erken ve acı kaybımız

advertisement
Uz. Dr. Aydemir Yalman
ERKEN VE ACI KAYBIMIZ
Göztepe Tıp Dergisi’nin yayınlanmasında büyük emeği olan ve onüç yıl
boyunca editörlüğünü yapan sevgili Dr. Aydemir Yalman’ı kaybettik.
Onu hep gülüşüyle hatırlayacağız...
GÖZTEPE TIP DERGİSİ
ÇALIŞANLARI
Sayın okurlar,
Dergimizin eski editörü, canım abim Aydemir Yalman’ın vefat etmeden tüm doktorlara
öğüt gibi yazdığı denemesini sizlerle paylaşmak istedim.
Bir doktor kanser olursa
Endoskopik olarak yapılan dördüncü nazal polipektomi ameliyatımdan sonra KBB doktorum arayarak patolojiden bildirilen sonucun iyi olmadığını,
konunun önemli olduğunu ve daha iyi bir patoloji
laboratuvarında! tekrar değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Ben olayın şokunu atlatamadan, kliniğimizin uzmanları hemen parçaları çok iyi bilinen
bir patoloji laboratuvarına götürmüşlerdi bile.
Olası iyi bir sonuç beklentisi ile geçen üç günün
sonunda e-posta ile gelen patoloji raporu gerçeği
yüzüme çarptı: Sol nazal kavitede invaziv skuamöz
hücreli karsinom; orta derecede diferansiye.
Önce klinikten uzaklaşıp bir kafeye gittim tek başıma. Ne yapacağımı düşünmeye çalıştım uzun bir
süre. Beynimin içinde uğuldayan “bu andan sonrası yok” düşüncesi sağlıklı karar vermemi engelliyor ve gözümün önüne sürekli olarak bugüne kadar
yaşadığım hayat geliyordu. Kırk yıllık hekimdim.
Anatomi, patolojik anatomi okumuştum ve oradan
edindiğim bilgiler sonumun pek hayırlı olmayacağını söylüyordu.
Soru: Bir doktor olarak ben bu kadar yıkıldıysam,
normal bir vatandaş böyle bir tanı ile yüzyüze geldiğinde neler yaşar acaba?
Doktorluk refleksi ile hemen ağ ortamına girip bu
konudaki bilgileri araştırmaya başladım. Tüylerim
diken diken olarak okuduğum pek çok yazıdan
özetlediğim bilgiler şöyle: “Sinonazal tümörler
tüm habis tümörlerin % 1’den azını oluştururlarmış. Bu habis tümörlerin % 70-80’i skuamöz hüc-
Doç. Dr. Koray Ünay
Göztepe Tıp Dergisi
Editörü
reli karsinom olup kaynaklandığı yer de, sıklık
sırasiyle maksiller sinüs (% 50-70), nazal kavite
(% 15-30) ve etmoid sinüsler (% 10-20) imiş.
Skuamöz hücreli karsinomların tedavisinde cerrahi
spektrum basit endoskopik eksizyondan orbital
ekzantarasyon, radikal maksillektomi ve kraniyofasiyal rezeksiyona kadar uzanıyor. Cerrahinin tipi
tümörün yayılımına ve tutulan yapılara göre belirleniyor. Tedavide, radyoterapi cerrahiden önce de
sonra da uygulanabiliyor. Sıralamada bazı değişiklikler olsa da radyoterapi + cerrahiyi içeren kombine tedavi en iyi sağkalımı sağlıyor. Skuamöz hücreli karsinomlarda kemoterapinin yerinin tartışmalı olduğu söyleniyor. Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi kullanımına rağmen sonuçlar, özellikle de
ilerlemiş lezyonlarda yüz güldürücü sonuç vermiyormuş. Bir yazara göre, 1980’den 2003 yılına
kadar yirmiden fazla hastayı kapsayan serilere
bakıldığında, radyoterapi için 5 yıllık sağkalım %
0-39 (ortalama % 23), cerrahi + radyoterapi için
sağkalım % 35-64 (ortalama % 44) olarak bulunmuş. Ancak, geç tanı hastalarda tedavilerin başarı
oranını düşürmektedir.”
Ben bu ruhsal fırtınaları yaşarken klinik arkadaşlarım İstanbul’un büyük üniversite hastanelerinden
birindeki KBB onkolojisi ile uğraşan bir doktordan
randevu almışlar bile. MRG tetkiki yaptırıp doktora gittim. Doktorum filmlere baktı, kısaca endoskop ile muayene etti, ameliyat olmam gerektiğini
ve ertesi günü beni tümör konseyine çıkaracağını
söyledi. Ertesi günü konseyin yapıldığı yere gittiğimde bir kez daha yıkıldım. Kapıda sıra bekleyenler ya trakeostomili ya ağzı-burnu ameliyatlı ya da
felçli ve bedbin yüzlü insanlardı. İçeri çağrıldığım-
da orada bulunan hiç bir doktor bırakın geçmiş
olsun demeyi, yüzüme dahi bakmadı. Doktorum
filmleri negatoskopa yerleştirdi, herkes büyük bir
dikkatle onları izledi ve ameliyatın ne derece radikal yapılacağı konusunda karar verdiler. En son
olarak da radyasyon onkoloğu olduğunu sandığım
hoca, o bölgeye radyasyon verebileceğini, ama
gözün zarar görme şansının yüksek olduğunu söyledi. Hakkımda bu kararlar alınıp, elime anestezi
muayene kağıdı tutuşturulana kadar donmuş bir
şekilde olanları izliyordum. Son bir gayretle kuruyan boğazımdan hırıltı şeklinde çıkan sesle doktoruma bu radikal girişimin 5 yıllık sağkalıma ne
kadar etkisi olabileceğini sordum. Filmlerimi elime
sıkıştırıp, diğer hastayı çağırırken yaklaşık % 40-45
dedi.
Soru: Bırakın kanser olmasını, her hangi bir hastaya yukarıda belirttiğim şekilde davranıldığında o
kişinin neler hissettiğini düşünen kaç doktor vardır?
Patoloji raporumu aldıktan sonraki dört gün içinde
yaşadıklarımı kısaca özetlemeye çalıştım. Zaten
başıma gelenlerin şokunu yaşarken, bir de hastalanan doktor olarak ne kadar değersiz olduğumu
düşünüyordum. Oysa onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz,
bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu değil midir?
Ertesi gün, büyük özel bir sağlık kuruluşunda KBB
onkolojisi ile uğraşan bir diğer doktora muayeneye
gittim. KBB doktoru ve radyasyon onkoloğu yapabileceklerini ve olası sonuçlarını etraflıca anlattılar.
Bana seçenekler sundular, hangi tedavinin ne gibi
etkileri olabileceğini, başarının olabileceğini de
olamayabileceğini de açık açık izah ettiler. Sonuçta,
33 seans radyoterapi ve adjuvan tedavi olarak da 6
seans kemoterapi uygulanmasına birlikte karar verdik. Altını çizerek söylüyorum; ne şekilde tedavi
alacağım kararına ben de katıldım. Yani, kaderim
yine benim ellerimde idi ve kendim için verilen
karar benim de katıldığım bir karardı. Onkoloji ile
uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun
çok önemli olduğu sözü gerçekleşmişti nihayet.
Soru: Sağlık sektöründe kurumlar arasındaki farkın siyahla beyaz arasındaki kadar keskin olduğunu
herkes biliyor, ama doktorlar arasındaki farkın da
bu kadar keskin olduğunu kaç kişi biliyor?
Uzun, upuzun bir tedavi süreci. Radyoterapi,
masum gibi görünse de, insanı oldukça yoran, bazı
duyularını ortadan kaldıran oldukça zor bir tedavi.
Haftada bir kez verilen o hafif denen kemoterapi
insanı üç gün elden ayaktan düşürüyor. İştah bozuluyor, sürekli bir bulantı, ağızda tat yokluğu vs.
Bunların yanında, kan değerlerinin düşmemesi için
iyi beslenmek de gerekiyor. Tam bir paradoks. Tüm
bunlara dayanabilmeyi sağlayan bir tek güç var:
Umut! Bu yan etkiler geçecek, tümör de gidecek,
iyi olacağım... Bu arada tribündekilerin tezahüratlarını unutmamak gerekir. Arayan tüm yakınlarım,
dostlarım güçlü olduğumu, iyi bir insan olduğumu
ve Allah’ın izniyle bu illeti yeneceğimi söylüyorlardı sürekli olarak. Doğaldır ki bu insanlar başka
ne diyebilirler?
Soru: Hastaya, hele de bir kanser hastasına, üstüne
üstlük doktor olan bir kanser hastasına nasıl geçmiş
olsun diyebileceğinizi hiç düşündünüz mü?
Yüreklendirmeye çalışan tezahüratlar, tedaviler,
umut ve moral motivasyonu artırmak için gösterilen çabalar... Somatik olarak savaş veren, yıpranan
vücut ile uğraşılıyor hep kanser tedavilerinde. İnsan
yapısının sadece somatik bir yapı olmadığını, bir
beyni, çeşitli duyuları, kısacası bir ruhu olduğu hep
gözardı ediliyor. Yaşanan savaş çok ilginç; tedavibedensel yıkıntı, iyileşme umudu-başarısızlık korkusu, motivasyon arzusu-güçsüz, saçsız adama acıyarak bakan gözler, yürürken dengesizlik, ellerde
uyuşukluk, ağızda mukozit, ishal veya kabızlık,
vs., vs.
Soru: Tüm bu somatik yaşanmışlıkların duyuları
nasıl etkilediğini, beyni ne kadar zorladığını, o
kişiyi ruhen ne derece yaraladığını, kanser hastalarına mutlaka psikoterapi uygulanması gerektiğini,
hatta daha ileri süreçlerde psikiyatrik yardım da
verilmesinin uygun olacağını düşünen kaç onkolog
vardır acaba?
İlk tedavim biraz iyileşme sağlasa da tam başarılı
olmadı. Ardından beş seans “CyberKnife” denen
daha güçlü ve daha lokalize etki edebilen bir tedavi
aldım. Kısaca CyberKnife, tüm vücutta milimetreden daha hassas doğrulukla kanser tedavisi yapmak
için tasarlanmış dünyadaki ilk ve tek robotik radyocerrahi sistemi olarak biliniyor. Bu sistem sayesinde radyasyon demetleri odaksal olarak kullanılarak, beyin ve vücuttaki kanserli bölgeler yüksek
dozlarla tedavi edilebiliyor.
İşte burada şans yüzüme güldü Prof. Dr. bir sınıf
arkadaşım yaşadıklarımın travması ve bundan
sonra yaşayacaklarım için psikolojik destek isteyip
istemediğimi sordu. Hemen kabul ettim ve üç aydır
haftada bir gün ilgi alanı kanser hastalarına psikoterapi olan psikoloğumdan destek alıyorum. Ne
kadar rahat ve güçlü olduğumu anlatamam,
Cumartesi gününün gelmesini dört gözle bekliyorum hafta boyunca. Her şeyimi anlatabiliyorum,
bazen ailemi de seanslara dahil ediyor...
Sonuç yine beklenenden uzaktı. Bir yıl geçmişti ve
ben yine aynı yerde, aynı endişelerle ve daha da
yıpranmış bir vücut ve ruhla kemoterapi tedavisi
alacağımı öğrendim. Kızdığımı belli etmiyordum
ama, artık tezahüratlar da inandırıcılığını kaybetmiş, hatta bazen de sinirlendirmeye başlamıştı.
Umutlar tükeniyor, beklentiler sonuçlanmıyordu
bir türlü ve hala hiç kimse duygularımın, ruhumun
ne halde olduğunu sormuyordu.
Halen zorluklarla boğuşuyorum, korkularım oluyor, ağrılarım oluyor, umutlanıyorum ardından
yıkılıyorum, sosyal hayattan uzaklaştım. Son üç
aydır psikoloğuma yaslanarak yaşadığım bu zorlu
süreç bana çok önemli şeyler öğretti. Özetleyecek
olursam;
1. Bir hekimin önce bir hasta olarak bir doktora
başvurmasını, sonra da hasta yakını olarak hastanede bulunmasının önemini bir kez daha anladım. Böylece yapılan davranış hatalarını yaşayarak gözlemleyebilir.
2. Bir hekimin hastasına, hele de kanser hastasına
daha duyarlı yaklaşması gerektiğine inandım.
3. Her hastanın bir birey, bir insan olduğunun asla
unutulmaması, en azından kendisiyle konuşurken yüzüne bakılması ve yazılı onam için yapılan bilgilendirmelerin gerçek anlamına uygun
yapılması gerektiğine inandım. Çünkü, doktor
olmama rağmen kemoterapinin yapacakları açık
açık anlatılmadığı için ilk tedaviden sonra panik
atak geçirdim.
4. Başta kanser hastaları olmak üzere, eğer mümkünse tüm hastalara psikolojik destek sağlanmasının çok önemli olduğunu anladım. Basit bir
örnek verecek olursam; yazmaya başladığımda
yaşadığım olayları tekrar hatırlamak beni çok
rahatsız etti. Ama psikoloğum bunu yapabileceğimi defalarca söyleyerek beni yüreklendirdi ve
sizlerle hastalık sürecimi paylaşabildim.
Yirmibir gün arayla 6 seans üçlü (cisplatin+taksotel
+5FLU) kemoterapiye başladık. Bu kemoterapi
denen bence sözde tedavi, insanı insanlığından
çıkarıyor. Dostlarınız yalnızca yataklar ve yastıklar
oluyor, onlardan uzaklaşamıyorsunuz, hep yatmak
hep uyumak istiyorsunuz. Bu savaşta da yukarıda
saydıklarımı misli ile yaşadım. İlave olarak beşinci
seanstan sonra DVT (derin ven trombozu) oldum,
altıncı seanstan sonra da pulmoner emboli geçirip
dört gün yoğun bakımda yattım. Bu arada, hala hiç
kimse duygularımın, ruhumun ne halde olduğunu
sormuyor. O PET (pozitron emisyon tomografi)
denen sevimsiz tetkik yine yapıldı ve sonuç hala
başlangıç noktasındaki durumum. Tümör konseyi
yine toplandı, artık tıbben yapacak bir şey olmadığı, radikal bir cerrahi ile belki sağkalımda % 5’lik
bir artış olabileceği, buna karşılık yaşam kalitemin
çok düşeceği söylendi. Seçim bana aitti, ailem bile
kararı bana bıraktı. Ben de kararımı verdim; gittiği
yere kadar savaşacaktım.
Download