dıyanet dergısı

advertisement
DIYANET
IŞLERI BAŞKANLI~I
DERGISI
DINI, AHLAKI, EDEBI, MESLEKI AYLlK DERGi
Kasım- Aralık
9. Cilt
1970
102-103.
İÇİNDEKİLER 1
Hac
Sayfa
İbil.deti
~ur'il.n-ı
w Ser'i Hikmetleri
,
Lütfi DOGAN
357
Kerim'de Hac
Doç. Dr. İsmail CERRAHOGLU .
361
Ol Beldeye
371
Nail PAPATYA
Hac ve Faziletleri
Doç. Dr. Talat KOÇYİGİT
Hac
372
Takvlıni
M. Talat KARAÇİZMELİ
377
Ya RasiilaJiah!
Mehmed .AKİF . .
Haccın
N evi'leri ve
Fahri
380
Tatbikatı
381
DEMİR
Peygamberimiz'in Yüce Ahlakı
Hüseyin ÖZGÜN . .
Peygamber
t.
İslam
386
Metodu
Necmeddjn NURSAÇAN
Efendlıniz'in
Tebliğ
389
Medeniyetme Türklerlıı Hizmetleri
Doç. Dr. Salih TUG . . . . .
Hz. Muhammed Devrinde Arap
Nokta
Tayyar ALTIKULAÇ
Vakf ve V akfın Hükümleri
Demirhan ÜNLÜ .
Yazısında
.
islam ve İnsan
Süleyman Hayri BOLAY
396
Harake ve
403
407
411
Dua
Ramazan ARSLANBABA
Ka'be
415
Yolcularına
İsmail Lütfi ÇAKAN
Osmanlılarda
Yüksek
Ali Himmet
İftA Makamı
BERKİ
420
Karneri Ayiann Tesbiti
423
428
Mehmed Akif'in Şahsiyeti
Veli ERTAN
430
Sayı
İSLAM:
VE
İNSAN
Süleyman Hayri BOLAY
•
nsan, en mühim varlık! Yaratılışın, alemin, nahi nizarn ve emirlerin ancak
mana kazandığı aziz varlık. Seven, sevilen ve sevdiren, bilen,
bilemeyen, yükselen ve alçalan fani varlık. Medeniyetler kuran ve yıkan, çağ
deği§tlren, iyi ve kötü arnelleriyle de olsa ebedi hayatın yegane namzedi ve
layıkı olan varlık.
Böyle bir varlığa İslam nasıl bakmış ve ne değer vermiştir? O, insanı
bugünün ilimleri ne yönden ele almışsa o yönlerden ele almış; fazla olarak
onu manevi bir varlık olarak gözönünde bulundurmuş, bütün sistemini de bu
esası nazar-ı itibara alarak kurmuştur.
Çağımızın bB.zı ilim dallan çoğu zaman insana maddi bir varJık nazarıyla
bakmış, sadece bedeninin ihtiyaçlarını gözönüne almış, karnını doyurmakla,
içgüdülerini bilhassa cinsi içgüdüsünü bol bol tatmin etmekle bütün mes'elelerinin hallolacağını zannetmiştir. Böylece onun mutlu olacağını sanarak, ona
çok ucuz bir gaye ve ideal çizmişler, daha doğrusu onu gayesiz doJaşıp içgüdülerinin emrini yerine getirmekten başka hareketi olmayan varlıklar derecesine düşürmüşlerdir.
Halbuki insanları mes'ud eden şeyin sadece yiyip içmek ve cinsi (bedeni)
arzularının tatmini olmadığı, son zamanlarda daha iyi anlaşılmıştır. Zira bu
hesaba göre yeti§tirilen -bilhassa- Batı gençliği mutluluğa erip, olguulaşıp
sakinıleşmesi gerekirken, daha da çok "bunalıın"lara düşmekten kurtulamamaktadır. Bu sebeple onu esas mes'ud eden şey manevi değerler olduğu kabru edilmelidir. Insan, diğer insanlarla içtimat hayatı meydana getirir. Bu hayat fertlerin karşılıklı tesir ve nüfuz yoluyla meydana getirdikleri manevi değerler
hayatıdır. Bu hayatta insanlar -tabiatları icabı- her an çeşitli içgüdüleriyle
karşı karşıya gelirler. Insanoğlu bu içgüdülerin karşısına nefis terbiyesi ve
kuvvetli bir irade ile dikilip de onları dizginleyebildiği müddetçe, o içgüdüler
bu zengin manevi hayatı temsil eden maddi semboller halini alırlar.
ı kendisiyle
unun da
dışardan
konulan nizamlarla ve zorlamalarla tahakkuk etmesi
Çünkü insanları sadece harici nizamJarla idare
etmenin yani vicdaniara ve idrii.ke hükmetmenin formülü henüz keşfedileme­
miştlr. Insanlık durdukça da bulunacağa benzemez. Bunun için de en iyi hal
çaresi mes'eleyi insanın kendi içinde kendisine hallettirmektir. Kısacası kuvvetli bir vicdan, irade ve nefis terbiyesiyle insanı kendisine kontrol ettirmektir.
Bu muazzam işi de yapabilen ve bunda muvaffak olan biricik nizarn yine
B
imkansız olduğu ii.§ikardır.
tslam'dır.
tslilm,
insanı,
önce onun menşei noktasından ele a.Imıştır. Asırlardır Him
bu mes'eleyi o kesin bir çözüme bağlarken, insanın
adaınlarmm ·çözemediği
411
nefis şuurunu da. ta baştan itibaren yükseltmiş ve ona.
lefiyetinin büyüklüğünü ha.tırla.tmıştır.
ınes'uliyetinin,
mükel-
Ona göre insan vücut olarak topraktan, çamurdan yaratılmıştır; yani hayvandan tekamül etmiş olması -son zamanlardaki ilmi araştırmalarla da ortaya çıktığı gibi- do~ değiJdir. !şte bu maddi varlığa Allah (C.C.) kendi varlığından ruh üflemiştir. Bu İlahi nefha ile insan esas hayatiyetlni ve mevcudiyetini kazanmıştır. Bundan sonra Allah ona dağların kabO.l etmekten çekindiği emaneti teklif etmiş, o da kabO.l etmi§tir.
!şte böyle bir varlık olan insan, !slam nazarında Allah'ın yeryüzünde halifesi olup diğer bütün mahlılkatın en üstünü ve en ııereflisidir. Bu sebeple ·de
onun emrine AJlah bütün varlıklan vermiş ve tabiat kuvvetlerini ram etmi§tir.
Binaenaleyh insanın hakim olamayacağı bir tabiat kuvveti yoktur. !slamiyette
insanı ilerlemeye ve ilme teşvik eden iman noktası da burası olsa gerektir.
Yalnız burada bir nokta hatırdan çıkarılmamalıdır: !nsan yeryüzünde görülmezden çok önce kendisi için gerekli bütün §artlar ve ortam tamamen hazır­
lanmış ve öylece yeryüzüne gönderilmi§tir. Artık binlerce yıl sürecek olan
insanın macera hayatı ve imtihan devresi başlamıııtır. Şu kadar var ki o bu
ııartlan -akh ve fikri sayesinde- kendine göre değiııtirmiş ve muhite uymak, onun esiri olmak yerine -hayvanlar böyledir- muhiti dainıa kendine
uydurmuştur.
tsia.miyet her verlığı insanın emrine vermekle, hatta meleği ve şeytanı
ona secde ettirmekle -ki şeytan kabul etmedi ve bu yüzden lanete uğradı­
onun nefis ve gururu ve şuurunu yükseltmiştir. Halbuki insan bedeni olarak
melek ve şeytandan aşa.ğıdır; çünkii çamurdan ma.hlfiktur. Melek nurdan, şey­
tan ise ateşten yara.Wmıştır. (Şeytanın isyan sebebinin birisi de budur.) Fakat insan isterse, bedeni arzuları, ihtirasları ve içgüdüleri kontrol altına alarak rılhi bakımdan en üstün dereceye yükselebilir. Meleğiri çamurdan yaratılmış olan insana secde etmesinin manası, bu hususa açık bir delil olsa gerektir. Ve Peygamberimiz'in Mi'rac'da Cebrail (A.S.) dan öteye geçebilmesi
bu yükselmeye bir misaldir.
Ş sebeple
eytanın
gurura kapılarak insana secde etmemesi, Allah'a asi olması, bu
ebedi lanete uğraması da Kur'an-ı Kerim'de birkaç yerde tekrar
ediJmiştir. Zaten bazı hususların muhtelif yerlerde aynen veya deği§ik tarzda
tekrar edilmeSi Kur'an'ın telkin metodlanndan birisidir. ݧte bu tekrarla da insana bir husus aniatılmak ve muhtelif fırsatlarda hatırıatılmak istenmi§tir:
Insan dikkatli olmazsa şeytan gibi boş yere gurura kapılıp onun tuzağına düşebilir ve kıskançlığına kurban gidebilir. Sapıtıp · dala.Iete düşebilir. O zaman
kendisini ne ilmi, ne irfanı, ne aklı, ne fikri kurtarabiJir. Tıpkı şeytana ilminin bir fayda vermediği gibi. Hem onun ilmi insanlarınki gibi cüz'i de değil­
di. o vaktiyle meleklere uzun müddet hocalık etmişti. Bu sebepte Kur'an-ı
Kerim birkaç yerde insana mağrur bir eda ile yürümemesini ihtar ediyor ve
ne dağlara kadar yükselebileceğini, ne de yeri yarabileceğini hatırlatarak_ insanın aczini de gözü önüne seriyor; böylece ona böbürlenmenin boş ve yersizliğini anlatıyor.
Binaenaleyh Kur'an insana bedenini ve sıhha.tini fuzuli yere tehlikeye sokdaha da öte, tertemiz rUhunu ha.yvani ihtira.sla.rla kirletmemeyı ve
dolayısıyla. hakiki huzur ve saadetini kaybetmeden dünyasını, alıiretint berbat
değil abM etmeyi öğretmiş, bunun yolunu göstermiştir. İslam'ın ııeytanı, inmamayı,
412
sanın açık ve en büyük düşmanı ilan etmesindeki maksadı da budur. Böyle
yapmakla da insandaki mücadele ve savaş içgüdüsünün lüzumsuz yere birikip
bunalımlar hasıl etmemesini, ferde ve topluma zarar vermemesini temin etmiş,
böylelikıle biriken enerjinin bir kısmını kanalize etmiştir.
İslamiyet, insanı
ve onun ayakbaşı nefsin şerrinden,
ve saptırmalarından korunmasının ve kurtulmanın
yollarını da göstermiştir. Hatta bunu bizzat kendisi yapmıştır: İnsana birtakım vazife ve mükellefiyetler vermek suretiyle bunların başında namaz ve
oruç gelir. Bunlar ruhu temizleyip yükseltmek, nefse hakim olmak ve iradeyi
bilemek gibi meziyetler kazandırır insana. Bunun için "Namaz dinin direği,
mü'minin mi'racıdır." buyurulmuştur. Namaz ve oruç -uyularak tam yapıl­
dığı takdirde- insanı her türlü kötülüğe karşı koruyan birer set vazifesini
görürler. Dolayısıyla insanı ebedi huzur okyanusuna götüren nurlu birer ır­
bu
azılı düşmanından
bunların müşterek iğfal
maktırlar.
cı!
u halde
11
kısından
İslam insanı,
içgüdülerinin, sonsuz ihtiras ve arzularının ezici baskurtarmayı, oıru hürriyetine kavuşturmayı
hedef edinmiştir. Böyle bir insan herşeyden evvel çelikleşmiş iradesiyle kendine
tam hakim, nefsine itimadı ç.ok fazla, nefis şuuru ve vekarı yerinde, rfihi muvazenesi mükemmel, sıhhati, maddi ve manevi gücü tam olan bir kimsedir.
Böyle bir insan artık çalışması, gayreti, cesareti, aklı ve fikriyle ebedi saitdete,
sonsuz huzftra hak kazanmış, Allah'm ka.rşısma yüz akı ile çıkma imkanına
kavuşmuş olmaz mı? O bu şekilde aynı zamanda çok önceden .Allil.h'a vermiş
olduğu kulluk va'dinden de dönmemiş olur!
ve
boyunduruğundan
Sonra insan yeryüzüne atılıvermiş, Cennetten çıkarıldıktan sonra hiç yüzüne bakılmamış, kimsesiz ve giinah yüklü bir varlık da değildir. İslam böyle
bakmaz insana, bilakis insan, daima kendine hidayet rehberi peygamberler ve
kitaplar gönderilerek, ona en büyük manevi destek olunmuş bir varlıktır. Bu
bakımdan İslam insanı olduğu gibi, hayattaki davranışı,
tabiat ortasındaki
yaşayışı ile duyguları, düşünceleri, içgüdüleri, bedeninin bütün arzu ve ihtiyaçları, ruhunun en ince duyarlıkları, temayülleri, kin ve sevgiıleri ile, yani
faziletleri ve reziletleri, ruhunun yücelikleri, bedeninin düşüklükleri ile birlikte, bir bütün olarak kabul eder. Onun vücudunda birbirine zıt ve düşman
unsurların yanyana bulunuşu buna kafi delildir. Hatta sevginin ve tmanın
m-erkezi sayılan kalbde kin ve nefretin; aklın ve düşüncenin merkezi olan kafada her türlü insani ve şeytani fikriu bir arada bulunması hatırlanırsa bu
husus daha iyi anlaşılır. Ama bu vücutta pislik var diye barsaklan çıkarmak
yersiz bir hareket olduğu gibi, insandaki kötülükleri söküp atmağa çalışmak
da yersizdir. Mühim olan onların sökülüp atılamayacağını bilmek, bunun için
de faziletleri geliştirip bu yolla kötillüklere set çekmek, onları körJetrnek ve
onlara tam hakim olmak lii.zımdır. !şte İslam bir binanın yapısında her çeşit
taş ve tuğlanın kullanıldığı hakikatını gözden ırak tutmadığı ve bu taıı-tuğ­
laların bir araya gelmesinden binanın ortaya çıkacağını bildiği için "insan"ı da
bir küll olarak kabul eder. Ve bu sebeple ·her iki cihetin -maddi ve manevi
cihetıer- hal&ını, muayyen ölçüler ve prensipler dairesinde tam olarak verir.
Şu halde İslam'ın insan telakkisi realisttir. Hıristiyanlıktaki gibi insanın kaldıramayacağı yükler yüklememiştir. Hele hele tabiatma uymayan tavsiyelerde
bulunmamıştır. Mesela Hıristiyanlİk, "Sağ yanağına bir tokat vurulursa, sol
yanağını da çevir" diye tavsiyede bulunur. Bu, insanın yapamayacağı, realist
olmayan bir tavsiyedir.
413
Aynı
ne kötü mayadan geldi~ ve hiçbir zaman
gibi-, ne de hiçbir zaman bozulına­
yıwağını kabfil eder. BilAkis onun her an düzelmeye ve bozulmaya miisait olduğunu bilir ve esaslarını buna göre koymuştur. Hatta her gün kılman be§
vakit namazda bile bu mana vardır. Bütün bunlan gözönünde bulundurduğu
için İslam insanın günah i§leyebileceğini hesaba katarak ceza ve af müessesesi kurmuııtur. Bu sebeple günahı da, sevabı da, cezayı da, müka.fatı da, af,
rahmet ve ııefkati de insan için koymuştur.
7-1\Dl&»da.
İsıa.m, insanın,
dözelmeyeceğini -Hırtstiyanlıkta olduğu
ur'an'a göre insan beden (madde) olarak
kötillöğe, ruh olarak da hayra
Ruh ise İlahi Alemden bir emirdir ve isterse tekrar, geldiği temizlikte o Aleme yükselebilir. Aksi halde bedeni arzulannın esareti altına girerek çürür gider. Huzura çıkmaya imkan da
kalmaz. Şu halde insan iyi ve kötü cevhere müştereken ve aynı anda sahiptir.
Bu da onun sevap ve günah işlemeye ne kadar müsait olduğunu gösterir.
1 meyillidir. Çünkü beden tabiata
bağlıdır.
Kur'an'da Alliıh'm insana şah damarından daha yakın olduğu ve ondan
ancak imansıziann ümit keseceği haber veriliyor. Öyleyse insanın en dar ve
ümitsiz anında ona yepyeni bir ümit kapısı açan, onun elinden tutan o Yüce
Allah'dır. Bu yüce inanıştır. ݧte insanı hayata bağlayan, ona hayatı sevdiren, bütün meşakkatlerine rağmen intihardan alıkoyan bu imanın kaybolduğu,
bu bağın koptuğu anda insan kendi hayatına kendi eliyle son verir ki İslam
bu hareketi haram kılmıştır. Sadece yasaklamakla kalmamış, önleyici tedbirler alarak intihara iten maddi ve manevi ihnil.Jeri ortadan kaldırmıştır. Bunun
içindir bilhassa Islam ülkelerinde intiharlarm az oluşu. Imanın daha kuvvetli
olduğu eski devirlerde daha da azdı. Hatta bu hususu meşhur sosyolog Durkhelm "İntiharlar" adlı meşhur araştırmastyle ilmen tesbit etmiştir.
tııte aynı inançtır, insanı
esir değil hür kılan, kula kul olmaktan kurtaran,
gezdiren, kendisini esaret altına almak isteyene kai'§l kafa tutturup
isyan ettiren ...
alnı açık
1 Ilah
serbest bırakmış. Onu her an imtihana tabi'
onu bu iki yoldan birini seçmekte muhtar kılmış,
isabetli ve doğru bir seçim yapabilmesi için de bilme, duyma ve hakikatı arayıp bulmak güçlerini vermiştir. Yoksa iradesini elinden alıp da mes'uliyet
yüklememi§ ve cezalandınna yoluna gitmemiştir.
insanı
iki yol
ağzında
tuttuğunu hatırlatmış,
Görülüyor ki İslam insanı menşeiyle birlikte fert olarak ele almış, onun
bütün psikolojik, zihni, maddi ihtiyaçlarını nazara almı§, onu ruh asaleti içinde bozulmadan temiz tutabiirnek için gereken tedbirleri almış, onun için yaşama ortamı hazırlamış, onun ancak bu cemiyette (ortamda) bozulmadan
kendisini muhafaza edebileceği hakikatı üzerinde titremi§tir. Artık bu andan
itibaren insanın içtimai (sosyal) hayatı, davranışı ve vazifeleri ortaya çı­
kar ki bu husus insanın İslam'daki sosyaJ yahut sosyolojik cephesini teşkil
eder. Bu da ayrı bir araştınna ve kitap mevzuudur.
Yalnız İslam'ıİı insana çalışmayı emrettiği, atalet, miskinlik, bedavacılık
ve
hazıra konuculuğu
merdut
saydığı
hiçbir zaman
batırdan çıkanlmamalıdır.
Insana yeni bir değer ve ıruıruı kazandırmak gerektiği ve onu yeni ba§ta.n
usta ve imanlı ellerde inşa etmenin zarureti gün gibi hakikat. Aksi halde hiçbir sistem bu milleti kurtara.nıaz. Onun için önce insan... diyoruz. İşte İslam,
işte onun insanı .•.
414
Download