Rönesans ve Maniyerizm 1350-1450 Erken Rönesans –(Gotik) 1450-1500 Olgun Rönesans 1500-1600 Yüksek Rönesans-Maniyerizm Yüksek Rönesans Klasik mimari formlar uyarlanarak form ve keskinlik açısından sadelik yakalanmıştı. Hedef saflıktı; yani mutlak bir denge ve ussal düzen hali Kusursuzluk haline erişince Rönesans mimarları arayışı sürdürdü 1530’larda tasarımda bilinçli bir oyunbazlık ve incelikli bir gerilimi öne çıkaran Maniyerizm ortaya çıktı. 15. yy boyunca özenle yerleştirilmiş evrensel düzen ve ussallık anlayışı bir anda ortadan kalktı ve sanatçılar formel disiplini hiçe sayarak güçlerinin oyunlarına kendilerini bıraktılar (Roth, 2006 463) Maniyerist mimarinin öncüleri; Michelangelo, Giulio Romano, Baldassare Peruzzi and Andrea Palladio, Genç sanatçıların klasik ustaları aşma tutkusunda pek de sağlıklı olmayan bir şey vardı ve içlerinden en iyi olanlarını bile garip ve doğal olmayan deneylere yönlendirdi. Leonardo: "Ustasını aşmayan bir öğrenci, zavallı bir öğrencidir, " dememiş miydi? Yeni ve alışılmadık deneyleri, bir bakıma büyük "klasik" sanatçıların kendisi başlatmıştı. Olgunluk yıllarında ulaştıkları ün ve kazandıkları güvenilirlik, onların kompozisyonda ve renklendirmede yeni, alışılmış dışı etkileri denemelerine ve sanatın yeni imkânlarını keşfetmelerine fırsat vermişti. Mimar ve ressam Federico Zuccaro'nun (1543-1609) çizdiği yüz biçimindeki pencere Özellikle Michelangelo, zaman zaman, tüm alışılmış kurallara karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkış en çok mimaride olmuş ve bu alanda sık sık klasik geleneğin ilişilmez kurallarını bir tarafa atıp, kendi içinden gelen ve aklına esen şeyleri izlemiştir. Bir sanatçının "geçici heveslerine" ve "buluşlarına" hayran olmaya halkı alıştıran; ve halkın önüne, kendi eski başyapıtlarının benzersiz mükemmeliyetleriyle tatmin olmayan ve durmadan, usanmadan yeni yöntemler, yeni ifade tarzları araştıran bir dehâ örneği koyan kişi, Michelangelo'n un kendisidir. (Gombrich,2006,362) Diğer mimarlar da yaptıkları işlerde derin kültürlerini ve klasik yazarları tanıdıklarını kanıtlamak ve Bramante kuşağının ustalarını aştıklarını göstermek istiyorlardı. Bu mimarların en ünlüsü ve en bilgilisi Andrea Palladio'dur (1518-1580). Palladio'nun Vicenza kenti yakınlarında yaptığı ve Villa Rotonda adı verilen ünlü konak. Bu bina da, kendine göre bir "geçici heves" sayılabilir. Binanın dört cephesi de birbirinin aynıdır. Her birinde tapınak cephesi formunda bir giriş bölümü vardır ve bunlar Roma'daki Pantheon'u {sayfa 120, resim JS) anımsatan yuvarlak bir merkezi alanın çevresine yerleştirilmişlerdir. Bu düzenleme ne kadar güzel olursa olsun, burası bir kimsenin içinde yaşamaktan hoşlanacağı bir bina değildir. Yenilik arayışı ve etkileyici olma isteği, yapıyı asıl kullanım amacı dışına çıkarmıştır. Villa Capra (Rotonda) 1577 Palladio genellikle tasarımlarında bir çekirdek oluşturur. Bu çekirdek etrafında daha alçak kütleler ve yapının arazi ile uyumunu sağlamaya çalışır. Bu davranış tarihsel açıdan son derece önemli bir aşamadır. Batı mimarlığında ilk kez çevre ve yapı birbirine bağımlı özellikleri ile ele alınmaktadır. 6 Villa Capra (Rotonda) 1577 İlk kez burada evin temel aksları doğa içinde de devam etmekte, veya bunun karşıtı olarak dış mekandaki akslar iç mekana taşınmaktadır. İnşa edildiği dönemde büyük bir başarı olarak kabul edilmiştir. Yapı, ince iyonik portikoları (küçük sütunlarla taşınan giriş sundurması), alınlıkları ve dikkatle yerleştirilmiş alınlıklı pencereleri ve ortadaki kubbesi ile heybetli bir görüntüye sahiptir. 7 Villa Capra (Rotonda) 1577 8 Palazzo Farnese 1515-1559 Roma Antonio da Sangallo ve Michelangelo tarafından tasarlanmıştır. Roma’daki Rönesans saraylarının en anıtsal olanıdır. Yapı dikdörtgen biçiminde 54 m genişliktedir. Beşik tonozlu bir geçitten iç avluya girilir. Bütün Rönesans saraylarında bu sütun geçişi bulunur. Atrium (avlu) Rönesans yapılarında sıklıkla kullanılır. 9 Palazzo Farnese 1515-1559 Roma Kaba yontu taş kullanılmamıştır. Zemin kat kornişlerinin düz pencereleri vardır. 1. katta pencere alınlıkları üçgen ve parçalı olarak ardışık yer alır, bu alınlıkları kolonlar taşır. 2. katta yine üçgen alınlıklar vardır. Yapı ağır ezici bir korniş ile biter. Dorik, iyonik ve korint düzenler cephede yukarı doğru sıralanır. Zemin kattaki pencereler masif bir kütleye oyulmuş hissi veriyor, üst katlarda ise yüzeye yapıştırılmış gibi görünüyor. Bina sınırları farklı taş dokusu ile vurgulanmış. 10 Sivil-Dini Mimari Örneği: Laurenziana kitaplığı 1526 Floransa Michelangelo, girişi dar ve yüksek bir hacim olarak tasarlamakla; uzun, basık ve daha rahat olan kitaplıkla arasındaki zıtlığı vurgulamak istemiştir. Duvarlar çift kolonlarla panolara ayrılmıştır. 11 Laurenziana kitaplığı 1526 Floransa Kolonlar taşıyıcı olma özelliğinden dolayı öne çıkarılarak arşitravı (özellikle iyon ve korent sütun üzenlerinin saçaklıklarının en alt öğesi) taşıdığı gösterilmektedir. Ancak burada Michelangelo bunun tersini uygulamış,kolonları içeri çekerek panoları öne çıkarmıştır (Duvar ile taşıyıcı birbirinden kopmaya başlıyor). 12 Laurenziana kitaplığı 1526 Floransa Kitaplık duvarlarında kolonlar arası kör pencereler ve onların da üzerinde kör nişler bulunur. Hacimde kullanılan renkler; duvarların beyazlığı ile kolonlar, pencere nişleri, arşitravlar ve öteki strüktürel ve dekoratif elemanların koyu ve karanlık grisinden kurulmuş sert ve keskin bir şemadır. 13 Laurenziana kitaplığı 1526 Floransa Duvarda kullanılan Motifler Michelangelo’nun ilk Barok örneklerinden olabileceği fikrini verir 14 Michelangelo (1475–1564), The Campidoglio, Capitol tepesi, Roma Rönesans Bahçeleri Villa Lante, 1566, İtalya Bu bahçe Düzenlemesinde eğimli topografyadan yararlanılır. En aşağı noktada ızgara sistemde tasarlanmış çiçek tarhları arasında bir fıskiye bulunur. Batıda arazi keskin bir şekilde yükselir. Üst kota açılı merdivenlerle çıkılır. 16 Üst kotta çevresi yüksek ağaçlarla tanımlanmış teraslar yer alır. En üst kotta suyun çıktığı yeri örten bir pavyon bulunur. Bahçe terasları aşağı kotta en bakımlı olanlardan, en üstteki ilkel olanlara doğru hiyerarşik bir düzen oluşturur. 17 15. yy’ın ortalarında dengesiz ve uyumsuz bir sanatı ifade eden “maniyerizm” doğdu. "Maniyerist" sözcüğü XVI. Yüzyıl sonları sanatçılarını yapmacıklık ve boş taklitçilikle suçlayan XVII. Yüzyıl eleştirmenlerinin ortaya attığı bir terimdir. Buna göre; sanatçının doğaya göre çalışmadığı ama doğa gibi, kurucu biçimde çalıştığı öne sürüldü. Maniyerizm, Rönesans’ın olgunluk döneminde , en verimli çağına ulaştıktan sonra 16. yy ‘ın ortalarında zayıfladığı döneme verilen addır. https://www.youtube.com/watch?v=DwmAD2X0Ej0 18 Maniyerizm, Rönesans’ın her şeyi akılla, bilimle, mantıkla, açıklayan anlayışına karşı dinsel dogmaların tekrar öne çıkması, akıl yerine inancın gündeme gelmesi ve kilisenin gücünü tekrar ortaya koymaya çalıştığı ortamda gelişen ve Barok sanata öncülük eden sanat akımıdır. Maniyerizm’in çıkış yeri 16. yy. sonların ve 17. yy. başlarında özellikle İtalya’dan başlayarak Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılan bir sanat akımıdır. Bu dönemde Rönesans estetiği yadırganmaya başlandı. Antik ya da diğer adıyla eski Yunan ve Roma sanatına ve mantığına tepki gösterildi ve dinselliği dile getiren Gotik ruhu anlayışı yeniden canlandı. Sanatçı Gotiğin dinsel anlayışı ile Rönesans’ın klasik görünüşünü benliğinde kaynaştırarak yaşadığı dünyanın huzursuz kararsızlığını ve hareketliliğini eserlerinde yansıttı. 16. yy. sonlarında bir taraftan Rönesans döneminin büyük ustalarını taklit etme gayreti görülürken, öte yandan onların koyduğu kurallara karşı çıkılmıştır. İşte bazı sanatçıların eski ustaları taklit ettiği bazılarının da alışılmamış ölçü, renk ve ışıklara yer vererek farklı tarzlara yöneldiği bu devreye MANİYERİZM adı verilir. Rafaello’nun ve Michelangelo’nun son eserlerinde yüksek Rönesans devrinde erişilen dengeyi sorgulayan unsurlar bulunmaktadır. Maniyerizm, İtalya’nca üslup anlamına gelen “Maniera” sözcüğünden türemiştir. Önce Michelangelo’nun coşkulu ve çağdaş ifadelerini “Maniera di Michelangelo” “Michelangelo üslubu” olarak tanımlayan sanatçılar tarafından benimsenmiş ve bu akım Barok sanatının başlangıç yıllarına kadar sürmüştür. Maniyerist görüşte incelik ve zariflik ön plandadır. Fransa’daki maniyerist örneklerde mimari ölçekte yine antik dönem elemanları ve Ordrlar ile iç mekanda mobilyalar, duvarlar ve bölmelerde melek ve aşk tanrısı gibi gerçek dışı motifler ve objeler kullanılmıştır. Avrupa’da bir çok ülkede benzer örnekler görülmüştür. 22 MANİYERİZM’İN GENEL ÖZELLİKLERİ v Klasik sanatın dengeli ve ölçülü anlayış biçimi değişmiş, buna karşın abartılı ve hareketli biçimler önem kazanmıştır. v İnsan’ın doğal yapısından uzaklaşılmıştır. Vücut oranları değişik ve S formlu (biçimli) hareketler çizen bu kompozisyonlarda baş küçülmüştür. Figürler birbiri içinde kaynar. v Yüzlerde melankolik ve mistik ( gizemli) bir ifade vardır. Vücut bu giysiler içinde kaybolarak önemini kaybeder. v Sanatçının huzursuz dünyası renk ve ışık ile anlatılmıştır. v Rönesans döneminde ki parlak ve canlı renklerin yerini mat ve soğuk renkler almıştır. v Geniş ve özenle yapılmış kıvrımlı elbiseler içindeki vücut Rönesans dönemindeki belirginliğini yitirmiştir. Resimlerdeki derinlik içerisinde hareketli, zarif ve ince figürler, havada uçuyormuş gibi bir his uyandırmaktadır. v Resmin konturları (kenar çizgileri) belirgin değildir. Gölge içinde figürler kaybolurlar. v Manzara önemini kaybetmiştir. v Yapılan bir çok eserde ümitsizlik, gerilim ve huzursuzluk sergilenmektedir. v Dinsel ve din dışı konuları birlikte ya da değişik olarak işlemişlerdir. v Heykelde kıvrık figürlü kompozisyonlar sanatçının duygusal durumuna bağlı biçimler yaratır. v Maniyerist heykel hareketli bir çizgiselliğe sahiptir. v Mimaride Rönesans’ın dengeli düzeni kaybolur dışta ve içte huzursuz hareketlere ve ışık-gölgeye yer verilir. v MANYERİST SANATÇILAR, Rönesans sanatında TİZİANO’nun eserlerinde görülmeye başlayan MANİYERİZM akımı Venedik’te TİNTORETTO ile devam etmiş ve sanat eğitimini Venedik’te tamamlayarak bu ustaların sanatını inceleyen Yunan asıllı EL GRECO ( Domenikos Theotokopulos) ile İspanya’da özgün bir üslup olarak ortaya çıkmıştır.