İLKBAHAR 2014 • SAYI: 302 16•17 tıp felsefesi ÖNCELİKLE DÜŞÜNEN BİRER İNSAN, SONRASINDA MERAK ETMEYİ BİLEN BİRER HEKİM VE ORTOPEDİST OLARAK, MESLEK HAYATIMIZDA EN BASİT KIRIĞIN İYİLEŞMESİNDEN EN KARMAŞIK KÖK HÜCRE TEDAVİSİNİ ALGILAMAYA KADAR MERAK ETTİĞİMİZ VE ARAŞTIRDIĞIMIZ SÜRECE HEPİMİZ BİRER BİLİM FİLOZOFUYUZ. PROF. DR. İ. LEVENT ERALP KENDİMİ BİLDİM BİLELİ KONUŞMAYI YAZMAYA TERCİH ETTİM. Bir sonraki cümleyi ya da dü ünceyi hazırlamak, konu urken hiç problem olmadı ama aynı rahatlı ı yazarken hissedemedim. Zaman zaman romantik hayallere kapılırım. Örnek mi? Gece yarısı ba layan, dinleyici sayısının çok da önemli olmadı ı ama günlük hayattaki ço u fren ya da filtre mekanizmamın zayıfladı ı bir ruh haline geçi yaptı ım, konu tu um, dinledi im, ne elendi im ya da a ladı ım bir müzik programı yapmak isterim. Çalan her ezginin hikâyesini o anda ya amayı ve ya atabilmeyi hayal ederim. Artık günüme göre klasik ya da latin caz ama gerçek hikâyesiyle birlikte… Beethoven’ın ölümsüz Pathetique Sonata’sını hatırlarsınız. A ır ama büyüleyici giri bölümünü, heyecan fırtınası ile yüklü, güçlü staccatolu bölüm izler. Dinleyici ya huzurlu bir sonbahar manzarasında gezinir ya da esen rüzgârın kaldırdı ı yapraklar ile toz dumana karı ır. “Do minör rondo” final ise eserin baskın hissi olan merhamet uyandırma gücünü yeniden ortaya koyar. Ama benim anlatmak istediklerim bu müzikal özellikler de il, zaten bu teknik özellikleri anlatabilecek bilgi birikimine ya da uzmanlı a sahip de de ilim. fade etmek istedi im, hayatı müzik olan ve sa ır olmaya ba ladı ını ö renen bir insanın, bir dâhinin, notalarla hangi hikâyeyi dinleyenlerine ula tırmaya çalı tı ı sorusunu cevaplayabilmek olurdu. Sabrınızı zorlamadan sizlere Beethoven’ın, 1802 yılı sonbaharında, Viyana yakınlarındaki Heiligenstaedter dinlenme evinde, ölümünden 25 yıl önce Sonat’ı bestelerken “Sonbahar yaprakları düşüp solarken, o umut da benim için kaybolup gitti. Buradan, neredeyse geldiğim halde ayrılıyorum; yazın o güzel günlerinde sık sık bana ilham veren, o neşe dolu cesaret de kaybolup gitti. Ah Tanrım! Bana tek bir gün olsun saf neşe bahşet! Gerçek neşenin içimdeki yankısı beni terk edeli o kadar uzun zaman oldu ki! Ah ne zaman, ne zaman duyacağım Tanrım? Doğanın ve insanlığın tapınağında o neşeyi ne zaman hissedeceğim? Asla mı? Hayır. Ah, bu çok zor olacak…” Beethoven tıp felsefesi “İnsanlar fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın gelmesini… Fırsatlar bekler, insanlar bekler… Kazanan hep mazeret olur!” İLKBAHAR 2014 • SAYI: 302 18•19 Paulo Coelho yazdı ı vasiyetnamesinden bir paragraf aktarmak ve Beethoven’ın ruh dünyasını kelimelere nasıl döktü ünü ortaya koymak istiyorum. “Sonbahar yaprakları dü üp solarken, o umut da benim için kaybolup gitti. Buradan, neredeyse geldi im halde ayrılıyorum; yazın o güzel günlerinde sık sık bana ilham veren, o ne e dolu cesaret de kaybolup gitti. Ah Tanrım! Bana tek bir gün olsun saf ne e bah et! Gerçek ne enin içimdeki yankısı beni terk edeli o kadar uzun zaman oldu ki! Ah ne zaman, ne zaman duyaca ım Tanrım? Do anın ve insanlı ın tapına ında o ne eyi ne zaman hissedece im? Asla mı? Hayır. Ah, bu çok zor olacak…” te bunları anlatmak isterdim, ama tabii ki her gece melankoli denizinde yolumu kaybederek de il, zaman zaman çok keyifli dakikalarımda latin ezgilerinden de hikâye ederek. Bir süre önce sevgili dostum ve kıymetli meslekta ım Nadir ener’den, editörlü ünü yaptı ı Dirim Dergi’sinde, felsefe üzerine kısa bir deneme yazısı yazma teklifi geldi. E er bu satırları okuyorsanız, editörümüz, hazırladı ım denemeyi dergide basılmaya uygun buldu demektir. Böylece dördüncü paragrafı yazarken kendisine te ekkürlerimi iletebilirim. Özgüvenim yazarken, konu tu um zamanlara göre daha zayıftır. Bu nedenle önce “Nasıl yaparım?” dü üncesi baskın geldi. Ama aynı gece evde müzik, kahve, kitap üçgeninde gezinirken, Paulo Coelho’nun u satırlarına denk geldim: “ nsanlar fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın gelmesini… Fırsatlar bekler, insanlar bekler… Kazanan hep mazeret olur!” Okuyaca ınız bu denemeyi kaleme almaya böylece cesaret ettim. Deneme deyince Montaigne adını hatırlamalıyız. Gazeteci Bernard Levin, 1991’de The Times için kaleme aldı ı makalede öyle diyor: “Montaigne okurken aniden kitabı kapatıp u soruyu kendine sormayan yoktur sanırım. Benim hakkımda bu kadar çok eyi nereden biliyor?” Montaigne’in ilk tutkulu okurlarından biri olan, me hur matematikçi ve filozof Blaise Pascal, 17. yüzyılda öyle yazmı tı: “Denemeler’de gördüklerimin hepsini Montaigne’de de il kendimde buluyorum.” Tabii ki benim amacım sizlerde bu hissi yaratmak de il, ne dü ünce dünyam ne yazma yetene im bu empatiye izin verecek düzeyde. Hz. Mevlana’nın çok güzel söyledi i gibi “Henüz hamım.” Ama bu denemelere devam fırsatı olursa belki sizler benim pi meme yardım edersiniz. Editör tarafından, ne yazarsam yazayım konunun felsefe, tıp ve ortopedi üçgeninde kalması gerekti i ile ilgili bir öneri almı tım. Ancak zaten üpheciysek ve dü ünüyorsak, felsefe dünyasına adım attık demektir. Bu satırları okuyan ve hâlâ tahammül eden hemen herkes bir ortopedist oldu una göre, felsefe ve ortopedi ili kisi kurulmu demektir. Bu sebeple kendimce felsefeden ne anladı ımı aktarmaya çalı aca ım ama ne Hipokrat’la ne John Charnley ile ba lantı kurmak için imdilik zorlanmıyorum. Hem zaman, ne dü ünce uçu maları getirir bilemeyiz. Benim dü ünme hikâyem, yanılmıyorsam 6-7 ya larındayken ba ladı. stanbul’daki Levent Mahallesi’nin 40 yıl öncesini bilenler, sessiz, sokaklara adını veren çiçeklerin kokularının hakim oldu u yolları hatırlar belki. O bahar sabahı, dedemle, etraftaki kokuyu tahmin edebilece iniz Mor Karanfil Sokak’taki evden yürüyü e çıkmı tık. Her zamanki gibi elimi tutmu tu. Sa eli o kadar sıcak ve yumu aktı ki, sanki onun zihni ve kalbiyle bir bütündük. Artık bir törensellik kazanmı haliyle, yoku un bitiminde, “Bitter çikolatalı Baylan gofretlerinden yine alırız de il mi?” dedim. “Evet” cevabını beklemeden a zım sulanmaya ba lamı tı bile. Ama dedem alı ık oldu um çikolata müjdesini vermedi. “Artık büyüdün, hak etmeyi ö renmen lazım. Seninle küçük bir oyun oynayaca ız. Bana ‘Neden ?’ diye ba layan üç soru sorarsan istedi ini alırım” dedi. te hikâyemin ba langıcı. Umarım ilerleyen zamanlarda dedemi size daha çok anlatabilme fırsatı bulurum. O benim ilk ve en önemli rol modelimdi. FELSEFİ SORULAR SORMAK İÇİN FİLOZOF OLMAK GEREKMEZ Editörüm halen sabrını yitimediyse ve bu dokümanı kapatmadıysa, biraz toparlanıp felsefeyle ilgili temel birkaç bilgimi sizlerle payla ma zamanı geldi demektir. Felsefe kelimesi Eski Yunanca’dan gelir ve “hikmet sevgisi” anlamını ta ır. Antik Ça filozofları, “âlim” ya da “bilge” olarak anılırdı. Çünkü onlar kendilerini “Hayatın anlamı nedir?”, “Her ey bir dü ünce ürünü müdür?”, “Masum insanlar neden acı çekerler?” gibi soruların yanıtını bulmaya adamı tı. Felsefe onlar için hayatlarını kazanma amacı de il, bir ya am tarzıydı. Sokrates’in de dediği gibi ahlak kuralları Tanrı buyurduğu için doğru olmaz, bu kurallar doğru oldukları için Tanrı tarafından buyurulmuştur. 20•21 tıp felsefesi İLKBAHAR 2014 • SAYI: 302 Öncelikle düşünen bir insan, sonrasında merak etmeyi bilen bir hekim ve ortopedist olarak, kimimiz için meslek kimimiz için pratik uygulama hayatımızda, en basit kırığın iyileşmesinden, en karmaşık kök hücre tedavisini algılamaya kadar merak ettiğimiz ve araştırdığımız sürece, hepimiz birer bilim filozofuyuz. Felsefi sorular sormak için filozof olmamız gerekmez. Do u tan meraklı ve dü ünen bir beyne sahip olmamız yeterli. üphe ve sorgulamaya e ilim, hem gerçekten neye inandı ımızı farketmemizi hem kavramları anlamayı hem de böylece kendimizi daha iyi tanımamızı sa lar. Örne in kendi kendinize sordu unuz soru u olabilir: “Herhangi bir ahlak kuralına neden uymalıyız?” Bazı insanlar ahlaki kurallara Tanrı öyle buyurdu u için uymak gerekti ini dü ünür. Ancak Sokrates’in de dedi i gibi ahlak kuralları Tanrı buyurdu u için do ru olmaz, bu kurallar do ru oldukları için Tanrı tarafından buyrulmu tur. Eminim u anda bu satırları okuyan, çe itli inançlara sahip insanlar beni ele tiriyor, kızıyor ya da dü ünüyor. Ama çarklar çalı maya ba ladı artık. Farkında olmasak da hepimizin felsefi inançları vardır. “Zaman nedir?” ve “O andan bir saniye önce ne vardı?” gibi sorular hepimizin aklını az veya çok me gul eder. Kimi insanlar ölene kadar bırakın felsefi inançlarını sorgulamayı, bunlara sahip olduklarının farkına varmayabilir. “Sorsak ne olur ki, soranlarla sormayanların hayatları birbirinden pek farklı olmuyor. Ne gerek var?” diye dü ünüyor olabilirler. Ama unutmamalıyız ki, dü ünmeden ya anmı bir hayat, seçenekler arasında özgürce seçim yaparak de il, sürüyü takip ederek ya anan bir hayattır. Öncelikle dü ünen bir insan, sonrasında merak etmeyi bilen bir hekim ve ortopedist olarak, kimimiz için meslek kimimiz için pratik uygulama hayatımızda, en basit kırı ın iyile mesinden, en karma ık kök hücre tedavisini algılamaya kadar merak etti imiz ve ara tırdı ımız sürece, hepimiz birer bilim filozofuyuz. Bunu söylerken, çevreye tepeden bakan bir ses tonuyla de il, bu gerçe in hepimizin hayatının birer parçası oldu una inanarak dü üncemi sizlerle payla ıyorum. Bilim insanının, yani hepimizin görevi, önermeler ya da öneri silsileleri ileri sürmek ve bunları sistemli bir biçimde sınamaktır. Ampirik bilimlerde varsayımlar ya da kuramlar ortaya konur, deneyime dayanarak gözlem ve deneyle sınanır. Ara tırma, deyim yerindeyse damdan dü er gibi ba lar. Çünkü dü ecek bir “dam” vardır. Bu, içinde herkesçe kabul edilmi bir sorun olan, bilimsel ö retinin yürütüldü ü çatıdır. Belki de bu okuyucuya bırakılmalıdır. Önemli olan ara tırmacının u ya da bu biçimde geli tirdi i öznel ve nesnel yargılarının bilincinde Gerçek bilim insanı bıkmadan, usanmadan, uçsuz bucaksız derinliklere ulaşmaya çalışır. Ulaştığı bilgiyi yalnızca geçici bir süre için güvenilir bilgi kabul eder, bununla yetinmeyip daha fazlasını arar. Bu da ancak bilginin “mutlak” olmadığı görüşüyle bağdaşır. olup, üpheci ve yanlı lamacı bir ruhla geli tirdi i kuramının do rulu unu de il, yanlı lı ını kanıtlamaya çalı masıdır. Ba ka bir deyi le, kuramını sorgulaması, buldu unu sandı ı yeni eyin, büyük bir alçak gönüllülükle, hatalı ya da yanlı olabilece i kaygısını ta ıması ve gerekti inde bunu yüksek sesle dile getirmesidir. Çünkü hatalar yeni ufuklar açabilecek, do ruyu yakalayabilme olasılı ını artırabilecektir. te ünlü bilim filozofu Karl Popper’e göre bilim insanında ya da bilimsel dü ünme yetisine sahip her insanda bulunması gereken asıl özellik bu entelektüel alçak gönüllülüktür. Gerçek bilim insanı bıkmadan, usanmadan, uçsuz bucaksız derinliklere ula maya çalı ır. Ula tı ı bilgiyi yalnızca geçici bir süre için güvenilir bilgi kabul eder, bununla yetinmeyip daha fazlasını arar. Bu da ancak bilginin “mutlak” olmadı ı görü üyle ba da ır. Mutlak olmayan bilgi, yanlı lanabilir bilgidir. Evrenin herhangi bir yerinde “siyah tek bir ku unun” var olabilece i ku kusuna sahip olmaktır. Eminim hiçbirimiz, Nobel ödüllü fizikçi Albert Einstein’ın dehasını ve bilimsel metodolojiye ba lılı ını tartı mayacaktır. Ama bulu larının üzerinden daha bir yüzyıl geçmeden kimi önermeleri, yeni kuantumcular tarafından yanlı landı. Açmadılar ba ından Tanrılar her eyi ölümlülere, Ama onlar zamanla bulacaklar arayarak daha iyiyi. Ula amadı hiç kimse, Tanrılar ve sözünü etti im Tüm eyler hakkındaki kesin gerçe e, ula amaz da. Açıklasa da biri kusursuz gerçe i, Kendisi bilmeyecektir bunu. Her eyin sanılardan dokunmu oldu unu… Xenophanes (MÖ 530) Ne dersiniz? E er seçme ansınız olsaydı; mutlu bir bilgisiz olmayı mı, yoksa felsefi kaygılar ta ıyan mutsuz biri olmayı mı tercih ederdiniz? Bir sonraki bulu maya kadar hem sa lıklı hem de dü ünceler ile dost kalın. Kaynakça: 1. Bilimsel Ara tırmanın Mantı ı, Karl R. Popper, Yapı Kredi Yayınları, Kazım Ta kent Klasik Kitaplar Dizisi, 2004. 2. 30 Saniyede Felsefe, Barry Loewer, Caretta Yayınları, 2009. 3. Felsefeye Giri , Hikmetin Yapıta ları, Douglas J. Soccio, Kaknüs Yayınları, 2010. 4. Nasıl Ya anır ya da Bir Soruda Montaigne’in Hayatı, Sarah Bakewell, 2010. 5. Beethoven, Lewis Lockwood, 2010.