İçimizdeki Rönesans - Bilkent University

advertisement
İçimizdeki Rönesans
Ben insanların gün geçtikçe evrildiğine inanırım. Bahsetmek istediğim şey çocukluktan
yetişkinliğe olan dönüşümler değil. Kültürel olarak, düşünce olarak, bilimsel olarak
evrilmekten söz ediyorum. Bugün İstanbul’da yaşayan birisi de, Pekin’de yaşayan birisi de,
ve hatta Roma’da yaşayan birisi de günümüzün teknolojisi sayesinde domino etkisini
yaratabiliyorlar. Düşünceler, akımlar hiç olmadığı kadar hızlı yayılıyor. Bir birimizden
etkilenmeye çok meyilli oluyoruz. İşte burada, bu kritik noktada, içimizde bir Rönesans’a
ihtiyaç duyduğumuzu fark ediyorum çünkü kendime soruyorum çok mu iç içe olduk diye. Bir
de öğrenilenin paylaşımındaki yavaşlık günümüzün çarklarını yavaşlatıyor. Rönesans dendiği
zaman şu akla gelmelidir ki, Rönesanslar kitabının yazarı Jack Goody Rönesans’ın sadece
İtalya’da doğup Avrupa’da büyüdüğünü ve tüm dünyaya kendisini yaydığı görüşünü
reddeder. Burada da Çin’den, İslam coğrafyasından, Hindistan yarımadasından öyle örnekler
verir ki aksi bir görüşü ortaya sunup da “Hayır! Ben gayet de hakiki bir kültürle donatıldım ve
onu yaşatıyorum” ya da “Bilime saygım sonsuzdur” demek güçleşiyor çünkü o eski
Rönesanslar şu anki altından değerli imkanlarımıza rağmen daha hızlıydılar, daha canlıydılar.
Eğer bu günleri bahar olarak nitelendiren varsa sosyal medyayı çok şiddetli kullanıyor,
hayatının merkezine “paylaşımlar” koyuyor, aynı sanatçıları dinliyor, aynı hikayeleri
okuyordur ve ne yazık ki bu hem onu hem de bizi tekdüzeliğe sürükleyip kopyalaştırıyor. Bu
benzerlik sanatı da çok etkiliyor. Müzikten resme, tiyatrodan heykele kadar geniş çapta olan
bu sorun, toplumun ve dolayısıyla söz konusu medeniyetin sanat alanında adeta
duraklamasına, sonrasında antika diye görülüp unutularak ölmesine neden oluyor. Herkes
artık aynı desenin takipçisi olduğu için medeniyetler arası rekabet yavaşlıyor. Bizlere has olan
kültürel kimlikleri eritiyoruz. 10. yüzyılda - ne kadar da eski zaman olsa bile- medeniyetler
arası yarış o kadar kızgındı ki Çin İmparatoru Huizong resim sanatında İtalya’dan birkaç asır
önce kendi Rönesans’ını başlatmıştı. Lakin günümüze bakınca aynılaşan bu kimliklerimizle,
zevklerimizle biz kendi Rönesans’ımızı yapamıyoruz. Gidilen sanat galerisi anıya dönüşüyor,
aktiviteye değil.
Rönesans kelimesi genellikle akla sanatı getirir. Ama bu akımın tanımı bu kadar kısır da
değildir. Rönesans içinde bilimin gelişmesini de yayılmasını da taşır. Bugün sokağa çıkılsa
herkes bilime çok büyük önem verdiğini söyler. Okula gidenler amaçlarının öğrenmek
olduğunu savunurlar. Ama ne acı ki öğrensek bile bilgiyi üretmiyoruz, üretilse de
yaymıyoruz. Her ne oluyorsa bu sefer de kendi hudutları içinde oluyor. O sınırların
ardındakilere buradaki ışığı gönderemiyoruz. Kitap, İslam dünyasında yer alan Emevilerin
bugüne kıyasla daha istekli ve arzulu olduklarından, dolayısıyla daha etkili bilgi paylaşımı
yaptıklarından bahsediyor. Emevilerin başkenti Harran’da Yunanca, Süryanice ve Farsça
çeviri yapılır ve dağıtılırdı. Özellikle kaliteli kağıdın Çin’den gelmesiyle bu durum büyük bir
ivme kazanmıştı. Bu modern çağda artık uluslararası iletişim derdimiz olmasa bile
ilgisizliğimizden mütevellit gelişmelerimiz küçük çapta oluyor. Hatta belki bu yüzdendir ki
yurtdışından kayda değer bilimsel gelişmeler görsek şaşırırız. Rönesans’ımız bu kadar ufak
olmamalı.
Bu tekdüze olan, ilgilerin bile aynı olduğu sözde “modern” dünyamızda kendi içimizde bir
Rönesans çağını başlatamıyoruz. Bu yüzden toplumda çoğu kişi için kitap, kitabevinde satılan
bir “ürün” konumundan ileriye gitmiyor. Dinlenilen müzikler çok benzer ve gidilen her
mekanda tekrar ve tekrar dinletiliyor. İnsanlar, tiyatrodansa sinemayı daha renkli diye tercih
ediyor –renkliden kastım gerçekten de görsel efekti, ses kalitesi daha cafcaflı diye renkli. En
ironik kısım ise eskilerin yapıtlarını daha iyi bulduğumuz için kültürel turizm diye bir gerçek
gün geçtikçe daha da belirginleşiyor yoksa takip ettiğimizden değil, eksik olduğumuzdan.
Bilim ise sadece okullarda okutulan kitaplarda sınırlı kalmış, araştırmacı olmayan nesillerin
eline düşmüştür. Araştırmak bizim için internetten bakmak ve kopyalamaktan öteye
geçemiyor. Üniversiteler “meslek edinme” yerleri olarak kendilerine yer buluyor. Bunca
kötüye giden evrimleşmeden sonra içimizde bir Rönesans’ın ihtiyacından kim şüphe edebilir
ki?
Download