
sonunda bu yapılar içerisinde yer almasını sağlamıştır. Böylelikle II. Dünya Savaşı sonrası dış
güvenliğe ilişkin endişeleri bir nebze de olsa azalmıştır… Soğuk Savaş boyunca Batı Bloğu
içinde yer almayı seçen Türkiye, özellikle 1950’li yıllarda katı blok siyasetine eklemlenmiş ve
dış politikasını blok siyasetine göre yürütmüştür. Nitekim dönem boyunca SSCB dâhil birçok
Doğu Bloğu ülkesinden gelen iş birliği taleplerine rağmen Türkiye bu bloktaki ülkelere
yaklaşmayı kabul etmemiştir. Özellikle SSCB’den kesin bir uzaklık politikası yürütmüş olan
Türkiye, dış politik kararlarında önce ABD’ye danışma stratejisi izlemiştir. Türkiye, bu blok
siyaseti kapsamında 1949’da Avrupa Konseyi’ne, ardından 1952’de NATO’ya, 1953’te Balkan
İttifakı’na, 1955’te Bağdat Paktı olarak kurulmuş ancak 1958’de CENTO’ya dönüşmüş örgüte
üye olmuştur.
SOĞUK SAVAŞ SONRASI ULUSLARARASI ORTAMIN GENEL HATLARI
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması, inşa edilmesinden daha da önemli bir
sembolik anlam taşıyordu. 1961 yılında duvarın yapılmasıyla birlikte Berlin’in Doğu ve Batı
olarak ikiye ayrılması yalnızca uluslararası sistemin iki kutupluluğunun sembolü olmamış, aynı
zamanda dünyanın ideolojik olarak da iki kutbu bir hale dönüştüğünü de ortaya koymuştur.
Üstelik duvar, aynı toplumun farklı ideolojilerle nasıl ayrılabileceğini de göstermişti. Duvarın
batısında yer alan Batı Avrupa ülkeleri kapitalist ekonomiyi ve liberal demokrasiyi
benimsemişken, doğusundaki ülkeler (SSCB, Bulgaristan, Romanya, Polonya vs.) komünist bir
ekonomi ve siyasal rejimi idealleştirmişlerdir. Ne var ki 1989 yılında duvarın doğusundan
batısına geçişlerin serbest bırakılması ve sonunda duvarın yıkılması tüm dünyada kapitalist
ekonomi ve liberal demokrasinin zaferi olarak görülmüştür. F. Fukuyama ve pek çok Batılı
düşünürün bu durumu Batı’nın bir zaferi olarak nitelemeleri, Marksist tarihsel materyalizm
kuramına atıfta bulunarak tarihin komünist düşünürlerin öngördüğü yönde ilerlemediğini
savunarak bir anlamda bu kuramın çöktüğünü ilan etmeleri, “yenidünya düzeni” nin hangi
yönde gelişeceğinin ipuçlarını da vermekteydi.
SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASININ GENEL HATLARI
3
Soğuk Savaş boyunca Türk Dış Politikası genel itibarıyla Batı Bloğu’na eklemlenerek
şekillenmiş, Türkiye bu anlamda hem bir blok siyaseti hem de güvenliğe yönelik bir dış
politika yürütmeye çalışmıştır. SSCB’nin dağılması ve iki kutuplu dünyanın ortadan
kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin siyasetinde Batı Bloğu içinde yer alma kararlılığı devam etse
de ABD eksenli dış politika ile Avrupa (AB) eksenli politikalar konusunda farklı dönemlerde
farklı yoğunluklu tercihler dikkat çekmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Türkiye’nin
dış politika gündemi çeşitlenerek yeni sahalara yayılsa da Türkiye NATO’ya sadık bir üye
olarak kalmış ve AB’ye tam üyelik konusundaki istekliliğini devam ettirmiştir.
Ünite:2- 1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası
TÜRKİYE-AVRUPA TOPLULUĞU (AT) İLİŞKİLERİ
1989-1993 dönemi gerek Türkiye gerek Avrupa gerekse tüm dünya açısından büyük
değişikliklerin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemin en önemli gelişmeleri kuşkusuz 989’da
Berlin Duvarı’nın yıkılması, ardından 1990’da Doğu ve Batı Almanya’nın Federal Almanya
Cumhuriyeti adı altında birleşmesi ve 1991’de SSCB’nin dağılmasıdır. Bu üç olayın Avrupa
açısından ciddi siyasi sonuçları olmuştur. Öncelikle Almanya’nın Batı Avrupa’da Bütünleşmiş
bir ülke olarak daha güçlü ve merkezî bir aktör hâline dönüşmesi, beklentilerin Aksine son
derece hızla gerçekleşmiş, hatta bu birleşmenin başta İngiltere olmak üzere Avrupa içinde
bazı ülkelerde yarattığı tedirginlikten kaynaklı bazı engeller de kolaylıkla aşılmıştır. SSCB’nin
dağılmasıyla birlikte Doğu Avrupa’da yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması, Avrupa
bakımından siyasi-ideolojik bölünmenin son bulması, aynı zamanda Batı Avrupa’nın
komünist’ bir tehlikeden çekinmesine gerek kalmaması ve hatta Rusya’dan gelecek olası
tehditlere karşı bu devletlerin belirli bir süre için “tampon” konumuna geçmesine yol
açmıştır. Bunlara ilaveten, âdeta yeniden bağımsızlıklarını kazanan Orta ve Doğu Avrupalı
devletler ile eni ortaya çıkan bağımsız devletlerin hızla NATO ve AT üyeliğine yöneldikleri
gözlenmiştir. ATO ile güvenliklerini, AT ile refahlarını artırma çabası içindeki bu ülkelere
Avrupa kucak açmış, SSCB’den de güçlü bir itiraz gelmeyince, birkaç sene öncesinde hayal
dahi edilemeyecek bir hızda uyum süreci başlamıştır.
TÜRKİYE - ABD / NATO İLİŞKİLERİ
Tıpkı Türkiye - Avrupa Topluluğu ilişkilerinde olduğu gibi, 1989-1993 dönemi içinde
Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve SSCB’nin dağılması Türkiye’nin NATO ve ABD ile ilişkilerini
etkileyen en büyük aktörler olmuştur. Keza yaşanan bu gelişme, ideoloji ve güvenlik eksenli
uluslararası dengeleri tamamen değiştirmiştir. 1950-1990arasında dış politikasını büyük
ölçüde ABD ile yakın ilişkiler e NATO üyeliği ekseninde sürdüren Türkiye’nin, yeni dönemde
fırsatlar ve riskler ile dolu bambaşka bir ortamda daha karmaşık bir dış politika izlemesi
gerekmiştir. Türkiye’nin küresel ve bölgesel konumunun, öneminin ve hatta anlamının
değişmiş olması doğal olarak ATO ve ABD ile olan ilişkilere de yansımıştır. Dış politikasında
4
jeo stratejik konumu ve önemi irinci derecede rol oynayan Türkiye’nin Batı dünyası ile
ilişkilerinde de önemli bir bölünme ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin başta Almanya olmak üzere
Batı Avrupa için jeo stratejik öneminde belirgin bir azalma gerçekleşirken, dünyanın “tek
hâkimi” hâline gelen Soğuk Savaş’ın “galibi” BD için bu önem daha da artmıştır. Zira ABD dış
politikası ve çığ-karları bakımından büyük eğer taşıyan Avrasya ve Orta Doğu’da Türkiye pek
çok özelliği ile son derece büyük bir önem kazanmıştır.
ABD ile ilişkiler
İran’da 1979’da yaşanan rejim değişikliği ABD’de büyük bir rahatsızlık yaratmış, iki
ülke ilişkileri kökünden sarsılmıştı. Zaten uzun süredir aralarında husumet olan İran ile Irak
arasındaki ilişkiler de devrim sonrasında gerilmişti. 22 Eylül 1980’deIrak ordularının İran
sınırından içeriye girmesi ile birlikte başlayan savaş tam sekiz yıl sürmüş, bir milyondan fazla
insan ölmüş, 150 milyar dolar maddi hasara neden olmuştur. ABD’nin bu savaşta Irak’tan
yana ir tavır koyduğu ve İran’ın bu savaşla yıpranmasından memnuniyet duyduğu
söylenebilir. Ağustos 1988’de yapılan ateşkes ile iki ülke aralarındaki kazananı olmayan bu
tahrip savaşı sona erdikten sonra, savaş sürecinde ABD’nin ve Arap dünyasının büyük
bölümünün de desteği ile askerî bakımdan kendisini güçlendiren Saddam Hüseyin
liderliğindeki Irak başka hedefler geliştirecekti. Saddam Hüseyin, Kuveyt’in, Irak’ın petrolünü
çaldığı ve kendi toprakları içinde petrol üretimini yüksek tuttuğu, böylelikle Irak’ı zarara
uğrattığı gerekçesiyle Kuveyt’e olan borcunun silinmesini sıkça gündeme getirmeye başlamış
ve bu konuda yapılan görüşmelerin ir sonuç vermemesinin ardından da2 Ağustos 1990’da
Kuveyt’i işgal etmiştir. Irak işgalin hemen ardından 28 Ağustos’ta Kuveyt’in Irak’ın 19. vilayeti
olduğunu ilan etmiştir. Irak, bu işgale girişmekle Orta Doğu’daki askerî, siyasi ve ekonomik
dengeleri alt üst ederken ileride daha olumsuz sonuçlara yol açabilecek bir potansiyelin
ortaya çıkması, daha da önemlisi bu urumun hem bölgesel hem de küresel aktörlerin
çıkarlarına tehdit oluşturması bu işgali uluslararası bir krize çevirmiştir (Gözen, 2004: 276).
Soğuk Savaş’ın bittiği ve ABD’nin tek kutuplu dünyanın muktedir lideri olduğuna dair iddialar
yaşanırken ortaya çıkan bu durum, ABD’nin “yenidünya düzeni” ni nasıl şekillendirerek
isteyeceği konusunda da önemli bir “test” imkânı sağlamıştır. Yani ABD Irak’a yapacağı
müdahaleyi, dünyaya vereceği şekil ve kendisinin liderliğini kanıtlama bakımından fırsata
dönüştürmeye çalışmıştır.
Türkiye ve NATO
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından Orta ve Doğu Avrupa’daki büyük
dönüşüm yaşandı. 1991 yılında da SSCB dağıldı. Temel görevi komünizme karşı mücadele
olan NATO’nun işlevini de doğal olarak bu gelişmelerin ardından tartışılmaya başlandı.
Bazılarına göre Varşova Paktı oksa NATO da olmamalıydı. Ancak NATO Soğuk Savaş
sonrasında var olmayı ve hatta genişleyerek yaşamayı başaracaktı. NATO’nun varlık sebebi
olan temel düşmanı ortadan kalksa ittifak üyelerini tehdit etme potansiyeli olan pek çok yeni
unsur ortaya çıkmıştı. Bunların en başında da SSCB’nin dağılmasıyla birlikte geride bıraktığı
Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Asya gibi bölgelerdeki istikrarsızlıklar, Orta Doğu ve Afrika gibi
bölgelerin içinde bulunduğu durum yeni tehdit alanları olarak belirlenmiş. NATO’nun
konjonktüre göre yeniden şekillendirilmesini gündeme getirmiştir Bu kapsamda NATO’nun
1990 Londra ve 1991 oma zirve toplantılarında aldığı kararlar önemlidir. NATO bu
toplantılarda öncelikle “alan içi-alan dışı” kavramları üzerinde durarak kendini yeniden
5
tanımlamış, Batı dünyasının güvenliği için Avrupa dışındaki bölgelerde meydana gelen
tehditlere dikkat çekmiş ve bu çerçevede Batı dünyasının huzuru bakımından Türkiye’nin
stratejik önemini vurgulanmıştır.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler
SSCB’nin dağılma sürecinde, direkt ir şekilde bu ülkeyi karşısına almak istemeyen
Türkiye birer bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetlerini tanımak konusunda acele
etmemiştir. Önce bu ülkelerle görüşmeler yapılmış ve ardından 9Kasım 1991 tarihinde
Azerbaycan’ın tanınmasıyla başlayan süreç, bölge ülkelerine yönelik 16 Aralık 1991’e kadar
devam etmiş, bu çerçevede Gürcistan, Ermenistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve
Tacikistan Türkiye tarafından bağımsız devletler olarak tanınmıştır.
TÜRKİYE’NİN BALKANLAR POLİTİKASI
Soğuk Savaş oyunca Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik Blok politikası dışında belirgin bir
politikası yoktur. Hatta savaş boyunca bölge ülkelerinden Türkiye’ye gelen ilişki kurma
teklifleri bu politika çerçevesinde genelde tereddütle ile karşılanmış, hatta reddedilmiştir. Ne
var ki Balkanlar, ilişki yakınlık, tarihî-kültürel nedenlerle her dönemde Türkiye açısından
önemli bir bölge olmuştur Bunun öncelikli nedeni bu bölgede ulunan Türk nüfusu olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Türkiye’nin tarihî bağları ve bölgede kalan
bu nüfusun güvenliği Türkiye’yi yakından ilgilendirmiştir. Öte andan Balkanlar, Türkiye’yi
Avrupa’ya bağlayan tek bölgedir ve bu bölgenin istikrarı Türkiye’nin Avrupa yolunun da
istikrarı anlamına gelmiştir 1945-1990 arasında iki bloklu istemin büyük ölçüde belirlediği
Türk dış politikasının yeniden yapılanma sürecinde Balkanlar a âdeta yeniden keşfedilmiş ve
aktif bir Balkan politikası ihtiyacı sıklıkla dile getirilmiştir. 1991 sonrası bölgedeki Osmanlı
mirası Türkiye’nin bölge politikasını hem duygusal hem de rasyonel nedenlerle derinden
etkilemiştir. Bu kapsamda bölgedeki Türkler ve Müslümanlar, buna ilaveten bölgedeki
sorunlar, savaşlar ve Yunanistan faktörü Balkanlar’a yönelik bu dönem Türk dış politikasının
ana hatlarını belirleyen faktörler olmuştur.
Ünite3:1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası
Gümrük Birliği Ekseninde Avrupa Birliği ile ilişkilerin Zemini
Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünyanın sona
ermesi Türk dış politikasında yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Her ne kadar
Soğuk Savaş bitiminin hemen sonrasında Türkiye’nin özellikle Batı için öneminin azaldığı
düşünülmüş olsa da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan Türk
Cumhuriyetleri ve I. Körfez Savaşı, Yugoslavya’nın dağılması ile Balkanlarda meydana gelen
etnik temelli çatışmalar. 1990’lı yılların başında Türkiye’nin jeo stratejik, jeopolitik ve jeo
kültürel özellikleriyle önemini koruduğunu, hatta artırdığını ortaya oymuştur. Soğuk Savaş
sonrası, uluslararası ortamda, karşılıklı bağımlılığın artması, ulus devletleri AB (Avrupa Birliği),
NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması Örgütü), PEC (Asya-Pasifik Ekonomik
işbirliği Örgütü), BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) örneklerinde olduğu gibi bölgesel
6
Download