سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َ ا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 SAYI 2 /YIL 1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 FIYATI/ PREIS 2,00 € Aylık Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz.. ب ِ ْس ِم kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Fihrist Konu Yazar Sayfa Fihrist — 2 Editör 3 Tefsir Dersleri Ebu Abdurrahman 4 Hadis/Sünnet Riyazus– Salihıyn 5 Fetva Köşesi Ebu Suud Efendi 6 Cemaleddin Hocaoğlu 7 Siyer /Davet Ramazan El Butiy 8 Sohbetler/Düşünceler Muhtelif Yazarlar 9 Akaid/Iman Ömer Nasuhi Bilmen 10 Ibadet/Islam Said Havva 11 Hanımlar Köşesi Aişe Tuğba 12 Muhtelif Yazarlar 13 Ansiklopediler 14 — 15 Gündem/Yorum Beyyineler Gençlerle Başbaşa Faydalı Bilgiler/Şifalı Bitkiler Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi www.muhacirun.net [email protected] Sayfa 2 Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/ yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan(Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Gündem/Yorum Editör örnekler vardır. Bunlardan bir tanesini aktaralım. Hudeybiye de antlaşma yapılmasına karar verilince Mekke ileri gelenleri bir diplomatik uzman olan Süheyl ibn Amr’ı Efendimize gönderdiler. Süheyl Efendimizi çok yakînen bilen birisi idi. Antlaşmanın hemen başında Süheyl “Bismillahirrahmanirrahim’e” itiraz etmiş, biz Rahman nedir bilmeyiz demişti. Bizim bildiğimiz RESULULLAH´I TANIYOR MUYUZ ? yazılacak diye diretmişti. Antlaşmayı “Bismike Allahümme” diye başlatmıştı. Süheyl’in ikinci itirazı Tanımak ve bilmek dilimizde çokta farklarını “Resulullah” ifadesine olmuştu. “Biz eğer senin gözetmeden kullandığımız kelimelerdendir. Daha ilk Resullüğünü kabul etseydik seninle savaşmazdık” karşılaştığımız birisiyle adından başlayıp memleketi, demişti. Efendimiz antlaşmayı yazan Hz. Ali’ye sil onu mesleği, yaşı, çocuk sahibi olup olmadığının ötesine ve “Abdullah oğlu Muhammed ile Amr oğlu Süheyl” geçmeyen üç-beş dakikalık selamlaşma faslını o insan ile diye yaz dedi. Süheyl o gün çok aksi ve çok alaylayıcı bir tanıştığımız iddiası ile tamamlarız. üslub ile Efendimizle (s.a.v) konuşuyordu. Sahabe başta Hz. Ömer olmak üzere müthiş bir kızgınlık geçiriyorlardı Ama tanışmak ve tabi ki tanımak aslında çok farklı bir içlerinde, ama o günün şartları içerisinde hiçbir şey durumdur. Bunun için Hz. Ömer tanışmayı üç şeye diyemiyorlardı. Antlaşma görünürde müslümanların bağlamıştı : Yolculuk, ticaret, aynı mekanı paylaşmak.. aleyhine olan birçok madde ile imzalandı. Efendimiz’i Bu üç şey insanı insana tanıtan en önemli üç alandır. Türkçe de pek de önemsenmeden bu iki kelimeyi birbiri bilen Süheyl büyük bir başarı elde etmişcesine gururlanarak Mekke’ye döndü. Aradan üç yıl geçmeden yerine kullansakta arap dilinde iki kelimenin ifade Mekke fethedildi. Resulullah tek ve son haccı olan veda edilişleri birbirlerinden farklıdır. haccı için Mekke’de idi. İhramını çıkarmak için traş Tanımak arap dilinde “arefe” tanıdı, tanıyan arif tanınan olmaktaydı. O traş olurken birisi gizlenerek gelip O’nun dökülen mübarek saç ve sakal tellerini topluyor, bir ise marifet olarak ifade edilir. köşeye çekilip, o saç ve sakalları yüzüne, gözüne sürerek Bilmek ise alime bildi, bilen alim, bilinen ise malumat ağlıyordu. Enes b. Malik rivayet ediyor ve diyor ki; biçiminde dile getirilir. “Merak ettim bu şahsın kimliğini, soruşturdum. Ve onun Hudeybiye’de Efendimiz’e karşı küstahça Demek ki bilmek ve tanımak çok farklı iki durumdur. konuşan Süheyl ibn Amr olduğunu öğrendim. Daha “Her tanıyan bilir, ama her bilen tanıyamayabilir.” dün Resulullah ifadesine karşı çıkan Süheyl, şimdi Aynı şeyi Efendimiz (s.a.v) karşısındaki durumumuz ve O’nun saçının tellerini yüzüne gözüne sürdüğünü görünce hayrete düştüm.” tutumumuz içinde söyleyebiliriz. Bugün 1,5 milyarlık Islam ailesinin kaç ferdi Peygamber Efendimizi tanıyor ? Bunun hesabını yapmamız zor ama şunu iyi biliyoruz ki; bu koca ailenin her ferdi O’nu (s.a.v) bilmektedir. O’nu İşte Süheyl bilme yolculuğunu tanıma saadeti ile bilenler çoğunlukta ama tanıyanların oçoğunlukta noktalamıştı. Bunun için bilen sadece haberdar olur, olduğunu ne yazık ki söyleyemiyoruz. O’nu bilenler tanıyan bildiği kisinin/şeyin yolunda olur. Bilen sadece O’nun ne zaman doğduğunu, ne zaman vefat ettiğini, bilgi/malumat sahibi olur, tanıyan ise o malumatları savaşlarını, çocuklarının isimlerini, hanımlarını, hicretini, marifete yani aşka taşımış olur. Bilen sadece bilgisi ile miracını ve daha onlarca şeyi biliyorlar. Çok gariptir, bu yetinir, tanıyan o bildiği değerler yoluna kurban olur. bilinenlerin çoğunu belki daha fazlasını Mekke’de O’na karşı çıkanlarda biliyorlardı. Herhalde Hz. Muhammed’in (s.a.v) öz amcası Ebu Leheb bizden daha çok Şimdi şu soruyu herkes kendisine sorsun, O’nu (s.a.v) Peygamberin bu özel bilgilerine sahip idi. Ama onlar o tanıyormuyuz?Yoksa sadece biliyormuyuz veya yüce Insani tanıyamadılar, tanıyamadıkları içinde tabi bildigimizi mi zannediyoruz? Eğer tanımıyorsak hemen olamadılar ve O’na karşı oldular. İşte bilmek yalnız onu tanımanın yollarını araştırmamız,bulmamız ve tabi başına yeterli değil, o bilginin marifete, yani aşka olmamız lazımdır diyorum. dönüşüp sahibini tanıdığı o değerler uğruna fedakarlık yapmaya zorlamalıdır. Yoksa Müslümanım diyenlerin Şeriati Muhammediyeye Bilmek sürecinin tanımaya nasıl dönüştüğünü ve bu iki fiilin sahibini nasıl değiştirdiğine dair siyerde bir çok Sayfa 3 olan düşmanlıkları nedendir dersiniz? MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . TEFSIR DERSLERI Ebu Abdurrahman et-Tîn Sûresi'nde, insandan, onun en güzel biçimde yaratılışından ve onu, yükümlülüklerini yerine getirmekten alıkoyan engellerden sözedildiyor. elAlâk Sûresi'nin de bu konuları ْ َ َ ْ َ ِ ل اخ َ َ )1( َ َ لق َ ِ ْم ِ َِّا ْ ِ اِقرَا اtamamlamakta olduğunu görüyoruz: "Sakın okumamazlık etme. Çünkü َ ْ ن ل ِ َْسْن ِْ َ َ) ا ِ ْقرَ ْا رََِّا2( َ ق َ اْلن insan kendisini müstağni gördüğü ْ َ لق )4( ِ َ ق َ َ اِْ ْخ َم ِ َ) اَخ3( م ُ َاْل َ ْكر için azgınlık eder." İşte böylece bu َ )5( ْ َ ْ َ نْخَ ْ م ِْ َ َ ق َ َْسْن َ اْلن grubun sûreleri birbirini 96- ALÂK SÛRESİ (1) tamamlamaktadır. Şimdi sûreyi 1. Yaratan Rabbinin adıyla oku. sunmaya başlayalım. 2. O insanı yapışkan bir şeyden Yaratan Rabbinin Adıyla Oku (Âyet yarattı. 3. Oku Rabbin sonsuz kerem 1)"Yaratan Rabbinin adıyla oku." sahibidir. 4. Ki O kalemle öğretti. Her şeyi yaratan Rabbinin adıyla 5. O insana bilmediği şeyleri öğretti. oku. Sonra yaratıklar arasından özellikle Mushaftaki Sıralamaya Göre 96. insanı zikredip şöyle buyurdu:O, Sûredir.Mufassal Sûreler Kısmının İnsanı Yapışkan Bir Meniden On Üçüncü Grubundaki İkinci Yaratmıştır (Âyet 2) "O insanı Sûredir.19 âyettir.Mekke'de nazil yapışkan bir şeyden yarattı." Bir olmuştur. spermden yarattı. Yahut bundan et-Tîn Sûresi'nin Allah Teâlâ'nın: maksat, spermin yumurtacıkla "Öyle ise bundan sonra dini sana ne buluşmasından sonra cenine ait ilk yalanlatabilir?" buyruğu ile sona erdiğini gördük. Ve yine gördük ki bu âyetin tefsîrinde iki görüş vardır. Bunlardan biri buradaki hitabın Rasûlullah (s.a.v)'e yönelik olmasıdır. Buna göre mânâ şöyle takdir edilir: "Ey Muhammed! Bu açıklamalardan sonra âhiret günü, ceza ve hesap konusunda seni kim yalanlayabilir?" Âyet hakkındaki diğer görüş de şudur: "Ey İnsan! Seni hesabı yalanlamaya sevkeden şey nedir?" el-Alâk sûresi bunlardan sonra aşamadır. Rasûlullah (s.a.v)'e hitab etmek üzere Soru: Ne okuyacak? Çünkü kendisine gelir: "Yaratan Rabbının adıyla oku!" ilk defa bu hitap yöneltilen Burada emredilen okuma din Rasûlullah (s.a.v) okuyamaz. gününün geleceğine delildir. O halde Bana göre anlatım düzeninden şöyle bu sûrenin önceki sûre ile ilişkisi bir anlam çıkarmak mümkündür: açıktır. Buradaki okumaktan maksat, Bilindiği gibi el-Alâk sûresi ve düşünme ve kafa yorma ile özellikle onun baş tarafları Kur'ân'ın yaratıkların okunmasıdır. O halde ilk nazil olan âyetleridir. Böyle iken mânâ -en iyisini Allah bilir amasûrenin şimdiki yerinde Kur'ân'ın şöyle olur: "Bu kâinatı ve bu insanı tertip ve düzenine tam bir uyum Allah Teâlâ'nın yaratıcı olduğunu göz sağlaması, Kur'an'daki sıralanmanın önünde bulundurarak O'nun adıyla tevfikî (Allah tarafından) olduğuna, oku." Bu mâna, bazılarının Kur'ân'da beşer işi bir şeyin payı benimseyip pratik bir içerik verdiği bulunmayıp onun Allah katından ve Allah'a doğru gidişte temel ve geldiğine bir delildir. hareket noktası kabul ettiği bir Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 mânadır. Oku! Rabbin Sonsuz Kerem Sahibidir (Âyet 3)"Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir." Cömertliği her cömerti geçmede kemal sahibi olan Rabbinin adıyla oku. Ben derim ki: Bu, Aziz ve Celîl olan Allah Teâlâ'dan, kâinatı ve yaratıkları kendi adıyla okuyanlara büyük ikramda bulunacağına dair verilmiş bir sözdür. Çünkü Allah Teâlâ başkalarına açmadığı ilimleri ona açar. Kâinatı Allah'ın adıyla okuyan hiçbir insan yoktur ki Allah ona ilimleri küçüğü ve büyüğüyle vermesin. Kalemle Yazı Yazmayı Öğretendir (Âyet 4)"Ki O kalemle öğretti." Yazı yazmayı kalemle öğretti. Yahut kalem vasıtası ile birbirinden meydana gelen pek çok ilimleri öğretti. İnsana Bilmediklerini Öğreten O'dur (Âyet 5)"O insana bilmediği şeyleri öğretti." İbn Kesîr der ki: "İnsana bilmediği şeyleri öğretip onu ilimle şereflendirmesi veya saygın kılması, Allah'ın kereminden dolayıdır. Bu şeref, beşeriyettin atası Âdem (a.s)'ın meleklere üstün geldiği bir şereftir." Ben derim ki: Belki de bu âyetin manâsı şöyledir: "Şayet Aziz ve Celîl olan Allah Teâlâ'nın tevfiki olmasaydı insanın öğrenemeyeceği birçok ilimleri, insana öğreten Allah Teâlâ'dır. Buna göre yukarıda geçen üç âyetin genel anlamı da şöyle olur: "Kâinatı ve insanı Allah'ın adıyla oku. Eğer sen okuyacak olursan insana kalemle öğreten ve yine insana bilmediklerini öğreten Allah Teâlâ, pek çok büyük ilimleri sana da lütfedecek." İşte böylece bu sön âyetler ilk iki âyette geçen okuma emrini pekiştirmiş ve okuyucuya ikram vadetmiş olmaktadır. Bu mâna, bazılarının kavrayıp hakkını verdiği, Allah'ın onların salih olanlarına birtakım özel ikramlarda bulunduğu bir manadır. Ayrıca bu beş âyet Kur'ân-ı Kerim'in ilk nazil olan ayetleridir. Onun için bunlar üzerinde biraz duralım. REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Hadis /Sünnet هللا ع َ ل ل هللاس هللام قال ُ ل وَلهللا ل هللا هللاا َ إنما َ هللاعسمالل ِّاَّ تاماو َّ إن هللاما َّ ل َت ََّو هللان هللاَى َّ ما ا هللانر ُ هللا َل ل إ هللاََّ ل هللاُ ل وََّ َّ ا اهللانر ُ هللا َل ه َل إََّ ل ُ ل هللا َََّّدلنمهللاا صلبمهلها َّ هللار َ هللا رح صهللاا لرها ه هللا َل ل إ ا ُهللاا هللار إَّم و هللا Riyazus-Salihıyn çıkmaktadır: Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir. Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz: “Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur. Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem (SAV)’in söylemek istediği şudur: Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah Allah ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor rızası için yapmış olmamızdır. görünse bile, aslında bir dünyalık elde Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. gösterişi aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır: teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü’min hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi hem görevini yapmış hem de iyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise olur. Medine’ye hicret etmeyi ve orada İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu için yapılan ibadetlerin ve güzel düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o davranışların Allah katında hiçbir değeri sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek bulunmadığını Peygamber Efendimiz arzusuyla Medine’ye hicret etmek ortaya koymuştur. zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler, Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında kimsenin huzura getirileceği, onun da “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık getirerek herkesin belirtilmektedir (Müslim, İmâre 152). niyetine göre sevap kazanacağını belirtir. Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir. Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: 1. Mü’minlerin Emîri Ömer ibni Hattâb Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini (r.a.), Resûlullah (SAV) ’i şöyle buyururken dinledim, dedi:“Yapılan işler kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne yapılması şarttır. İnsanların takdir ve varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve bir dünyalığa veya evleneceği bir hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, yoktur. Yapılan işleri Allah katında onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerli kılan bizim ihlâs ve değerlenir.” “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir. Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:Niyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir. İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır. Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır. Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur. Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur. Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir. Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Fetva Köşesi Ebu Suud Efendi Imânı Mes’eleler Elcevap: Eğer bir karîbinin(yakınının) veyahud bir istinad ve i'timat ettiği 875. Mes’ele: Dîn-i Islâm ve Millet kimsenin fevti(ölümü) esnasında, Hakk nedir ? beyan buyurula. subhânehû ve te'âlâ hazreti ile iktifa Elcevap: Hak teâlânın Vahdaniyyetine edip, sâir mevcudattan istiğna göstermek tarikiyle söylediyse bir şey olmaz. ve Resûllullah (SAV) in Nübüvvetine ve Şerîat-i şerîfenin hakikatine i'tikad Ba'zı mütevekkilinden beyti kütüb-i etmek avama(Halka) kifayet eder. Mef- muteberde(Muteber kitaplardaki beyithumlarına ve tefâsîl-i ahkâmına vukûf-i lerde) min gayri tekebbür makûldür. tafsîlî (Tafsili hükümlerini tafsili olarak bilmek) lâzım değildir. Eğer istihza(alay) ve istihfaf tarîki ile, yahud Hakk subhânehû ve te'âlâ hazreti 876. Mes’ele: Hak Celle ve ala hazret- dahi fevt ve fenaya kabil olmağı iham leri, mekândan münezzeh olucak, etmek vechi(yani Allah teala yok olagöklerdedir diye i'tikâd etmek mi gecak diye ima etmek için söylemişse) ile rektir, ve nice/nasıl i'tikâd etmek gerek- lâtife söyledi ise, küfürdür. Tecdîd-i tir? îman, tecdîd-i berat lâzım olur. Elcevap: Allah teala Cemî emkineden (bütün mekanlardan) münezzeh olup, gökler yerler Onun hükmündedir ve ilmindedir ve kudretindedir" diye i'tikâd etmek lâzımdır. 880. Mes’ele: İftira gibi gıybet gibi hukûk-i ibâd(Kul hakkı) kabilinden mazına ve guslüne ve şâir levazımına mübaşeret ederiz(uyarız)" deyip, Amr tafsil-i mezbûru(söylediklerini) âdet-i küfürden dedi ise Amra küfür lâzımdır. Eğer Zeydin muradı "Bayram gecesi yeriz içeriz sohbet ve temaşa ve işret ederiz" demek olup, Amr ol fi'li kefere ef'âline teşbih etti ise isabet etmiş olur. 526. Mes’ele: Hızrilyas(Hidrellez) günü seyre çıkan müslümanlara nesne lâzım olur mu? Elcevap: Ol güne ta'zîm için değil ise, sâir günlerde ettiği seyir gibidir. 527. Mes’ele: Pâdişâh-i âlempenah hazretleri bir diyarı feth ettikte, ba'zı müslümanlar ol diyarda mütemekkin olup, ol diyarın dilince tekellüm (konuşma) eyleseler şer'an nesne lâzım olur mu? Elcevap: Gayet muztar olup, ehl-i İslama dîni tefhime kadir olmayıp, mühim olan maslahatı i'lâm edince söyleyene ruhsat vardır. Duâda eli yukarı kaldırmak, cihet-i fevk duâya kıble kılındığı içindir. 877. Mes’ele: "Mü"mine olan hayır ile şerr Allahtandır" diye i'tikâd etmek mi gerektir, yoksa "hayr Allahtan şerr abdin/kulun nefsindendir" diye i'tikâd etmek mi gerektir? 528. Mes’ele: Zeyd-i müslim kâfir dilince zarûretsiz tekellüm eylese, şer'an nikâhına zarar olur mu? Elcevap: Zarar-ı mahzdır(çok zararlıdır). Küfrüne hükm olunup avreti tefrik olunmaz, ta'zîr-i şedîd (şiddetli kınama) ile men' ü zecr olunur(zorla olan nesneler, istiğfar ile tevbe ile mağ- men olunur). fur olmak(affedilmek) mercû olur mu? 529. Mes’ele: Zeyde sıla vâcib oldukta, yerlerine karîb yerde bir dâr-ül-harb 878. Mes’ele: Zeydin malı ve ameli, Elcevap: Hukûk-i ibâd istihlâlsiz kesbü sa'y eylediğimidir, yoksa ziyâde (helalleşmeden) olmaz. olup kefere libâsın giymeyicek geçilsa'y etmek ile indallah mukadder olanmese, giydiği takdirde zevcesi boş olur 525. Mes’ele: Bir hırfet(işçi, sanatkar) mu? dan ziyâde olur mu? ehlinden Zeyd, "Cum'a günü Bayram Elcevap: Kesb ü sa'y etmek ile mukad- günüdür iş işlemeyiz" dedikte, Amr Elcevap: Kefereye mahsus libâs ise der olandan ziyâde olmak muhaldir. (Talakı) bâin olur. ona"kâfirsiniz, güne taparsınız, cum'a Amma kesb ü sa'y etmediği takdirde gün ekmek niçin yemezsiniz, niçin işle530. Mes’ele: Zeyd, bi-gayri zaruretin, hâsıl olacağı miktardan ziyâde olur. mezsiniz" dese, Amr'a ne lâzım olur? başına yahudi şapkasın giyse, şer'an 879. Mes’ele: Kadı (Hakim) olan Zeydin Elcevap: Eğer Zeyd, Müminlerin bay- Zeyde ne lâzım olur? Elcevap: Hayr dahi şerr dahi, Hakk teâlânin yaratması ve icadı ile olur. Amma, hayr Hakk te'âlânin lütfü ile olur, ona rızası vardır şerr 'abdin sû-i hâlinden olur, ona rızası yoktur. meclisinde, "Allahu Teâlâ sağ olsun" dese, ne lâzım olur? Sayfa 6 ramıdır deyu iş işlemeyip, "cum'a na- MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 Elcevap: Küfür lâzımdır. REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Beyyineler İ’tikadât: Dinin bu bölümü imandan bahseder. Insanoğlu nelere inanacak, nelere inanmayacaktır şeklindeki sorulara cevap verir; insanın fikir sistemini ve inanç yapısını düzene kor, nizama bağlar ve gönül âlemini anarşiden korur. İmanın altı şartı bu bölümün başında gelir. Akaid ve Kelâm kitapları bunlardan bahseder. İbadât: Dinin bu bölümü, bizatihi ibadet olan mevzulardan bahseder. Doğrudan doğruya Allah ile olan münasebetlerıni nizama kor, esasa bağlar. 0 hususlarda tereddüt ve karışıklıklara meydan vermez. İslam’ın beş şartı bu bölümün başında gelir ve ilmihal kitapları bunları bahis mevzuu yapar.,,Bizzat ibadet” tabirini kullandık. Çünkü, şuurlu müslümanın her işi ibadettir. Ama bir kısmı bizzat ibadettir, bir kısmı da bilvasıta ibadettir. Muamelât: Muamelât, kelime olarak Sayfa 7 Cemaleddin Hocaoğlu müfâale babından gelir ve karşılıklı münasebetleri ifade eder. Evet yukarıda da kaydedildiği gibi, insan çok cepheli ve girift bir varlıktır ve her şeyle münasebeti vardır. Madde ile neleri alabilir, neleri satabilirler, neleri yiyebilir, neleri yiyemezler, nelerde tasarruf edebilirler, nelerde tasarruf edemezler; Aile ve akraba ile münasebettardır; bunlara karşı hakkı nedir, görevi nedir, kimlerle evlenebilir, kimlerle evlenemez, evlenme ne demektir, nasıl başlar ve nasıl devam eder? Komşularıyla münasebetı vardır; komuşunun komşuya hak ve hukuku nedir, sorumluluğu neden ibarettir? Cemiyet ve cemaatiyle münasebeti vardır; ictimaî hak ve görevleri nelerdir? Devletiyle münasebeti vardır; devletine karşı hakkı nedir, mesuliyeti neden ibarettir? Devlet nasıl kurulur, devleti kimler yürütür ve hangi ölçülere göre yürütülür? Devletin diğer devletlerle münasebeti vardır; İslam devleti diğer devletlere karşı nasıl davranacak ve münasebetlerini ne ölçülerde yürütecektir?. Bütün bu soruları en ince teferruatına kadar cevaplandıran dinin bir bölümü vardır ki, işte bu bölüme ,,Muamelât” ismi verilir. Fıkıh ilminde geniş bir yer işgal eden bu bölüme aynı MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 zamanda ,,İslam Hukuku” denir. Ukubât: İslam dininin bu bölümü cezalardan bahseder. Hayatta öyle insanlar olabilir ki, hakkına razı olmaz, hukuka tecavüz eder ve insanların huzurunu bozar, üzerine düşeni yapmaz... İşte böylelerini cezalandırmak başkalarına da ibret dersi olmak üzere, İslam dini bir takım müeyyideler getirmiştir, cezalar koymuştur. İşte, cezalardan bahseden dinin bu bölümüne ,,Ukubât” denir. ,,Ceza Hukuku” da denen bu bölüm, fıkıh ilminde yine en ince teferruatına kadar yerini almıştır. Muamelat bölümünde) Görüldüğü üzere, Devlet İslam’ın dışında değil, içindedir; İslam dininin bir bölümüdür, İslam hukukunun bir parçasıdır. Ve o derece ki, iman meseleleri, namaz ve oruç gibi ibadet meseleleri nasıl İslam’ın birer emri, yerine getirilmesi gereken birer vecibe ve birer fariza ise, devlet meselesi de İslam’ın bir emri olup yerine getirilmesi gereken bir vecibe ve bir farizadir ve nihayet müslümanlar İslam hukukunun usul ve kaidelerine göre, İslamî bir devlete sahip olma sorumluluğu altında bulunmaktadırlar. REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Siyer/Davet Ramazan El Butiy 2- Siyret-i Nebeviyye'nin Kaynakları iki sebeb vardır: Siyret-i Nebeviyye'nin kaynaklarını şöyle sıralayabiliriz: Birinci sebeb: Bu kitablardaki hadîslerin çoğu bildiğimiz fıkhi bâblara veya İslâm şeriatıyla ilgili konulara göre düzenlenmiştir. Bunun için, Hz. Peygamber'in hayatıyla ilgili ve onun hayatının bir yönünü açıklayan hadîsler, çeşitli bâblar arasında, dağınık ve serpilmiş olarak bulunmaktadır. Birincisi: Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim. Resûlullah'ın hayatına âit genel belirtileri anlamakta, mukaddes hayatın kısa dönemlerini kavramakta ilk dayanak Kur'an'dır. Bu yüce kitab, Resûlullah'ın hayatını iki yolla anlatır: Birinci yol: Hayatının bazı sahnelerini anlatmak... Bedir, Uhud, Hendek ve Huneyn savaşları hakkında inen âyetlerle, Resûlullah'ın hanımı Zeyneb b. Cahş'la evlenmesini anlatan âyetler gibi... İkinci yol: Hâdiselere ve olaylara açıklama getirmesidir. Bu da, bazan durumunda karışıklık bulunan konulara cevab vermek için veya bir kısmı gizli ve örtülü şeyleri açığa çıkarmak için, ya da müslümanların bakışını ibret ve öğüt yönüne çevirmek içindir. Bun­ ların tümü, yalnızca, Resûlullah'ın herhangi bir uygulamasıyla veya onun siyretinin bir yönüyle ilgili olabilir. Bu haliyle de onun hayatının muhtelif dönemlerinde, birçok iş ve İkinci sebeb : Hadîs İmamları, özellikle uygulamalarını bize açıklar. kütüb-i sitte sahihleri, Resûlullah'ın hadislerini ve sahih sünnetlerini toplarken, Ancak, Kur'ân-ı Kerîm'in, bütün bunlardan yalnızca onun siyretini nakletmeyi bahsetmesi, teferruatına dalmadan, kısa temas düşünmediler ki, hadîslerle delâletleri arasında şeklinde olur. Resûlullahın siyretinden bir bağlantı kursunlar. Onlar, sadece herhangi bir yönünü açıklamada Kur'ân-ı hadîslerden genel şer'î delâletleri yönünden Kerîmin üslûbu, her ne kadar Kur'an'ın, Siyret yararlanabilmeyi düşündüler. -i Nebeviyyenin bazı yönlerini açıklamadaki üslûbu çeşitlilik arzederse etsin, hâdise ve Bu ikinci kaynağın şu özelliği vardır: olayları kısa bir şekilde anlatmaktan ve genel Resülullah'tan vârid olan bu haberlerin büyük çizgilerini belirtmekten öteye geçmez. Kur'ân- bir kısmı, ya Resûlullah'a veya haberin ilk ı Kerim'in, eski milletlerin ve geçmiş kaynağı olan sahabîye kadar ulaşan sağlam peygamberlerin kıssalarını anlattığı her senetlerle nakledilmiştir. Buna rağmen yine de konuda durum böyledir. onların arasında ihticac derecesine ulaşamamış zayıf haberlere de rastlamak mümkündür. İkincisi: Hz. Peygamber'in Sahih hadîsleri. Bu ikinci kaynak, sıdkleri ile tanınmış, hadis imamlarının derledikleri, Kütüb-i Sitte ile Imam Mâlik'in Muvatta'sı ve ImamAhmed'in Müsned'i gibi hadis kitablarımn ihtiva ettiği hadîslerdir.. Bu ikinci kaynak, şümul ve tafsilât bakımından birinci kaynak (Kur'an)'dan daha geniştir. Ne var ki, zihnimizde, Hz. Peygamber'in doğumundan vefatına kadarki hayatını, tam bir şekilde, bu hadîslerle canlandıramayız. Buna engel olan Sayfa 8 Sonra Resûlullah'ın siyretini, tam bir dikkatle tabiiler, rivayet etmeyi üstlendiler. Çünkü onların çoğu, kendilerinde bulunan siyret haberlerini tedvin etmeye ve bunları sahifeler ve varaklar halinde toplamaya başladılar. Bunlardan Urve bin ez-Zübeyr , Eban bin Osman, Vehb bin Münebbih, Şürahbil bin Sa'd ve Ibn-i Şihab ez-Zührî 'yi sayabiliriz. Ancak bu kişilerin yazdığı eserlerin tümü ,yok olup gitmiştir. Geri kalanlar ise dağınık bir şekildedir. Ki onların bir kısmını Taberî rivayet etmiştir. Diğer kısımların da Almanya'nın Heidelberg şehrinde mahfuz olduğu söylenmektedir. Daha sonra, siyret konusunda kitab yazan müellifler ortaya çıktı. Onlardan Muhammed bin Ishâk önde gelmektedir. Bunlardan sonra, başlarında Vâkıdî ve Tabakatü'1-Kübra adlı kitabın yazarı Muhammed bin Sa'd'ın bulundu ­ğu diğer bir nesil ortaya çıktı. Araştırmacılar, Muhammed bin Ishâk'ın yazdığı kitabın, o döneme kadar siyret konusunda yazılanların en güvenilirlerinden sayıldığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Ne var ki; İbn-i Ishâk'm «el-Meğâzi»'si o dönemde yazılmış, sonradan kaybolmuş kıymetli kitablar listesinde yer almaktadır. Ibn Ishâk'tan sonra, Ibn Hişâm geldi. Ibn Ishâk'ın te'lifinin üzerinden yarım asra yakın bir zaman geçtikten sonra, Ibn Hişâm, onun «Siyret»'ini yeniden gözden geçirip, bazı düzenlemeler yaparak rivayet etti. Bu durumda, Ibn Hişâm'a nisbet edilen ve bugün ellerde bulunan «Siyret» kısaltılmış ve yeniden düzenlenmiş olarak, Ibn Ishâk'ın «Meğâzi»'sinden ibarettir. Bu konuda îbn Hallikân şöyle diyor:«Ibn-i Ishâk'ın «Siyer ve Meğâzi» 'sinden Resûlullah'in hayatını derleyip, özetleyen ve yeniden gözden geçiren kişi Ibn Hişâm'dır. Elde bulunan ve Ibn Hişâm'ın Siyreti diye bilinen Siyret de işte bu kitaptır. Üçüncü Kaynak: Siyret Kitabları. Bu yazarlardan sonra da, Siyret-i Nebeviyye konusunda kitab yazanlar birbirini izledi. Siyret konuları sahabe devrinde rivayet Onlardan bir kısmı Siyret-i Nebeviyye'nin tarikıyla naklediliyordu. Yâni sahâbe-i kiram tümünü sunmaya, diğer bir kısmı ise (r.a.) siyret konularını kendilerinden son­ra Isbahâni'nin «Delâilü'n-Nübüvve»'sinde, gelenlere, sözlü olarak naklediyorlardı. Her ne Tirmizi'nin eş-Şemâil»'inde, Ibn Kayyım elkadar onların arasında Resûlullah'ın siyretine Cevziyye'-nin «Zâdü'I-Meâd»'ında yaptığı ve siyretin incelikleriyle, tafsilâtına özel bir gibi Siyret-i Nebeviyye'nin belirli yönlerini dikkatle ilgi gösterenler var idiyse de; hiçbiri sunmaya gayret göstermişlerdir. siyretle ilgili riva­yetleri bir kitapta toplamayı veya onları biraraya getirmeyi düşünmemişti. MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Sohbetler/Düşünceler DOĞU OLAYLARI VE ALTINDA YATAN GERÇEKLER Bismihi Teala... Ilmen sabit olan bir gerçektir; doktor, önce hastalığı teşhis eder; yani hastalığın cins ve seyrine, safha ve şiddetine bakar, tesbitini yapar, sonra tedavisine geçer; ilaçla mı tedavi edilecek, yoksa ameliyatla mı? Işte önce onu yapar!.. Demek oluyor ki, önce teşhis ve tesbit, sonra tedavi!.. 1- Bütün müslümanları bir merkez etrafında toplayan Hilâfet müessesesi kaldırıldı. Dolayısı ile bölünmeler, parçalanmalar birbirini takib etti. Islam âlemi, yutulur hale geldi. Işte M. Kemal, tahribatına buradan başladı, ihanet ve hıyanetine böyle siftah etti!.. 2- Şeriat-ı Garra kaldırıldı, Kur’an susturuldu, küfrün ve kâfirin kanunları getirildi!.. bu suretle Kemal putu milletin başına geçip, küfür dünyası adına icra-i faaliyette bulunacak!.. Haçlı zihniyeti, ordularıylayapamadığını bu adamın eliyle yapmış olacaktı. Işte yapacağını yaptı! Hem öylesine yaptı ki; Erzurum, Maraş ve Konya gibi birkaç vilayetin şapkaya karşı ayaklanmalarının ve Şeyh Said kıyamının dışında kayde değer bir mukavemetle, bir reaksiyonla karşılaşmadı. Yukarıda bir kısmı kaydedilen inkilablar, bir bir yapıldı ve bu suretle devletin ve devlet müesseselerinin çarhı tamamen Islam aleyhine döndürüldü!.. 3- Kur’an harfleri kaldırıldı; yerine tarihimizle, örf ve adetimizle alakası Netice ise, iki şarta bağlı: Teşhisin olmayan latin harfleri getirildi. Bu sudoğru konması, tedavinin ehil ellerce retle insanımızın mana ve mazisiyle yürütülmesi!.. Bu iki şart tahakkuk et- bağlantısı kesildi ve neticede kökünden mediği taktirde netice alınmaz ve alına- koparılmış bir nesil meydana getirildi... Neden sonra, insanımızdaki Islam ruhu, maz; hasta ameliyat masasında kalır! az da olsa, yer yer kendini gösteriyor4- Medreseler kapatıldı, dinî ilimler ve du. Teşhiş edilen hastalığın tedavisi Atalar boşuna söylememiş: dinî neşriyat yasaklandı!.. yoluna gidiliyordu ve günden güne in„Yarım molla dinden, yarım hekim sanımız hak ve hakikatı arıyor, dost ve 5- Devlet ve devlet müesseseleri, ünicandan eder!..“ düşmanını tanımaya çalışıyordu. Bu versite ve mektepler, basın ve yayın, husus inkâr edilemezdi. 60 askerî darDoğuda bir hastalık var! Bu bir idare ve mahkemeler aslından kobesi, 72 askerî muhtırası ve 12 Eylül gerçek!.. Sadece doğuda mı? Hayır! O parılıp, batı modeline göre, küfür ve hareketi insanımızın uyanışına karşı da belli; her tarafta! Aslında bu kâfir sistemine göre tanzim edildi. Hathastalık, ne ilkidir ne de sonuncusudur; ta aileler, aile yapısı bile Kur’an yolun- birer tepki idi, bir durdurma ameliyesi idi. Küfür adına bir gericilik ve birer istisnaların dışında tüm insanımıza dan çıkarılıp batı kanunlarına göre irtica hareketi idi. bulaşmıştır; onun ruh yapısını tehdit düzenlendi. Allah’ın haram kıldığı, etmektedir. Sarı bir hastalıktır; bulaşıcı Kur’an’ın yasakladığı faiz müesseseleri Bu, iki yönlü bir uyanış; birbirine ters bir hastalıktır. Yeni değildir; Genelde kuruldu; meyhaneler, kerhaneler açıldı. düşen iki türlü teşhis ve iki zıt tedavi!.. cumhuriyetin gelişiyle gelmiştir. Musta- Devlet ve devlet adamları meyhaneci ve Biri sol, diğeri sağ! Aslında ne sağ ne fa Kemal’dır bu hastalığı milletimize kerhaneci oldu; ordudan ve asker de sol; bir taraftan Islam davası, bulaştıran; inkilab ismi altında buocağından Islam ünvanı çıkarıldı, IsKur’an’ın hayata hâkim olması, diğer laşmıs bu hastalık. Tarihi oldukça lam’ı tahrik eden „Türk Ordusu“ ismi taraftan, ismi ne olursa olsun küfür eskiye dayanır. Hastalığın amilleri ise verildi ve neticede ordu, Islam’a düşdavası!.. Ortada bir hastalık var! Buninkilab dedikleri mikroplardır. Hem de man, Şeriat’a düşman, Kur’an’ın devlet da herkes müttefik. Bu hastalığın mükorkunç!.. Insanımızın manevî varlığını olmasını isteyen müslümana düşman sebbibinin M. Kemal olduğunda da kemire kemire bütün bir vücudu kızıl ordudan farksız bir hale getirildi!.. şüphe yok!.. „Bizi bu hale getiren bu sarmıştır. Işte, doğudaki hastalık, keadamdır!..“ gerçeği ortada! Ama, teşmalist mikrobunun açtığı yaraların Oyuna getirildi: his yanlış, tedavi farklı!.. Islam’ın sadece bir bölümüdür. Bütün bunlar yapılırken insanımız oyu- safında yer alanlarca tedavi manevî, Şeriat’ın kılıcıyle ameliyat gerekiyor... Inkilab adı altında insanımıza seneler na getirildi; işin nereye varacağının senesi mikroplar bulaştı; içtiği sudan farkına varmadı, varamadı. Zaman ve Karşı safta ise hastalık maddîdir, dünytutun da yediği ekmeğe, oturduğu evden zemin de buna müsaitti. „Denize düşen alıktır, boğaz kavgasıdır... Tedavisi de tutun da okuduğu kitaba, teneffüs ettiği yılana sarılır“ derler. Arkada korkunç ameliyatı da küfrün ilacıyla, kılıcıyla havadan tutun da giyindiği elbiseye ve korkunç olduğu kadar sinsi bir plan! olmalıdır. Bu kılıç; komünizm ve frakkadar hep mikrop saçan kaynak haline Bir dünya savaşı meydana getirilecek, siyonları olabilir, kavmiyetçilik olabigeldi ve gelmeye devam etmektedir. Osmanlı bu savaşa zorlanacak, mütte- lir, nifak karışımı Islam olabilir... Zaman zaman fikrî yapıda kalabilir, zaÜstelik, muafiyet kazandıracak muka- fikleriyle birlikte mağlup olacak. Ve vemet unsurları da bir bir yok edildi. arkasından „Kurtuluş“ ismi altında bir man zaman da silahlı eyleme dönüşebilir!.. Yeni neslin ne manevi gıdası kaldı ne savaş başlatılacak ve bu savaşta de bağışıklık kazandıran aşısı! Herşey mikrop adam, sahneye çıkarılıp kahramanlaştırılacak. „Danışıklı döğüş“ yerle bir edildi. kabilinden düşman denize dökülecek ve devamı gelecek Sayıda Işte bakın!.. ⇒ Sayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Akaid/Iman İMAN NEDİR? Ömer Nasuhi Bilmen edip araştırarak bunu yapmaktadır. A) İMANIN TANIMI C) İMANIN ŞARTLARI a) İmanın sözlük anlamı; bir şeye ke- İmanın şartları altıdır: 1- Allah’ın varlığına ve birliğine, sin olarak inanmaktır. 2- Meleklerine, 3- Kitaplarına, b) İmanın dînî terim olarak tanımı; 4- Peygamberlerine, Allah’ın varlığına, birliğine ondan 5- Ahiret gününe, başka ilâh olmadığına ve Hz. Muhammet (sav) in Onun kulu ve elçisi 6- Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna yürekten inanmak (tasdik) olduğuna inanmaktır. ve dil ile söylemektir (ikrar) D) İMAN BAKIMINDAN İNSANB) İNANILMASI GEREKEN ŞEY- LAR LER BAKIMINDAN İMANIN KI- Iman bakımından insanlar üçe ayrılırlar: SIMLARI 1. Mümin: İslâm dininin iman ve itikad esaslarını gerçekten kalben tas1- İcmalî iman : Bu, imanın özü ve dik edip dili ile söyleyen(ikrar eden) en kısasıdır. Bu da "Kelime-i şahakimsedir. Bunların yaptığı bu işe det" ile özetlenmiştir:"Ben şahitlik iman denir. ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; yine şahitlik ederim ki, Hazret-i Muhammed Onun kulu ve peygamberidir". Bu, imanin ilk derecesi, Islâm’ın ilk basamağı ve temel direğidir. Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammet (sav)'in Allah’ın peygamberi olduğunu yürekten tasdik etmek demek, onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak demektir. Ancak, Hz. Muhammet (sav)’in haber 2. Kâfir: İslâm dininin iman esaslarıverdiği ve tebliğ ettiği şeylerin hepsi- na inanmayan Hz. Muhammet (sav) ne birden iman ettiğinden, inanılacak in peygamberliğini kabul etmeyen şeyleri ayrı ayrı söylemediğinden do- kimsedir. Bunların yaptığı bu işe külayı buna "icmali veya toptan iman" für denir. denmektedir. Bir kimseye mümin diyebilmek için o 3. Münafık: Müslümanların arasında kimsenin icmalî imanı "Kelime-i şa- inandığını söylediği halde kalbi ile hadeti" kalbi ile tasdik dili ile söyle- İslâm dininin iman esaslarına inan­ mesi gerekir. Bir insan için birinci mayan kimsedir. Bunların yaptığı bu farz budur. işe nifak denir. Dışı mümin, içi kâfir diğer yaratıklardan ayıran başlıca özellik, işte budur. İnsan, beden ve ruh yapısıyla bir bütündür. İnsan ruh yapısının en belirgin özel­ liği inanmaktır. Yeryüzünde, günümüze kadar inanma ihtiyacı duymamış bir topluluk yoktur. Bunu, insanlığın kültür, sanat ve geleneklerinde görmekteyiz. İnanç, maddi hayatımızla da ilişkili bir güçtür. İnsanın zorluklara ve güçlüklere karşı dayanıklı olmasını sağlar. İnsana çalışma, yaşama ve başarma gücü verir. İnsan, hayata inançla başlar ve onunla değer kazanır. Çünkü inancı olan kişi, bu inancının gereği olarak kendisine ve birlikte yaşadığı insanlara faydalı olur. İnanç, insanı yeni bilgiler kazanmağa götürür. Kişi,inancını kuvvetlendirmek için pek çok şeyleri öğrenmek, öğrendiklerini düşünüp değerlendirmek ve böylece hayatını düzene sokmak durumundadır. İyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini böylece ayırt edebilenler, ahlâk ve davranış yönünden de kişilik kazanırlar. Demek ki inanç, insanın yaratılışı gereği olan tabiî bir olaydır. Bütün insanların buna ihtiyacı vardır. Çevremizde gördüğümüz ve göremediğimiz yüz binlerce varlık vardır.Yeryüzünde çeşit çeşit insanlar, irili ufaklı pek çok hayvanlar, renk renk çiçek ve bitkiler görürüz. Gökyüzünde de ay, güneş ve sayısız yıldızlar yer alır. Bunların hepsini gözümüzün önüne getirip düşünürsek kendiliğinden var olmadığını, bütün bunları yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu anlarız. Evrenolanlardır.Konuştuklarında yalan söyde hiç bir şey kendiliğinden, kendi 2- Tafsîlî iman: İcmâlî imandan son- lerler, söz verdiklerinde tutmazlar, kendine var olmuş değildir. İşte her ra dinin diğer hükümlerini ve iman emanete hainlik ederler. şeyi yaratan bu yaratıcı, Allah’tır. edilmesi gerekli olan şeylerin her biGözlerimizle Onu görmesek bile evrini ayrı ayrı öğrenip onlara da iman E) İNANMA İHTİYACI VE ALrenin bu eşsiz düzeni bize Onun etmek farz olur. LAH’A İMAN varlığını göstermektedir. İslâm dininTafsîlî iman, imanın en geniş şeklidir. İnsan, beden ve ruhtan oluşan bir İman esaslarının hepsini içine varlıktır. Yeme, içme, nefes alıp ver- de, bütün evreni ve her şeyi yaratan bu varlığa "Allah" denir. Biz Allah’ın alır.Buna ayrıca "tahkiki iman" da me gibi olaylar bedenimizle; inanvarlığına ve birliğine gönülden denir. Çünkü tafsili iman eden kişi mak, sevinmek, mutlu olmak gibi aslında iman edilecek konuları tahkik olaylar da ruhumuzla ilgilidir. İnsanı inanırız. Sayfa 10 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Islam/Ibadet ISLAM-(2) 4-Islam, terim olarak şu iki anlamda kullanılır: a)Allah'ın dinini açıklamak üzere vahiy yolu ile bildirmiş olduğu Nasslar anlamında, b)Insanın bu Nass'lara inanıp boyun eğmesi sonucu ortaya çıkan davranış ve uygulamaları anlamında. Hiç bir zaman unutmamalıyız ki, birinci anlamı ile Islam, ilkeler ve ana prensipler planda aynı kalmakla birlikte farklılık gösterir. Buna göre Hz. Musa (a.s.)'ya indirilen lslam, Hz. Nuh(a.s.)'a indirilen Islamdan daha geniş kapsamlıdır. Çünkü Cenab-ı Allah (c.c.) Tevrat'tan söz ederken şöyle buyuruyor: Biz Bu levhalarda, Musaya her konuya ilişkin öğüt, her konuda ayrıntılı açıklama yazdık. (Araf, 145) Öte yandan Hz. Muhammed(SAV)'e, indirilen şekli ile Islamiyet, daha önceki peygamberlerin tümüne indirilen Islamiyetten daha geniş kapsamlıdır. Çünkü daha önceki peygamberlerin her biri sırf kendi kavmine gönderildiği halde Hz. Muhammed tüm insanhlara peygamber olarak gönderilmiştir. Bu durum O'na indirilen şekli ile Islamiyet'in daha önceki her hangi bir peygambere gelen Islamiyetten daha geniş kapsamlı olmasını gerektirmiştir. Nitekim Cenabı Allah -C.C.- Kur'an-ı vasıflandırırken şöyle buyuruyor: Sana bu kitabı her şeyi açıklayan bir bilge, bir doğru yol rehberi, bir rahmet kaynağı ve müslümanlara yönelik bir müjde olarak indirdik. (Nahl,89) 5-Peygamberimizin gelişi ile peygamberlik(Nübüvvet ve Risalet) binası tamamlandı, son biçimini aldı. Böylece Allah bizleri daha önceki Nebi ve Resullerin tümünün ortak kültür birikimine varis kılmış oldu. Nitekim Sayfa 11 Said Havva yüce AIlah (c.c.) şöyle buyuruyor: Allah size, helâl ile haramı açıkça bildirmek, sizden öncekilerin yararlı geleneklerini tanıtmak ve günahlarınızı bağışlamak ister. (Nisa,26) Peygamberimizin görevlendirilişi ile yüce Allah (c.c.) insanlığa dönük mesajını gerektiği biçimde tamamlamıştır. Nitekim şöyle buyuruyor:Bu gün sizin için dininizi kermale erdirdim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak Islam seçtim. (Maide,3) Bu konu ile ilgili olarak Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle buyuruyor:Daha önceki peygamberler yanında benim fonksiyonum şuna benzer. Biradam düşünün ki, yeni bir ev inşa etmiş. Ev gayet güzel ve alımlı olduğu halde köşelerinden birinde bir kerpiçlik boşluk kalmış. Evi gezen ziyaretçiler onu çok beğenmekle birlikte, Keşke şu köşenin kerpici de yerine konmuş olsaydı derler. Işte ben O köşe kerpiciyim. Ben peygamberlerin sonuncusuyum. (Buhari, Muslim) Islamiyetin kazandığı bu yetkinlik ve eksiksizlik gerekçesi ile bütün insanların onu benimsemesi istenmiş ve onun gelişi ile daha önceki şeriatlerin tümü yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca bundan başka bir Şeriat da gelecek değildir. Çünkü, Hz. Muhammed (SAV)'in gelişi ile peygamberlik misyonu sona ermiştir. Nitekim yüce Allah -c.c.- şöyle buyuruyor: Muhammed içinizden hiç kimsenin babası değil. O, Allah'ın elçisi peygamberlerin sonuncusudur. (Ahzab,40) De ki; Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderilmiş elçisiyim. (Araf,158) Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. (Sebe,28) Biz seni tüm alemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya,107) Kim İslâm ilan başka bir din ararsa, o din ondan kabul edilme; ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olur. (AliImran, 85) Allah katında geçerli olan din İslâm'dır. (Ali-Imran, 19) O halde kim Hz.Muhammed(SAV)'in peşinden gitmez, onun önderliğini MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 benimsemezse helak olmaya mahkum bir sapıktır. Nitekim Efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor: Nefsimi kudret elinde tutan Allah adına yemin ederek söylüyorum ister Yahudi, ister Hristiyan olsun, bu ümmetten biri beni işitir ve sonra Allah'tan bana gelen mesaja inanmazsa kesinlikle cehennemliklerden olur. (Muslim) Çünkü,Cenab-ı Allah -C.C.- bu konuda şöyle buyuruyor:Kim bu yolu iyice tanıdıktan sonra, peygambere zıt düşer de müminlerin yolundan başka bir yola koyulursa, kendisini koyulduğu yolla baş başa bırakır, sonra da cehenneme atarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. (Nisa,115) Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile peygamberleri arasında ayırım yaparak; Buna inanır, fakat şuna inanmayız diyenler böylece, Iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya,onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. (Nisa,150) Aslında daha önceki peygamberlere gelen Islam ya unutulmuş, tahrif edilmiş ya gerçekleri belirsiz hale gelecek şekilde değişikliğe uğratılmış ve bunun sonucu olarak bağlılarına inanclarına ibadet tarzlarına ve diğer davranışlarına batıl egemen olmuştur.Günümüz dünyasında Kur'andan ve peygamberimizden kesintisiz isnadı sahih hadislerinden başka aslına uygun hiç bir ilahi kitab kalmadığını kesinlikle tespit ettikten sonra, eğer insan Allah'a teslim olmak istiyorsa, önünde Hz. Muhammed (SAV)'e bağlanmaktan başka bir yol olmadığını kavramakta geçikmez. Insanlık bu konuda serbest tercih yapmak durumunda da değildir. Çünkü, Allah benimseyebileceğimiz başka bir yolu kabul etmeyeceğini açıkca belirtmiştir. Nitekim şöyle buyuruyor: Ey Kitap Ehli, Bize bir müjdeci, bir uyarıcı gelmedi demeyesiniz diye peygambersiz geçen bir ara dönemin arkasından size gerçekleri açıklayan peygamberimiz geldi. İşte size müjdeleyici, uyarıcı geldi. Allah'ın gücü her şeye yeter.(Maide,19) devamı gelecek Sayıda ⇒ REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Hanımlar Köşesi Aişe Tuğba pa'nın teknolojisi önünde aklını uçurarak sosyal olaylara bakış açısı daralan insan, Tesettür, İslâm'a inanışın ve müslümanca ideal olarak yaşanmış da olsa mazideki düşünüşün simgesidir. Müslüman kadının bir vakıaya bakmaktansa hazır önündeki göz kamaştıricı kâğıt kalelere bakmayı ilk başlıkta anlaşılabilen tek ayırıcı vasfıdır. Ehemmiyetine binaen bu konuda daha gerçekçi buluyordu. Avrupalıları doğrulamanın hakikate daha yakın olmüslümanların hassasiyeti, kafirlerin duğunu zannediyordu. telaşesi oldukça büyüktür. TESETTÜR Onlar, vargüçleriyle örtüyü ve hicabı müslüman kadının elinden çekip almanın yollarım araştırırlar. Çünkü, müslüman kadınını örtüsünden uzaklaştırmak, Onu dininden uzaklaştırmanın ilk ve en mühim adımıdır. Bu noktada başarılı olunduğunda, yani her ne sebeple olursa olsun bir kadın tesettürü ihmal edecek kadar bilinçsizleştirildiğinde artık onun islami bir kişiliğinden söz etmek mümkün değildir. Artık onun iplerini ellerine geçirmiş sayılabilirler. Hürriyet, ilericilik, moda ve benzeri isimler altında dilenilen yöne sürülebilir, dilenilen şekilde sömürülebilir. Bu sefer İslâmı yorumlamak suretiyle onun hükümlerini zevale uğratmak, müslümanların onun sınırlarına olan hürmetlerini ortadan kaldırmak istediler, önce sahte din adamlarını sonra da devlet mekanizmasında yetki ve otorite sahibi olanları konuşturarak islâmın yasakladığı şeyleri serbest ilan etmeye, teşvik ettiği şeyleri ise horlamaya başladılar. Bu ser20. yüzyıla geçerken göz kamaştırıcı me- best bırakma ve horlama olayını da hiç deniyetleri sayesinde Avrupalıların İslâm bir kural gözetmeksizin arzularına göre tevil ettikleri İslâmi naslara dayandırmayı alemi üzerindeki fikri, siyasi ve ekonoihmal etmediler. mik hakimiyetleri tamamlanmış oldu. Batılılar islâm topraklari üzerinde bu derece söz sahibi olunca artık maskelerini Fakat unuttukları mühim bir şey vardı, gizlemeye gerek kalmadığını gördüler. Islâm, esasları kutsal konsüllerde kararÇünkü bu topraklarda idareyi ele alan laştırılan, beşeri karaktere göre şekillenen kuklaları aldıkları emirlerin toplum bir din değildi. Onun hükümlerini koyma yapısıyla uyuşup uyuşmadığını kontrole yetkisi yalnızca Allah(cc)a aitti. Müslühiç gerek duymadan tam bir teslimiyetle manlar emirlerini her an hevalarına uytatbik ediyorlardı. Böylece halkının büy- maları mümkün olan insanlardan değil, ük çoğunluğunun müslüman olmasına tebliğ edildiği günden beri tek kelimesi rağmen bu topraklarda İslâm'ın yaşandeğiştirilemeyen ve Allah kelamı oluşunda katiyyetle şüphe bulunmayan Kur'ân'ması resmen yasaklanmış oluyordu. dan alıyorlardı. 19. yüzyıldan itibaren yeryüzündeki maddi hakimiyet, mekanik buluşları ve ortaçağ saplantılarından sıyrılıp kısmi de olsa uyanışa geçmeleri sebebiyle Avrupalıların eline geçmişti. 20. asra girerken Avrupalılar, müslümanları değerlerinden uzaklaştırırken bu avantajlarından bol bol yararlandılar. Kendi teknolojik üstünlükleri karşısında müslümanların geri kalmışlığını fikri tahakkümleri esnasında bol bol sömürdüler. Bir müslüman kalkıp da kalbindeki imanla ve kafasındaki mantığıyla Islâmi esaslari müdâfaaya kalkıştığında hemen onu gericilik ve yobazlıkla itham ettiler, islâm'ı Islâm toplumunun şu anki geri kalmışlığının tek sebebi olarak gösterdiler. Gerilemenin asıl sebebinin islâm'ın icraat sahasından uzaklaştırılması ve müslümanların İslâmi esasları yaşamaması olduğunu tüm güçleriyle gözlerden uzak tuttular. Şimdi meseleyi konumuz sınırlarına indirgeyerek soralım; Acaba teknolojik geriliğimizin suçlusu kadınımızın İlahi emir gereğince tesettüre uyması, vücudunu örtmesi midir? Mevcut devlet sisteminde kanunlara göre tesettürün yasaklanması mümkün müdür? Batılılar islâm topraklarına girerlerken hürriyet, eşitlik, cumhuriyet ve laiklik gibi parlak sloganlarla gelmişlerdi. Fakat son polisiye tedbirleri bu sloganların ruhuna kökten tezat teşkil ediyordu. Hakkı alınan hak sahibleri bu sefer müslümanlar olduğu için bu sloganlar kolaylıkla saptırıldı. Adalet tereddütsüz hasır altı edildi. Laikliğin var olduğu bir devlette dini inanç ve yaşayışların anayasa garanTabi bu taarruzdan tesettür de nasibini tisinde olması gerekirken dini inanışlarını aldı. Batılıların telkinleriyle, başörtüsü gericiliğin alameti olarak görülmeye daha devam ettirmek isteyen müslümanlar doğrusu itham edilmeye başlandı. Başör- doğrudan kanunların takibatına maruz tülü bacılarımız, zekaları, çalışma kapasi- kaldılar. teleri ve ahlâkları ne olursa olsun eğitim müesseselerinden uzaklaştırıldılar. OnFakat bu oyun da hayatiyetini fazla deları, çağdışılıkla ve çöl kanunlarına uyvam ettirmedi. İslâmi uyanış kâfirlerin makla itham ettiler. Bu yol anlaşıldığı tahmin edemiyeceğinden çok daha büyük üzere, örtünün kötülenmesi için hiç de adımlarla yol alıyordu. mantıkla bir yol degildi. Fakat, Avru- Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 Tesettürü kendilerine hedef alan bu fertlerin laiklik, cumhuriyet, fikir hürriyeti ve adalet temelleri üzerine kurulan kanun nazarında durumları nedir? İslâm kaynaklarında tesettür, örtünme ne şekilde zikredilmiştir? Kati bir emir olarak mı, yoksa uygulanıp uygulanmaması gönüllere bırakılmış basit bir tavsiye olarak mı? Islâm'ın ruhuna aykırı olduğu halde onun kanunlarını düzenlemeye yeltenen Tağutların hükmü nedir? REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Gençlerle Başbaşa MÜSLÜMANIN AHİDNAMESİ Aziz Müslümanlar! Müslüman her gün, akşam yatağa girmeden evvel Mevlasına olan ahidnamesini yeniler. Ahd, Arapça bir kelime olup, söz vermek dermektir. Riayet edilmesi lazım gelen anlaşmaya da ahidname denir. Ahda riayet bir vecibedir. Ahde vefa etmemek bir zulümdür. İnsanlar ahdlerinde, sözlerinde durmalıdırlar. Verilen bir sözde meşru bir sebep olmaksızın durmamak insanın kıymetini ayaklar altına alacak derecede bir noksanlıktır. Bir hadis-i Şerifte, "Ahdin güzelliği (yani ahde layiki ile riayet edilmesi) imandandır," buyrulmuştur. Vitir namazında, vacip olarak okunan Kunut duaları, ahidnamenin en bariz misalidir. Birinci duanın son cümlesinde "Sana karşı geleni başımızdan atar, hem terkederiz," diyor, altına imza etmiş oluyoruz. 0 halde sözünde durması ve sözünü yerine getirmesi, üzerine bir vecibe oluyor müslümanın. Bu ahdini hakkıyla yerine getiren mü'min sozünde sadık bir müslüman olmuş olur. Yok eğer, bu yalnız lafta kalırsa, yani bunu her akşam tekrarladığı halde Allah'a karşı çıkıp Şeriatını kaldıranları, kanun yapmaya kalkanları, Allah'ın hakkına tecavüz edip, hakimiyeti insanlara verenleri, hala başlarında tutuyorlarsa, hala da onların kanunlarını kabul ediyorlarsa, yaptıkları anayasalarına oy veriyorlarsa, sözleri ile, kalemleriyle, mallarıyla ve gönülleriyle onları destekleyip seviyorlarsa, onları terk etmiyorlarsa, kendi kendilerini yalanlamış, her gece Allah'a vermiş oldukları ahdi bozmuş olmazlar mı? Elbette bozmuş olurlar, değil mi? Ayrıca akşamleyin söz verip, sabahleyin sözlerinde durmamak, münafikane bir hareket değil midir? Bu şekilde kılınan namaz müslümana nasıI fayda verebilir ve yapılan ahidname nasıl geçerli olabilir? Aziz Müslümanlar! Kunut duaları bir ahidnamedir, bağlılık mektuplandır. Günlük namazların son rekatında kul, bu ahidnameyi okuyor ve bu suretle Mevlasına olan bağlarını yenilemiş oluyor ve Rabb'isine şöylece tekrar tekrar söz veriyor: هللا نهللاعيهللاهدصَهللا * هللا نلم ال ِّ هللاَ هللا * هللا نلناَ هللاس هللامَهللا ََّ هللا م هللا ل ل * س هللا ا صهللاَ ل ل سهللا هللا ل هللا نهللاي ل ل َهللاَّ له إنا نهللاعيهللاُمالَهللا هللا نهللاعيهللا َ ل سهللا لَب ََّهللامَهللا * هللا نهللاي هللاهللاَ لَ هللاس هللامَهللا نهللاي ل نهللاش ل ل سهللا هللا َهللا نهللا َل ل سهللا * هللا نهللا Müslümanlar! Ortada iki şık var: Müslüman ikisinden birisini tercih edecektir; Ya her akşam vermiş olduğu sözü yerine getirerek, Islami olmayan bütün laiklik ve taguti rejimlere karşı çıkacak, kıyam edecek, en azından sesini çıkaracak, kalben buğz edecektir. Ve bu suretle kefere kanunlarını da, bunları getirenleri de terk edip, Islamı devlet, Kur'an'ı anayasa yapmaya çalışacaktır. "Allahımm, senden yardım talep eder, mağfiret diler, hidayet Ya da kendisinin yalancı, dönek ve münafık olduğunu isteriz; sana inanır, sana yönelir ve sana dayanırız, Seni hayırla över, şükrünle meşgul olur, nimetlerini inkar etmeyiz; sana karşı ispatlayacaktır. O halde ey müslüman! Aklını başına aI, geleni başımızdan atar, hem terk ederiz." (Birinci Kunut duası) her akşam yaratanına verdiğin sözü unutma! Kefere ka- َهللاَّ له َصاسهللا نهللاُهل لد هللا َّهللاَهللا نل هللا ب تَ هللا نهللاع ل لد * هللا ََّهللامَهللا نهللاعُ هللاَ هللا نهللارَ لد * نهللا لرَ هللاُم هللاميهللاَهللا هللا نهللا شهللاَ هللاس هللا َِّهللاَهللا * َن هللاس هللا َِّهللاَهللا ََّ د ِّاَّ ل َاُ ل ر "Allah'ım! Ancak sana ibadet eder (yalnız sana kul oluruz). Ancak senin için namaz kılar, sana secde ederiz; ancak sana koşar senin için hizmet ederiz. Rahmetini umar, azabından korkarız. Şüphesiz ki, senin azabın kafirlere yetişecektir." (Ikinci Kunut duası) nunlarına değil, Kur'an'dan, Kur'an kanunlarından yana ol! Devletin Islam, Anayasanın Kur' an olmasına çalış! Çalış ki, ahdinde vefakar, sözünde sadık olmuş olasın ve nihayet Allah'a bağlılığını ispat etmiş olasın. Sözümüzü bir Ayet-i kerime'nin meali ile bitirelim: "Onlar ki, Allah'a verdikleri ahdi bozarlar, bağlı kalmasını emrettiği bağları koparırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Işte lanet bunlaradır, yurdun kötüsü /cehennem de onlaradır." (Rad, 25) Muhterem Kardeşlerim! Sayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Faydalı Bilgiler — Şifalı Bitkiler DÜNYA’NIN HAREKETLERİ Dünya’nın coğrafi olaylar ve canlılar üzerinde etkili olan başlıca iki hareketi vardır. Kendi ekseni etrafındaki hareketi bir gündür.. Güneş etrafındaki hareketi bir yıldır DÜNYA’NIN EKSENİ ETRAFINDA DÖNÜŞÜ Dünya, Kuzey ve Güney Kutup noktalarından geçen yer ekseni etrafında 24 saatte bir dönüş yapar. Dünya’nın ekseni, yörünge düzlemine dik değildir. Dünya’nın Ekseni Etrafındaki Dönüşüne Bağlı Olarak İki Tür Hız Oluşur: Dünya’nın geoid şekli nedeniyle yüzeyindeki çizgisel hız, Ekvator’dan kutuplara doğru azalır. Ekvator üzerindeki bir nokta saatte yaklaşık 1670 km’lik bir çizgisel hız yaparken kutup noktalarında bu hız sıfıra eşittir. Dünya’nın ekseni etrafında dönüş açısı ile ilgili hıza da açısal hız denir. Dünya üzerindeki tüm noktalar 24 saatte 360˚ döndüğünden açısal hızları eşittir. Dünya, 1 saatte 15˚’lik dönüş yapar. Geoid Nedir? Yer’in şeklinin oluşmasında yerçekimi ve merkezkaç kuvvetinin yanında, Sayfa 14 yer yapısını oluşturan çeşitli özelliklere sahip maddelerin de etkisi vardır. Yer’in deniz yüzeyinden yüksekte olan kısımlarının atılması ve denizden alçak olan çukurların dikkate alınmaması ile meydana gelen bu şekle Geoid (yerimsi) denir. Geoid şeklinin temel özelliği; Ekvator’da şişkin kutuplardan basık, ancak genel AHUDUDU Diğer İsimleri : Ağaççileği, Dağçianlamda yuvarlak olmasıdır. leği, Framboise, Rubus İdaeus, DÜNYA’NIN EKSENİ ETRAFINRaspberry bush Botanik Bilgi: Gülgillerden; böğürtDAKİ DÖNÜŞÜNÜN VE EKSEN len gibi çalı halinde, dikenli bir bitkiEĞİKLİĞİNİN ORTAYA ÇIKARdir. Kümeler halindedir. KendiliğinDIĞI SONUÇLAR den yetişir. Meyvesi; duta benzer. 1. Gece ve gündüz olayı ardalanır Sarımtırak kırmızı portakal renginde, birbirini izler. Gece ve gündüz sürele- sulu ve güzel kokuludur. Meyveleri ri Ekvator üzerinde sürekli 12’şer toplanıp, kurutulur. Reçel, şurup ve saattir. Kutuplara yaklaştıkça, mevlikör yapılır. Meyve olarak da yenir. sim durumuna göre gece ve gündüzün Bilinen Bileşimi : Protein, karbonuzaması ya da kısalması gözlenir. Bu hidrat, selüloz, provitamin A, vitamin durum eksen eğikliğinin sonucudur. C, elma ve limon asidi, sepi maddeler, eterik yağ, vitamin P, kalsiyum, 2. Gece soğuma, gündüz ısınma mağnezyum, fosfor, demir, mangan gerçekleşir. Bu nedenle günlük ve bakır bileşimi asidler, pürinli madsıcaklık ve basınç farkları oluşur. Bu deler, reletin. durum, mekanik çözülmeden meltem Özellikleri : Kabız yapıcı, diüretik / rüzgarlarının oluşmasına kadar birçok idrar söktürücü, digestif / hazmettirici, aperatif / iştah açıcı, antiseptik / coğrafi olayın temelini teşkil eder. 3. Gün içinde güneş ışınlarının geliş mikrop öldürücü açısı ve cisimlerin gölge boyu değişir. Yaprakları sudofirik / terletici, antifebril / ateş düşürücü, sedatif / sakin4. Doğudaki yerler Güneş’i batıdaki leştirici yerlerden önce görür. Bu nedenle yerel saat farkları oluşur. Faydaları 5. Doğuda güneş erken doğar ve erTansiyonu düşürür. ken batar, batıda ise geç doğar ve geç Kanı temizler, vücutta biriken zehirli maddelerin atılmasını sağlar. batar. 6. Eksen etrafındaki dönüşten ortaya Yapraklarının usaresi (özü) terletir ve idrar söktürür. çıkan saptırıcı kuvvet sonucunda süBağırsakların çalışmasını düzene sorekli rüzgar yönlerinde sapmalar olur. kar.Kabızlığı giderir. 7. 30˚ ve 60˚ Kuzey ve Güney enlem- Ateşi düşürür. Vücuda dinçlik verir. leri boyunca dinamik kökenli basınç Suyu: Böbrek ve safra kesesi taşlarına, nikriz hastalığına çok faydalıdır. kuşakları oluşur. 8. Güneşin doğuşuna ve batışına göre Boğaz, Bademcik ve Göz iltihablarında kullanılır. yönler oluşur. Göz iltihaplanmalarında suyuyla pansuman yapıldığında şifa verir. 9. Fotosentez meydana gelir . Uyarı : Mide Ülseri olanların kullanmamaları gerekir. MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( C.C.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler Bu da dinî isim tahammülsüzlüğü ÇYDD sanığı Hamdi Gökhan Ecevit, Arapça isimlerin artmasının irtica tehdidi olduğunu ve kendi ismine de karşı olduğunu söyledi. 22/01/2012 biz diyoruz ki bizim dinimize bakın bu istediklerinizin hepsini bulacaksınız. Aramızda yabancı askerlere yer yok. Güvenliğimiz ve vatanımızın korunması bizim görevimizdir ve üzerimize farz-ı ayndır.” dedi. “İSLAM HAYAT METODUDUR; ŞERİAT OYLAMAYA SUNULMAMALI!” Ergenekon kapsamındaki ÇYDD davasında savunma yapan sanık, Arapça kökenli isimlerin artmasını irticai yayılmanın göstergesi olduğunu düşündüğünü söyledi. Sanık bu sebeble kendi isminden de rahatsız olduğunu belirtti. Konuşmacılardan Muhammed İbrahim de “Biz Müslümanız ve bundan utanmıyoruz. Bunu söylerken tereddüt etmiyoruz. Siyasi projemizi oluştururken İslam’dan ilham almamız bizim hakkımızdır. İslam sadece ceza hukukundan oluşmuyor, İslam bir medeniyet, bir ibadet yoludur, bir inşa metodudur. Seçilmemiş bir hükümetimiz var. Bu İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 6 sanık gidişi düzeltmek istiyoruz. Devrimimiz tehlikededir. Şerikatıldı. Duruşma sanıkların savunmalarıyla devam ediyatın oylamaya sunulmaması gerekir. İslam devletin dini or. ve yasamanın tek referansı olmalıdır. Bunu bu şekilde Sanık Hamdi Gökhan Ecevit, savunmasında ilginç ifade- söylememizin nedeni şudur: Bu madde Arap ülkelerinin ler kullandı. Kendisine gelen bir mailde Deniz lisesindeki tamamının anayasasında var ancak hiç bir kıymeti yok. öğrencilerin isimlerine dikkat çekildiğini anlatan Ecevit, Çünkü hükümetlerin bu kanuna rağmen şeriatı uygulama bu maili ÇYDD de dahil birçok yere gönderdiğini anlattı. zorunluluğu yok. Dolayısıyla bizim bunu değiştirmemiz gerekiyor. Devletin dini İslam olmalıdır ve devlet yasaEcevit, “Yükselmekte olduğunu düşündüğüm irticai mada, hükümlerde ve sistemde İslam’ın hükümlerine uyyayılmanın genç çocuklarımıza Arapça isimler olarak malıdır. Ya yasaları İslam’a uygun olarak çıkaracaksınız yansıması şeklinde algıladığım için üzerinde ekleme veya ya da İslam’a uygun olmayan bir şeye dayandıracaksınız. çıkarma yapmadan pek çok adrese göndermiştim. Biz İbrahim’in milletiyiz. İnsanlara söylememiz gerekir ki ÇYDD’ye de gönderdim. Tamamen tespitimin paylaşıl- İslam bir hayat metodudur.” dedi. ması” dedi. Özellikle Hüzeyfe, Taha, Yasin, Enes, Üsame gibi isimlere son zamanlarda sıkça rastlandığını savunan “NASIL LAİKLİK ve LİBERALİZM İSTERSİNİZ?” Ecevit, bunun bir modadan öte Arapça isimler katma Gösteride konuşan Libya Âlimler Kurulu Başkanı Gays özentisi olarak algılanabileceğini öne sürdü. Kendi ismini Fahri de Allah’ın şeriatının kanunların mercii olması de hatırlatan Ecevit, “Gerçi benim ilk ismim de Hamdi. ve bölünmeye götürecek yasalardan uzak durulmasını Keşke böyle bir ismim olmasaydı” diye konuştu. istediklerini söyledi. Gays Fahri “Geçici Milli Meclisin bütün kurul ve komisyonlarına geçiş süreci boyunca destek vermemiz gerekir. Laiklik ve liberalizm isteyen ——————————————kardeşlerimize de diyoruz ki siz nasıl bu noktaya geldiniz, sizi Allah’ın şeriatından böyle uzaklaştıran musibet neLibya’da İslam şeriatı için eylem yapan Bingazili- dir? Allah’ın hükmünde zulüm ve fesat mı gördünüz? ler, yabancı kuvvetleri ve laik-liberal yasaları Libyalılarla birlikte olmanız gerekir. Allahın şeriatına istemediklerini duyurdular. tam teslimiyetinizi istiyoruz. Dünyaya da söylüyoruz. Bizden korkmayın, biz emin bir ümmetiz. Biz barış ümmetiy21/01/2012 iz. Güven, emniyet, iman, hayır ve inşa ümmetiyiz. Biz Libya'nın ikinci büyük kenti Bingazi'de Cuma günü kadın hayırlı işlerde yanınızdayız. Sizi de hayra çağırıyoruz.” dedi. -erkek binlerce kişi Ömer Muhtar'ın türbesinden yola çıkarak Özgürlük Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Li“Devletin Dini İslam’dır”, “Güvenlik ve Asayiş Rahbya Âlimler Kurulu ve bazı derneklerin çağrısıyla Tahrir manın Şeriatının Uygulanmasındadır”, “İslam Şeriatı YaMeydanı'nda yapılan gösteride şeriatın uygulanması ve samanın Tek Referansıdır!” pankartlarının dikkat çektiği İslam'ın yasamanın tek referansı olarak kabul edilmesi gösteri akşam namazından kısa bir süre önce bitti. Göstetalebi dile getirildi. riciler meydanda kılınan akşam namazından sonra olaysız bir şekilde dağıldı Gösteride bir konuşmacı “Dünyaya söylüyoruz. Bizim dinimiz orta dindir, hoşgörü dinidir. Hürriyet, adalet ve hukuk dinidir. Demokrasinizde bütün bunları arıyorsanız Sayfa 15 MUHACIRUN DERGISI– SAYI-2/ YIL-1 REBIULEVVEL 1433/ ŞUBAT 2012