MEME KARSİNOMLARINDA DENDRİTİK HÜCRELERDE CD1a

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ŞEF: DOÇ.DR. EROL RÜŞTÜ BOZKURT
MEME KARSİNOMLARINDA DENDRİTİK HÜCRELERDE CD1a
BOYANMASI İLE DİĞER PROGNOSTİK PARAMETRELERİN
KARŞILAŞTIRILMASI
(UZMANLIK TEZİ)
DR.NERMİN GÜNDÜZ
İSTANBUL- 2008
Patoloji uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve tecrübelerinden faydalandığım, bana
farklı bir bakış açısı kazandıran değerli şefim Doç. Dr. Erol Rüştü Bozkurt’a, şef yardımcısı
Uz. Dr. S. Güler Utku’ya, , gerek tez çalışmalarımda, gerekse ihtisasım boyunca bana her
konuda destek olan tez danışmanım Uz.Dr. Tülay Zenginkinet’e , yardımlarını ve
arkadaşlığını hiçbir zaman esirgemeyen Uz. Dr. Şeyma Özkanlı’ya ve diğer uzmanlarımıza
Rotasyon yaptığım süre ve sonrasında bilgilerinden ve tecrübelerinden faydalandığım,
tez çalışmalarımda bana yol gösteren Prof. Dr. Ekrem Yavuz’a ve İstanbul Tıp Fakültesi,
Patoloji ABD’nın diğer hocalarına
Birlikte çalışmaktan ve arkadaşlıklarından büyük zevk aldığım asistan arkadaşlarım Dr.
Gonca Örnek, Dr. Elvan Turfanda, Dr. Duygu Temiz, Dr. Ayçim Şen’e
Tez çalışmamda bana destek olan laburatuar teknisyenimiz Fatma Turmuş’a ve
laburatuar çalışanlarına
Ayrıca her konuda özveriyle çalışan bölüm sekreterlerimize ve diğer bölüm
çalışanlarına
Canım yeğenim Fatih Alp Gündüz’e, bütün hayatım boyunca her konuda yanımda
olan biricik aileme teşekkür ederim.
Dr. Nermin Gündüz.
KISALTMALAR
İDK :İnvaziv duktal karsinom
İLK : İnvaziv lobüler karsinom
DH : Dendritik hücreler
HDF : Host defence faktör(Lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu)
LVİ : Lenfovasküler invazyon
NK : Nöroendokrin karsinom
ÖR : Östrojen reseptörü
PR : Progesteron reseptörü
K
: Karsinom
İntrakistik PK: İntrakistik papiller karsinom
TABLOLAR:
Tablo I: İn situ komponentte CD1a boyanması ile Histolojik grade,
lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B2’nin karşılaştırılması
…………43
Tablo II. İn situ komponentte CD1a boyanma ile yaş, tümör çapı,
ÖR%, PR%’ nin karşılaştırılması
.……….45
Tablo III. İn situ komponentte CD1a boyanma oranının tümör
histolojik alt gruplarına göre dağılımı.
………..46
Tablo IV. İnvaziv komponentte(kanser) CD1a boyanma oranının
in situ komponentte CD1a boyanma oranı ile karşılaştırılması
…………46
Tablo V. Kanserde(invaziv meme karsinomunda) CD1a boyanma
oranının histolojik alt gruplara göre dağılımı.
…………47
Tablo VI. Kanserde(invaziv meme karsinomunda) CD1a boyanma
oranının Histolojik grade, lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B2’nin
karşılaştırılması.
…………48
TabloVII. Kanserde(invaziv alanlarda) CD1a boyanma oranları
ile yaş, tümör çapı, ÖR%, PR%’in karşılaştırılması.
...………49
ŞEKİLLER
Şekil 1 : TDLU görünümü
……….. 4
Şekil 2 : Major duktus(MD), terminal duktuslar (TD) ve
duktuli (D)/asinüsler. E: Luminal epitel hücreleri, ME: Myoepitel
DF: Sınırlayıcı fibroblastlar.
………….5
Şekil 3: Histolojik alt tiplere göre tümörlerin dağılımı.
………….39
Şekil 4: İn situ komponentin varlığına göre vakaların dağılımı.
………….40
Şekil 5: Histolojik grade’lere göre vakaların dağılımı.
………….40
Şekil 6: Lenf nodu metastazına göre vakaların dağılımı.
………….41
Şekil 7: LVİ varlığı açısından vakaların dağılımı.
…………41
Şekil 8: HDF şiddetine göre vakaların dağılımı.
…………42
Şekil 9: c-erb B2 boyanma oranına göre vakaların dağılımı.
…………42
Şekil 10: İn situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğunun
histolojik grade göre dağılımı.
…………51
Şekil 11: Lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B2 ile
in situ komponentte CD1a boyanma yoğunlukları.
…………51
Şekil 12: Tümör çapı ile in situ komponentte CD1a boyanma
yoğunluklarının karşılaştırılması.
………….52
Şekil 13: Hormon yüzdelerine göre in situ alanlarda CD1a
boyanma yoğunluğu.
………….52
Şekil 14: Histolojik grade göre kanserde(invaziv alanlarda)
CD1a boyanma yoğunluğunun dağılımı.
.................53
Şekil 15: Lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb 2 pozitifliğine göre
kanserde(invaziv alanlarda) CD1a boyanma yoğunluğunun
dağılımı.
.…………53
Şekil 16:Tümör çapına göre kanserde CD1a boyanma yoğunluğunun
dağılımı.
………….54
Şekil 17: Hormon reseptör yüzdelerine göre kanserde(invaziv alanlarda)
CD1a boyanma yoğunluklarının dağılımı.
………….54
1. GİRİŞ ve AMAÇ
Meme karsinomu kadınlarda en sık görülen karsinom olup, kansere bağlı ölüm
nedenleri arasında ikinci sıradadır.
Meme karsinomunda etkili prognostik faktörlerin belirlenmesi, adjuvan tedavi
uygulanabilecek , rekürrens olasılığı yüksek , riskli grupların seçilebilmesi için şarttır.
Günümüzde kanser tedavisinde çok önemli gelişmeler olmasına rağmen
metastatik ve tekrarlayan malignensilerin ortalama yaşam süresinde herhangi bir
değişikliğin olmadığı görülmektedir. Birçok hastada tedaviye dirençli minimal
rezidüel hastalığın bulunması , klinik olarak hastalığın ilerlemesine ve nükslere neden
olmaktadır. Bu durum minimal rezidüel hastalığın immün sistem tarafından yok
edilmesini amaçlayan immünoterapi çalışmalarını gündeme getirmiştir.
Kanserle
biyolojik savaşta immünoterapinin gündeme gelmesi ile birlikte dendritik hücrelerin
yapısı ve fonksiyonları hakkındaki çalışmalar hız kazanmıştır.
Mide, tiroid, akciğer , kolorektal karsinomlardan sonra meme karsinomlarında
dendritik hücre sayısı ve fonksiyonu araştırılmıştır. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki ;
çok sayıdaki CD1a pozitif
dendritik hücre içeren meme karsinomları daha iyi
prognoza sahip, daha az metastaz yapmakta ve
düşük rekürrens
oranı
göstermektedir.(24)
Bu çalışmada invaziv karsinom tanısı almış radikal mastektomi olgularında,
histolojik alt tipine, yaş, histolojik grade, tümör çapı, metastatik lenf nodu,
lenfovasküler invazyon, lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu, östrojen
reseptörü, progesteron resptörü, c-erb B2 pozitifliği gibi meme karsinomlarında
prognostik öneme sahip parametrelerle ile in-situ ve invaziv tümör alanlarında,
dendritik hücrelerde CD1a pozitifliği arasında ki ilişki araştırılmıştır.
1
2. GENEL BİLGİLER
EMBRİYOLOJİ:
Meme bezleri fokal epidermal kalınlaşma alanından gelişir ve bir çeşit modifiye
ter bezleridir. İnsan embriyosunda ilk olarak 5. haftada görülmeye başlanan ve 7.
haftada aksilladan kasığa kadar uzanan “meme çizgisi” denilen bir çift epidermal
kalınlaşma vardır. Hemen sonra çizginin büyük bölümü kaybolur, sadece torasik
bölgede küçük bir bölümü kalarak “meme kabarıklığı” nı oluşturur. 7 ve 8. haftalar
arasında meme parankimi alttaki stromayı invaze etmeye başlar ve “meme diski”
ortaya çıkar. 10-12. haftalar arasında parankimden epitelyal tomurcuklanmalar oluşur.
12-13. haftada bu tomurcukların epitelyal-stromal sınırlarında çentiklenmeler olur. 1320. haftalar arasındaki dallanmalar sonucunda 15-25 adet solid kordon oluşur(4).
Myoepitel hücreleri ilk olarak 45 mm’lik embryoda orta hatta ektodermal çıkıntının
tabanında belirirler. 15. haftada meme dokusu geçici bir süre testesterona duyarlı hale
gelir. Testesteronun hedef dokusu mezenkimdir. Meme mezenkimi testesteron
etkisiyle epitelial kalınlaşma çevresinde yoğunlaşarak duktal alveolar sistemin
oluşumunu önler. 12-16. haftalarda çevre mezenkimal hücrelerden meme başı ve
areolanın düz kasları gelişir. Testesteron yokluğunda ya da yetersizliğinde 16. haftada
epitel 16-24 adet küçük filiz ve solid tomurcuklanmalar yapar. İlk başta her iki cinste
de aynı olan meme gelişimi ilk trimesterin sonuna doğru östrojen ve progesteron
etkisiyle farklılaşır. Antiandrojenik etkiler veya testesteron reseptör yokluğu dişi tip
meme gelişimine yol açar. Üçüncü trimesterde plasental hormonlar santraldeki
hücrelerin apoptozu yoluyla filizlerin kanalizasyonunu başlatır, bu işlem 20-32.
haftalarda sürer. 32-40. haftalarda mezenkimal parakrin etkilerle meme lobüllerinin
gelişmesi meme dokusunun hacmini büyük ölçüde arttırır. Bu arada pigmente meme
başı-areola kompleksi gelişir(1).
Doğumdan önce maternal ve plasental seks steroidleri her iki cinste de fetal
meme dokusunu etkileyerek tek tabakalı asinuslarda sekresyon yaparlar. Doğumda
2
bu hormonlar azaldığı ve prolaktin etkisi arttığından 3-4 hafta süren kolostrum
sekresyonu olur. Doğumda yenidoğanlar sadece uçları yumru benzeri görünümde
kalıntı duktuslar vardır. Doğumdan kısa bir süre sonra bu yumrular da regrese olurlar.
Maternal hormonların düzeyi düştükçe puberteye kadar sürecek basit duktuler
görünüm ortaya çıkar.
Doğumda duktuslar “meme çukuru” denen sığ ve basık bir bölgeye açılır.
Hemen sonra çukurluk tersyüz olarak çıkıntılı meme başını oluşturur.
Çocuklarda, puberteye kadar meme bezleri vücudun büyümesine paralel olarak
büyürler (izometrik büyüme). İnsanlarda kadın-erkek farklılığı puberte başına kadar
olmaz. Memede epitelyal proliferasyon puberteyle birlikte başlar. Duktal dallar
tomurcukların yönlendirmesiyle uzamaya ve dallanmaya başlarlar (allometrik
büyüme). Dallanma ikiye bölünerek (dikotom) veya tek bir eksende üstüste birçok
dallanmalarla (simpodial) olur(12). Meme boyutları da yağ dokusundaki belirgin artış
nedeniyle büyür(12). Bir terminal tomurcuk 11 alveoler tomurcuk yapabilir. Sonuçta
TDLU oluşur. Doğum öncesi ve sonrası meme duktal yapılarının gelişiminde
epitelyal–stromal (yağ hücreleri, fibroblastlar gibi) etkileşimin önemli bir rol oynadığı
kanıtlanmıştır.
Pubertal büyümenin sonunda meme parankimi TDLU larda sonlanan duktal bir
sistemden oluşmaktadır. Lobüler yapının karmaşıklığının derecesi memenin değişik
alanlarında, iki meme arasında ve kadından kadına farklılık gösterir. Doğum
yapmamış kadında tam bir diferensiyasyon olmaz(12, 39). 35 yaşına kadar her
menstruasyon ile yeni dallanmalar olur. 35 yaşında büyüme eğrisi bir plato yapar(4).
Meme çizgisinin bazı alanları gerilemezse buralarda aksesuar meme başları
gelişir. Buna “politelia” denir. En sık aksillada görülür . Eğer tam bir meme bezi
gelişirse bu duruma “polimastia” denir(1, 2, 3).
HİSTOLOJİ ve FİZYOLOJİ:
İnsanda meme 16-24 adet lobdan oluşur. Her lob ayrı bir toplayıcı kanal ile
meme başına açılır. Ancak lob sınırları kesin sınırlarla ayrılmamıştır ve makroskopik
ya da mikroskopik olarak ayrım yapılamaz. Her lob ana kanalın dallanması ile oluşan
birçok lobüle bölünmüştür. Lobül memedeki temel yapıdır (Şekil 1). Lobül içi stroma
3
interlobüler stromadan daha gevşek ve hücreseldir. Aynı stroma ince bir tabaka
halinde tüm kanal sistemini çevreler. Bu stromanın ayrıca hormonlara hassas olduğu
düşünülmektedir. Lobüller 10-100 “alveol” (asinüs, duktuli) içerirler (Şekil 2). Her
asinüsün çevresinde toplayıcı kanallara uzanan bazal membran vardır. Kanallar asinüs
grubundan ilk çıkışlarında “terminal duktus”, birkaç terminal duktus birleşerek
“subsegmental duktus”, bunlar birleşerek “segmental (laktifer) duktus” adını alır.
Laktifer duktuslar meme başının hemen altında genişleyerek “laktifer sinüsü”
oluştururlar. Laktifer sinüsler laktasyon sırasında süt depolarlar. Kanal en son
“toplayıcı duktus” adını alarak meme başına açılır. Her lobül asinüsler ile terminal
duktusun bu asinüs grubu içindeki kısmını içerir, buna “Terminal Duktus – Lobüler
Ünite (TDLU)” denir.
Şekil 1: TDLU görünümü (1, şekil 1-4’den alınmıştır)
4
Şekil 2: Major duktus (MD), terminal duktuslar (TD) ve duktuli (D) /asinüsler. E:
luminal epitel hücreleri, ME: myoepitel, DF: sınırlayıcı fibroblastlar (1, şekil 1-5’ten
alınmıştır.
Bu kanal sistemi memenin işlevsel bölümüdür. Ancak kanal sistemini
çevreleyen fibroadipöz doku meme hacminin büyük bölümünü oluşturur.
Toplayıcı kanalın meme başına açıldığı küçük bir parçanın çok katlı yassı
epitelle döşeli olması dışında kanal sisteminin tamamı içte epitel, dışta myoepitel
tabakası ile kaplıdır. Epitelial tabakanın uzun ekseni myoepitelial tabakanın uzun
eksenine diktir. Myoepitel hücreleri duktuslarda uzunsu görünümdedir ve az çok
devamlı bir tabaka oluşturur, alveollerde daha çok yıldızsı görünümdedir ve asinüsler
çevresinde sepet benzeri bir yapı yaparlar, burada luminal epitel hücreleri bazal
membran ile daha fazla temas eder(25). Lobül içinde hep aynı biçimde görünürler, bu
görünüm şeffaf halo ile çevrili çıplak nüveler biçiminde olduğu gibi myoid görünüm
ya da ince iğsi hücreler biçiminde de olabilir. Aynı memede komşu lobüller arasında
myoepitel değişik görünümlerde olabilir. Bu ikili tabakayı bazal membran çevreler.
Bunun da çevresinde bir ya da iki tabaka “sınırlayıcı fibroblastlar” vardır. Bazı
yazarlarca şeffaf (bazal, intermediate) hücreler epitel tabakasında üçüncü bir hücre tipi
olarak öne sürülmüştür. Ancak bunların daha çok luminal epitel tabakasında, bazen de
myoepitel tabakasında izlenen şeffaf hücre değişikliği olduğu düşünülmektedir(1, 2,
16).
5
Bir kök hücre topluluğunun lobüllerde daha fazla sayıda olmak üzere tüm
duktal sistem boyunca var olduğu düşünülmektedir. Bu hücreler gebelik sırasında
izlenen duktal proliferasyonu sağlarlar ve büyük olasılıkla neoplastik lezyonlara neden
olurlar.
Memede myoepitelin daha çok laktasyonda oksitosin nedenli süt ejeksiyonu
işlevi incelenmiştir. Son zamanlarda ise tümör engelleyici işlevi üzerinde
durulmaktadır(25, 31, 36, 37, 38).
MYOEPİTEL
Hem epitelyal hem de düz kas özellikleri gösteren hücrelerdir. Düz kas
hücreleri gibi “yoğun cisimler” yapan lifler, yer yer glikojen, kaveoller, pinositik
veziküller, az kaba endoplazmik retikulum ve Golgi yapıları, myozin ve çok sayıda
aktin mikrofilamanları, ayrıca α-aktinin ve tropomyozin içerirler. Epitelyal hücreler
gibi komşu epitel hücrelerine ve birbirlerine desmozomlarla bağlıdırlar, sitokeratin tipi
ara filamanlar içerirler. Vücutta egzokrin glandlar çevresinde (ekrin ve apokrin ter
bezleri, gözyaşı bezleri, majör ve minör tükürük bezleri (sinonazal, orofaringeal,
laringeal, trakeobronşial, özofageal) müköz anal bezler) ve meme bezleri, iris anterior
dilatör kası gibi yerlerde bulunurlar. Myoepitel hücreleri çok sayıda uzantılar yapar
ancak bir duktusa paralel myoepitel hücrelerinin uzun eksene paralel uzantıları çok
daha uzundur(8). Normalde daha çok yıldız ya da iğ şeklinde veya şeffaf sitoplazmalı
görülseler de özellikle tümörlerinde küboidal, düzleşmiş veya plazmasitoid (hyalin)
şekillerde de görülebilirler(11). Birbirlerine ve epitel hücrelerine gap junctions ve
desmozomlar ile tutunurlar. Tübüler glandlar çevresinde sepet gibi bir ağ oluşturarak
kontrakte olduklarında lümeni sıkıştırıp sekretin atılmasını sağlarlar(16). Buna ek
olarak parankime destek sağlarlar ve bazal lamina yapımına katkıda bulunurlar(2). Ter
bezlerinde myoepitel hücrelerin kontraksiyondan çok epitele destek işlevi gördüğü
söylenmiştir. Farelerde sublingual bez asinüslerinin % 48’i, submandibuler bez
asinüslerinin % 25’i ve parotis bezi asinüslerinin % 0’ı myoepitel hücreleri ile
örtülüdür(8) .
6
ULTRASTRÜKTÜR
Memede epitel hücreleri arada boşluk bırakmadan luminal tabaka oluştururlar.
Aradaki myoepitel hücrelerinin ise arasında yer yer boşluklar vardır. Bu boşluk
alanlarında epitel hücreleri bazal lamina ile direkt temas halindedirler. Hem epitel hem
de myoepitel hücreleri çok değişik görünümlerde olabilirler. Epitel hücreleri
ribozomdan zengindir. Myoepitel hücreleri genellikle elektron yoğun sitoplazmalıdır.
Sitoplazma içinde myofibriller, az sayıda tonofilaman demetleri ve pinositik veziküller
içerirler. Asinuslardaki myoepitelyal myofibriller terminal duktus ve interlubüler
duktuslardakinden daha iyi gelişmiştir(31). Her iki tip hücrede de komşu hücrelere
desmozomlar ve zonula okludens ile bağlanmıştır. Myoepitel hücreleri bazal
membrana hemidesmozomlarla bağlanır. Sekretuar değişiklikler primer olarak
epitelyal hücrelerde olsa da myoepitel hücrelerinde de görülür. Epitel tabakası içinde
lenfositler ve makrofajlar da bulunabilir(1, 2).
HORMONAL DEĞİŞİKLİKLERE BAĞLI MORFOLOJİK GÖRÜNÜMLER:
Menstrüel döngü, gebelik ve menopoza bağlı değişiklikler görülür(1, 2).
Menstrüel döngüye bağlı değişklikler endometriumdaki gibi belirgin ve uniform
değildir. Vogel ve arkadaşları bu değişiklikleri 5 menstrüel safhaya ayırmışlardır(6):
1) Erken folliküler dönem (3-7. gün) : Yoğun ve hücresel stroma içinde zor
seçilen dar lümenli tek tip 2-3 kat epitelle döşeli asinüsler vardır. Epitel hücreleri
küçük,poligonal,soluk eozinofilik sitoplazmalı, koyu boyanan santral nüvelidir. Mitoz
görülebilir.
2) Geç folliküler dönem (8-14.gün) : Yoğun ama daha az hücresel stromada
lümeni seçilen asinüsler 3 tip hücre ile döşelidir. Lümeni bazofilik sitoplazmalı
koyu bazal nüveli hücreler döşer. Bazofili artan RNA ve ribozomlarla ilgilidir.
Myoepitel hücreleri şeffaf sitoplazmalı ve koyu küçük nüvelidir. Arada önceki
dönemden kalan soluk eozinofilik sitoplazmalı olanlar bulunur.
3) Erken luteal dönem (15-20.gün) : Gevşek stromada açık lümenli asinüsler
vardır. Lümende az miktarda sekresyon görülebilir. Bu dönemin belirgin özelliği
myoepitel tabakasında artan glikojen içeriği nedeniyle vakuolizasyon ve balonlaşma
7
görülmesidir. Epitel tabakası ve aradaki soluk eozinofilik hücreler aynıdır. Lobül
boyutları ve asinüs sayılarında artış vardır.
4) Geç luteal (sekretuar) dönem (21-27.gün) : Gevşek ve ödemli stromada
büyük dolgun venüller izlenir. Asinüslerin açık lümenlerinin içi sekresyon ile doludur.
Mitozun ve lobül boyutları ile asinüs sayılarının en fazla olduğu dönemdir. Luminal
epitelyal hücrelerde aktif protein sentezi için polizomlar, kaba endoplazmik retikulum,
büyük Golgiler, sekretuar vakuoller vardır. Apikal yüzlerinde apokrin sekresyon
izlenir. Myoepitel hücreleri yine belirgin vakuollüdür. Arada soluk eozinofilik hücreler
de vardır.
5) Menstruel dönem (28-32gün) : Yoğun hücresel stromada genişlemiş ve
sekresyon ile dolu lümenli asinüslerde lüminal epitelyal hücrelerde apokrin sekresyon
bitmiştir , sitoplazma az miktarda ve hafif bazofiliktir. Myoepitelyal hücreler glikojen
ile çok dolu olduğundan vakuolizasyon ve balonlaşma çok fazladır. Epitelyal
dejenerasyon ve nekroz nedeniyle lobül boyutu ve asinüs sayıları azalmaya başlar.
Stroma yoğun ve hücreseldir.
Bu bilgilerle en azından ovulasyon öncesi ve sonrası ayırdedilebilir. Ancak epitel ve
myoepitel hücrelerinin görünümleri komşu lobüller arasında çok fazla değişkenlik
gösterir. Yine de genellikle bir hücre tipi daha belirgin olarak görülür.
Menstrüel siklusta östrojen ve progesteron reseptör düzeyleri de değişkenlik
gösterir. Östrojen reseptör düzeyi en çok erken folliküler dönemde, progesteron
reseptör düzeyi en çok geç folliküler dönemde yüksek bulunmuştur. Ayrıca östrojen ve
progesteron reseptör düzeyleri lobüller arasında değişkenlik göstermekle birlikte bir
lobül içinde aynıdır(2).
Gebelik ve laktasyon : Gebelikte başta, epitel hücre proliferasyonu ve alveol
diferansiyasyonu sonucu bağ ve fibröz doku yerini asinüs sayısı çok fazla artan
lobüller alır. Stromal vaskülarizayon artar. İkinci trimester ile birlikte alveoller tek
tabakalı düzleşmiş epitel ile döşeli hale gelir,myoepitel tabakası çok incelir.
Proliferasyon azalır. Gebelik ortasından itibaren asinüslerdeki epitel hücreleri aktif
olarak yağ ve protein sentezlerler ancak sekresyon doğum sonrası yapılır. Bu dönemde
hücreler küboidal ya da prizmatik şekillidir. Oksitosin myoepitel kontraksiyonu ile
8
sekretin atılmasını sağlar. Laktasyonda asinüsler bol sekret içeren genişlemiş
yapılardır. Myoepitel hücreleri incedir.
Menopoz : Menopoz sonrası meme parankimi azalır ve sonunda atrofiye gider.
İlk başlarda asinüslerde orta derecede azalma ve mononükleer hücre infiltrasyonu
vardır. Lobül içinde epitel ve myoepitel tabakası incelir, lumen çok daralır, bazal
membran kalınlaşır. Çevredeki özelleşmiş stroma yoğunlaşır, hyalinize olur. Menopoz
sonrası glandüler doku iyice azalır, aynı zamanda damarlar ve mononükleer infiltrat ta
azalır. Yağ ve bağ dokusu bunların yerini alır. Hyalinize çevre özelleşmiş stroma
kalınlaşmış bazal tabaka ile birleşir. Asinüslerin çoğunda epitel de atrofiye uğrar, önce
hyalinize bir nodül şeklinde görülür, sonra bu da silinir. En sonunda yoğun hyalinize
bağ doku içinde sadece küçük asinüs adacıkları kalır. Bazı atrofik memelerde
asinüslerde hafif-orta derecede dilatasyon olabilir, bazen de myoepitel hücrelerinde
belirginleşme, hipertrofi veya hiperplazi görülür. Özelleşmemiş meme stromasında da
involusyonel olarak yağ dokusu artar, elastik ve kollajende değişim görülür. Lobüler
ve stromal değişiklikler her alanda aynı safhada olmaz.
ANATOMİ:
Meme yüzeyel pektoral fasya tarafından çevrilir.Altta derin pektoral fasya vardır.
Fasyal tabakaları fibröz bantlar (Cooper ligamanı) tarafından birbirlerine bağlanmıştır.
Memenin majör arterleri torakoakromial arterin internal torasik, posterior
interkostal ve ayrıca yüksek torasik, lateral torasik ve pektoral dallarıdır. Aksiller
arterin posterior interkostal ve bazı diğer dalları da kanlanmayı sağlar. İnternal torasik
arterin anterior perforan dalları medial ve orta bölümler olarak memenin %60’ını
besler. Üst dış kadranı ise lateral torasik arter besler.
Memenin venöz drenajı yüzeyel ve derin sistemler tarafından sağlanır. Yüzeyel
olarak transvers venler (%91) medialde subkütan ilerleyip derinde internal torasik
venlere dökülürler. Longitudinal venler (%9) suprasternal çentiğe doğru çıkarak alt
boyunun yüzeyel venlerine dökülürler. Derin venler 3 gruptur. En büyükleri internal
torasik venin perforan dallarıdır. Aksiller venin pektoral kasları ve derin meme
dokularını drene eden dalları vardır. Üçüncü grupta derindeki dokuları drene eden
,vertebral ve azigos venleri ile ilişkili olup böylece süperior vena kavaya dökülen
9
interkostal venler vardır. Bu üç grupta pulmoner kapiller ağ ile ilişkili olup buraya
metastazın
nedenidirler.
İnterkostal
venler
vertebral
venöz
ağlar
yoluyla
vertebralar,pelvis,femur,omuz eklemi,humerus ve kafatası kemiklerine metastaza yol
açarlar.
Meme karsinomunun en önemli yayılım yolu lenfatiklerledir. Memeyi 4 ana lenfatik
yol drene eder : Yüzeyel, aksiller, internal torasik ve posterior interkostal lenfatikler.
Üst, medial ve alttaki yüzeyel lenfatiklerin çoğu, subareolar pleksus dahil, aksillaya
dökülür. Alt memenin yüzeyel lenfatikleri epigastrik pleksus yoluyla subdiyafragmatik
ve subperitoneal pleksuslara dökülebilir. Buradan karaciğere ve karın içi lenf nodlarına
gidebilir.
Aksilla
lenfatik
memenin
lenfatiklerinin
%75-97’sinin
aktığı
bölgedir.
Kostokorakoid fasyanın altıda yer alan ve aksiller damarlar ve sinirlerle birlikte bu
fasya tarafından sarılan aksiller lenf nodları 6 gruptur. Eksternal meme nodları
pektoral kasın dış kenarının altında lateral torasik arterin yanında 6-7. kosta
düzeyindedir. Skapular nodlar subskapular damarların hemen yanındadır. Santral
nodlar aksillanın ortasında, en kolay palpe edilen nodlardır. Aksiller lenfatik akımın
çoğu buraya gelir, en sık metastaz burada bulunur. İnterpektoral (Rotter) nodları
pektoralis major ve minör arasındadır, pektoralis major alınmadan çıkarılamazlar.
Aksiller ven nodları aksiller ven çevresindedir. Subklaviküler nodlar en medialdeki
dolayısıyla en yukarıdaki gruptur. Bütün diğer aksiller nodlar bu nodlara drene olur.
Bu nodlar bölgesel lenf nodlarını ötesindedir ve tümör bulunması kötü prognoz
göstergesidir. Metastatik ilerlemeyi belirlemek için aksiller lenf nodları üç düzeye
ayırılmıştır. I: pektoralis minörün dış kenarına lateral yerleşmiş nodlar. II: pektoralis
minörün medial ve lateral kenarlarının arkasında ve arasındaki nodlar. III: pektoralis
minörün medial kenarının medialinde ve bu kasın superiorunda kalan nodlar .Bu
nodlar subklaviküler,intraklaviküler veya apikal nodları da içerir.
İnternal torasik lenfatiklere memenin lenfatiklerinin %3-25’ akar. Bu nodlar para
sternal bölgede interkostal aralıklarda yer alılar. Lenfatik akım buradan torasik duktus
yoluyla, alt servikal nodlar yoluyla ya da jugular-subklavian bileşkeye gidebilir.
Posterior interkostal lenfatikler toraks içinde vertebraların kostalarla birleştiği
bölgenin önündeki posterior interkostal nodlara dökülürler.
10
Meme dokusu içinde de lenf nodları bulunmuştur. Ancak bu nodların memenin
normal lenfatik drenajı ile ilişkisi yoktur(1, 2, 7).
EPİDEMİYOLOJİ:
İnvaziv meme kanseri kadınlarda en sık görülen karsinom türüdür(5). Tüm
kadın kanserlerinin %22’sini oluşturur. Gelişmiş ülkelerde risk daha fazladır. Gelişmiş
ülkelerde (Japonya hariç) bir kadının 75 yaşından önce meme kanseri olma riski %6
iken az gelişmemiş ülkelerde bunun 1/3’ü kadardır(5).
ABD’de meme kanseri kadınlardaki kanser olgularının yaklaşık % 30‘unu
oluşturur. Kadınlarda kanser ölümlerinin akciğer kanserinden sonra ikinci sıradaki
nedenidir(2).
Türkiye’de kanser insidansları ile ilgili bilgiler oldukça yetersizdir(13). Sağlık
bakanlığının 1999 yılı tarihli yayınına göre meme kanseri kadınlarda en çok görülen
kanser türleri arasında 2390 olgu ile %24.1’ini oluşturarak birinci sırada yer
almaktadır ve buna göre Türkiye’de meme kanseri insidansı 100000’de 7.32’dir (14) .
Duktal karsinoma in situ (DCIS) 1983 ‘te başlatılan mamografi taramalarından
sonra, 1973‘te 100000’de 2.4 iken 1992’de 100000’de 15.8’e çıkmıştır. ABD’de 1995
yılında saptanan meme kanserlerinin %14.4’ünü DCIS oluşturmaktadır(5).
Meme kanseri riski 1980’lerin başlarına kadar hem gelişmiş hem de gelişmekte
olan ülkelerde artmaya devam etmiş, daha sonra tanı ve tedavideki ilerlemeler
sonucunda gelişmiş ülkelerdeki insidans ve mortalitesi azalmaya başlamıştır(5).
PROGNOZU ETKİLEYEN FAKTÖRLER
a) Klinik faktörler :
• Yaş: Tartışmalıdır. 35 yaş altındakilerde daha fazla pozitif lenf bezi
bulunmuştur.
• Gebelik: Genelde kötü prognoz olur. Geç tanı konmasına ya da genç
yaşa bağlı olabilir.
11
b) Morfolojik faktörler :
• Lenf bezleri: En önemli tek prognostik faktördür. Aksiller lenf nodları
negatif hastalarda 10 yıllık yaşam %75 iken, nod-pozitif hastalarda bu oran %25-30’a
düşmektedir. Metastatik lenf nodlarının seviyesi, sayısı ve büyüklüğü, perinodal yağ
dokusuna invazyon durumu da prognoz açısından önemlidir. Lenf nodundaki metastaz
alanının boyutu 0,2-2 mm ise ‘‘mikrometastaz’’, daha küçük boyutta ise ‘‘izole tümör
hücreleri-submikrometastaz’’
olarak
değerlendirilmektedir.
Lenf
nodundaki
mikrometastazların klinik önemi tartışmalı olmakla birlikte, hastalıksız ve toplam
sağkalımda az da olsa anlamlı bir azalmaya neden olduklarını gösteren çalışmalar
mevcuttur.(26, 43)
• Tümör çapı: Bağımsız bir prognostik parametredir.Tümör boyutu
arttıkça aksiller lenf nodu metastazı artmakta ve sağkalım oranı düşmektedir.
Evrelemede patolog tarafından ölçülen tümör çapı göz önüne alınmalıdır. Patologların
da tümör boyutunu değerlendirirken dikkatli olmaları ve doku taze iken yaptıkları
ölçümü fiksasyon sonrası tekrarlamaları gereklidir. Yaygın in situ komponent içeren
tümörlerde, ayrı olarak seçilebiliyor ise, mikroskopik olarak lam üzerinde yapılacak
ölçüm ile invaziv tümör alanının çapının ayrı olarak verilmesi ve evrelemenin invaziv
alanın çapına göre yapılması gereklidir.(26)
• Tümörün histolojik tipi: Tübüler karsinom, invaziv kribriform karsinom,
sekretuar
karsinom ve invaziv lobuler karsinomun tubulolobuler varyantının
prognozu iyidir. Buna karşın metaplastik karsinom, invaziv lobuler karsinomun
pleomorfik ve solid tiplerinin, invaziv mikropapiller karsinomun ve inflamatuar
karsinomun prognozu kötüdür. Medüller karsinomun prognozu tartışmalı olmakla
birlikte, invaziv duktal karsinoma göre daha iyi prognoz gösterdiği birçok araştırıcı
tarafından kabul edilmektedir.(26)
• Histolojik grade: Günümüzde morfolojik tipine bakılmaksızın invaziv
karsinomların tümünün grade’lenmesi önerilmektedir ve en çok kullanılan grade’leme
sistemi modifiye Bloom-Richardson sistemidir. Bu grade’leme sisteminde tümör
hücrelerinin nükleer özellikleri, oluşturdukları tubulus yapılarının oranı ve mitoz sayısı
ayrı ayrı skorlanarak elde edilen toplam skora göre grade belirlenmektedir. 10 yıllık
12
sağkalım oranı grade I tümörler için %85, grade II için %60, grade III için
%15’dir.(26, 43)
• Tümör hücre proliferasyonu: Mitoz sayımında sorunlar çıkabileceğinden
S-faz fraksiyonunu saptamak için Timidin işaretlame indeksi (TLI), akım sitometrisi,
Ki-67/MIB-1 oranı veya RT-PCR ile m RNA ölçümü gibi yöntemler kullanılmaktadır.
Timidin işaretleme indeksi yüksek çıkan tümörler hızlı büyüme ve erken rekürrans
eğilimlidir. S-faz fraksiyonu genellikle TLI’ye eşdeğer kabul edilir. Ki-67 değerleri
tümör grade’i ve östrojen progesteron negatifliği ile artar.
• Lenfatik ve kan damarı invazyonu: Lenfatik damar invazyonu önemli ve
bağımsız bir prognostik faktördür. Özellikle nod negatif hastalarda önemlidir. Kan
damarı invazyonu klinik gidişi olumsuz etkiler.
• Perinöral invazyon: Bağımsız bir prognostik faktör değildir.
• Tümör nekrozu: Çoğu çalışmada olumsuz prognoz ile ilişkili olduğu
gösterilmiştir.
• İnflamatuar hücre infiltrasyonu: Belirgin mononükleer iltihabi
infiltrasyon konusundaki çalışmalar çelişkili sonuçlar vermiştir.
• Duktal karsinoma in situ yaygınlığı: Bağımsız bir prognostik faktör
değildir .
• Tümör stroması: Çalışmalar çelişen sonuçlar vermiştir. İnvaziv kanserin
ortasında fibrotik odak bulunmasının prognoz açısından olumsuz olduğu bulunmuştur.
• Nottingham Prognostik İndeks= Tümör boyutu, lenf nodu durumu ve
histolojik grade gibi önemli prognostik parametreler bir arada değerlendirilerek
prognostik bir indeks oluşturulmuştur. İndeks aşağıdaki şekilde hesaplanmaktadır:
Nottingham prognostik indeks=(tümör çapı “cm”x0,2) +(lenf nodu stage
“1-3”) + (grade “1-3”)
Hesaplama sonucunda elde edilen skora göre 3 prognostik grup
oluşturulmuştur. (skor;<3,4: iyi prognostik grup, 3,4-5,4: orta prognostik grup, >5,4:
kötü prognostik grup). Bu gruplardaki 10 yıllık sağkalım oranı sırası ile %80, %42,
%13 olarak bulunmuştur.(26)
13
Moleküler ve genetik faktörler :
• Östrojen ve progesteron reseptörleri: Östrojen pozitif tümörlerin büyüme
hızları yavaş olsa da metastaz potansiyellerinin daha düşük olmadığı bulunmuştur.
Östrojen reseptör düzeyi Tamoksifen tedavisine yanıt açısından önemlidir. Progesteron
östrojenin bir göstergesidir. Östrojen ve progesteron reseptörü pozitif olan tümörler
tedaviye % 60-70 yanıt verirken negatif olan tümörler % 10 yanıt verirler. Tedavi
seçiminde hormon reseptör düzeyi önerilen tek moleküler işarettir .
• ERBB2/HER2 onkojeni: ERBB2 ekspresyonu fazlalığı, en azından lenf
nodu pozitif olan hastalarda, sağkalımı hafif – orta derecede ve bağımsız olarak
öngörebilir, ancak çalışmalar tutarlı değildir. Ayrıca ERBB2 (+) olan hastalarda
kemoterapi kullanılması düşünülüyor ise antrasiklinler yeğlenmelidir. Trastuzumab
(Herceptin), fazla eksprese olan ERBB2’yi hedef alan yeni geliştirilmiş bir
monoklonal antikordur.
• TP53 mutasyonları: Meme kanserlerinin %25 kadarında TP53’te
mutasyon vardır. Ancak bu mutasyonların % 20’si stabil bir protein oluşturmayarak
immünhistokimya ile tanınamaz. TP53’ün belli yerlerindeki mutasyonlar sağkalım
süresinin azalması ve tedaviye yanıt azlığı ile ilişkilidir. Bu nedenle prognoz açısından
değerlendirebilmek için TP53’ün tüm bölgesini DNA sekans analizi yapılması
gereklidir.(26,43)
• DNA amplifikasyonları: Karşılaştırmalı genomik hibridizasyon
yöntemiyle FGFR1, MYC, Cyclin D1 gibi genlerin bazı alanlarında amplifikasyon
görülmüştür,
buralarda
prognostik
potansiyelleri
olan
onkogenler
olduğu
düşünülmektedir.(43)
• Ekspresyon profilleri: Tümörlerin binlerce genlik ekspresyon analizleri
çıkarılarak yapılır. Tümörler çok değişik gen ekspresyonları gösterse de bazı
benzerlikler de bulunmuştur. Buna göre bazal hücre benzeri, aşırı ERBB2 gösteren,
luminal hücre benzeri, normal meme dokusu benzeri gibi gruplara ayırılmıştır.
Luminal benzeri hücreler CK 8,18(+) ve östrojen reseptör geni (+) tir. Diğerleri ÖR(-)
14
tir. Bazal benzeri grup CK 5/6, CK 17 ve laminin (+) tir. Çalışmalar gen ekspresyon
paternlerinin lenf bezi ve uzak metastaz ile ilişkili olduğunu göstermiştir. (43)
MEME TÜMÖRLERİ HİSTOLOJİK KLASİFİKASYONU :
Meme tümörlerinin histolojik klasifikasyonu 1982 yılında Dünya Sağlık Örgütü
tarafından yapılmıştır ve uzun süre kullanılmıştır. 2003’te Dünya Sağlık Örgütü yeni
bir histolojik sınıflandırma yayınlamıştır(5):
Epitelyal tümörler
İnvaziv duktal karsinom, NOS
Mikst karsinom
Pleomorfik karsinom
Osteoklastik dev hücreli karsinom
Koryokarsinomatöz özellikleri olan karsinom
Melanotik özellikleri olan karsinom
İnvaziv lobüler karsinom
Tübüler karsinom
İnvaziv kribriform karsinom
Medüller karsinom
Müsinöz karsinom ve bol müsin içeren diğer tümörler
Müsinöz karsinom
Kistadenokarsinom ve prizmatik hücreli müsinöz karsinom
Taşlı yüzük hücreli karsinom
Nöroendokrin tümörler
Solid nöroendokrin hücreli karsinom
Apikal karsinoid tümör
Küçük hücreli / yulaf hücreli karsinom
Büyük hücreli nöroendokrin karsinom
İnvaziv papiller karsinom
İnvaziv mikropapiller karsinom
Apokrin karsinom
15
Metaplastik karsinomlar
Saf epitelyal metaplastik karsinomlar
Skuamoz hücreli karsinom
İğsi hücre metaplazili adenokarsinom
Adenoskuamoz karsinom
Mukoepidemoid karsinom
Mikst epitelyal/mezenkimal metaplastik karsinomlar
Lipidden zengin karsinom
Sekretuar karsinom
Onkositik karsinom
Adenoid kistik karsinom
Asinik hücreli karsinom
Glikojenden zengin şeffaf hücreli karsinom
Sebase karsinom
İnflamatuar karsinom
Lobüler neoplazi
Lobüler karsinoma in situ
İntraduktal proliferatif lezyonlar
Olağan duktal hiperplazi (Usual ductal hyperplasia)
Düz epitelyal atipi (Flat epithelial atypia)
Atipik duktal hiperplazi
Duktal karsinoma in situ
Mikroinvaziv karsinom
İntraduktal papiller neoplaziler
Santral papillom
Periferal papillom
Atipik papillom
İntraduktal papiller karsinom
İntrakistik papiller karsinom
Benign epitelyal proliferasyonlar
Adenozis ( varyantlar dahil )
16
Sklerozan adenozis
Apokrin adenozis
Blunt duktus adenozis
Mikroglandüler adenozis
Adenomyoepitelyal adenozis
Radyal skar/kompleks sklerozan lezyon
Adenomlar
Tübüler adenom
Laktasyon adenomu
Apokrin adenom
Pleomorfik adenom
Duktal adenom
Myoepitelyal lezyonlar
Myoepitelyozis
Adenomyoepitelyal adenozis
Adenomyoepitelyoma
Malign myoepitelyoma
Mezenkimal tümörler
Hemanjioma
Angiomatozis
Hemangioperisitom
Psödoangiomatöz stromal hiperplazi
Myofibroblastoma
Fibromatozis ( agresif )
İnflamatuar myofibroblastik tümör
Lipom
Anjiolipom
Granüler hücreli tümör
17
Nörofibrom
Schwannoma
Anjiosarkom
Liposarkom
Rabdomyosarkom
Osteosarkom
Leiomyom
Leiomyosarkom
Fibroepitelyal tümörler
Fibroadenom
Fillodes tümörü
Benign
Borderline
Malign
Periduktal stromal sarkom , düşük dereceli
Meme hamartomu
Meme başı tümörleri
Meme başı adenomu
Siringomatöz adenom
Meme başının Paget hastalığı
Malign lenfoma
Diffüz büyük B-hücreli lenfoma
Burkitt lenfoma
MALT tipi ekstranodal marjinal-zon-B-hücreli lenfoma
Folliküler lenfoma
Metastatik tümörler
18
Erkek meme tümörleri
Jinekomasti
Karsinom
İnvaziv
İn situ
İntraduktal proliferatif lezyonlar:
Çoğu TDLU’dan ,küçük bir bölümü daha büyük duktuslardan kaynaklanan ve
bu sistem içinde kalan ,değişik sitolojik ve yapısal özelliklerdeki proliferatif
lezyonlardır. İnvaziv karsinom gelişimi için risk faktörleri değişik oranlarda artmıştır.
Klinik izlem çalışmalarında UDH için 1.5 kat, ADH için 4-5 kat ve DCIS için 8-10 kat
artan invaziv karsinom geliştirme riski bulunmuştur. Süregelen, normal epitelden
lineer olarak önce hiperplazi,sonra atipik hiperplazi ve daha sonra da in situ ve invaziv
karsinom geliştiği düşüncesinin, yakın zamanlarda yapılan immünfenotipik ve
moleküler genetik çalışmalar sonucunda çok basite indirgenmiş bir yaklaşım olduğunu
göstermiştir.Bu çalışmalar UDH’nin çoğu ADH, DCIS ve invaziv karsinom ile
benzerliğinin az olduğunu, ADH’nin hafif DCIS ile çok benzediğini, hafif ve ağır
DCIS’nin genetik olarak farklı lezyonlar olup belli invaziv karsinomları yaptığını,en
azından bazı düz atipi lezyonlarının neoplastik olduğunu göstermiştir. Bu bilgiler
ADH ve tüm DCIS’lerin klonal genetik değişiklikler sonucu oluşup invazyon için
predispozisyon gösterdiği düşüncesini desteklerken UDH’nin bir öncül lezyon olup
olmadığı için genetik bilgilerin şimdilik yetersiz olduğu, ve şimdilik UDH’nin önemli
bir risk faktörü taşımadığı sonucuna varılmıştır(5).
Yeni bilgiler ve mamografinin yaygınlaşarak intraduktal proliferatif lezyonların
tespitinin artması, sınıflama konusunda dikkatin daha da yoğunlaşmasına neden
olmuştur. Tavassoli’nin 1998’de önerdiği(17) ve 2001’de revize ettiği DIN
sınıflaması(18), 2003 WHO sınıflandırmasında da değiştirilmiş, UDH ayırılmıştır .
DIN terimi karsinomu invaziv tümörlere kısıtlayarak özellikle in situ lezyonların
tedavisinde gereksiz yaklaşımları önler. Tavassoli’nin de içinde bulunduğu WHO
çalışma grubunca 2003 sınıflandırmasında DIN kullanılmamış, ama DIN kullanılacak
19
ise yanına mutlaka eski terminolojinin de yazılması gerektiği belirtilmiştir. İntraduktal
proliferatif lezyonların sınıflandırması henüz son şeklini almamıştır.
İntraduktal proliferatif lezyonların sınıflandırması(5)
Geleneksel terminoloji
Olağan duktal hiperplazi(UDH)
DIN terminolojisi
Olağan duktal hiperplazi (UDH)
Düz epitelyal atipi
DIN 1A
Atipik duktal hiperplazi (ADH)
DIN 1B
Duktal karsinoma in situ,grade 1
DIN 1C
Duktal karsinoma in situ,grade 2
DIN 2
Duktal karsinoma in situ,grade 3
DIN 3
Klinik: İntraduktal proliferatif lezyonlar değişik yaşlarda olabilmekle birlikte
ergenlikten önce hormonal bir neden olmadıkça çok nadirdir. DCIS için ortalama yaş
50-60’tır. DCIS daha çok tek taraflı olmakla birlikte %22 olguda diğer tarafta in situ
veya invaziv karsinom bulunur.
Makroskopi: İntraduktal proliferatif lezyonların büyük çoğunluğu ,özellikle
mamografik olarak tespit edilenler, makroskopik olarak belli değildir. Grade 3 DCIS
lezyonlarının küçük bir bölümü nekroz veya sert kitle görüntüsü verebilir .
Olağan duktal hiperplazi (UDH):
Mamografide nadiren mikrokalsifikasyonlar dışında özelliği yoktur.
Mikroskopik olarak benign duktal proliferasyonlardır. Normal memedeki iki
katlı luminal ve myoepitelyal hücreler ikiden daha fazla katlı hal alırlar. Düzensiz şekil
ve boyutlu ve sıklıkla periferde yerleşmiş sekonder lümenler, merkezdeki hücrelerde
akıyormuş (streaming) görüntüsü, ince ve uzamış epitelyal köprüler, düzensiz ve
üstüste binen hücre nüveleri vardır. Bazen solid olup lümen içermeyebilir. Hücrelerin
sınırları belirsizdir, şekil ve büyüklükleri farklıdır, nüve görünümleri de değişkendir;
20
epitelyal hücreler dışında myoepitel ve metaplastik apokrin hücreler de bulunabilir. Bu
görüntü varsa nadiren mikrokalsifikasyon veya nekroz olması tanıyı değiştirmez.
Hafif UDH: 3-4 epitelyal hücre tabakası vardır.
Orta UDH: Epitel hücreleri bazı bölgelerde tepeleşir ve lümeni karşıdan karşıya
geçerler.
Şiddetli UDH: Epitelyal köprüler veya içi dolup genişlemiş duktal/asiner
yapılar vardır.
Düz epitelyal atipi :(DIN 1A, Monomorfik tip clinging karsinom )
Mikroskopik olarak normal epitel hücrelerinin yerini ya tek tabaka hafif atipik
hücrelerin ya da 3-5 tabaka uniform küboidal veya prizmatik atipik, yer yer tepeleşme
gösterebilen hücrelerin almasıdır. Oluşturduğu TDLU’lar az-çok genişlemiştir ve
lümende mikrokalsifikasyonlar da içerebilen bir sekret olabilir. Bazı olguların invaziv
karsinoma ilerlediği bilinmekle birlikte risk hesaplaması için veriler henüz yeterli
değildir.
Atipik duktal hiperplazi : (DIN 1B, Atipik intraduktal hiperplazi)
Mikroskopik olarak nükleositoplazmik oranı hafif artmış, yuvarlak ve birbirine
eşit uzaklıkta nüveli, sitolojik olarak grade 1 DCIS ile aynı görünümde (düşük dereceli
nükleer atipi), monoton, üniform hücrelerin mikropapillalar, tepelenmeler, kemerler,
düzgün köprüler, solid veya kribriform yapılar oluşturduğu alanlardır.
-Yapısal olarak UDH olan ancak parsiyel veya tamamen ADH sitolojisi
bulunan,
-Parsiyel olarak hem yapısal hem sitolojik ADH görünümünde olan veya
-Tamamen hem yapısal hem sitolojik olarak ADH görünümünde olup toplam
çapları <2mm olan (yani grade1 DCIS’den yalnızca çapının küçüklüğüyle farklı olan)
asinüs/duktuslar ADH kabul edilmiştir.
ADH genellikle fokal ve az miktardadır, tek başına veya geniş bir UDH alanı
ile birlikte görülür. ADH ve grade 1 DCIS ayırımında yorum farklılığı çok
görülmektedir.
Mikrokalsifikasyon olmayabilir, fokal ya da yaygın olabilir. Eğer sadece çapı
nedeniyle grade 1 DCIS’dan farklı lezyonda nekroz varsa tanı grade 1 DCIS’dur.
21
Duktal karsinoma in situ: (DCIS , İntraduktal karsinom, DIN 1C-DIN3)
Mamografi öncesi DCIS’ların çoğu komedo tipindeyken mamografiyle tespit
edilenlerin %60’ı nonkomedo tipindedir.
Klinikte DCIS’ların % 85’inden fazlası görüntüleme ile tanınır. Sadece % 10
kadar DCIS klinik bulgu verir (ele gelen kitle, meme başı akıntısı, Paget nedenli meme
başı değişiklikleri), %5 kadarı da rastlantısal olarak bulunur. Mamografik tarama
programlarında malign görünümündeki lezyonların % 10-30’u DCIS’dur. Çoğunlukla
önemli derecede mikrokalsifikasyon bulunması tanısaldır. Grade 1 DCIS’larda daha
çok lamine, psammomatöz tip mikrokalsifikasyonlar (mamografide ince granüler
görüntü), grade 3 DCIS’larda daha çok amorf mikrokalsifikasyonlar (mamografide
kaba granüler, lineer,dallanan görünümler) vardır; grade2 DCIS’larda her iki tip te
olabilir. Lezyonları %17’si histolojik olarak mikrokalsifikasyon içermez. Histolojik
lezyon, mamografide tespit edilenden genellikle 1-2cm daha büyüktür. Grade 3
DCIS’lar genellikle tek lezyonun büyümesi şeklinde gelişirler ,grade 1 DCIS
multifokal olabilir. Ancak DCIS multisentrik değildir, segmental gelişir.
DCIS nükleer atipi ve intraluminal nekroz değerlendirilerek 3 grade’e ayırılır
(1-27). Ancak bu derecelendirme sistemi grade 1’den grade 3’e ilerleme anlamına
gelmez.
-- DCIS dereceleme (AFIP sistemi)
Pleomorfik nukleer atipi
Nekroz
Grade 1
-
-
Grade2
+(+)
-
Grade3
-
+(+)
+
+
+++
+++
+++
-
22
DCIS kemerler, düzgün köprüler, mikropapillalar,kribriform veya solid yapılar gibi
ayırdedici paternler yapar. Papiller yapılar yapan in situ karsinomlar “intraduktal
papiller karsinom” adı altında incelenir.
Grade 1 DCIS: Mikropapiller, kribriform, solid yapılar ve kemerler yapabilir.
Pleomorfik nükleer atipi yoktur, nükleoller belirsizdir, lümende tek tük nükleer
fragman içerebilir. Mikrokalsifikasyonlar psammomatöz tiptir.
Grade 2 DCIS: Mikropapiller, kribriform, solid yapılar yapabilir. Grade 1
DCIS sitolojisine hafif-orta derecede nekroz eklenmiştir veya hafif-orta derecede
nükleer atipi ile hafif nekroz vardır. Orta derecede atipi ve nekroz gösteren DCIS pek
bulunmaz. Şeffaf hücreli, iğsi hücreli tipler genellikle grade 2’dir.
Grade 3 DCIS: Nekroz olsun olmasın belirgin nükleer atipi vardır. Tek
tabakalı, mikropapiller, kribriform veya solid yapılar yapabilir. Saf taşlı yüzük
hücreliler, apokrin tiplerin çoğu ve komedo tipi hepsi grade 3’tür. Amorf
mikrokalsifikasyonlar sıktır.
DCIS yapısal olarak kribriform, mikropapiller, papiller, solid ve komedo; hücre
tipleri açısından şeffaf hücreli, taşlı yüzük hücreli, iğsi hücreli, skuamoz, apokrin,
nöroendokrin ve bunların kombinasyonları tipinde olabilir.
Komedokarsinom: Olguların % 45-67 ‘idir. Belirgin atipi, bol nekroz yapan
genellikle solid yapılar yapan kohezyonu az hücrelerden oluşur. Periduktal fibrozis ve
periduktal lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu bulunur. Myoepitel normal
görünümde olabildiği gibi zor görülebilecek kadar incelmiş olabilir veya hiç
olmayabilir. Komedokarsinomların ultrastrüktürel olarak bazal laminasının değiştiği,
komedo olmayan DCIS lere göre stromada daha fazla lenfosit, histiosit, fibroblast ve
küçük damarlar içerdiği gösterilmiştir(29).
İntraduktal papiller karsinom: Genişlemiş bir duktus içine yerleşmiş olan
lezyon dallara doğru ilerleyebilir. Prolifere fibrovasküler uzantılar yapar. Tanı için
papiller yapıların % 90’ından fazlasında myoepitel bulunmamalı, ve/veya % 90’ından
fazlası grade 1 DCIS içermelidir. Bu lezyonlar santral yerleşimli ve tek ise “intrakistik
papiller karsinom”, TDLU içinde multifokal ise “papiller tip DCIS” denir.
23
Mikroinvaziv karsinom :
Nadirdir. Genellikle yaygın bir grade 3 DCIS ile birliktedir. Klinik ve
mamografik özellikleri DCIS ile ilgilidir.
Mikroskopik olarak 1 mm, 2 mm veya 1mm’den küçük 2-3 odak olması
gerektiği şeklinde görüşler vardır. Bazıları da özelleşmiş lobül stromasının dışına
taşması gerektiğini söylemektedir. Mikroinvazyon her derece ve tip DCIS’da olabilir.
Genellikle, komedokarsinomda olduğu gibi, belirgin periduktal/perilobüler lenfositik
infiltrat veya dezmoplastik stroma vardır. Mikroinvazyon alanlarında myoepitel
hücreleri azalmış olabilir ama nadiren tamamen yok olurlar. Bazal membran da
devamlılığını yitirebilir ama tamamen kaybolmaz.
İnvazyon varlığında myoepitel hücrelerinin olmayışı immünhistokimyasal
tetkiklerle desteklenir. Myoepitel için düz kas aktin,kalponin, düz kas myozin ağır
zinciri boyanabilir. Bunlar, özellikle invaziv hücrelere yakın duran myofibroblastları
da boyayarak bunların myoepitel sanılmasına yolaçabilir.
Gerçek mikroinvaziv karsinomlarda aksiller lenf bezi metastazı çok düşüktür ve
klinik olarak DCIS gibi işlem görürler.
İntraduktal
proliferatif
lezyonlarda
duktus/asinus
çevreside
myoepitel
tabakasının var olması tanıyı etkilemez. Önemli olan proliferasyon alanlarındaki hücre
tipleridir. Bir duktus/asinus çevresinde myoepitel olmaması DCIS lehine düşündürür
ancak bazal membran sağlam olabileceği için invazyon anlamına gelmez. Yine de
myoepitel yokluğu invazyon önündeki önemli bir engelin aşılmış olduğuna işaret eder.
İnvaziv duktal karsinom, NOS: (İnfiltratif duktal karsinom)
İnvaziv karsinomların en büyük bölümünü (% 40-70) oluşturur. Spesifik bir tip
karsinom denebilecek kadar özelliği olmayan heterojen bir grubu içerir.
Makroskopik olarak özellik göstemez. Düzensiz yıldızsı kenarları olabildiği
gibi nodüler de olabilir. Serttir, keserken kumlu olduğu hissini verir, kesitinde sarı
çizgiler vardır.
Mikroskopik olarak kordonlar, kümeler, trabeküller, solid veya sinsisyal yapılar
yapar. Bazı olgularda tübül yapıları izlenebilir. Lobüler karsinom gibi sıralanmalar ve
targetoid yapı alanları olabilse de burada hücreler lobüler karsinom hücreleri gibi
değildir.
Karsinom
hücreleri
değişik
görünümlerde
olabilirler.
Sitoplazma
24
bol,eozinofiliktir, nüveler düzenli ya da oldukça pleomorfik olabilir. % 80’inde
genellikle komedo tip DCIS ile birliktedir. Stroma da değişik görünümlerde olabilir.
Oldukça hücresel fibroblastik stroma veya çok az bağ dokusu elemanları ya da belirgin
hyalinizasyon olabilir. Periduktal veya perivenöz elastozis, fokal nekroz, değişik
oranlarda lenfoplazmositer infiltrat olabilir.
Yaygın in situ komponent içeren invaziv duktal karsinom:
İnvaziv karsinomlardaki in situ duktal karsinom komponenti oldukça
değişkendir ve olguların çoğunda in situ ve invaziv komponentin grade’leri birbiri ile
paralellik göstermektedir. Eğer tümör içinde veya çevresinde invaziv tümörün
%25’inden fazlasını oluşturan in situ duktal karsinom var ise “yaygın in situ
komponent içeren invaziv duktal karsinom ” olarak isimlendirilmektedir. Bu durum
özellikle koruyucu cerrahi uygulanmış olgularda lokal nüksler açısından önem
taşımaktadır.(26)
Tubuler Karsinom:
Meme karsinomlarının %2 ’sini oluşturmaktadır. Ancak mamografinin tarama
amaçlı kullanımı ile yeni tekniklere bağlı olarak, 1 cm’den küçük tümörlerin
%10’unun tubuler karsinom olduğu gösterilmiştir. %10-56’sı aynı memede multifokal,
%9-38’i bilateraldir. Makroskopik olarak düzensiz sınırlı, çevreye doğru yıldızsı
uzantıları olan sert kıvamlı kitle oluşturur ve çoğunun çapı 1 cm’nin altındadır.
Histopatolojik incelemede sellüler stroma içinde küçük, üniform hücrelerin
oluşturduğu tubul yapıları görülür ve bu nedenle sklerozan adenozis ve radial skar gibi
benign
lezyonlar
ile
ayırıcı
tanı
güçlüğü
çekilen
olgularda
myoepitel
belirleyiciler(smooth muscle actin gibi) ile yapılacak immünhistokimyasal boyama ile
benign sklerozan lezyonlardan ayırd edilmeleri mümkündür.
Bu tümörlerin %90’ında östrojen reseptörü, %75’inde progesteron resptörü
pozitif, %95’inden fazlasında ise HER-2/neu negatiftir. Tubuler karsinomda prognoz
çok iyidir ve multifokal olgular dışında aksiler metastaz genellikle %10’dan azdır.
İnvaziv Kribriform Karsinom:
İnvaziv karsinomların nadir görülen bir tipi olup, tubuler karsinom gibi çok iyi
prognoza sahiptir. Tümöral kitle 1-3 cm çapında, sert kıvamlı, düzensiz sınırlıdır ve
çevreye doğru yıldızsı uzantıları vardır. Mikroskopik incelemede hafif ya da orta
25
derecede pleomorfizm gösteren hücrelerin oluşturduğu kribriform yapılar görülür.
Olguların %80’inde kribriform patternde in situ duktal karsinom tümöre eşlik
etmektedir. Genellikle östrojen ve progesteron reseptörü pozitif, HER-2/neu negatiftir.
Müsinöz(Kolloidal) Karsinom:
Az görülen bir tip olup, meme karsinomlarının %1-6’sını oluşturur. Daha çok
ileri yaş kadınlarda görülür ve prognoz iyidir. Makroskopik olarak yumuşak kıvamlı
ve iyi sınırlıdır. Kesit yüzeyi parlak ve jelatinöz görünümdedir. İyi sınırlı olmaları
nedeni ile klinik, radyolojik ve makroskopik olarak benign meme lezyonlarını taklid
edebilirler. Histopatolojik incelemede geniş ekstrasellüler müsin gölleri içinde yüzen
uniform hücrelerden oluşan küçük hücre adaları ve glandüler yapılar görülür. Hormon
reseptörleri genellikle pozitif, HER-2/neu negatiftir.
Medüller Karsinom:
Meme karsinomlarının %1-5’ini oluşturur. Bazı araştırmacılara göre, tanı
kriterlerine tam uyulduğu takdirde bu oran %1’in altına düşmektedir. Medüller
karsinom daha çok 50 yaş altındaki kadınlarda ve BRCA1 genini taşıyanlarda görülür.
İyi sınırlı, yumuşak kıvamlı kitle oluşturur ve bu nedenle klinik ve radyolojik olarak
fibroadenom gibi benign meme lezyonu olarak yorumlanabilir. Medüller karsinom
tanısı için iri, veziküler ve pleomorfik nukleuslu, belirgin nukleollü tümör hücrelerinin
oluşturduğu sinsityal büyüme paterninin tümörün %75’inden fazlasını oluşturması
gereklidir. Tümörde desmoplazi, glandüler yapılanma ve in situ karsinom yoktur veya
minimaldir. Tümör içinde ve çevresinde yoğun lenfoplazmositer hücre infiltrasyonu
izlenir ve tümör çevre meme dokusu ile ekspansif bir sınır oluşturur. Yüksek nükleer
grade, artmış mitotik aktivite ve hormon reseptör ekspreayonunun yokluğuna karşın
medüller karsinom invaziv duktal karsinoma göre biraz daha iyi prognoza sahiptir.
HER-2/neu overekspresyonu genellikle yoktur.
İnvaziv Papiller Karsinom:
İnvaziv meme karsinomlarının nadir görülen bir tipidir. Makroskopik olarak
genellikle iyi sınırlıdır. Fibrovasküler koru olan papiller yapıların varlığı karakteristik
mikroskopik özelliğidir. Prognoz genellikle iyidir.
26
İnvaziv Mikropapiller Karsinom:
Pür formu invaziv meme karsinomlarının %1-2’sini oluşturur. Daha fazla
sıklıkta mikst tipte invaziv karsinomlarda, invaziv duktal karsinoma eşlik eden ikinci
bir komponent şeklindedir. Histopatolojik incelemede lenfatik benzeri boşluklar içinde
yer alan küçük papiller yapılar görülmektedir. Bu tümörde lenfatik invazyon, lenf
nodu metastazı ve multifokalite sık olduğundan prognozları kötüdür.
Sekretuar(Jüvenil) Karsinom:
Nadirdir ve genellikle 30 yaş altındaki kadınlarda görülür. Genellikle iyi sınırlı
kitle oluştururlar. Mikroskopik olarak, sitoplazmasında PAS pozitif eozinofilik
materyal bulunan vakuollü sitoplazmalı hücrelerin oluşturduğu tubuloalveoler, papiller
ve solid yapılardan oluşmaktadır. Prognoz oldukça iyidir.
Metaplastik Karsinom:
Adenokarsinom ile birlikte sarkoma benzer iğsi hücreli alanlar, skuamöz
diferansiasyon, kondroid ve osseöz diferansiasyon alanları içeren tümör grubudur.
Bazen pür skuamöz hücreli karsinom şeklinde de görülebilir. Nadir bir tümör olup
prognozu kötüdür.
Nöroendokrin Karsinom:
Meme karsinomlarının %2-5’ini oluşturur. Genellikle ileri yaş kadınlarda
görülür. Bu grup tümörler gastrointestinal sistem ve akciğerdeki nöroendokrin
tümörlere benzer morfolojik özellikler gösterirler. Tümör hücrelerinin %50’sinden
fazlası nöroendokrin belirleyicileri eksprese etmektedir.
Apokrin Karsinom:
Nadir görülen tümör grubudur. Tümör hücreleri iri, geniş eozinofilik granüler
sitoplazmalı, belirgin nukleollü olup tubuler yapılar ve kordonlar oluşturmakta ya da
solid üreyiş göstermektedir. Olguların çoğunda ‘gross cystic disease fluid protein15(GCDFP-15) pozitiftir. Ancak apokrin karsinom dışındaki diğer malign meme
tümörlerinde de GCDFP-15 pozitifliği görülebilir. Prognozu aynı grade ve evredeki
invaziv duktal karsinom ile aynıdır. Östrojen ve progesteron reseptörleri genellikle
negatif, buna karşın androjen reseptörleri pozitiftir. Olguların yarısında HER-2/neu
overekspresyonu vardır.
27
İnflamatuar Karsinom:
İnvaziv meme karsinomlarının özel bir klinik prezentasyonudur. Yaygın dermal
lenfatik invazyon sonucunda lenfatik drenaj bozulur ve deride ödem yanı sıra eritem,
indurasyon, hassasiyet ve portakal kabuğu görünümü vardır. İnflamatuar bir durumu
taklit etmesi nedeniyle bu isim verilmiştir. Mikroskopik olarak herhangi bir
inflamatuar tablo yoktur. Altta yatan invaziv karsinom genellikle yüksek grade’li
invaziv duktal karsinomdur.
“Mikst tip karsinom”: Bir tümöre duktal tip NOS karsinom diyebilmek için o
tümörün % 50’sinden fazlasının özellik göstermemesi gerekir. Eğer duktal NOS patern
tümörün % 10-40’ını oluşturuyorsa ve gerisi de özel bir tip gösteriyor ise buna “mikst
duktal ve özel tip/lobüler karsinom” denir.
Pleomorfik karsinom: Bizzar dev hücrelerin tümörün %50’sinden fazlasını
oluşturduğu, nadir bir duktal tip NOS karsinomdur. Genellikle grade 3 tümörlerdir.
Osteoklastik dev hücreli karsinom: Osteoklastik dev hücreler içeren
stromada, genellikle fibroblastlar, bol vasküler yapılar, ekstravaze eritrositler,
lenfositler, histiositler bulunur. Tümör hücreleri iyi-orta derecede diferansiyedir.
Koryokarsinomatöz özellikler gösteren karsinom: Histolojik olarak çok
nadir koryokarsinomatöz hücreler içeren, serumda β-HCG yüksekliği görülen
tümörlerdir.
Melanotik özellikler gösteren karsinom: Çok az sayıda yayın vardır. Hem
duktal karsinom hem malign melanom hücre özelliklerini gösterir.
İnvaziv lobüler karsinom :
İnvaziv meme tümörlerinin %5-15’ini oluşturur .
Klinikte ele gelen kitle yapar. Mamografik olarak daha az mikrokalsifikasyon
izlenir .
Makroskopik olarak sınırlarını belirlemek zordur çünkü diffüz büyür .
Mikroskopik olarak küçük kohezyon göstermeyen hücreler, bağ doku içinde tek
tek yayılır ya da tek sıralı kordonlar yapar. Bu kordonlar sıklıkla normal duktuslar
çevresinde konsantrik patern oluşturur. Zemindeki yapılar fazla bozulmaz, stromal
reaksiyon fazla değildir. Neoplastik hücreler yuvarlak/oval nüveli, dar sitoplazmalıdır.
Bazı hücre sitoplazmalarında santral mukoid inkluzyon içeren intrasitoplazmik lümen
28
olabilir. Mitoz azdır. % 90 olguda lobüler karsinoma in situ bulunur. Bu görüntünün
dışında daha pleomorfik hücrelerin tabakalar oluşturduğu solid patern, normal lobüle
tip hücrelerin en az 20 hücrelik agregatlar oluşturduğu alveoler varyant, hücrelerin
daha atipik pleomorfik olduğu pleomorfik varyant ve klasik tip ile bu paterlerden bir
veya birkaçının karışımından oluşan mikst varyantları olabilir.
İnfiltratif lobüler karsinom infiltratif duktal karsinomdan daha az aksiller lenf
bezi metastazı yapmakla birlikte kemik, gastrointestinal sistem, uterus ,meninksler,
over ve diffüz serozal yayılım daha fazladır.
İnvaziv duktal karsinomlar ve tüm diğer invaziv tümörler tübül/gland oluşumu,
nükleer pleomorfizm ve mitoz sayısı açısından değerlendirilerek histolojik grade
verilir(5). Histolojik grade güçlü bir prognostik faktördür. Bugün Elston ve Ellis’in
geliştirdiği yöntem kullanılmaktadır :
Özellik
Skor
Tübül ve gland oluşumu
Tümörün çoğunluğu (>%75)
1
Orta derecede (%10-75)
2
Az var veya hiç yok(<10)
3
Nükleer pleomorfizm
Küçük, düzenli üniform hücreler
1
Orta derecede büyüme ve değişkenlikte artma
2
Belirgin değişkenlik
3
Mitoz sayısı/10 büyük bütütme alanı
29
Mikroskop alan büyüklüğüne göre
1-3
Alan çapı(mm)
0.44
0.59
0.63
Alanı(mm²)
0.152
0.274
0.312
1 puan
0-5
0-9
0-11
2 puan
6-10
10-19
12-22
3 puan
>11
>20
>23
Mitoz sayısı
Buna göre 3 değer toplanarak grade verilir:
Grade 1 : iyi diferansiye (3-5 puan)
Grade 2 : orta derecede diferansiye(6-7 puan)
Grade 3 : kötü diferansiye(8-9 puan)
Myoepitelyal Lezyonlar :
Memede myoepitel metaplastik apokrin hücrelerin çevresinde myoid görünüm
alır. Myoepitel sklerozan adenoziste özellikle belirgindir. Papillomlar içinde fokal
myoepitelyal hiperplazi alanları olabilir. Atrofik alanlarda da myoepitel hiperplazisi
görülebilir. Mikroglandüler adenoziste myoepitel tabakası yoktur ,bazal membran
kalın ve çok tabakalı görünümdedir(1, 5, 10).
Myoepitel kaynaklı tümörler: ilk olarak tükürük bezlerinde farkedilmiştir. Son
zamanlarda yumuşak dokularda da bulunmuştur.
Memede myoepitel kaynaklı olan ya da çoklukla myoepitel hücrelerinden
oluşan lezyonlar temel olarak adenoid kistik karsinom, pleomorfik adenom,
myoepitelyozis , adenomyoepitelyal adenozis, adenomyoepitelyoma (benign veya
malign) ve malign myoepitelyoma (myoepitelyal karsinom) dır(5).
Adenoid kistik karsinom sık değildir, pleomorfik adenom oldukça nadirdir ama
başka bölgelerde iyi tanındıkları için memede tanı koymak kolay olur.
30
Adenoid kistik karsinom: Meme karsinomlarının % 0.1-0.2’sinden daha azını
oluşturur. Morfolojik olarak tükürük bezindeki tümörleriyle aynıdır .Bununla birlikte,
tükürük bezinde çok agresif seyreden tümör memede oldukça iyi seyirlidir.
Makroskopik olarak genellikle iyi sınırlı mikrokistik yapıdadır.
Mikroskopik olarak trabeküler-tübüler , kribriform ve solid olmak üzere 3 temel
patern yapar. Kribriform yapıların bazılarında stromal psödolümenler bulunur.
Psödolümenlerin bir kısmı da bazal lamina benzeri materyal ile dolu olabilir. Gerçek
lümenlerin içinde eozinofilik sekret vardır. Bu ikili yapılanma iki tip hücre anlamına
gelir. Bazaloid hücreler dar sitoplazmalı,yuvarlak-oval nüvelidir. İkinci bir tip hücre
gerçek lümenleri döşer, eozinofilik sitoplazmalıdır. %15 olguda sebase hücreler de
bulunur.
İmmünhistokimyasal
olarak
eozinofilik
hücreler
sitokeratin
(+)’tir
ultrastrüktürel olarak bol tonofilaman, mikrovilluslar, granüler skretuar materyal ve
desmozomlar içerirler,epitelyaldirler. Bazaloid hücreler üniform ,santral oval nüveli
küboidal şekillidir. İmmünhistokimyasal olarak düz kas aktin, vimentin ve S-100
değişik
oranlarda
(+)’tir.
Ultrastrüktürel
olarak
sitoplazma
içinde
organel
azdır,sitoplazmik uzantıları, desmozomları, az ince sitoplazmik fibrilleri vardır.
Bunlarda, myoepitelyal hücrelerde bulunan ,yoğun cisimler yapan intrasitoplazmik
fibriller ve pinositik veziküller izlenmemekle birlikte bu hücreler myoepitelyal olarak
kabul edilir. Adenoid kistik karsinom adenomyoepitelyoma ve düşük dereceli
adenoskuamoz karsinom ile birlikte görülebilir(1).
Pleomorfik adenom: Memede çok nadirdir. Morfolojik olarak tükrük
bezindekinin aynısıdır. Üçte biri areola çevresinde görülür. Epitelyal ve myoepitelyal
hücrelerin değişik oranlardaki karışımından oluşan gruplar, kondromiksoid matriks
ve/veya ossifikasyon alanları görülür. Benigndir, basit eksizyon tedavi edicidir.
Kondroid stromal komponenti nedeniyle metaplastik karsinomlardan ve primer
sarkomlardan ayırılmalıdır(1).
F.A.Tavassoli ve J.Soares ‘in 2003 te Dünya Sağlık Örgütü için hazırladığı
myoepitelyal lezyonların histolojik sınıflaması şöyledir:
1–Myoepitelyozis
a-İntraduktal
b-Periduktal
31
2-Adenomyoepitelyal adenozis
3-Adenomyoepitelyoma
a-Benign
b-Malign değişiklikler içeren
-Adenomyoepitelyomadan kaynaklanan myoepitelyal karsinom
-Adenomyoepitelyomadan kaynaklanan epitelyal karsinom
-Malign epitelyal ve myoepitelyal komponentler
-Adenomyoepitelyomadan çıkan sarkom
-Adenomyoepitelyomadan çıkan karsinom
4-Malign myoepitelyoma ( Myoepitelyal karsinom )
Myoepitelyozis: Multifokal, sıklıkla mikroskopik boyutta lezyon iğsi-küboidal
myoepitelyal hücrelerin küçük duktuslar içine doğru veya çevresinde çoğalması ile
oluşur. İntraduktal çoğalan iğsi hücreli lezyonlarda belirgin palisadlanma olabilir,
küboidal hücrelerde nükleer çentikler olabilir. Nadiren atipi görülürse “atipik
myoepitelyozis” denmelidir. Periduktal tip genellikle sklerozis ile birliktedir ve
sklerozisin bir varyantı olduğu da düşünülür.
Adenomyoepitelyal adenozis: Çok nadirdir. Küboidal veya prizmatik
hücrelerle döşeli yuvarlak ya da düzensiz tübüler yapıların diffüz çoğalmasından
oluşur. Bu tübüller çevresinde fokal myoepitelyal hücre hiperplazileri vardır.
Genellikle bir adenomyoepitelyomanın çevresinde görülür ya da onunla kaynaşır.
Adenomyoepitelyoma: Prolifere myoepitel tabakaları ile çevrelenmiş epitel ile
döşeli küçük boşluklar izlenen ,makroskopik olarak iyi sınırlı, ortalama 2.5cm çapta
lezyonlardır.İğsi hücreli, tübüler veya lobüle büyüme paterni gösterebilir. Lobüle
paternde santral hyalinizasyon veya enfarkt gösteren fibröz septalar sıktır. Myoepitel
hücreler şeffaf, eozinofilik, hyalin (plasmasitoid) gibi değişik fenotiplerde izlenebilir.
Tübüler varyantın sınırları düzensizdir. Nadiren epitelyal ve/veya myoepitelyal
komponent malignleşebilir. Tübüler varyant, belirgin myoepitel hücreler gösterebilen
tübüler adenom ile karışabilir. Lobüle ve iğsi hücreli varyantlar genelde daha belirgin
kıkırdak
ve/veya
kemik
diferansiyasyonu
bulunan
pleomorfik
adenomdan
ayırılmalıdır.
32
Malign
myoepitelyoma:
Myoepitel
hücrelerininin
malign
tümörüdür.
Genellikle iyi sınırlı, 1-21 cm çapta, kanama–nekroz alanları içerebilen tümörlerdir.
Histolojik olarak belirgin atipi göstermeyen infiltratif iğsi hücrelerden oluşur. Ayırıcı
tanıda iğsi hücreli karsinomlar, fibromatozis ve değişik myofibroblastik lezyonlar
düşünülmelidir.
Meme karsinomu, immünoterapi ve Dendritik Hücreler:
1890 yılında York’lu bir cerrah olan William B Coley’in bazı sarkomlu
hastaları bakteriyel toksinle tedavi etmesi tümöre karşı immünoterapi düşüncesi ve
çalışmalarının başlangıç noktası olmuştur. Takip eden yıllarda tümör hücreleri ile
immün sistem arasındaki etkileşimin daha iyi anlaşılması ve immünoterapi alanındaki
teknik gelişmeler bu tedavi modeline klinikte uygulama olanağı sağlamıştır.(28)
T hücre fonksiyonları tümör hücrelerinin kontrolünde rol oynayan en önemli
immün sistem mekanizmasıdır.
T hücre aktivasyonunda ve saldırılarında rol oynayan faktörler
1-MHC antijenleri: MHC antijenleri 3 tiptir:
a-MHC-I: 8-9 aminoasitlik intrasellüler antijenlerin CD8 T- lenfositlere
sunulmasını sağlayan moleküllerdir
b-MHC-II: 12-15 aminoasitlik ekstrasellüler antijenlerin CD4 T-lenfositlere
sunulmasında rol oynayan moleküllerdir.
c-MHC-III: Heat-shock proteinler(özellikle HSP-70 tümör dokusunda fazlaca
ekspresse edilmekte ve bu nedenle aşı çalışmalarında kullanılmaktadır), TNF α gibi
immünolojik olarak aktif moleküllerdir.
2-Antijen sunan hücre(APC) sistemi: Bu sistem içinde monositler,
makrofajlar, granülositler hatta endotel hücreleri yer almaktadır.Ancak bu sistem
içinde bulunan dendritik hücreler(DH) diğerlerinden farklıdır. Diğer APC’den 100 kat
hızlıdır. Bunun nedeni:
a-DH daha fazla MHC molekülü eksprese ederler
b-Daha fazla kostimulatör molekül taşırlar. Kostimulatör moleküller, CD8 ve
CD4 T lenfositler ile APC üzerinde bulunan MHC-I ve MHC-II moleküllerinin
33
bağlanmasından sonra T lenfositin uyarılabilmesi için gerekli 2. sinyali oluştururlar.
Aksi halde T lenfositler MHC ile sunulan antijenlere karşı anerjik kalırlar.
c-Dendritik hücreler diğer APC’ler gibi ekstrasellüler antijenleri CD4 Tlenfositlere sunabilirken, farklı olarak ekstrasellüler antijenleri direk CD8 pozitif Tlenfositlere sunabilmektedirler.
3-İmmün sitokin yanıtın durumudur: Bugün için tanımlanan 3 tip sitokin
yanıt söz konusudur:
a-Th 1 sitokin yanıt: Başlıca interferon-?(IFN-?), IL-2, IL-12 kombinasyonunu
temsil etmekte olup hücresel immünitenin uyarımını ve T-lenfositlerin, özelliklede
sitotoksik T-lenfositlerin aktivasyonunu sağlamaktadır.
b-Th2 sitokin yanıt: Başlıca IL-4, IL-5, IL-6, IL-10 aracılığı ile gelişir ve daha
çok humoral immünitenin uyarılmasını indükler, ancak sitotoksik yanıta olumsuz
etkileri vardır.
c-Th3 sitokin yanıt: IL-10 ve TGF-β kombinasyonunu tanımlar, potent
immünosupressif özellik gösterir, bugün en çok multiple mylomda gözlenen sitokin
yanıt tipidir.
Tümörün immün sistemden kaçış mekanizmaları şu şekilde özetlenebilir:
1- Sitotoksik T-lenfositlerinden kaçış:
a. Tümör antijenlerinin saklanması
b. MHC moleküllerinin downregülasyonu
2- APC hücrelerinin fonksiyon kaybı
a. Dendritik hücrede kostimulan molekül ekspresyonunun olmaması yada
azalması
b. Dendritik hücrenin matürasyonunu engelleyen sitokinler IL-10 ve
transforming growth faktör beta (TGF-β)’nın salınımı,
3- Tümörlerin immunosupressif faktörler (VEGF, IL-10, TGF-β gibi) üretmesi,
4- Tümörle ilişkili T-lenfosit uyarımındaki değişiklikler,
5- Tümörün immün yanıtı Th1 yanıttan çok Th2 veya Th3 yanıta doğru
yönlendirmesi,
6- Tümör antijenlerinin vücudun kendi antijeni olarak tanınması ve bunun sonucunda
anerji gelişimi,
34
7- Tümörün çevresinde bulunan sitokinlerin T-lenfositlerinin gelişmesini engellemesi
8- Tümörden ekspresse edilen Fas ligand moleküllerinin T-lenfosit Fas ligand
reseptörleriyle etkileşmesi sonucu T- lenfosit ölümü(apoptosis)
Dendritik Hücreler:
Dendrit, Yunan dilinde dendon kelimesinden türetilmiş olup ağaç anlamına
gelir. Uzun stoplazmik uzantılarından dolayı nöronların dendritik uçlarını andırır.
Birçok organın bağ dokusunda bulunurlar. Lenfoid organların T bağımlı bölgelerinde
daha boldur. Mononükleer hücrelerin %0,1-1’ni oluşturur. Deri, burun mukozası,
respiratuar sistem ve intestinal sistem(Mide, barsak) gibi vücudun dışa açılan
bölgelerinde genelde yerleşim gösteririler.(30)
Dendritik hücreler, lokalizasyonlarına göre farklı isimlerle adlandırılırlar.
Örneğin derideki dendritik hücrelere Langerhans hücreleri adı verilir.
Dendritik hücrelerin fagositik aktiviteleri yok veya çok düşüktür. MHC Class I
ve Class II molekülü eksprese ederler. ATPaz aktiviteleri vardır. Buna karşın
peroksidaz aktiviteleri yoktur. Hareketli olabilirler.
Diğer hemopoetik hücreler gibi kemik iliği progenitör hücrelerinden
kaynaklanırlar. Hücreler daha sonra dalak ve deride özelleşirler. Dendritik hücrelerin
progenitörleri kemik iliği dışında periferik kan, kord kanı ve timustan da
kaynaklanabilir.
Dendritik hücreler normalde immatürdür. Yüksek endositik aktivite ve düşük Thücre aktivasyonu vardır. Virüs, bakteri, fungus ile temas ettiğinde matür dendritik
hücre haline dönüşürler. İnflamasyon, dendritik hücrelerin kemik iliğinden kan veya
lenf yoluyla periferal lenfoid organların T bağımlı bölgelerine göçünü uyarır.
Patojenleri fagosite eder. Hücre yüzeylerindeki MHC moleküllerini kullanarak
proteinleri degrade eder. Eş zamanlı olarak T- hücre aktivasyonu yapar. Kan yoluyla,
dalak ve lenfoid dokulara antijen sunan hücre görevi görerek yardımcı ve killer Thücre ile, B hücrelerini aktive eder.
İmmatür dendritik hücreler CD1a, CD4,CD11, CD207/Langerin gibi immün
markerlarla kuvvetli sitoplazmik boyanma gösterir. Matür dendritik hücreleri
35
göstermede CD40, CD80, CD83, CD86, CD208/DC , dendritik hücre aktivasyonunu
göstermede CMRF-44, CMRF-56 gibi immün markerlar kullanılmıştır.(19,20,21,44)
3. MATERYAL METOD:
Çalışmamız 2006-2007 yılları arasında S.B. Göztepe Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Patoloji Laboratuarında meme karsinomu tanısı almış 66(Altmışaltı)
modifiye radikal mastektomi olgusunun retrospektif olarak incelenmesi ile yapılmıştır.
Laboratuar kayıtlarından bu 66 vakaya ait patoloji raporları çıkarılarak, hastanın yaşı,
tümör çapı, histolojik alt tip, histolojik grade, in-situ komponent varlığı, lenfovasküler
invazyon, lenf nodu tutulumu, lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu gibi diğer
prognostik parametreler raporlarda incelenmiştir. Laboratuarımız preparat arşivinden
vakalara ait Hemotoksilen eozin(H&E) hazır preparatlar çıkarılarak prognostik
parametreler tekrar değerlendirilerek WHO-2003(World Health Organization) göre
tanı verildi.
Histolojik grade olarak Bloom-Richardson sisteminin Nottingham modifikasyonu
olarak tanımlanan gradeleme sistemi kullanılmıştır. Buna göre:
Özellik
skor
Tübül ve gland oluşumu
Tümörün çoğunluğu (>%75)
1
Orta derecede (%10-75)
2
Az var veya hiç yok(<10)
3
Nükleer pleomorfizm
Küçük, düzenli üniform hücreler
1
Orta derecede büyüme ve değişkenlikte artma
2
Belirgin değişkenlik
3
Mitoz sayısı/10 büyük bütütme alanı
36
Mikroskop alan büyüklüğüne göre
1-3
Alan çapı(mm)
0.44
0.59
0.63
Alanı(mm²)
0.152
0.274
0.312
1 puan
0-5
0-9
0-11
2 puan
6-10
10-19
12-22
3 puan
>11
>20
>23
Mitoz sayısı
Buna göre 3 değer toplanarak grade verilir:
Grade 1 : iyi diferansiye (3-5 puan)
Grade 2 : orta derecede diferansiye(6-7 puan)
Grade 3 : kötü diferansiye(8-9 puan)
Lenf nodu tutulumu var ve yok olarak değerlendirilmiştir.
Lenfovasküler invazyon endotelyal döşeyici hücrelerin seçildiği ve tümör hücre
gruplarının bu döşeyici hücrelerle temasta olduğu veya damar lümeninde tümör
trombu olan görüntüler esas alınarak var ve yok olarak değerlendirildi.
Lenfoplazmositer iltihabi hücre yanıtı semikuantitatif olarak değerlendirildi.
İltihabi yanıt yok(-), hafif(+), orta(++), şiddetli(+++) olarak değerlendirildi.
Hasta yaşı, tümör çapı, östrojen reseptörü, progesteron reseptörü, c-erb B2
reseptörü bilgileri arşiv kayıtlarından alındı.
Vakalara ait tümör camları tekrar incelenmiş ve immünhistokimyasal boyama
için uygun olanları invaziv tümör ve in situ tümör alanları içeren preparata ait parafin
blok arşivden çıkarılarak immünhistokimyasal işleme geçilmiştir. Seçilen hazır parafin
bloklardan H&E ve immünhistokimyasal boyama için poly-L-Lizin kaplı lamlara 3-4
µm’lik kesitler hazırlandı .
Ticari kit olarak CD1a, (Kullanıma hazır sıvı Mouse monoclonal antibody),
(Clone 010), Novocastra kullanıldı. Ara yıkamalar için hazır alınan konsantre fosfat
tamponlu solüsyon (Immuno PBS) 10 kat sulandırılarak hazırlandı.
37
İmmünhistokimyasal boyama için poly-L-Lizin kaplı lamlara alınan kesitler
etüvde 60°C’de 1 saat deparafinize edildi. Üç kere 5’er dakika ksilende, ikişer kere
3’er dakika alkolde bekletilerek rehidrate edildi. 10 dakika distile suda yıkandı.
Mikrodalga fırında 4 defa 5’er dakika EDTA Buffer içerisinde kaynatıldı.(750W,
350W, 350W,350W). Aynı tampon içerisinde 20 dakika oda ısısında soğumaya
bırakıldı. Distile su ile yıkandı. Dokuların etrafı PAP PEN kalemle çizildikten sonra
lamlar immünhistokimya setine alındı. Endojen peroksidaz aktivitesini ortadan
kaldırmak için % 3’lük hidrojen peroksi damlatılarak 20 dakika beklendi. 3 defa
PBS(Fosfat Buffer solüsyonu) ile yıkandı. 5 dakika süreyle Large Volume Ultra V
Block (Lab Vision) ile kaplanarak nonspesifik zemin boyanmasını önlemek için
protein blokajı yapıldı. Daha sonra bu solüsyon akıtıldı ve CD1a(Kullanıma hazır sıvı
Mouse monoclonal antibody) damlatılarak 60 dakika bekletildi. PBS ile 4 kere
yıkandı. Lamlara Large Volume Biotinylated Goat anti-polyvalent (Lab Vision)
damlatılıp 15 dakika beklendi. PBS ile 2 kere yıkandı. Large Volume Streptavidin
Peroxidase (Lab Vision) damlatılıp 15 dakika beklendi. PBS ile 2 kere yıkandı. AEC
kromojen (Lab Visison) hazırlanarak damlatıldı, 10-15 dakika bekletildi. Lamlar daha
sonra distile su ile yıkanıp zıt boya için10-15 dakika bekletildi. Lamlar daha sonra
distile su ile yıkanıp zıt boya için hematoksilen ile boyandı. Su bazlı kapatıcı (Mount
quick) ile kapatıldı .
İmmünreaktivitenin Değerlendirilmesi:
CD1a için pozitif kontrol olarak daha önce boyandığı bilinen deri kullanıldı. Bu
olguda dendritik hücrelerde sitoplazmik boyanma izlendi.
CD1a için sonuçlar
değerlendirilirken olympus BX51 mikroskobu kullanıldı. İn situ ve invaziv alanlarda
ayrı olarak değerlendirme yapıldı. Pozitif boyanan dendritik hücre sayısı yok(-),
ortalama 0-7 hücre boyanması(+), ortalama 8-20 hücre boyanması (++), 21 veya
üzerinde hücre boyanması (+++) olarak değerlendirildi.
İstatistiksel Değerlendirme:
Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metodların(ortalama, standart
sapma,sıklık dağılımları) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans
38
analizi alt grup karşılaştırmalarında Tukey çoklu karşılaştırma testi, nitel verilerin
karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde
değerlendirilmiştir.
4.BULGULAR:
Çalışmamız S.B. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2006-2007 yılları
arasında Patoloji laboratuarına gelen modifiye radikal mastektomi materyallerinden
seçilen tümü kadın 66 adet primer invaziv meme karsinomu tanısı almış olgulardan
oluşmaktadır.
En genç hasta 29, en yaşlı hasta 82 yaşında olup ortalama yaş 54,67+_11,07’
dir.
Olgularımızın 40’ı invaziv duktal karsinom, 7’si mikst karsinom, 5’i medüller
karsinom, 4’ü invaziv lobüler karsinom, 4’ü müsinöz karsinom, 2’si intrakistik papiller
karsinom, 1’i tübüler karsinom, 1’i metaplastik karsinom, 1’i kribriform karsinom, 1’i
nöroendokrin karsinom’dur.(Şekil 3)
Histolojik Alt Tipler
6%
3% 2%2% 2%2%
6%
7%
60%
10%
IDK
ILK
Tubuler K
Nöroendokrin K
Miks k
Müsinöz
Metaplastik
Medüller k
Intrakistik P K
Kribriform
Şekil 3. Histolojik alt tiplere göre tümörlerin dağılımı.
Olgularımızın 36’sı in situ komponent içerirken, 30’unun in situ komponenti
yoktur.(Şekil 4)
39
45%
In situ (+)
In situ (-)
55%
Şekil 4. İn situ komponentin varlığına göre vakaların dağılımı.
Olguların 2’si histolojik grade 1, 29’u histolojik grade 2, 30’u histolojik grade
3 olarak değerlendirilmiştir. 5 olgu medüller karsinom olduğu için histolojik
gradeleme yapılmamıştır. (Şekil 5)
3%
49%
Grade I
Grade II
48%
Grade III
Şekil 5. Histolojik grade’lere göre vakaların dağılımı.
Olgularımızın tümör çapları incelendiğinde en küçük çap 0,6 cm, en büyük çap
13 cm olup, ortalama tümör çapı 3,6 cm’dir.
34 vakada lenf nodu tutulumu var, 32 vakada lenf nodu tutulumu yok olarak
değerlendirilmiştir.(Şekil 6)
40
48%
Lenf nodu(+)
Lenf nodu(-)
52%
Şekil 6. Lenf nodu metastazına göre vakaların dağılımı.
Lenfovasküler invazyon açısından incelendiğinde; 54 vakada tümör pozitif, 12
vakada tümör yok olarak değerlendirilmiştir. (Şekil 7)
LVI
18%
LVI(+)
LVI(-)
82%
Şekil 7. LVİ varlığı açısından vakaların dağılımı.
Lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu 8 vakada negatif(-), 15 vakada
hafif derecede (+)pozitif, 14 vakada orta derecede (++)pozitif, 28 vakada şiddetli
derecede(+++) pozitif olarak değerlendirilmiştir.(Şekil 8)
41
12%
43%
HDF (-)
23%
HDF (+)
HDF (++)
HDF (+++)
22%
Şekil 8. HDF şiddetine göre vakaların dağılımı.
c-erb B2 olgularımızın 50’sinde (-), 6’sında (+), 3’ünde (++), 4’ünde (+++)
olarak değerlendirilmiştir. 3 olgunun c-erb B2 sonuçlarına arşiv kayıtlarımızdan
ulaşılamamıştır.(Şekil 9)
5%
6%
10%
C erb B2(-)
C erb B2(+)
C erb B2(++)
C erb B2(+++)
79%
Şekil 9. c- erb B2 boyanma oranına göre vakaların dağılımı.
Östrojen reseptörü en yüksek %95 pozitif , en düşük %0 negatif olarak
izlenmiştir.
Progesteron reseptörü en yüksek %100 pozitif, en düşük %0 negatif olarak
izlenmiştir.
CD1a ile yapılan immünhistokimyasal boyamada, in situ ve invaziv tümör
alanları ayrı olarak değerlendirildi.
42
İn situ alanlarda CD1a boyaması ile histolojik grade karşılaştırıldığında;
negatif(-) tipte boyanma izlenen olguların 7’si(%53,8) grade 2, 6’sı(46,2) grade 3’tür.
İn situ alanlarda negatif tipte boyanma izlenen grade 1 olgumuz yoktur. Bir pozitif(+)
tipte boyanma izlenen olgularımızın 1’i(%7,1) grade 1, 8’i(%57,1) grade 2, 5’i(%35,7)
grade 3’tür.
2 pozitif(++) tipte boyanma izlenen olguların 3’ü(%42,9) grade 2,
4’ü(%57,1) grade 3’tür. İn situ alanlarda (++) boyanma izlenen grade 1 vakamız
yoktur.(Tablo I, şekil 10 )
Tablo I: İn situ komponentte CD1a boyanması ile Histolojik grade,
lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B2’nin karşılaştırılması
İn-Situ
İn-Situ (-)
İn-Situ (+)
İn-Situ
n:13
n:16
(++) n:7
Grade 1
0
0,0%
1
7,1%
0
0,0%
Grade 2
7
53,8%
8
57,1%
3
42,9% χ²:2,11
Grade 3
6
46,2%
5
35,7%
4
57,1% P=0,714
Lenf Nodu
Yok
5
38,5%
6
37,5%
5
71,4% χ²:2,56
Tutulumu
Var
8
61,5%
10 62,5%
2
28,6% P=0,277
Yok
0
0,0%
1
6,7%
1
14,3% χ²:1,76
Var
13 100,0% 14 93,3%
6
85,7% P=0,413
(-)
2
15,4%
1
6,7%
1
14,3%
(+)
5
38,5%
1
6,7%
3
42,9%
(++)
2
15,4%
5
33,3%
0
0,0%
(+++)
4
30,8%
8
53,3%
3
42,9% P=0,241
(-)
11
84,6%
12 80,0%
6
85,7%
(+)
1
7,7%
0
0,0%
0
0,0%
(++)
0
0,0%
2
13,3%
0
0,0%
(+++)
1
7,7%
1
6,7%
1
14,3% P=0,579
Histolojik
Grade
LVI
HDF
Cerb_B2
χ²:7,96
χ²:4,72
43
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının histolojik grade dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,714). Tümörün histolojik grade ile in situ
komponentte CD1a boyanma oranları arasında korelasyon yoktur.
İn situ alanlarda CD1a boyanma ile lenf nodu tutulumu karşılaştırıldığında,
negatif(-) tipte boyanma izlenen olguların 5’inde(%38,5) lenf nodu metastazı yoktur.
Negatif tipte boyanma izlenen olguların 8’inde(61,5) lenf nodu metastazı vardır. 1(bir)
(+) tipte boyanma izlenen olguların 6’sında lenf nodu metastazı yokken
10’unda(%62,5) lenf nodu metastazı vardır. İki (++) tipte boyanma izlenen olguların
5’inde (%71,4) lenf nodu metastazı yokken, 2’sinde(%28,6) lenf nodu metastazı
vardır.(Tablo I, Şekil 11)
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının lenf nodu tutulumu dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,277). Lenf nodu tutulumu ile in situ
komponentte CD1a boyanma oranları arasında korelasyon yoktur.(Tablo I,Şekil 11)
İn situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu ile lenfovasküler invazyon(LVİ)
karşılaştırıldığında, boyanma izlenmeyen olguların tümünde LVİ vardır. 1(bir) pozitif
tipte boyanma gösteren olguların 1’inde LVİ izlenmezken, 14’ünde(%93,3) LVİ
vardır. 2(++) tipte boyanma izlenen olguların 1’inde(%14,3) LVİ yokken,
6’sında(%85,7) LVİ vardır.(Tablo I, şekil 11)
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının LVI dağılımları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (p=0,413).
İn situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu ile HDF karşılaştırıldığında, CD1a
ile boyanma izlenmeyen vakaların 2’sinde(%15,4) HDF yokken, 5’inde(%38,5) hafif
derecede(+), 2’sinde(%15,4) orta derecede(++), 4’ünde(%30,8) şiddetli(+++) HDF
vardır. (+) tipte boyanma izlenen olguların 1’inde(%6,7) HDF yokken, 1’inde(%6,7)
hafif derecede(+), 5’inde(%33,3) orta derecede(++), 8’inde şiddetli(+++) HDF vardır.
(++) pozitif tipte boyanma izlenen olguların 1’inde(%14,3) HDF yokken,
3’ünde(%42,9) hafif derecede(+), 3’ünde(%42,9) şiddetli HDF vardır.(Tablo I, Şekil.
11)
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının HDF dağılımları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (p=0,241).
44
İn situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu ile c-erb B2 karşılaştırıldığında,
CD1a ile boyanma izlenmeyen olguların 11’i(%84,6) c-erb B2 (-), 1’i(%7,7) c-erb B2
(+), 1’İ(%7,7) c-erb B2(+++)’tir. (+) tipte boyanma izlenen olguların 12’si(%80) c-erb
B2(-), 2’si(%13,3) c-erb B2(++), 1’i(%6,7) c-erb B2(+++)’tir. (++) tipte boyanma
izlenen olguların 6’sı(%85,7) c-erb B2(-), 1’i(%14,3) c-erb B2 (+++)’tir.
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının c-erb B2 dağılımları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (p=0,579).(Tablo I, Şekil 11)
Tablo II. İn situ komponentte CD1a boyanma ile yaş, tümör çapı, ÖR%,
PR%’ nin karşılaştırılması
İn-Situ
Yaş
İn-Situ (-)
İn-Situ (+)
İn-Situ
n:13
n:16
(++) n:7
F
P
58±15,41
1,87
0,17
4,64±2,43
1,34
0,275
35±45
1,36
0,271
1,06
0,359
55,54±13,74 48,81±8,42
Tümör çapı
(cm)
3,39±1,75
3,39±1,57
ÖR %
52,31±31,93 29,67±37,2
PR %
56,92±34,07 36,67±34,83 47,14±45,45
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının yaş ortalamaları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (p=0,17).(Tablo II)
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının tümör çapı ortalamaları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (p=0,275).(Tablo II, Şekil 12)
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının ÖR % ortalamaları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (p=0,271).(Tablo II, Şekil 13)
İn-Situ (-), (+) ve (++) gruplarının PR% ortalamaları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (p=0,359).(Tablo II, Şekil 13)
45
Tablo III. İn situ komponentte CD1a boyanma oranının tümör histolojik alt
gruplarına göre dağılımı.
CD1a/İn-situ İn-Situ (-) n:13 İn-Situ (+) n:16 İn-Situ (++) n:7
Kribriform K.
0
0,00%
1
6,30%
0,00%
Medüller K
0
0,00%
2
12,50%
0,00%
Metaplastik K
0
0,00%
Mikst K
2
15,40%
Müsinöz K
2
15,40%
İDK
7
53,80%
İLK
1
7,70%
İntrakistik PK
1
7,70%
2
0,00%
1
14,30%
12,50%
1
14,30%
0,00%
10
1
0,00%
62,50%
4
57,10%
0,00%
1
14,30%
6,30%
0,00%
Tablo IV. İnvaziv komponentte(kanser) CD1a boyanma oranının in situ
komponentte CD1a boyanma oranı ile karşılaştırılması
Kanser
Kanser (-)
Kanser (+)
n:15
n:15
Kanser (++) Kanser (+++)
n:15
n:21
(-)
4
50,0%
4
50,0%
1
10,0%
4
40,0%
CD1a/In-situ (+)
2
25,0%
4
50,0%
7
70,0%
3
30,0% χ²:7,71
2
25,0%
0,0%
2
20,0%
3
30,0% p=0,26
(++)
İnvaziv ve in situ komponette CD1a boyanma yoğunlukları karşılaştırıldığında,
invaziv alanlarda CD1a boyanması göstermeyen olguların 4’ünde(%50) in situ
alanlarda boyanma izlenmezken, 2’sinde(%25) (+), 2’sinde(%25) (++) boyanma
izlenmiştir. İnvaziv alanlarda (+) tipte boyanma gösteren olguların 4’ünde(%50) in
situ alanda boyanma izlenmezken, 4’ünde(%50) (+) tipte boyanma izlenmiştir. İnvaziv
(++) tipte boyanma gösteren olguların 1’inde(%10) boyanma izlenmezken,
7’sinde(%70) (+), 2’sinde(%20) (++) tipte boyanma izlenmiştir. İnvaziv alanlarda
46
(+++) tipte boyanma gösteren olguların 4’ünde(%40) boyanma izlenmezken,
3’ünde(%30) (+), 3’ünde(%30) (++) tipte boyanma izlenmiştir.
İnvaziv ve İn-Situ pozitifliği dağılımları arasında istatistksel olarak anlamlı bir
uyum gözlenmemiştir (wk :0,131 =0,124). (Tablo IV)
Tablo V. Kanserde(invaziv meme karsinomunda) CD1a boyanma oranının
histolojik alt gruplara göre dağılımı.
Kanser (-)
Kanser
Kanser
Kanser
n:15
(+) n:15
(++) n:15
(+++) n:21
Kribriform K. 0 0,00%
0,00% 1 6,70%
0,00%
Medüller K
0,00% 4 26,70%
1
4,80%
0,00%
0,00%
1
4,80%
Mikst K
3 20,00% 3 20,00%
0,00%
1
4,80%
Müsinöz K
0 0,00% 1 6,70% 1 6,70%
2
9,50%
NK
1 6,70%
0,00%
0,00%
0,00%
Tübüler K
1 6,70%
0,00%
0,00%
0,00%
İDK
9 60,00% 9 60,00% 8 53,30% 14 66,70%
CD1a/Tümör
0 0,00%
Metaplastik K 0 0,00%
İLK
0,00% 2 13,30% 1 6,70%
İntrakistik PK 1 6,70%
1
4,80%
1
İnvazin alanlarda CD1a boyanması ile tümör grade’i karşılaştırıldığında;
CD1a negatif(-) olguların 1’i(%6,7) grade 1, 4’ü(%26,7) grade 2, 10’u(%66,7) grade
3’tür. (+) tipte boyanma izlenen olguların 8’i(%53,3) grade 2, 7’si(%46,7) grade 3’tür.
(++) tipte boyanma izlenen olguların 1’i(%9,1) grade 1, 6’sı(%54,5) grade 2,
4’ü(%36,4) grade 3’tür. (+++) tipte boyanma izlenen olguların 11’i(%55) grade 2,
9’u(%45) grade 3’tür. (Tablo VI, Şekil 14)
İnvaziv meme karsinomunda (-), (+), (++), (+++) gruplarının histolojik grade
dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,42). İnvaziv meme
karsinomunda CD1a boyanma oranı ile grade arasında korelasyon yoktur.
47
Tablo VI. Kanserde(invaziv meme karsinomunda) CD1a boyanma oranının
Histolojik grade, lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B2’nin karşılaştırılması.
Kanser (-)
Kanser
n:15
Grade 1
1
6,7%
Grade 2
4
26,7%
Grade 3
10
Lenf Nodu
Yok
Tutulumu
Histolojik
Grade
LVI
HDF
Cerb_B2
Kanser (+) Kanser (++)
n:15
n:15
Kanser
(+++) n:21
0,0%
1
9,1%
8
53,3%
6
54,5%
11
55,0% χ²:6,02
66,7%
7
46,7%
4
36,4%
9
45,0% p=0,42
6
40,0%
6
40,0%
10
66,7%
10
47,6% χ²:2,85
Var
9
60,0%
9
60,0%
5
33,3%
11
52,4% p=0,414
Yok
2
13,3%
4
26,7%
2
14,3%
3
14,3% χ²:1,32
Var
13
86,7%
11
73,3%
12
85,7%
18
85,7% p=0,724
(-)
5
33,3%
0,0%
2
14,3%
1
4,8%
(+)
3
20,0%
6
40,0%
3
21,4%
3
14,3%
(++)
3
20,0%
4
26,7%
2
14,3%
5
23,8% χ²:13,8
(+++)
4
26,7%
5
33,3%
7
50,0%
12
57,1% p=0,127
(-)
12
85,7%
11
73,3%
12
80,0%
15
78,9%
(+)
2
14,3%
1
6,7%
1
6,7%
2
10,5%
(++)
0,0%
3
20,0%
(+++)
0,0%
0,0%
0,0%
0,0%
2
13,3%
0,0%
2
χ²:13,8
10,5% p=0,127
İnvaziv meme karsinomunda CD1a boyanması ile lenf nodu tutulumu
karşılaştırıldığında, invaziv alanlarda CD1a boyanması izlenmeyen olguların
6’sında(%40) lenf nodu metastazı yokken, 9’unda(%60) lenf nodu metastazı vardır.
(+) tipte boyanma izlenen olguların 6’sında(%40) lenf nodu metastazı yokken,
9’unda(%60) lenf nodu metastazı vardır. (++) tipte boyanma izlenen olguların
10’unda(%66,7) lenf nodu metastazı yokken, 5’inde(%33,3) lenf nodu metastazı
vardır. (+++) tipte boyanma izlenen olguların 10’unda(%47,6) lenf nodu metastazı
yokken, 11’inde(%52,4) lenf nodu metastazı vardır. (Tablo VI, Şekil 15)
48
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının lenf nodu tutulumu
dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,414). Lenf nodu
tutulumu ile invaziv alanlarda CD1a boyanması arasında korelasyon yoktur.
İnvaziv alanlarda CD1a boyanması ile LVİ karşılaştırıldığında; kanserde CD1a
boyanması göstermeyen olguların 2’sinde(%13,3) LVİ izlenmezken, 13’ünde(86,7)
LVİ vardır. (+) tipte boyanma gösteren olguların 4’ünde(%26,7) LVİ izlenmezken,
11’inde(%73,3) LVİ vardır. (++) tipte boyanma gösteren olguların 2’sinde(%14,3)
LVİ izlenmezken 12’sinde(%85,7) LVİ vardır. (+++) tipte boyanma gösteren olguların
3’ünde(%14,3) LVİ izlenmezken, 18’inde(%85,7) LVİ vardır. (Tablo VI, Şekil 15)
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının LVI dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,724). LVİ ve invaziv alanlarda CD1a
boyanması arasında korelasyon yoktur.
Lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu(Host defence faktör HDF) ile
invaziv alanlarda CD1a boyanması karşılaştırıldığında; invaziv alanlarda CD1a ile
boyanma izlenmeyen olguların 5’inde(%33,3) HDF yokken, 3’ünde(%20) hafif
derecede(+), 3’ünde(%20) orta derecede(++), 4’ünde(%26,7) şiddetli HDF vardır. (+)
tipte boyanma izlenen olguların 6’sında(%40) hafif derecede(+), 4’ünde(%26,7) orta
derecede(++), 5’inde(%33,3) şiddetli HDF vardır. (++) tipte boyanma izlenen
olguların 2’sinde(%14,3) HDF yokken, 3’ünde(%21,4) hafif derecede(+),
2’sinde(14,3) orta derecede(++), 7’sinde(%50) şiddetli HDF vardır. (+++) tipte
boyanma izlenen olguların 1’inde(%4,8) HDF yokken, 3’ünde(%14,3) hafif
derecede(+), 5’inde(%23,8) orta derecede(++), 12’sinde(%57,1) şiddetli(+++) HDF
vardır. (Tablo VI, Şekil 15)
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının HDF dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,127). Bizim çalışmamızın sonuçlarına göre
kanserde CD1a boyanması ile HDF arasında korelasyon yoktur.
c-erb B2 ile invaziv alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu karşılaştırıldığında;
invaziv alanlarda CD1a boyanması izlenmeyen olguların 12’si(%85,7) c-erb B2(-),
2’si(%14,3) c-erb B2(+)’tir. (+) tipte boyanma izlenen olguların 11’i(%73,3) c-erb B2
(-), 1’i(%6,7) c-erb B2(+), 3’ü(%20) c-erb B2 (++)’tir. (++) tipte boyanma izlenen
olguların 12’si(%80) c-erb B2 (-), 1’i(%6,7) c-erb B2(+), 2’si(%13,3) c-erb
49
B2(+++)’tir. (+++) tipte boyanma izlenen olguların 15’i(%78,9) c-erb B2 (-),
2’si(%10,5) c-erb B2 (+), 2’si(%10,5) c-erb B2(+++)’tir.
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının c-erb B2 dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,127).(Tablo VI, Şekil 15)
TabloVII. Kanserde(invaziv alanlarda) CD1a boyanma oranları ile yaş, tümör
çapı, ÖR%, PR%’in karşılaştırılması.
Kanser
(-) n:15
(+) n:15
(++) n:15
(+++) n:21
F
54,67±11,07 54,2±11,24 53,47±16,66 56,67±13,57 0,195
Yaş
P
0,899
Tümör çapı
4,66±3,08
2,92±1,98
ÖR %
52,86±37,45
PR %
(cm)
3,3±1,67
3,1±1,40
2,265
0,09
42±35,9
35,33±38,57 44,47±37,56 0,543
0,655
60,71±38,07 64±27,98
34,33±35,3 49,74±36,15 2,224
0,095
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının yaş ortalamaları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,899).(Tablo VII)
İnvaziv alanlarda(-), (+), (++), (+++) gruplarının tümör çapı ortalamaları
arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,09).(Tablo VII, Şekil 16)
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının ÖR % ortalamaları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,655).(TabloVII, Şekil 17)
İnvaziv alanlarda (-), (+), (++), (+++) gruplarının PR% ortalamaları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,095).(Tablo VII, Şekil 17)
50
Şekil 10: İn situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğunun
histolojik grade göre dağılımı.
İn-Situ (-)
100%
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Yok
Var
Lenf Nodu
Tutulumu
Yok
Var
LVI
İn-Situ (+)
(-)
(+)
(++)
İn-Situ (++)
(+++)
HDF
(-)
(+)
(++)
(+++)
Cerb_B2
Şekil 11: Lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B2 ile in situ komponentte CD1a
boyanma yoğunlukları.
51
Tümör çapı (cm)
5
4
3
2
1
0
İn-Situ (-)
İn-Situ (+)
İn-Situ (++)
Şekil 12: Tümör çapı ile in situ komponentte CD1a boyanma yoğunluklarının
karşılaştırılması.
İn-Situ (-)
İn-Situ (+)
İn-Situ (++)
60
50
40
30
20
10
0
ÖR %
PR %
Şekil 13: Hormon yüzdelerine göre in situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu.
52
Şekil 14: Histolojik grade göre kanserde(invaziv alanlarda) CD1a
boyanma yoğunluğunun dağılımı.
Kanser (-)
90%
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Yok
Var
Lenf Nodu
Tutulumu
Kanser (+)
Yok
Var
LVI
(-)
Kanser (++)
Kanser (+++)
(+)
(-)
(++) (+++)
HDF
(+)
(++) (+++)
Cerb B2
Şekil 15: Lenf nodu tutulumu, LVİ, HDF, c-erb B 2 pozitifliğine göre
kanserde(invaziv alanlarda) CD1a boyanma yoğunluğunun dağılımı.
53
Tümör çapı (cm)
5
4,5
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
Kanser (-)
Kanser (+) Kanser (++) Kanser (+++)
Şekil 16:Tümör çapına göre kanserde(invaziv alanlarda) CD1a boyanma
yoğunluğunun dağılımı.
Kanser (-)
Kanser (+)
Kanser (++)
Kanser (+++)
70
60
50
40
30
20
10
0
ÖR %
PR %
Şekil 17: Hormon reseptör yüzdelerine göre kanserde(invaziv alanlarda) CD1a
boyanma yoğunluklarının dağılımı.
54
5. TARTIŞMA:
Meme karsinomu kadınlarda en sık görülen karsinom olup kansere bağlı ölüm
nedenleri arasında akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Görülme
yaşı 40-55 arasındadır.
Meme karsinomlarında etkili prognostik faktörlerin belirlenmesi, adjuvan tedavi
uygulanabilecek rekürrens olasılığı yüksek, riskli grupların seçilebilmesi için şarttır.
Meme karsinomunda prognozu etkileyen birçok özellik, patolog tarafından kolaylıkla
saptanabilir. Bu hem prognozun belirlenmesinde hem de hastanın tedavisinin
yönlendirilmesinde faydalı olmaktadır. Prognoz tedavi sonrası nükse kadar geçen
hastalıksız ve hastalıklı toplam sağ kalım süresi ile değerlendirilir. Bu süreyi etkileyen
birçok neden vardır. Bunlardan bir kısmı hasta ile ilgili iken büyük bir kısmıda hastada
var olan tümörün özelliklerine bağlı olanlardır.(42)
Günümüzde kanser tedavisinde çok önemli gelişmeler olmasına rağmen
metastatik veya tekrarlayan malignensilerin ortalama yaşam sürelerinde herhangi bir
değişikliğin olmadığı görülmektedir. Birçok hastada tedaviye dirençli minimal
rezidüel hastalığın bulunması klinik olarak hastalığın ilerlemesi veya nükslere neden
olmaktadır.(28) Bu durumda minimal rezidüel hastalığın immün sistem tarafından yok
edilmesini amaçlayan immünoterapi çalışmalarını gündeme getirmiş ve dendritik
hücreler hakkındaki çalışmalar artmıştır.
Dendritik hücreler antijen sunan hücreler(APC) grubunun üyesidir.
İlk olarak Paul Langerhans tarafından epidermiste tespit edilmiştir. Daha sonra
farklı organlarda gösterilmiştir. Özofagus, rektum, serviks, timus, lenf nodu, akciğer,
meme vs. (40)
Birçok organın bağ dokusunda bulunurlar. Lenfoid organların T bağımlı
bölgelerinde daha boldur. Mononükleer hücrelerin %0,1-1’ni oluşturur. Deri, burun
mukozası, respiratuar sistem ve intestinal sistem(Mide, barsak) gibi vücudun dışa
açılan bölgelerinde genelde yerleşim gösteririler.(30)
55
Dendritik hücreler, lokalizasyonlarına göre farklı isimlerle adlandırılırlar.
Örneğin derideki dendritik hücrelere Langerhans hücreleri adı verilir.
Dendritik hücrelerin fagositik aktiviteleri yok veya çok düşüktür. MHC Class I
ve Class II molekülü eksprese ederler. ATPaz aktiviteleri vardır. Buna karşın
peroksidaz aktiviteleri yoktur. Hareketli olabilirler.
Diğer hemopoetik hücreler gibi kemik iliği progenitör hücrelerinden
kaynaklanırlar. Hücreler daha sonra dalak ve deride özelleşirler. Dendritik hücrelerin
progenitörleri kemik iliği dışında periferik kan, kord kanı ve timustan da
kaynaklanabilir.
Dendritik hücreler normalde immatürdür. Yüksek endositik aktivite ve düşük Thücre aktivasyonu vardır. Virüs, bakteri, fungus ile temas ettiğinde matür dendritik
hücre haline dönüşürler. İnflamasyon, dendritik hücrelerin kemik iliğinden kan veya
lenf yoluyla periferal lenfoid organların T bağımlı bölgelerine göçünü uyarır.
Patojenleri fagosite eder. Hücre yüzeylerindeki MHC moleküllerini kullanarak
proteinleri degrade eder. Eş zamanlı olarak T- hücre aktivasyonu yapar. Kan yoluyla,
dalak ve lenfoid dokulara antijen sunan hücre görevi görerek yardımcı ve killer Thücre ile, B hücrelerini aktive eder.
Dendritik hücreler primer meme karsinomunda bulunmasına rağmen kansere
karşı immün cevapta rolleri ve klinik sonuçları hala netlik kazanmamıştır.(20)
Meme karsinomunda immatür dendritik hücreler tümör içinde, matür dendritik
hücreler daha çok tümör çevresinde izlenmiştir. İmmatür dendritik hücreler
intrasellüler MHC class II molekülü eksprese etmektedir. Matür dendritik hücreler
yüzeyinde MHC class II molekülü taşırlar.(19)
İmmatür dendritik hücreleri göstermede CD1a, CD207/Langerin; matür
dendritik hücreleri göstermede CD83, CD208/DC , dendritik hücre aktivasyonunu
göstermede CMRF-44, CMRF-56 gibi immün markerlar kullanılmaktadır.(19,20,21)
Literatürde meme karsinomunda prognostik faktörlerle ilgili çok sayıda çalışma
olmasına rağmen, CD1a ile ilgili çalışmalar yeni ve sınırlı sayıdadır.
Bu çalışmada invaziv karsinom tanısı almış 66 radikal mastektomi olgusunda
histolojik alt tip, yaş, grade, tümör çapı, metastatik lenf nodu, lenfovasküler invazyon,
östrojen reseptörü, progesteron reseptörü, c-erb B2, lenfoplazmositer iltihabi hücre
56
infiltrasyonu ile in situ ve invaziv tümör alanlarında dendritik hücrelerde CD1a
boyanması arasındaki ilişki araştırılmıştır.
Çalışmamızda histolojik alt tiplere göre invaziv ve in situ alanlarda CD1a
boyanma yoğunlukları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Bunun vaka sayımızın az olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Çalışmamızda
bazı histolojik alt tiplerde (metaplastik karsinom, müsinöz karsinom, nöroendokrin
karsinom vs.) 1-2 olgu bulunmaktadır. Daha geniş bir seride anlamlı ilişki bulunabilir.
Tohru Tsuge, Mitsunori Yamakawa ve Masaru Tsukamoto 10’u in situ duktal
karsinom, 75’i invaziv duktal karsinom (25’i Papillotubular, 25’i solid-tubuler, 25’i
skiröz ) olan toplam 85 vakadan oluşan seride yapmış oldukları çalışmada; kanser
histolojik alt tipi, lenf nodu metastazı, lenfatik invazyon, vasküler invazyon ile
tümörde
CD1a
ve
S-100
boyanma
yoğunlukları
arasındaki
korelasyonu
karşılaştırmışlardır. Bu çalışmada CD1a boyanma yoğunluğunu solid-tubuler
karsinomda papillo tubuler ve skiröz karsinomdan daha fazla saptamışlardır. Skiro
karsinomda CD1a yoğunluğunun daha düşük bulunmasının nedenini, stromanın daha
dens fibröz olmasına ve infiltrattaki dendritik hücrelerin hasarlı olmasına
bağlamışlardır. (35)
Çalışmamızda yaş ile invaziv ve insitu alanlarda CD1a boyanması arasında bir
ilişki bulunmamıştır. Literatürde yaş ile CD1a boyanma oranı arasındaki ilişkiyi
araştıran yayına rastlanmamıştır.
Çalışmamızda invaziv alanlarda CD1a ekspresyonu göstermeyen olguların
büyük çoğunluğu %66,7 grade 3’tür. İnvaziv alanlarda (+++) tipte boyanma grade 2 ve
grade 3 olgularda birbirine oldukça yakın bulunmuştur. Bizim çalışmamızda grade ile
invaziv alanlarda CD1a boyanma oranları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır.
Isabelle Treilleux, Jean-Yves Blay 152 hastayı kapsayan metastaz yapmamış
meme karsinomunda yapmış oldukları çalışmada grade ve CD1a boyanma yoğunluğu
arasında ilişki saptamamışlardır(20)
EE Hillenbrand, AM Neville ve BJ Coventry frozen kesitlerde yapmış
oldukları, 52 duktal karsinom olgusundan oluşan seride grade ile CD1a boyanma
oranları arasında ilişki saptamamışlardır. (24)
57
BJ Coventy, P-L Lee ve BJ Coventy, J Morton yapmış oldukları 2 ayrı
çalışmada grade ve CD1a boyanma oranları arasında korelasyon bulmamıştır.(21,22)
Farklı tümörlerde(mide, özofagus,serviks transizyonel hücreli karsinomda)
tümör grade ile CD1a boyanma yoğunlukları arasında ters korelasyon saptanmıştır.
(24) Bu veri CD1a fazla ekspresse eden tümörlerin daha iyi prognoza sahip olduğu
hipotezini desteklemektedir(24,33)
Biz farklı histolojik tipte olgulardan oluşan bir seride bu çalışmayı yaptık ve
biliyoruz ki meme karsinomunda prognozu etkileyen çok sayıda parametre
bulunmaktadır. Prognostik parametreleri(Lenf nodu tutulumu, LVİ, histolojik tip,
hormon reseptör durumları vs.) birbirine yakın yeterli sayıda olgudan oluşmuş bir
seride yapılacak olan çalışmada meme karsinomunda da anlamlı sonuç elde edilebilir.
Çalışmamızda in situ alanda CD1a boyanma yoğunlukları grade 2 ve grade 3
olgularda birbirine oldukça yakındır. İn situ komponentte sahip grade 1 vakamız bir
adettir. Bizim çalışmamızda grade ile in situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır.
EE. Hillenbard, AM Neville ve BJ Coventry yapmış oldukları 52 vakayı
kapsayan çalışmada,
in situ alanlarda CD1a yoğunluğu ile grade arasında ilişki
saptamamışlardır. Ancak in situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğunun karsinom
alanlarından az olduğunu saptamışlardır.(24)
Çalışmamızda tümör çapı ile in situ ve invaziv alanlarında CD1a boyanma
yoğunlukları arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Isabelle Treilleux, Jean-Yves Blay yaptıkları 152 olgudan oluşan çalışmada
tümör çapı ile CD1a boyanma yüzdeleri arasında anlamlı ilişki saptamamışlardır.(20)
BJ Coventry ve Morton 48 vakadan oluşan seride CD1a boyanma yoğunluğu
ile tümör çapı, lenf nodu durumu, histolojik grade, lenfovasküler invazyon, Ki-67
indeksi ve NPİ karşılaştırmışlardır. Bu çalışmada tümör çapı ile CD1a boyanma
yoğunluğu arasında korelasyon saptanmamışlardır.(22)
Çalışmamızda tümör çapları arasında gruplama yapılmamış olup, tümör çapı
sayısal olarak her olgunun ki ayrı olarak değerlendirilmiştir. Aynı evredeki tümör
çapları arasında gruplama yapmış olsaydık anlamlı bir sonuç elde edebilirdik.
58
Çalışmamızda invaziv alanlarda negatif(-) ve (+) tipte boyanma izlenen
olgularda %60 oranında lenf nodu metastazı varken, (++) tipte boyanma izlenen
olgularda %66,7 oranında lenf nodu metastazı yoktur. İn situ alanlarda boyanma
izlenmeyen ve (+) tipte boyanma izlenen olgularda %61,5-%62,5 oranında lenf nodu
metastazı varken, (++) tipte boyanma izlenen olgularda %71,4 lenf nodu metastazı
yoktur. Lenf nodu metastazı olmayan vakalarda CD1a boyanma yoğunluğu daha fazla
izlenmekle beraber, bu çalışmada lenf nodu tutulumu ile in situ ve invaziv alanlarında
CD1a boyanma yoğunluğu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır.
BJ Coventry ve Morton 48 vakadan oluşan seride yapmış oldukları çalışmada
CD1a yoğunluğu ile lenf nodu tutulumu arasında korelasyon saptamamışlardır.(22)
Isabella Treilleux, Jean-Yves Blay yapmış oldukları çalışmada meme
karsinomunda CD1a ile lenf nodu tutulumu arasında korelasyon saptamamışlardır.(20)
G La Rocca, R Anzalone, S Corrao, invaziv duktal karsinom olgularından
oluşan 35 vakalık seride, lenf nodu tutulumu olmayan olguların daha fazla CD1a
ekspresse ettiklerini saptamışlardır.(23)
Tohru Tsuge, Mitsunori Yamakawa ve Masaru Tsukamoto 10’u in situ, 75’i
invaziv duktal karsinomdan oluşan 85 vakalık seride lenf nodu metastazı olmayan
vakaların, lenf nodu pozitif vakalardan daha fazla CD1a ekspresse ettiklerini
saptamışlardır.(35)
Farklı tümörlerde yapılan çalışmalarda oral kavitenin skuamöz hücreli
karsinomunda; lenf nodu tutulumu olmayan vakaların lenf nodu tutulumu olan
vakalardan daha fazla CD1a ekspresse ettikleri saptanmıştır.(33) Bu sonuç CD1a daha
fazla ekspresse eden vakaların daha az metastaz yaptıkları hipotezini desteklemektedir.
(24,33)
Çalışmamızda invaziv alanlarda CD1a boyanması izlenmeyen olguların %86,7
LVİ varken, %13,3 LVİ yoktur. (+++) tipte boyanma izlenen olguların %14,3 LVİ
yokken, %85,7’de LVİ vardır. Bu çalışmada LVİ ile in situ ve invaziv alanlarında
CD1a boyanma oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Tohru Tsuge, Mitsunori Yamakawa ve Masaru Tsukamoto 85 vakalık seride
yapmış
oldukları
çalışmada
LVİ
ile
CD1a
yoğunlukları
arasında
ilişki
saptamamışlardır.(35)
59
Çalışmamızda invaziv alanlarda CD1a boyanması izlenmeyen olguların %85,7
c-erb B2(-), %14,3 c-erb B2(+)’tir. (+) tipte boyanma izlenen olguların %73,3 c-erb
B2 (-), %6,7 c-erb B2(+), %20 c-erb B2 (++)’tir. (++) tipte boyanma izlenen olguların
%80 c-erb B2 (-), %6,7 c-erb B2(+), %13,3 c-erb B2(+++)’tir. (+++) tipte boyanma
izlenen olguların %78,9 c-erb B2 (-), %10,5 c-erb B2 (+), %10,5 c-erb B2(+++)’tir.
İn situ alanlarda CD1a ile boyanma izlenmeyen olguların %84,6 c-erb B2 (-),
%7,7 c-erb B2 (+), %7,7 c-erb B2(+++)’tir. (+) tipte boyanma izlenen olguların %80
c-erb B2(-), %13,3 c-erb B2(++), %6,7 c-erb B2(+++)’tir. (++) tipte boyanma izlenen
olguların %85,7 c-erb B2(-), %14,3 c-erb B2 (+++)’tir.
Bu çalışmada c-erb B2 ile in situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
La Rocca, R Anzalone 35 tane invaziv duktal karsinom olgusundan oluşan
seride c-erb B2 pozitif olguların daha az CD1a ekspresse ettiğini saptamışlardır.(23)
Isabelle Treilleux, Jean-Yves c-erb B2 pozitifliği ile CD1a ekspresyonu
arasında korelasyon saptamamışlardır.(20)
Çalışmamızda ÖR, PR reseptörü ile in situ ve invaziv alanlarda CD1a boyanma
yoğunlukları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
G La Rocca, R Anzalone yapmış oldukları çalışmada ÖR, PR pozitifliği ile
kanserde CD1a ekspresyonu arasında korelasyon olduğunu saptamışlardır. ÖR ve PR
reseptörü pozitif olgularda daha fazla oranda CD1a boyanması elde etmişlerdir.(23)
Isabelle Treilleux, Jean-Yves yapmış oldukları çalışmada ÖR, PR reseptör
pozitifliği ile invaziv meme karsinomunda CD1a boyanması arasında anlamlı bir ilişki
saptamamışlardır.(20)
Meme karsinomlarında lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu ile prognoz
arasında bir ilişki olup olmadığı hala netlik kazanmamıştır.
Çalışmamızda invaziv alanlarda (++) ve (+++) tipte boyanma izlenen vakalarda
lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu(HDF) daha yoğun olarak izlenmiştir.(
%50-%57,1), İn situ alanlarda CD1a ile boyanma izlenmeyen vakaların %15,4 HDF
yokken, %38,5 hafif derecede(+), %15,4 orta derecede(++), %30,8 şiddetli(+++) HDF
vardır. (+) tipte boyanma izlenen olguların %6,7 HDF yokken, %6,7 hafif derecede(+),
%33,3 orta derecede(++), %53,3 şiddetli(+++) HDF vardır. (++) pozitif tipte boyanma
60
izlenen olguların %14,3 HDF yokken, %42,9 hafif derecede(+), %42,9 şiddetli HDF
vardır. Bu çalışmada kanserde HDF’si yoğun olan olgularda daha fazla CD1a
pozitifliği izlenmekle birlikte, kanser ve in situ alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu
ile HDF arasında korelasyon saptanmamıştır.
G La Rocca, RAnzalone invaziv duktal karsinom olgularından oluşan seride
yapmış oldukları çalışmada; CD4, CD8 ve CD1a boyamışlardır. CD4, CD8 T
lenfositik infiltrasyon ve CD1a arasında anlamlı bir ilişki saptamışlardır. T lenfositik
infiltrasyonu yoğun olan olgularda, CD1a boyanma yoğunluğunu daha fazla
bulmuşlardır.(23)
Bu çalışmada in situ alanlarda CD1a boyanması ile invaziv alanlar arasında
CD1a boyanması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
Tohru Tsuge, Mitsunori Yamakawa ve Masaru Tsukamoto 10’u in situ, 75’i
invaziv duktal karsinomdan oluşan seride yapmış oldukları çalışmada invaziv
alanlarda daha fazla CD1a ekspresse edildiğini saptamışlardır.(35)
Sonuç olarak biz çalışmamızda CD1a boyanma yoğunluğu ile diğer prognostik
faktörler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulamadık. Bunun nedeni çok
fazla farklı değişkenleri içeren olgularda bu çalışmayı yapmamızdan kaynaklanıyor
olabilir.
Biz bu çalışmayı görsel olarak değerlendirerek pozitif boyanan hücre sayısını
kullandık. Eğer bilgisayar ortamında değerlendirme şansımız olsaydı anlamlı sonuçlar
elde edebilirdik.
CD1a pozitif hücrelerin tümör içinde daha yoğun bulunması dikkat çekicidir.
Diana Bell, Pascale Chomarat - G La Rocca, R Anzalone yapmış oldukları farklı
çalışmalarda matür dendritik hücreleri tümör çevresinde, immatür dendritik hücreleri
tümör içinde saptamışlardır. Bunun nedeninin araştırılması ileride yeni adjuvan tedavi
yöntemlerinin geliştirilmesine ışık tutabilir.
Biliniyor ki dendritik hücreler uyarı aldıkları zaman matür hale gelerek
fonksiyon yapmaktadır. Acaba tümör içinde bulunan immatür hücrelerin yapısında bir
problem olduğu veya tümör genetiği bunları farklı şekilde etkilediği için matür hale
geçemiyor olabilirler mi? Malign melanom, prostat karsinomu, transizyonel hücreli
61
karsinomda olduğu gibi meme karsinomunda da immünoterapi ileride bir tedavi
yöntemi olabilir mi?
6. SONUÇLAR
1.Çalışmamız S.B. Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2006-2007
yılları
arasında
Patoloji
laboratuarına
gelen
modifiye
radikal
mastektomi
materyallerinden seçilen tümü kadın 66 adet primer invaziv meme karsinomu tanısı
almış olgulardan oluşmaktadır.
2.En genç hasta 29, en yaşlı hasta 82 yaşında olup ortalama yaş 54,67±11,07’
dir.
3.Olgularımızın 40’ı invaziv duktal karsinom, 7’si mikst karsinom, 5’i medüller
karsinom, 4’ü invaziv lobüler karsinom, 4’ü müsinöz karsinom, 2’si intrakistik papiller
karsinom, 1’i tübüler karsinom, 1’i metaplastik karsinom, 1’i kribriform karsinom, 1’i
nöroendokrin karsinom’dur.
4.Olgularımızın 36’sı in situ komponent içerirken, 30’unun in situ komponenti
yoktur
5.Olguların 2’si histolojik grade 1, 29’u histolojik grade 2, 30’u histolojik
grade 3 olarak değerlendirilmiştir. 5 olgu medüller karsinom olduğu için histolojik
gradeleme yapılmamıştır.
6.Olgularımızın tümör çapları incelendiğinde en küçük çap 0,6 cm, en büyük
çap 13 cm olup, ortalama tümör çapı 3,6 cm’dir.
7.34 vakada lenf nodu tutulumu var, 32 vaka lenf nodu tutulumu yok olarak
değerlendirilmiştir.
8.Lenfovasküler invazyon açısından 54 vakada tümör invazyonu var, 12 vakada
tümör invazyonu yok olarak değerlendirilmiştir.
9.Lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu 8 vakada yok(-), 15 vakada
hafif derecede(+), 14 vakada orta derecede(++), 28 vakada şiddetli(+++) olarak
değerlendirilmiştir.
62
10.c-erb B2 olgularımızın 50’sinde (-), 6’sında (+), 3’ünde (++), 4’ünde (+++)
olarak değerlendirilmiştir.
11.Östrojen reseptörü en yüksek %95 pozitif , en düşük %0 negatif olarak
izlenmiştir.
12.Progesteron reseptörü en yüksek %100 pozitif, en düşük %0 negatif olarak
izlenmiştir.
13.Çalışmada invaziv meme karsinomlarında immünhistokimyasal yöntemlerle
CD1a boyandı. İn situ ve invaziv alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu
değerlendirilerek, diğer prognostik faktörlerle ilişkisine bakıldı
14. İnvaziv alanında grade 3 vakalarda en yüksek %66,7 oranında negatif
boyanma izlendi. İn situ alanlarda grade’lere göre boyanma oranları birbirine yakın
olarak izlendi. Tümör grade ile in situ ve invaziv alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
15. İn situ ve invaziv alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu ile lenf nodu
tutulumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır..
16. İn situ ve invaziv alanlarda CD1a boyanma yoğunluğu ile LVİ arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
17. İnvaziv alanında lenfoplazmositer hücre infiltrasyonu fazla olan olgularda
daha fazla CD1a boyanması izlenmiştir. İn situ alanlarda HDF(-), HDF(+), HDF(++),
HDF(+++) olguların boyanma yüzdeleri birbirine yakındır. İn situ ve kanser
alanlarında CD1a boyanma yoğunluğu ile lenfoplazmositer iltihabi hücre infiltrasyonu
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
18.İn situ ve invaziv alanlarında ile CD1a boyanma yoğunlukları ile c-erb B2
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
19.İn situ ve invaziv alanlarda CD1a boyanma yoğunlukları ile yaş, tümör çapı,
hormon reseptörleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
63
7.ÖZET
Meme karsinomu kadınlarda en sık görülen karsinom olup, kansere bağlı ölüm
sebepleri arasında ikinci sırada yer almaktadır.
Yapılan çalışmalar çok sayıda CD1a pozitif dendritik hücre içeren meme
karsinomlarının daha iyi prognoza sahip olduğunu, daha az metastaz yaptığını ve daha
düşük rekürrens oranı gösterdiğini saptamıştır.
Bu çalışmada 66 invaziv meme karsinomundan oluşan seride
immünhistokimyasal olarak CD1a boyayarak, in situ ve invaziv alanlarda CD1a pozitif
dendritik hücre yoğunluğunu diğer prognostik faktörlerle(histolojik alt tip, yaş, LVİ,
lenf nodu metastazı, HDF, reseptör pozitifliği, histolojik grade ) karşılaştırdık.
Olgulara ait patoloji raporları ve arşiv kayıtları değerlendirilerek diğer klinik ve
histopatolojik parametreler incelendi.
Sonuçların istatistiksel olarak değerlendirilmesinde ki- kare testi uygulandı.
Bu çalışmada dendritik hücrelerde CD1a boyanması ile histolojik alt tip,
histolojik grade, lenf nodu tutulumu, yaş, tümör çapı LVİ, HDF, ÖR, PR ve C-erb B2
arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı.
64
8. RESİMLER
Resim 1: İnvaziv duktal karsinom(H&E )
Resim 2: İn situ duktal karsinom (H&E)
65
Resim 3: Metaplastik Karsinom(H&E)
Resim 4: Meme cildi,dendritik hücrelerde CD1a pozitif kontrol boyama
66
Resim 5: İnvaziv duktal karsinomda (++) CD1a boyanması
Resim 6: İnvaziv duktal karsinom (+++) CD1a boyanması
67
Resim 7: İntraduktal papiller karsinomda (++) CD1a boyanması
Resim 8: Müsinöz karsinomda (++) CD1a boyanması
68
Resim 9: İn situ duktal karsinomda (+++) CD1a boyanması
Resim 10: Medüller karsinomda (+++) CD1a boyanması
69
Resim 11:Metaplastik karsinomda (+++) CD1a boyanması
Resim 12:İn situ duktal karsinomda (-) CD1a boyanması
70
Resim 13:İn vaziv duktal karsinomda (+) CD1a boyanması
Resim 14:İnvaziv duktal karsinomda (+++) CD1a boyanması
71
Resim 15:İnvaziv duktal karsinomda (+) CD1a boyanması
72
9. KAYNAKLAR:
1) Pathology of the Breast, Fattaneh A. Tavassoli, 1999;2:403-41
2) Histology for Pathologists, editor Stephen E. Sternberg, 1997;2:71-6
3) Langman ‘s medikal embryoloji, T.W Sadler, 1995;9:431-2
4) Hovey RC, Trott JF, Vonderhaar BK . Establishing the framework for the
functional mammary gland: from endocrinology to morphology; J Mammary Gl
Neopl, 2002;14:907-33
5) WHO Classification of tumours, Tumours of the Breast and Female Genital
Tract, ed by Tavassoli F, Deville P, IARC Press, 2003;5:19
6) Vogel PM, Georgiade NG, et al. The correlation of histologic changes in human
breast with the menstrual cycle. Am J Pathol 1981; 104: 23-4
7) Current Surgical Diagnosis and Treatment, editor L. W. Way, 1994;3:10-5
8) Redman RS . Myoepithelium of salivary glands. Microsc Res Tech 1994; 27:2545
9) Robbins Pathologic Basis of Disease, R.S. Cotran, V. Kumar, S.L. Robbins,
1994;5:631-41
10) Breast pathology, diagnosis by needle core biopsy, Paul Peter Rosen,
1999;3:118-64
11) Ackerman’s Surgical Pathology , Juan Rosai , 1996 ;9:1787-826
12) Diagnostic Surgical Pathology, editor Stephen E. Sternberg, 1999;3:323-30
13) 2000’li yıllarda meme kanseri, 5. Uludağ Onkoloji Sempozyumu, editörler
Kayıhan Engin, Lütfi Özkan, 17-19 .10.2000.
14) http://www.saglik.gov.tr/istatistikler 1999
15) Alvi A, Clayton H, Joshi C, Enver T, Ashworth A, Vivanco M, Dale T,
Smalley M. Functional and molecular characterisation of mammary side population
cells. Breast Cancer Res 2003, 5: R1-R8.
16) Junqueria LC, Carneiro J. Basic histology .2006;9:442-3
73
17) Tavassoli FA. Mammary Intraepithelial Neoplasia: Introduction of the concept
of Ductal Intraepithelial Neoplasia. Modern Pathol 1998; 11: 140-54.
18) Tavassoli FA. Ductal Intraepithelial Neoplasia of the breast. Virchow’ Arch
2001; 438:221-7 .
19) Diana Bell, Pascale Chomarat, Denise Broyles, George Netto, Ghada
Moumneh Harb, Serge Lebecque, Jenny Valladeau, Jean Davoust, Karolina A.
Palucka, and Jacques Banchereau “İn Breast Carsinoma Tissue, İmmature Dendritic
Cells Reside within the Tumor, whereas Matur Dendritic Cells Are Located in
Peritumoral Areas” The Journal of Experimental Medicine, 1999; 15:1417-26
20) İsabelle Treilleux, Jean-Yves Blay, Nathalie Bendriss-Vermare, Isabelle RayCoquard, Thomas Bachelot, Jean-Paul Guastalla, Alain Bremond, Sophie Goddard,
Jean-Jacques Pin, Clarisse Barthelemy-Dubois and Serge Lebecque “Dendritic Cell
İnfiltration and Prognosis of Early Stage Breast Cancer” Clinical Cancer Research
2004;15:7466-74
21) BJ Coventry, P-L Lee, D Gibbs and DNJ Hart “Dendritic cell density and
activation status in human breast cancer CD1a, CMRF-44, CMRF-56 and CD-83
expression” British Journal of Cancer 2002;86:546-51
22) BJ Coventry and J Morton “CD1a positive infiltrating-dendritic cell density
and 5-year survival from human breast cancer”
British Journal of Cancer
2003;89:538-51
23) G La Rocca, R Anzalone, S Corrao, F Rappa, S Marasa, A M Czarnecka, L
Marasa, C Sergi, G Zummo, F Cappello “CD1a down-regulation in primary invasive
ductal breast carcinoma may predict regional lymph node invasion and patient
outcome” Histopathology 2008;52:203-12
24) EE Hillenbrand, AM Neville and BJ Coventry Immunohistochemical
localization of CD1a-positive putative dendritic cells in human breast tumours” British
Journal of Cancer 1999;79:940-44
25) Deugnier MA, Teuliere J, Faraldo M, Thiery J P, Glukhova M. The importance
of being a myoepithelial cell. Breast Cancer Research 2002; 4 : 224-30
26) Ş. İlvan “Meme karsinomu patolojisi” STE sempozyum dizisi.2006;65-71
74
27) Z. Calay “İntraduktal karsinom ve Lobüler neoplazi” STE sempozyum
dizisi.2006;73-8
28) Prof. Dr. Ercüment ovalı “Kanser tedavisinde immünoterapi”
29) Tang P, Teichberg S , Roberts B , Hadju SI. Ultrastructure of the periductal
area of comedocarcinoma in situ of teh breast. Ann Clin Lab Sci 2001 ;31: 284-90 .
30) Sevda Söker “Dendritik hücreler” Dicle Tıp Dergisi,2005;3:158-60
31) Lakhani SL, O’Hare MJ. The myoepithelial cell-Cinderella or ugly sister?
Breast Cancer Research 2001; 3: 1.
32) Partha
P. Mana and T. Mohanakumar “Human dendritic cell mediated
cytotoxicity against breast carcinoma cells in vitro” Journal of Leukocyte
Biology,2002;72:312-20
33) Brendon Coventry and Susanne Heinzel “CD1a in human cancers: a new role
for an old molecule” İmmunology,2004;5:242-47
34) Giampiero La Rocca, Rita Anzalone, Fabio Bucchieri, Felicia Farina,
Francesco Cappello, Giovanni Zummo “CD1a and antitumour immune response”
İmmunology letters 2004;95:1-4
35) Tohru Tsuge, Mitsunori Yamakawa and Masaru Tsukamoto “İnfiltrating
dendritic/Langerhans cells in primary breast cancer” Breast Cancer Research and
Treatment 2000;59:141-52
36) Batsakis JG, El-Naggar AK. Myoepithelium in salivary and mammary
neoplasms is host friendly. Adv Anat Pathol 1999; 6: 218-26.
37) Nguyen M, Lee MC, Wang JS, Alpaugh ML, Barsky SH. The human
myoepithelial cell displays a multifaceted antiangiogenic phenotype. Oncogene
2000;19: 3449-59.
38) Xiao G, Liu YE. Suppression of breast cancer growth and metastasis by a
serpin myoepithelium-derived serine protease inhibitor expressed in the mammary
myoepithelial cells . Proc Natnl Acad Sci USA. 1999; 96:3700-05.
39) Russo J, Rivera R, Russo IH. Influence of age and parity on the development of
human breast. Breast Cancer Res Treat 1992; 23 : 211-8.
40) Diagnostik immunhistochemistry, Davit Dabbs.2006;2: 351
75
41) Nancy J Poindexter, Ayşegül Sahin, Kelly K Hunt, Elizabeth A Grimm
“Analysis of dendritic cells in tumor-free and tumor-containing sentin nodes from
patients with breast cancer” Breast Cancer Research 2004;6:R408-R415
42)N. Özdemir “İnvaziv meme karsinomlarında prognostik faktörler” XIV. Ulusal
Patoloji Kongresi, 1999
43)I.O. Ellis “Morphology and Molecular Pathology” 21. Avrupa Patoloji
kongresi.2007.
44)M.
Sönmez
“Dendritik
hücre
immünobiyolojisi”
Karadeniz
Teknik
Üniversitesi, Temel moleküler hematoloji kursu.
76
Download