´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” EDİTÖR ÀÍYjºA ÄjºA A ÀnI Yıl 6 Sayı 69 Haziran 2011 “İlmihal, ilmihal, ilmihal, ilmihalinizi öğrenin, ilmihalinizi öğrenin” diye adeta feryat eden Allah dostu bizi en güzel bir yola sevk ediyormuş meğer. İlmihal denince hal ilmi. Bulunduğu hal ne ise bir insanın o hale lazım olan bütün ilimleri bilmesi üzerine farz. Ticaretle uğraşan bir kişiye helalinden kazanması için “ticarette neyin helal, neyin haram” olduğunu bilmesi, evlenmeye kalkışan bir kişinin evliliğin hükümlerini “nikâh, mehir, talak, iddet” vs. bilmesi, zenginliğe ulaşan bir kişinin “zekât ve ona taalluk eden konuları bilmesi gibi “bulunduğu halin ilmini” öğrenmek her Müslüman erkek ve kadına farzdır. Bunların yanında sahih bir ehl-i sünnet inancına sahip olabilmek için akaidi iyi bilmeliyiz. Hele günümüzde zehrin altın kâselerde sunulduğu “Yahudi ve Hıristiyanların kâfir olmadığının” Müslümanlar! tarafından savunulduğu ve Yahudi ve Hıristiyanlarında cennete gideceğine fetvalar ve deliller getirildiği, kader inancının sonradan emeviler döneminde uydurulduğu, kabir azabının olmadığı, İsa (a.s)’ın ölüp gittiği ve inmeyeceği, ehl-i sünnetten sapmış dalalet fırkalarıyla ehl-i sünnet olmanın bir farkının olmadığı… gibi ehli sünnet inancının yok edilmeye çalışıldığı zamanımızda bir Müslüman dinini nerden, kimlerden öğrendiğine dikkat etmelidir. Bu meyanda bizlerde üzerimize düşeni yapmaya çalışarak okurlarımızı dini eğitim ve öğretimde duyarlı olmaya çağırıyoruz. Başkalarının gündeminden sıyrılarak Kur’ân’ı ve dini öğrenmeyi gündeme taşıyoruz. Dolu dolu bir “islamî eğitim – öğretim” dosyamız var. Nureddin Yıldız hocamız “Eğitimde Rabbanilik” başlığıyla, Dr. Ramazan Şahan hocamız “Hidayet ve hayat rehberimiz Kur’an” çalışmasıyla, Mehmet Talu hocamız “Tatilde çocuklara Kur’an öğretimi ve İslami eğitim” adlı çalışmasıyla, Fuat Türker hocamız da “Yakınlarınızı Ateşten Koruyun” diyerek katkıda bulunuyor dosyamıza. Röportajcımız Aydın Başar söyleşilerine devam ediyor ve Nureddin Yıldız hocamızla “Din dindardan öğrenilir” başlığıyla enfes bir sohbeti sizlerle paylaşıyor. Dr. Ebubekir Sifil hocamız “mehdi ve Mesih” konusunu işliyor. Nihat Morgül hocamız “Allah’ın Rahmet İklimi: Üç Aylar” diyerek bizleri manevi iklimden nasiplenmeye çağırıyor. Ahmet Haliloğlu hocamız ise ulema ve mürşitlerimizin hizmetini yazıyor. Hasan Başar kardeşimiz “İslamiyet kendi kavramları üzerinde yükselir” diyerek katkı sağlıyor. Ayrıca Emre Topoğlu, Yusuf Karagözoğlu, Çocuk sayfası ve diğer yazılarla birlikte dergimiz yine dolu dolu. Nureddin Yıldız Bu sayımızdan itibaren sohbetleriyle, kitaplarıyla ve çalışmalarıyla yakından tanıdığınız Nureddin Yıldız hocamız yazılarıyla her ay bizlerle olacak. Kendisinin yazar kadromuza katılmış olması bizleri ziyadesiyle heyecanlandırmış ve mutlu etmiştir. Yoğun çalışmalarına rağmen bizleri kırmayarak aramıza katıldığı için Nureddin Yıldız hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Allah kendilerinden razı olsun. Daha iyi Burhan’larda buluşabilmek dileğiyle Allah’a emanet olunuz. AYLIK İLİM KÜLTÜR DERGİSİ Yıl: 6 Sayı: 69 Haziran 2011 SAHİBİ Burhan Basın Yayın içindekiler Eğitimde Rabbanîlik 4 Nureddin YILDIZ HİDAYET VE HAYAT REHBERİMİZ KUR’AN 10 Dr. Ramazan ŞAHAN Eğitim ve Tur. Ltd. Şti. SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Serdar TAŞAR TATİLDE ÇOCUKLARIMIZA KUR'AN ÖĞRETİMİ VE İSLÂMÎ EĞİTİM... 18 Mehmet TALU YAYIN DANIŞMANLARI Prof. Dr. İbrahim BAYRAKTAR Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN Yard. Doç. H. Murat KUMBASAR YAYIN KURULU Yusuf ELİBOL ÇOCUKLAR TATİLDE YAZ KURSLARINA GİTMELİ Mi? 26 M. Emin KARABACAK Allah’ın Rahmet İklimi: Üç Aylar 30 Nihat MORGÜL Ramazan ÇAKIR Aydın BAŞAR Salih AYDIN Hikmetli Söz: Hacı Şaban Efendi (K.S.) 33 Musa KARACA REDAKSİYON Mürsel LÜLECİ Röportaj Nureddin Yıldız: “Din Dindardan Öğrenilir” 34 Aydın BAŞAR DAĞITIM ORGANİZASYONU Asim AYDOĞDU 0538 233 5000 Fiyatı Hikmetli Söz: Ahmed er-Rufai Hazretleri (K.S.) 39 Tek Sayı: 6 TL 1 Yıllık (12 Sayı) Abone: 72 TL 6 Aylık Abone: 36 TL MESİH ve MEHDİ 40 Dr. Ebubekir SİFİL Yurtdışı 1 Yıllık Abone: 75 Euro Abonelik İçin Hesap Numaraları İSLAMİYET KENDİ KAVRAMLARI ÜZERİNDE YÜKSELİR 46 Hasan BAŞAR Posta Çeki No: 5091167 Türkiye Finans Sultanbeyli Şubesi Hesap No: 291928-1 Son Devrin Din Alimleri 50 Ahmet HALİLOĞLU IBAN:TR67 0020 6000 6300 2919 2800 01 Ziraat Bankası Sultanbeyli Şubesi Hesap No: 1673–44165588 IBAN:TR690001001673441655885002 MARKS’IN KASVETİ VE HAKİKAT HÜZMELERİ 54 Emre TOPOĞLU YAYIN VE İLETİŞİM ADRESİ Mehmet Akif Mah. Kuran Kursu Cad.No: 87 Modern İnsan İdeolojilerin Kıskacında 60 Yusuf KARAGÖZOĞLU Sultanbeyli / İST. Tel: +9 (0216) 498 94 00 Faks: +9 (0216) 498 94 00 İNTERNET ADRESİ [email protected] [email protected] www.burhandergisi.com BASKI Milsan A.Ş. 0212 697 1000 YAYIN TÜRÜ Aylık Süreli Yayın Gönderilen yazılarda editör ve yayın kurulu değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yayınlanan reklamlardaki ürün ve hizmetlerin sorumluluğu reklam verene aittir. Yer Sofrası Kültürü 66 Aydın BAŞAR Burhan Çocuk 68 Musa KARACA 4 Eğitimde Rabbanîlik Nureddin YILDIZ Tatilde çocuklarımıza Kur’an Öğretimi ve İslami Eğitim... 18 Mehmet TALU Röportaj Nureddin Yıldız: “Din Dindardan 34 Öğrenilir” Aydın BAŞAR MESİH ve MEHDİ Dr. Ebubekir SİFİL 40 50 Son Devrin Din Alimleri Ahmet HALİLOĞLU ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” Eğitimde Rabbanîlik Nureddin YILDIZ ¸ Her şeyden önce eğitim kavramı, küçük çocukların yetiştirilmesi olarak anlaşıldıkça içine girilemeyecek demektir. Eğitimi küçük veya büyük, insanın Çocuklarımızın eğitilmesinde kısa vadeli düşünceler sakıncalıdır. Beş yıllık planlarla iş yeri kurulabilir ama insan yetiştirilemez. Uzun, en uzun olan hesaplarla yola çıkılmalıdır. Bir anne babanın çocuğuyla ilgili planı, doğumdan önce başlamalı ama ölümle bitememelidir. Bir çocukla cennette sürdürülecek beraberlik hesap edilerek plan yapılmalıdır ki, o plan meleklerin de desteği ile sürsün. Diploma, iş gibi kısır ideallerin öldürdüğü planlar, sadece dünyeviliği yansıtır. yetiştirilmesi olarak anlamalıyız. ¸ Eğitim adına okulu yeterli görmek yanlışın ilk basamağıdır. Okul hayatın ne kadarıdır ki eğitimin bütünü olsun? Öğretimle eğitimi karıştırmamalıydık. ¸ Müslümanlar olarak, eğitimimizin en önemli basamağının evlerimiz olduğunu anlamakta geciktik. Anladıktan sonra da eğitimle ilgili kitaplar alıp kitaplığa koymayı yeterli gibi gördük. Hâlbuki asıl eğitim, anne babanın eğitecek kıvama gelmesi ile mümkündür. Müslümanlar, iyi bir okul iyi bir öğretmenden önce iyi bir anne iyi bir baba bulmalıydılar. ¸ Biz, bugünkü neslin de yarınki neslin de eğitiminin rabbanîleşmesi ile Allah katındaki mesuliyetimizden kurtulabileceğimiz bir eğitim vermiş oluruz. 4 ¸ Eğitimimizin rabbanîleşmesinin, çocukların genç Evlerimizin rabbanîleştirilmesi, mescitlerimizin yaşta Kur'an okumalarını, ilmihâl bilmelerini sağla- rabbanîleştirilmesi de öncelikle evlerimizin esası olan makla oluşmayabileceğini de idrak etmeliyiz. Rabba- kadınlarımızın rabbanîleşmesini ve o rabbanîleşmenin nîleştirme simgesi durumunda olan Meryem’e benzemeleri ihti- önce mantık ve idrak üzerinden sağlanmalıdır. yacını karşımıza çıkaracaktır. Mescitlerimizde, mihraba geçip tekbir getirerek batıla ve nefse karşı savaş orta- EĞİTİMİ İDRAK ETMEK mında bizi idare eden durumundaki imamlarımızın, Eğitim adı ‘okul’ olan kurumların tek başına yürüttüğü bir iş değildir. Ev, iş yeri, çevre ve en önemlisi mescit eğitim kurumudur. Bu kurumların arasında da en güçlü eğitim kurumu evlerdir. Eğitimin şu veya bu vasıftan çıkarılıp rabbanîleştirilmesi düşünüldüğünde bunu, okulların rabbanîleştirilmesi şeklinde anlarsak hem şu an için zor bir talepte bulunmuş oluruz hem de köklerini ihmal ettiğimiz bir ağacın dallarını süslemeye Allah'ın adını her gün yücelten müezzinlerimizin kimin vekili olduklarını, kimin makamına vekâlet ettiklerini müdrik olarak iş yapmalarını gerektirecektir. Namazı memurluk gereği kıldıran arkasında kılınan namazın eğitim gücüyle, kendisini Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin makamında cılız bir vekil olarak görüp ayaklarının bağı kesilerek namaz kıldıran bir imamın arkasındaki namazın eğitim gücü aynı olabilir mi? kalkarız. Eğitim, insanın bulunduğu ve yetiştirildiği her Kendisini Allah'ın insan üretmek için seçtiği bir fabrika yerde eğitimdir. gibi görüp, doğurduğunu Allah'a adama lezzetini hisseden mü'min kadınla, erkeğinin hakkı olduğu için bir Eğitimi rabbanîleştirmek, evlerimizin kıblegâh çocuk doğurmayı kabul eden kadının kıyas edilmesi olmasıdır. Yazlık anlayışımızın, tatilimizin, eğlencemi- mümkün müdür? Eğitim için okuldan önce ev seçil- zin şer’ilik vasfına haiz olması da eğitimimizin rabba- melidir. En büyük öğretmen annedir. Anneyi yetiştire- nîleştirilmesi meyenlerin iyi öğretmen arayışları, gece karanlığında süreci içindedir. Kurduğumuz derneklerin, vakıfların, şirketlerin helal-haram süzge- odun toplamaya benzetilse yeridir. cinden geçerek kurulmasını temin etmedikçe, çocuklarımızın hayatlarının bir bölümünde devam Çocuklarımızın eğitilmesinde kısa vadeli düşün- edebildikleri okulları arzu ettiğimiz seviyede ve kali- celer sakıncalıdır. Beş yıllık planlarla iş yeri kurulabilir tede görmeyi isteme hakkımız da olmayacaktır. ama insan yetiştirilemez. Uzun, en uzun olan hesaplarla yola çıkılmalıdır. Bir anne babanın çocuğuyla ilgili planı, doğumdan önce başlamalı ama ölümle bitememelidir. Bir çocukla cennette sürdürülecek beraberlik hesap edilerek plan yapılmalıdır ki, o plan meleklerin de desteği ile sürsün. Diploma, iş gibi kısır ideallerin öldürdüğü planlar, sadece dünyeviliği yansıtır. RABBANÎ BİR EĞİTİM İÇİN a- Eşyayı ve insanı yerli yerine oturtmak birinci esas olmalıdır. İnsan her şeyden öncedir. Her şey insan için vardır. İnsan da Allah'a kulluk için vardır. Plan ve çalışma bu mantık üzerine kurulu olmalıdır. Ahiret için yaşıyoruz ama ahiretimizi dünya üzerinden kazanacağız. Ahireti istediğimiz gibi dünyadan da nasibimizi unutmayız. Dünyanın bütün mübahlarına talibiz fakat hiçbir mübah boğulma ve erime nedenimiz Haziran 2011 5 Öncelik planı örneği ¸ Akide fıkıh bilgisinden önce gelmelidir. ¸ Fıkhın ana bilgileri, farzlar/haramlar ayrıntılı bilgilerden öncedir. ¸ Kur'an ve Sünnet diğer ilimlerden öncedir. ¸ Kur'an’ı namaz kılacak kadar öğrenmek, onu okuyarak ibadet etmekten öncedir. Kur'an okuyan mü'min olmak onu ezberlemekten öncedir. Amel edecek kadar hükümlerini bilmek, tefsirini okumaktan öncedir. ¸ Hadis ilmi için de Kur'an ilmi için söylenenler geçerlidir. ¸ İlmihâl bilgileri diğer fıkıh bilgilerinden öncedir. ¸ Yeteneğimizin uygun olduğu ilim dalı, zorlanacağımız ilimden öncedir. ¸ Çevrenin iyi olması, iyi bir okul ve iyi bir öğretmenden öncedir. olmamalıdır. Eşyanın doğal yeri, insanlar arasındaki ilimler arasındaki sıralamanın yanlışlığıdır. Anatomiyi doğal tasnif, Allah'ın yaptığı tasniftir. Modern gelişme- bilmeyene cerrahi tatbikatının yaptırılmasındaki ağır lerin ortaya çıkardığı tasniften, dinimizin temel esas- hata bunun örneği sayılabilir. İkincisi de Allah'ın her larına aykırı olanı alamayız. Eğer dinimiz ahlâkı öne insana farklı yerleştirdiği yetenekleri yok sayarak her- çıkardı ise biz, işi ve sermayeyi öne çıkaramayız. Me- kesin her alanda uzmanlaşabileceği anlayışını yansı- sela bir aile tesisi için ‘dininden ve ahlâkından razı ol- tan yetenek farklılığına rağmen bir alanda eğitim duğunuz’ birini uygun görün dedi ise bunun yerine baskısıdır. Bunun örneği olarak da farz ilim olarak biz, işi ve kazancı öne çıkaran bir anlayışı kabul ede- namaz kılacak kadar Kur'an bilmenin yeterli olacağı meyiz. kabiliyet sahibi bir insana bütün Kur'an’ı ezberleme zorunluluğu getirme hatası sayılabilir. Herkes yeteneği b- İlimler arasında öncelikli ve daha önemli ayrımı yaparız ama gereksiz ilim görmeyiz. Akide ilmi al- ile baş başa bırakılmalıdır. İlmin yersiz verilmesi de bir tür cahil bırakmadır. fabeden öncedir. Konuşmayı, yazmayı bilmeden hatta c- Tefekkürde aşırılığa sevk edecek ifrat nedeni Kur'an öğrenilmeden akide öğrenilmelidir. Akide en olan eğitim de rabbanîlik açısından hatalıdır. Allah üst ve sarsılmaz yerine oturduktan sonra diğerleri sevgisi dışında sınırsız bir sevgi ve alaka yoktur. Hiçbir önem sırasına göre gelmelidir. Beşerî isimlerle adlan- ilgi ve bilgi abartılmamalıdır. Hor görülme, kıymeti bi- dırılan ilimler de insana yararı kadar önemli ve önce- linmeme seviyesine de düşürülmemelidir ama abartı- liklidirler. İlimsiz kalmak kadar ağır bir yanlış olan iki lan ilgi ve alaka, hayatın bir alanını abartıp diğer hataya düşmemeye dikkat ederiz: Bunların birincisi, alanlarında körelmeye neden olacaksa bu yanlıştır. 6 Haziran 2011 d- Bilgide ve uygulamada masumluk yoktur. nın gereklerinden biri de avam ve havas arasındaki Kimse de kâmil değildir. Kemal sıfatı Allah'a mahsus- algılama farkına dikkat ederek eğitim vermek olmalı- tur. Masumluk da nebilere aittir. Bizim eğitimimizin dır. Avamdan olmak yani bir ilim dalında derinleşme rabbanîlik kalitesini yakalayabilmesi için eğitenin ve imkânı olmayan bir mevkide olmak ilme ve eğitime eğitilenin üzerinde kemal ve ısmet sıfatlarının bulun- yüzeysel bakabilmek demektir. Eğiten ve öğreten kim mayacağını bilmiş olmalıyız. ise o, bu hakikate dikkat etmelidir. e- Bilgiyi uygulama için elde etmediğimiz sürece, h- Eğitim ve öğretim, açık seçik kavramlar üze- o bilgiden ibadet ecrinin oluşması mümkün değildir. rinden yapılmalıdır. İnsanlar sözlüğe muhtaç olmadan İbadet düzeyinde olmayan bir bilgi de kimseyi Rab- verileni alabilmelidir. bine kavuşturmaz. Bu kural, tefsir ilmi için de geçerlii- Kur'an’ımız, ‘güzel öğüt kullanmayı ve en güzel dir coğrafya ilmi için de. olanla Allah'a davet emeyi’ tavsiye ederken bize de f- Dinde yenilik peşinde olmak veya yeniliğe alet olmak da eğitimimizin rabbanîleşmesine mânidir. Dini eğitimin ana kurallarından birini göstermiş olmaktadır. olduğu gibi korumak ve bir sonraki nesle aktarmak asıl amaç olarak öne çıkarılmalıdır. j- Peygamberler başta olmak üzere Allah Teâlâ’nın Kur'an’da örnek gösterdiği isimleri ve Ümmet’in tari- g- İlim öğrenmede ve insan eğitmede tedric (adım adım gitmek) Kur'an medeniyetinin koyduğu hini yazan isimleri örnekliğiyle öne çıkaran bir eğitim tatbik edilmelidir. bir esastır. Hazmederek ilerlemek, birden ilerleme arzusuna göre daha başarılı bir metottur. Bu adımlama- k- Şatıbî, şu alanlarda gündem oluşturmayı, soru üretmeyi mü'min kültürüne aykırı bulmaktadır. (Muvafakât, Âl-i Selman baskısından özetle, 5/387) Böylece Şatıbî, eğitim ve öğretim önceliğimiz konusunda bize ışık tutmaktadır. - Din ve davet konusunda gereksiz olan tartışmalar, - Yeterli seviyenin üstünde kalan bölümü tartışmaya açmak, - Zamanı olmayan konularda gündem açmak, - Derin ve muğlak konulara dalmaya zorlayan konular, - Akıl yürütülemeyecek meselelerde fikir yürütmeye çalışmak, - Zorlamaya sevk eden, tabii seviyeyi aşan konular, - Kur'an ve Sünnet’a ters düşen konular, - Kur'an’ın müteşabih konularına yani Allah Teâlâ’nın kullarına açmadığı bilgilere dayalı konular, - Sahabe, selefi salihin ve ulema arasındaki tartışmaların öne çıkarıldığı konular. l- Eğitimimizin rabbanî olması muhasebe edilir ve tarafları muhasebeye hazır bir eğitim olmasını mecbur kılmaktadır. Kıyamet gününün hesabına hazırlanan Haziran 2011 7 mü'min, dünyada da bir hesap şuuru ile yaşamalıdır. Sireti Nebi’ye ait bu tatlı hatıra, her şeyden önce Ebu Davud’un Üseyd bin Hudayr radıyallahu anhtan sevgili Peygamber aleyhisselam efendimizin bir itiraza rivayet ettiği bir olay, örneğimiz ve önderimiz Resû- karşı nasıl cevap verdiğini örneklendirmektedir. Eği- lullah sallallahu aleyhi ve sellem üzerinden kendimize tim ve öğretim alanında bunun kadar cazip bir örnek öğüt almamıza yarayacak bir örneği temsil etmekte- nereden bulunacaktır? dir: Eğitim ve öğretimimiz muhasebeye açık tutulÜseyd cemaate konuşma yapıyordu. Konuşmasında da güldürücü espriler vardı. O cemaati güldürürken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elindeki bir odun parçası ile onu dürttü. Bunun üzerine Üseyd, kendisini incittiğini söyleyerek hakkını almak istediğini söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: malıdır; harcanan mal kadar harcanan umutlar ve emeller de muhasebe edilmelidir. m- Eğitimimizin rabbanileşmesinde en önemli etkenlerden biri de dünya nimetlerine kapılmaya karşı alınacak tedbirler olacaktır. ‘Hakkını al!’ (yani sen de bana vur.) dedi. Üseyd: Dinimizin bizden dünyadan el etek çekmeyi ‘Senin üzerinde gömlek var. Benim üzerimde gömlek beklemediğini bilakis dünya nimetlerinin de mü'min yoktu.’ dedi. kullar için sunulmuş bir lütuf olduğunu biliriz. Ancak her nimet aynı zamanda bir imtihandır da. Hiçbir Bu sefer Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem nimet hesapsız ve sınırsız sunulmuş değildir. Bu bilin- gömleğini kaldırdı. Üseyd Peygamber aleyhisselamı çle kullanılmaları halinde nimetler nimet olarak kalır. bağrına basıp onun böğrünü öpmeye başladı. Sonra Bu bilinç olmadan sunulan nimetler, nimetlikten çok da dedi ki: sıkıntıdır. ‘Ya Resûlellah! Ben bu öpmeyi istemiştim.’ (Edeb, 150/5224) 8 Sevgili Peygamber aleyhisselam efendimiz üzerinden inceleme yaptığımızda şunu görürüz: Tatlı ve Haziran 2011 güzel şeylerden hoşlanıyordu. Ama sürekli onlarla iç içe değildi. Sınırsız bir şekilde de onlara dalmıyordu. Kadınları sevdiğini defalarca dillendirmişti. Kesilmiş bir hayvanın etini gördüğünde ‘Şurasını daha çok seFARKLI BİR ÖRNEK! viyorum.’ demişti. Ashabı da bunlar çok iyi biliyordu. Bütün bunlara rağmen sevgili Peygamber aleyhissela- Ashaptan Abdullah bin Amr bin As’a birisi mın hayat tarzı zevklere dalmama, aşırıya kaçmama ‘muhacirlerin fakirlerden sayılıp sayılmayacaklarını’ üzerine kurulu idi. Nesil yetiştirirken oluşturduğumuz sormuş. O da: ‘Beraber olacağın bir hanımın var eğitimin, rabbanîlik düzeyini yakalamasının en önemli mı?’ demiş. ‘Evet.’ cevabını alınca: ‘Gireceğin bir mânilerinden biri, çocukların aile büyüklerinden daha evin var mı?’ diye sormuş. Cevap yine ‘evet’ lüks ve daha masraflı bir hayat yaşamaya alıştırılma- olunca: ‘Sen zenginlerdensin!’ demiş. Bunun üze- larıdır. İleriki dönemlerde kendilerinden büyük fedakârlıklar beklenecek bu gençlerin, hiçbir fedakârlık yapmadan, onun eğitimini görmeden tam aksine lüks rine adam: ‘Benim hizmetçim de var!’ deyince şöyle demiş: ‘Sen o zaman krallardansın.’ (Müslim, Zühd, 2979) düşkünü olarak yetiştirilmeleri hâlinde bu gençler kendilerini lüksün olmadığı hayata nasıl alıştıracaklar? Küçükken yapamadıklarını büyükken nasıl yapacaklar? Evet, lüks ve zevke uygun yaşamak bu asrın getirdiği bir imtihan çeşididir. O kadar ki fakirlik standardı yokluğu değil, lüksü bulamamayı temsil eder duruma gelmiştir. Cihat kalitesinde işlere aday olarak yetiştirilecek neslin; sadece sefere çıkma, silah kullanma, yazı yazıp kudretli konuşmalar yapma üzerine yetiştirilmesi yetmez. Nefsine mâni olabileceği, keyfinin bozulmasına karşı hazırlıklı olacağı bir ortamı gençler muhakkak görmelidirler. Telefonsuz da yaşanabileceğini, her istediğinin hemen olmasının her zaman mümkün olmayacağını bilmelidirler. Biz de ticaretin bile evden çıkmadan bir tuşla yapılabilir hâle gelmesinden kendimize ipuçları çıkarmalıyız. Ailelerimizde ‘infak günleri’ tayin edebilir, aile fertlerinin kendileri dışındakileri de kendileri gibi düşünebilecekleri fırsatlar üretebiliriz. Nafile oruca yoğunluk kazandırılması, böyle bir anlayış için iyi bir eğitimdir. İleriki dönemlerde kendilerinden büyük fedakârlıklar beklenecek bu gençlerin, hiçbir fedakârlık yapmadan, onun eğitimini görmeden tam aksine lüks düşkünü olarak yetiştirilmeleri hâlinde bu gençler kendilerini lüksün olmadığı hayata nasıl alıştıracaklar? En azından belli dönemlerde evlerimizde yeme içmeye sınırlar getirebiliriz. Mesela bir ay yağ tüketimini, öbür ay şeker tüketimini kısabiliriz. Bir hafta kahvaltıları normalleştirebiliriz yani bir iki çeşitle yapabiliriz. Nefsimizin çok arzuladığı şeylere ara sıra sınır koyabiliriz. Kesinlikle selefimizin hayatına dair bize ciddi yollarla ulaşan bilgileri ailece okuyup öğrenmeliyiz. Haziran 2011 9 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” HİDAYET VE HAYAT REHBERİMİZ KUR’AN Dr. Ramazan ŞAHAN* KUR’AN NEDİR? “Sizler insanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Kitab'ı okuduğunuz halde, aklınızı kullanmıyor musunuz?”28 Kur’an; insanları karanlıklardan aydınlığa, dalaletten hidayete, küfür cenderesinden iman bahtiyarlığına ulaştırmak için, 1400 küsur sene evvel, 23 yılda, Allah (c.c.) tarafından Hz. Muhammed’e çeşitli vesilelerle, Cebrail vasıtası ile, vahiy yoluyla indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, tilâvetiyle ibadet edilen, dünya ve ahiret nizamını sağlayan, Arapça, semâvî, ilâhî, mûcize ve kutsal bir kitaptır. KUR’AN KELİMESİNİN ANLAMI Kur’an; Arapça “ / karae” fiil kökünden türemiş, ism-i mef’ul/edilgen sıfat anlamında “ ........... fu’lan” vezninde/hece ölçüsünde mastar bir kelimedir. Bu kelime okumak, okunan, okunması gereken, çokça okunacak olan bir kitap demektir. Allah (c.c.) bir ayette “Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak (Kur’ânehu) bize aittir. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen 10 onun okunuşunu (Kur’ânehu) takip et.”1 buyurmuştur. Bu ayetlerde Kur’an’ın bu “okuma” manası aynen ifade edilmiştir. Demek ki Kur'an deyince aklımıza her şeyden önce okumak gelecektir. Zaten Kur'an’ın ilk emri de .... /“oku!” olmuştur.2 Böylece Kur'an’ın kelime anlamını öğrenirken ona karşı yapacağımız en önemli görevlerimizden birini de kavramış bulunuyoruz: Okumak. KUR’AN’A GÖRE KUR’AN Kendi ifadesiyle Kur’an “Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (Allah’a (c.c.) karşı gelmekten sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.”3 O şüphe götürmez, üzerinde tartışma ve tereddüt kabul etmez, muttakilere yol gösteren ilahi bir kitaptır. Bir başka ayet-i kerime’de de Kur'an-ı Kerîm şöyle tarif edilmektedir: “Şüphesiz bu Kur’an en doğru yola eriştirir. İslâm’ın amel-i salih denilen emirlerini yaşayan mü’minlere büyük ecirler müjdeler. Ahrete inanmayan kafirlere ise elem verici bir azap hazırlandığını bildirir.”4 HADÎS-I ŞERÎF’TE KUR'AN-I KERÎM Kur'ân-ı Kerîm’i en iyi tanımlayacak olan Peygamberimiz’dir (s.a.v.). Zira Kur'ân-ı Kerîm ona indirilmiştir. O halde Kur'ân’ı ve özelliklerini onun hadîsi şerîflerinden dinleyelim: Hz. Ali: Hz. Ali (r.a.) demiştir ki: - Ben Rasûlullah’ın (a.s.) şöyle söylediğini işittim: - “Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!” - Ben hemen sordum: Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Rasûlü? Buyurdular ki: - “Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin durumlarıyla ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmet ahvâli ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taatisyân, haram-helâl vs. türünden) cereyân edecek olayların da hükmü vardır. O, hak ile batılı ayırd eden ölçüdür. O'nda her şey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helâk eder. Kim O'nun dışında hidâyet ararsa Allah onu saptırır. O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan arzu ve istekleri kaymaktan, kendisini (kıraat eden/okuyan) dilleri iltibastan, karışıklıktan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokça tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren harika yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: ‘Biz, hiç duyulmadık bir Kur’ân/okuyuş dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz ona (Allah kelâmı olduğuna) inandık…’5. Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren.”6 KUR'AN-I KERÎM KARŞISINDA ÜÇ FARKLI GRUP Allah Teala Kitabında şunu haber vermektedir: Haziran 2011 11 “Sonra Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlardan) kimi (bu şerefi terk ederek) kendisine zulmeder (yazık eder), kimi ortadadır (normal bir halde yoluna devam eder), kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.”7 Ukbe bin Âmir (r.a.) anlatıyor: “Biz Suffa'da iken Resûlullah (a.s.) (evinden yanımıza) çıkarak: - “Hanginiz her gün hiç günah işlemeden ve akrabalık bağlarını da bozmadan Buthân'a veya Akik’e gidip oradan (zahmete ve masrafa girmeden) iki adet iri hörgüçlü dişi deve tutup getirmeyi ister?” diye sordu. Biz: Bu ayette Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerîm’e varis oldukları (ona sahip olup, inandıkları) halde takındıkları tavır nedeniyle insanları üç gruba ayırmaktadır: - “Ey Allah'ın Resûlü bunu hepimiz isteriz.” dedik. Hz. Peygamber (a.s.): 1. İnandıkları halde Kur'an-ı Kerîm’e karşı alakasız davranıp, onu bir kenara iterek bir mümine yakışmayacak tavır ve davranışlara girerek öncelikle kendine zulüm yapan, yani kendine yakışmayan davranışlarda bulunanlar. 2. Orta halli insanlar. Yani normal bir hayat tarzı yaşayıp Kur'an-ı Kerîm’le çok sıkı bir irtibatı olmayan bazen sevap bazen günah işleyebilen, çok hassas davranmayan insanlardır. 3. Kur'an-ı Kerîm’i kendine rehber edinen ve bu uğurda yarış halinde olanlar. Hayatlarında Kur'an’dan başka bir şeyin yer almadığı seçkin insanlar. Ayetin son kısmında “İşte büyük fazilet budur” denilerek bizlere hedef gösterilmiştir. Bir müslümanın hayatı boyunca bütün derdi davası Kur'an-ı Kerîm olmalıdır, onunla düşünmeli, onunla konuşmalı ve onunla hareket etmelidir. Aksi halde kendine yazık edenler grubuna dahil olur. Ayeti her ne kadar farklı yorumlayanlar olmuşsa da öncesi ve sonrasını incelediğimizde ayetteki üç grubun da Müslümanlar olduğunu anlarız. Fakat bunların mahşerdeki hesabı ve cennetteki dereceleri farklı olacaktır.8 Peygamberimiz (s.a.v.) de Kur'an’ı okuyup öğrenme ve onunla amel etme konusuna teşvik etmiştir. - “O halde birinizin mescide gidip orada Allah'ın kitabından iki âyeti öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç âyet onun için üç deveden, dört âyet onun için dört deveden ve okunacak âyetler kendi sayılarınca deveden daha hayırlıdır.” buyurdular.9 KUR'AN-I KERÎM KARŞISINDAKI TAVRIMIZ Kuran, belirli gün ve gecelerde, kabirlerde veya merasimlerde okunan, ya da çeşitli mekanları süsleyen bir tablo gibi amacının dışında kullanılacak bir kitap değildir. Milli şairimiz M. Akif ERSOY, bu konuda şunları söylemiştir: “Ya açar bakarız Nazmı Celilin yaprağına Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için Bu havalideki insanlar çok yaya kalmış dince Öyle Kur’an okuyorlar ki sanırsın Çince! Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din, Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin Doğrudan doğruya Kuran’dan alarak ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”10 Milli şairimiz eleştirilerini sıralarken ne yapmamız gerektiğini de aslında aynı dizelerde belirtmektedir. O halde bir Müslüman olarak Kur'an-ı Kerîmle nasıl ilgilenmeliyiz, onun karşısında tavrımız ne olmalıdır? KUR'AN-I KERÎMLE İLGILI YAPILMASI GEREKENLER 1. Kur'an-ı Kerîm’i Sürekli Okumak İlk inen ayetler; “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! insana 12 Haziran 2011 bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”11 diye gelmiştir. Yine vahyin ilk yıllarında indirilen Müzzemmil suresinde; ... “…Kur’an’dan kolayınıza gelen yerleri buyrularak yaşamadan önce okuyunuz…”12 okuyup anlamanın ve ona göre yaşamanın önemi anlatılmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.), Kur’an’a göre insanların durumunu değerlendirip şöyle buyurmuştur: Hz. Aişe (r.a.) validemizin anlattığına göre Resûlullah (al.) şöyle buyurmuştur: “Kur'ân'da mâhir olan (hıfzını ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere denilen kerîm ve mutî meleklerle berâber olacaktır. Kur'ân'ı kekeleyerek zorlukla okuyana iki sevap vardır.”14 2. Kur'an-ı Kerîm’i Amacına Uygun Okumak Kuran’ın geliş gayesi incelediği zaman Cenab-ı Hakk’ın bir ayette şöyle buyurduğu görülmektedir: “Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye.”15 Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: Ebu Musa’nın (r.a.) anlattığına göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 1. Kur’an okuyan mümin turunçgillere benzer; kokusu da güzel, tadı hoştur. 2. Kur’an okumayan mümin hurmaya benzer; kokusu yoktur fakat tadı hoştur/güzeldir. 3. Kur’an okuyan günahkar reyhan otuna benzer; kokusu hoş fakat lezzeti acıdır. 4. Kur’an okumayan günahkar/münafık Ebucehil karpuzuna benzer; kokusu yoktur, tadı da acıdır.13 Bu veciz ifadeleriyle Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an’ın insan üzerindeki maddi ve manevi etkisine dikkat çekmiştir. Kur'an’ı okuyarak ve inanarak yaşayan mümin ile ona inandığı halde okumadan yaşayanın farkını gösterdiği gibi, onun emir ve yasaklarına uymadığı halde onu okuyan, araştıran ile Kur'an’la hiç alakadar olmayanın farkını da çarpıcı bir benzetmeyle ortaya koymuştur. “Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.”16 Allah (c.c.) bu ayetlerle Kur’an’ın cihanşümul bir kitap olduğunu ve niçin indirildiğini bildirmiştir. Bu ayetlere göre Kur'an-ı Kerîm bütün insanlığı hatta bütün âlemleri uyarmak, evrenin sahibi ve yegane hâkiminin Allah (c.c.) olduğunu ilan etmek ve O’nu kendi sözleriyle tanıtmak için gönderilmiştir. Allah (c.c.) Peygamberimiz (s.a.v.)’e hitaben şöyle buyurmaktadır: Başka bir hadîste ise kolay da olsa zor da olsa, bıkmadan, usanmadan Kur'an’ı okuyanlara şu müjdeyi vermiştir: “Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.”17 Başka bir ayette de Peygamberimiz (s.a.v.)’in insanlara şunu ilan etmesini emretmektedir: ... Haziran 2011 13 “… Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu…”18 Bu ayetlerde de öncelikle Kur'an’ın indiği Mekke ve çevresi daha sonra da ulaşabildiği bütün insanların uyarılması istenmektedir. Kur'an-ı Kerîm herhangi bir sınır koymadan ulaşabildiğimiz bütün insanlara evreni yoktan yaratan Allah’ı tanıtmayı, hayatın bu dünyadan ibaret olmayıp öldükten sonra başlayacak olan yeni bir hayatın var olduğunu, ahiret denilen bu alemde cennet ve cehennem gibi mükafat ve ceza yerlerinin olduğunu, dolayısıyla bu dünyada hak ve adalet üzere yaşamanın gereğini bildirmemizi emretmektedir. Zaten tarih boyunca gönderilen bütün peygamberlerin ve indirilen bütün kutsal kitapların gayesi de budur. Bunu da Allah (c.c.) şöyle ifade etmektedir:... “And olsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitab ve mîzan indirdik...”19 Bu ayette de belirtildiği gibi Kur'an-ı Kerîm’in temel gayelerinden biri de nizam, intizam ve adalettir. Kur'an’a inanan ve onu okuyan müminlerin bu amaçla okuyup incelemeleri, hayata tatbik için de ne gerekiyorsa onu yapmaları gerekir. “Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin. İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olmayın. Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi. Fakat işittirseydi bile yine onlar yüz çevirerek dönerlerdi. Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.”22 Bu ayetlerde Allah (c.c.) kesinlikle kendine ve rasulüne itaati emrediyor. Onlara itaat etmenin en temel şartı ise dinlemek ve emirlerini anlamaktır. Allah (c.c.) ve rasulünün emirlerine kulak asmayanları ise en ağır bir şekilde tahkir ediyor, onları insanların değil, canlıların en adisi diye niteliyor. Sonra da Allah ve rasulünün emirlerinin hayat dolu olduğunu, gerçek hayatın bu emirleri yaşamaya bağlı olduğunu vurguluyor. Nihayet ahiret ve hesap gününü hatırlatarak insanları ciddi bir şekilde uyarıyor. Kur'an’ı dinleme konusunda şu iki ayet de oldukça mühimdir: Allah (c.c.) bir ayette şöyle buyurmaktadır: 3. Kur'an-ı Kerîm’i Dinlemek Allah (c.c.) bir ayette övgüyle bahsettiği kullarının şu özelliğine dikkat çekmektedir: “(Ey Rasûlüm!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır.”20 Buna göre bir Müslüman sözü dinler, anlar ve en güzeline uyar. Sözlerin en güzeli ise Allah’ın sözleridir. “Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?”21 Allah (c.c.) bir başka pasajda ise müminlere şöyle seslenmektedir: “Kur'an okunduğu zaman onu can-ü gönülden dinleyin ve sessiz sakin olun! Belki rahmete nail olursunuz.”23 Bu ayette Allah (c.c.) Kur'an’ı tam bir teslimiyetle dinlemeyi emretmektedir. Kâfirler ise tam bunun zıddını istemektedirler. Allah (c.c.) onların sözlerini de başka bir ayette şöyle nakletmektedir: “İnkâr edenler: ‘Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Belki böylece bastırırsınız, galip gelirsiniz’ dediler.”24 Bu son iki ayetin özellikle orijinal kelimeleri ve manaları edebi üslup ve medeniyet açısından şöyle mukayese edilebilir. 14 Haziran 2011 ALLAH’IN (C.C.) DIKKAT ÇEKTIĞI HUSUSLAR - Kur'an okunduğu zaman onu can-ü gönülden dinleyin - Sessiz sakin olun - Belki rahmete nail olursunuz. KAFIRLERIN DIKKAT ÇEKTIĞI HUSUSLAR - Bu Kur'an'ı –basitçe de olsa – dinlemeyin - Kur'ân okunurken gürültü yapın - Belki böylece bastırırsınız, galip gelirsiniz 4. Kur'an-ı Kerîm’i Bir Bütün Olarak Kabul Etmek larımızı da doğru anlamak için bir bilene başvurmamız gerekir. Kur'an-ı Kerîm bir bütündür. Ya hepsi kabul edilir veya hiçbir bölümü kabul edilmez. Allah (c.c.) bir ayette şöyle buyurmuştur: Kur’an’ı da hayata tatbik etmek isteyen kişiler yeterli bilgilerinin olmadığı konularda konunun uzmanlarıyla fikir alış verişi yapılmalıdır. Allah (c.c.) bu konuda ... “İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, kitaba tamamen (veya bütün kitaplara) iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.…”25 İşte bu ayetlerde Allah Teala, müminlere karşı tavrını açıkça ortaya koyan ve sinsi planları olanları bizlere tanıtırken aynı zamanda Kitab’ın tamamına iman etmemiz gerektiğini de vurgulamaktadır. Şayet Kur’an’ın tamamını değil de bir kısmını kabul edip diğer kısımlarını reddedersek buna mukabil Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: ... “Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden (işi ehlinden, uzmanlarından, bilenlerden) sorunuz.”27 buyurmaktadır. 6. Kur'ân’ın Tebliğ Etmek Buyruklarını Uygulayıp Kur'an-ı Kerîm’de “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” yani iyiliği emredip kötülüğü yasaklamakla ilgili pek çok ayet vardır. Burada bir ayeti verip diğerlerini konuya ilgi duyanların araştırmalarına bırakmak istiyoruz. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Sizler insanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Kitab'ı okuduğunuz halde, aklınızı kullanmıyor musunuz?”28 “…Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık (insanlar içinde aşağılık, ezilmek); kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.”26 Kur'an’dan sadece işine geldiği kadarını kabul edip, istediği kadarına iman eden Müslümanların sayısı ne kadar çok olursa olsun bu ayete göre kalite kaybına uğramaktadırlar. 5. Uzmanlarla İstişare Etmek (İşi Ehline Sormak) Kur'an’ın mesajlarını iyi anlayarak kitabımızı sık sık okumalı, anlamaya çalışmalıyız. Anlayamadık- Haziran 2011 Bu ayetin çok iyi anlaşılıp hayata rehber edinilmesi gerekir. Bu ayette, yapılan yanlışlar baştan sona doğru sıralanmıştır. Bunların doğrusunu yapmak isteyen kişi sondan başa doğru bir sıra takip etmelidir. Şöyle ki: Bu ayetin çok iyi anlaşılıp hayata rehber edinilmesi gerekir. Bu ayette, yapılan yanlışlar baştan sona doğru sıralanmıştır. Bunların doğrusunu yapmak isteyen kişi sondan başa doğru bir sıra takip etmelidir. Şöyle ki: a. “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” kısmının tersini (yani işin doğrusunu) yaparak aklı ve mantığı Kur’an ışığında çok güzel kullanmak. Düşünmek, bilimsel merak sahibi olmak. b. “Kitab'ı okuduğunuz halde” kısmını iyi anlayarak faydalı eserleri bol bol okumak. c. “Kendinizi unutuyor musunuz?” kısmının aksine kendini unutmamak, okuduğunu öncelikle hayatına tatbik etmek 15 d. “Sizler insanlara iyiliği mi emrediyorsunuz?” cümlesinin mana ve hikmetini kavrayıp dinin emir ve yasaklarına kendisi uyduğu gibi çevresine de tebliğ etmek. KUR'AN’A ALDIRIŞ ETMEDEN YAŞAYANLARIN DURUMU Kur’an’sız hayat insanı hem dünyada hem de ahirette felakete götürür. Çünkü Kur’an olmadan iman esasları ve İslam’ın şartları tam anlaşılamaz. Kur’an’ın olmadığı yerde adalet ve denge olmaz. Allah (c.c.) Kur’an’ı mihenk kabul etmeden İslâm’ı yaşadığını zannedenleri şöyle tarif etmektedir: kapısı Allah’ın hükümlerini hayata hâkim kılıp, Kur’an’ın kurallarını icra etmektir. KUR'AN’A BAŞVURMAYANLARIN DINÎ DURUMU Allah (c.c.), hayatlarını ve aralarındaki hükümlerini Kur’an’a göre ayarlamayanları yermiş Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e (O’nu sünnetine) göre hayatlarını sürdürmeyenlerin yanlış yollara saparak dinden uzaklaşacaklarını bildirmiştir. Ayrıca sözle değil, gerçekten yaşayarak inananların Allah’a (c.c.) teslim olabileceklerini vurgulamıştır.31 Peygamberimiz (s.a.v.) “Şefaatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”32 deyip onların kurtulması ve af edilmesi için dua edeceği halde kıyamet günü bir topluluğu bizzat kendisi Allah’a (c.c.) şikayet edeceğine dair şöyle buyrulmaktadır: “Kim Rahman’ın zikrinden gafil yaşarsa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.”29 Allah (c.c.) bir başka pasajda Kur'an’sız hayatın maddi/dünyevî ve manevi/uhrevi zararını şöyle bildirmektedir: “Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an’ı büsbütün terk ettiler.”33 O halde Kur’an’ın “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın…”34 buyruğunu iyi kavrayıp gereğini yapmak yegane kurtuluş yoludur. “Benin zikrimden (mesajımdan, Kur’an’dan) yüz çevirenin sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O (Kur’an’dan yüz çeviren kimse): Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim!, der. (Allah da cevaben) buyurur ki: İşte böyle. çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutulursun!”30 Ayetlerin açıkça belirttiği gibi Kur’an’sız hayat hem dünyada hem ahirette kişinin sıkıntıya düşmesine sebeb olur. İslâm’ı yaşamanın yolu, dünya ve ahirette selamete ve huzura kavuşmanın yegane çıkış 16 Kul hatasız olmaz, insan beşer, elbet şaşar. O yüzden konuyu sunuş ve ifade tarzında olsa dahi hatalı gördüğünüz yerleri bildirir, bu konuda bizleri uyarırsanız şimdiden teşekkürlerimi bir borç bilirim. “Onların oradaki duası: «Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!» (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise «selâm» dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”35 ........................................................................... * Kartal Anadolu İ.H.L. Meslek Dersleri Öğretmeni. 1 Kıyamet 75/17-18., 2 Peygamberimiz (s.a.v.)’e 610 yılında Mekke yakınındaki Hira mağarasında ilk kez Alak 96/1-5. ayetler gelmiştir., 3 Bakara 2/1-2, 4 İsra 17/9-10. Haziran 2011 MUCİZE KİTAP KUR’AN Kur’an sonsuz bir mucize. Kendini şerh eder bize. Daldım bir umman denize, Sonu gelmez yüze yüze! Ceste ceste inmiş yere. Ayet ayet sûre sûre. Okunsa da milyar kere, Açarsın ki yine taze. Alimler O’na hiç doymaz. Mümin bu davadan caymaz. Münafıklar vahye uymaz, Sonunda gelirler dize. Üstü ballı, altı tatlı.36 Ayetleri beyyinatlı. İlim- iman çift kanatlı Yol gösterir hepimize. Peyderpey indirmiş Allah! Yüz on dört sûre "Bismillah!" Yüz bin kere barekellah! Nazar değmez, gelmez göze. Ümmetlerin târihidir. Kainatın şârihidir. Buzlu kalbleri eridir Çağlar karışır denize. Yer verir hacca oruca. Teşvik var türlü araca. Aklın ererse miraca, İbret al yapıver füze. Ben ona aşığım ozan. Kadrini tartamaz mizan. Seyreder doymaz Ramazan, O sanki canlı bir müze. Onunla şenlenir cihan, Medrese, kışla, saray, han. Yoluna kurbandır Şahan Katar geceyi gündüze. KUR'ÂN-I KERÎM Feyz-i cândır, emr-i canândır Kur'ân. Kalbe nurdur, derde dermandır Kur'ân. Her hayır ondan çıkar ve neşrolur. Menbâ-ı feyz-ü îmândır Kur'ân. Hakka vasıl olur her kim uyarsa, Hayra-şerre doğru furkandır Kur'ân. Kavl-i haktır, hikemattan yücedir. Pend-i Rab’dır, lü’lü mercandır Kur'ân. Hâlık’ın halka ulaşmış sözüdür. Bize gelmiş yüce fermandır Kur'ân. Kör olan rengi tanır sanma sakın. Okuyanlar sana hayrandır Kur'ân. Sensizin ömrü cehennem gibidir. Ehline lutûf-u Yezdan’dır Kur'ân. Allah’ın emrine kaynak olarak Dinin ahkâmına burhandır Kur'ân. Hoşça bak zatına Galip Dede sen. Âlemin zübdesi insandır Kur'ân. Hükümleri tartışılmaz. Edebiyatı aşılmaz. İcazına ulaşılmaz, Lüzum yoktur gayri söze. M. Tarık Ablak Kartal Anadolu İHL 12. Sınıf Öğrencisi 2011 Mezunu 5 Cin 72/1-2. Bu konuyla ilgili ayrıca bkz. Ahkaf 46/29-32. 3/119., 26 Bakara 2/85. Ayrıca bkz. Nisa 4/150-152. 6 Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 14., 7 Fatır 35/32., 8 Mevdûdî, Ebu’l-Ala, Tefhimu’l-Kur’an, trc.: 27 Nahl 16/43; Enbiya 21/7., 28 Bakara 2/44. Ali Bulaç ve heyet, Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İstanbul 1996, IV, 559., 9 Müslim, Salatû'l- 29 Zuhruf 43/36-37., 30 Taha 20/124-126. Müsâfirin 251; Ebu Dâvud, Salat 349., 10 Mehmed Akif Ersoy, Safahat, İz Yayıncılık, İs- 31 Nisa 4/60-61. tanbul 1991, s. 155-156, 403-404., 11 Alak 96/1-5., 12 Müzzemmil 74/20., 13 Buhârî, 32 Tirmizi, Kıyamet 12; Ebu Davud, Sünnet 23; Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: "Hz. Câbir Et'ime 30, Fedailu'l-Kur'ân 17, 36, Tevhid 57; Müslim, Müsafirin 243., 14 Buhârî, Tevhid (r.a.) dedi ki: "Kebâir (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!" 52; Müslim, Müsafirin 244; Ebu Dâvud, Vitr 14., 15 Yasin 36/69-70., 16 Furkan 25/1-2., 33 Furkan 25/30. 17 Şûra 42/7., 18 En’am 6/19., 19 Hadid 57/25, 20 Zümer 39/17-18., 21 Nisa 4/87; 34 Ali İmran 3/103. 122; Maide 5/50., 22 Enfal 8/20-24., 23 A’raf 7/204., 24 Fussilet 41/26., 25 Ali İmran 35 Yunus 10/10., 36 İnne aleyhi le-helâveten, ve inne fîhi le-talâveten. Haziran 2011 17 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” TATİLDE ÇOCUKLARIMIZA KUR'AN ÖĞRETİMİ VE İSLÂMÎ EĞİTİM... Mehmet TALU Bilindiği gibi ilk ve ortaöğretim okullarında okuyan hatta yüksek tahsil gören öğrenciler de yaz tatiline girdiler. Bu süreyi en güzel ve en verimli bir şekilde değerlendirmek ne büyük kazanç... Bu iş için en hayırlı çalışmanın ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Hz.Osman (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: Her ev bir Kur’ân-ı Kerîm okulu haline gelmeli. Kur’ân-ı Kerîm hayatımıza girmeli. Hayatımıza renk, içimize ferahlık katmalı. “Sizin en hayırlılarınız, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenen ve başkalarına öğretenlerinizdir,”1 buyurdu. En hayırlılar arasına girmeyi kim istemez, değil mi? Biliyorum, göz bebeğimiz sevgili öğrencilerimiz öğrenim yılı boyunca çok yoruldular. Fakat insan, bir ömür “öğrenci” durumunda... Beşikten mezara kadar... Nobel ödüllü bir ilim adamı Prof. Abdusselam: "Yorulduğunuz zaman nasıl dinlenirsiniz?” şeklindeki bir soruya şu karşılığı veriyor: - Dinlenmek mi? Biz 6-7 çeşit ilim ile meşgul oluyoruz. Birinden yorulursak, diğerine geçiyor ve öylece dinleniyoruz. 18 Çocuklarımız da öyle... Kur’an-ı Kerim gibi dinlendirici ve ferahlatıcı bir kitaba yönelmek en hayırlı iş... Çocuklarımızı ihmal etmeyelim. Anne-babalar da, bu en hayırlı iş konusunda çocuklarını teşvik edici olmalılar...Çocuklarını Kur’an-ı Kerim gibi dünya ve ahiret saadetini kazanmanın yollarını öğreten bir kitaptan mahrum bırakmamalılar... Bu düşünceden hareketle, öğrencilerimizin önlerinde çok güzel bir fırsat var. Rabbimizin kitabı olan Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenmek... Yani sözlerin en güzelini... Kur'ân-ı Kerîm'i ve dini bilgileri öğrenmek için, yaz tatili güzel bir fırsat. İnsanlığa asıl kurtuluş reçetesini sunan Kur'ân-ı Kerîm'i okumayı ve anlamayı ihmal etmemeliyiz. İnsanoğlu için Rabbisini ve Rabbisinin gönderdiği bilgileri öğrenmekten daha büyük bir şeref olabilir mi? O, bizim Yaratıcımız... Yok iken var edenimiz... Sayılmayacak kadar çok nimetlerini bize ihsan edip yaşatanımız… Çocuklarımız bizim canımız, ciğerimiz, en önemli varlığımız... Onları her türlü kötülük ve zararlı alışkanlıklardan kurtarmanın en önemli yöntemi, Kur’an-ı Kerim ile buluşturmak... ALLAH kelamını öğretmek... İyilik ve kötülükleri ayırt edebilmeleri için kı- lavuzluk etmek... Anne-babalar şunu çok iyi bilmelidirler ki, çocuklarımızın yalnız yiyecek, giyecek ihtiyaçlarını karşılamak yeterli değil... Onları manevî alanda da donanımlı hale getirmek gerekir. Hayatın anlamını, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını da öğretmek lâzım... Bunu yapmayan anne-babalar, sonunda pişman olurlar. Fakat, son pişmanlık fayda vermez. Çocuklarımız bizim en kıymetli varlıklarımız... Bizim neslimizi sürdürecekler... Onları Kur'ân-ı Kerîm gibi bir kitaptan nasıl mahrum edebiliriz? Biz, cennet ve cehennemin varlığına iman etmişiz. O canlarımızı, cehennemde görmeye gönlümüz nasıl razı olur? Rabbimiz bu konuda bizi şöyle uyarıyor: “Ey iman edenler!.. Kendinizi ve ehillerinizi, ailenizi, çoluk-çocuğunuzu yakıtı insanlar ve kükürt, kibrit taşı olan bir ateşten, cehennem ateşinden koruyunuz...Cehennem ateşine sürüklenmelerine sebep olacak fitne ve isyandan koruyarak ALLAH-ü Teâlâ'nın emirlerine, itaate sevkedin…2 Bu ayet-i kerime inince Hz.Ömer (R.A.) Resûlullah (S.A.V.) Efendimize şöyle sordu: - Ya Resûlellah! Kendimizi korumaya çalışıyoruz, ya aile halkını nasıl koruyalım? Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: “ALLAH'ın sizi menettiği şeylerden onları men edin; ALLAH'ın size emrettiği şeyleri onlara emredin.”3 Meselâ, sabah namazına önce siz kalkacaksınız. Sonra eşinizi ve çocuklarınızı kaldıracak-sınız. İşte, herkesten ve özellikle öğrencilerimizden yaz tatilini fırsat bilerek öğrenmelerini istediğimiz Kur’ân-ı Kerîm’den mahrum olmak, hiçbir mahrumiyete benzemez. Bu, telâfisi mümkün olmayan bir kayıptır. Nasıl ki, yabancı dil ve okul derslerinden başarılı olabilmek için yüksek paralar ödüyor, dersane-dersane, öğretmen-öğretmen dolaşıyorsak; Kur’ân-ı Kerîm’in de öğrenip anlaşılmasına büyük önem vermeliyiz. KUR’AN-I KERİM’LE TAM BULUŞMA ZAMANI ALLAH’ın yüce kelâmını öğrenmek ve Kur’ân-ı Kerîm ilimleri ile meşgul olmak için önümüzde güzel Haziran 2011 19 yapacaklarına inanıyorum. Çocuklarımızın bu “yaz kursları”na gönderilmesi büyük bir imkândır. Bu itibarla çocuklarımızın gönüllerini ve hayatlarını Kur’ân-ı Kerîm'le aydınlatmak durumundayız. Çocuklarımızı Kur’ân-ı Kerîm'le buluşturmanın daraldığı zaman ve ortamlarda, her evin Kur’ân-ı Kerîm mektebi haline getirilmesi ve çocukların ilk mektep ve ilk mabed sayılan kendi yuvalarında Kur’ân-ı Kerîm'i öğrenmeleri gerekir. Çocuklarımızı kesinlikle ihmal etmeyelim. Çünkü bu konudaki ihmalin faturasının çok ağır olacağını bilelim. Teyp ve video kasetleri, VCD'ler, elektronik cihazlar, hatta internetten de faydalanarak Kur'ân-ı Kerîm öğrenmemiz mümkün...Yeter ki, bu işi ciddiye alalım ve öğrenmeye karar verelim. Çünkü kıyamet gününde Kur’an-ı Kerim’i niçin öğrenmedin? Çocuğuna niçin öğretmedin? diye sorulunca, ne cevab vereceğiz? Geçerli bir mazeretimiz olacak mı? Kesinlikle olmayacaktır. Ona göre.. bir fırsat var. Yaz tatili. Bugünün dünyasında Kur’ân-ı Kerîm'e ulaşabilmek hiç de zor değil. Camilerimizde hocalarımız okutuyor. VCD, kaset, elif-ba’lar, kitap gibi pek çok öğrenme materyali mevcut. Bazı TV kanalları her gün Kur’ân-ı Kerîm kıraatı yayınlıyorlar. Eğer spor, müzik, yabancı dil öğrenimi gibi konulara ayırdığımız vakitler gibi; Kur’ân-ı Kerîm öğrenimini de ciddiye alır, vakit ayırırsak, Kur’ân-ı Kerîm ile buluşmak, öğrenmek hiç de zor olmayacaktır. Bir sohbetimizde bu konudan yani Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek ve eşimize-çocuklarımıza öğretmekten bahsederken, dinleyenlerden biri: - Hocam! Ne yapalım! Anne-babamız bize öğretmemiş, ALLAH onlardan sorsun! Deyince: - Böyle söyleme! ALLAH afetsin, de! Öğrenmeğe çalış, demiştim. O ise, aynı düşüncesini sürdürünce, kendisine: Burada, Kur’ân-ı Kerîm öğreticisi hocalarımıza da bir hatırlatma yapmak istiyorum. Kur’ân-ı Kerîm öğreterek “en hayırlılar” içinde yer almaya devam etmek onlar için de bir fırsat. Kur’ân-ı Kerîm öğrenmek için gelenlere gösterecekleri şefkat ve güzel muamele sayesinde Kur’ân-ı Kerîm'in mesajını daha çok kişiye ulaştırmaya vesile olabilirler. Böyle bir şerefe ulaşmak her insana nasip olmaz. Hatta, her Kur’an-ı Kerim bilen, bir yakınına, bir komşusuna Kur’ân-ı Kerîm öğretebilmek için çırpınmalı. Her ev bir Kur’ânı Kerîm okulu haline gelmeli. Kur’ân-ı Kerîm hayatımıza girmeli. Hayatımıza renk, içimize ferahlık katmalı. - Neyle meşgul oluyorsun, ne iş yaparsın? Diye sordum. KUR'ÂN-I KERÎM ÖĞRENMEMENİN HİÇ BİR BAHANESİ YOK. - Hayır, annem-babam öğretmedi, ben kendim öğrendim! Dedi. Ben de ona: Bu konuda hiç bir kimsenin bir bahane bulmaya hakkı yok. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün camilerde “yaz kursları” başlatmış bulunmaktadır. Hocalarımızın da bu konuda duyarlı davranıp fedakârlık - Peki! Ağır vasıta şöförlüğünü, kamyon-tır vesaire kullanmasını kendin öğrendiğin gibi, Kur’an-ı Kerim’i neden kendin öğrenmedin? Diye sordum. Bir cevab veremedi. Sadece: 20 - Ağır vasıta şöförüyüm. Bir nakliye şirketinde çalışıyorum. Kamyon-tır vesaire kullanıyorum, diye cevab verdi. Kendisine: - Peki! Bunları yani ağır vasıta şöförlüğünü, kamyon-tır vesaire kullanmasını sana kim öğretti? Annenbaban mı öğretti? Diye sordum. Şaşırır gibi oldu. Böyle bir soru beklemediği halinden belliydi. Haziran 2011 - Eh, işte! Demekle yetindi. Nasıl iyi demiş miyim? Evet! Muhteremler! Annemiz-babamız şu veya bu sebeble bize Kur’an-ı Kerim’i, dini bilgileri öğretmemiş, buna imkan bulamamış olabilirler. Peki bu imkanlarla biz öğrensek, ne olur? Elbette çok güzel olur. Hem kendimizi, hem de onları büyük bir vebalden kurtarmış oluruz. Çocuğumuz nerede okursa okusun, şu bilgileri yavrularımıza ezberletelim, biz de ezberleyelim: Rabbimiz ALLAH, Dinimiz İslâm, Kitabımız Kur’an-ı Kerim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallALLAHü aleyhi ve selem efendimiz, Kıblemiz Ka’be, Hz.Adem (A.S.)ın neslindeniz, Hz.İbrahim (A.S.)ın milletindeniz, Bütün insanlarla kardeşiz, Kâlu belâ’dan beri Müslümanız,4 Sözlerin en güzeline uyanlardanız. İçini HAK için, dışını halk için süsleyenlerdeniz. İtikatta, Ehli sünnet vel-cemaat Mezhebindeniz. İSLÂM, BEŞ ŞEY ÜZERİNE KURULDU 1- ALLAHın varlığına ve birliğine inanmak, Hz.Muhammed (S.A.V.) Efendimizin O’nun peygamberi olduğuna şehadet etmek. 2- Namazı dosdoğru kılmak, 3- Oruç tutmak, 4- Zekât vermek, 5- Hacca gitmek İMANIN ŞARTI ALTIDIR 1- ALLAHa iman. ALLAH vardır, birdir, eşi ve benzeri yoktur. 2- Meleklere iman. Melekler; yemeyen, içmeyen, erkeklik ve dişiliği olmayan, ALLAHın emrettiğini yerine getiren, nurdan yaratılmış varlıklardır. Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail (A.S.) büyük meleklerdirler. 3- Kitaplara iman. ALLAH’ın, peygamberlerine indirdiği yüz dört kitap vardır. Dördü büyük kitap, yüzü sahifedir. Dört büyük kitaptan Tevrat Hz. Musa (A.S.)a, Zebur Hz. Davud (A.S.)a, İncil Hz. İsa (A.S.)a, Kur’an-ı Kerim Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimize indirildi. Yüz sahifenin, on sahifesi Hz. Adem (A.S.)a, elli sahife Hz. Şit (A.S.)a, otuz’u Hz. İdris (A.S.)a, on’u Hz. İbrahim (A.S.)a indirildi. 4- Peygamberlere iman. ALLAH Teâlâ’nın, dinini kullarına bildirmek için görevlendirdiği değerli insanlara peygamber denir. Peygamberlerin: a- Sıdk = doğruluk, b- Emanet = güvenilirlilik, c- Fetanet = kuvvetli bir akıl, d- İsmet = günahlardan korunmak, e- Tebliğ = kendilerine gelen dini olduğu gibi insanlara tebliğ etme sıfatları vardır. 5- Ahirete iman, 6- Kadere, hayır ve şerrin ALLAH’tan olduğuna iman. Bu sütunu keserek, her gün her an görebileceğiniz yere asıp, günde birkaç defa okuyarak çocuklarımızla beraber biz de ezberleyelim. SEVGİLİ ÇOCUKLAR! Sizler geleceğimizin taze baharları, geleceğimizin rüyalarısınız. Sevgili çocuklar, biz hepimiz Müslümanız. ALLAH’a inanıyor, Kur’an-ı Kerim'e inanıyor, Haziran 2011 21 Hz.Muhammed (S.A.V.) Efendimizin sevgili Peygamberimiz olduğuna inanıyor ve can-ı gönülden iman ediyoruz. göklerde altın bir taç takan, güzel güzel ağaçları yaratan, minicik bir çekirdeği koskoca ağaç yapan yine O’dur. Müslüman olmak bizim için ayrıcalık. Çünkü bizim inanıp, iman ettiğimiz İslâm dini barış ve esenlik dinidir. Dolayısıyla Müslümanlar da barış dininin mensuplarıdır. Nitekim Şair dinimizin bu özelliklerini “Benim Dinim” başlıklı şiirinde ne güzel de anlatır: Yağmurları yağdıran O; toprağa can veren O; kırları, ağaçları yeşillendiren O’dur; yeryüzünü döşek yapan, dağları birer denge unsuru yapan, geceyi gündüzü birbirine ekleyen O’dur. “Benim dinim yücedir; ben dinimi severim, Onu bütün dinlerden üstün tutar, överim. İslâm’dır benim dinim; dinlerin en güzeli, “ALLAH birdir” demektir dinimizin temeli. “ALLAH birdir” diyoruz; “ALLAH birdir” diyoruz, “ALLAH birdir” demekten başka söz bilmiyoruz. Peygamberim “Muhammed” iki cihan güneşi, Peygamberler içinde yoktur O'nun bir eşi. Kitabımız Kur’an’dır; okuruz O'nu her an, Çok şükür ALLAH’a, Müslümanız Müslüman!” İslâm dini, bir nimet, hem de nimetlerin en yücesidir, en güzelidir. Bu en yüce nimeti bize ihsan ettiği için ALLAH’a ne kadar şükretsek azdır. Her şey ALLAH’tandır. Her şey O'na muhtaçtır. O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O vardır ve tektir. ALLAH yücelerin en yücesidir. En büyük sığınaktır. Gökleri yerleri, dağları denizleri yaratan O’dur. İnsanı yoktan var eden, toprağa can veren de O’dur. O'nun rahmeti ve nimeti saymakla tükenmez. Güneşe 22 O'nun her şeye gücü yeter. O gizliyi, saklıyı bilir. O bırakın insanların seslerini, böceklerin ayak seslerini bile duyar. Biz kullarına rahmeti, merhameti boldur. Bize göz verip gördüren, kulak verip duyduran, dil verip konuşturan da O’dur. Bize sayama-yacağımız kadar sayısız nimetler veren yine O’dur. Bu sebeple O'na çok şükretmek, O’nu anmak, O’na dualar etmek gerekir. Tıpkı şairin şu mısralarında olduğu gibi: “Yürüt bizi ALLAH’ım, Nuru sönmez yolundan Ayırma bizi sen, Sevgili Resûlünden Biliriz ki keremini, Eksilmez tek kulundan Mahrum kalmaz tövbesi, Lütfundan kabulünden Yürüt bizi ey Rabbim, Resûlünün yolundan” Haziran 2011 Yalnız insanlar değil, kurtlar kuşlar, çiçekler böcekler, dağlar ovalar ALLAH’a secde eder. Bütün âlemler ALLAH’a secde eder. Şairimiz, bu gerçekliği mısralarıyla şöyle dile getiriyor: “Bitmez, tükenmez âlemler; Huzurunda secde eder. Gece, gündüz, sabah akşam, Milyonlarca ehli İslâm. “ALLAHü ekber” der durur, Bu sesler arşa vurur… Beni de dinle ya Rabbi! Bir küçücük melek gibi, Küçük yüreğimle ben de, Ediyorum sana secde! “ALLAHü ekber” diyorum, Sana şükür ediyorum. Pek büyüksün sen ALLAH’ım, Bunu kalbimle anlarım…” Evet, değerli çocuklar; Rabbimizin bize en güzel emanetleri. İmkânınız varsa bu şiirleri defterlerinize yazın ve arkadaşlarınızla da paylaşın... ÇOCUKLARIMIZA HER BİRİ ALTIN 100 ÖĞÜT Sevgili çocuklar! Sizler ALLAH'ın en güzel emanetlerisiniz. Bu yüzden sizleri çok seviyoruz. Sizlerin güzel gözlerinizi Haziran 2011 gördükçe, mis gibi kokunuzu duydukça yüreğimiz ferahlıyor. Kokunuz bizim için dünyanın en güzel kokusu. Sizleri güzel ahlaklı ve faziletli yetiştirmek ise bizlerin en büyük görevi. Bu nedenle size bazı nasihatlerde bulunacağız. Kalbinizin dikenlik ve taşlık olmaması için bu tavsiyelere büyük önem veriniz ve bu tavsiyeleri aklınızdan hiç çıkarmayınız ki kalbiniz taşlık ve dikenlik olmak yerine, güllük, gülistanlık olsun. Hayatın zorlukları sizi yabancısı olduğunuz ortamlara sürüklemesin! Hayatın tuzakları sizi mahvetmesin. Şayet siz bu ve benzeri nasihatlere kulak verirseniz sizi ALLAH da sever, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de sever, anne babanız da sever, insanlar da sever. Böyle bir sevgiyi kim istemez? Şimdiden bu nasihatlere kulak veren, onları hayatın bütününde hiç aklından çıkarmayan 5-6 yaşlarındaki çocuklardan tutun da, en yaşlılarımıza varana dek herkesi can ü gönülden kutluyor ve hiç hatırdan çıkarılmaması gereken bazı tavsiyeleri tek tek sıralıyoruz: 1- ALLAH'ı çok seviniz. Çünkü her şeyin başı ALLAH sevgisidir. Kalbinde ALLAH sevgisi ve ALLAH korkusu olanların elinden ve dilinden kötülük gelmez. 2- ALLAH'ın emirlerini harfiyen yerine getiriniz. 3- Kalbinizde ALLAH sevgisinin hâkim olmasına dikkat ediniz. 4- Mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim'i okumasını öğreniniz, başkalarına öğretiniz ve çokça okuyunuz. 5- Kur'an-ı Kerim'i yalnızca okumakla yetinmeyiniz. Onu iyice anlayınız ve hayatınıza uygulayınız. 6- Sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed (S.A.V.)Efendimizi çok seviniz ve O'nun yaşamını en ince ayrıntısıyla öğreniniz. 7- Tek önderimiz olan sevgili Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin güzel ahlakını kendinize ölçü edininiz. 8- ALLAH'ımızın ve Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin çok sevdiklerini siz de çok seviniz. Onların nefret ettiklerinden siz de nefret ediniz. 9- Namazlarınızı dosdoğru kılınız. Çünkü namaz insanı hayâsızlığın ve kötülüğün her türlüsünden alı koyar. 10- Dinimiz olan İslâm'ı her şeyin üstünde tutunuz. 11- İlme sımsıkı sarılınız. Çünkü ilim öğrenmek ALLAH'ın en başta gelen emirlerindendir. 23 12- İyi olanı emrediniz. Kötülülükten uzaklaşınız. 13- Sabrı kendinize kalkan edininiz. Adaletten hiç ayrılmayınız. 14- Böbürlenip kibirlenmeyiniz. Çünkü ALLAH, böbürlenip, kibir-lenenleri hiç sevmez. 15- Yürürken mütevazi yürüyünüz. İnsanları küçük görmeyiniz, onlara tepeden bakmayınız. 16- Annenize ve babanıza karşı itaatli olunuz. Onlara asla asi olmayınız, saygısızlık yapmayınız. 17- Büyüklerine saygılı olunuz. Küçüklerinizi koruyunuz ve kollayınız. 18- Kibirlenmeyiniz. Mağrurun düşmanının ALLAH olduğunu unutmayınız. 19- Vatanımızı çok seviniz. Çünkü bu vatan aziz şehitlerimizin bize bıraktığı bir emanettir, bir mirastır. 20- Derslerinize çok çalışınız. Dersleriniz de üstün başarı gösteriniz. 21- Anne ve babanızın tavsiyelerine, nasihatlerine sımsıkı sarılınız. 22- Hocalarınızın, öğretmenlerinizin anlattıklarını can kulağıyla dinleyiniz. 23- Sabahleyin evden abdestsiz çıkmayınız. 24- Her işe başlarken besmele çekmeyi prensip edininiz. 25- Sözlerinizde ve işlerinizde doğruluktan ayrılmayınız. 26- Üzerinize aldığın her işi en iyi şekilde yapmaya çalışınız. 24 27- Kötü huylularla ve ikiyüzlülerle dost olmayınız. 28- Yalan söylemeyiniz ve yalan yere yemin etmeyiniz. Dilinizi yemine alıştırmayınız. 29- Zulme ve zalimlere baş eğmeyiniz. 30- Size söylenmiş bir sırrı başkalarına açmayınız. 31- Size emanet edilen şeyi iyi muhafaza ediniz. 32- Arkadaşlarınızla iyi geçininiz. 33- Daima güler yüzlü ve tatlı sözlü olunuz. 34- Söz verdiğiniz zaman sözünüzde durunuz. Kimseye kaba ve çirkin söz söylemeyiniz. 35- Daima cesur olunuz. Cesaretinizi asla kaybetmeyiniz. 36- Kendinize ait olmayan şeyleri almayınız. 37- Başkalarının oturduğu yere izinsiz girmeyiniz. 38- İnsanlara karşı kin tutmayınız, affedici olunuz. 39- İnsanların arasını açmayınız. Onları birbirine düşman etmeyiniz. 40- Kendiniz için istemediğiniz şeyleri başkaları için de istemeyiniz. 41- Kendiniz için sevdiğiniz şeyleri başkaları için de seviniz ve isteyiniz. 42- Kötülüğü gördüğünüz zaman onu düzeltmeye çalışınız. 43- Bugünün işini yarına bırakmayınız. 44- Elinize geçen parayı faydasız yerlere harcamayınız. Haziran 2011 45- Temizliğinize özen gösteriniz. Üstünüzü başını temiz ve düzenli tutunuz. 46- Temizliği alışkanlık edininiz. Her türlü hastalığın kaynağının pislik olduğunu unutmayınız. 47- Müslümanları çok seviniz. Müslümanların sizin kardeşleriniz olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayınız. 48- Yerli yersiz konuşmayınız. Sonunda pişman olacağınız bir şeyi ne söyleyiniz ne de yapınız. 49- ALLAH'a İyi bir kul olunuz. En iyi Müslüman, dili ve eli temiz, ahlakı en güzel olandır. 50- Dedikoduya kulak vermeyiniz. Gıybetten uzak durunuz. 51- Boş şeylerle vaktinizi harcamayınız. Vaktinizin kıymetli olduğunu biliniz. 52- Başkalarının ayıplarını ve kusurlarını görmeye çalışmayınız, 53- Kalbinize ve gönlünüze hâkim olunuz; kötü düşünceleri, kötü duyguları kalbinizden çıkarınız. 54- Duygularınıza ve isteklerinize hâkim olunuz. 55- Nefsinizin her istediğini yapmaya çalışmayınız. Nefsinizi frenleyiniz. 56- İyi düşünmeden karar vermeyiniz. 57- Görünüşe aldanmayınız, her tatlı söze kanmayınız. 58- Ağzınızdan çıkan sözün kıymetini biliniz. 59- Yapamayacağınız bir iş için kimseye söz vermeyiniz. 60- Verdiğiniz bir sözü yerine getiremediyseniz özür dilemeyi unutmayınız. 61- Öfkeli zamanlarda karar vermeyiniz. 62- Öfkenize yenilmeyiniz, kızdığınız zaman abdest alınız. 63- Karar verirken duygularınıza kapılmayınız. Feraseti kuşanınız. 64- Her ne olursa olsun doğruluktan ayrılmayınız. 65- Kimsenin malına izinsiz dokunmayınız. 66- Kimsenin arkasından hoşlanmayacağı sözler söylemeyiniz. 67- Hiç kimsenin ayıbını ortaya dökmeyiniz. 68- Yalan söylemeyiniz. Yalanın bir yılan olduğunu aklınızdan çıkarmayınız. 69- Dargınları barıştırmaya çalışınız. 70- Haset etmeyiniz. Çünkü haset ateşin odunu yaktığı gibi insanların iyiliklerini yakıp yok eder. 71- Sözlerinizde ve hareketlerinizde nazik ve kibar olunuz. 72- Yetimlere ve kimsesizlere yardım ediniz. 73- Kendinizden ileri olanlar gibi olmaya çalışınız fakat onları kıskanmayınız. 74- Hiçbir canlıyı aldatmayınız. Haziran 2011 75- Dakik olunuz. Her işi vaktinde yapınız. 76- Hayvanlara eziyet etmeyiniz. Onlara karşı şefkatli olunuz. 77- Herkesin iyiliğine çalışınız. Herkesin yardımına koşunuz. 78- Ağaçları, ormanları çok seviniz. Onlara zarar vermeye çalışmayınız. 79- Hareketlerinizi daima kontrol ediniz. 80- Her gün iyi ve güzel bilgiler öğreniniz. 81- Okumayı prensip edininiz; kitaplarla dostluğunuzu ilerletiniz. 82- Ne israfçı olunuz, ne de cimri. 83- Annenize babanıza sıkıntı vermeyiniz. 84- Ailenizin üzüntülerini ve sıkıntılarını paylaşınız. 85- Ailenizin şeref ve haysiyetine dikkat ediniz. 86- Her yaşta yararlı ve faydalı bir insan olunuz. 87- Size verilen görevleri baştan savmayınız, özenle yerine getiriniz. 88- Emanete hıyanet etmeyiniz. 89- Ne kimsenin hakkını alınız, ne de kendi hakkınızı çiğnetiniz. 90- Yağcılıktan ve dalkavukluktan uzak durunuz. 91- Bilmediğiniz bir şey hakkında söz söylemeyiniz. 92- İçiniz dışınız, özünüz sözünüz bir olsun! 93- Kalp huzuru ile vücut sağlığının en büyük nimet olduğunu unutmayınız. 94- Sağlığınıza dikkat ediniz. Hastanın çektiği ıstırap, ihmalciliğinin cezasıdır. 95- Yerlere tükürmeyiniz. Çünkü yeryüzü Müslümanların mescididir. 96- İnancınız ve davanız için öfkelenmeyi iyi biliniz. 97- Alın teri ve emek hırsızlarına karşı çıkınız. 98- Küçük yanlışlarda ısrar etmeyiz. Çünkü büyük yanlışlara kapı aralar. 99- Akrabalarınızı ihmal etmeyiniz. Onları sık sık ziyaret ediniz. Onlara ikramlarda bulununuz. 100- İslâm dinine sımsıkı sarılınız. Çünkü İslâm, şeref ve asaletin simgesidir, göstergesidir. Sevgili çocuklar! Sizlere bu öğütleri armağan ediyorum, siz bunları okuyunuz her zaman. ........................................................................ 1 Buhari, Fezailü'l-Kur'ân: 21, Tirmizi, Sevabü'l-Kur'ân: 15, Ebu Davud, Vitir: 14-19, İbni Mace, Mukaddime: 16, Darimi, Fezailü'l-Kur'ân: 2, Müsned-i Ahmed: 1/57 58, 69, 153. 2 Tahrim Sûresi: 6 3 Kurtûbî, Tefsir, 18/195-196 4 “Kâlu belâ” şuna derler ki, ALLAH bütün ruhları yarattı. Ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Bütün ruhlar da “Kâlu belâ=Evet sen bizim Rabbimizsin” dediler. İşte o günden beri Müslümanım. 25 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” ÇOCUKLAR TATİLDE YAZ KURSLARINA GİTMELİ Mi? M. Emin KARABACAK Padişahın biri, bir gün ormanda vezirleriyle birlikte gezintiye çıkar. Yolu bir değirmene rastlar. Değirmenle ilgili bütün soruları cevaplayan değirmencinin bilgisi padişahın çok hoşuna gider. Konu dini konulara gelince değirmencinin dini bilgisinin olmadığını öğrenen padişah adama çok kızar ve cezalandırılması için saraya götürülmesini emreder. “Ya Musa; rızam için ilim öğrenmeye çalışan bir çocuğun babasına azap etmekten hayâ ederim. Bu adamın kabir azabını da bu çocuğun hürmetine kaldırdım” buyururlar. Padişah orman gezintisi bitirip saraya dönerken çobalık yapan bir çocuğa rastlar. Çocukla sohbet eden padişah; çocuğun çobanlık ve dini bilgisinin yanı sıra pratik zekâsına hayran kalır ve kendisini saraya götürmek istediğini söyler. Çocuk padişaha: “Giderim fakat bir şartla; o da eli bağlı şu adamı salıvermeniz” karşılığı der. Padişah: “Sen bizim bu adamın neden elini bağladığımızı biliyor musun? Bu adam değirmenle ilgili ne kadar soru sordumsa hepsini bildi; fakat dini konularda ise ne sordumsa da hiç birini bilemedi. Onun 26 için değirmenciliği öğrendiği kadar dinini öğrenmediği mile idi. Hanımına karnındaki çocuğu büyüdüğü için ceza vereceğim” der. Çocuk bunun üzerine: zaman okutması konusunda vasiyet etti. İşte bu çocuk bu gün hocanın önüne geldi ve euzü besmeleyi öğ- -“Padişahım, bence siz babamı değil de rendi. onun mezarda yatan babasına ceza vermelisiniz. Çünkü demin benim ne kadar zeki ve dini konularda bilgili olduğumu söylediniz. Bence babam görevini beni okutarak yapmıştır. Eğer ceza verilecekse, babamı okutmayarak dini konularda cahil bırakan dedeme ceza vermelisiniz” der. “Ya Musa; rızam için ilim öğrenmeye çalışan bir çocuğun babasına azap etmekten hayâ ederim. Bu adamın kabir azabını da bu çocuğun hürmetine kaldırdım” buyururlar. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in “İnsanoğlunun öldükten sonra amelinin kesilmeyeceği üç şeyden birinin de kendisi Çocuğun cevabı ve pratik zekâsı padişahın çok için arkadan dua edecek hayırlı evlat” olduğunu hoşuna gider. Çocuğun babasına; dini konularını öğ- bilmeyenimiz yoktur. Bu sebepledir ki çocuklara veri- renmesi için bir yıl mühlet vererek çocukla birlikte sa- lecek dini eğitim hem çocuk hem de anne babalar için rayın yolunu tutar. ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. *** Rivayete göre bir gün Musa (a.s) bir mezarlığın kenarından geçerken kabirde yatan bir ölünün azap çektiğini görür. Musa (a.s) işini bitirip geri döndüğünde Okullar kapandı çocuklarımız üç aylık bir tatile girdiler. Yaz tatilinde çocuklar hem tatillerini yapsınlar hem de dinini öğrenmek için yaz kurslarını bir fırsat olarak düşünülmelidir. o kabirde yatan adamın kabir azabının kalktığını Olaya bir de psikolojik ve sosyolojik boyutuyla görür. Bunun hikmetini soran Musa (a.s) Cenab-ı baktığımız zaman konu daha iyi anlaşılacaktır. Ço- Hakk: cuklar üç aylık tatil boyunca okul ve arkadaş ortamından uzak kalacağı için çocuk için bu dönem stresli - “Ya Musa bu adam ölmeden önce hanımı ha- Haziran 2011 bir dönem olabilir. 27 Dört duvar ve sosyal ortamlardan uzak kalan bu Çocuklar, daha yaşları küçüktür diyerek çocuklar, evde sürekli tv, internet, bilgisayar oyunları yaz döneminde açılan bu kurslardan mahrum çocuğun gelişimine olumlu yönde çok fazla katkı sağ- bırakılmamalıdırlar. Çünkü öğrenme yedi ya- lamayacağı için sıkılacaklardır. şında başlar. Yedi yaş ve yukarısı çocuğun söylenenleri anlayabileceği zihinsel olgunluğa Tatil boyunca da bu çocuklar can sıkıntısından eriştiği bir yaştır. “Çocuklar yedi yaşına geldiği oflayıp puflayarak ve okul açılsa da gitsek diyerek ge- zaman namaz kılmasını öğretiniz” hadisinin te- lişimsel olarak sosyal ortamları arayacaklardır. Bu du- melinde de bu yatmaktadır. rumdan kurtulmak için çocuklar değişik arkadaş gruplarına ya da internet cafelere takılmaya başlayacaktır. Öğrenmenin en ideal olduğu yaş ve zamanlarda (7–21 yaşları arası) kurslara gönderilmeyen çocuklar, zihin ve zamanlarını boşa harcayacaklardır. Bu dö- Çocukların kişiliğini olumsuz etkileyecek ortam nemlerde dinini öğrenmek için kurslara gönderilme- ve arkadaşlardan korumak amacıyla bu çocukları yaz yen bu çocuklara ileride eğitim vermek ya da dönemlerinde açılan kurslara göndermek gerekir. Bu verdirmek gerçekten güçleşecektir. kurslar çocuğun hem yeni bir sosyal çevre edinmesini sağlayacak hem de dini bilgilerini öğrenmesini sağla- Gününü kurslarda geçiren çocuklar; hem dinini yacaktır. Bunun yanında bu kurslar sorumluluk, öz- öğrenme hem tatili değerlendirme hem de uygun ar- güven ve benlik saygınsın geliştirmenin yanı sıra kötü kadaş ortamına girerek kötü arkadaş ve etkilerinden ortam ve arkadaşlardan çocukları koruyacaktır. uzak kalacaktır. Öğrenmek için zihinsel olgunluğun en uygun olduğu bu yaşlarda öğrenilen bilgiler, öğrenme Çocuklar kurslarda; Kur’an-ı Kerim’i öğrenme- ve kalıcılık için en uygun bir dönemdir çocuklar için. nin yanında ailelerin kendilerine öğretmekte yetersiz kaldığı dini bilgilerle toplum ve aile tarafından yanlış Nasıl okuma yazma okulda öğreniliyorsa öğretilen dini değerlerin doğrusunu öğrenebilecekler- Kur’an-ı Kerim de bu amaçla açılmış kurslarda öğre- dir. nilir. Çünkü nasıl okuma yazma öğrenmenin bir 28 Haziran 2011 kuralı varsa Kur’an-ı Kerimi öğrenmenin de bir kuralı vardır: Kuralına göre öğrenilmeyen bir bilgi, hem yanlış öğrenilir hem de düzeltilmesi eğitim ve öğretim açısından zor olur. Bunun için de çocuklara Kur’an-ı evde değil de kurslara göndererek ehlinden öğrenmeleri sağlanmalıdır. Kurslara giden çocuklar, itikat ve ibadet gibi dini bilgileri sosyal ve akran grubu içinde öğrenmeleri onların bu bilgileri daha iyi öğrenmelerini sağlayacaktır. Aynı duygu ve düşünceleri paylaşmanın ötesinde aynı şeylere inanma ve aynı şeyleri yapma çocukların benlik saygısını yükselterek dini değerlere olumlu yönde bakmasını sağlayacaktır. ÇOCUKLARI YAZ KURSLARINA GÖNDERİRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ: 1. Çocuklar kurslara sevdirerek ve özendirerek 9. Çocuklar kursa gitmek istemedikleri zaman gönderilmelidir. Çünkü zorla gönderilmeye çalışan kurstan ve dinden soğutucu söz ve davranışlar içine çocuk sizden olduğu kadar dinden ve kurslardan so- girilmemelidir. ğuyabilir. 10. Çocukların kursta öğrendiklerini unutmama2. Kursun ciddiyet ve önemi çocuğa güzel bir şekilde kavratılmalıdır. 3. Çocuklar, kursa tertipli, düzenli ve kurs ada- ları ve sorumluluklarının farkına varmaları açısından onları günlük hayatta kullanmalarına imkân sağlanmalıdır. bına uygun kıyafetlerle gönderilmeye çalışılmalıdır. Sonuç olarak ailelerin; çocuklarının dini bilgileri 4. Çocuklar, kursa abdestli gitmesi konusunda teşvik edilmelidir. almaları konusunda gereken hassasiyeti göstermeleri gerekir. Bunun için de her konuda olduğu gibi dini konuları öğretme ve kurslara göndermede 5. Okuldaki gibi çocukların, kursun giriş çıkış sa- ilk yapılacak şey; çocuklara sevgiyle yaklaş- atlerine dikkat etmeleri konusunda gereken hassasi- maktır. Kaş yapalım derken göz çıkarmamak için yo- yet göstermeleri sağlanmalıdır. lumuz sevgi yolu olmalıdır. Hadiste Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) “Müjdeleyiniz nefret et6. Nasılsa devam zorunluluğu yok diyerek çocuğun mazeretsiz olarak kursa gitmemesinin önüne geçilmelidir. 7. Çocukların kursta okuyacakları cüz ve kitapları kurs hocasına danışılarak alınmamalıdır. tirmeyiniz” hadisini çocuk eğitiminde de dikkate almak dileğiyle... Her insan gibi çocuklar da, sevmediği kişilerin önerilerini dikkate almayacakları için işe; çocukları kendimizi sevdirmekle başlamak 8. Kursta verilen derslere okuldaki gibi rehberlik yapılmalıdır. Haziran 2011 gerekir. Kaş yapalım derken göz çıkarmamak için yolumuz sevgi yolu olmalıdır. 29 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” Allah’ın Rahmet İklimi: ÜÇ AYLAR Nihat MORGÜL [email protected] "Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Şüphesiz ki Allah, o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu? Onu affedeyim! Rızık isteyen yok mu? Rızık vereyim! Şifa dileyen yok mu? Şifa vereyim!"2 Manevi rahmet ve bereketlerle dopdolu olan bir iklime giriyoruz. Büyüklerimizin kısaca üç aylar dediği bu mübarek zamanlar, ruh ve gönül dünyamıza çok zengin, çok bereketli, çok maneviyatlı kapılar açar, bizlere büyük manevi fırsatlar sunar. Bu aylarda, inanç ve ibadet hayatımız daha bir kuvvetlenir, daha bir düzene girer. Evimize huzur, soframıza bereket gelir. İçinde yaşadığımız evimiz zamanla eskir, bakıma ihtiyaç duyar. Kullandığımız arabamız yıpranır tamire ihtiyaç duyar. Kışın yanmakta olan sobanın içindeki odun bittikçe ateşi ve sıcaklığı azalır sönmeye yüz tutar. Ateşin canlanması, harlanması için ara sıra sobaya odun atma ihtiyacı hâsıl olur. Bunun gibi dünya meşgaleleri, evlâd-u iyal kaygısı, istikbal ve ikbal düşüncesi insanı yorar, eskitir, zayıflatır. Zaman zaman insan ruhu da dinlenmeye, güçlenmeye, takviye edilmeye ihtiyaç duyar. İşte üç aylarla idrak edeceğimiz manevi atmosfer, insanı kendine getirir, ona kulluğunu, acziyetini insanı insan yapan sevgi, merhamet, yardım severlik ve 30 diğergamlık gibi yüksek hasletleri tekrar hatırlamasını ve onları doya doya yaşamasını sağlar. Halkımız bu ayları öyle benimsemiş, öyle sevmiştir ki bu mübarek üç ayların isimlerini kendi çocuklarına isim olarak vermiştir ve hala vermektedir. Bu rahmet iklimi Recep ayı ile başlar, Şaban ayı ile devam eder Ramazan ayı ile olgunluğa ve kemale erer, zirveye çıkar. Manevi bolluğun neticesinde ise, Ramazan Bayramı sabahı ile beraber inananlar af ve mağfirete nail olurlar. Rahmet sağanağının müjdesi ve ilk damlası Recep Ayıdır. Pek yakında idrak edeceğimiz bu mübarek aylardan ve faziletlerinden bir nebze olsun bahsetmek isterim. RECEP AYI Hicrî takvim aylarının yedincisi olan Receb-i şerif, aynı zamanda "üç aylar"ın ilkidir. Recep ayı haram aylardandır. Haram aylar kendisine hürmet edilmesi gereken aylardır. Zira Kur'an-ı Kerim'de haram aylara saygı gösterilmesi emredilmektedir1. Receb-i şerif içinde iki kandil gecesinin bulunması ayrı bir fazilettir. Receb ayının ilk cuma gecesi Regaib gecesidir. Meleklerin ve Allah dostlarının çok rağbet ettikleri, ibadet ve tâatla, zikir ve Kuranla ihya ettikleri bir gece olması hasebiyle bu geceye Regaib denmiştir. İslâm âlimleri, Hz. Peygamber (s)'in bu gecede Yüce Allah'ın manevi ikramlarına eriştiğini, bu sebeple şükür ve hacet namazı kıldığını bildirmektedirler. Bu gece hakkında halk arasında bilinen şekliyle, Regaib gecesi Hz. Peygamber (s)'in anne rahmine düştüğü gecedir, tarzındaki ifade yanlış bir iddiadan ibarettir. İSRA VE MİRAÇ İsra, Hazreti Peygamberimizin bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alınarak Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesidir. Orada Hazreti Peygamberimiz geçmiş tüm peygamberlere imam olmuş ve beraber namaz kılmışlardır. Miraç ise, Hazreti Peygamberimizin oradan alınarak göklere yükselmesi, Allah’ın huzuruna çıkmasıdır. Bu gece İslâm dünyasında Mîraç gecesi olarak bilinir ve ihya edilir. İşte bu mübarek gece Receb-i şerif ayının yirmi yedinci gecesidir. Hem Hazreti Peygamberimiz hem onun ümmeti, bu manevi yolculukla büyük müjdelere, rahmet ve bereketlere nail olmuşlardır. Miraçta ümmet-i Muhammed’e verilen üç nimet şunlardır; 1. Beş vakit namaz bu gecede farz kılınmıştır. Hazreti Peygamberimiz: “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur. Bu sayede hakkıyla namaz kılan müminler Peygamberimiz gibi miracı yaşayabileceklerdir. Bu, kadrini bilenler için gerçekten büyük bir nimettir. Kur’an, Cebrail vasıtasıyla indirilirken, Peygamberimizin Allah’ın huzuruna çağrılıp doğrudan namaz emrinin kendisine tebliğ edilmesi onun ehemmiyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. 2. “Âmenerresulü” diye bilip okuduğumuz, Bakara suresinin son ayetleri bu gece Peygamber efendimize direkt olarak nâzil olmuştur. Bu ayetlerde, Allah’ın hiç kimseyi güç yetiremediği işlerden sorumlu tutmayacağı, iradeleri dışında yaptıkları amellerden dolayı onları hesaba çekmeyeceği, ümmet-i Muhammed’in sorumluluklarının geçmiş ümmetlere göre daha hafif olacağı müjdelenmektedir. 3. Hazreti Peygamberimizin ümmetine Allah'a ortak koşmadıkları, tevhidden ayrılmadıkları takdirde Cennete girecekleri müjdelenmiştir. Haziran 2011 31 Ayrıca bu mucizevî hâdise ile ilgili olarak Kur'anı Kerim'de başlı başına "İsrâ" suresi indirilmiştir. Bu surenin bir bölümünde İslâm'ın bir özeti, on iki esas halinde bu gecede bildirilmiştir. ŞABAN AYI VE BERAAT GECESİ Mübarek üç ayların ikincisi de Şaban ayıdır. Bu mübarek ayın on beşinci gecesi Beraat gecesidir. İbni Mâce, Şaban ayı ve özellikle Beraat gecesi hakkında rivayet edilen şu hadisi kaydeder: "Şaban ayının yarısı (Beraat gecesi) gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Şüphesiz ki Allah, o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu? Onu affedeyim! Rızık isteyen yok mu? Rızık vereyim! Şifa dileyen yok mu? Şifa vereyim!"2 Peygamber Efendimiz (s) bu geceyi Hz. Âişe validemize tanıtırken şöyle buyurmuştur: Bu gece Şaban'ın onbeşinci gecesidir. Allah Teâlâ bu gecede Beni Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları Cehennem'den kurtarır. Ancak kendisine şirk koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına asî olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz."3 NELER YAPALIM? Bu mübarek günleri en iyi şekilde değerlendirmek için; ¸ Kuran hatmi başlayalım, ¸ Nafile namazlarımızı ve her aydan en az üç gün olmak üzere nafile oruçlarımızı çoğaltalım, ¸ Allah’ı daha fazla analım, zikir ve tesbihatla meşgul olalım. (Örneğin her gün yüz’er defa istiğfar, kelime-i tevhid, lafza-i celal, salavât-ı şerife…) ¸ Muhtaç olan konu komşuyu gözetip sadakalar verelim, Allah’ın rahmetinin sağnak sağnak yağdığı şu mübarek günlerde o rahmetten doya doya istifade edebilmeyi Allah hepimize nasip eylesin. Allah Teala günlerimizi bereketli, üç ayları hakkımızda hayırlı eylesin. Ramazan ayını daha sonra değerlendirmek üzere sözümüzü Hazreti Peygamberimizin duasıyla bitirelim. Hazreti Peygamber Efendimiz Recep ayına girdiğinde şöyle dua ederdi: “Allah’ım, Recep ve Şaban aylarını bize mübarek eyle, bizi Ramazana kavuştur”4 ............................................................. 1 Maide, 5/2 ve 97.ayetlerindeki “haram ay” ifadesi ile Muharrem, Zilkade, Zilhicce ve Recep aylarından her biri kastedilmektedir. , 2 İbn-i Mâce, Sünen, İkâmetü's-Salât, 191 , 3 Buhârî, et-Tergîbve't-Terhib, II, 118 , 4 Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/259 Hazreti Peygamber Efendimiz Recep ayına girdiğinde şöyle dua ederdi: “Allah’ım, Recep ve Şaban aylarını bize mübarek eyle, bizi Ramazana kavuştur” 32 Haziran 2011 33 Röportaj ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” Nureddin Yıldız: “Din Dindardan Öğrenilir” Aydın BAŞAR İslam fıkhına dair çalışmalarından tanıdığımız Sosyal Doku Derneği kurucu başkanı ve Milli Gazete yazarı Nureddin Yıldız Hoca ile “hayat ve istikamet” konulu bir mülakat yaptık. Burhan Dergisi okurlarının istifadesine sunuyoruz. Din dindardan, müttakiden öğrenilir. Oryantalistten din öğrenilmez, papazdan din öğrenilmez. Din Müslüman’dan öğrenilir. İstikamet üzere olmak ne demektir? Müslüman için bu ne anlama gelir? Müslüman’ın da aliminden öğrenilir. İlminin içini dolduramayanın herhangi bir şekilde bize İstikamet her şeyden önce müminin bir sorunu- bir şey öğretmesi mümkün değildir. Bizim din dur, kâfirin böyle bir sorunu yoktur. İstikamet, Allahü öğreneceğimiz insanlar dini öğretmeyi eshab- Teala’nın imtihan amacıyla kulunun önüne çıkardığı ı kiram gibi anlayan insanlardır. fitnelerden birine takılmamak demektir. Allahü Teala mal mülk fitnesi koyar kulunun önüne; kul o fitneye takılmadan yoluna devam eder. Şehvet fitnesi koyar kulunun önüne; kul o fitneye takılmadan yoluna devam eder. Bir ara faizli bir imkân koyar kul ona da takılmadan yoluna devam eder. Demek ki istikamet faize takılmamak, şehvete takılmamak, yalana takıl- 34 mamak, gıybete takılmamaktır. Kur’an’sız kalmamak racağız. Haramlardan arınma savaşı yapacağız. Fert ve hadis-i şerifi de basit görmemektir. İstikameti şöyle planında da böyle, toplum planında da böyle… Faiz bir benzetmeyle anlatabiliriz: Otobana giriyorsunuz, varken, kumar varken, alkol varken sana ibadetin ya- otobanın sonunda cennet var, son durağa ulaşıncaya pacağı bir şey yok ki; kova delik çünkü… Haramlar- kadar sağa sola sapmadan, virajlara takılmadan yo- dan korunmadan sonra üçüncü madde de şudur: lunuza devam ediyorsunuz. O halde siz istikamet üze- Yapabildiğim kadar ibadet. Beş vakit namaz artı ya- risiniz. Yolda her hangi bir sapağa girmişseniz pabildiğim kadar namaz; Ramazan orucu artı tutabil- istikametten ayrılmışsınız. Ancak istikametten ayrılmak diğim kadar oruç; farz olan zekat artı verebildiğim demek tekrar geri dönmemek demek değildir. Yanlış kadar sadaka… Son maddemiz de şudur: Bir Müslü- bir sapağa girdiniz ve sonuna kadar gittiyseniz bu man yalnız kalmayacak yoksa kurda yem olur. Ce- zaten küfürdür. Eğer sapağın yanlış bir yol olduğunu maat içinde olacaksın. Cemaat iki şekildedir. Bir: yarı yolda anlayıp tekrar otobana geri dönüyorsanız Ümmet-i Muhammed’in Kabe’ye yönelen ve onun et- yine istikamet üzeresiniz. Yani en son gelen melek (Az- rafında halka halka büyüyen büyük cemaati ki bu tüm rail) sizi otobanda yakalıyorsa kurtuluyorsunuz. Bütün Müslümanların oluşturduğu cemaattir. İki: Seni din mesele son nefese kadar istikamet üzere olabilmektir. kardeşi görerek sana emri maruf ve nehyi münker yapacak olan dinî çevre. Yüz kişi olur, bin kişi olur, on Alem-i insaniyetin imanı noktasında bize bin kişi olur; bu önemli değil. Üç kişi de olsak cemaat düşen görevler nelerdir? Fert olarak işe nere- olacağız. Pazartesi mi Perşembe mi toplanacağız, den başlamalıyız? Sonra toplum olarak neler orada birbirimizi ikaz edeceğiz. yapmalıyız? Amerika’da yaşayan bir tanıdığım TürkiBir İslam projesi yani İslamlaştırma nasıl olur? ye’deki vaazların çok sönük olduğunu söyle- Bunu kastediyorsunuz herhalde. Bir insanı İslamlaş- mişti. tırma veya toplumu İslamlaştırmaya nereden başla- insanların “Bugün Allah için bir şeyler yapma- malıyız? Bir; evvela imansız hiçbir şey olmadığı için lıyım” diye şevklendiklerini anlatmıştı. Okudu- imanın kökleşmesi için çalışacağız; on üç yıl Me- ğumuz dine’de olduğu gibi… İki: Haramsız bir ortam oluştu- dinlediğimiz sohbetler, söyleşiler, hutbeler ve Amerika’da kitaplar, bir vaazı dergiler ve dinleyince gazeteler; vaazlar dini açıdan yeteri kadar toplumu motive edebiliyor mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir defa elli yıl öncesine göre tanınmayacak bir toplumda yaşıyoruz. İslam hızla yükseliyor. Bu ne sayesinde oldu. Bu en başta imamlar sayesinde oldu. İmamlar ne kadar gevşek konuşsallarda en azından küfrün gelişmesini engelliyorlar. Bir adam belki dine imana da sövecek birisi ama cumaya gidip iki ayet dinleyince, hatta uyuklayarak bile dinlese, imanı sıfırlanmıyor. Yani Cuma namazı en azından onu imana bağlayan bir ip oluyor. Şu da var ki her zaman ümmeti Muhammed, hatiplerin kendisini coşturduğu bir ortamı yakalayamamıştır. Bu bir aşk meselesidir… Bir de müminlerin ihtiyacıyla ilgilidir. Mesela şuandaki hoca efendilerin tesir gücü İnönü zamanındaki kadar değil… O dönemdeki hoca efendiler ölmek üzere olan Haziran 2011 35 bir topluma hitap ettikleri için, onları uyandırmak için ama ruh yönü hiç yok. Yani sosyal bir adam yetişiyor etkili konuşmalar yapıyorlardı. O hoca efendiler dağ- ama ruh yönü ölü… Biz Seyid Kutub’un yoldaki işa- larda, çoğu zaman gizli bir şekilde, ormanlarda, ha- retleri ile Gazzali’nin İhyayı Ulumu’d Din’ini beraber pishanelerde nesil yetiştirdiler. O yüzden onların tesiri okursak bu konuda doğru bir anlayışa sahip olabiliriz. daha güçlüydü. Şimdi Müslümanların olanakları arttı, Sadece Gazzali okumak da sadece Seyid Kutub oku- lüks sayılabilecek mekânlara kavuştular. Ama tesir mak da yetmiyor. Ne yapacağız? İkisini sentez yapıp güçleri azaldı. Züht üzere kurulu olan bazı tarikatlar okuyacağız. Hasan El Benna o sentezdi işte… Hem bile bugün plaza gibi mekânlarda zikir yapıyorlar. cihat ruhu olsun, hem de işin ahlaki yönü ihmal edil- Amerika’da hutbe dinleyen kardeşimizin Cuma’dan sonra gidip İslam için bir şeyler yapmak istemesi, o toplumda Müslümanların konumunun rahat olmadığını, toplumun bir sıkışıklık içinde olduğunu gösterir. Biz burada Sultan Fatih’in toprağında kendimizi biraz rahat hissediyoruz. Bu rahatlık müminin aleyhine… Ne gibi? Fakir bir adam kapı kapı gezip “İş var mı abi” diye sorarak iş ararken, zengin bir adamın çocuğunun mesin... Cihat yapan bir peygamberimiz olduğunu unutmuyoruz ama bu peygamberin “ihtiyarlara ve kadınlara dokunmayın” diyerek merhamete yaptığı vurguyu da unutmuyoruz. Bildiğiniz gibi magazin ilahiyatçısı diyebileceğimiz bir kısım kimseler tabir-i caizse dini konuları sulandırıyorlar. Bu tür kimselerin dine zarar verdiğini düşünüyor musunuz? ayağına gelen imkanları tepmesi ve çalışmak yerine babasının hazır parasını yemesi gibi… Biz de bunun gibi hala Sultan Fatih’in mirasını yiyoruz. Kesinlikle dine zararları söz konusudur. Mutezilenin on iki asır önce verdiği zararları biz bugün hala kapatamadık. Ne demek “bana göre?” Yani Allah bir Heyecanları tetikleyen sloganik yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz? şey dediyse ben de bir şey diyorum demek istiyor. Bana göre bu ayet diye bir şey olur mu? Bu Mutezile’nin Abbasi sarayında icat ettiği bidattır. Mutezilenin Bu bir eğitim meselesidir… Maalesef Hasan El üzerinden asırlar geçti, onu çıkaranların kemiklerin- Benna gibi hem ruh terbiyesi, hem cemaat terbiyesi, den eser kalmadı dünyada; ama ekolleri devam edi- hem siyaset şuuru veren zeminlerimiz çok gevşek. Ya yor. Modernizasyon yanlısı bu okumuş yazmışların bu ruh terbiyesini, tasavvuf terbiyesini verip siyasi yö- hastalığı maalesef tehlikeli bir yoldur. Bazıları da yük- nünü çürük bırakıyorlar ya da siyasi bilinci veriyor selmek için bu tehlikeli yola başvuruyorlar. 36 Haziran 2011 Bu zevatın ortaya attığı “Kuran İslam’ı…” ifadesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sözün bir tuzaktan başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Dini konularda sahih bilgilere ulaşma noktasında insanlara nasıl bir yöntem tavsiye edersiniz? Dini kimden öğrenmeliyiz? Din dindardan, müttakiden öğrenilir. Oryantalistten din öğrenilmez, papazdan din öğrenilmez. Din Müslüman’dan öğrenilir. Müslüman’ın da aliminden Mutezilenin on iki asır önce verdiği zararları biz bugün hala kapatamadık. Ne demek “bana göre?” Yani Allah bir şey dediyse ben de bir şey diyorum demek istiyor. Bana göre bu ayet diye bir şey olur mu? Bu Mutezile’nin Abbasi sarayında icat ettiği bidattır. öğrenilir. İlminin içini dolduramayanın herhangi bir şekilde bize bir şey öğretmesi mümkün değildir. Bizim din öğreneceğimiz insanlar dini öğretmeyi eshab-ı kiram gibi anlayan insanlardır. Eshab-ı Kiram dini öğretmeyi bir cihat olarak kabul ediyordu. Öğrendiklerini önce kendileri hayatlarında tatbik ediyor, onu yaşıyor, müzün imanî sorunlarına cevaplar verme nok- sonra öğretiyorlardı. İkinci olarak bir ihtisastan söz et- tasında kelam ilminden yeteri kadar faydalana- meliyiz. Hadisi hadisten anlayan birinden, tefsiri tef- biliyor muyuz? sirden anlayan birinden, fıkhı fıkıhtan anlayan birinden öğrenmeliyiz. Gazzali gibi bir adam, ilmin en Şimdi kelam ilminde bir çıkmazımız var. Kelam üstününe sahip olduğu halde “Hadiste pek güçlü de- ilminin kendi iç sorunları var... Git gide kelam ilmi çiz- ğilim benden hadis almayın” demiştir. gisini değiştirmiştir. Kur’an’ı savunmak için kurulmuş bir ilim olduğu halde, Kur’an’dan hiç yararlanılmayan Hocam günümüzde kelam ilminin önemi bir ilim haline gelmiştir. Felsefeye dönüşmüştür. Kelam fazla anlaşılamıyor diye düşünüyorum. Günü- bugün yine Maturidi’nin Eşari’nin yaptığı şey haline gelmelidir. Her gelen kelam üzerine çalışırken, kelam kitabını kalınlaştırıyor. Fakat felsefe üzerinden kalınlaştırıyor. Bu ümmet Kur’an etrafında döndüğü zaman dağılmayacaktır. Ama kelam ilmi zamanla eksenini şaşırmıştır, Kur’an’dan uzaklaşmıştır. Kuran’ın etrafındaki şüpheleri kaldırmak için cevap bulmak için çalışması gerekirken, buldukları her cevap yeni bir şüphe doğurur hale gelmiştir. Gelenek ve modernite arasında Müslüman’ın konumu neresidir? Modernistlerin veya gelenekçilerin din algısı arasında Müslüman hangi çizgide olmalıdır? En başta biz hiçbir şekilde modernist olamayız. Neyi değiştireceğim ben? İmanın şartlarını mı değiştireceğim. Sadece imanın şartları eskiden divitle yazılıyordu şimdi bilgisayarla yazılıyor. Ben bugün Haziran 2011 37 bilgisayarda yazarım printte çıkartırım, o kadar… Bundan başka yapacağım bir şey yok benim. Yani biz geleneğimizi yani Ebu Henife’yi bilgisayardan öğreniriz. Yani içerik olarak geleneğimizden en ufak bir şekilde sapmayız ama yöntem olarak çağın gerektirdiği alet edevatı kullanırız. Eski alimlerimiz kendi dönemlerindeki zararlı felsefelere karşı ciddi anlamda mücadele etmişlerdi. Günümüzde Müslümanlar için zararlı felsefeler nelerdir? Bu konuda ilim sahipleri sizce üzerine düşeni yapıyor mu? Yapanı var yapmayanı var elbette… Mesela laik anlayış İslam toplumuna sinmeye başlamıştır. Sekuler anlayışlar içimize sinmiştir, benimsenmiştir, kılık kıyafetimize sinmiştir, eğitim anlayışımıza sinmiştir. En büyük tehlike de budur. Ve bu sinerken içimize akılcılıkla sinmiştir. Aklı Allah ile kul arasında sigorta haline getirilmeye başlanmıştır. Allah’tan geleni akıl süzgecinden geçiriyor, ağır gelirse, onu reddediyoruz. Oysa akıl bir trafo vazifesi yapmalıdır. Allah’tan gelenler yanın size açılmasından korkuyorum.” Dünyevileşme akılda voltajı ayarlanıp bize gelmelidir. Bu sebeple en yani.. “Bir de otelde geçirelim tatili” Ya senin köyün büyük sıkıntımız akılcılığın sekülerizmi içimize yerleş- var otelden bin kat daha güzel… Ya da perdeye bir tirmiş olmasıdır. Bizim savaşımız bunun üzerinden ola- kat daha perde yapıyoruz. O da güneşten perdeyi ko- caktır. Bir de şu hususu hatırlatmakta yarar vardır. rumak için. İşte bu dünyevileşmedir. Hadis-i şerifte buyruluyor ki: “Fakirlikten değil dünHocam ıhlas ve samimiyet noktasında dini iştiyakımızın artması için bize nasıl bir reçete yazarsınız? Müslüman’ın böyle samimi bir arzusu varsa Kur’an’ı Kerim’e sarılacak, okuyacak, anlasa da anla- Mutezilenin üzerinden asırlar geçti, onu çıkaranların kemiklerinden eser kalmadı dünyada; ama ekolleri devam ediyor. Modernizasyon yanlısı bu okumuş yazmışların bu hastalığı maalesef tehlikeli bir yoldur. Bazıları da yükselmek için bu tehlikeli yola başvuruyorlar. masa da okuyacak anlamaya çalışacak. Ama bu baştan aşağı Ku’ran meali okumak değil. Mesela üç ay süren bir Kehf Suresi dersi görmek. Bu suredeki sırları anlayan biri heyecanlanır, dağlara çekilir Allah’ın izniyle. Demek ki birinci olarak enerjimizi Kur’an’dan alacağız. İkincisi; mürşitsiz yol almak mümkün değil, bir mürşidimiz olacak. Mürşidimiz, siyasetten anlayan, şeriatı idrak etmiş, dünyanın gidişatını gözlemleyen âlim biri olmalıdır. Sadece züht yönünü bilen biri bizi pısırıklığa sevk eder, sadece siyasetten anlayan biri ayağımız kaydırır, başkasını kurtaralım derken kendimiz helak oluruz. 38 Haziran 2011 39 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” MESİH ve MEHDİ Dr. Ebubekir SİFİL [email protected] Son zamanlarda kıyamet alametleri cümlesinden olarak Mesih ve Mehdi inancının sıklıkla tartışma konusu yapıldığı dikkatinizi çekmiştir. Gerek akademik çevrelerde, gerekse halk arasında -medyanın da katkılarıyla- bu meseleler üzerinde zaman zaman hayli ateşli tartışmalar cereyan ediyor. “Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. İşte muhakkak onun alametleri gelmiştir. (Kıyamet) kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” Mesih ve Mehdi meselesi elbette sebepsiz, durduk yere tartışma gündemine sokulmuyor. Tıpkı daha pek çok benzerleri gibi... Farklı kesimlerin bu tartışmalar üzerinden farklı beklentileri bulunduğunu anlamak zor değil. Ancak biz bu yazıda konunun bu yönünden ziyade, İslâm’da Mesih ve Mehdi inancının bulunmadığını söyleyenlerin ileri sürdüğü gerekçeler üzerinde duracağız. Ehl-i Sünnet’in konuyla ilgili kabulleri akaid/kelam kitaplarında, hadis şerhlerinde ve tefsirlerde detaylarıyla zikredilmiştir. Hatta genel olarak kıyamet alametleri, özel olarak da Mesih ve Mehdi 40 konusunda müstakil kitap ve risaleler kaleme alınmıştır. Ancak günümüzde bu konuyla ilgili olarak birçok yeni soru işaretinin ve tereddüdün izhar edilmiş olması, ulemanın ortaya koyduğu hususların, mezkûr soru ve tereddütleri ortadan kaldıracak şekilde yeniden ifade edilmesini gerekli kılmaktadır. SORU İŞARETLERİ İslâm’da Mesih ve Mehdi inancına yer olmadığını söyleyenlerin hareket noktalarını şu şekilde maddeleştirebiliriz: 1. Kur’an’da kıyametin ansızın kopacağı haber verilmektedir. En’am Suresi’nin 31, A’raf Suresi’nin 187, Yusuf Suresi’nin 107. ayetlerinde ve aynı muhtevadaki daha pek çok ayette bu husus açıkça görülebilir. O halde kıyametin bir takım “alametlerinin” bulunduğunu söylemek ve buna inanmak Kur’an’a aykırıdır. Zira kıyamet kopmadan önce bir takım alametler ortaya çıkacaksa, kıyametin “ansızın” kopması söz konusu değil demektir ki, bu durum Kur’an’la açık bir çelişki oluşturur. 2. Mehdi ve Mesih inancı İslâm’a diğer din ve kültürlerden geçmiştir. Bunun en önemli delili, İslâm’dan önceki dinlerde ve inançlarda da bir “kurtarıcı Mesih/Mehdi” inancının bulunmasıdır. 3. Ne Mesih, ne de Mehdi Kur’an’da zikredilmemektedir. 4. Efendimiz s.a.v.’in gaybı bilmediği Kur’an’da açıkça zikredilmiştir. “De ki: Size, ‘Allah’ın hazineleri elimdedir’ demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ‘Ben meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım...” (En’âm, 50) ve “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları ancak O bilir.” (En’âm, 59) ayetleri ve benzerleri bu hususu ifade etmektedir. Kıyametten önce bir takım şeylerin meydana geleceğini söylemek, gaybden haber vermektir. Dolayısıyla Efendimiz s.a.v.’in bunları bildiğine ve söylediğine inanmak Kur’an’a aykırı düşer. KUR’AN VE KIYAMET ALAMETLERİ Bu soruları aynı sıra içinde cevaplayacak olursak: 1. Kıyametin ansızın kopacağının Kur’an’da birçok ayette ifade buyurulduğu doğrudur. Ancak dikkat edilecek olursa, bu ayetlerin istisnasız hepsi inkârcılardan bahsetmekte, kıyametin onların üzerine ansızın kopacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ı da, Efendimiz s.a.v.’i de inkâr edenler için kıyametin alametlerinin herhangi bir anlamı yoktur. Kıyamet alametlerinin anlamı biz müminler içindir. Bu söylediğimizin en büyük delili, yine bizzat Kur’an ayetleridir. Yukarıdaki iddiada bulunanlar, Kur’an’ı iyi tetkik ettiklerinde göreceklerdir ki, Kur’an’da kıyametin bir takım alametlerinin bulunduğu açık bir şekilde zikredilmektedir. Mesela Muhammed Suresi’nin 18. ayetinde şöyle buyurulur: “Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. İşte muhakkak onun alametleri gelmiştir. (Kıyamet) kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” Dikkat edilecek olursa bu ayet de inkârcıları bahse konu etmekte, üstelik de kıyametin alametlerinin geldiğini açıkça bildirmektedir. Aralarında Elmalılı’nın da bulunduğu müfessirler burada ifade buyurulan alametlerin, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in risaleti, ayın ikiye yarılması... gibi hususlar olduğunu belirtmişlerdir ki, bunların kıyametin “uzak alametleri” olduğunu söylemek -Allahu Haziran 2011 41 a’lem- yanlış olmaz. Zira aşağıda zikredeceğimiz ayette de kıyametin alametlerinden bahsedilmekte, ancak o alametler geldiğinde iman edenin imanının kendisine bir fayda sağlamayacağı bildirilmektedir: “Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz.” (En’âm, 158). Bu ayette ifade buyurulan alametlerin de “yakın alametler” olduğunu söylemek mümkündür. Daha önce iman etmemiş yahut imanında gerekli samimiyeti göstermemiş, salih ve faydalı amel işlememiş olanlar için bu “yakın alametler” zuhur ettiğinde iman etmek artık bir fayda sağlamayacaktır. Kurtubî ve sair müfessirler, burada güneşin batıdan doğmasının kastedilmiş olabileceğini belirtmişlerdir. Zikrettiğimiz bu iki ayetin ne anlattığı konusunda farklı şeyler söylemek de mümkündür. Biz, tercih edilen tefsirleri ifade ettik. Ancak her halükârda bu ayetlerin, kıyametin birtakım alametlerinin bulunduğunu açıkça ortaya koyduğu hususu inkâr edilemez bir gerçektir. Şu halde Kur’an’da kıyametin ansızın geleceğinin belirtildiği, dolayısıyla onun bir takım alametlerinin bulunduğunun söylenmesinin Kur’an’a aykırı olduğu tezi hiçbir şekilde geçerli değildir. 42 MESİH VE MEHDİ İNANCI İSLÂM’A DIŞARIDAN MI SOKULDU? 2. İslâm’dan önceki birtakım dinlerde ve inanç sistemlerinde Kurtarıcı Mesih/Mehdi inancı bulunduğu doğrudur. Sadece Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta değil, Sümerler’de dahi bu inancın bulunduğu bilinmektedir. Ancak başka dinlerde şu veya bu şekilde bulunması, Mesih ve Mehdi inancının İslâm’a dışarıdan geldiğini göstermez. Hz. İsa Mesih a.s.’ın ölmediği, kendisini öldürmek isteyen yahudilerin elinden Allah Tealâ tarafından kurtarılarak göğe çekildiği, Kur’an’ın delaleti ve mütevatir Sünnet’in açıkça haber vermesiyle bilinmektedir. Mehdi ise Hz. İsa a.s.’ın gökten ineceğini anlatan rivayetlerde geçmekte, ayrıca müstakil rivayetlerde de Efendimiz s.a.v.’in soyundan geleceği ve ahir zamanda Ümmet-i Muhammed’in işlerini tedvir edeceği haber verilmektedir. Burada bir noktanın altını kalın bir çizgiyle çizelim: Gerek Mesih ve Mehdi konusunda, gerekse daha farklı meselelerde inkâr tarafını tutanların ilk sığındığı, bunların İslâm’a dışarıdan girdiği iddiasıdır. Böyle bir şeyin mümkün olabilmesi için her şeyden önce sosyal, siyasal ve kültürel şartların elverişli olması gerekir. Daha açık söylemek gerekirse, müslümanların herhangi bir inanç unsurunu dışarıdan aldığını söyleye- Haziran 2011 bilmek için, olağanüstü bir dinî ve toplumsal zaaf içinde bulunmuş olmaları gerekir. Ancak böyle bir durumda İslâm Ümmeti’nin hakim milletlerin dinî inançlarından ve kültürlerinden etkilendiğini söylemek inandırıcı olabilir. Ne var ki, Mesih ve Mehdi ile ilgili rivayetlerin yer aldığı hadis kitaplarının ve itikadî metinlerin vücuda getirildiği zaman dilimine baktığımızda şunu görüyoruz: İslâm bütün izzet ve ihtişamıyla bölgesinin ve hatta dünyanın her bakımdan en güçlü devletidir. Yahudi ve hıristiyanlar ancak “zimmî” statüsüyle İslâm devletinde yaşayabilmektedir. Müslümanların “hakim”, diğerlerinin “mahkûm” olduğu bir zaman diliminde derlenen eserlere herhangi bir yabancı unsurun, üstelik de “itikadî bir kabul olarak” girmesi bu şartlar altında nasıl mümkün olabilmiştir acaba?! Diğer din ve inanç sistemlerindeki Mehdi ve Mesih inancının genellikle toplumun zayıf düştüğü, insanların her şeyden ümit kesip çaresizlik içinde bir “kurtarıcı” beklediği durumlarda baş gösterdiği bilinmektedir. Oysa yukarıda da söylediğimiz gibi bu konudaki rivayetlerin derlendiği dönemde müslümanlar izzet ve şehametin zirve dönemlerinden birisini yaşamaktaydı. Böyle bir durumda kim, niçin “kurtarıcı” beklesin ki?! Mehdi inancının Ehl-i Sünnet’e Şia’dan geçtiğinin ileri sürülmesinin de ciddiye alınacak yanı yoktur. Zira Şia, 12. İmam olarak kabul ettiği Muhammed b. el-Hasan el-Askerî’nin, 260/873 yılında 5 yaşındayken gaybete girdiğini (gayb alemine çekildiğini) ve kıyamete yakın ortaya çıkacağını söylerken, Ehl-i Sünnet inancında “gaybet”e yer yoktur. Mehdi, olağanüstü özelliklere sahip birisi değildir. O, bu ümmetin tarih boyunca yetiştirdiği büyük insanlardan birisi olarak doğup büyüyecek ve zamanı geldiğinde hayatın tabii akışı içinde görevini icra edecektir. Kaldı ki Mehdi ile ilgili rivayetlerin, Muhammed b. el-Hasan el-Askerî daha dünyaya gelmeden önce kaleme alınmış -Abdürrezzâk’ın el-Musannef’i, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i gibi- hadis eserlerinde yer almış olması, konunun Şia ile irtibatlandırılmasını imkânsız kılmaktadır. “KUR’AN’DA YOKSA İSLÂM’DA DA YOKTUR” ANLAYIŞI 3. Mesih ve Mehdi meselesinin Kur’an’da yer almadığı gerekçesiyle inkâr edilmesi de bir başka problemli bakış açısının ürünüdür. Bu bakış açısına göre herhangi bir şey Kur’an’da açık bir şekilde yer almıyorsa islâmî değildir, reddedilmelidir. Oysa böyle bir düşünce öncelikle Kur’an’ın kendisine aykırıdır. Zira Sünnet, Kur’an’ın mücmel (detay vermeyen) ayetlerini tafsil ve müphem (anlamı ilk bakışta anlaşılmayan, kapalı) ayetlerini açıkladığına göre, kıyamet alametleriyle ilgili ayetlerin beyan ve tafsilinin de Sünnet tarafından yapılmış olmasında garipsenecek bir durum yoktur. Zira Efendimiz s.a.v’in en temel görevlerinden birisi Kur’an’ın “tebliği” ise, bir diğeri de “açıklanması”dır. (Nahl, 44, 64) Bu cümleden olarak Efendimiz s.a.v.’in kıyamet alametleriyle ilgili ayetleri beyan ve tafsil etmiş olması da son derece tabiidir. Nitekim bir keresinde Sahabe’den bazılarının bulunduğu bir meclise gelen Efendimiz s.a.v. ne yaptıklarını sorduğunda, “Kıyametten bahsediyoruz” cevabını alınca şöyle buyurdu: “Siz onun öncesinde 10 alamet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır...” Burada Efendimiz s.a.v, duman, Haziran 2011 43 Deccal, Dâbbe-i Arz, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa a.s’ın nüzulü, Ye’cüc-Me’cüc, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında bir yer batması ve Yemen’den, insanları önüne katarak sürükleyen bir ateşin çıkmasını zikretmiştir. (Müslim) İşte bu, yukarıdaki 1. maddede zikrettiğimiz En’âm 158 ayetinin tefsiri sadedinde irat buyurulmuş hadislerden sadece birisidir. Hadis kitaplarının “Eşrâtu’s-Sâ’a”, “Fiten”, “Melâhim”... gibi bölümlerinde yer alan ve kıyamet kopmadan önce meydana gelecek hadiseleri anlatan rivayetlerin tamamını bu bağlamda düşünmek gerekir ki, ulema bu hadislerin mütevatir olduğunu ifade etmiştir. Öte yandan, “Kur’an’da geçmiyorsa kabul etmem” anlayışında olanlara şunu sormak gerekir: “Cuma namazı”, “Bayram namazı”, “Cenaze namazı” adı altında kıldığımız namazların hangisi Kur’an’da mevcuttur? Namaz, zekât, hac gibi temel ibadetlerin ne zaman ve nasıl yerine getirileceği konusunda Kur’an’da bir açıklama var mıdır? Bütün bu hususlarda ve burada zikretmediğimiz daha pek çok meselede Sünnet’le amel etmekten başka bir yol var mıdır? Bu sorunun cevabı ne ise, Mesih ve Mehdi hadislerinin kabulü konusundaki cevap da odur. Nitekim bir keresinde Sahabe’den bazılarının bulunduğu bir meclise gelen Efendimiz s.a.v. ne yaptıklarını sorduğunda, “Kıyametten bahsediyoruz” cevabını alınca şöyle buyurdu: “Siz onun öncesinde 10 alamet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır...” EFENDİMİZ S.A.V. VE GAYB BİLGİSİ 4. Efendimiz s.a.v.’in gaybı bilmediği iddiasına delil olarak ileri sürülen birçok ayet bulunduğunu biliyoruz. Bunları tek tek ele alıp cevaplandırmak ve konuyu detaylı olarak tartışmak bu yazının çerçevesini aşacağı için, biz burada bu itiraza genel bir cevap vermekle yetineceğiz. Kur’an’da Allah Tealâ’nın, bazı gaybî bilgileri bazı kullarına bildirdiğini açıkça gösteren ayetler vardır. Mesela Hızır a.s. ile ilgili kıssayı anlatan ayetler bunlardandır. Ulü’l-azm bir peygamber olan Hz. Musa a.s.’ın dahi muttali kılınmadığı bir takım gaybî bilgileri onun bildiğini Kehf Suresi’nin 65 ve devam eden ayetlerinden öğreniyoruz. Öyleyse “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.” (Neml, 65) ayeti gibi gaybı Allah Tealâ’dan başkasının bilmediğinin ifade buyurulduğu ayetleri şöyle anlamak gerekir: “Yerde ve gökte hiçbir varlık, Allah Tealâ tarafından bildirilmedikçe, kendiliğinden gaybı bilemez.” Yukarıdaki örnekte geçtiği gibi nasıl ki Hızır a.s. gaybî bilgileri Allah Tealâ’nın bildirmesiyle biliyor idiyse, işte Efendimiz s.a.v. de kendisine bildirilen gaybî haberleri öyle biliyordu. 44 Haziran 2011 Nitekim “Allah müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla birlikte Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer (ve gaybı ona bildirir).” (Âl-i İmran, 179) ayeti de Allah Tealâ’nın, bazı gaybî haberleri, seçtiği bazı elçilere (melek ve peygamberlere) ilettiğini ifade etmesi bakımından mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Yine bu cümleden olarak Efendimiz s.a.v.’e Kur’an dışında da vahiy geldiğini gösteren ayetler bulunduğu vakıasını da hatırdan çıkarmamak gerekir. Kur’an’ın beyan ve tefsiri ve hayata aktarılması bağlamındaki hadislerin “Kur’an dışı vahiy” olduğu İslâm alimlerinin genel kabulüdür. Dolayısıyla bir takım gaybî hususların ve bu arada Mesih/Mehdi ile ilgili haberlerin Efendimiz s.a.v’e bu Kur’an dışı vahiyler cümlesinden olarak iletildiğini söylemek, gerçeğin ifadesi olacaktır. Hadis ilminin birçok otoritesi, Hz. İsa Mesih a.s.’ın nüzulü (kıyamete yakın yeryüzüne inmesi) ve Mehdi hadislerinin “mütevatir” olduğunu belirtmiştir. Ezcümle hepsi de hadis hafızı olan Muhammed b. elHüseyin el-Âburî, müfessir Kurtubî (et-Tezkire, 651), İbnu’l-Kayyım (el-Menâru’l-Münîf, 142), el-Mizzî (Tehzîbu’l-Kemâl, XXV, 149), İbn Hacer (Fethu’l-Bârî, VI, 493; Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 126), es-Sehâvî (Fethu’lMuğîs, III, 43) ve daha birçok alim, Mesih ve Mehdi hadislerinin tevatür seviyesinde olduğunu söylemiştir. Ayrıca gerek genel olarak “kıyamet alametleri”, gerekse Hz. İsa Mesih a.s.’ın nüzulü ve Mehdi konusunda müstakil eser veren el-Berzencî (el-İşâ’a, 112), es-Sefârînî (Levâmi’u’l-Envâr, II, 84), eş-Şevkânî ve el-Kınnevcî (el-İzâ’a, 61-2), el-Heytemî (el-Kavlu’lMuhtasar, 17-8), el-Kevserî (Nazratun Âbire, 55) gibi ulema bu hadislerin mütevatir olduğunu açıkça ifade etmiştir. NETİCE el-Kettânî, mütevatir hadisleri zikretmek masadıyla kaleme aldığı Nazmu’l-Mütenâsir’inde (236 vd.) Burada ele aldığımız hususların her biri, hakkında müstakil kitaplar yazılacak kadar önemlidir. Nitekim gerek geçmişte gerekse günümüzde bu hususlarda pek çok kitap ve risale kaleme alınmıştır. Mesih/Mehdi konusunda kaleme alınmış eserler ve ilgili rivayetlerin durumu kısaca şöyledir: Mehdi hadislerinin 20 sahabi tarafından nakledildiğini belirtmiştir. Bu sahabîlerden bazılarının, konu hakkında birden fazla rivayet naklettiğini burada belirtelim. el-Arfu’l-Verdî isimli risalesinde (el-Hâvî içinde, II, 123 vd.) es-Süyûtî, konuyla ilgili merfu hadisler yanında mevkuf ve maktu hadislere (Sahabî ve Tabiî sözlerine) ve daha sonraki nesillerden bu konuda gelen ifadelere de yer vermiştir ki, toplamı -hızlıca yaptığım numaralandırmaya göre- 244’tür. Ali el-Müttakî, es-Süyûtî’nin eserlerinden istifadeyle hazırladığı el-Bürhân’da bu rakamı daha da yukarıya çıkarmış ve her türden 300 civarında rivayet derlemiştir. Konuyla ilgili rivayetlerin tamamının sahih ve bağlayıcı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını “hayır” olarak versek bile, bu durum şu gerçeği değiştirmeyecektir: İslâm’ın ilk kuşaklarında Mesih ve Mehdi meselesi, yaygın olarak bilinen, inanılan ve dilden dile dolaşan bir meseledir ki bu kadar rivayete konu teşkil edebilmiştir. Haziran 2011 45 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” İSLAMİYET KENDİ KAVRAMLARI ÜZERİNDE YÜKSELİR Hasan BAŞAR “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyo rum.” 46 Ortada iyi gitmeyen gerek toplumsal, gerek siyasal, gerek ekonomik, gerekse sosyal bir bunalım var. Aslında bu bunalımlar son 200 yıldır var ve biz son 200 yıldır bu bunalımlardan kurtulmak için hep bir arayış içerisinde olmuşuz. Din adamları ve düşünürler bu yangını söndürmeye çalışmışlar, bu kötü gidişata dur demek için çözüm önerileri sunmuşlardır. Bu arayışların içerisinde olmazsa olmazlardan bir tanesi de hiç şüphesiz İslamiyet olmuştur. Çünkü Müslüman bir memlekette sorunlara çözüm aranacaksa İslamiyet’i yok sayamayız ki, İslamiyet sadece imanı noktada değil sosyal, siyasi, ekonomik noktalarda da köklü pratikleri olan ve mevcut sorunların çözümüne yönelik doğru ve yapısal öneriler sunabilen dinamik bir yapıdır. Üstelik bir de ortada 1400 yıllık bir birikim var. Bütün bu birikimler İslamiyet’in hayatın her alanına uygulanabileceğini bizlere pratik halinde göstermiştir. Üstelik bu pratikler arkasında muhteşem bir İslam medeniyeti de bırakmıştır. İçinde bulunduğumuz şuanda bir çöküntü ve bunalım yaşıyorsak bunun yegâne nedeni de İslamiyet’ten uzaklaşmış olmamızdır. Kurtu- luşta İslamiyet’e tekrar sarılmak ve sorunların çözümünde İslami kaynaklara yönelmektir. Referans noktamız İslamiyet olmalıdır. İslam medeniyetinin kalbi imandır. Biz kalplere imanı yerleştirdiğimiz zaman yüksek İslam kültürü kendiliğinden meydana gelecektir. Çünkü içinde Allah korkusu, peygamber sevgisi olan iman sahibi bir birey kendisini insanlığın yararına adar. Siz o insandan, insanların ve insanlığın zararına hiçbir şey göremezsiniz. Yüksek medeniyetler insanlara yatırım yapan medeniyetlerdir. Merkeze insanı oturtan medeniyetler, üstün medeniyet olmayı başarmıştır. Bizler büyük medeniyete kavuşmak istiyorsak çok şey yapmamıza gerek yok. Kafamızı kaldırıp şöyle bir geçmişe bakmamız yeterlidir. Aradığımız şey öyle çok uzaklarda değil hemen yanı başımızda duruyor: “İslamiyet” Bütün bunları söylerken yanlış anlaşılmak istemem. Sanki daha önce bu iş hiç yapılmıyordu demek istemiyorum. Sorunların çözümünün merkezine İslamiyet’i koyanlar olmuştur ve üstelik bunun mücadelesini de vermişlerdir. Ve o kişiler bugün için İslamcı olarak adlandırılmaktadır. Ve onların pratik halinde savundukları bu fikirlere de İslamcılık denmektedir. Gerçi onlar bu ismi kendilerine vermemişlerdir. Onlar kendilerine Müslüman demişler ve bir Müslüman hassasiyetiyle sorunlara çözüm aramışlardır. Sait Nursi hazretlerinin söylediği gibi: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” Evet, bugün İslamcı olarak adlandırılan kişilerin büyük çoğunluğu gördükleri bu yangını nasıl söndürürümün kaygısını yaşamışlardır. Ve hep referansları da İslamiyet olmuştur. Onların ortaya koydukları bu pratiklerde beraberinde İslamcılığı doğurmuştur. İslamcılık ile ilgili tanımlardan bazıları şunlardır: “İslamcılık 19.-20. yüzyılda bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim…) yeniden hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden… kurtarmak; medenileştirmek, birleştirmek ve kaldırmak uğruna yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak tarif edilebilir.” ( İsmail KARA, Türkiye de İslamcılık Düşüncesi) “İslamcılık, kültürel, politik ve sosyal önder zümresinin- ki bunlar belli iddia ve taleplerle farklı etkinlik alanlarında ortaya çıkarlar- İslamiyet’in manevi, ahlaki, kültürel ve sosyal değerlerine uygun bir dünyanın kurulmasını sağlamaya çalışmaları ve bu uğurda çe- Haziran 2011 47 İslamcılık, İslam’ın temel kaynaklarına dönüşü, zamanın gereklerine göre dinin yeniden yorumlanmasını ve İslam’ın özüne uymayan kavram ve güçlerle mücadeleyi amaçlamaktadır.(Yalçın AKDOĞAN, Siyasal İslam- Refah Partisinin Anatomisi) fikir adamı da yetişmiyor. Fikirler şahıslar üzerinden yürütülür. Onlar sayesinde fikirler ayakta kalmayı başarırlar. Böyle insanlar ve fikir adamları da yetişmeyince kültürü canlı tutamıyor ve gelecek kuşaklara aktaramıyoruz. Bugün için yaşadığımız en büyük sorun bu. İslami kimliği ile var olmayı başarabilen yeni fikir adamları çıkaramamaktır. İslami kimliğe sahip olmak İslami dili ve İslami kavramları kullanmayı gerektirir. Bütün bu tanımlar bize şunu gösteriyor ki İslamiyet ve onun pratiklerini savunan İslamcılık bu toplum için elzemdir. Onu ayakta tutmak ve geliştirmek Müslüman kimliğine sahip bizlere vebaldir. Evet, zamanında İslamiyet’in güçlü sesleri vardı ve bütün insanlığa bu hakikati korkusuzca haykırıyordu. Oysa günümüz öyle değil. Yok artık bu güçlü sesler. Bir Necip Fazıl, bir Nurettin Topçu, bir Sezai Karakoç yok artık. Kültür hayatımız bir boşluk içinde. Bu boşluğu dolduracak, bu boşluğun bayraktarlığını yapacak bir Bizim en büyük açmazımız İslami kavramları kullanan kişilerin, İslamiyet’i referans olarak almak istemeyenler tarafından dinci yaftası yemesidir. O insanlara dinci diyerek toplumsal baskı uygulanmaya başlanır. Bu dili kullananlar gerici imajı yer ve dışlanırlar. Biz Müslümanlarda bu baskıdan kurtulmak için ve toplumda dışlanmadan var olabilmek için Avrupai kavramlar üzerinden kendimizi ifade etmeye çalışırız. Oysa bu yol sonu olmayan bir yoldur. İslamiyet’i İslami olmayan Avrupai kavramlarla açıklamaya çalı- şitli alanlarda ve düzeylerde cehd göstermeleri olarak tanımlanabilir.” ( Ali BULAÇ, İslam’ın Üç Siyaset Tarzı veya İslamcıların Üç Nesli) Müslüman, Müslüman kimliği ile var olmayı başarmalıdır. Kendine meşruluk kazandırmak için ithal kavramlar kullanmamalıdır. Her şeyden önce yapması gereken kendi medeniyetini özgünleştirmek olmalıdır. Kendi başına kalmayı başarmalıdır. Modernizm adına Avrupai dili kullanmamalıdır. O zaman ortaya biraz Avrupai biraz da İslam düşüncesi doğar ki, ortaya, bugün olduğu gibi ne olduğu belli olmayan bir medeniyet çıkar. 48 Haziran 2011 şırsak anlatmak istediklerimizi tam olarak anlatamayız. Her medeniyet kendisi olmayı başardığı zaman ayakta kalabilir. Ve her medeniyetin kendine ait bir dili ve kavramları vardır. Bu kavramlar sayesinde bir medeniyet diğer medeniyetlerden ayrılır. Bugün İslamcı ya da dinci olarak adlandırılan kişiler İslami dili ve kavramları kullandığı için bu isimle anılmaktadır. Ve bu kişiler öncelikle kendi medeniyetlerinin üstün olduğunu kabul ettiler, merkeze kendi medeniyetlerini koydular ve bu medeniyetin kavramları ve dili ile düşünce sistemi geliştirdiler. Müslüman, Müslüman kimliği ile var olmayı başarmalıdır. Kendine meşruluk kazandırmak için ithal kavramlar kullanmamalıdır. Her şeyden önce yapması gereken kendi medeniyetini özgünleştirmek olmalıdır. Kendi başına kalmayı başarmalıdır. Modernizm adına Avrupai dili kullanmamalıdır. O zaman ortaya biraz Avrupai biraz da İslam düşüncesi doğar ki, ortaya, bugün olduğu gibi ne olduğu belli olmayan bir medeniyet çıkar. Yani Çandır bir medeniyet. Biraz Avrupalı biraz da Doğulu. Dikkat edilirse günümüzde tam bir kavram kargaşası yaşıyoruz. Kavramların içi boşaltıldı ya da yanlış kavramlar kullanıyoruz. Bunun en önemli sebebi İslam kültürüne ait değerleri Avrupai kelime ve kavramlarla açıklamaya çalışmaktır. Düşünce dediğimiz şey kavramlardan ve kelimelerden ibarettir. Her kelimenin anlamı aslında bir Haziran 2011 düşüncedir. Çünkü bizler kelimelerle düşünürüz. Her medeniyetin kendine ait bir dili ve kelime hazinesi vardır. Biz düşüncelerimizi, fikirlerimizi, kültürümüzü bu kavramlar üzerinden yeni kuşaklara aktarırız. Oysa günümüzde en revaçta olan kavramlar Avrupa’dan bize ithal kavramlardır: Adalet, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukuk vb. Avrupai bir dil kullanırsak Avrupa düşüncesini meşru hale getiririz. Bu kavramların çok kullanılması Avrupa kültürünü yüceltir. Oysa bize düşen Avrupa kültürünü yüceltmek değil, İslam ve Türk kültürünü yüceltmektir. Sahip olduğumuz İslam medeniyetini kendi kavramları üzerinden yeniden yeşertmeliyiz. Çünkü kurtuluşumuz İslamiyet ve onun ortaya koyduğu medeniyetidir. Avrupa’dan aldığımız kavramlar tek başlarına hiçbir şey ifade etmez. Onların yanına aile, dostluk, sevgi, fedakârlık, vefa, kulluk, rab, ilah, ibadet, rahmet, şefkat, samimiyet, muhabbet, akraba, dost, fitne, maruf, münker, tebliğ, ümmet, af, tövbe, şahadet, şefaat, istişare, meşveret, tecdit, içtihat, biat, İslam, mümin, emin, mazlum ve benzeri kavramları da yerleştirmeliyiz. Her medeniyet kendi kavramaları üzerinde yükselir ve özgün hale gelir. Bizler medeniyetimizi bu kavramlar üzerinde yükseltmeye çalışmadıkça başarılı olamayız ve nafile bir çalışma yapmış oluruz. 49 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” Son Devrin Din Alimleri Ahmet HALİLOĞLU Bayburtluları cahil bıraktık diyenler sinirlerinden çatlasalar da Hacı Şaban Efendi, Sanemerli Ahmet Baba’dan tevarüs ettiği, Kaleardılı Hacı Ahmet Baba’dan emaneten aldığı nurdan parlak, kardan beyaz Rufai yolunu; zerre kadar değiştirmeden kendisinden sonra gelen zata teslim etmiştir. 50 Ehl-i Sünnet her daim büyük isimler ile anıla gelmiştir. Hiç olmadık zaman diliminde Ehl-i Sünnet mezhebinin uleması, urefası ve sulehası, zamanın getirdiği fitneleri, mezhebin temel itikadi ve ameli umdelerinden kıl kadar taviz vermeden söndürmüşlerdir. Felsefenin ortalığı kasıp kavurduğu, kalpleri felsefeden doğan inkar ve isyan ateşleri yakarken, Basra’dan bir arif-i rabbani zuhur eder. Seyyidüna Ahmed-er Rufai (ks) aşkın ihya edici rüzgarı ile taş kalpleri tek tek canlandırır. Hindistan’da Ekber Şah’ın dinleri birleştirme fitnesi başladığında, Serhend Köyünden bir İmam-ı Rabbani çıkar, körlenmeye çalışılan iman ateşini körükler. Her zaman diliminde böyle büyük kametler var ola gelmiştir. Ama yirminci asırda yaşananlar ve bu asrın kahramanları apayrıdır. Anadolu topraklarında zuhur eden batılılaşma fitnesi medreseleri kavurmuş geçmiş, kimi ayakları kaydırmıştır. Tekkelerin kapısına kilit vurmuş, dergâhların çatılarına baykuşlar yuva kurmuştu. Saçını medresesinde ağartmış dersiam medresesinin önünden geçemez olmuş; tekkesindeki hücresinde ko- camış derviş hazirede yatan sadatının kabrine bir Fatiha için yaklaşamaz olmuştu. Fitnenin kodamanlarının, zındıka komitelerinin elebaşlarının tam “bitti bu iş, köklerine kibrit suyu döktük” dedikleri zaman, inanılmaz olmuş, müthiş bir canlanış gerçekleşmişti. İşte bu canlanışın kahramanlarından bahsedeceğiz sizlere… Kahramanlar dedik… Kahraman kelimesinden siz neyi anlıyorsunuz bilmem ama, bendeniz hayatından vazgeçenleri anlarım hep. Hayattan vazgeçmek derken gözü kapatıp ölüme gitmeyi kast etmiyorum; ölüme gitmek bir noktada kolay iş. Ölüm; çilenin, eziyetin, hapsin, sürgünün ve işkencenin sona ermesi demek ki, bir anlamda basit iş. Ama çileyi, işkenceyi, hapsi göze almak, rüzgara karşı eğilmeden dik durabilmek, yaprak gibi oradan oraya savrulmamak ancak kahramanların başaracağı bir iş. Eh böyle bir başarıyı yakalayanlara kahraman denmez de ne denir? Anadolu Coğrafyası böyle kahramanlar ile doludur. Medreselerin kapatıldığı, İslam harflerinin yasaklandığı bir dönemde bir Silistreli Süleyman Hilmi Efendi’nin gayretleri hem takdire şayandır hem hayreti muciptir. Dini tedrisat yasaklanmıştır, hocalar takip altındadır ama kimsenin aklına gelmedik çareler ile talebe okutur Süleyman Efendi. Mandıra kiralar mesela. Talebelerini mandırada işçi olarak gösterir. Bazen taksi tutar, İstanbul’u dolaşırken okurlar. Bazen trene binerler, boş bir kompartımanda ders okurlar. Talebe bulamadığı zaman gider amele pazarına, yevmiyesini verir alır gelir işçileri eve. Geldikleri zaman da ders okutur onlara. Kısa zamanda kazancıdan, demirciden, inşaat ustasından hoca yetiştirir. Kimi dersiamın çaresi farklıdır. Alasonyalı Hacı Cemal Efendi; Arnavut Hüsrev Efendi çıkarlar Fatih Camiinin kürsüsüne. Vaaz ediyor gibi yaparlar ama asıl dinleyicileri ellerinde kitapları ile dağılmıştır cemaatin içine. Peşlerindeki vazifeliler Hacı Cemal Efendi vaaz ediyor zanneder ama onlar gizli gizli talebe yetiştirirler. Korkuları da yoktur onların. Hüsrev Efendi bir gün talebeleri ile ders okurken polis basar. Hocaefendi ve talebelerini mücrim gibi derdest edip götürürler karakola. Eh; mazlumlar karakola gider de suç aleti bırakılır mı? Suç aletini de götürürler. Suç aleti dediğime bakmayın siz; Sahihi Buhari’yi adamlar suç aleti kabul ederler. Anlayın siz bu milletin ne çektiğini. Komiser karşısında sarığı ile Hocaefendi’yi azarlamaya kalkar ve ne yaptıklarını sorar. Hüsrev Efendi koltuğunun altından Buhariyi çıkarır ve işte bunu okuyorduk der mülayim bir sesle. Komiser bir kitaba bakar, bir Hocaya. Bir şey anlamaz kitaptan. “ Ne bu ?” diye sorar. Hoca efendi’nin gayret-i diniyyesi şahlanır; “bilmiyorsan bizi ne getiriyorsun be adam” diye kükrer ve komiserin şaşkın ve ürkmüş bakışları altında döner arkasını çıkar gider karakoldan, bir kimse de nereye diye sormaya bile cesaret edemez. İstanbul böyle canla başla okur, ama Bayburt’ta canlı bir ilim tedrisi zordur. Zındıka komitesinin Bayburt şubesi, “eh burada bu medrese işini hallettik, bunlar cahil kaldı” diye sevinedursunlar; Allah onların planlarını bozar. Bayburt’tan bir Şaban Efendi çıkar. Ümmidir, okuması yazması yoktur ama ömrü boyunca, Ehl-i Sünnetten kıl kadar ayrılmaz. Hacı Şaban Efendi Şarki Anadolu’yu, Karadeniz’i, İç Anadolu’yu köy köy dolaşır hem insanları irşad eder, hem tenvir eder, hem ilme teşvik eder. Sarhoşlar cemaliyle tövbekâr, münkirler nazarıyla ihvan olur. Bayburtluları cahil bıraktık diyenler sinirlerinden çatlasalar da Hacı Şaban Efendi, Sanemerli Ahmet Baba’dan tevarüs ettiği, Kaleardılı Hacı Ahmet Baba’dan emaneten aldığı nurdan parlak, kardan beyaz Rufai yolunu; zerre kadar değiştirmeden kendisinden sonra gelen zata teslim etmiştir. Bir başka ümmi veli; Lâdikli Ahmet Ağa İç Anadolu’da gösterir aynı ahvali. Hacı Şaban Efendi’nin kerametleri, kemalatı, nezaheti Karadeniz ve Doğu Haziran 2011 51 lirlerdi. Elmalılı Hamdi Efendi kırk beş günde Fransızcanın belini kırmış, altı ayda da tercüme yapacak kadar vukufiyet kazanmıştı. Üstelik Fransızcadan bir de “ Metalik ve Mezahib” isimli bir eser tercüme etmiştir. Şimdi Arapça’dan basit bir metni bile irab hatası yapmadan okuyabilen insan bulabilirsek şükrediyoruz. Sürgün… Vatanından, evinden, ailesinden uzak bir diyarda mecburi ikamete tabi tutulmak kimbilir ne acıdır. Said Nursi, Taşkesenli Yusuf Efendi, Seyyid Muhammed Raşid Hazretleri, Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri… Hele hele Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri sürgünde; Ankara’da vefat eder, dostlarından, talebelerinden uzakta. Anadolu’da dillere destan olurken; Lâdikli Ağa aynısını Konya’da, Karaman’da gösterir. Ege’nin ümmi velisi Kulalı Hacı Mehmed Ruhi Efendi’dir. Ümmidir ama İzmir gibi bir yerde Uşşaki yolunu yere düşürmez. Nice secdesiz alınları namaza başlatır. Yolunuz düşerse İzmir’de Kokluca Kabristanında caminin hemen karşısında Mürşidi Bekir Visali Hazretleri ile beraber yatan Mehmed Ruhi Efendi’yi ziyaret edin. Hem bu acizin selamlarını iletin hem de bir Kur’an aşığının manevi feyzine ve himmetine şahit olun. Kur’an’a abdestsiz dokunulur diyen sahte Kur’an aşıkları gibi değildir Mehmed Ruhi Efendi. Haftada bir Kur’an’ı hatmeder ki işte size hakiki Kur’an aşığı… Biz; son dönemde evlenmeyen âlimlerden bir tek Bediüzzaman’ı biliyoruz ama daha kaç tane âlim İslam Dini için evlenmemiş, bir sıcak çorbaya muhtaç terk-i dünya etmişlerdir. Tahirül Mevlevi, Postacı Ahmed Avni Konuk, İsmail Sahib Sencer, Gümülcineli Mustafa Efendi… Daha sayalım mı? Üstelik hem Tahir Efendi hem Ahmed Avni Efendi Mesnevi’yi şerifi şerh etmişlerdir. Ahmed Avni Hoca Efendi üstelik bir de Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin Fususul Hikem’ini de şerh etmeyi başarmıştır. Onlar; Osmanlı’nın son döneminde medrese ve tekkeden yetişen âlimler ilimde de zirveydi. Hakkıyla Arapça’ya, Farsça’ya vakıftılar ama Batı dillerini de bi- 52 Hapis onların ikinci mekânıdır adeta. Onlar; hapishaneyi halvethaneye dönüştürürler. Menemende düzmece bir olay ile kimler tutuklanmaz ki… Nakşilerden Esad Erbili ve oğlu Şeyh Ali Efendi, Halveti Uşşakilerden Abdurrahman Sami Saruhani ve halifesi Bekir Sıdki Visali başta olmak üzere memlekette ne kadar alim ve arif varsa toplanır getirilir Menemen’e… Hatta Necip Fazıl’ın deyimiyle Menemen’in yolunu bilmeyen; Sarıkamışlı bir Hocayı tutarlar getirirler Menemen’e. Şeyh Ali Efendi’yi idam ederler, Esad Erbili Hazretlerini yaşından ötürü idam edemezler ama bir zehirli iğne ile şehid ederler. Abdurrahman Sami Efendi ve Bekir Sıdki Efendiler ise altı ay hapiste tutulduktan sonra beraat ederler. Halveti Uşşaki Şeyhi Abdurrahman Sami Efendi gibi nazenin ruhlu bir Osmanlı Âlimini hapiste tutmak, üstelik yok yere hapiste tutmak ne demektir varın siz düşünün. Abdurrahman Sami Uşşaki Hazretleri Arapça ve Farsça’ya hakimdir, divan edebiyatına vakıf alim ve fazıl bir kişidir. Üstelik kimyagerdir, dersiamlık maaşını şeyhi Şucaeddin Efendiye gönderir kendisi misk imal edip onunla geçinir. Varın işin vahametini siz anlayın… Bir fırtına eser; haydi bakalım alimleri önüne katar Denizli Hapishanesine… Said Nursi merhumdan Şeyh Şerafeddin Dağistani’ye, Gönenli Hocaefendi’ye kadar herkes zindana atılır. Hangi birini sayayım ki sizlere… O devirde okumak ve okutmak kadar zor ikinci bir şey yoktur dense sezadır. Mesela Şahin Yılmaz Hoca; İstanbul’da; koca İstanbul’da bir zamanlar ilmin merkezi, başkenti olan İstanbul’da Katrün Neda kitabı bulamaz. Bir arkadaşının kitabını alır; satır satır yazar öyle ilim tahsil eder. Eh ancak böyle bir alim de; gözlerini dünyaya kapadığında üç binden fazla hafız- Haziran 2011 lık icazeti yazar. Hüsrev Hocaefendiyi hasta halinde ziyarete gelen bir dostu; Hocanın sırtındaki pijamanın yamalı olduğunu görünce içi kıyılır, dayanamaz Hocaefendi’ye yardım teklif eder. Kendisi muhtaç durumdayken Hocaefendi müthiş bir teklif yapar : “Bunlara” der ve eliyle talebelerini gösterir : “ Tirmizi okutacağız ama kitab alacak paramız yok. Acaba bize on takım Tirmizi alır mısınız?” Siz olsanız almaz mısınız? Hasta yatağında; sırtında pijaması ile melek simalı gençlerin kitabını düşünen bir alime yok denir mi? inci gibi yaş taneleri akmaktadır. Dersin sonunda Hocaefendi; “Benim bir kızım vardı. Vefat etti şimdi de O’nu defnetmeye gideceğiz” deyince işin sırrı çözülür. Ebus’ Suud Efendi’nin ilim silsilesinden gelen bir alimi; kızının vefat etmesi bile dersten vazgeçiremez… Ahıskalı Ali Haydar Efendi; yaşlılıktan dolayı talebe okutamaz olur; işitmesi ağırlaşmıştır zaten. Ama o gece “ Kim ilmi gizlerse” hadisini sabaha kadar tekrar eder durur ve sabah olunca eşini doğru talebelerine gönderir; gelsinler der ölene kadar ders okuyacağız… Dört mezhebin müftüsü işte böyle olur. O devirde talebe olmak demek sadece kitap yokluğu demek değildir. Talebe olmak demek her şeyden yoksun olmak demektir. Eğer aileniz zengin değilse ve İstanbul’da tek desteğiniz Gönenli Mehmet Efendi ise; o zaman çuvaldan ne çıkarsa razı olacaksınız demektir. O zamanlar İstanbul’daki talebe-i ulumun en büyük destekçisi Gönenli Mehmet Efendi’dir. Hocaefendi; sırtına çuvalı alır; girer Nuru Osmaniye Çarşısına veya Kapalı Çarşıya. Hocaefendi’nin hatırını kıramayan esnafta imkanları nispetinde yardım eder. Kimisi nakit para atar çuvala kimisi malzeme. Osmanlı’nın ilim tahsil usülü unutulmadıysa işte böyle kahramanlıklar sayesinde olur. Silistreli Süleyman Hilmi Efendi; dedik ya bambaşkadır diye. Bir gün Kuduri okuturken şekeri yükselir; burnundan kan boşalır. Talebeler telaşlanır ama Hocaefendi gayet sakindir, cebinden mendilini çıkarır, üzerindeki ve kitabındaki kanları siler ve “ Durmayın, vaktimiz yok devam edin okumaya” der… Arnavut Hüsrev Efendi de son demlerine kadar talebe okutur. Ancak sekiratına yakın talebeleri dayanamazlar hocalarının hallerine ve en azından iyileşen kadar dersleri tatil etmeyi teklif ederler. Hocaefendi; ilmi gizleme hadisinin tehditinden ürperir ve açar ellerini Mevlasına “ Ya Rabbi! Ben bırakmadım dersi. Sen şahitsin. Bunlar bıraktılar”… Bir gün derste Alasonyalı Hacı Cemal Efendinin talebeleri; hocalarının gözyaşlarına anlam veremezler. Hocaefendi mutad dersi okumaktadır ama gözünden Kimi zikredelim ki… Nefsine ağır geldiği için yamalı şalvar giyen Serezli Hasib Efendiyi mi? Geçinemediği için evinde keçi besleyen Kazanlı Aziz Efendiyi mi? Coğrafyanın büyüklüğüne bakarmısınız? Son devrin alimlerinin üzerinde hapis, sürgün, takip vardır, parasızlık vardır bir de memleketlerinin düşman işgaline uğraması vardır. Ali Haydar Efendi Ahıskalıdır, Cemal Efendi Alasonyalı, Esad Dede Selaniklidir, Süleyman Hilmi Efendi Silistreli, Mehmet Akif Kosovalıdır, Ali Yakup Cenkçiler Üsküplü, Aziz Efendi Kazanlı, Şerafettin Efendi Dağistanli, Ali Yekta Efendi Karadağlıdır… Doğru bildiniz, Onlar Osmanlıydılar. Osmanlının varisleriydi. 622 senelik Devlet-i Aliyyenin hesabı onlardan soruldu. Molla Gürani’nin, Molla Hüsrev’in, Zenbilli Ali Cemali Efendinin, İbni Kemal Paşazade’nin, Ebus’Suud Efendinin hesabı onlardan soruldu. Onlar ise; alınlarının yüz akı ile bu hesabı verdiler, imtihanlarını başardılar. Ruz-u Mahşerde Livaül Hamdün altında Osmanlının Son Alimleri; pırıl pırıl çehreleri ile Resulu Zişan Efendimizin elini öpecekler… İnşallah şefaat ederler bize… Haziran 2011 53 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” MARKS’IN KASVETİ VE HAKİKAT HÜZMELERİ Emre TOPOĞLU1 (İSLAM EKONOMİSİ ÖNGÖRÜLERİ VE MODÜLER İKTİSAT STRÜKTÜRÜNE GÖRE BİR SOSYALİZM VE KAPİTALİZM ELEŞTRİSİ) ÖZET İnsan sabavetten gençliğe, oradan ihtiyarlığa, oradan kabre, kabirden haşre, ve haşirden ebede kadar bir yolcudur.16 Bu yolculuk sırasında ona cismaniyeti cihetiyle hiçbir önem atfedilmezken, vazifesi itibariyle cihan kadar değerlidir. Bu görevi bize bahşeden dünyayı bize hane, ay ve güneşi bir lamba yapan Allah vermiştir. Bilindiği üzere Karl Marks, ekonomik ve tarihsel açıdan ortaya attığı görüşler ile toplumların gelecek yönelişlerini ciddi biçimde etkilemiştir. Bugün, Marks ve onun öğretilerinin, uygulandığı çeşitli ülkelerde istenilen sonuçları vermediği, daha net bir ifade ile hüsran ile neticelendiği açıktır. Ancak tüm bunlara rağmen, Marks ve öğretilerinin güncellenmeye çalışılması sonucu, halen bu öğretiden olumlu sonuçlar bekleyen kişilerin sayısı, azımsanmayacak bir büyüklüktedir. Karl Marks Sosyalizmi ise maddecilik kuramı üzerine kuruludur. Buna göre, insan, hayat ve kâinat tabiat kanunlarına göre kendiliğinden gelişen bir maddedir. Yaratıcı ve yaratılan yoktur. Ancak maddenin evrimi vardır. 54 Bu bağlamda çalışmamızda kısada olsa Marks’ın hayatından çarpıcı kesitler ile görüşlerine ilişkin özet bilgiler yer almaktadır. Yine görüşlerinin tarihsel süreç içerisinde sağlam bir temele dayanmadığı da açıklanmaya çalışılmıştır. Son olarak, çalışmayı yapmamıza vesile olan, Modüler İktisat anlayışı bağlamında Sosyalizm ve hâlihazırda etkileri geniş alanlara yayılmış olan Kapitalizm hususunda bazı somut gerçekler ve eleştriler, İslam Ekonomisi penceresinden oldukça kısa bir şekilde tahlil edilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: 1 İslam Ekonomisi, 2 Modüler İktisat, 3 Sosyalizm, 4 Kapitalizm Hayatı muazzam çelişkilerle dolu olan Karl Heinrich Marks, 5 Mayıs 1818’de Prusya’nın Ren bölgesinde bulunan ve Almanya’nın en eski kasabası olan Trier’da, mütevazı bir kasaba evinde doğmuştu. Varlıklı sayılabilecek dokuz çocuklu bir ailenin hayatta kalan en büyük erkek çocuğu olan Karl’ın babası, Yahudi olmasına karşılık, daha sonraları meslek seçimi nedeni ile Lutheryen2 olmuştur.3 Anne Marks ise, Yahudi bir din adamının kızı olmasına rağmen, içinde bulundukları dönem gereği Hristiyan olmanın sosyal açıdan daha faydalı olacağı kanaati nedeni ile din de- ğiştirmiştir. Bu bağlamda Hristiyan olarak vaftiz edilen Marks, özellikle lise yıllarında Hristiyanlık inancı ile alakalı olarak farklı makaleler kaleme almıştır.4 Hatta daha sonraki yıllarda ortaya atmış olduğu görüşlerini de İncil’den alıntı yapıp, kendi amaçları doğrultusunda düzenleyerek sunduğu, diğer bir ifade ile çarpıttığı yani dogmalarının orijinal olmadığı yönünde ciddi eleştiriler vardır. Ünlü biyograf Robert Payne, “Marks Hristiyanlığa sırtını dönünce, bu kez aynı dinsel tutkuyu ve yabancılaşma dehşetini sosyal adalet fikrine katıyordu.” ifadesi ile bu gerçeğe dikkat çekmiştir.5 Üniversite yıllarında siyah sakalları, kalın saçları ve sert mizacı nedeniyle arkadaşları O’na Moor6 diye hitap ediyorlardı. Bu dönemde Marks’ın fikir dünyasının şekillenmesine sebep olan en önemli aktörler, şüphesiz FeuerBach7 ve Hegel8’dir. Feuerbach’ın “Hristiyanlığın Özü” adlı eseri sayesinde Hristiyanlığın reddini rasyonalize etmiştir ve “Tanrı insanı değil, insan Tanrı’yı yaratmıştır!” mantığı ile hayatına devam etmiştir. Ailesinin aşağı yukarı tüm davranış ve seçimlerinden oldukça muzdarip olduğu Marks, 1843’te karşılıklı ailelerin itirazlarına rağmen, Jenny von Westphalen ile evlenmiştir. Zaman içerisinde kendisine altı çocuk bahşedilen Marks’ın sadece iki kızı belirli süre hayatta kalabilmiştir. Diğer çocukları ise yetersiz beslenme, açlık gibi nedenlerle ölmüş ve bazıları ise Payne’e göre, Marks nedeniyle intihara sürüklenmiştir.9 Marks’ın İlahi Kudret’in varlığından bihaber olduğu ya da kabullenmek istemediği bir dönemde tanıştığı Engel, O’nun bundan sonraki hayatının en önemli aktörlerinden birisi olmuştur. İlk kez Paris’te karşılaşan bu iki kafadar, birbirlerinin düşünce ve ruh âlemlerini ciddi biçimde etkilemişlerdir. Bununla birlikte Engel’in geniş finansal kaynakları ile Marks’ı desteklediği de bilinen bir gerçektir. Bu dönemden sonra beraber fikir çalışmalarına başlayan Marks ve Engel, karşıt oldukları düşüncelere karşı oldukça acımasız bir tavır sergiliyorlardı. Bu bağlamda, “Eleştirel Eleştrinin Eleştrisi”10 başlıklı ilk ortak çalışmalarında bu tavır net olarak anlaşılmaktaydı. Barzun’a göre Marks, fikirlerine itiraz etme cürreti gösterecek herkesi şiddetle yerden yere vuruyordu.11 Tüm bunlarla birlikte, Marks’ın Haziran 2011 55 hayatı ve eserleri dikkatle incelendiğinde, komünizmin mutlu dünyasına dair yazılarının azlığı ile Kapitalizm eleştirisi yazılarının çokluğu dikkate şayan bir durumdur.12 Hayatı uzun bir kaçış ve debdebe ile dolu olan Marks, nihayet Londra’ya yerleşmiş ve buradaki çalışmaları sonucu, “Komünist Manifesto” gibi önemli eserleri arasında gösterilen ve defalarca çürütülen “Das Kapital” adlı eserini 1867’de oluşturdu. Ne var ki “Das Kapital” beklenen etkiyi 20.yy’a kadar pek gösterememiştir. Bu döneme ilişkin bir diğer dikkat çekici not ise, Marks’ın maddi durumunun biraz düzeldiği dönemlerde, özellikle Amerikan hisseleriyle İngiliz Borsası’nda yapmış olduğu spekülasyonlardır. Devrim sonrasında borsanın kesinlikle lağvedilmesi görüşünü şiddetle savunan “Komünist Manifesto” eserinin yazarının, frak elbise giyen ve silindir şapka takan bir burjuvaya dönüşmesi oldukça manidar bir durumdur. Hayatının uzunca bir süresini hasta olarak geçiren Marks, 1881’de eşini kanserden kaybetmiştir. Bu sıralarda eşinin cenazesine dahi katılamayacak kadar hasta olan Marks, iki yıl sonra eşi gibi Jenny ismini verdiği kızını da aynı hastalıktan kaybetmiştir. 17 Mart 1883’te ise kimileri için ebedi saadetgâh, kimileri içinse tarifi imkânsız sıkıntıların yaşanması muhtemel olan yolculuğa doğru yol aldı. Ölümünden sonra Marks’ın izinden yürüyen ve hayatta olan iki kızı da sırasıyla 1898 ve 1911 yıllarında intihar ederek öldüler. 56 Marks’ın hayatına ilişkin kısa notlardan sonra, hayal ettiği ve eserlerinde belirttiği bazı noktaları da aydınlatmakta yarar olacağı kanaatini taşımaktayız. Bu bağlamda kendisini Yunan mitolojisinden Zeus’a benzetmeye çalışan Karl Marks13, Komünist Manifestosu’nde şu noktalara işaret etmiştir; • Toprakta özel mülkiyetin yok edilerek, toprak rantlarının kamusal alanlara tahsis edilmesi, • Ağır bir artan oranlı veya aşamalı gelir vergisi, • Miras haklarının lağvedilmesi, • Göçmen ve isyancıların mallarına el konulması, • Mutlak tekel konumda olan ve devlet sermayeli bir banka aracılığı ile kredilerin merkezileştirilmesi. Marks, özel mülkiyetin kavga, sınıf mücadelesi ve bir kölelik biçimi olduğunu öne sürmüş ve bu sistemin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuştur. Bununla birlikte özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ile mübadeleye ihtiyaç duyulmayacağını, bu nedenle mübadele ve dolayısıyla para olmadan da üretim ve tüketim sisteminin işleyebileceğini, hatta daha makul seviyelerde işleyebileceğini savunmuştur. Yine çocukların anne ve babaları tarafından sömürüldüğü gerekçesi ile geleneksel aile yapısının ortadan kaldırılmasını savunmuş, aile eğitimi yerine toplumsal eğitim mantığı ile hareket etmiştir. Bu bağlamda öğrenim hayatının her aşamasında da paralı eğitime karşı çıkmıştır. Haziran 2011 Son olarak Marks’a dair belirtilmesi gereken bir diğer hususta elbette içtimai hayatın en önemli panzehri konumunda olan din ile alakalıdır. Marks, “din halkın afyonudur” sloganı ile komünizmin, din, maneviyat ve ezeli hakikatleri yeni bir temele oturtmak yerine, tamamen ortadan kaldırdığını ve tüm geçmiş tarihsel kalıpları yıktığını ifade etmiştir. Polonya Komünist Partisi eski lideri Leszek Kolakowski, “Marks’ın tüm önemli kehanetleri yanlış çıktı” diyerek durumun vehametini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bakıldığında; • Kapitalizmin hükmü altında yüzyıllar boyunca daha fazla sermaye birikimi gerçekleşmiş olmasına rağmen, karlılık oranı düşmemiştir. • İşçi sınıfı her geçen gün daha ciddi bir sefalete düşmemiş aksine sanayileşmiş ülkelerde işçi sınıfının yaşam standartlarında önemli artışlar meydana gelmiştir. • Say yasasını14 kabul etmeyen Marks’ın görüşlerinin aksine, eğer bireyler bir ürünü talep etmezler ise, o mal için ne kadar emek harcandığı bir anlam ifade etmemiştir ve etmemektedir. • Emek-değer teorisi gereği, emek yoğun endüstrilerin sermaye-yoğun endüstrilere nazaran daha fazla karlı olması gerektiği görüşüne rağmen, tecrübeler ile sabittir ki, endüstriler arasındaki karlılık oranları benzeşmektedir.15 • Teknolojik gelişmenin yada makineleşme yani otomasyonun işçi sınıfını ortada bıraktığı görüşüne karşı olarak ise, nitelikli işgücünün otomasyon sayesinde gelir düzeyinin arttığı, yalnızca niteliksiz işgücünün bu durumdan olumsuz etkilendiği açıktır. Eğitimin gerekliliği göz önüne alındığında bu durumun, kişilerin gelişmişlik düzeylerine negatif değil pozitif yönlü bir katkı yapması gerekliliği açıktır. Sosyalizm ya da net bir ifade ile komünizmin makul ve mantıklı olmadığı görüşüne rağmen, mevcut sistemin de büsbütün mükemmel olarak işlediği ve herhangi bir sorun teşkil etmediğini savunmak da fazlaca mantıklı bir yaklaşım olmasa gerektir. Biz sonuç kısmında bu konuya farklı ve muhakkak bakılması gereken bir pencereden kısaca gördüklerimizi özetleyerek devam etmek istiyoruz. İnsan sabavetten gençliğe, oradan ihtiyarlığa, oradan kabre, kabirden haşre, ve haşirden ebede kadar bir yolcudur.16 Bu yolculuk sırasında ona cismaniyeti cihetiyle hiçbir önem atfedilmezken, vazifesi itibariyle cihan kadar değerlidir. Bu görevi bize bahşeden dünyayı bize hane, ay ve güneşi bir lamba yapan Allah vermiştir. İnsan organik yönünü ilgilendiren ihtiyaçları bir disiplin içerisinde ele alınmalıdır. Ve bu da iktisat ilminin önemli bir konusudur. Çünkü her arzunu bir ihtiyaç olarak kabul edilmesi ve karşılanması mümkün değildir. Ferdin huzursuzluğu ve saadeti ihtiyaç ve bu ihtiyaçların karşılanması arasındaki dengeye bağlıdır. Bu da kişinin hiç bir zorlanmaya tabii olmadığı, insiyatifi elinde tutacağı bir iktisat düşüncesi ile mümkündür.17 Bu bağlamda Marksistlere göre sosyalizm, komünizme geçişte yaşanması gerekli bir basamaktır. İlk tohumları Fransız İhtilaliyle atılmış olan sosyalizm, vatan ve mukaddesatı tahrip ederek komünizm ve anarşiye sebebiyet vermiştir. Sosyalizmin hâkim olduğu ülkeler, zulmün, baskının hakim olduğu ve medeniyet ve istiklaline sahip olmayan milletler olmuş ve olacaklardır. Bunlara ilişkin örnekleri günlük yaşamımızda ve tarih sayfalarında rahatlıkla görebilmekteyiz. Kapitalizmin zaaf noktası olan üretimde başarı fakat dağıtımda başarısızlık noktasından hareketle ortaya Haziran 2011 57 çıkan sosyalizm kar ve özel menfaat sağlamayı düşünmeyen, kamu yararını esas alan bir sistemdir. Kapitalizmde ise hürriyet esastır. Fakat böyle bir ortamda fazla kazanma arzusu hergün daha fazla kazanma arzusu meşru sınırlar içerisinde tutulamamıştır. Bunu sağlayacak müessese ve müeyyide de yoktur. Kapitalizm kontrolsüz kazanma enerjisi, yoldan çıkmış kötü fırsatlar ve israf edilen bir hayat olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte, işçilere tanınan grev hakkı ve diğer sosyal güvenlik imkânları sosyalizmin kapitalizme tesirleridir. Elbette kapitalizmin bu hale gelmesinde batı medeniyeti kültürünün büyük tesirleri vardır. Batının bu menfi ilkelere dayanması neticesi saadeti elinden alınmıştır. Çünkü batıda işçilerin olanca güçleriyle çalışmalarına karşı patronları çok büyük miktarda para kazanmakta fakat bunun sebebi işçi emeğinin karşılığı olarak çok az kazanmaktadır. Buda iki tabaka arasında uçurum da isyanlara sebep olmaktadır. Yine sınırsız kar ve faiz sistemi kapitalizmin en büyük handikaplarındandır ve Hıristiyanlık dini insanların dünya yaşamlarını düzenleme adına kurallar vazetmediği ve etkili olmadığı için tabakalar arası uçurumlar büyümekte insanlar dış ve iç dengelerini kuramamaktadırlar. Yine sosyalizmin mutlak manada karşı çıktığı özel mülkiyet hususunda da İslâmiyet, doğuşu esnasında özel mülkiyetle karşılaşmış ve onu kaldırmak yerine, mülkiyeti elde etme yollarını ıslah etmiş ve özel mülkiyet hakkı yanında bir de amme (kamu) mülkiyetini müesseseleştirerek içtimai hayatı düzenleme adına oluşturulmuş diğer sistemlerden ayrılmaktadır.18 Bu bağlamda bakıldığında, mutlak manada mülkiyetin sahibi Allah'tır. Allah malın yaratıcısı, hibe edeni ve rızık olarak vericisidir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim bu gerçeği “Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin..." (en-Nûr, 24/33); "Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin" (el-Bakara, 2/254); “Allah'ın bol olarak verdiği nimetinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır" (Âl-i İmrân, 3/180) gibi ayetlerde malı, 58 Haziran 2011 gerçek sahibi olan kendisine izafe etmek suretiyle veya "...Allahın sizi vâris (halef) kıldığı şeylerden infakta bulunun...” (el-Hadîd, 57/7) ayetinde olduğu gibi malda insanın bir vekil veya halef yahut hazine emini durumunda olduğunu açıklayarak vurgulamaktadır. Bununla beraber malın gerçek sahibi olan Allah malı insana izafe etmektedir. İnsanın bir şeye malik olması demek, malın kendisi veya menfaati ile faydalanmaya başkalarından daha haklı olması demektir. Bu haklılık da kazanma, akit, miras ve benzeri gibi meşru mal elde etme vasıtalarından biri ile mala sahip olmaktan kaynaklanmaktadır.19 Bu konu ile ilgili olarak şu manidar söz, aslında bahsedilen tüm cümlelerin geniş manalı bir özeti mahiyetindedir; “kapitalizm ve sosyalizm, biri necistir, diğeri encestir. Tahiri mutlak yalnız desatiri İslamdır”. Sonuç olarak son yaşanan finansal krizde, hükümetlerin ve merkez bankalarının ekonomiye müdahale etme şekilleri ve bu şekillerin sebep olduğu tartışmalar ve temelde bu iki perspektiften hangisinin tercih edildiği ciddi biçimde sorgulanmaktadır. Ancak gelinen noktada, devletin bir biçimde finansal piyasalara müdahale etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu bağlamda devletin ekonomiden mümkün mertebe elini çekmesi gerekliliğini şiddetle savunan neo-liberal düşünce sisteminin revize edilmesi gerekliliği önümüzdeki dönemin en ciddi tartışma konularından olacaktır. Kısacası başta gelişmiş ülkeler olmak üzere, tüm dünyada devlet ekonomiye müdahale etmektedir ve etmeye de devam edecektir. Son tahlilde üzerinde durulması gereken önemli bir konu da şüphesiz, krizin piyasa ekonomisinin bir başarısızlığı mı, yoksa devletçilik ya da kumandacılığın sonucu mu olduğudur. Krizin kapitalizmin öncü ülkelerinden biri olan ABD’de baş göstermesi, kapitalizm muhaliflerinin, başta sosyalistler olmak üzere, krizi liberal politikalara bağlamalarına sebebiyet vermiştir. Ancak, kapitalizm tarihinde pek çok kriz yaşanmış ve alınan önlemler ile bir şekilde atlatılmıştır. Bu bağlamda mevcut küresel krize “Kapitalizmin Sonu” gözü ile bakmak, fazlaca akılcı bir yaklaşım olmasa gerektir. Yapılması gereken şüphesiz küreselleşen ve doğal olarak sorunları da küresel bir ölçeğe taşıyan yenidünya ekonomisinde, sağlam durabilmek adına yeni bir anlayış ve yeni kurumlar meydana getirebilmektir. İşte tam bu noktada, içtimai hayatın her aşamasında olduğu gibi, ekonomik açıdan da öngörüleri İslami düşünce sistemi ile terbiye etme zorunluluğumuz bir kez daha apaçık ortada bulunmaktadır. ............................................................................. 1 Öğretim Elemanı /Kırıkkale Üniversitesi / Ekonomi, 2 Protestanlığın kurucusu sayıları M. Luther'e tâbi olanlara Lüteryen veya Reforme denir. Alman, İskandinav ve Baltık ülkeleri bu mezhebe bağlıdır., 3 Bir avukat olan baba Marks, 1816’da Yahudilerin hukuk alanında çalışmalarının yasaklanmış olması nedeniyle din değiştirmiştir., 4 Yazılarından bazıları, “İman Edenlerin İsa İle Birleşmesi”, “Tanrı Tarafından Reddedilme Korkusu”, 5 Mark Skousen, “Modern İktisadın İnşası”, sf.118 - 119, 6 Önemli ölçüde Kuzay Batı Afrika’da yaşayan, etnik olarak Berberi ve Arap melezi Müslüman topluluklarına verilen isim., 7 19. yüzyıl Alman materyalizminin ilk düşünürü olan Feuerbach'ın temel eseri Hıristiyanlığın Özü'dür. , 8 Alman Filozof., 9 İlerleyen dönemlerde Marks’ın gayrimeşru çocuğu olduğunu öğrenen kızı intihar etmiştir., 10 Kitap basım aşamasında iken “Kutsal Aile” başlığı ile değiştirilmiştir., 11 Mark Skousen, “Modern İktisadın İnşası”, sf.124, 12 Yani komünizme dair ince detaylar verilmemesi bu açıdan bakıldığında oldukça ilginçtir., 13 Bkz. Yunan mitolojisindeki Zeus tasviri ile Karl Marks portlerinin benzerliği konusu ile alakalı olarak, Marks’ın kendisine hediye edilen Zeus heykelini yanından ayırmadığı ve saç ile sakalını bu heykele benzettiği söylenmektedir., 14 İktisat literatüründe, “Her arz kendi talebini oluşturur” olarak ifade edilen ve John B.Say tarafından ortaya atılan Klasik İktisadi görüş. 15 Mark Skousen, “Modern İktisadın İnşası”, 16 Bediüzzaman Said Nursi, “Mesnevi-i Nuriye”, 2006, s. 353, 17 Yeni Asya Neşriyat, “Risale-i Nur’dan İktisadi Prensipler”, 18 Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Ankara 1986, s. 127, 19 Yusuf el-Kardâvî, Fıkhuz-Zekât, Beyrut 1389/1969, I,127-129 Haziran 2011 59 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” Modern İnsan İdeolojilerin Kıskacında Yusuf KARAGÖZOĞLU Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu." İnsanlık tarihi Hz. Adem’le başlamıştır ve kıyamete kadar da devam edecektir. Sadece insanlık tarihi değil tevhid-şirk savaşı, zülum-adalet çarpışması, hakk-batıl mücadelesi de Hz. Adem’ le daha doğrusu Hz. Adem’in oğulları olan Habil ile Kabil arasında cereyan eden ve kıyamete kadar sürecek olan mücadeleyle başlamıştır. İnsanlığın atası Hz. Adem (A.S)’ın Allah’ın halifesi olarak yaratılış kıssası Kuran-ı Kerim’de söyle geçer: “Hani Rabbin meleklere: Ben, yeryüzünde bir halîfe yaratacağım, demişti de melekler: Biz seni hamd ile tesbîh, takdis eder dururken yeryüzünde fesâd çıkarıp, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? demişlerdi. Allah da : Sizin bilmediklerinizi ben bilirim, buyurmuştu.” (Bakara / 30) Allah (c.c), insanlık tarihi serüveninin iki zıt kutbunu temsil eden Hz. Adem’ in iki oğlunu yani Habil ve Kabili örnek veriyor. Sünnetullah gereği ilk tefrika, ilk kan dökmeyle beraber hak ve batıl çizgisi ayrışıyor. 60 Habil ve onun yolundan gidenler tevhidin, özgürlüğün, adaletin sembolü olurken; Kabil ve onun yolundan gidenler şirkin, esaretin, zulmün sembolü oluyor. “Onlara Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da; birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. O: Andolsun seni öldüreceğim, deyince (kardeşi): Allah, ancak müttakilerden kabul eder, demişti” “Beni öldürmek için elini bana uzatırsan; ben, seni öldürmek için elimi sana uzatmam. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.” “Dilerim ki, sen benim günâhımı da, kendi günâhını da yüklenip cehennemliklerden olasın. Zâlimlerin cezası da budur.” “Bunun üzerine kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürdü de, hüsrana uğrayanlardan oldu.« Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek için, ona yeri eşeleyen bir karga gösterdi. Yazıklar olsun bana, bu karga gibi bile olmaktan âciz kaldım da kardeşimin ölüsünü örtemedim, dedi. Pişmanlık duyanlardan oldu.” (Maide / 27-31) Bundan sonra insanlar yeryüzüne dağılıp farklı uygarlık ve medeniyetler kurarak hayatlarını idame ettirecek, bu hayat sahnesinde başrolde oynayacaklar. Yeryüzünü kendilerine bahşedilen güç ve istidatla imar edecek, sonraki kuşakların istifadesine sunacaklar. Böylelikle ilk dönemde tarım ve ziraat gelişecek, daha sonra sanayi en sonunda da günümüze gelirken bilişimin geliştiğine şahit olacağız. Süregelen zamanda yaşayış tarzına göre toplumları şöyle bir sınıflandırıldığını görürüz." İnsanlığın 3-5 bin yıllık kısa tarihinde ilkel toplum, tarım toplumu, sanayi toplumu ve bugün de bilgi toplumunu yaşamaktadır. İnsanlığın geçmişten günümüze küreselleşen süreçte her dönemin kendine özgü unsurları bulunmaktadır. Tarım toplumunun gücü insan ve 1000 küsur yılda gerçekleşti. Sanayi toplumunun gücü makine ve yaklaşık 300 yıllık bir geçmişi var, ancak bilgi toplumunun itici gücü bilgi ve 100 yıllık bir geçmişi var ve hızla yaygınlaşmaktadır. "1 Bugünkü uygarlık ilim ve teknikte çok ileri düzeye gelmiş ama etiğini kaybeden bilim insanı bayağı nesneleştirmiş birer makine haline gelmiştir. Sanat cinselliğe kurban edilmiş, kutsal yok olmaya yüz tutmuş, ar da- Haziran 2011 marı çatlayanlar mahremiyeti alabildiğince teşhir etmeye kalkışmış, toplumda ahlaki erozyon baş göstermiş, toplumun temeli olan aile kurumu büyük yara almış, kişilerarası güven duyguları zedelenmiş. Herkes gündelik yaşamın medyatikleştiği sahtelikler üzerine kurulmuş bir toplumda sahnedeki rutin rolünü oynuyor. Hepimiz doğal olarak sergilenen aynı oyunun göstericisi ve seyircisi oluyoruz. Geçmişten günümüze kainatın gözbebeği olan insana sözüm ona çözüm sunmaya çalışan islama alternatif gibi görünen birçok beşeri çağdaş ideoloji ve düşünce sistemleri varolagelmiştir. Bu ideoloji ve düşünce sistemleri insanın anlam arayışının ürünüdürler. İnsanı bireyselleştiren, yalnızlığa iten ve kendine yabancılaştıran yönleri ağır basmaktadır. Belli başlıları Karl Marx’ın materyalist bakış açısı, Hegel’in faşist ve ırkçı teorileri, August Comte’nin ateist-pozitivist yaklaşımı, Adam Smith’in kapitalist tüketim anlayışı, Benito Mussolini ve Adolf Hitler’in nasyonalist ve ırkçı eğilimleri. Kısaca bu ideolojileri marksizm, faşizm, nazizm, kapitalizm, sekülarizm, olarak sayabiliriz. İdeoloji ise, insan davranışlarını yönlendiren, inanç unsuruna dayanan, sosyal, siyasî ve ekonomik talepleri içeren fikir sistemidir. Dini afyon olarak gören marksizm ideolojisi emek-sermaye döngüsünde insanı üretim yapan bit meta olarak görür. Bu sistemin temelini diyalektik 61 ve tarihsel maddecilik anlayışı oluşturur. Bu sistemde, bir sınıf veya toplumun üyesi olan insanın özel mülkiyet hakkı yoktur. İnsan tek başına bir anlam ifade etmez ancak bu sınıfın bir üyesi olduğundan mal ve eşyadan yararlanabilir. Dolayısıyla insanın mal ve eşya karşısında değeri o kadar düşmüştür ki özel mülkiyet hakkı elinden alınmıştır. Yani sermaye, para, meta bir topluluğa aittir. İslam düşüncesinde ise servet edinme hakkı bir zümreye veya bir topluluğa has kılınmamıştır. Zekat, sadaka, nafaka, miras ve diğer yardımlaşma şekilleri servetin belli eller de toplanmasını önleyen ve özel mülkiyetin yaygınlaştırılmasını sağlayan sadece islam’da bulunan tedbirlerdir. Şu ayet buna işaret eder. "Taki bu servet içinizden sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın." (Haşr / 7) İşte islamın sosyal adalet ve eşitlik anlayışı budur. Faşizimdeyse militarizm, nasyonalizm ve şovenizm özellikleri hakimdir. İtalyan faşizimin Mussolinisi, iktidara zor ve güç kullanılarak geldiği için militarist yani baskıcı rejimini halka korku ve şiddet yoluyla benimsetmiş, topladığı asil, elit kesimin kadrosuyla iktidar ve yayılma politikası güderek özlem duyduğu devleti kurmayı amaçlamıştır. Daha çok miliyetçi ve şovenist söylemlerini gerçek hayatta uygulama yoluna gitmiştir. Alman nazizimindeyse Hitler, nasyonal sosyalizmi uygulama zemini bularak ırkçı antisemitist düşüncesini resmi ideoloji haine getirmiştir. Hem Hitler hem de Mussolini yönetici kadrolarıyla kurdukları milis birlikler ve gizli polis örgütleri ile toplum üzerinde terör estirdiler. " Öyle ki, kitlesel göç politikaları, cinayetler, savaş tutsaklarının topluca öldürülmesi, toplama kampları ve zehirli gazların kullanılması insanlık tarihine kara bir leke olarak geçti. "2 Mussolini’nin uygulamaya çalıştığı sosyolojik olarak asil bir grubun ikitdarı ele geçirip halk üzerine çöreklenmesidir. Hitler’in yapmaya çalıştığı şeyse biyolojik olarak yeni, saf ve ayıklanmış bir ırk ortaya çıkarmaktır. Bu faşist ideolojisini darwinin evrim teorisine dayanıyor. Çünkü Darwin insanların evrim geçirdikçe daha büyük kafataslarına sahip olacağını öne sürmüştü. Bu yüzden Naziler Alman ırkının üstün olduğunu gösterebilmek için kafatası ölçümlerine giriştiler. Nazi Almanyası’nın dört bir yanında, Alman kafataslarının, diğer ırkların kafataslarından büyük olduğunu gösteren karşılaştırmalar yapılıyordu. "Mussolini de amaç yönetenlerin üstünlüğü olduğu halde Hitler de amaç meydana getireceği arya ırkının üstünlüğünü(üstün ırk teorisi) ve Alman milletinin misyonunu yürütmektir."3 İslam’da üstünlük vehbi değil yani kimseye verilmiş 62 bir hak değil; aksine kesbidir yani Allah’a halis kul olmaya çalışarak kazanılır. Allah katında insanın değeri, seçimi kendi elinde olmayan kan bağı, soyu, ırkı, milliyeti ile değil, çabasının sonunda kazanacağı ilmi, ahlâkı ve takvası iledir. Kuran-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyuruluyor: "Ey insanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışanız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takvalınızdır. Muhakkak ki, Allah, bilendir, herşeyden haberdardır." ( Hucurat / 13) Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (S.A.V) de insanların tekrar cahiliyye adetlerine düşüp üstünlük iddiasına kapılmamaları için meşhur Veda hutbesinde bütün insanlığa şöyle sesleniyor: Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arab'ın, Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerinde üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyah bir köle başınıza emir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın Kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Soy-sop, sınıf, kabile, ırk, ulus, meşrep, bölge üstünlüğü vb. tüm değerler cahili değerlerdir. İlk defa ırkçılık milliyetçilik güden iblis şeytandır. Aklı vahiyden öne çıkaran şeytan üstünlük psikolojisine kapılarak ateşin insanın mayası olan topraktan üstün olduğuna aldanarak kendince ırkçı bir kıyas yapmış Ademe secde etme yerine büyüklenerek Allaha isyankar olmuştur. " Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, Âdem'e secde edin! diye emrettik. İblis'in dışındakiler secde ettiler. O secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. Allah: Öyle ise, "İn oradan!" Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık! çünkü sen aşağılıklardansın! buyurdu." (Araf / 11-13) İman kardeşliğini esas alan İslam ise yeryüzünün neresinde yaşıyorlarsa yaşasınlar hangi kavme mensup olurlarsa olsunlar hangi renge sahip olurlarsa olsunlar bütün müminlerin birbirinin kardeşi olduğunu vurgulamaktadır. "Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulupdüzeltin (18) ve Allah’tan korkup-sakının; Haziran 2011 umulur ki esirgenirsiniz." (Hucurat / 10) Bu anlamda evrensel kardeşliğin sembolü olan hac farizası dünyanın her yerinden gelen dili ırkı rengi farklı inananları aynı kıble etrafında birleştiriyor. Müslümanlar bu evrensel inanç ailesinde ümmet olmanın bilincini idrak ediyorlar bir atomun elektronları nasıl çekirdek etrafında hareket ediyorlarsa da bu mahşeri kalabalığı temsil edenler de Kâbe’nin etrafında ilahi cezbeye tutulurlar. Yine namazda amir-memur, işçi-patron, asker-komutan, zengin-fakir, statü farkı gözetmeksizin aynı secdeye başını koyarlar, tarağın dişleri gibi eşittirler. Tüketim çılgınlığını empoze eden kapitalizmde ise ucuz işgücüyle yani bozuk gelir dağılımıyla serbest piyasada yüksek verim elde etmek amaçtır. Yani yüksek kazanç, maksimum kâr oranı. Bu kâr oranı, doğal olarak sanayinin temeli aşırı hırs ve servet tutkusu olan rekabet gücünü arttırırken toplumu aşırı lüks içinde yaşayan zenginler ve aşırı sefalet içinde yaşayan fakirler diye iki kutba ayırır. Böylelikle hammadde stoğunu ellerinde bulunduran zengin kapitalist azınlık kasalarında servet biriktirirken sömürülmüş çoğunluk kaplerinde onlara karşı kin ve nefret duygusu biriktirirler. "Pazar piyasasında üretimin artması için hammadde kaynaklarına nüfuz etmek lazım. Düşük hayat seviyesi, ücretlerin azlığı ve kapitalin küçük bir grubun kasalarında birikmesi tüketimin artmasını engellemektedir. Bu yüzden kapitalistler, dışa açılarak yeni piyasalar bulmak ve birikmiş olan üretim mallarını pazarlamak diğer ülkeleri sömürmeye çalışırlar. Bunu da küreselleşen dünyada bir ahtapot misali her tarafa Haziran 2011 yayılan kollarıyla açgözlü emperyalizm yandaşlarıyla beraber yaparlar. Öyle ki, hammadde kaynaklarını ele geçirmek için savaş açmak normal gözükür."4 İslam düşüncesindeyse, ferdin mülkiyeti vardır; fakat kapitalizmdeki gibi ferdin mülkiyeti özendirilip mal stokçuluğu, karaborsacılık gibi gayri meşru yollarla toplumun yoksullaştırılması kabul edilemez. İslam kişinin helal yollardan kazandığı malda toplumdaki fakirlerin hakkı olduğunu beyan eder. Malın temizlenmesi için ihtiyaç sahiplerinin hakkı da zekât, sadaka, infak gibi yollarla verilmelidir. Aksi takdirde toplumda yaşayan aç olarak ölen kişinin katili o toplum olmuş olur. Mal Allah’ın insanlara emanetidir, o mal Allah’a varmak için araç olarak kullanılmalı; yoksa mal ve servet sahibi olmakla övünen, kibirlenip azgınlaşan Karun gibi amaç etmememi servet biriktirmeyi. Kuran’da anlatılan Karun kıssasında, kapitalist ruhlu bu adamın kendisine bahşedilen servetin ilim ve gücü sayesinde verildiği zannına kapıldığı yer alır. İlgili ayetlerde kavminin karşısına şımarık bir şekilde debdebeyle çıkan malında ahiret yurdunu aramayıp sadece dünya hayatının geçici zevkini arayan bu kişinin hazin sonu herkese ibret olur. Kıssanın sonunda servetine ve gücüne güvenerek, Allah’a isyan eden Karun’un, evi barkı ve servetiyle birlikte yerin dibine batırıldığını öğreniyoruz.5 Türkiye’de laiklik görünümü altında uygulanan sekülarizmden bahsetmek istiyorum. İngilizce ′secularism′ ve Fransızca ′ laique ′ sözcükleri Arapça’ya ′el-ilmaniyye′ kelimesiyle çevrildi. Çeviriyi yapanlar din ile ilimi hristiyan batının anladığı gibi birbiriyle çelişen iki 63 olgu olarak algılamışlardır. Ortaçağda kilisenin bilim adamlarına yaptığı işkenceler, zorbalıklar hatırlanırsa din ile bilimin başlayan kavgası daha iyi anlaşılır. ′Elilmaniyye′ kelimesinin doğru tercümesi ′dinsizlik′ yada ′dünyevilik′tir. Ayrıca sekülarizm toplumda bilimi, laik ahlakı, pozitivist felsefeyi, hakim kılmayı amaçlar. Ne yazık ki, bilimin ve bilim adamlarının sömürgeci güçlerin hegemonyasında olmasından dolayı nükleer santraller, misket bombaları, atom bombaları, öldürücü ışınlar, zehirli gazlar vb ürpertici bilimsel ve teknolojik gelişmeler hem doğal yaşamı hem de mazlum halkları tehdit etmektedir. Yine genetik alanındaki kopyalama çalışmaları, insan genleriyle oynanıp farklı melez ırk oluşturma girişimleri dünya tarafından kaygıyla izlenmekte. Velhasıl-ı kelam bilim zalimin elinde mazluma kan kusturma aracı olmakta, ıslah yerine bozgunculukta kullanılmakta, işgalci çapulcuların maşası olmaktadır. "Genel itibariyle sekülarizm; dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevi olaylarmış gibi algılanması insan aklının dini ve metafizik bağlardan kurtarılması ve dinin bir vicdan meselesi haline gelmesidir."6 Daha özel anlam ifade eden laiklik kavramı din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Türkiye’de diyanetin varlığı ve resmi din ideolojisi bunu gösteriyor zaten. İslam ülkelerine ithal edilen bulaşıcı mikroptur laiklik. Laikliğin kaynağında düalizm yatar. Fransızcası ′düalizm′, Arapçası ′seneviyye′, Türkçesi ise ikiciliktir. Dindevlet, tanrı-sezar, ruhani-laik, ruh-beden, akıl-kalp ayırımının temelinde düalizm yatar. Hayatı, zihni, kalbi, aklı ikiye bölen İkicilik(düalizm) Bircilik(tevhid) "Düalizm, asırlarca önce İslam akaid kitaplarına şöyle girmiştir: Seneviyye; iki tanrıya inanan batıl bir görüştür. Tanrıların biri hayır, diğeri şer yaratır. Biri iyilik, diğeri kötülük yaratır. Birinci tanrı nur, ikinci tanrı ise zulmettir. Bu batıl akım, İslam inancına tamamen karşıdır."7 Haşa sözedildiği gib birçok ilah olmuş olsaydı, aralarında çıkabilecek anlaşmazlıklardan, yer ve gökte bütün işler bozulup alt üst olurdu. Çünkü yerde ve gökteki nizami uyum birliğini gerek-tirmektedir; bu da ancak yaratanın, tedbir edenin tek olmasıyla mümkündür. "Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir." (Enbiya / 22) Laik toplumda kapitalist kültürün izlerini görmek mümkün. Aileyi hedef alan çocukların ahlakını bozucu televizyon programları reyting yaparken malın reklamı 64 ve sürümü için kadının cinselliği kullanılarak vitrinler süsleniyor kapitalizmin kutsal tapınakları olan alışveriş merkezleri daha çok tavaf edilsin, öyleki alışveriş tutkusu doruğa çıksın, hedonist fertler yetişsin ilahı haz olan hevasını tanrı edinen fertler. Başıboşluğun, ruhi bunalımın ağındaki nihilist, bireyci, egoist insan profilleri çoğalsın ki gündemden kopsunlar. Sadece gündemden değil, fıtratlarından da kopsunlar, seküler profan, modern kuşak yetişsin. Kıblesi futbol olanlar, kadına kul olanlar, paraya eşyaya secde artsın. Birden fazla ilah edinilsin, birden fazla kıble olsun. Ne yazık ki, günümüz insanı modernitenin beraberinde getirdiği yabancılaşma kavramı içinde özbenliğini kaybetmektedir. Öylesine bir hale gelmiş ki, kendine, topluma, tarihe, en önemlisi fıtratına yabancılaşmış. Hayatlarını anlamsız ve amaçsız bir hiç uğruna heba ediyorlar. Zaman sicili bozuk kentlerin ayyuka çıkan rezaletlerine şahit oluyor. Yeryüzü kendisinde taşan engin maveranın sesine kulak tıkayıp zevk ve hazzın esareti altına giren zavallıları ağırlamaktan usanmış. Artık yolcusunu kaybeden bu gemi selamet limanını arıyor, tıpkı Nuh’un(A.S) gemisi gibi. Kendisine inanları tufandan kurtarmak istiyor. İbrahim’in (A.S) baltasıyla yüreğindeki tüm putları devirecek. Musa(A.S) gibi bir önderin asasıyla iman denizinin önündeki tüm küfür dalgaları yarılacak. İsa’nın(A.S) şifalı üfürüğüyle rahmet esintileri içinde insanlık yeniden hayat bulacak. Kainatın efendisi Hz.Muhammed Mustafa(SAV)’nın getirdiği ilahi mesajla yeryüzü saadet devrini yeniden yaşayacak. Tabii ki, kendini kaybeden insanın yeniden özüne dönmesi için, kendisini kurtarmaya gelen kervanı sabırla beklerken, kuyusunda Yusuf (A.S) gibi temiz kalması fıtratının bozulmaması lazım. İnsanoğlu varolduğundan beri etrafındaki alemi tanımak istemiştir. Bu insanın fıtri bir özelliği olup, hâlâ devam etmektedir. İnsanın kendini ve kendi dışındaki her şeyi, yani bütün alemi anlama, tanıma serüveni hâlâ bütün canlılığıyla devam etmektedir. Bu anlam arayışı serüveninde kimi zaman akıl girdabına sürüklenmiş, kimi zaman haz peşine sürüklenmiş, kimi zaman da anlamsız boşluğa sürüklenmiş. Tarihsel süreç içerisinde yeryüzüne gönderilen insanoğlunun burada gurbette olduğu sılaya (asli vatanına) yani cennetine kavuşmak için özlem içinde olduğu unutulmamalıdır. İşte bu özlem kişiyi nasuti olandan lahuti olana doğru bir arayış içerisine sokar. Nasutiden kastımız insana ait olan özelliğin, lahutiden kastımızsa ilahi bir özelliğin vurgulanmasıdır. Ruh lahuti, nefis ise Haziran 2011 nasutidir. İnsanların özünü yani canı nefis ve ruh teşkil etmektedir. Her ikisi de benliğin birer parçasıdır. Ayetten mayası çamur olan insana ilahi ruh üflenmesiyle hayat bulduğu, cismaniyetinin tek başına değersiz görüldüğü, ruhsuz birer et parçası olduğu anlaşılıyor. “Rabbin meleklere demişti ki: "Ben, kuru bir çamurdan şekillendirilmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım. Onun yaratılışını tamamladığım ve içine Ruhumdan üflediğim zaman, onun için secdeye kapanın.” (Hicr / 2829) Bazı alimler," Nefis hamuruna, heva, şehvet ve kötülüğe meyil karışmıştır. Âdemoğluna nefsinden daha düşman bir şey yoktur. Nefis dünyadan başkasını istemez. Dünya da yalnızca nefsi arzular. Ruh ise ahireti ister, onu tercih eder. Heva nefse tabidir. Şeytan ise nefse ve hevaya tâbidir. Melek, akıl ve ruhla birliktedir. Yüce Allah ilhamla, tevfikle akıl ve ruhu korur."8 demişlerdir. Kaf Suresi 16. "İnsanı biz yarattık... Biz ona şah damarından daha yakınız. " ayetinin belirttiği gibi ruhun bizdeki varlığı ile Yüce Yaratıcı bizimle hep beraberdir. Ruh Allahın bize emanetidir; bu ağır emaneti kirletmeden pak ve temiz bir şekilde Cenab-ı Mevla’ya teslim edersek iyilerin amellerinin kaydedildiği illiyyine yok emaneti kirletirsek (Allah muhafaza kötülerin amellerinin kaydedildiği siccine yazılmış oluruz9. Nefsini kişinin suretidir nefsi dizginleyebilir İnsanoğlu cismaniyetiyle değil ruhaniyetiyle kıymet alır; maddeden manaya, nasuttan lahuta, cevherden öze inmeyle insanı kamil olunabilir. İnsanoğlu ruhlar alemindeyken Rabb Teala onların zürriyetlerinden misak almıştır. Kuran’da bunu konu alan ayet şöyle: “Hani Rabbin; âdemoğullarının sulbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şâhid tutmuş: Ben, sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da demişlerdi ki: Evet, biz buna şahidiz. Kıyamet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu, demeyesiniz.” “Veya daha önce sadece atalarımız şirk koşmuştu, biz ise, onların ardından gelen bir nesiliz, bizi bâtıl işleyenlerin yaptıkları yüzünden helak eder misin? demeyesiniz.” (Araf/ 172 -173) Bu geçmiştekileri ve kıyamete kadar gelecek olanların hepsini kapsamaktadır. Allah( Azze ve Celle) ademoğullarıyla fıtri bir sözleşme veya akit yapmış onları ilahi hitaba mazhar kılmış kendi kendilerini şahid kılmış, şirk koşmamak ve Allah’tan başkasını rab, ilah edinmemek, sadece Yaradan’a kulluk yapmak olan zamanlarüstü ve mekanlarüstü değişmeyen tek hakikat olan tevhidi akit konusunda insanoğlundan misak almıştır. Biz kendimize dönelim. Kainatın göz bebeği insana. Bitki hayvan canlı cansız tüm vatrlığın kendisi için yaratıldığı, kendisinin de Allah’a kulluk için yaratıldığı eşrefi mahlukata. Yaşantımızı sorgulayalım, bu anlamsız ve amaçsız gidişat mezara kadar mı sürecek? Uyanmayacak mıyız bu derin gafletten? Fıtratın sesini şeytan ve nefsin esaretine mi vereceyiz yoksa kalbimizi ve aklımıza iman iktidar olamayacak mı? Ne dersiniz iki cihanda mutlu olmak için nefsimizi ve neslimizi ateşe mi atacağız. Söyler misiniz İki günlük dünya hırsımızı frenlemezsek nasıl kazanırız ebedi cenneti? ........................................................................... Kaynaklar 1) Bilgi Toplumuna Geçiş ve Sorunları / Prof. Dr.Yaşar Tonta 2) Wikipedia Ansiklopedisi 3) Umrandan Uygarlığa / Cemil Meriç / İletişim Yayınları 4) Çağdaş İnsanın Açmazı / Muhammed Bakır Es-Sadr/ Bilgeadam Yayınları 5) Bakınız:Kasas Suresi / 76-82. Arası Ayetler 6) Laiklik Yargılanıyor/ Rauf Pehlivan/ Gonca Yayınevi 7) İslam’da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü/ Muhammed İkbal 8) Darulkitap.com İnternet Sitesinden Alıntı 9) Bakınız: Mutafififin Suresi / 7-20 Arası Ayetler Haziran 2011 65 ´A ÅBÆjI A ÓËçA ÅAjZJºA ľ “Manevi buhrandan Hakk’ın Burhan’ına” Yer Sofrası Kültürü Aydın BAŞAR “Ben bir kulum kullar gibi yerde yemek yerim” (Bkz. İbn-i Sa'd, I, 372) buyuran Efendimiz’in her bir sünnetinin sayısız hikmetleri vardır. Yerde yemek yeme sünnetini yaşatan bir mümin, kendi ken- Şunu açık yüreklilikle söylemek gerekir ki şekli sünnetleri küçümseyen bir kimsenin İslam’ın özünden, çekirdeğinden bahsetmesi de samimi değildir. Zira Efendimiz’in göstermiş olduğu şeklî yapıyı hafife alarak haşa onlar için “bunlar kabuktur, önemsizdir” demek, meselenin hafife alındığı anlamına gelir. Şekilciliği önermediğimizi gibi şekilleri inkârı da öneremeyiz. disine bir nevi “aşağıda ol, haddini bil, kulluğunu unutma” telkini yapmaktadır. Kimilerinin detay zannettiği bu tür sünnetler insanın kulluk bilincini canlı tutmasına yardımcı olur. Yerde yemek yeme aynı zamanda bir tevazu ifadesidir. Yerde yemek yiyen bir mümin yükseklerde uçmaya, hava atmaya, birilerini ezmeye, yeryüzünde kibirle gezmeye heveslenmez. Eğer bunları yapıyorsa o zaman onun yerde veya başka bir yerde yemesinin bir farkı yoktur. Yerde yemek yemeyi teşvik eden bu hadis-i şerife göre mümin yerde oturmayı kendisine yakıştıran bir konumdadır. Nefis ise daima rahat ve yüksek kol- 66 tuklarda kurulmayı arzu eder. Dikkat ederseniz bizde lememek gerekir… Bazı şeyleri onlarsöylemeden de ibadetler de kilisedeki gibi sıralar üzerinde değildir, idrak edebilmeliyiz. yerdedir. Demek ki Müslümanlar yerde yemek yiyen ve yerde ibadet eden insanlardır. Günümüzde, yerde oturarak yemek yeme, sakal bırakmak, sarık sarmak gibi bazı sünnetleri sünnetten Tabi biz bunları söylüyoruz ama çok itirazlarla saymama gibi bir anlayış yayılmaktadır. Bunların Pey- karşılaşacağımız da muhtemeldir. “Efendimiz yerde gamberimizin kişisel tercihi olduğu, Arap örfü olduğu oturmuş, yerde yatmış diye biz de mi yerde oturup ve dinle diyanetle bir ilgisi olmadığı iddia ediliyor. yerde yatalım?” veya “Günümüzde yerler beton ol- Oysa ibadetlerin iki yönü vardır. Mesela namaz iba- duğu için soğuk olur üşürüz” gibisinden itirazlar… detinin hem bir şekli hem de bir ruhu vardır; her ikisi aynı anda olmadan kamil manada namaz gerçekleş- Ne diyelim? Zihin bir kere kirlenince ona daha mez. fazla laf anlatmak mümkün olmuyor. Bu tür itirazların modern hayatın bizi alıştırmak istediği “konfor” illetinden kaynaklandığını kime nasıl anlatacağız? Yüz sene önce yerde oturup yerde yatan dedemizin şimdiki modern imkânlarla yaşayan insanlardan daha mutlu olduğunu kaç kişi kabul edecek? Evleri koltuk, vitrin ve diğer eşyalarla ağzına kadar dolu dolan modern insan, hasır veya eski bir kilim üzerinde namaz kılmanın zevkini nereden bilecek? Şunu açık yüreklilikle söylemek gerekir ki şekli sünnetleri küçümseyen bir kimsenin İslam’ın özünden, çekirdeğinden bahsetmesi de samimi değildir. Zira Efendimiz’in göstermiş olduğu şeklî yapıyı hafife alarak haşa onlar için “bunlar kabuktur, önemsizdir” demek, meselenin hafife alındığı anlamına gelir. Şekilciliği önermediğimizi gibi şekilleri inkârı da öneremeyiz. Yerde yemek yeme gibi sünnetlerin güzel bir şey olduğuna inanmak için illa batılı doktorların araştırma Müslüman için ideal konum; zahirle de batınla yapmasını ve “sağlık için faydalıdır” demesini de bek- da barışık bir konumdur. O ne içi ne dışı, ne kabuğu ne özü ihmal eder. Bir müminin Peygamberimiz’in hayatı boyunca terk etmediği sünnetleri hafife almaz. Faraza sakal sünneti gibi bir sünneti Efendimiz’in ömrü boyunca hiç terk etmemiş olması üzerinde düşünür ve bu sünneti de gücü yettiğince uygulamaya çalışır. Yemek yeme için her yere oturuşunda bir sünneti ihya etmenin hazzı ve bilinci ile Efendimiz’i hatırlayan bir mümin hiç olmazsa bu hadise göre sevap hanesine bir puan eklemiş olur. Nitekim bunu yaparken niyeti Efendimiz’e hürmet etmek ve onun sünnetini yaşatma isteğidir. En küçük bir sevaba muhtaç olacağımız o günü hatırlayarak sevap getirecek olan hiçbir ameli küçümseyemeyiz. Hangi sevaptan dolayı Yüce Allah’ın razı olacağını bizler tam olarak idrak edemeyeceğimiz için küçük bir sevabın belki kurtuluşumuzun anahtarı olabileceğini hesaba katmak durumundayız. Haziran 2011 67 Musa KARACA [email protected] HAYDİ ÇOCUKLAR ŞİMDİ TATİL ZAMANI Sevgili arkadaşlar, okulların tatili yaklaştıkça herkesi tatlı bir heyecan sardı. Belki siz de bir tatil programı planlamışsınızdır. Mutlaka bir planımız olmalı, Bence plan yapmadan önce tatilin amacını belirlemeliyiz. “ Tatilin amacı mı olur? Bir yıl boyunca yorulduk, hiç olmasa tatilde bir nefes alalım, şöyle gönlümüzce bir eğlenelim.” diye sakın aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Çünkü tatil; dinlenmek, sırt üstü yatıp hiçbir şey yapmadan beklemek değildir. Dinlenmek yorgun düşülen bir işten sonra hemen başka bir uğraşa başlamaktır. Hiçbir şey yapmayan insan, en yorucu işlerle meşgul olan insandan daha çok yorulur. Hareket etmeyen kaslar ve eklemler daha çok yıpranır. Peki öyleyse nasıl bir tatil planı yapmalı? İlk olarak akraba ziyaretleri planlanmalı. Uzun süre ihmal ettiğimiz büyüklerimizi ziyaret ederek hayır dualarını almalı. İkinci olarak her köşesi tarih kokan ülkemizin bize en yakın olan tarihi yerlerinden başlayarak ziyaret etmeli. Yılda binlerce turist başka ülkelerden gelip buraları ziyaret ederken bizim ziyaret etmememiz büyük bir eksiklik olur. Ülkemiz tarihi özellikleri yanında, aynı zamanda doğa harikası bir ülkedir. Ülkemizin bu doğal güzelliklerini gezerek, eğlenerek öğrenmeyi ihmal etmemeli. Özellikle okul döneminde ara verdiğimiz Kur’an eğitimi için Kur’an kurslarına gidilmeli. Haziran ayının son haftasında “ Yaz Kur’an Kursları” başlıyor. Tatilimizi dolu dolu planlarken asli görevlerimizi asla ihmal etmemeliyiz. Müslüman için ibadetler asli görevlerdir ihmal edilemez. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuran Kur’an’a göre biz hem kültürel bilgilerimizi geliştirirken dini bilgilerimizi de ihmal edemeyiz. Her planımızın merkezinde ibadet olmalı. Kur'ânı Kerimi öğrenmek her mü'minin en zevkli ve en tatlı bir meşguliyeti olmalı. Bunun için bir mü'min hangi yaşta olursa olsun, Kur'ân'ı öğrenmek için büyük bir gayret göstermeli. Verimli bir tatil geçirmeniz temennisiyle… YAVAŞLA Temel otobanda hızla gidiyor... Bakmış bir tabela: "YAVAŞLA 80 km." Temel hızını o an 80 km’ye indirmiş. Az sonra bir tabela daha: "YAVAŞLA 60 km." Temel hızını 60 km indirmiş. Merakla giderken yeniden bir tabela: "YAVAŞLA 40." Temel: - "Yolda çalışma var galiba!" deyip 40 km.’ye düşürmüş hızını. Epeyce sonra yine bir tabela: "YAVAŞLA 15 km." Temel talimata uyarak hızını15 km.'ye düşürmüş. Temel yolun en sağından tıngır mıngır, uflaya puflaya bir saat daha gittikten sonra yeni bir tabela görmüş: "YAVAŞLA'YA HOŞ GELDİNİZ, NÜFUS: 2500 1- Gökten bir elma düştü, on iki parçaya ayrıldı on birini yediler, birine “hayır” dediler. 2- Bir küçücük mil taşı, dolanır dağı taşı. 3- Türkiye'nin en tatlı dağı hangisidir? 4- Yağmur yağarken balıklar neden şemsiye kullanmaz? 5- Yeniçeriler niçin kazan kaldırmışlar? Cevaplar: 1- Ramazan ayı 2- Göz 3- Elma Dağ 4- Balıkçılara yerlerini belli etmemek için 5- O tarihlerde halter olmadığı için BULMACA 1-Ümmü’l Kitab (Kitabın anası), Kur’an’ı Kerim’in ilk suresi’ 2-Kur’an’ın en uzun suresi 3-Kadınların haklarından bahseden sure 4-Cennetteki bir havuzdan ismini alan sure 5-Surelerin başında bulunan cümle 6-Kur’an’ın inmeye başladığı gece 7-Kur’an cümlelerinden her birine verilen ad. 8-Peygamberimize mağara 9-Kur'an'ı baştan tamamlamak ilk vahyin sona 10-Kur'an'ın diğer bir ismi geldiği okuyup