edđrne şehđr merkezđndekđ 15-49 yaş kadınlarda ruhsal durum ve

advertisement
T.C.
TRAKYA ÜNĐVERSĐTESĐ
TIP FAKÜLTESĐ
AĐLE HEKĐMLĐĞĐ ANABĐLĐM DALI
Tez Yöneticisi
Yrd. Doç. Dr. E. Melih ŞAHĐN
EDĐRNE ŞEHĐR MERKEZĐNDEKĐ 15-49 YAŞ
KADINLARDA RUHSAL DURUM VE ETKĐLEYEN
FAKTÖRLER
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Tülay ALTINEL
EDĐRNE - 2008
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimimde ve tez çalışmam
boyunca gösterdiği her türlü destek ve yardımdan
dolayı tez danışmanım Dr. E. Melih Şahin’e ve
Anabilim
Dalı
Dağdeviren’e
başkanımız
başta
olmak
Dr.
üzere,
Nezih
istatistik
konusunda danışmanlık aldığım Dr. Necdet Süt’e,
eğitimimde
emeği
geçen
TÜTF’nin
diğer
anabilim dallarında görevli hocalarıma, araştırma
görevlisi arkadaşlarıma ve tüm desteğinden dolayı
aileme teşekkür ederim.
Bu çalışma TÜBAP-880 No’lu proje ile
desteklenmiştir. Destekleri için teşekkür ederiz.
ĐÇĐNDEKĐLER
GĐRĐŞ VE AMAÇ...................................................................................................... 1
GENEL BĐLGĐLER…………………………………………………....…….......... 4
KADIN SAĞLIĞI.......................................................................................................
4
KADIN RUH SAĞLIĞI.............................................................................................
8
RUHSAL HASTALIKLARDA CĐNSĐYET FARKLILIĞI.................................... 9
KADIN RUH SAĞLIĞINI ETKĐLEYEN FAKTÖRLER...................................... 11
KADINLARDA SIK GÖRÜLEN RUHSAL HASTALIKLAR.............................. 16
AĐLE HEKĐMLĐĞĐNDE KADIN RUH SAĞLIĞININ ÖNEMĐ............................ 26
KADIN RUH SAĞLIĞININ GELĐŞTĐRMEYE YÖNELĐK DÜNYADA VE
ÜLKEMĐZDE YAPILAN ÇALIŞMALAR..............................................................
32
GEREÇ VE YÖNTEMLER…………………………………………...…............ 35
BULGULAR…………………………………………………………………............ 40
TARTIŞMA…………………………………………………………………….......... 78
SONUÇLAR…………………………………………………………………............. 99
ÖZET…………………………………………………………………………….......... 103
SUMMARY………………………………………………………………………...... 104
KAYNAKLAR………………………………………………………………............ 105
EKLER
SĐMGE VE KISALTMALAR
DSÖ
: Dünya Sağlık Örgütü
ECA
: Epidemiologic Catchment Area
KSE
: Kısa Semptom Envanteri
NCS
: National Comorbidity Survey
MSPSS
: Multidimensional Scale of Perceived Social Support
OKB
: Obsesif-Kompulsif Bozukluk
TNSA
: Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması
GĐRĐŞ VE AMAÇ
Bütün dünyada yaşanan sosyal, kültürel, teknolojik ve demografik değişikliklerle
sağlık olgusu yeni bir anlam ve görünüm kazanmıştır. Sağlıklı doğmak ve sağlıklı yaşamak
tüm bireyler için bir haktır. Kişinin kendi ihtiyaçları ile çevresi arasında uyumlu ilişkiler
kurması ve sürdürmesi ise ancak sağlıklı bir benlik kavramıyla mümkündür.
Sağlık, değişik otoriteler tarafından farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) sağlığı, “sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, fiziksel, sosyal ve ruhsal
yönden tam bir iyilik halidir” biçiminde tanımlamaktadır. Bu tanımlama çağdaş sağlık
anlayışının ruh sağlığına verdiği önemi gösterir (1).
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, küresel düzeyde hastalık yükünün %12,3’ünü
ruh sağlığı sorunları oluşturmaktadır. Ülkemizde de temel sağlık hizmetlerinde ruhsal
bozuklukların görülme oranının %20-30 arasında değiştiği ve aynı zamanda bu sorunların
kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazla görüldüğü bildirilmektedir (2).
Ruh sağlıklarını tehdit edebilecek pek çok risk faktörü ile karşı karşıya kalan
kadınların, karşılaştıkları olayları ele alış biçimine ilişkin çalışmalar oldukça az sayıdadır. Bu
çalışmaların az olması, kadınların ruh sağlığını değerlendirmenin ve yardım gereksinimini
belirlemenin gerekli ve anlamlı olduğu düşüncesinin doğurmaktadır. Ülkemiz gerçekleri,
düşük sosyoekonomik düzeyde bulunma, olumsuz koşullarda yaşama, ev işleri, çocuk
bakımı, eşe karşı sorumluluklar, öğrenilmiş çaresizlik, güçsüzlük, itaatkar, fedakar ve pasif
olma gibi toplum öğretilerinin kadınların mutsuz, doyumsuz, ümitsiz, çaresiz, kendini
değersiz görme gibi duygular yaşamalarına neden olabilmektedir (3). Yani kadınlar tüm
yaşam evrelerinin farklı gelişimsel süreçlerinde kadın cinsiyetine özgü biyolojik ve
psikolojik deneyimler yaşarlar. Hormonal, intrapsişik ve çevresel etkileşimler olağan
1
psikolojik duyumları şekillendirdiği gibi, bazı psikiyatrik hastalıklara da yatkınlık
yaratabilmektedir (4).
Avrupa Kadın Sağlığı Stratejik Eylem Planındaki 21 hedeften birisi kadınların ruh
sağlığının iyileştirilmesi doğrultusunda stratejiler içermektedir. Bu eylem planında kadın ruh
sağlığının iyileştirilmesinde öncelikle yapılması gerekenin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin
tanınması ve önlenmesine yönelik önlemlerin uygulanması olduğu belirtilmektedir. DSÖ’nün
21. yüzyılda herkese sağlık hedefi içerisinde ve sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi ile
ilgili yasada da ruh sağlığının iyileştirilmesi ile ilgili stratejiler yer almaktadır (1).
Bugün Türkiye nüfusunun %25’ini 15-49 yaş grubu kadınlar oluşturmaktadır (5).
Bu kadınlar giderek artan düzeyde ruhsal sorunlarla karşı karşıya kalmakta ve bu durum
kadınların yaşama bakış açılarını olumsuz yönde değiştirmektedir. Bu değişim öncelikle
kendi içlerinde, bunun yansıması olarak aile ve toplum içindeki dinamikleri etkilemektedir.
Toplum içindeki etkinliği tartışılamayan kadınların aile içi, toplum ve iş çevresindeki ruhsal
yapıları her zaman dikkat çekmiştir (6).
Ruh sağlığı hizmetlerinin en büyük kullanıcıları toplumun yarısını oluşturan
kadınlardır. Bu nedenle her ülke ve toplumda sosyokültürel, ekonomik, hukuki, altyapısal ve
çevresel faktörlerin kadın sağlığını nasıl etkilediğini bilinmesi gerekir. Kadın ruh sağlığının
daha etkili geliştirilmesine katkıda bulunmak ana amaç olmak üzere, kadın ruh sağlığının
kritik belirleyicilerine araştırmaya dönük, sağlığın cinsiyet tabanlı, sosyal modeline ihtiyaç
vardır. Đyi ruh sağlığıyla ilgili risk faktörleri de belirlenmelidir. Kadının bireysel olarak
değiştirebileceği faktörler ile onun kontrolü dışındaki faktörler birbirlerinden ayrılmalıdır.
Kadınların kendi yaşantılarına yükledikleri anlamlar ve kendi görüşleri araştırmacılar, sağlık
hizmeti sunanlar ve karar vericiler tarafından dikkate alınmalıdır. Bu yapılmadan sunulan
hizmet kadınların önceliklerine, ihtiyaçlarına cevap veremez (7).
Marmara bölgesinin en batısında bulunan Edirne ilinde, geleneksel aile yapısı
yaygın olarak görülmektedir. Bu bölgedeki kadınlar farklı sosyo-ekonomik ve kültürel
düzeye, farklı sosyal imkanlara ve sosyal desteye sahiptir. Bu kadınların çalışma hayatına
katılma şekilleri ve düzeyleri de değişebilmektedir. Bütün bu farklılıklar onların ruhsal
durumuna da yansımaktadır.
Edirne’de kadınların ruh sağlığına ilişkin yapılabilecek çalışmalara temel
oluşturması açısından ilde yaşayan kadınların ruhsal belirti durumlarının saptanması yararlı
olacak ve bu kadınların yaşadıkları ruhsal sorunlarını erken dönemde belirleyerek erken
dönemde müdahale yapılmasını mümkün kılacaktır.
2
Çalışmamızda Edirne şehir merkezinde yaşayan 15-49 yaş kadınlarda ruhsal belirti
düzeylerini belirlemek, kadınların ruhsal durumları ile sosyodemografik ve aile özellikleri
arasındaki ilişkileri belirlemeyi amaçladık. Ayrıca elde edilecek sonuçlar doğrultusunda
ruhsal rahatsızlık belirtisi gösteren kadınların danışmanlık ve tedavi hizmeti alabilmeleri için
onları yönlendirmeyi amaçladık. Kadın ruh sağlığını etkileyen sosyokültürel faktörlerin
tanımlanması ve düzeltilmesi belli bazı ruh hastalıklarından primer koruma olanağını da
yaratacaktır. Çalışmamızın bu yönde uygun girişimler için fikir sağlayacağı kanaatindeyiz.
3
GENEL BĐLGĐLER
KADIN SAĞLIĞI
Sağlık, varoluşun göreceli bir durumu olup çok boyutlu ve kişiye özgüldür (4). Kadın
sağlığı, toplumların sosyal, siyasal, ekonomik, teknolojik gelişmişlik düzeyi ile yakından
ilgilidir (5). Kadın ve erkeklerdeki sağlık ve hastalık örüntüleri belirgin farklılıklar gösterir
(8). Kadın ve erkeğin biyolojik farklılığı onların farklı sağlık sorunlarıyla karşılaşmalarının
temelini oluşturmaktadır. Kadın fizyolojisine bağlı olarak ortaya çıkan gebelik, doğum,
menopoz gibi süreçler ve bu süreçlerin kendine özgü sorunları ve hastalıkları, kadın ve
erkeğin sağlık gereksinimdeki farkların sebepleri olarak sayılabilir (9).
Kadınların doğumda beklenen yaşam süresi daha fazladır. Kadınlar daha uzun
yaşadıkça, bu daha uzun yaşamın niteliği önem kazanmaktadır. Kadınların erkeklerden daha
fazla oranda hastalık, sakatlık ve stres yaşadığı pek çok toplumda mevcut olan bir gerçektir
ve bu sonuca katkısı olan üç faktör tanımlanmıştır. Bu faktörler şöyle açıklanabilir: Đlk
olarak; kadınların daha uzun süre yaşamaları onların daha yüksek morbidite oranlarının bir
nedenidir. Sağlığın bozulması her iki cinsiyet için de yaşlanma sürecinin bir parçasıdır.
Kadınlar hemen hemen bütün ülkelerde yaşlı nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadır.
Đkincisi; kadınların üreme sağlığı ile ilgili sorunları yaşama olasılıkları erkeklerden
daha yüksektir. Yaşam süreci boyunca hem kadın hem de erkekler cinsiyete özel hastalıklar
açısından risk taşımaktadır. Ancak kadının ve erkeğin üreme ile ilgili hastalık yükleri
incelendiğinde, kadınlar üreme sağlığı sorunlarını erkeklerden çok daha fazla yaşarlar ve bu
duyarlılık üreme çağlarını oluşturan 15-49 yaş aralığında daha da artar.
Üçüncüsü ise; kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyeti ve üremeye ilişkin fizyolojik
fonksiyonlarının farklılığı ve getirdiği yüklerin yanı sıra, toplumun kendilerine biçtiği
4
“toplumsal cinsiyet” rolünden kaynaklanan ve sağlıklarını etkileyen olumsuzluklar
mevcuttur. Bu olumsuzlukların boyutu toplumdan topluma değişmekle birlikte, özellikle
gelişmekte olan ülkelerde “kadın” cinsiyeti yönünden olumsuzlukların boyutu daha da
büyüktür (8,10).
Kadınların bazı hastalık ve durumlar için yaşa göre değişken risk grubunda olmaları
da kadınlara özgü sağlık sorunlarının ayrıca ele alınması ve özgün yaklaşımlar getirilmesini
gerektirir. Yetişkin kadın sağlığında yaklaşım iki temele dayanır. Bunlardan biri kronik
hastalıklarla ilişkili olayların çocukluk çağında gelişmeye başlaması, diğeri ise bu
hastalıklardan birincil korunma için müdahalelerin menopozdan önce yapılmasının
gerekliliğidir (Şekil 1). Yaşa ve topluma göre girişimler farklılık gösterse de hedef sağlığın
iyileştirilmesi ve hastalıktan korunmadır (9).
Klimakterik Dönem
Premenopoz
Perimenopoz
PMS
DUK
Kontrasepsiyon
Postmenopoz
Vazomotor semptomlar
Psikolojik/somatik yakınmalar
Genitoüriner semptomlar
Kardiyovasküler hastalık
Osteoporoz
Alzheimer
Artrit
Görme
Đşitme sorunları
Serviks kanseri
Over kanseri
Meme kanseri
Kolon kanseri
Genel tıbbi sorunlar
Metabolik sorunlar
16 yaş 35 yaş
45 yaş
55 yaş
Menopozal dönem bakımı (45-55)
Klimakterik dönem bakımı (35-65)
Erişkin kadın bakımı (16-80+)
Sessiz dönem
Semptomların gözlenmesi
Şekil 1. Kadının yaşam boyu sağlık bakımı ihtiyaçları (9)
PMS: Premenstruel sendrom; DUK: Disfonksiyonel uterin kanama
5
65 yaş
Kadın Sağlığı Belirleyicileri
Sağlık durumu biyolojik, sosyal ve kültürel faktörlerle sıkı ilişki içindedir. Bu
faktörler kadınları ve erkekleri farklı etkiler. Kadının üreme fonksiyonu, düşük
sosyoekonomik statü, korunmasız cinsel ilişki sonucu istenmeyen gebelikler ve cinsel yolla
bulaşan enfeksiyonlar (CYBE), kadınlara erkeklere göre ek riskler yükler. Biyolojik ve
sosyal faktörlerin kadınların sağlığı üzerinde yaşam boyunca birikici bir etkisi vardır. Bu
nedenle kadınlar tüm yaşamları boyunca sağlıklarını bozabilecek nedenler açısından
değerlendirilmelidir (Şekil 2). Örneğin çocukluğunda gelişme geriliği olan bir genç kız ilerde
doğum öncesi ve sonrasında artmış komplikasyon riski ile karşı karşıyadır (11).
Bebeklik ve çocukluk (0-9 yaş)
Cinsiyet seçme
Genital sakatlama
Beslenmede cinsiyet ayrımı
Sağlık bakımında ayrımcılık
Postreproduktif yıllar
(45 yaş ve sonrası)
Kardiyovasküler hastalıklar
Genital kanserler
Osteoporoz
Osteoartrit
Diyabet
Ergenlik dönemi
(10-19 yaş)
Erken yaşta gebelik
Düşük
CYBE, AIDS
Yetersiz beslenme
Artmış madde kullanımı
riski
Yaşam boyu
sağlık sorunları
Cinsiyet ayrımı
Mesleki riskler
Çevresel riskler
Depresyon
Reprodüktif dönem (20-44 yaş)
Đstenmeyen gebelik
CYBE, AIDS
Düşük
Gebelik komplikasyonları
Malnutrisyon, demir eksikliği
anemisi
Şekil 2. Gelişmekte olan ülkelerde kadınların cinsiyeti nedeniyle yaşamları
boyunca karşılaştığı riskler (11)
AIDS: Acquired Đmmunodeficiency Synrome (Edinilmiş bağışıklık eksikliği sendromu)
CYBE: Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar
Kadın sağlığı, aile ve toplumdan kaynaklanan psikososyal faktörlerden, kadının
bireysel sağlık durumu, doğurganlık davranışı, sağlık hizmetlerinin durumu gibi pek çok
faktörden etkilenmektedir. Tablo 1’de kadın sağlığı belirleyicileri özet olarak görülmektedir
(10).
6
Tablo 1. Kadın sağlığı belirleyicileri (10)
Kadın Sağlığının Belirleyicisi Olan Faktörler
Sağlık Hizmetleri ile ilgili faktörler:
• Sağlık hizmetlerinin varlığı, hizmetlerin
yeri, temel sağlık hizmetlerinin (TSH),
aile planlaması, temel ve kapsamlı
obstetrik hizmetler dahil veriliyor olması.
• Bu
hizmetlerin
yaygınlığı
ve
ulaşılabilirliği.
• TSH, aile planlaması, temel ve kapsamlı
obstetrik hizmetlerin niteliği ve kabul
edilebilirliği.
• TSH, aile planlaması, temel ve kapsamlı
obstetrik hizmetlerin kullanımı.
Ailede ve Toplumda Kadının Yeri:
• Eğitim, meslek, gelir, sosyal ve yasal özerklik
• Toplumda ailenin yeri
• Aile geliri, bulunulan yer, ailedeki diğer
bireylerin eğitimi ve meslekleri.
• Toplam ekonomik düzey
• Toplumun mevcut kaynakları
Kadının Sağlık Durumu:
• Beslenme durumu
• Kronik hastalıklar (diyabet, hipertansiyon)
• Geçmişte gebelik komplikasyonları ile
öyküsü
• Doğurganlık
• Gebelikteki yaşı, gebelik sayısı
• Evlilik durumu
Bugün Türkiye’nin nüfusun %25’ini 15-49 yaş grubu kadınlar oluşturmaktadır. Bu
yaş grubu, kadınların doğurgan çağları olması nedeniyle, sağlıklarının fiziksel, ruhsal ve
sosyal yönden en çok tehdit altında bulunduğu dönemdir (12,13).
Kadınların, 25 yaşından sonraki yaşlarda yaklaşık %55’inin ev kadını olduğu
belirtilmektedir. Kadınlarda doğurganlık hızı Türkiye’de 20-29 yaş grubuna aittir. 1998’den
bu yana da doğurganlık hızında %15 düzeyinde azalma vardır. Gebelik ve doğum ile
bağlantılı hastalık ve ölüm risklerinin en yüksek olduğu 20 yaş altı ve 35 yaş üstü yapılan
doğumlar tüm ise doğumların %22’sini oluşturmaktadır (14).
Normal fizyolojik bir olgu olan gebelik ve doğum eyleminde kadın sağlığını tehdit
edilmesine neden olan faktörler incelendiğinde; gebeliklerin planlanmamış olması, gebelik
süresince doğum öncesi bakım (DÖB) almada yetersizlik, gebelik aralığının 24 aydan az
olması, riskli gebeliklerin yaygın olması, gebelik süresince yetersiz beslenme sonucu
enfeksiyonlara yatkınlık ve tüm bunların yanı sıra kadının toplumsal statüsünün ve eğitim
düzeyinin düşük olması belirtilmektedir (5). Doğurganlığın yüksek ve temel DÖB’nin kötü
olduğu ülkelerde kadın sağlığı risk altındadır (11). Gebelik, doğum ve aile planlaması
hizmetlerinden yeterince yararlanamadıkları için dünyada her yıl 500 binden fazla kadın
fizyolojik bir olgu olan gebelik ve doğum komplikasyonları nedeniyle yaşamını yitirmektedir
(13). Kadın sağlığı, doğrudan kendisi için olduğu kadar, çocuk sağlığı ve aile sağlığı
üzerindeki etkisi bakımından da önemlidir. Doğurganlık hızı ve DÖB alma durumu ile bebek
ölüm hızı arasında doğrudan bir ilişki vardır (14). Yapılan çalışmalar göstermektedir ki erken
ve ileri yaştaki gebelikler, sık ve fazla doğumlar önenebilirse ve her gebenin doğum öncesi
7
bakım alması sağlanabilirse, her yıl dünyada milyonlarca çocuğun ve annenin hastalanmaları
ve ölmeleri engellenebilecektir (15).
Kadının toplum içindeki statüsünü belirleyen eğitimi, ekonomik koşulları, toplumsal
cinsiyeti, toplumsal alışkanlıklar, davranışlar ve sosyokültürel gelenekler gibi unsurlar da
kadının genel sağlık durumu ile yakından ilişkilidir (16). Örneğin doğurganlık çağına giren
kadınlar arasında öğrenim düzeyi açısından sürekli bir artış olmasına rağmen halen üreme
çağındaki kadınların 1/3’ü okur yazar değildir ve sadece %62’si ilköğretimin birinci
basamağını oluşturan 5 yıllık eğitimi tamamlamıştır. Aynı oran erkekler için %77’dir (14).
Kadınlar erkeklere göre eğitim imkanlarından yeterince yararlanamamaktadır. Bunun sonucu
olarak iş gücüne ve siyasal yaşama katılımları azalmaktadır. Eğitim düzeyi düşük olan
kadınlar diğerlerine göre sağlık hizmetlerinden daha az yararlanmaktadırlar, çünkü ya sağlık
hizmetlerinin
yararını,
kendilerine
neler
kazandırabileceğini
algılayamamakta
ya
korkmaktadır ya da karar verme özgürlükleri kısıtlıdır (16). Kadınların eğitim düzeyi
arttıkça; evlenme yaşı ve doğurganlık ileri yaşlara kaymakta, isteğe bağlı düşük sayısı
azalmakta, kadınlar kendi sağlıklarını ve çocuklarının sağlıklarını korumada daha bilinçli
davranmaktadır (5).
Kadının bireysel ve toplumsal işlevlerini, aile ve iş yaşamına ilişkin sorumluluklarını
yerine getirebilmesi için sağlıklı olması, sağlığını koruyabilmesi için yeterli imkanlara sahip
olması gerekmektedir. Bir toplumun sağlıklı olabilmesi için de öncelikle sağlıkla nesillere
gereksinim vardır. Sağlıklı nesillerin dünyaya gelmesi; kadınların fiziksel, ruhsal, sosyal
yönden sağlıklı olmasıyla gerçekleşebilecek bir fenomendir. Bu fenomenin gerçekleşmesinin
ön koşulu ise; öncelikle kadının kendi sağlığı üzerinde söz sahibi olmasıdır (5).
KADIN RUH SAĞLIĞI
Ruhsal sağlık problemlerinin yetişkin bireylerdeki boyutunu ölçebilmek oldukça
zordur. Birçok ülkede yapılan toplum taramaları ruhsal hastalıkların sanılandan çok daha
yaygın olduğunu göstermektedir. Dünyada yaşayan insanların %25’i, hayatlarının bir
bölümünde, ruhsal hastalıklarla karşılaşmaktadırlar. DSÖ 2000 yılı raporuna göre dünyada en
fazla hastalık yükü getiren 10 hastalığın 4'ünü ruhsal hastalıklar oluşturmaktadır (17).
ABD’de yapılan ruhsal hastalık epidemiolojisi çalışması, nüfusun neredeyse yarısının
hayatları boyunca en az bir ruhsal hastalık geçirdiğini ortaya koymaktadır (18). Gelişmiş
ülkelerde 15-44 yaş grubundaki kadınlarda da toplam hastalık yükü içerisinde, depresyon ve
diğer nöro-psikiyatrik durumların yükü %12 olarak hesaplanmıştır (11).
8
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre küresel düzeyde hastalık yükünün %12,3’ünü ruh
sağlığı ile ilgili sorunlar oluşturmaktadır. Türkiye’de de saha araştırmaları ruh sağlığı
bozukluklarının yaygınlığının %20 dolayında işaret edilmektedir (2). Türkiye Ruh Sağlığı
Profili Araştırmasına göre 18 yaş üstü nüfusta ruhsal bozuklukların görülme sıklığının
%17,2’dir. Bunu en çok %10-12 oranında anksiyete bozuklukları ve depresyon
oluşturmaktadır ve kadınlarda ruhsal rahatsızlık görülme oranının erkeklerden iki kat daha
fazladır. Eğitim, medeni durum gibi değişkenler ruhsal hastalık yaygınlığını etkilemektedir.
Aynı zamanda kadınlar erkeklere nazaran iki kat daha çok sağlık kuruluşlarına
başvurmaktadır (19).
Toplumda yapılmış yaygın ruh sağlığı, davranış ve sosyal problemlere ilişkin
araştırmalarda; yaygın olan anksiyete, depresyon, ev içi şiddet etkileri, cinsel şiddet etkileri
ve artmış madde kullanım hızı gibi spesifik ruh sağlığı bozukluklarının erkeklerden daha çok
kadınları olumsuz etkiledikleri bulunmuştur (7). Bunu ise kadınların hassaslıklarının,
incinebilirliklerinin, toplum içindeki rolleri, işleri ve evlilikleri ile yakın ilişkili olduğunu
göstermiştir (4).
Ruh sağlığı genel anlamdaki sağlıktan ayırmak mümkün değildir. Đşsizlik, yaşam
pahalılığı, göçler, ait olunan toplumsal kökten kopma, çarpık kentleşme gibi etmenler sonucu
pek çok insan ruhsal sorunlar yaşamaktadır. Ancak kadınların psikososyal ve ruhsal sağlık
problemleri, nedenleri, sonuçları ve bu sorunların cinsiyetle olan ilişkisi aile hekimliğinde
ayrı bir önem taşımaktadır ve kadınlara verilecek ruh sağlığı hizmetleri üzerinde özellikle
durulması gerekmektedir. Ruh sağlığı kadınlar için temel sağlık problemi olmaya devam
etmekte ve çoğunda ihmal edilmektedir (4).
RUHSAL HASTALIKLARDA CĐNSĐYET FARKLILIĞI
Genetik, biyolojik, sosyal ve psikolojik faktörlerin karışımına ek olarak toplumsal
cinsiyet, kadınların ruh sağlığı ve hastalıkları üzerinde hayati rol oynadığı gösterilmiştir (3).
Batılı toplumlarda 1973 yılında yapılan bir araştırmada, kadınların erkeklerden daha
fazla emosyonel problemlerinin olduğu saptanmıştır. Avustralya'da da 1983’te 357.000
kadına karşılık, 197.000 erkeğin ruhsal sağlık problemi olduğu bildirilmiştir. Russo'nun 1990
yılında yaptığı epidemiyolojik çalışmada major depresyon, agorafobi ve basit fobi, distimi,
obsessif kompulsif bozukluk, somatizasyon bozuklukları ve panik bozukluk kadınlarda
erkeklerden daha çok görülmüştür. Manik epizod ve kognitif bozukluklarda ise istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (4).
9
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2001 yılındaki raporunda da depresyon, anksiyete ve yeme
bozukluklarına ilişkin durumların görülme sıklığı kadınlarda daha fazla iken; madde
kullanımı ve anti-sosyal davranışların erkeklerde daha yaygın olarak görüldüğü; intihar
sonucu ölüm oranı erkeklerde daha yüksek iken, intihar girişiminde bulunmanın kadınlarda
daha fazla görüldüğü bildirilmiştir (20). Nitekim, majör depresif bozukluk, kadınlarda
yaklaşık iki kat daha sık görülmektedir (21).
Ulusal Komordite Araştırması da (National Comorbidity Survey, NCS) hayat boyu
ruhsal hastalık risklerinin kadınlarda erkeklerden daha fazla olduğunu göstermektedir; majör
depresyon riski %21-24 ve %12-15, yaygın anksiyete riski %6,6 ve %3,6, agorofobi riski
%9,0 ve %3,6; basit fobi riski %15,7 ve %6,7, sosyal fobi %15,5 ve %11,1’dır (18,21).
Yapılan araştırmalarda eksen II kişilik bozuklukları içerisinden histrionik ve
borderline kişilik bozuklukları ile travma sonrası stres bozukluğunun da kadınlarda daha sık
görüldüğünü gösterilmiştir. Nöropsikotik özürlülüğün %31’i erkeklerde alkol ve madde
bağımlılığına bağlı iken, bu oran kadınlarda %7’dir (3,18). Ayrıca evli kadınların evli
erkeklerden daha çok ruhsal sorun yaşamakta; ancak bekarlar arasında erkeklerin ruh sağlığı
sorunları daha fazla olmaktadır (4).
Ayrancı ve Yenilmez (22) tarafından Eskişehir ilinde birinci basamak sağlık
kurumlarında verilen ruh sağlığı hizmetlerinin değerlendirilmesi amacıyla yapılan çalışmada,
sağlık ocaklarına bir kez başvuran psikiyatrik hastalarda başvuru oranının kadınlarda daha
fazla olduğu belirtilmiştir. En sık görülen tanılar ise depresyon ve anksiyete bozukluğu
olarak saptanmıştır. Birçok ortamda bu durum, bu sorunlara sahip kadınların bakım ve
hizmetlere ulaşmada daha fazla zorluk çektiği anlamına gelir, çünkü bu hizmetler erkeklere
yönelme eğilimindedir (3).
Türkiye Ruh Sağlığı Profili çalışmasında 12 aylık ruhsal bozuklukların görülme
sıklığını %17,2 saptanmıştır ve bunların kadınlarda erkeklerden daha yüksek olduğu
bulunmuştur (Şekil 3) (19).
10
25
22,4
20
20,4
Kadın
15
10
10,9
10,3
5
7,9
Erkek
7,1
5,8
3,1
0
Depresif
bozukluklar
Anksiyete
bozuklukları
Somatoform
bozukluklar
En az bir ruhsal
hastalık
Şekil 3. Türkiye Ruh Sağlığı Profili çalışmasına göre cinsiyete göre ruhsal
bozukluk yaygınlık oranları (19)
KADIN RUH SAĞLIĞINI ETKĐLEYEN FAKTÖRLER
Psikososyal Faktörler
1. Sosyoekonomik durum: Son zamanlarda yoksulluğun erkek ve kadınları farklı
şekillerde etkilediği ve aynı müdahaleleri gerektirmeyeceği anlayışı artmaktadır. Yoksullukla
yaşayan 1,2 milyar kişinin %70’i kadınlardır. Önümüzdeki 20 yıl içinde 41 gelişmekte olan
ülkede kırsalda yaşayan yoksul kadınların sayısındaki artışın, yoksul erkeklerden %17 daha
fazla olacağı tahmin edilmektedir. Aynı işte çalışan erkeklere kıyasla kadınlar %30-60 daha
az ücret almaktadırlar (7). Epidemiyolojik çalışmalar sosyoekonomik durum ile bir grup
ruhsal bozukluk arasında bir ters orantı göstermektedir. Neugebauer ve arkadaşlarının
1982'de yaptığı çalışmada psikiyatrik hastalıkların en alt sosyal grupta en üsttekinden 2,5 kez
daha sık görüldüğü saptanmıştır. Holzer ve arkadaşları 1986'da da ruhsal hastalıkların alt
sosyal grupta 2,86 kez daha sık olduğunu belirlemişlerdir (4). Aile içi şiddet sıklığına da
katkıda bulunan yoksulluk, kadınlardaki depresyon ve stresin arkasındaki anlamlı bir
faktördür (7).
Đki grup kadın yoksulluktan en fazla etkilenir. Bunlar, yaşlı kadınlar ve eşi olmayan
çocuklu kadınlardır. Sosyoekonomik durum ile psikiyatrik hastalıklar arasındaki ters orantı
oldukça farklı iki tezle açıklanmaya çalışılmıştır:
•
Alt sosyoekonomik grupta çevresel faktörlerin etkisi.
•
Alt sosyoekonomik gruptaki kişilerde bulunan kişisel özelliklerin etkisi (4).
Sonuç olarak cinsiyet ve düşük sosyoekonomik durum, birlikte ruh sağlığının
bozulmasında kritik belirleyicidirler.
11
2. Kadının statüsü: Pek çok toplumda kadın ve erkek farklı bireyler olarak
görülmektedir ve her birinin kendine özgü rolleri, olanakları ve sorumlulukları vardır (23).
Medeni durum, iş ve toplumda sahip olunan cinsiyet rolleri ruh sağlığı üzerinde etkilidir (3).
Kadının statüsü genelde kadının gelir düzeyi, ekonomik bağımsızlığı, istihdamı,
eğitimi, sağlığı ve doğurganlığı, aile ve toplum içindeki rolü, değeri gibi faktörlerle
tanımlanmaktadır (16).
Kadının toplumsal cinsiyet rolleri üreme ve üretme olarak iki şekilde açıklanabilir.
Birçok toplumda kadınlara genellikle üreme rolünden dolayı daha çok saygı gösterilmekte,
böylece kadının statüsü yükseltilmektedir. Özellikle erkek çocuklarına verilen değer ve erkek
çocuk tercihi kadının toplumsal statüsünü belirleyen diğer bir faktördür. Doğurganlığın
yüksek olması kadına önemli bir prestij ve otorite sağlarken diğer taraftan da kadının sosyal,
mesleki alanlarda ilerlemesini engelleyerek ikinci sınıf insan statüsünde kalmasına neden
olmaktadır (16).
Kadının evde yerine getirdiği roller ve sağlık ilişkisini iki noktada toplamak
mümkündür; evde kadının ev içi görevleri ile fiziksel ve psikolojik sağlığı arasında ilişki ilk
noktayı oluştururken, evde ihtiyaç duyan aile ferdinin (bebek, yaşlı veya hasta) sağlık ve
bakımı ikincisini oluşturmaktadır. Kadının ev içi yaşamının doğası fiziksel sağlığının
yanında ruhsal sağlığı için de tehlikeli olabilmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki çalışmalarda
çocuklarına bakmak için evde yalnız oturan kadınlar arasında, işe ilişkin bir tehlike olarak
depresyonun yaygın olduğu bulunmuştur. Toplum taramalarında pek çok tam zamanlı ev
hanımı ve bakıcı, boşluk, mutsuzluk, değersizlik, duygularını hissettiklerini belirtmiştir.
Kadınlar, aile üyeleri ihtiyaç duyduğunda geleneksel olarak bakım veren olabilmektedirler.
Hasta yaşlılara bakanların %75’i kadındır (24).
Aynı zamanda kadınlar sıklıkla para da kazanırlar. Ülke genelinde nüfusun işgücüne
katılım oranı %48,7 olup, bu oran erkeklerde %70,1, kadınlarda %27,4’dür (25). Tüm
bunlara ek olarak, kadınlar toplumsal cinsiyete dayalı ciddi bir ayrımcılıkla; yoksulluk, açlık,
beslenme bozukluğu, aşırı çalışma ve yakın partnerlerinden gördükleri şiddet ve cinsel şiddet
ile ilişkili faktörlerle de uğraşmaktadırlar (6).
Kadının profesyonel olarak çalışması ile ev kadınlığı görevi birbiri ile çatışmakta
kadında stres ve depresyon başta olmak üzere bir çok probleme yol açmaktadır. Evine daha
fazla zaman ayırmak zorunda olan kadının mesleki olarak güçlüklerle karşılaşması veya tersi,
her coğrafi bölgede karşımıza çıkabilmektedir (4). Çalışma, beraberinde ekonomik özgürlüğü
getirmekle birlikte, çalışan kadınlar hem evle ilgili işlerin üstesinden gelmek hem de
çalışmak zorunda olduklarından bu çalışma temposu altında ezilmektedir. Bu işler fiziksel,
12
ruhsal ve sosyal sağlığı olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle eşi ölmüş veya eşinden
ayrılmış olan yalnız anneler için bu şartlar daha ağırdır (24). Ancak çalışmayan kadınlarda
depresif belirtilerin ve psikolojik stresin daha fazla olduğu ileri sürülmektedir. Orta yaşlı
kadınların ücretli bir işte çalışmaları, duygu durumları üzerinde olumlu etki yapmaktadır.
Düşük sosyoekonomik durumdaki kadınların bir işte çalışmasının koruyucu psikolojik etkiye
sahip olduğu bulunmuştur (26). Ancak ev kadınlığı ile meslek konusu hala tartışmalıdır ve bu
konuda iki teori vardır:
•
Meslek ve ev işi sağlığı pozitif olarak etkiler, sosyal yaşamı canlandırır
•
Meslek ve ev işi birbiri ile çatışır, ev ve çevreye karşı kadını strese sokar (4).
Kırsal kesimler, geleneksel ev kadınlığını benimserken, kentlerde meslek ön
plandadır. Meslek sahibi olmak, kırsal kesimde stres unsuru değildir. Oysa kentlerde
ekonomik ve sosyal açıdan stres yaratan bir faktördür. En iyi ruhsal sağlık evli ve işi olan
erkeklerde izlenirken, en kötü ruhsal sağlık evli ev kadınlarında görülmektedir. Bekar, dul
veya boşanmış kadınların ruh sağlığı evlilere göre daha iyidir (4).
Bazı toplumlarda kadınların kentte çalışma yaşamına katılması, kırsal alanda tarımsal
üretimi gerçekleştirme, hasta olan aile bireylerine bakma, ev işlerini sürdürme, çocuk
yetiştirme gibi üretici rolleri yeterince kabul görmemektedir. Kadının çalışma yaşamı ile aile
yaşamındaki rollerinin gerektirdiği sorumlulukları gerçekleştirmeye çalışırken çaba, zaman,
ilgi ve enerjisinin bölünmesi, rol çatışmasına ve bunun sonucu olarak kendini ifade
edememesine neden olmaktadır. Öte yandan erkekler, kadının çalışmasında hem söz sahibi
olmak, hem de evde ekonomik üstünlüklerini sürdürmek istemektedirler (24). Kadın;
çocukları, ailesi ve arkadaşları arasında denge kurmaya çalışırken strese maruz kalmaktadır,
bunun sonucunda psikolojik ve psikosomatik hastalıklar oluşmaktadır. Aşırı rol yüklenilmesi,
daha fazla belirtiler çıkmasına ve daha düşük kişisel kontrol hissine neden olabilir.
Otonominin ya da kişinin hayatı üzerindeki kontrolünün yokluğu hissi, depresyonla ilişkilidir
(3).
Geleneksel kadın-erkek veya evlilik ilişkisinde kadının kendi bedeni ve geleceği
üzerinde karar verebilme özgürlüğü kısıtlıdır. Aile ve arkadaş ilişkileri, maddi kaynaklar
sınırlandırılmış olabilir. Bu durumda hem kadının hem de erkeğin yaşadığı ortak bir durum
kadın için daha stresli hale gelebilir. Sonuçta kadın ruh sağlığı kadının toplumsal
statüsünden, kadına verilen değerden ve toplumsal yargılardan etkilenmektedir. (27).
Sağlık üzerine etkili psiko-sosyal etmenleri inceleyen çalışmalar, stres ve sosyal
desteğin insanların hastalıklara olan duyarlılıklarını etkilediği ortaya koymuştur. Aile içinde
yaşanan stres yapıcı olaylar sağlık üzerine olumsuz etkilerde bulunmasına karşın, aile
13
desteğinin sağlık üzerindeki etkileri yapıcı ve yararlıdır. Sosyal destek denilince duygusal,
fiziksel ve maddi açıdan, bağlı olunan sosyal ilişkiler vasıtası ile elde edilen destek
anlaşılmaktadır. Sosyal ilişkiler ve sosyal desteğin sağlığın iyileştirilmesinde etkisi olduğu
gibi stresin kötü etkilerini ortadan kaldırıcı veya azaltıcı bir etkisi de vardır. Aileler sosyal
desteğin en önemli kaynağıdırlar (28).
3. Şiddet: Kadına yönelik şiddet türlerinin en sık görülen şekli, kadının birlikte
olduğu kişi tarafından istismar edilmesidir (29). Psikiyatrik hastalar tarafından bildirilen
fiziksel ve cinsel şiddet eylemlerinin %90’ı aile bireyleri tarafından yapılmıştır (30). Kadına
yönelik şiddeti uygulayanların çok büyük bir kısmı erkeklerdir. Bu kişiler kadının eşi, flörtü,
babası, ağabeyi ya da akrabalar içindeki diğer erkeklerdir. Şiddet açısından en fazla risk
altında olanlar 30 yaş altı çocuklu kadınlar, kız çocukları, adölesan kızlar ile HĐV (+)
kadınlar olmak üzere her yaştaki kadınlar, bütün çocuklar, yaşlılar, özürlüler, evsizler,
mülteciler, göçmenler, etnik azınlık mensuplarıdır. Gebelik, bekarlık ve boşanmış olmak
veya eşinden ayrı yaşamak kadının şiddet görme riskini artırmaktadır (29). Tüm dünya
nüfusunu temel alan 48 çalışmanın verilerine göre, DSÖ, kadınların eşleri ya da partnerleri
tarafından şiddete uğrama oranını %10-69 arasında bildirmiştir (31). Aile Araştırma
Kurumunun Türkiye’de yaptığı çalışmaya göre kadına yönelik fiziksel şiddet sıklığı %16,5,
sözel şiddet ise %12,3 olarak bulunmuştur (29). Eskişehir’de birinci basamak sağlık hizmeti
veren kurumlarda yapılan araştırmada, katılımcı kadınların %36,4’ünün fiziksel şiddetten
yakındığını, %71,4’ünün geçmişteki ya da şimdiki gebeliklerinde ruhsal/sözel, fiziksel ya da
cinsel şiddete maruz kaldığı tespit edilmiştir (32). Topluma dayanan çalışmalar; %12 ile %25
kadının yaşamlarında bazı zamanlar zorla tam ya da tam olmayan cinsel ilişkiye girmek
zorunda bırakıldıklarını rapor etmektedir. Kişiler arası şiddet 1998 yılında 15-49 yaş grubu
kadınların onuncu sıradaki ölüm nedenidir (7).
Şiddet gören kadınlarda depresyon, korku, anksiyete, azalmış özbenlik saygısı, cinsel
işlevlerde bozukluklar, yeme bozuklukları, obsesif-kompulsif davranış bozukluklarıyla post
travmatik stres bozukluğu gibi ruhsal sorunlar, çeşitli kişilik bozuklukları, alışkanlık yapıcı
madde bağımlılığı, kendini suçlu hissedip utanma, kendi kendine zarar verme girişimlerde
bulunma ve intihar etme eğilimi sık görülmektedir (33,34). Sivas’ta psikiyatri polikliniğinde
yapılan bir araştırmada eşinden fiziksel şiddet gören kadınların oranı %57 bulunmuştur (35).
Aile içi şiddet, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Tanı ve Đstatistik El Kitabı’nda (American
Psychiatric Association Diagnostic and Statistical Manual, DSM-IV) V kodlarında yer alır ve
birinci eksende kodlanır (36). Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, intihara meyilli olmada
14
önemli bir gösterge olarak kabul edilebilir. Şiddete maruz kalan kadınların %20’si intihar
girişiminde bulunmaktadır (37).
Aile içi şiddet kuşaktan kuşağa geçmekte ve yalnızca şiddet gören kişiye değil, tanık
olan
kişilerin
psikolojik
durumlarını,
özellikle
çocukların
psikososyal
gelişimini
etkilemektedir. Çocuklukta aile içi şiddete maruz kalanların ya da tanık olanların kendi
yetişkinlik ailelerinde şiddeti daha yüksek saptayan çalışmalar vardır (38). Çocuk
istismarının ruhsal etkileri ise yetişkinlerinkine göre daha önemlidir. Đstismar edilen çocuklar,
güven duygularını kaybeder ve sevgisizliği öğrenirler. Çeşitli kişilik bozuklukları
geliştirebilirler, çeşitli psikiyatrik hastalıklara yakalanabilirler. Bu çocuklar yetişkin
olduklarında, şiddete meyilli olurlar (30). Çocukken şiddete maruz kalma veya tanık olma,
psikiyatrik morbidite nedeni olarak bildirilmiştir (39). Özgüvenleri düşük, iletişim kurabilme
özellikleri olmayan, toplum tarafından onaylanmayan davranışları gösteren, suç işlemeye
yatkın, madde bağımlısı, kendine zarar verici davranışlar geliştiren ve intihara eğilimi olan
kişiler haline gelirler (30). Çocuk istismarı dışında, etken ana-baba kaybının ya da
ayrılmasının unipolar, bipolar depresyon ve anksiyete bozuklukları gelişiminde genetik
etmenlerden daha önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Erken yaşam olayları var olan
genetik yatkınlığı biçimlendirmekte ve kalıcı bir fenotip oluşturmaktadır. Oluşan fenotipin
niteliği yineleyici stresörlere maruz kalındığında ileride hastalık olup olmayacağını
belirlemektedir (40).
Biyolojik Faktörler
Stres yanıtında birçok nörotransimitter ve nöromodülatör harekete geçmekle birlikte,
kortikotropin salgılatıcı hormon (Corticotrop Releasing Hormon, CRH), vazopressin,
seratonin ve noroadrenalin en önemli rolü oynar. Hipotalamustan salgılanan CRH daha sonra
hipofiz ön lobundan adrenokortikotropik hormonun (Adreno Cortico Trophic Hormone,
ACTH) salgılanmasına neden olur. ACTH da böbreküstü bezlerinden glikokortikoitlerin
salgısını uyarır. Öte yandan gonad hormonlarının hipotalamus-hipof-adrenal ekseni üzerinde
düzenleyici bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Gonad steroitleri etkisini glikokortikoit
reseptörleri, beyindeki CRH sistemi ve hipofizin CRH’ye duyarlılığını değiştirerek ve çeşitli
nörotransmitterlerin (örn., seratonin, noroadrenalin) işlerinin etkileyerek gösterir (41).
Özellikle hipotalamus, amigdala, hipokampus, stria treminalis, locus cereleusta gonad
hormonlarına ait reseptörlerin yoğun olduğu saptanmıştır. Östrojen, östrojen reseptörlerine
bağlandıktan sonra bu reseptörler diğer hormonların (glikokortikoitler, tiroid, progesteron)
sentezini etkilemektedir (27). Östrojenler postsinaptik nöronlarda mevcut serotonin
15
miktarının up-regule ederek serotonerjik cevabı arttırırlar. Gamaaminobutirikasit (GABA)
agonistlerinin bağlanmasını ve GABA reseptör up-regülasyonunu arttırarak, GABA agonisti
gibi hareket ederler. Östrojenin dopaminerjik özelliği vardır ve D2 reseptörlerini ve
muhtemelen diğer dopaminerjik reseptörlerini düşürür. Progesteronun da benzer etkileri
vardır (41).
Menstruel siklusun strese hassas olduğu yapılan birçok çalışma ile doğrulanmıştır.
Katekolaminler, biyolojik stres faktörü olarak en yüksek seviyeye menstruasyonun luteal
fazında ulaşır. Aynı dönemde östrojen ve progesteron da yüksek seviyelerdedir. Premenstruel
sendromda da luteal fazdaki hormonal defektin, özellikle östrojen ve progesteron
imbalansına bağlı olduğu yolunda kuvvetli bulgular vardır. Bu, dengesiz negatif
duygudurum, kontrol edilemeyen davranışlar ve fiziksel rahatsızlıklara yol açar. Kadınlar
için gebelik stres faktörüdür. Epidemiyolojik çalışmalar, kadın yaşamındaki psikiyatrik
hastalık riskinin, doğumdan sonraki 12 ay boyunca en yüksek seviyede olduğunu
göstermektedir (4).
Menarştan menopoza kadar, kadınlar gonadal hormonların dalgalanmalarının etkisi
altındadırlar. Kadınlar çok küçük hormonal aktivasyonla çok büyük emosyonel cevap
oluştururlar. Gonadal hormonların dalgalanmalarını, normal hormonal değişikliklere
(premenstrüel dönem, puerperium ve perimenopoz) ayrı bir duyarlılığı bulunan kadınlarda,
ruhsal durum bozuklukları riskinin artmasına zemin hazırlayabilir (42).
KADINLARDA SIK GÖRÜLEN RUHSAL HASTALIKLAR
Majör Depresyon
Majör depresif bozukluk, yaşam boyu yaygınlığı %15 kadar olan (kadınlarda %20,
erkeklerde %10), hayat boyu risk erkekler için %3-12, kadınlar için %10-26 olan yaygın bir
bozukluktur. Kadınlarda 2 kat daha fazla görülmektedir (21,43). Türkiye Ruh Sağlığı Profili
çalışmasında 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda %5,4, erkeklerde %2,3 olarak
verilmektedir. Olguların %12-20’si süregenleşme eğilimindedir. Yineleyici depresyonlar
kadınlarda daha sıktır. Kadınlar aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler gösterir.
Biyolojik ve hormonal nedenler, geleneksek kadın rolü ve diğer psikososyal nedenler
kadınlarda depresyona yatkınlık yaratan risk faktörleri arasındadır. Kadınlarda 18-44 yaşları
arasında özellikle de 25 yaştan sonra daha fazladır. Cinsiyet farklılığı 45-65 yaşları arasında
azalmakta, 65 yaşından sonra kadınlar aleyhine tekrar artmaktadır (21). Kadınlarda 35-45
16
yaşları arasında, erkeklerde 55-70 yaşları arasında tepe yapar (44). Kadınlarda depresyon için
risk faktörleri şunlardır:
•
Ailesinde duygudurum bozukluğu öyküsü
•
Erken üreme yıllarında veya gebelik sonrası duygudurum bozukluğu öyküsü
•
10 yaşından önce ebeveyn kaybı
•
Çocuklukta fiziksel veya cinsel şiddet
•
Yüksek düzeyde progesteron içeren doğum kontrol hapı kullanımı
•
Đnfertilite tedavisi için gonadotropin uyarıcısı kullanımı
•
Devam eden psikososyal stresler (örn. iş kaygı)
•
Mutsuz evlilik (43,45,46).
Majör depresyon tanı kriterleri DSM-IV’te tanımlanmıştır (Tablo 2). Depresyon
semptomları iki gruba ayrılır: psikolojik (4 semptom) ve fiziksel (5 semptom). Tanı için iki
haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile
birlikte bu semptomlardan beşinin (ya da daha fazlasının), hemen her gün ve gün boyu
devam eden nitelikte olması; semptomlardan en az birinin ya depresif duygudurum ya da hiç
bir şeyden zevk alamama, ilgi kaybı olması gerekmektedir. Bu belirtiler bir karışık atak
belirtilerini karşılamaması, klinik açıdan toplumsal, mesleki veya diğer işlevsellik alanlarında
bozulmaya neden olması, bir maddenin doğrudan fizyolojik etkilerine ya da genel bir tıbbi
duruma bağlı olmaması, yasla daha iyi açıklanamaması gerekmektedir (44,45,47).
Tablo 2. Majör depresyon için tanı kriterleri (44,45)
Psikolojik semptomlar
Fiziksel semptomlar
•
Depresif duygudurum
•
Uyku düzeninde değişiklik
•
Hiçbir şeyden tad alamama hali
•
Đştah ve kilo değişiklikleri
(anhedonia), ilgi kaybı
•
Karar verme, düşünme ve dikkati
•
•
Değersizlik, suçluluk duyguları,
toplama güçlüğü
ümitsizlik
•
Halsizlik, enerji kaybı
Tekrarlayan ölüm düşünceleri, intihar
•
Psikomotor aktivitede gerileme veya
fikirleri veya girişimler.
ajitasyon yönünde değişme
Birinci basamağa başvuran hastaların yaklaşık %10’u depresyon tanısı alacak
düzeyde yakınmalar gösterir. Tüm depresyon vakaların %85’i birinci basamakta tedavi
edilebilecek nitelikte olan hafif ve orta derecede depresyon düzeyindedirler. Uygun tedavi ile
de vakaların %75-80’i tamamen düzelmektedir (44). Birinci basamak sağlık hizmetinde
17
depresyon hastalarının %50’ye yakınının fark edilemediği saptanmıştır. Bunun en önemli
nedeni ise hastaların psikolojik semptomlarla değil, özellikle kronik ağrı, bitkinlik ve uyku
sorunları gibi somatik semptomlarla başvurmalarıdır. Ayrıca birçok depresyon hastasında
aynı zamanda, semptomları depresyonda da görülebilen tıbbi sorunlar vardır (48). Son
yıllarda yapılan geniş toplum kaynaklı çalışmada bir ya da daha fazla fiziksel hastalığı
olanların yaklaşık %4’ü, hiçbir fiziksel hastalığı olmayanların ise %2,8’i majör depresyon
tanısı almıştır (49). Depresyonun birinci basamak sağlık hizmetlerinde erkenden fark ve
tedavi edilmesinin; özellikle depresyon değerlendirilmesinde ve tedavisinde sistemik bir
yaklaşım uygulanabilen ortamlarda, morbiditeyi azalttığını gösteren araştırmalar vardır. Bu
nedenle depresyon taramasının rutin olarak yapılması önerilmektedir. Depresyon taraması,
rutin muayenehane vizitleri sırasında basit 2 soru ile sorularak yapılabilir:
•
Son 2 hafta içerisinde, moralinizin bozuk olduğunu, canınızın sıkıldığını veya
umutsuzluk hissetiniz mi?
•
Son 2 hafta içerisinde, bir şey yapmak konusunda isteksizlik veya
hoşnutsuzluk hissetiniz mi?
Bu iki soru, depresyon riski yüksek olan ve özellikle daha önce depresyon öyküsü
olan, açıklanamayan somatik semptomları olan; anksiyete gibi daha başka psikolojik
sorunları, madde suistimali ve kronik ağrı söz konusu hastalarda rutin olarak sorulmalıdır. Bu
iki sorudan birine “evet” yanıtı alınırsa depresyon için ruhsal bozukluklarda temel
değerlendirme anketi (Care Evaluation of Mental Disorders, PRĐME-MD) yapılmalıdır
(Tablo 3). Bu anket sorularından en az 5 tanesine olumlu yanıt alınması, depresyon tanısıyla
bağdaşmaktadır (48).
Kadınlarda depresyon başlangıç yaşı daha erken olmakta, daha kronik ve yineleyici
olarak seyretmekte, depresyon süresi daha uzun olmakta ve hastalık daha ciddi
seyretmektedir. Erkeklerle karşılaştırıldığında, kadınların daha fazla sayıda depresif belirtileri
bulunur ve belli bir ağırlık seviyesinde yaşanan öznel huzursuzluk daha yüksek düzeydedir.
Uyku düzeninde bozulmalar, psikomotor gerilik, değersizlik ya da suçluluk duyguları,
anksiyete ve somatizasyon gibi özgül belirtilerden kadınlar daha fazla yakınmaktadırlar.
Kadınlar daha sık hipersomni, hiperfaji, karbonhidrat tüketiminde artış ve kilo alımı gibi
atipik ya da ters vejetatif belirtilerle başvurabilirler. Kadınlar üç kat daha fazla intihar
girişiminde bulunurlar, ancak bu intiharların ölümle sonuçlanması erkeklerde daha sıktır.
Depresif kadınlarda özellikle panik ve fobik semptomlarla birlikte olan anksiyete bozukluğu
ek tanısı, yeme bozuklukları ve bağımlı kişilik yapısı erkeklere göre daha sık görülürken,
alkolizm ek tanısı ve diğer madde kötüye kullanım bozuklukları erkeklere göre daha az
18
görülmektedir. Antisosyal, narsist ve obsesif-kompulsif kişilikler kadınlarda daha azdır
(42,43,45,50).
Tablo 3. Depresyon değerlendirme anketi (PRĐME-MD) (48)
Son iki hafta içerisinde aşağıda sayılanlardan rahatsız oldunuz mu?
•
Bazı şeyleri yapmakla pek ilgilenmiyor ya da bunlardan zevk almıyor musunuz?
•
Moraliniz bozuk mu, sıkıntılı mısınız, umutsuzluğa mı kapıldınız?
•
Düşmek, uyuyamamak ya da çok fazla uyumak şeklinde sorunlarınız var mı?
•
Yorgunluk veya pek az enerjinizin kaldığını hissediyor musunuz?
•
Đştahınız kötü mü yoksa aşırı mı yiyorsunuz?
•
Kendiniz hakkında olumsuz duygular mı besliyorsunuz veya bir başarısızlık timsali
olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
•
Bazı şeylere (örn. gazete okumak) konsantre olmakta zorlanıyor musunuz?
•
Diğer insanların dikkatini çekecek derecede yavaş hareket ediyor veya konuşuyor
musunuz? Ya da huzursuzluk hissediyor ve ortalıkta her zamankinden daha mı fazla
dolanıyorsunuz?
•
Ölseniz ya da kendinize zarar verseniz daha iyi olacağını mı düşünüyorsunuz?
Depresyon ve Doğurganlık Dönemi
ABD’de yapılan Ulusal Alan Tarama Çalışması’nın (Epidemiologic Catchment Area,
ECA) sonuçları kadınlarda majör depresyonun 12 aylık yaygınlık oranı en yüksek olduğu
dönemin doğurganlık yıllarına denk düştüğünü göstermiştir. Đlk depresif atak sıklıkla östrojen
düzeylerinin ilk kez yükseldiği puberte ya da erken erişkinlik döneminde ortaya çıkar. Aynı
zamanda kadınlarda majör depresyonun ilk kez ortaya çıkması ya da yinelenmesi açısından
en riskli iki dönem doğum sonrası ve menopoza geçiş dönemleridir. (51). Doğum sonrası
dönemde kadınların %70-85’inda ruhsal belirti ve bozukluklar görülmektedir (52).
1. Premenstruel sendrom ve premenstruel disforik bozukluk: Premenstruel
Sendrom (PMS), doğurganlık çağındaki kadınları etkileyen, biyolojik, psikolojik ve sosyal
bileşenleri olan psikonöroendokrin bir bozukluktur. Belirgin depresif duygudurum, bunaltı,
duygudurum değişiklikleri, iritabilite, öfke, ilgi ve zevk azlığı, konsantrasyon güçlüğü, enerji
azlığı, letarji, iştah azlığı veya artması, uyku değişiklikleri, değişik fiziksel yakınmalar (baş
ağrısı, şişkinlik hissi, gaz dibi) belirtiler olur. Tanı koymak için belirtilerin son bir yıl içinde
adetlerin bir çoğunda olması gerekir (21). Belirtiler adet döngüsünün geç luteal evresinde
19
ortaya çıkar, kanamanın başlaması ile birlikte kısa zamanda ortadan kalkar (53). PMS, adet
gören kadınlarda %30-85 oranında görülmektedir (42,53). Premenstrüel Disforik Bozukluk
(PMDB), PMS’nin şiddetli bir formu ya da alt grubudur ve %3-9 oranında görülür
(45,50,54). PMDB tanısı için ileriye dönük izlemede en az 2 ay yinelemesi ve belirtilerin
işlevsellikte belirgin bozulma yapması gerekmektedir. PMDB tanısı alanlarda yaşam boyu
depresyon görülme sıklığı %30-70 arasındadır. PMDB tanısı olan kadınlar diğer üreme ile
ilgili olaylarda da depresyon geçirme açısından risk altındadır (54).
2. Gebelik sırasında depresyon: Geleneksel olarak gebelik, kadınların depresyon ve
diğer psikiyatrik bozukluklardan korunduğu, bir ruhsal iyilik hali olarak görülmektedir. Gebe
kadınlarda majör depresyon oranları %4-16 arasındadır. Gebelik sırasında depresyon için en
iyi tanımlanmış risk faktörü, geçmişte bir duygudurum bozukluğu öyküsüdür. Ailesinde
depresyon öyküsü olanlarda, genç annelerde, çok çocuklu olanlarda, istenmeyen gebelikte,
sosyal desteği yeterli olmayanlarda, tek başına yaşayanlarda ve evlilik sorunu olanlarda
depresyon görülme sıklığı artar (42,45,54,55). Gebeliğin bedensel semptomlarını
depresyonun bedensel semptomlarından ayırmak güçtür. Gebelik sırasında tedavi edilmeyen
depresyon, yetersiz beslenme ve uykusuzluğa bağlı olarak erken doğum, düşük doğum
ağırlıklı bebek (< 2500 gr) ya da doğum yaşına göre küçük bebek (10. persantilin altında)
doğurma riskinin artışı ile ilişkilidir (42,54).
3. Postpartum hüzün: Postpartum duygudurum bozuklukları, nispeten selim
özellikteki postpartum hüzünden psikiyatrik bir acil olan posrpartum psikoza kadar bir
yelpazeyi kapsar. DSM-IV’te doğumdan sonraki ilk 4 hafta postpartum dönem olarak kabul
edilmektedir (52). Postpartum hüznün literatürde bildirilen prevalansı %26-85 arasında
değişmektedir. Başlıca semptomlar ağlama hali ve duygudurum dalgalanmasıdır. Diğerleri
irritabilite, hafıza bozuklukları, konsantrasyon eksikliği, çaresizlik hissi, konfüzyon, bebeğe
karşı ilgi eksikliği, depersonalizasyon, üzgünlük hali, anksiyete, eşe karşı düşmanca tutumlar,
yorgunluk, huzursuzluk ve gerginlik olarak sıralanabilir. Semptomlar doğum sonrası erken
dönemde başlayıp 3-5. günlerde en şiddetli halini alır. Hastaların kognitif fonksiyonları
normal olarak saptanır. Ancak bu semptomların süresi 7-10 günle sınırlıdır ve bu süre
sonunda kendiliğinden düzelmeleri beklenir. Postpartum hüzün görülen kadınlarda
semptomların iki haftadan daha uzun sürmesi durumunda postpartum depresyon gelişme
ihtimalinin daha yüksek olduğu bildirilmektedir (56).
20
4. Postpartum depresyon: Postpartum depresyon, %10-22 oranında görülmektedir.
En sık belirtiler uyku bozukluğu, yorgunluk, irritabilite, iştah azalması, dikkat dağınıklığı,
yetersizlik düşünceleri, bebeğe zarar verme endişesi ya da bebeğin sağlığı ile ilgili
düşüncelerdir. Postpartum depresyon için risk etkenleri: gebelikte sağaltılamayan depresyon,
evlilikte ilişki sorunları, bebeğin ilk günlerinde yeterince sosyal desteğin olmaması ve
gebelik sırasında gelişen olumsuz yaşam olaylarıdır. Semptomlar, doğumdan sonraki ilk 4
hafta içinde başlamalıdır, ancak bazı kadınlarda belirtiler haftalar ya da aylar sonra, daha
sinsi bir şekilde başlar (54). Önceden gebelik dışında depresyon öyküsü olan kadınların %30
kadarında doğum sonrası dönemde ruhsal bozukluklar gelişebilir. Ayrıca önceki gebelikte
depresyon öyküsü varsa sonraki gebelik ve doğumlarda %50-60 oranında tekrarlama riski
vardır (57).
5. Postpartum psikoz: Postpartum psikiyatrik bozukluklar arasında en ciddi olanıdır
ve kadınların %0,1-0,2’sini etkilemektedir. Loğusalığın ilk 3 gününde ortaya çıkan, hızlı
duygudurum dalgalanması ve psikotik belirtiler gözlenir. Yönelim kusuru, dezorganize
davranışlar, işitsel varsanılar ve kötülük görme sanrıları sık rastlanır. Đntihar riski nedeniyle
hızla ve etkin bir biçimde sağaltım yapılmalıdır. Gençlerde, primiparlarda ve daha önce
ruhsal bozukluk öyküsü olanlarda daha sık görülür (54). Bir kere postpartum psikoz geçiren
bir kadının sonraki doğumunda tekrarlama riski %70 kadardır (58).
6. Menopozal geçiş döneminde depresyon: Doğal menopoz, ardışık 12 ay boyunca
gebelik ve loğusalık olmaksızın görülen amenore ile karakterizedir (54). Perimenopozun
başlangıcı, sıklıkla 40’lı yaşların sonlarında, ortalama 47,5 yaştadır ve ortalama 4-8 yıl sürer.
Bu dönemdeki şiddetli vazomotor belirtiler (örn., sıcak basmaları, gece terlemeleri) depresif
belirtilerin riskini arttırabilir (42). Depresyon öyküsü olan kadınlarda, özellikle de loğusalık
depresyonu veya premenstrüel sendrom olanlarda, perimenapoz biyolojik olarak duyarlı
olunan bir dönemdir. Doğal yolla menopoza girenlerde depresyon görülme sıklığı
düşmektedir. Ancak cerrahi yolla menopoza girenlerde semptomlar tetiklenebilir.
Perimenopozal hormonal dalgalanmalar, değişen roller ve psikososyal stresler depresyon
riskini artırır (54).
Bipolar Bozukluk ve Mani
Ulusal Alan Tarama Çalışması’na (Epidemiologic Catchment Area) göre yaşam boyu
yaygınlığı erişkinlerde %0,7-1,6 arasındadır. Genellikle 20-30 yaşları arasında başlar. DSM21
IV ölçütlerine göre manik ya da hipomanik atak geçiren olgular, depresyon atağı geçirmemiş
olsalar bile bipolar olarak adlandırılır. Mani tanısı için belirti süresi en az bir hafta, hipomani
için 4 gün olmalıdır. Manik dönemin temel niteliği yükselmiş, kabarmış veya irritabl
duygudurumun olmasıdır. Hafif manik olgularda öfori, enkoheran düşünce, büyüklük
düşünceleri, fikir uçuşmaları, konuşma ve fiziksel etkinlikte artış, basınçlı konuşma, uyku
gereksiniminde azalma görülür ve hastaneye yatmayı gerektirmeyen klinik bir tablodur (21).
Bipolar II, en az bir veya daha fazla majör depresif atak gösteren ancak tam manik
atak göstermeyen olguları tanımlar. Tam manik atak varsa bipolar I olarak tanımlanır. Atak
sırasında hem mani hem depresyon ölçütlerini karşılayan belirtiler varsa buna “disforik
(karma) tip” denilmektedir. Sadece manik nöbet geçiren olgularda prognoz diğer tiplere göre
daha iyidir (21).
Bipolar bozukluk kadınlarda ve erkeklerde aynı sıklıkta görülür. Ancak kadınlarla
erkekler arasında hastalık görünümleri açısından farklılık vardır. Hızlı döngülü bozukluk
(DSM-IV ölçütlerine göre 12 aylık bir dönemde en az 4 atak geçirmek), karma ve depresif
hastalık dönemleri kadınlarda daha sık görülmektedir (59-61). Genel populasyona göre
bipolar tanısı olan kadınlarda alkol ve madde kullanımı için armış risk vardır. Ancak bu risk
erkelerde daha fazladır (60).
Kadın üreme dönemlerinin bipolar bozukluk gidişi üzerine etkileri vardır. Bu
dönemlerde en riskli olanı loğusalık dönemidir (59,61). Bipolar bozukluğu olan kadınların
%25-70’i loğusalık döneminde hastalık yaşamaktadır. Postpartum dönem yaşayan bir kadın
daha sonraki loğusalık dönemlerinde daha fazla risk altındadır. Gebelik ve loğusalık
dönemindeki hastalıklarla, hastalığın erken yaşta başlaması, ilk gebelik ve gebelik sırasında
obstetrik veya fiziksel hastalıklarla bağlantısı olduğu görülmüştür (59).
Anksiyete Bozuklukları
Anksiyete bozukluklarının hayat boyu yaygınlığı %10-25 kadardır (62). Kadınlarda
erkeklere oranla 2-3 kat sık görülmektedir. Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırmasına göre 12
aylık yaygınlık kadınlarda %8,9, erkeklerde %3,7’dir. Alt gelir grubunda ve düşük eğitim
düzeyine sahip olmak (bu grupta daha fazla kadın hasta vardır) hem anksiyete bozukluklarına
zemin hazırlamakta hem de süregenleşme riskini arttırmaktadır (27). Kadınlarda anksiyete
bozukluğu gelişme olasılığı erkeklere oranla %85 daha fazladır (63).
1. Panik bozukluk: Đnsanların 1/3’ünden fazlası bir yıl içinde panik veya benzeri bir
atak geçirirler. Ancak bunların %1’den azında panik bozukluğu gelişmektedir. Hayat boyu
22
yaygınlık %0,4-2,5 arasındadır. Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırmasına göre 12 aylık
yaygınlık kadınlarda %0,5, erkeklerde %0,2 dir. Sıklıkla 15-30 yaşlarında başlar. Panik atak
40 yaşından sonra ortaya çıkması durumunda, depresyon ve tıbbi nedenler akla gelmelidir.
Olgularda ani ortaya çıkan fizyolojik belirtilerle (çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı,
göğüs ağrısı, bulantı, baş dönmesi gibi) birlikte yönelim bozukluğu, delireceği, kontrolünü
kaybedeceği, öleceği korkusu yaşanır. Ataklar 5-10 dakika içinde ani olarak başlar, genellikle
30 dakikayı aşmaz. Ataklar kendiliğinden sonlanır ve yineleyebilir. Normal anksiyete
olgularında izlenmeyen katastrofik bir nitelik vardır. Genellikle son 6 içinde önemli bir stres
etkeni vardır (62). Panik bozukluğu olan kadınların yaklaşık yarısı agorafobiden
muzdariptirler (50). Alkol bağımlılığı olan kadınlarda, alkol bağımlılığı olan erkeklere göre
daha fazla agorafobili panik bozukluk bulunabilmektedir (60). Agorafobi ile birlikte olan
panik bozukluğu kadınlarda 2 kat daha fazladır ve agorafobi ile olan durumlarda, panik
bozuklukla beraber özgül fobi, yaygın anksiyete bozukluğu, somatizasyon bozukluğu ve
majör depresyon gibi ek hastalıklar daha sık görülmektedir (64). Kadınlarda ataklar erkeklere
göre iki kat daha sık görülmekte ve daha uzun sürmektedir (60,64). Premenstrüel dönemde,
doğum sonrası ve menopoza giriş döneminde panik atak sıklığında artma ve belirtilerde
kötüleşme olmaktadır (63).
2. Travma sonrası stres bozukluğu: Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB),
kişinin kendisinin ya da bir başkasının fizik bütünlüğüne karşı tehdit oluşturacak bir olayı
yaşamış olması, bu durum karşısında korku, çaresizlik, dehşet duymasından kaynaklanır.
Klinik olarak da tekrar tekrar anımsanıp yaşanması, olayla ilgili rüyalar, olaya ilişkin
çağrışımlardan yoğun bunaltı duyma, aşırı uyarılmışlık haline bağlı uyku ve yoğunlaşma
bozuklukları, aşırı irkilmeler, kolay öfkelenme ve olaya bağlı durum ya da ortamlardan
kaçınma görülür. Kadınlarda, özellikle çocukluk çağından itibaren travmatik yaşantılara
maruz kalma oranı (kötü muamele, fiziksel ve/veya cinsel şiddet gibi) erkeklere göre daha
yüksektir (27). Bu kadınlarda borderline kişilik bozukluğu birlikteliği de daha sıktır (64).
Ulusal Komorbidite Araştırmasında (National Comorbidity Survey, NCS) çalışmalarına göre
yaşam boyu prevalansı %8’dir (62). Kadınlarda %11, erkeklerde %7 oranında görülmektedir.
Kronik semptomlar kadınlarda daha sık görülmekte ve semptomlar menstrüel döngü içinde
dalgalanma göstermektedir (64).
3. Obsesif-kompulsif bozukluk: Obsesyon tekrarlayıcı ve zorlayıcı düşünce, duygu,
fikir ya da histir. Kompulsiyon, sayma, kontrol etme ya da kaçınma gibi bilinçli, standardize,
23
tekrarlayıcı düşünce ya da davranıştır. Obsesyonlar kişinin anksiyetesini arttırırken,
kompulsiyonlar kişinin anksiyetesinin azaltırlar. Buna rağmen, kişi kompulsiyonu
gerçekleştirmeye direnirse, anksiyete artar. Obsesif-kompulsif bozukluğu (OKB) olan kişi
genellikle obsesyonların mantıksız olduğunun farkındadır ve hem obsesyonları, hem de
kompulsiyonları benliğe yabancı olarak yaşar. OKB kronik, yineleyici ve dalgalanma
gösteren bir hastalıktır. ECA’ya göre OKB’nin genel populasyonda yaşam boyu yaygınlığı
%2-3’tür (65). Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırmasına göre 12 aylık yaygınlık kadınlarda
%0,6, erkeklerde %0,2’dir. OKB genellikle 20-30 yaşları arasında başlar (62). Erken
başlangıç kötü prognozla beraberdir. Kadınlarda başlangıç yaşı erkeklere göre daha geçtir.
Kadınlarda yemek ve kilo ile ilgili obsesyonlar (özellikle anoreksi tanısı olanlarda),
trikotilomani, yıkama kompulsiyonları, depresyon daha sıktır. Erkeklerde ise kontrol
davranışları daha sıktır ve hastalık daha uzun ve ciddi seyretmektedir (64). Özellikle
loğusalık dönemi, OKB başlangıcı veya semptomların şiddetlenmesi açısından riskli bir
dönemdir (63).
4. Fobiler: Fobi, özgül bir obje, eylem ve durumdan kaçmaya zorlayan yoğun,
yineleyeni mantıklı olmayan korkuları belirtir. Fobik bozukluk ise özel bir durum veya obje
ile ilgili korku ile belirli süregen bir durumdur. Fobiler normal korkulardan yoğunluk, süre,
mantık dışılık ve yeti kaybına neden oluşu ile ayrılır. DSM-IV’e göre 3 majör fobi vardır;
agorafobi, özgül fobi ve sosyal fobi. Hayat boyu yaygınlığı genel olarak fobi için %33,4,
sosyal fobi için %11,5, agorafobi için %8,7, özgül fobi için 11,3 olarak verilmektedir (62).
Kadınlarda 1,5 kat daha fazla görülmektedir (50).
Agorafobi, zor durumda kalındığında, güvenliğin kolayca sağlanamayacağı, rahatsız
hissettiğinde (panik atağı olması durumunda) yardım alamayacağı veya mahcup düşeceği
durumlarda bulunmaktan korkmadır. En geç başlangıçlı fobi türüdür. Sosyoekonomik düzeyi
yüksek olanlarda daha sıktır. Süregen ve dalgalı bir seyir göstermektedir. 20-30 yaşları
arasında kadınlarda daha sıktır (62). Kadınlarda hastalığın başlangıç yaş dönemi daha geniştir
ve risk daha yüksektir (64).
Soysal fobi ortalama başlama yaşı 15,5’dir. Erkeklerde en sık rastlanan fobi,
kadınlarda ise en seyrek görülen fobi türüdür. Ancak yine de kadınlarda daha sık oranda
görülmektedir. Hastalar çeşitli sosyal durumlarda mahcup olma veya rezil olma korkusu
yaşarlar (62).
Özgül fobi, en sık rastlanan anksiyete bozukluğudur ve kadınlar arasında da en yaygın
ruhsal hastalıktır (65). Kadın erkek oranı yaklaşık 2/1’dir. Sıklıkla ilk 20’li yaşlarda ortaya
24
çıkar. Hayvan korkuları en sık izlenen fobilerdir. Kadınlarda hayvan ve yükseklik korkusu
erkeklere göre daha sıktır (62). Kadınlarda fobinin şiddeti daha fazladır (64).
5. Yaygın anksiyete bozukluğu: NCS çalışmalarında yaşam boyu prevalansı %5,1
olarak verilmektedir. Yapılan araştırmalarda da yaygınlığı %3-8 arasında değişmektedir.
Genellikle 20-30 yaşlarında görülür. Kadın erkek oranı 2/1’dir (62,65). Bu oran 35
yaşlarından sonra kadınlar aleyhine daha da artar (60). Bu bozukluk en az altı ay süreli
yaygın anksiyete, motor gerginlik (titreme, huzursuzluk ve baş ağrıları gibi), otonomik
hiperaktivite (nefes darlığı, aşırı terleme, çarpıntı ve çeşitli gastrointestinal belirtiler), bilişsel
uyanıklık ve birçok yaşam olayı konusunda gerçek dışı anksiyete ile belirlidir. Süregen ve
dalgalı bir seyir gösterir (62,65). Klinik seyir kadın ve erkeklerde benzerdir. Diğer ruhsal
hastalıklarla (örn. depresyon, diğer anksiyete bozuklukları, panik bozukluk, madde kötüye
kullanımı, distimi) birlikteliği yüksektir. Ancak yaygın anksiyete bozukluğu olan kadınlarda
daha sonra başka ruhsal hastalık gelişme riski erkeklere göre daha fazladır. Diğer ruhsal
hastalıkların varlığı iyileşmeyi geciktirir, prognozu kötüleştirir (50).
Somatoform Bozukluklar
Herhangi bir organik nedeni olmaksızın, oluşumlarında psikolojik nedenlerin rol
oynadığı, çeşitli bedensel belirtilerle seyreden psikiyatrik bozukluklardır. Belirtiler hastalar
tarafından bilinçli olarak yaratılmaz ve bilinçli olarak kontrol edilmeleri mümkün değildir.
Somatik yakınmalar ve semptomlar, hastanın sosyal ve mesleksel uyum yeteneğini bozacak
veya hastayı önemli duygusal sıkıntılara sokacak derecede ciddidir. Genelde bu sürece ikincil
kazançlar da eşlik eder. DSM-IV’e göre bu hastalık grubunda; somatizasyon bozukluğu,
hipokondriazis, konversiyon bozukluğu, ağrı bozukluğu, beden şekil bozukluğu, ayrışmamış
somatoform bozukluk ve başka türlü adlandırılamayan somatoform bozukluk bulunmaktadır
(66,67). Birinci basamak hastaların %26’sı “somatik uğraş” ölçütlerini karşılamaktadır.
Hastaların %19’unun tıbbi olarak açıklanamayan semptomları vardır (68).
Somatoform bozuklukların yaşam boyu prevelansı %4-5 kadardır. Türkiye Ruh
Sağlığı Profil araştırmasına göre somatoform bozuklukların 12 aylık yaygınlığı kadınlarda
%20,4, erkeklerde %10,3’tür (19). Kadın erkek oranları somatizasyon bozukluğunda 5-20/1,
konversiyon bozukluğunda 2-5/1, ağrı bozukluğunda 2/1 olarak tespit edilmiştir.
Hipokondriazis ve beden şekil bozukluğu ise kadınlarda ve erkeklerde eşit sıklıkta
görülmektedir (66,67).
25
Konversiyon bozukluğu, ağrı bozukluğu ve beden şekil bozukluğu genelde erken
ergenlik ve genç erişkinlik döneminde başlamaktadır. Somatoform bozukluğu tanısı için
belirtiler 30 yaşından önce başlamış olmalıdır. Hipokonrdiazis de genelde 20-30 yaşları
arasında başlamaktadır, ancak 30-40 yaşlar arasındaki erkeklerde ve 40-50 yaşlar arasındaki
kadınlarda
daha
sıktır.
Kadınlar,
duygularını
ve
düşüncelerini
bastırma
ve
bedenselleştirmelerinden dolayı, erkeklere göre, fiziksel yakınmalarla daha fazla sağlık
kurumlarını kullanmaktadır (66,67).
Yeme Bozuklukları
Bütün çalışmalar, yeme bozukluklarının erkeklerde seyrek olduğunu göstermiştir.
Yeme bozuklukları toplumda %3-10 arası sıklıkta görülür. Genellikle ergenlik ve erken
yetişkinlik dönemlerinde başlar. Anoreksiya nervoza, kilo kaybetmeye yönelik, amaçlı ve
istekli davranış biçimleri, kilo kaybı, beden ağırlığı ve yiyecekle aşırı uğraşı, özel yemek
yeme biçimleri, kilo almaktan aşırı korku, beden imajı bozukluğu ve amenore ile
karakterizedir. Bu hastalığın %10-20 oranı, oluşan çeşitli komplikasyonlar nedeniyle ölümle
sonuçlanır. Klinik örneklerde erkek kadın oranı, 1/10 ile 1/20 arasındadır. Bulimiya nevroza,
benzer koşullarda ve sürede çoğu kişinin yediğinden daha fazla tıkanırcasına yemek yeme
eşliğinde yoğun olarak kontrolünü kaybetme duygusu ve sonrasında aldığı kaloriyi
kaybetmeye yönelik düzenli davranışlarla (kusma, laksatif kullanımı gibi) karakterizedir
(69). Bulimia hastalarının %90'ını kadınlar oluşturur. Yaygınlık kadınlarda anoreksiya
nervoza için %0,5-3,7, bulimiya nevroza için %1,1-4,2 arasında değişmektedir. Kadın ve
kızlar, erkeklere oranla ince beden konusunda kültürel yargılardan daha çok etkilenirler. Bu
kızlardaki beden hoşnutsuzluğunun daha sık oluşunun kanıtıdır. Genetik çalışmalar gözden
geçirildiğinde genetik geçiş anoreksiya nervoza ve bulimiya nevroza için %50 ile %80
arasında değişmektedir (70).
AĐLE HEKĐMLĐĞĐNDE KADIN RUH SAĞLIĞININ ÖNEMĐ
Birinci basamak sağlık hizmeti sunan kurumlara başvuran kişiler arasında ruh ve
davranış bozuklukları sık olarak görülmektedir. Ciddi ruhsal hastalığı olan kişiler, birinci
basamak sağlık kurumlarını diğer ruh sağlığı kurumlarına göre daha çok tercih etmektedir
(71). Birinci basamağa başvuranlar arasında ruhsal bozukluklara sahip olanların oranı
oldukça yüksek olup, bazı ülkelerde başvuranların %15-40’ını oluşturmaktadır. Yapılan
çalışmalarda, birinci basamak hekimlerine sürekli başvuran vakaların üçte birinden
26
fazlasında, önemli düzeylerde psikolojik sıkıntı bulunduğu göz önüne alınırsa, Birinci
basamak sağlık hizmetinin bu konudaki önemi daha da iyi anlaşılacaktır (2).
Ruh sağlığı hizmetleri temel sağlık hizmetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır ve 1978
yılında Alma-Ata Bildirgesine göre, temel sağlık hizmetleri yapısı gereği ruh sağlığı
hizmetlerini de kapsayacak biçimde bütüncül olmalıdır (72). DSÖ’ünün yaptığı bir çalışmada
da birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvuranların %24’ünde bir ruh hastalığı olduğu
saptanmıştır. Aynı çalışmada Türkiye’deki birinci basamak ruh hastalıkları prevalansları da
depresyon için %11,6, anksiyete için %0,9, alkol bağımlılığı için %1,0 ve diğer bozukluklar
için %16,4 olarak saptanmıştır (73).
Her yıl yaklaşık beş yetişkinden birinde ruhsal bozukluk görülmesine rağmen, birinci
basamakta bu rahatsızlıkların %30-80’ine tanı konamamaktadır. Nedenlerinden birisi,
psikiyatrik rahatsızlıkların genelde fiziksel veya organik belirtilerle kendini göstermeleridir.
Ayrıca tıp fakültelerindeki eğitiminin yalnızca psikiyatri kliniklerinde yapılması da, tanıyı ve
hekimin bilgiye ulaşmasını zorlaştıran bir etken olabilir. Dal uzmanı, bir görüşmede yalnız
bir sorunla uğraştığı halde, birinci basamak hekimi ortalama altı sorunla uğraşmaktadır (12).
Birinci basamakta tanısal zorluğun diğer bir nedeni de psikiyatriste baş vuran hastada
belirtiler ayrışmış, şiddetli ve ciddi iken, birinci basamağa başvurduğunda belirtilerin daha
hafif olasıdır (74). Ruhsal problemi olan hastaların ilk tıbbi temas noktası genellikle birinci
basamak olması nedeniyle, hastalığı tanıma fırsatı, doğru tedavi ve izlem yönünden aile
hekimi özel bir konuma sahiptir. Amerkan Ulusal Ayaktan Tıbbi Bakım Çalışması (National
Ambulatory Madical Care Survey, NAMCS) verilerine göre 1980 ile 1999 yılları arasında
ruh sağlığı sorunlarının %20’si aile hekimleri tarafından teşhis edilmiştir (75). Gelişmekte
olan ülkelerde yapılan çalışmalar, eğitilmiş birinci basamak hekimlerinin toplumda sık
görülen ruh hastalıkları ve davranış bozuklukların tanı ve tedavisinde başarılı olduklarını
kanıtlamıştır (73).
Türkiye’de aile hekimi uzmanları, tıp lisans eğitiminden sonra dört aylık psikiyatri
bölümü rotasyonunun da olduğu üç yıl süreyle ek bir eğitim aldıklarından dolayı, diğer
birinci basamak hekimlerine göre daha bilgili, becerili ve deneyimlidirler (76). ABD’de,
anksiyete ve depresyonların çoğunun tanı ve tedavisi aile hekimlerince yapılmakta ve ruh
sağlığı tanılarının yarısı aile hekimlerince konup psikotrop ilaç reçetelerinin 2/3’ü aile
hekimlerince yazılmaktadır. Đngiltere’de, birinci basamak konsültasyonlarının %25-40’nın
ruhsal hastalıklara ait olduğu ve psikiyatriste yönlendirilen hastaların %80’inde aile
hekimlerince gönderildiği saptanmıştır (74).
27
Kadınlarda ruhsal sağlık sorunlarına; evlilik, iş ve sosyal çevre gibi faktörler
nedeniyle erkeklerden daha sık rastlanmaktadır. Kadınların ruh sağlığı; sosyal politik ve
ekonomik durumlardan ayrı düşünülemez (4). Kadınların sağlık içinde değerlendirilmesinde,
kadına özgü stres etkenlerinin gözden kaçırılmadan değerlendirilmesi ilk adım olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar strese ilişkin sorunlar, anksiyete bozuklukları, depresyon,
psikosomatik hastalıklar ile genel sağlık kurumlarına ve birinci basamak birimlerine ruh
sağlığı kurumlarına oranla daha sık başvurmaktadır (27).
Ruh hastalıkları tıpkı bedensel hastalıklarda olduğu gibi çeşitli biyolojik, psikolojik
ve sosyal faktörlerin etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Đnsan sağlığında
biyopsikososyal yaklaşım, hastaların bir bütün içinde biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan
değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu anlayış ile yetişen aile hekimleri,
hastasındaki biyopsikososyal değişkenlerin dinamik yapısını değerlendirerek pozitif sonuç
için gerekli cevabı oluşturabilmektedir (77). Aile hekimi, kapsamlı biyopsikososyal yaklaşım
ile aileleri tanıdıkları, aile yapısını bildikleri hastaları aile ortamında değerlendirerek, olası
ailevi stres kaynaklarını tanıyabildikleri için sorunun çözümünde başarılı olmakta, aile
bireyleri ile olumlu ilişki kurmakta ve taraf tutucu davranmamaktadır (28). Kadına özgü stres
alanları, fiziksel şiddet, cinsel istismar, üremeye ilişkin sağlık sorunları, aile çatışmalarını
sorgulamaktadır (27). Hasta merkezli bir yaklaşımı olan aile hekimi, hastanın problemleri ile
hastayı bir bütün olarak ele alır ve ilgilenir. Onun yaşam hikayesi, sorunları, ailesi ve fiziki
çevresi ile bir bütün olarak değerlendirir. Hasta ile birlikte çalışarak önceliklerin ve hastalığın
idaresinde rollerin belirlenmesini sağlar (78).
Kadının
yüklediği
anlam
ve
yaşadıklarını
empatik bir kulakla dinlemek
gerekmektedir (27). Aile hekimi de hastası ile empatik ve destekleyici bir hasta hekim ilişkisi
kurarak, hastalık ile ilgili gerekli psikososyal bilgiyi alabilmekte ve gerekli müdahaleyi
yapabilmektedir (78).
Ruhsal hastalıklarda sürekli takip, tedavinin etkinliği açısından önemlidir. Aile
hekimi, hastalarıyla uzun süreli ilişkiler kurarak onları izleme imkanına sahiptir. Takipte ve
tedavide sürekliliği sağlayarak ortaya çıkabilecek yeni ruhsal sorunları veya fiziksel
rahatsızlıkları daha erken saptayabilmekte ve etkin bir şekilde tedaviyi yönetebilmektedir
(77).
Temel olarak aile hekimliği uygulamaları ile bireylere ve onların ailelerine etkili,
maliyeti düşük ve yararlı olabilecek bir birinci basamak sağlık hizmeti verilmektedir. Bu
hizmetin kapsamında ise sadece tedavi edici hizmetler değil aynı zamanda bireye yönelik
koruyucu sağlık hizmetleri de yer almaktadır (76). Koruyucu ruh sağlığı hizmetleri de
28
bunların arasındadır. Koruyucu ruh sağlığı hizmetleri, ruhsal hastalığın başlamasını önlemeyi
ya da geciktirmeyi, hastalığın süresini kısaltmayı ve ruhsal hastalığa bağlı yeti yitimini
azaltmayı amaçlar (79).
Birincil koruma, daha önce hastalığın görülmediği bireylerde hastalığın oluşmasını
önler. Amaç, neden olan etkenlerin ortadan kaldırılması, risk faktörlerin azaltılması, hastalığa
direncin artırılması ve hastalığın yayılmasına engel olunmasıdır. Aile içi şiddet, düşük eğitim
düzeyi, yoksulluk, ayrımcılık gibi stres yapıcı durumların azaltılması, stresle etkili bir şekilde
baş etme becerilerini artırmada bireylere yardım etmek, topluma ruh sağlığı kavramının
öğretilmesi ve toplumsal önyargıları gidermeye yönelik çalışmaların yapılması, birincil
korumaya örnektir (79).
Đkincil koruma hastalık süresinin azaltılması ile prevalansın azaltılmasıdır. Hastalığın
erken teşhis edilmesi ve hızla tedavi edilmesi önem taşır. Ruhsal hastalıkların erken tanısı
için bazı tarama testleri geliştirilmiştir (79). Genel Sağlık Anketi (GSA) ve Belirti Tarama
Listesi 90-R (Symptom Check List 90-R, SCL 90-R) mükemmel birer örnek teşkil eder (74).
Bu testler bir tanıya götürmez ancak sürekli gerilim, değersizlik hissi, intihar düşünceleri,
keyifsizlik ve kendine güven kaybının genel bir ölçümünü yapar. Bu anketin birinci basamak
sağlık hizmetinde kullanılması ile tedaviye erken başlamak ve daha ciddi patolojinin
gelişmesini önlemek mümkündür. Ruhsal bozuklukların temel sağlık hizmetlerinde
değerlendirilmesi için geliştirilmiş başka ölçekler de vardır. Tanısı konan hastalara ve hasta
yakınlarına bilgilendirici yaklaşımlar, intihar gibi ciddi sonuçlara yol açabilecek yaşamsal ve
durumsal krizler yaşayan bireylere yardım edebilecek telefon hatları kurmak, yüksek riskli
bireylerin sürekli takibi ikincil korumaya örnektir (79).
Üçüncül koruma kronikleşmenin, komplikasyonların ya da ruhsal hastalığa bağlı yeti
yitiminin önlenmesidir. Tedavi planlanırken psikiyatrik rehabilitasyonun da düşünülmesi,
hastane
tedavisinden
sonraki
dönemde
destek
gruplarının
oluşturulması,
kısmi
hospitalizasyon (yatarak tedavi görme) programlarına alınması, psikososyal rehabilitasyon
programları ile gereken hastaların barınma evlerine yönlendirilmesi, hastane tedavisinden
sonraki dönemde hastanın etkin izlenmesi, ev ziyaretleri yapılması üçüncül korumaya
örnektir (79).
Hem genel sağlık hem de ruh sağlığı hizmetleri ağırlıklı olarak kadınlar tarafından
daha fazla kullanılmaktadır. Antidepresan ilaçların büyük çoğunluğunun kadın hastalara
yazıldığı, özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde benzodiazepinlerin kadınlara
erkeklere oranla daha sık yazıldığı bilinmektedir. Aynı zamanda ilaçlara yanıt ve tolerabilite
açısından cinsiyet farklılıkları olduğu belirlenmiştir. Genç kadınların amitriptilin yan
29
etkilerine karşı erkeklere oranla daha duyarlı olduğu ve yanıt oranlarının %10-20 daha düşük
olduğu; öte yandan monoaminooksidaz inhibitörleri (Monoamine Oxidase Đnhibitor, MAOI)
ve seçici seratonin geri alım inhibitörlerine (Selective serotonin reuptake inhibitors, SSRI)
daha iyi yanıt verdikleri bildirilmiştir. Ayrıca premenstrüel dönemde antidepresan kan
düzeylerinde düşüş olduğu gözlenmektedir. Oral kontaseptif alanlarda ise ilaç kan düzeyleri
yükselmektedir. Trisiklik antidepresanların (TCA) ağrı bozukluklarında kullanılması halinde
kadınlar tarafından daha iyi tolere edildiği bildirilmektedir. Đlaç etkinliği ve etkileşimleri
açısından kadın hastalarda dikkat edilecek noktalar şu şekilde özetlenebilir:
•
Olası veya beklenmedik gebeliklerle ilgili hasta bilgilendirilmelidir.
•
Doz belirlenirken kadın hastaların erkeklere oranla daha düşük kilo ve küçük
beden yüzeyine sahip olması dikkate alınmalıdır.
•
Özellikle genç kadın hastalarda antidepresan olarak SSRI’lar tercih
edilmelidir.
•
Kadınlarda TCA dozları daha düşük tutulabilir, oral kontraseptif alanlarda doz
daha da düşürülebilir.
•
Premenstrüel dönemde belirtilerde alevlenme olan hastalarda bu dönemde ilaç
dozu arttırılabilir (27).
Aile hekimi, sorunun birinci basamakta çözülüp çözülemeyeceğine karar verir ve
tedavi planına aile ve arkadaşlarını da katarak gerektiğinde hastayı aile odaklı psikiyatri
uzmanına veya aile terapistine sevk eder (Tablo 4). Sonuçlarını yine kendisi takip eder ve
tedavinin başarılı olması için bu uzman kişilerle işbirliği yapar. Hastanelerde tedavisi
yapılmış ve taburcu edilmiş kişilerin uzun dönemdeki izlemelerini yine birinci basamakta
yapılmasını sağlar (80).
30
Tablo 4. Ruh sağlığı uzmanına sevk gerektiren durumlar (80)
•
Đntihar yada cinayet düşüncesi, kastı veya davranışı
•
Psikotik davranışlar
•
Mevcut cinsel kötüye kullanım (örn. ensest veya taciz) veya fiziksel kötüye kullanım
(örn. çocuk, eş, yaşlı) veya hastanın düşünce ve davranışlarını etkilemeye devam
eden kötüye kullanım öyküsü
•
Madde kötüye kullanımı (örn. alkol, ilaç)
•
Somatik saplantı
•
Kronik veya ciddi evlilik problemleri ve cinsel sorunlar
•
Birinci basamak danışmanlığı ile değişime direnç gösteren problemler
•
Birden fazla problem, karmaşık aile problemleri
Aile hekimi iş birliği yapacağı profesyonel kaynaklardan oluşan bir ağ sistemi
kurduğu taktirde, hastasını daha etkin bir şekilde tedavi edebilmektedir. Hasta ve aile
kaynaklarını harekete geçirerek eksiksiz ve bütünleştirilmiş bir tedavi programının temelini
atmaktadır (48).
Ruh hastalıkları sosyal olarak toplum tarafından benimsenmeyen ve dışlanan
hastalıklar arasındadır. Toplumların bu hastalıklara bakış açılarını değiştirmek ise ancak
eğitimle ve ruh sağlığı hizmetlerinin, birinci basamak sağlık hizmetleri ve aile hekimliği
hizmetleri içerisinde yaygın olarak sunulmasıyla mümkün olabilir (73).
Kadınlara verilecek ruh sağlığı hizmetleri üzerinde özellikle durulması gereken bir
konudur. Kadınların kendi yaşantılarına yükledikleri anlamlar ve kendi görüşleri,
araştırmacılar, sağlık hizmeti sunanlar ve karar vericiler tarafından dikkate alınmalıdır. Bu
yapılmadan sunulan hizmet, kadınların önceliklerine ve ihtiyaçlarına cevap veremez. Bu
bağlamda ruhsal bozukluklarla ilgili verilecek hizmetlerin kadınların ihtiyaçlarına göre
belirlenmesi, yine bu bozuklukların ele alınıp gerekli bakım ve tedavinin yapılması
öngörülmektedir (24). Aile hekimliği uygulamalarında kadınların ruh sağlığı ile ilgili
çalışmalara da ayrı bir önem vermek gerekir (4).
Son yıllarda, hastaların hastanelerden çok, toplum içinde yaşamlarını sürdürmeleri
görüşü benimsenmektedir. Bu nedenle bakım, tedavi sürekliliği ile rehabilitasyon konusunda
da aile hekimlerine büyük görevler düşecektir. Aile hekimlerinin psikiyatrik hastalıkların
tanısı, tedavisi, birincil, ikincil ve üçüncül önlemlerin her birinde de etkin görevleri vardır.
Hastayı, ailesi ve sosyal çevresi ile bir bütün olarak ele alması da, aile hekimlerinin koruyucu
ve sosyal psikiyatride önemli bir rol oynamalarına neden olmaktadır (74). Ruhsal
31
hastalıkların birinci basamakta tanınması ve etkili tedavisi ile hastalıkların kronikleşmesinin
önlenmesi, kronikleşen hastalıkların ise izlemlerinin yapılması, bireylerin genel sağlıklarını
olumlu etkileyeceği gibi, kronik ruhsal hastalıkların yol açtığı bireysel, sosyal ve ekonomik
yıkımları da engellemiş olacaktır (2).
KADIN RUH SAĞLIĞININ GELĐŞTĐRMEYE YÖNELĐK DÜNYADA VE
ÜLKEMĐZDE YAPILAN ÇALIŞMALAR
Ruhsal bozukluklar toplumda yaygın olarak görülmeleri, kronikleşme eğilimi
göstermeleri, en az diyabet, hipertansiyon ve artrit gibi bedensel hastalıklar kadar yeti kaybı
ile sonuçlanabilmeleri ve iş güçü-iş günü kayıplarına neden olmaları nedeniyle öncelikle ele
alınması zorunlu hastalıklardandır. Dünya Sağlık Örgütü Atlas Projesi, ülkelerdeki ruh
sağlığı sistemlerinin mevcut durumunu değerlendirmek amacıyla 2000-2001 yıllarında
yürütülmüştür. Bu projenin sonuçlarına göre, ülkelerin %41’inde ruh sağlığı politikası
yoktur, %41’inde ciddi ruhsal sorunlara birinci basamakta tedavi verilmemektedir. Ruh
sağlığı politikası mevcut olan ülkelerin %87’sinde birinci basamak düzeyinde ruh sağlığı
hizmetleri mevcuttur, ciddi ruhsal hastalık tedavisini bu düzeyde veren ülkelerin oranı ise
%59’dur (2).
Türkiye’de ruh sağlığı hizmetleri sadece tedavi edici hekimlik boyutunda
yürütülmektedir. Dolayısıyla koruyucu ruh sağlığı ve rehabilitasyon hizmetleri yetersiz
kalmaktadır. Ruh sağlığı alanında yapılacak çalışmalarda diğer sağlık hizmetlerinde olduğu
gibi koruyucu, tedavi edici ve rehabilite edici hizmetlerden oluşmaktadır. Sağlık Bakanlığı
2020 yılına kadar halkın psikososyal iyilik durumunu geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Anksiyete, depresyon, madde bağımlılığı, uyku düzensizliği ve somatizasyonun %20
azalması, intihar girişimlerin artışı önlenmesi hedefleniştir. Bu amaçla, birinci basamakta
çalışan hekimlerin psikiyatrik bozuklukları ayırt etmede eğitimi ve desteklenmesi, ebe ve
hemşirelerin eğitimleri, toplumun ruh sağlığının genel sağlığının bir parçası olarak algılaması
ve çekinilmemesi gerektiği bilincinin yaygınlaşması amaçlar arasındadır. Birinci Basamak
Sağlık Kurumlarında Toplum Ruh Sağlığını Korumaya Yönelik Hizmetlerin Đyileştirilmesi
Projesi de 2001 yılında başlatılmıştır ve ülke genelinde ruh sağlığı hizmetlerinin birinci
basamağa entegre edilmesini amaçlamıştır. Ayrıca bir diğer proje olan Birinci Basamak
Sağlık Hizmetlerinde Kronik Ruhsal Bozuklukların Tanı, Tedavi, Đzlem ve Rehabilitasyonu
Projesi özellikle kronik psikotik hastaların toplum içinde bakım, tedavi ve rehabilitasyona
geçişini amaçlamaktadır (2). Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde birinci
basamakta çalışan hekimlerin ruhsal bozukluk konusunda eğitilmelerini ve ikinci basamağa
32
sevk edilen hasta sayısını azaltmayı amaçlayan Ruh Sağlığı Hizmetlerinin Birinci Basamak
Hizmetlerine entegrasyonu programı
da 2003
yılında başlatılmıştır. Bu konuda
üniversitelerin ve DSÖ’nün işbirliği ile araştırmalar ve projeler uygulanmıştır. Bunların
başında “Türkiye Ruh Sağlığı Araştırması” yer almaktadır (81).
Türkiye’nin 1985 yılından bu yana üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı
Her Türlü Artımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (Convention on Elimination of All Kinds
of Discrimination Against Women, CEDAW) 18. maddesi uyarınca taraf devletlerin her dört
yılda bir kadınlara ilişkin sağladıkları ilerleme ve karşılaşılan engelleri CEDAW komitesine
sunmaları yükümlülüğü bulunmaktadır. Sözleşme, uluslararası insan hakları uygulamaları
açısından bakıldığında, kadınların insan haklarının ve cinsiyete dayalı ayrımcılık kavramını
yalnız yasal değil, somut düzeyde de tartışmaya açmasıyla ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Sözleşmede ayrımcılık kavramı, cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılık, dışlanma ve kısıtlanma
olarak kabul edilmekte, kadına yönelik ayrımcılığın devam ettiği ve bu durumun hak eşitliği
ilkesine ayrı olduğu ifade edilmektedir. CEDAW kadın-erkek eşitliğine yönelik çalışmalara
temel ilke olarak kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesini öngörmektedir. Madde
12’de kadın ve erkeğin aile planlaması dahil sağlık hizmetlerinden eşit yararlanabilmesi için
taraf devletler kadınlara karşı ayrımcılığı önlemeye çağırmaktadır. Sözleşmede tam bir
kadın-erkek eşitliğine ulaşabilmek için kadın ve erkeğin toplum ve aile içindeki geleneksel
rollerin değişmesi gerektiği de vurgulanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında CEDAW, üye
ülkelerin sağlık bakımı ve aile planlaması da dahil olmak üzere sivil, siyasi, sosyal ve
kültürel alanlarda kadına karşı ayrımcılığın önlenmesini yasal sorumluluk olarak kabul ettiği
ilk uluslar arası sözleşmedir (82).
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi tarafından 2001 yılında hazırlanan Avrupa
Kadın Sağlığı Stratejik Eylem Planı, uluslar arası platformda toplumsal cinsiyet bakış
açısıyla gerçekleştirilen kadın sağlığı çalışmalarında gelinen noktayı ve ileriye yönelik
hedefleri göstermesi açısından önemli bir çalışmadır. Avrupa Bölgesi Kadın Sağlığı Stratejik
Eylem Planı toplumsal cinsiyet ve sağlık ilişkisini belirleyen temel faktörün kadının toplum
içindeki ikincil statüsü olduğunu ve toplumun sağlığını iyileştirmek için geliştirilen tüm
politikaların bu gerçeği dikkate alması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu eylem planının
hedefleri arasında 2020 yılı itibariyle insanların psiko-sosyal iyilik halinin geliştirilmesi, ruh
sağlığı sorunları olanlar için erişilebilir, ucuz, daha kapsamlı ve iyi hizmetlerin sunulması yer
almaktadır. Ayrıca kadının ruh sağlığının iyileştirilmesinde öncelikle yapılması gerekenin
toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tanınması ve önlenmesine yönelik önlemlerin uygulanması
olduğu belirtilmiştir. Bu alanda yürütülen sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi için ise, sağlık
33
personeline kadının ruh sağlığına etki eden faktörleri de içine alan eğitimlerin verilmesi
gerektiği üzerinde durulmuştur (1).
34
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Bu araştırma, Edirne şehir merkezindeki doğurgan yaş dönemindeki kadınlarda ruhsal
durumun ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla kesitsel tanımlayıcı desende
tasarlanmıştır.
Çalışma evreni Edirne şehir merkezin yaşayan 15-49 yaş kadınlardır. Yapılan güç
analizinde %28 sıklık ve d=0,05 için örneklemin en az 310 katılımcıdan oluşması gerektiği
saptandı. Evreni temsil edecek örneklem DSÖ tarafından önerilen 30 küme örneklemi
yöntemi ile belirlendi. Edirne Đl Sağlık Müdürlüğü tarafından belirlenen 39 Aile Hekimliği
biriminin şehir merkezindeki nüfus ve coğrafi alanları kümeleri oluşturdu. Nüfusu en az
kümeden 7’nin üzerinde katılımcı seçilerek başlanıp, her kümeden nüfuslara göre ağırlıklı
sayılarda katılımcı örnekleme dahil edildi. Buna göre çalışmaya dahil edilecek birey sayısı
512 olarak saptandı. Daha sonra her kümeden seçim kriterlerine uygun belirlenen sayıda
kadın seçildi. Araştırmacı tarafından gönüllülerin yaşam ya da çalışma yerlerinde yapılan yüz
yüze görüşmelerde anketler yine araştırmacı tarafından dolduruldu. Katılımcıların kimlik
bilgileri toplanmadı. Çalışmaya katılmak istemeyen kadınların yerine aynı bölgeden
belirlenmiş kriterlere uygun başka gönüllüler seçildi. Kabul edilme oranının belirlenebilmesi
için reddedenlerin sayısı kaydedildi. Çalışmanın veri toplama aşaması 01.05.200730.06.2007’de yürütüldü.
Çalışmaya alınma ölçütleri:
1. Edirne şehir merkezinde yaşayan, 15-49 yaş arasında kadın olması.
2. Araştırmayı gönüllü olarak kabul etmesi ve sözlü onay vermesi.
Araştırmamızda Edirne şehir merkezinde toplam 650 kadına çalışma hakkında bilgi
verildi, yapılan görüşmelerden sonra araştırmaya katılmayı kabul eden 547 kişi çalışmaya
35
dahil edildi. Tablo 5’te Edirne şehir merkezindeki 39 aile hekimliği bölgelerinin nüfus
dağılımı ve örneklemde yer alan 15-49 yaş birey sayısı gösterilmiştir. Katılımcılara ait veriler
Ek-3’te CD olarak verilmiştir.
Tablo 5. Edirne şehir merkezindeki 39 aile hekimi bölgesinin nüfus dağılımı ve
örneklemde yer alan 15-49 yaş birey sayısı
Aile
Merkez
hekimi
Nüfus
Örneklem
Numarası
Aile
Merkez
hekimi
Nüfus
Örneklem
Numarası
1
2743
12
21
3181
14
2
2876
13
22
3099
14
3
2952
13
23
3177
14
4
2875
12
24
3182
13
5
3310
14
25
3412
15
6
2975
12
26
3451
16
7
3398
14
27
3178
15
8
3551
15
28
2055
9
9
3541
16
29
3750
16
10
2154
10
30
4015
17
11
3462
16
31
3903
16
12
3988
16
32
4076
17
13
3437
15
33
4091
17
14
3636
16
34
4065
17
15
3450
15
35
2248
9
16
3641
15
36
2926
12
17
3624
15
37
2792
12
18
3546
14
38
2298
9
19
2290
10
39
4161
18
20
3577
14
Toplam
128086
547
36
VERĐ TOPLAMA ARACI
Çalışmada veriler, bu çalışma için araştırmacılar tarafından hazırlanan bir anket
kullanılarak toplandı. Anket, katılımcıların sosyodemografik ve aile ortamı bilgileri, sigara
ve alkol alışkanlığı bilgilerini içeren 40 soruluk demografik bilgi formu ile sosyal desteğin
yeterliliğini değerlendiren 12 soruluk Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği yanında
ruhsal durum değerlendirmesi sağlayan 53 soruluk Kısa Semptom Envanterini içeren toplam
105 soru içermektedir. Sorular ulusal ve uluslararası diğer çalışmalarla karşılaştırılabilir
özellikte oluşturulmuştur.
Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği
Üç farklı kaynaktan alınan sosyal desteğin yeterliliğini öznel olarak değerlendiren,
kullanımı kolay, kısa bir ölçektir. Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği
(Multidimensional Scale of Perceived Social Support: MSPSS) 12 maddeden oluşmakta ve
her biri 4 maddeden oluşan desteğin kaynağına ilişkin 3 grubu içerir. Önerilen alt ölçek
yapısı; aile, arkadaş ve özel bir insandan alınan desteği içermektedir. Her maddede yanıtlar 7
aralıklı bir ölçek kullanılarak derecelendirilmiştir. Her alt ölçekteki dört maddenin
puanlarının toplanması ile alt ölçek puanı elde edilmiş ve bütün alt ölçek puanlarının
toplanması ile de ölçeğin toplam puanı elde edilmiştir. Elde edilen puanın yüksek olması
algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu ifade etmektedir (83).
Kısa Semptom Envanteri
Kısa Semptom Envanteri (KSE), çeşitli tıbbi durumlarda psikiyatrik sorunları
yakalamak amacıyla hazırlanmış, 90 maddelik bir ölçek olan Belirti Tarama Listesi
(Symptom Check List 90-R, SCL-90-R) maddeleri arasından seçilmiş 53 maddeden oluşan
bir ölçektir. KSE, 9 alt ölçek, 3 global indeks ve ek maddelerden oluşmaktadır. Ölçeğin
ülkemiz için uyarlaması Nesrin Şahin ve Ayşegül Durak tarafından yapılmıştır (84). Ölçeğin
belirlenen 9 alt ölçeği sırasıyla, somatizasyon (S) (2,7,23,29,30,33,37. maddeler), obsesif
kompulsif semptom (OKS) (5,15,26,27,32,36. maddeler), kişiler arası duyarlılık (KD)
(20,21,22,42. maddeler), depresyon (D) (9,16,17,18,35,50. maddeler), anksiyete (A)
(1,12,19,38,45,49. maddeler), hostilite (H) (6,13,40,41,46. maddeler), fobik anksiyete (FA)
(8,28,31,43,47. maddeler), paranoid düşünce (PD) (4,10,24,48,51. maddeler) ve psikotizm
(P) (3,14,34,44,53. maddeler) alt ölçekleri olarak oluşturulmuştur. Ek maddeler (EM) ise
(11,25,39,52. maddeler) yeme içme bozuklukları, uyku bozuklukları, ölüm ve ölüm üzerine
düşünceler ve suçluluk duyguları ile ilgili maddeler vardır. KSE, likert tipi bir ölçektir. Her
37
madde “hiç yok / biraz var / orta derecede var / epey var / çok fazla var” seçeneklerine göre
cevaplanmakta ve sırasıyla 0, 1, 2, 3, 4 puan verilerek puanlanmaktadır. Ölçeğin 3 global
indeksi şunlardır:
Rahatsızlık ciddiyeti indeksi: Alt ölçeklerin toplamının 53’e bölünmesi yoluyla elde
edilir: S+OKB+KD+D+A+H+FA+PD+P+EM / 53
Belirti toplamı indeksi: 0 olarak işaretlenen maddeler dışındaki tüm maddelerin
(pozitif olan tüm değerler) 1 olarak kabul edilmesi sonucu elde edilen toplam puandır.
Semptom rahatsızlık indeksi: Alt ölçeklerin toplamının belirti toplamına bölünmesi
ile elde edilir: S+OKB+KD+D+A+H+FA+PD+P+EM / Belirti Puanı
Ölçekten alınan toplam puanların yüksekliği, bireyin ruhsal belirtilerinin arttığını
gösterir. KSE’ndeki her bir ifadenin kendine göre uygunluğunu, beş seçenekten birini
seçerek (0 / 1 / 2 / 3 / 4) belirten bireylerin yanıtlarının 9 alt ölçek ve ek maddelerdeki puan
ortalamaları değerlendirmeye katıldı. Her bireyin ruhsal belirti puan ortalaması, hiç (0 puan),
çok az (1 puan), orta derecede (2 puan), oldukça fazla (3 puan), ileri derecede (4 puan) olan
puanlara yakınlığı ile değerlendirmeye alınır. Bu puan ortalamaları 4’e yaklaştıkça
belirtilerin ileri derecede olduğu, 0’a yaklaştıkça belirtilerin azaldığı görülmektedir. Her alt
ölçek, ek madde ve 3 global indekste bir birey en fazla 4 puan, en az 0 puan alabilir (84).
Anket sorularının ve yönlendirmelerin okunabilirlik ve anlaşılabilirlik özelliklerini
belirlemek üzere, Trakya Üniversitesi Hastanesi polikliniklerine çeşitli sebeplerle başvurmuş,
çalışma evreni dışından gelen farklı sosyoekonomik düzeylerden 20 kadınla deneme
uygulaması yapıldı. Anketler yüz yüze görüşülerek dolduruldu, görüşme süresi ortalama 15
dakika sürdü. Gerekli düzeltmelerden sonra ankete son hali verildi. Araştırmada uygulanan
anket Ek-2‘de verilmiştir
DESTEK VE ĐZĐNLER
Bu araştırmada uluslararası etik kurallara uyulmuştur ve Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Yerel Etik Kurulu’ndan etik onayı alınmıştır (Ek-1). Çalışmamız Trakya
Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri tarafından sağlanan mali destekle (TÜBAP-880)
yürütülmüştür.
ĐSTATĐSTĐKSEL ANALĐZ
Araştırma sonucunda elde edilen verilerin istatistiksel analizleri Statistica 7.0 paket
programı (Seri No: AXF507C775406FAN2) kullanılarak yapıldı. Đstatistiksel anlamlılık
sınırı genel olarak p<0,05 değeri kabul edildi ve analizlerden sonra mutlak p değerleri verildi.
38
Değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu tek örneklem Kolmogorov-Smirnov Z test ile
incelendi. Verilerin değerlendirilmesinde frekans tabloları, çapraz tablolar, ki-kare ve
korelasyon testleri, Kruskal-Wallis testi, Mann-Whitney U testi, Kendall’s tau-b testi ve
lojistik regresyon testleri kullanıldı. Kruskal-Wallis testi ile anlamlı fark bulunduğunda
farklılığın hangi gruplardan kaynaklandığı Dunn testi ile incelendi.
Katılımcılara anket uygulanırken sorulan çok yanıt seçeneği olan bazı değişkenler
istatistik analizler için yeniden gruplandırıldı (evlilik şekilleri, eğitim ve eş eğitim grupları,
çalışma ve eş çalışma grupları, medeni durumları, sosyal güvenceleri, kadınların alkol ve
sigara kullanımları). Lineer regresyon analizleri yapılmadan önce kadınların çocukluklarında
ve şimdiki fiziksel şiddet görme durumu ile kadınların ve eşlerinin çocuklarına fiziksel şiddet
uygulama durumunu sorgulayan sorulara verilen yanıtlar var/yok şeklinde düzenlendi.
39
BULGULAR
Araştırmaya dahil edilen 547 katılımcıya ait verilerin analizi yapıldı.
TANIMLAYICI ĐSTATĐSTĐKLER
Katılımcıların yaşları ortalama 30,76±10,68, ortanca 30 (en düşük 15, en yüksek 49
yaş) olarak bulundu.
Katılımcıların medeni durumlarına bakıldığında, 182’si (%33,3) bekar, 320’si
(%58,5) evli, 29’si (%5,3) boşanmış, 16’sı (%2,9) dul olarak bulundu.
Evli, boşanmış veya dul olan 365 kişinin (%66,7) ilk evlilik yaş ortalaması
20,25±4,05, ortanca 20 (en düşük 13, en yüksek 44 yaş) idi. Katılımcıların ilk evlilik yaş
ortalaması Şekil 4’te gösterilmiştir.
120
114
100
93
80
60
48
40
48
37
20
10
0
12,5
17,5
15,0
22,5
20,0
8
27,5
25,0
32,5
30,0
37,5
35,0
ilk evlilik yaşı
Şekil 4. Katılımcıların ilk evlilik yaş dağılımı
40
42,5
40,0
45,0
Evli, boşanmış veya dul olanların 343’ü (%94,0) bir defa, 22’si (%6,0) iki defa
evlendiği görüldü.
Eğitim düzeyi incelendiğinde katılımcının en çok lise (%33,5), ilkokul (%24,8) ve
ortaokul (%23,4) mezunu olduğu, %1,1’inin (6 kişi) okuma yazma bilmediği belirlendi.
Toplam 320 (%58,5) evli katılımcının eşlerinin %35,6’si (114 kişi) lise, %25,9’u (83 kişi)
ortaokul, %16,3’ü (52 kişi) ilkokul mezunuydu, %0,3’ü (1 kişi) okuma yazma bilmiyordu.
Katılımcıların ve evli olanların eşlerinin eğitim düzeyi dağılımı Tablo 6’da gösterilmiştir.
Tablo 6. Katılımcıların ve evli olanların eşlerinin eğitim düzeyi
Katılımcılar
Eğitim durumu
Sıklık
Yüzde
Eşler
Sıklık
Yüzde
Okuryazar değil
6
1,1
1
0,3
Okuryazar
3
0,5
1
0,3
Đlkokul
136
24,8
52
16,3
Ortaokul
128
23,4
83
25,9
Lise
183
33,5
114
35,6
Yüksekokul
37
6,8
31
9,7
Fakülte
47
8,6
31
9,7
Yüksek lisans
6
1,1
4
1,3
Doktora
1
0,2
3
0,9
Toplam
547
100,0
320
100,0
Katılımcıların meslek dağılımlarına bakıldığında %51,4’ünün (281 kişi) ev hanımı,
işsiz veya öğrenci olduğu, en fazla katılımcının olduğu meslek gruplarında da kadınların
%17,0’sinin (93 kişi) büro ve eğitim hizmetleri, %9,1’inin (50 kişi) hizmet işçileri,
%4,6’sının (25 kişi) satışla ilgili işlerde olduğu görüldü. Evli olan katılımcıların eşlerinin
meslek dağılımı incelendiğinde, en sık büro ve eğitim hizmeti (%23,1), kalifiye işçi veya
serbest meslek (%22,2) ve hizmet işçisi (%21,3) olarak çalıştığı saptandı. Eşlerin %2.8’i işsiz
veya öğrenciydi. Katılımcıların ve evli olanların eşlerinin meslek dağılımı Tablo 7’de
gösterilmiştir.
41
Tablo 7. Katılımcıların ve evli olanların eşlerinin meslek dağılımı
Katılımcılar
Meslek
Eşler
Sıklık
Yüzde
Sıklık
Yüzde
Ev hanımı,işsiz,öğrenci
281
51,4
9
2,8
Kalifiye olmayan işçi
21
3,8
26
8,1
Üretim işçileri
37
6,8
27
8,4
Hizmet işçileri
50
9,1
68
21,3
Satışla ilgili işler
25
4,6
13
4,1
Büro ve eğitim hizmetleri
93
17,0
74
23,1
Silahlı kuvvetler
7
1,3
13
4,1
Kalifiye işçi, serbest meslek
12
2,2
71
22,2
Yüksek okul mezunları
21
3,8
17
5,3
Yönetici, iş adamı
0
0,0
2
0,6
547
100,0
320
100,0
Toplam
Şu anda çalışan 262 (%47,9), çalışmayan 285 (%52,1) katılımcı vardı. Evli olan
katılımcıların eşlerinin %97,2’si çalışıyor, %2,8’i çalışmıyordu. Katılımcıların ve evli
olanların eşlerinin çalışma durumları ayrıntılı olarak Tablo 8’de gösterilmiştir.
Tablo 8. Katılımcıların ve evli olanların eşlerinin çalışma durumları
Katılımcılar
Çalışma durumu
Eşler
Sıklık
Yüzde
Sıklık
Yüzde
Emekli
20
3,7
21
6,6
Çalışıyor
229
41,8
271
84,7
Emekli ve çalışıyor
5
0,9
19
5,9
Çalışmıyor, daha önce çalıştı
73
13,3
8
2,5
Çalışmıyor, daha önce de çalışmadı
125
22,9
0
0,0
Öğrenci
87
15,9
1
0,3
Öğrenci ve çalışıyor
8
1,5
0
0,0
547
100,0
320
100,0
Toplam
Katılımcıların aylık aile geliri ortalama 1394,98 ± 798,65 YTL, ortanca 1300 YTL
(en düşük 300, en yüksek 8000 YTL) idi. Evde sürekli yaşayan kişi sayısı ortalama 4,0 ± 1,6,
42
ortanca 4 (en düşük 1, en yüksek 12 kişi) idi. Evde yaşayan kişi sayısı dağılımı Tablo 9’da
gösterilmiştir. Kişi başına düşen aylık gelir ortalama 417,30 ± 336,91 YTL, ortanca 320,00
YTL (en düşük 70,00 en yüksek 2500,00 YTL) idi. Kişi başı gelir dağılımı Şekil 5’te
gösterilmiştir. Katılımcıların 274’ünün (%50,1) kendilerine ait aylık geliri vardı. Kendilerine
ait aylık gelir ortalama 709,05 ± 436,62 YTL, ortanca 580 YTL (en düşük 100, en yüksek
4000 YTL) idi.
Tablo 9. Evde yaşayan kişi sayısı
Evde yaşayan kişi
Sıklık
Yüzde
1
17
3,1
2
66
12,1
3
136
24,9
4
173
31,6
5
72
13,2
6
43
7,8
7
17
3,1
8
10
1,8
9
11
2,0
10
1
0,2
12
1
0,2
547
100,0
Toplam
Evli, boşanmış veya dul olan katılımcıların %53,2’si anlaşarak, %24,4’ü görücü
usulü, %1,6’sı aile zoruyla, %15,6’sı kaçarak, %0,8’i kaçırılarak, %4,1’i akraba evliliği
şeklinde evlendikleri tespit edildi. Katılımcıların evlenme şekillerin medeni durumu ile
ilişkisi Tablo 10’da gösterilmiştir
Toplam 320 (%58,5) evli katılımcının %72,2’sinin resmi ve dini nikahı, %22,5’inin
sadece resmi nikahı, %5,3’ünün sadece dini nikahı vardı. Evli olan katılımcıların eşleriyle
olan beraberliğinin resmiyeti Tablo 11’de gösterilmiştir
43
300
241
200
194
100
66
17
0
175
425
675
925
16
1175
1425
1675
1925
2175
2425
Kişi Başı Gelir
Şekil 5. Kişi başı gelir dağılımı
Tablo 10. Katılımcıların evlenme şekillerinin medeni durumu ile ilişkisi
Medeni durum
Evlenme şekli
Toplam
Evli
Boşanmış
Dul
Anlaşarak
180 (%56,3)
10 (%34,5)
4 (%25,0)
194 (%53,2)
Görücü usulü
74 (%23,1)
8 (%27,6)
7 (%43,8)
89 (%24,4)
Kaçarak
46 (14,4)
8 (%27,6)
3 (%18,7)
57(%15,6)
Akraba evliliği
14 (%4,4)
0 (%0,0)
2 (%12,5)
16 (%4,4)
Ailenin zoru ile
3 (%0,9)
3 (%10,3)
0 (%0,0)
6 (%1,6)
Kaçırılarak
3 (%0,9)
0 (%0,0)
0(%0,0)
3 (%0,8)
320 (%100)
29 (%100)
16 (100)
365 (%100)
Toplam
Tablo 11. Evli olan katılımcıların eşleriyle olan beraberliğin resmiyeti
Eş resmiyeti
Sıklık
Yüzde
Resmi ve dini nikah
231
72,2
Resmi nikah
72
22,5
Dini nikah
17
5,3
Toplam
320
100,0
Evli olan katılımcıların eşleriyle olan cinsellik dışındaki ilişkileri sorulduğunda
cevapların ortalaması 4,11±0,76, ortanca 4 (en düşük 1, en yüksek 5) puandı. Bu ortalama
44
“çok iyi” alanına denk düşmekteydi. Evli olan katılımcıların eşleri ile olan cinsellik dışındaki
ilişki durumu Şekil 6’da gösterilmiştir
Eşle Cinsellik Dışındaki Đlişki Durumu
200
162
150
102
100
47
50
0
Đlişki durumu
1
8
Çok kötü
Kötü
Orta
Đyi
Çok iyi
1
8
47
162
102
Şekil 6. Evli olan katılımcıların eşleri ile olan cinsellik dışındaki ilişki durumu
Katılımcıların cinsel hayatlarından memnuniyet durumları incelendiğinde bu soruya
cevap veren 353 kişinin (%64,5) puan ortalaması 4,19±1,00, ortanca 4 (en düşük 1, en
yüksek 5) puandı. Bu ortalama “memnunum” alanına denk gelmekteydi. Katılımcıların cinsel
hayatlarından memnuniyet durumlarının dağılımı Şekil 7’de gösterilmiştir.
Cinsel hayattan memnuniyet durumu
200
171
150
111
100
51
50
13
7
Hiç memnun
değilim
Genellikle
memnun
değilim
Orta
derecede
memnunum
Genellikle
memnunum
Memnunum
13
7
51
111
171
0
Cinsel hayattan memnuniyet
durumu
Şekil 7. Katılımcıların cinsel hayatlarından memnuniyet durumları
Evli, boşanmış veya dul olan katılımcıların 47’sinin (%12,9) öz çocuğu yoktu, 3’ünün
(%0,8) sadece üvey çocuğu vardı. Öz çocuğu olanların, ortalama 1,6 ± 1,0, ortanca 2 (en
45
düşük 0, en yüksek 6) öz çocukları vardı. Bu katılımcıların toplam 20’sinin (%5,4) üvey
çocuğu vardı. Öz ve üvey çocuk sayısı dağılımı Tablo 12’de gösterilmiştir
Tablo 12. Öz ve üvey çocuk sayısı
Öz çocuk
Çocuk sayısı
Üvey çocuk
Sıklık
Yüzde
Sıklık
Yüzde
0
47
12,9
345
94,5
1
112
30,7
7
1,9
2
155
42,5
8
2,3
3
35
9,6
2
0,5
4
12
3,3
3
0,8
5
2
0,5
0
0,0
6
2
0,5
0
0,0
365
100,0
365
100,0
Toplam
Katılımcıların %3,1’i (17 kişi) yalnız, %31,8’i (174 kişi) anne baba ve/veya
kardeş(ler)iyle, %42,8’i (234 kişi) 15 yaş altı çocuklarıyla, %27,8’i (152 kişi) 15 yaş üstü
çocuklarıyla, %22,5’i (123 kişi) geniş aile şeklinde yaşıyordu. Evli olanların %1,3’ü (4 kişi)
eşiyle beraber oturmuyordu. Katılımcıların %2,4’ü (13 kişi) arkadaşlarıyla (12’si bekar, 1’i
evli), %0,4’ü (2 kişi) kumayla (1’i evli, 1’i dul) yaşıyordu. Katılımcıların beraber yaşadıkları
kişilerin medeni durumla ilişkili dağılımı Tablo 13’te gösterilmiştir.
Tablo 13. Katılımcıların beraber yaşadıkları kişilerin medeni durumla ilişkisi
Medeni durum
Bekar
Evli
Boşanmış
Dul
13 (%7,1)
0 (%0,0)
3 (%10,3)
1 (%6,2)
-
316 (%98,7)
-
-
158 (%86,8)
0 (%0,0)
14 (%48,3)
2 (%12,5)
15 yaş altı çocuk
0 (%0,0)
209 (65,3)
18 (%62,1)
7 (%43,7)
15 yaş üstü çocuk
0 (%0,0)
128 (%40,0)
11 (%37,9)
13 (%81,2)
Diğer
50 (%27,5)
72 (%22,5)
5 (%17,2)
9 (%56,3)
Toplam*
182 (100,0)
320 (100,0)
29 (100,0)
16 (100,0)
Birlikte yaşanılan kişiler
Yalnız
Eş
Anne baba ve/veya kardeş
* Birden fazla şık aynı anda işaretlenmiş olabilir.
46
Katılımcıların 327’si (%59,8) kendisi, 219’unun (%40) aile büyükleri, evli olanların
307’sinin (%95,9) eşleri, çocuğu olan 321 (%58,7) kişiden 55’inin (%17,1) çocukları aile
kararlarına katılıyordu. Aile kararlarına katılımın medeni durumla ilişkisi Tablo 14’te
verilmiştir.
Tablo 14. Aile kararlarına katılımın medeni durumla ilişkisi
Medeni durum
Karara Katılan
Bekar
Evli
Boşanmış
Dul
66 (%36,3)
225(%70,3)
22 (%75,9)
14 (%87,5)
Eş
-
307 (%95,9)
-
-
Çocuk
-
43 (%13,4)
6 (%20,7)
6 (%37,7)
Aile büyükleri
163 (%89,6)
36 (%11,6)
15 (%51,7)
5 (%31,3)
Toplam *
182 (100,0)
Kendi
320 (100,0)
29 (100,0)
16 (100,0)
* Birden fazla şık aynı anda işaretlenmiş olabilir
Katılımcılar arasında 33’ünün (%6,0) sosyal güvencesi yoktu. Kişilerin sosyal
güvence durumları Tablo 15’te gösterilmiştir.
Tablo 15. Katılımcıların sosyal güvence durumu
Sosyal güvence
Sıklık
Yüzde
Yok
33
6,0
Emekli Sandığı
151
27,6
Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK)
250
45,7
Bağ kur
63
11,5
Özel sigorta
8
1,5
Yeşil kart
40
7,3
Mediko sosyal
5
0,4
547
100,0
Toplam
Toplam 325 (%59,4) katılımcı kendi evinde oturuyordu. Katılımcıların oturdukları ev
dağılımı Tablo 16’da verilmiştir
47
Tablo 16. Katılımcıların oturdukları ev dağılımı
Oturdukları ev
Sıklık
Yüzde
Kira
142
26,0
Kendi evi
325
59,4
Lojman
23
4,2
Akraba evi
54
9,9
Hazine arazisi
3
0,5
547
100,0
Toplam
Evli, boşanmış ve dul olanların evlilikten önceki aile yapısı çekirdek aile olan 310
(%56,7), geniş aile olan 207 (%37,8), parçalanmış aile olan 30 (%5,5) katılımcı vardı. Bu
ailelerindeki ekonomik durumlarını “iyi” olarak ifade eden 279 (%51) kişi, “çok kötü” olarak
ifade eden 2 (%0,4) kişi vardı. Toplam 380 (%69,5) katılımcının %50’si şimdiki aile
gelirlerini de “iyi” olarak tanımladı. Katılımcıların eski ve şimdiki ailelerindeki gelirleri
hakkındaki değerlendirmeleri arasında doğrusal ilişki vardı (Kendall’s tau-b=0,292,
p<0,001). Katılımcılara göre eski ve şimdiki aile gelirlerinin durumu Tablo 17’de
gösterilmiştir.
Tablo 17. Katılımcılara göre eski ve yeni aile geliri durumu
Eski ailenin geliri
Gelir
Şimdiki ailenin geliri
Sıklık
Yüzde
Sıklık
Yüzde
Çok kötü
2
0,4
2
0,5
Kötü
8
1,5
15
3,9
Orta
226
41,3
156
41,1
Đyi
279
51,0
190
50,0
Çok iyi
32
5,8
17
4,5
Toplam
547
100,0
380*
100,0
* Bu soruyu evli, boşanmış, dul veya şu anda yalnız yaşayan bekar katılımcılar cevapladı
Katılımcıların 331’i (%60,5) hiç sigara içmemişti, 184’ü (%33,6) sigara kullanıyordu,
32’si (%5,8) sigarayı bırakmıştı (Şekil 8). Sigarayı bırakanlar günde ortalama 19,6±15,6,
ortanca 20 adet (en düşük 2, en yüksek 80) sigara içmişti; ortalama 11,4±7,5, ortanca 10 yıl
(en kısa 1, en uzun 30 yıl) sigara kullanmıştı; ortalama 6,8±5,5, ortanca 5 yıl (en kısa 1, en
48
uzun 20 yıl) önce de sigarayı bırakmıştı. Sigarayı bırakanların 14’ü (%43,7) 5 yıldan daha
önce sigarayı bırakmıştı. Sigara içenler ise günde ortalama 17,3±9,3 adet, ortanca 20 adet (en
düşük 1, en yüksek 80 adet) sigara içiyordu; ortalama 10,9±7,6 yıl, ortanca 10 yıl’dır (en kısa
1, en uzun 30 yıl) da sigara kullanıyordu.
6%
Hiç içmeyen
34%
Đçen
60%
Bırakan
Şekil 8. Katılımcıların sigara kullanım durumu
Katılımcıların 173’ünde (%30,1) alkol kullanım öyküsü mevcuttu. Katılımcıların
alkol kullanım durumu Tablo 18’de gösterilmiştir.
Tablo 18. Katılımcıların alkol kullanım durumu
Alkol kullanımı
Sıklık
Yüzde
Hiç kullanmayan
374
68,4
Sosyal içici
138
25,2
Sürekli kullanan
35
6,4
Ayda bir defadan az
18
3,3
Ayda 1-3 kez
14
2,6
Haftada 1-5 kez
3
0,5
Toplam
547
100,0
Annesi ölen 60 (%11,0) katılımcının, annesi öldüğündeki yaşları ortalama 25,1±11,9,
ortanca 25 yaştı (en düşük 3, en yüksek 47 yaş). Babası ölen 121 (%22,1) katılımcının,
babası öldüğündeki yaşları ortalama 24,6±13,2, ortanca 25 yaştı (en düşük 1, en yüksek 49
yaş). Katılımcıların 22’sinin (%4,0) üvey annesi, 12’sinin (%2,2) üvey babası, 24’ünün
(%4,4) üvey kardeşi olmuştu.
49
Çocukluğunda kendisini etkileyen bir olayla veya olaylarla karşılaşan 181 (%33,1)
katılımcı vardı. Katılımcıların çocuklukta karşılaştıkları kendisini etkileyen olayların
dağılımı Tablo 19’da gösterilmiştir.
Tablo 19. Katılımcıların çocuklukta karşılaştıkları kendisini etkileyen olayların
dağılımı
Etkileyen olay
Sıklık
Yüzde
Yok
366
66,9
Yakın kaybı
107
19,6
Sağlık sorunu
34
6,2
Sosyal değişim
28
5,1
Ayrılık
18
3,3
Ailevi sorun
26
4,8
Para sorunu
8
1,5
547
100,0
Toplam*
* Birden fazla yanıt işaretlenmiş olabilir.
Toplam 73 (%13,3) katılımcı 15 yaşından sonra eş, çocuk ve/veya arkadaş kaybı
yaşamıştı. Katılımcıların 15 yaşından sonra kaybettikleri yakınlarının, kaybın zamanı ile
ayrıntıları Tablo 20’de gösterilmiştir.
Tablo 20. Katılımcıların 15 yaşından sonra kaybettikleri yakınların kayıp
zamanı ile dağılımı
Kaybın zamanı
Kaybedilen
kişiler
Kişi sayısı
Ortalama ±
standart sapma
Ortanca (yıl)
En düşük –
en yüksek (yıl)
(yıl)
Eş
18
6,1±4,2
5
0,6 – 18
Çocuk
5
14,2±6,4
12
8 – 24
Kardeş
28
11,2±9,2
8
1 – 37
Arkadaş
28
7,7±6,0
6
1 – 23
Toplam*
73
* Birden fazla kaybı olanlar vardı.
50
Bir sıkıntısı, sorunu olduğunda katılımcıların 28’i (%5,1) sorunlarını kimseyle
paylaşmadıklarını ifade ettiler. Sorunları paylaşmakta en çok tercih edilen (%55,6)
arkadaşlardı. Katılımcıların sorunlarını paylaştıkları kişilerin dağılımı Tablo 21’de
gösterilmiştir.
Tablo 21. Katılımcıların sorunlarını paylaştıkları kişilerin dağılımı
Sıklık
Yüzde
Hiç kimseyle
28
5,1
Arkadaş
304
55,6
Anne
213
38,9
Eş
211
38,6
Kardeş
151
27,6
Komşu
71
13,0
Baba
48
8,8
Çocuklar
46
8,4
Teyze, yenge, görümce
19
3,5
Öğretmen
5
0,9
Hoca
1
0,2
547
100,0
Sorunlarını paylaştıkları kişiler
Toplam *
* Sorunlarını birden fazla kişiyle paylaşanlar vardı.
Toplam 64 (%11,7) katılımcı akrabalarında psikiyatrik hastalık tanısı olduğunu
belirtti. Katılımcıların 39’u (%7,1) birinci derece akrabalarında, 34’ü (%6,2) ikinci derece
akrabalarında, 2’si (%0,4) üçüncü derecede akrabalarında psikiyatrik hastalık tanısı olduğunu
belirtti. Katılımcıların akrabalarının yakınlık derecesi ve psikiyatrik hastalık tanı oranları
Tablo 22’de gösterilmiştir.
Ruhsal hastalık tanısı olan 84 (%15,4) katılımcı, ortalama 61,6±58,6 ay, ortanca 48 ay
(en kısa 0,5, en uzun 240,0 ay) önce tanı almıştı. Katılımcıların ruhsal hastalık tanı dağılımı
Tablo 23’te gösterilmiştir
51
Tablo 22. Katılımcıların akrabalarının yakınlık derecesi ve psikiyatri hastalık
tanı oranlar
Hastalık tanısı
1. derece
2. derece
Depresyon
22 (%56,4)
12 (%35,3)
Anksiyete
4 (%10,3)
4 (%11,8)
Psikoz
4 (%10,3)
12 (%35,3)
Panik bozukluğu
6 (%15,4)
3 (%8,8)
Bipolar bozukluk
2 (%5,1)
3 (%8,8)
Toplam *
1 (%50,0)
1 (%50,0)
Somatizasyon bozukluğu
Depresyon ve konversiyon
3. derece
1 (%2,6)
39 (%100,0)
34 (%100,0)
2 (%100,0)
* Birden fazla akrabasında psikiyatrik hastalık tanısı olanlar vardır.
Tablo 23. Katılımcıların ruhsal hastalık tanı dağılımı
Ruhsal hastalık
Sıklık
Yüzde
463
84,6
Depresyon
54
9,9
Panik bozukluk
17
3,1
Anksiyete
7
1,3
Konversiyon bozukluğu
4
0,7
Obsesif kompulsif bozukluk
1
0,2
Yeme bozukluğu
1
0,2
547
100,0
Yok
Toplam
Toplam 65 (%11,9) katılımcının ailesinde takip ve/veya bakım gerektiren bir hastalık
veya özürlülüğü olan kişiler mevcuttu (62’sinde 1 kişi, 3’ünde 2 kişi). Bu kişiler en çok annebaba (30, %46,2) ve yaşlı aile büyükleriydi (11, %16,9), hastalıklar arasında da en çok kalp
hastalığı (16, %24,6) ve kanser (15,%23,0) olanlar vardı. Toplam 65 katılımcıdan 45’i
yakınlarına bakmakla yükümlüydü. Katılımcıların takip ve/veya bakım gerektiren bir hastalık
veya özürlülüğü olan yakınlarının hastalık dağılımı Tablo 24’te gösterilmiştir.
52
Tablo 24. Katılımcıların takip ve/veya bakım gerektiren bir hastalık veya
özürlülüğü olan yakınlarının hastalık dağılımı
Hastalık
Sıklık
Yüzde
Nörolojik hastalık
12
17,6
Eklem ve iskelet sistemi hastalığı
8
11,8
Böbrek yetmezliği
4
5,9
Kalp hastalığı
16
23,5
Kan hastalığı
4
5,9
Kanser
15
22,1
Solunum sistemi hastalığı
5
7,4
Ruhsal hastalık
3
4,4
Karaciğer yetmezliği
1
1,5
Zeka geriliği,gelişim geriliği, bedensel özürlülük
3
4,4
Toplam*
68
100,0
* Birden fazla hastalığı olanlar olabilir.
Takip ve/veya bakım gerektiren hastalığı olan 9 (%1,6) katılımcı vardı. Bunlardan
4’ünde (%44,5) solunum sistemi hastalığı, 1’inde (%11,1) nörolojik hastalık, 1’inde (%11,1)
kalp hastalığı, 1’inde (%11,1) tiroit hastalığı, 1’inde (%11,1) kanser, 1’inde (%11,1) de
böbrek yetmezliği vardı.
Son bir yıl içinde kendisini üzüntüye ve/veya strese sokan yaşam olayları ile
karşılaşan toplam 400 (%73,1) katılımcıdan 171’i (%42,8) bir, 170’i (%42,5) iki, 59’u
(%14,7) üç yaşam olayı yaşamıştı. Toplam 688 yaşam olayı arasından en sık olanı 133 tane
ile parasal sorundu. Katılımcıları son bir yıl içinde etkileyen üç yaşam olayının dağılımı
Tablo 25’te gösterilmiştir.
Çocukluklarında kendilerine fiziksel şiddet uygulanan 208 (%38) katılımcının 121’i
(%58,2) çok az, 74’ü (%35,6) ara sıra, 13’ü (%6,2) sık sık şiddete maruz kalmıştı ve onlara
şiddet uygulayanların 86’sı (%41,3) anneleriydi. Şu anda kendilerine fiziksel şiddet
uygulanan 65 (%11,9) katılımcının 40’ı (%61,5) çok az, 24’ü (%36,9) ara sıra, 1’i (%1,5) sık
sık şiddete maruz kalıyordu. Şu anda şiddet gören kadınlara şiddet uygulayanların 58’i
(%89,3) eşleriydi. Çocuğu olan 321 (%58,7) katılımcıdan 62’si (%19,3) çocuklarına yönelik
fiziksel şiddet uyguluyordu; 58’i (tüm üzerinden %18,1) çok az, 4’ü (%1,2) ara sıra şiddet
uyguluyordu. Evli ve çocuğu olan 281 (%51,4) katılımcının eşlerinin 36’sı (%12,8)
53
çocuklarına şiddet uyguluyordu. Şiddetin sıklığı 29’unda (%10,3) çok az, 7’sinde (%2,5) ara
sıra olarak ifade edildi. Katılımcılara çocukluklarında ve şimdi fiziksel şiddet uygulayanların
dağılımı Tablo 26’da verilmiştir.
Tablo 25. Katılımcıları son bir yıl içinde etkileyen üç yaşam olayının dağılımı
Birinci Olay
Yaşam Olayı
Đkinci Olay
Üçüncü Olay
Sağlık
77 (%19,3)
29 (%12,7)
7 (%11,8)
Parasal sorun
65 (%16,2)
58 (%25,3)
10 (%16,9)
Aile içi sorunlar
61 (%15,3)
31 (%11,4)
7 (%11,9)
Đş ile ilgili sorun
44 (%11,0)
32 (%14,0)
11 (%18,6)
Yakın kaybı
38 (%9,5)
14 (%6,1)
1 (%1,7)
Sınavlar
29 (%7,2)
12 (%5,2)
3 (%5,1)
Çocuklar
22 (%5,5)
27 (%11,8)
7 (%11,9)
Evlilik, ayrılık, boşanma
21 (%5,2)
3 (%1,3)
2 (%3,4)
Sosyal ilişkiler
13 (%13,3)
11 (%4,8)
8 (%13,6)
Sosyal değişim
12 (%3,0)
7 (%3,1)
2 (%3,4)
Okul sorunu
11 (%2,7)
6 (%2,6)
1 (%1,7)
Kaza
7 (%1,8)
4 (%1,7)
0 (%0,0)
400 (100,0)
229 (100,0)
59 (100,0)
Toplam
Tablo 26. Katılımcılara çocukluklarında ve şimdi fiziksel şiddet uygulayanların
dağılımı
Çocuklukta
Şiddet uygulayan
Şimdi
Sıklık
Yüzde
Sıklık
Yüzde
Anne
114
54,8
3
4,6
Baba
110
52,9
3
4,6
Kardeş
19
9,1
1
1,5
Eş
0
0,0
58
89,3
Üvey anne
1
0,4
0
0,0
Amca
1
0,4
0
0,0
208
100,0
65
100,0
Toplam *
*: Çocuklukta birden fazla kişi şiddet uygulamış olabilir.
54
Çok boyutlu sosyal destek ölçeği ortalama puanı 60,34±13,58, ortanca 60 (en düşük
16, en yüksek 84 puan) idi. Katılımcılar en çok ailelerinden destek görüyordu; “aile” alt
ölçeğinin puan ortalaması 23,43±5,70, ortanca 26 (en düşük 4, en yüksek 28), “arkadaş” alt
ölçeğinin puan ortalaması 22,15±6,20, ortanca 24 (en düşük 4, en yüksek 28), “özel bir
insan” alt ölçeğin puan ortalaması 14,75±9,05, ortanca 14 (en düşük 4, en yüksek 28) idi.
Kısa semptom envanterinin 9 alt ölçek ve ek maddelerinden en yüksek puan
ortalamasına sahip olan ruhsal belirti paranoid düşünceydi. Global indekslerden rahatsızlık
ciddiyet indeksi puanı düşük, semptom rahatsızlık indeksi ve belirti toplam indeksi puan
ortalamaları orta düzeye daha yakındı. Kadınların ruhsal belirtilerinin, genel puan
ortalamalarına göre dağılımı Tablo 27’de gösterilmiştir.
Tablo 27. Kadınların ruhsal belirti puan ortalamalarının dağılımı
Ruhsal belirtiler
Ortalama ±
Ortanca
standart sapma
En yüksek –
en düşük
Paranoid düşünce
0,64±0,71
0,40
0,00-3,80
Obsesif-kompulsif semptom
0,61±0,62
0,50
0,00-3,67
Anksiyete
0,58±0,67
0,33
0,00-3,67
Depresyon
0,55±0,67
0,33
0,00-3,67
Kişilerarası duyarlılık
0,53±0,65
0,25
0,00-4,00
Ek madeller
0,49±0,66
0,25
0,00-4,00
Hostilite
0,49±0,65
0,20
0,00-3,60
Somatizasyon
0,47±0,61
0,28
0,00-3,43
Fobik anksiyete
0,37-0,49
0,20
0,00-3,40
Psikotizim
0,28±0,48
0,00
0,00-3,60
Rahatsızlık Ciddiyeti Đndeksi
0,51±0,53
0,36
0,00-3,08
16,94±12,29
15,00
0,00-53,00
1,24±0,67
1,19
0,00-4,00
Belirti Toplam Đndeksi
Semptom Rahatsızlık Đndeksi
Katılımcıların yaşları normal dağılıma uymuyordu (KS-Z=2,274, p<0,001). Medeni
durum grupları arasında yaş açısından anlamlı fark vardı (KW=239,053, p<0,001). Post-hoc
Dunn testine göre bekarların ortanca yaşı (19), evli olanlardan (36) ve boşanmış veya dul
olanlardan (39) daha düşüktü (p<0,05). Đlk evlilik yaşı normal dağılıma uymuyordu (KSZ=2,912, p<0,001). Katılımcıların yaşları ile ilk evlilik yaşları arasında pozitif korelasyon
55
bulunmaktaydı (Kendall’s tau-b=0,142, p<0,001). Medeni durumlar ile evlilik yaşları
arasında anlamlı fark yoktu (KW=2,686, p=0,261).
Bireylerin yaşı ile eğitim durumu arasında anlamlı fark vardı (KW=107,575,
p<0,001). Post-hoc Dunn testine göre eğitim durumu ortaokul veya lise olanların ortanca yaşı
(23), okur-yazar veya ilkokul mezunu olanlardan (38) ve yüksek okul veya üzeri mezunu
olanlardan (34) daha düşüktü (p<0,05). Đlk evlilik yaşı, farklı eğitim durumları arasında
anlamlı fark gösteriyordu. (KW=84,887, p<0,001). Post-hoc Dunn testine göre ortanca ilk
evlilik yaşı eğitim durumu yüksek okul veya üzeri olanlarda (24), ortaokul veya lise
olanlarda (20) ve okur-yazar veya ilkokul olanlarda (18) anlamlı farklıydı (p<0,05).
Çalışan bayanların yaş ortalaması (35,80±9,05), çalışmayanlardan (35,34±8,57)
fazlaydı (Mann-Whithney U=30944,0, p=0,001). Çalışanların ilk evlilik yaş ortalaması
(21,16±4,77), çalışmayanlardan (19,37±2,97) fazlaydı (Mann-Whithney U=13080,0,
p<0,001). Boşanmış olanlarda çalışma oranı %89,7, bekarlarda %45,1, evlilerde %45,5 ve
dullarda %50,0 idi (X2=21,543, p<0,001). Çalışma oranı; eğitim durumu yüksek okul veya
üzeri olanlarda (%93,4), ortaokul veya lise olanlardan (%42,8) ve okur-yazar veya ilkokul
olanlardan (%30,9) fazlaydı (X2=94,752, p<0,001). Eğitim düzeyi arttıkça çalışıyor olma
durumu artıyordu (Kendall’s tau-b=0,349, p<0,001).
Katılımcıların medeni durumu ile eğitim durumu arasında anlamlı fark vardı
(X2=82,255, p<0,001). Medeni durum ile eğitim durumu ilişkisi Tablo 28’de gösterilmiştir.
Tablo 28. Medeni durum ile eğitim durumu ilişkisi
Medeni durum
Eğitim
Bekar
Evli
Boşanmış-
Toplam
dul
7 (%5,0)
110 (%79,2)
22 (%15,8)
139 (%100,0)
Orta-Lise
147 (%47,3)
150 (%48,2)
14 (%4,5)
311 (%100,0)
Yüksek Okul ve Üzeri
28 (%30,8)
55 (%60,4)
8 (%8,8)
91 (%100,0)
Okur-Yazar ve Đlkokul
Eş eğitim durumu arttıkça; kadınların eğitim durumu (Tablo 29), kadınların çalışıyor
olma durumu ve eşlerin çalışıyor olma durumu artıyordu (Kendall’s tau-b=0,544, p<0,001;
Kendall’s tau-b=0,245, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,186, p=0,009).
56
Tablo 29. Eş eğitim durumu ile katılımcıların eğitim durumu ilişkisi
Toplam
Katılımcıların eğitim durumu
Eş eğitim durumu
Okur-Yazar
Ortaokul-
Yüksek okul
ve Đlkokul
Lise
ve üzeri
Okur-Yazar ve Đlkokul
40 (%80,0)
10 (%20,0)
0 (%0,0)
50 (%100,0)
Ortaokul-Lise
65 (%33,2)
117 (%59,7)
14 (%7,1)
196 (%100,0)
5 (%7,2)
23 (%33,3)
41 (%59,4)
69 (%100,0)
Yüksek okul ve üzeri
Katılımcıların evlenme şekli ile yaş arasında anlamlı fark vardı (KW=6,040,
p=0,049). Post-hoc Dunn testine göre anlaşarak evlenenlerin ortanca yaş (37), kaçarak
evlenenlerden (32) fazlaydı (p<0,05). Đlk evlilik yaş ortalaması; anlaşarak evlenenlerde
21,06±4,18,
geleneksel
olanlarda
18,81±3,40,
kaçarak
olanlarda
18,47±2,97
idi
(KW=72,362, p<0,001). Post-hoc Dunn testine göre anlaşarak evlenenlerin ortanca ilk evlilik
yaşı (21), geleneksel (18) ve kaçarak (18) olanlardan fazlaydı (p<0,05).
Anlaşarak evlenenlerin çalışma oranı (%55,1), kaçarak (%48,3) ve geleneksel
(%40,0) evlenenlerin çalışma oranından yüksekti (X2=6,485, p=0,039). Eş çalışma oranı;
anlaşarak evlenenlerde %90,7, geleneksel evlenenlerde %79,1 ve kaçarak evlenenlerde
%78,3 idi (X2=10,170, p=0,006). Farklı eğitim grupları ile evlilik şekli arasında anlamlı fark
vardı. Anlaşarak evlenme oranı, en fazla yüksek okul veya üzeri mezunlarındaydı
(X2=71,349, p<0,001). Eşleri yüksek okul veya üzeri mezunların %79,7’si, orta-lise
mezunların %53,8’i, okur-yazar veya ilkokul mezunların %35,2’si anlaşarak evlenmişti
(X2=30,681, p<0,001).
Eşleriyle olan beraberliğin resmiyeti ile yaş arasında anlamlı fark vardı (KW=25,277,
p<0,001). Post-hoc Dunn testi sonucuna göre dini nikahı olanların ortanca yaşı (22) dini ve
resmi nikahı (37) ve resmi nikahı (38) olanlardan düşüktü. (p<0,05). Eşleriyle olan
beraberliğin resmiyeti ile ilk evlilik yaşı arasında anlamlı fark vardı (KW=39,582, p<0,001).
Post-hoc Dunn testine göre dini nikahı olanların ilk ortanca evlilik yaşı (16), resmi nikahı
(20,5) veya resmi ve dini nikahı (20) olanlardan düşüktü (p<0,05). Resmi nikahı olanların
%66,7’si, dini nikahı olanların %41,2’si, resmi ve dini nikahı olanların %39,4’ü çalışıyordu
(X2=16,600, p<0,001).
Eşle cinsellik dışındaki ilişki durumu ile bireyin yaşı arasında korelasyon yoktu
(Kendall’s tau-b=-0,080, p=0,069). Evlilik süresi ile negatif, ilk evlilik yaşı ile pozitif
korelasyon vardı (Kendall’s tau-b=-0,128, p=0,004; Kendall’s tau-b=0,098, p=0,030). Eşle
57
cinsellik dışındaki ilişki durumu katılımcıların ve eşlerin eğitim düzeyi ile pozitif korele idi
(Kendall’s tau-b=0,135, p=0,008; Kendall’s tau-b=0,242, p<0,001). Eşle cinsellik dışındaki
ilişki durumu kadınların çalışıyor olma durumu ve eşlerin çalışıyor olma durumu ile arasında
fark göstermiyordu (Mann-Whithney U=11483,0, p=0,106; Mann-Whithney U=1192,5,
p=0,408). Eşle olan beraberliğin resmiyeti eş ilişkisinde anlamlı fark yaratmıyordu
(KW=1,490, p=0,475). Eş ilişki durumu puan ortalaması anlaşarak evlenenlerde 4,23±0,74,
geleneksel olarak evlenenlerde 3,86±0,69 ve kaçarak evlenenlerde 4,16±0,85 idi
(KW=18,206, p<0,001). Post-hoc Dunn testi sonucuna göre geleneksel olarak evlenenlerin eş
ilişki durumu, anlaşarak veya kaçarak evlenenlerden düşüktü (p<0,05).
Cinsel hayatından memnuniyet durumu, yaş ile korele değil, evlilik süresi ile negatif,
ilk evlilik yaşı ile pozitif korele idi (Kendall’s tau-b=-0,061, p=0,142; Kendall’s tau-b=0,111, p=0,012; Kendall’s tau-b=0,144, p=0,001). Katılımcıların eğitim durumu ve eşlerin
eğitim durumu ile doğrusal ilişkiliydi (Kendall’s tau-b=0,135, p=0,005; Kendall’s taub=0,179, p<0,001). Kadınların çalışıyor olma durumu ile fark yoktu (Mann-Whithney
U=15275,0, p=0,742) Eşleri çalışan kadınlar cinsel hayatından daha memnundu (MannWhithney U=4527,0, p<0,001). Anlaşarak evlenenlerin cinsel hayatlarından memnuniyet
durumu puan ortalaması 4,41±0,81, kaçarak evlenenlerin 4,09±1,13 ve geleneksel olarak
evlenenlerin 3,88±1,09 idi (KW=19,578, p<0,001). Post-hoc Dunn testi sonucuna göre
anlaşarak evlenenlerin cinsel hayatlarından memnuniyet durumu ortanca puanı (5),
geleneksel olarak evlenenlerden (4) yüksekti (p<0,05). Eşle olan beraberliğin resmiyeti
arasında fark görülmedi (KW=0,590, p=0,745). Eşle olan ilişki durumu ile cinsel hayattan
memnuniyet arasında pozitif korelasyon vardı (Kendall’s tau-b=0,513, p<0,001).
Öz çocuk sayısı normal dağılıma uymuyordu (KS-Z=4,237, p<0,001). Öz çocuk
sayısı; ilk evlilik yaşı ile negatif; bireyin yaşı ve evlilik süresi ile pozitif korele idi (Kendall’s
tau-b=-0,303, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,317, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,490, p<0,001).
Eğitim durumu ve eş eğitim durumu ile arasında negatif korelasyon vardı (Kendall’s tau-b=0,334, p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,242, p<0,001).
Aylık aile geliri normal dağılıma uymuyordu (KS-Z=3,188, p<0,001). Aylık aile
geliri; birey yaşı ile negatif, ilk evlilik yaşı ile pozitif korele idi, evlilik süresi ile korele
değildi (Kendall’s tau-b=-0,067, p=0,025; Kendall’s tau-b=0,124, p=0,001; Kendall’s tau-b=0,037, p=0,340). Medeni durum ile aylık aile geliri anlamlı olarak farklıydı (KW=16,239,
p<0,001). Post-hoc Dunn testi sonucuna göre bekarların ortanca aylık aile geliri (1450), evli
(1200) ve dul veya boşanmış (1000) olanlardan fazlaydı (p<0,05). Aylık aile geliri
ortalaması; çalışanlarda 1604,54±879,39, çalışmayanlarda 1202,33±640,59 idi (Mann58
Whithney U=25260,0, p<0,001). Eşlerin çalışıyor olma durumu ile fark yoktu (MannWhithney U=34705,0, p=0,275). Eğitim durumu ve eş eğitim durumu ile pozitif korelasyon
vardı (Kendall’s tau-b =0,339, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,367, p<0,001). Eşle olan ilişki
durumu ve cinsel hayattan memnuniyet durumu ile aile geliri arasında korelasyon yoktu
(Kendall’s tau-b=0,063, p=0,153, Kendall’s tau-b=0,080, p=0,055).
Katılımcıların kendi aylık geliri; yaş, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu ve eş eğitim
durumu ile doğrusal ilişkiliydi (Kendall’s tau-b=0,133, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,213,
p<0,001; Kendall’s tau-b=0,462, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,379, p<0,001). Evlilik süresi ile
korele değildi (Kendall’s tau-b=-0,079, p=0,057). Eşle olan ilişki durumu ve cinsel hayattan
memnuniyet ile korelasyon yoktu (Kendall’s tau-b=0,089, p=0,060; Kendall’s tau-b=0,016,
p=0,721).
Kişi başı aylık gelir; yaş ile korele değil, ilk evlilik yaşı ile pozitif, evlilik süresi ile
negatif korele idi (Kendall’s tau-b=0,036, p=0,220; Kendall’s tau-b=0,267, p<0,001;
Kendall’s tau-b=-0,100, p=0,009). Medeni durum ile arasında fark bulunmadı (KW=4,075,
p=0,130). Eğitim durumu ve eş eğitim durumu ile arasında pozitif korelasyon vardı
(Kendall’s tau-b=0,416, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,470, p<0,001). Kişi başı gelir arttıkça
eşle olan ilişki durumu ve cinsel hayattan memnuniyet durumu artıyordu (Kendall’s taub=0,168, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,096, p=0,021;). Çalışanlarda kişi başı aylık gelir
ortalaması (531,78±391,19), çalışmayanlardan (312,07±233,19) fazlaydı (Mann-Whithney
U=20529,0, p<0,001). Eşlerin çalışıyor olma durumu ile fark bulunamadı (Mann-Whithney
U=36021,5, p=0,712).
Sosyal güvencenin olma durumu; bireyin yaşı, ilk evlilik yaşı ve evlilik süresi
arasında fark yoktu (Mann-Whithney U=8024,0, p=0,603; Mann-Whithney U=3697,0,
p=0,873; Mann-Whithney U=2847,5, p=0,976). Medeni durum ile arasında fark yoktu
(X2=0,037,
p=0,982).
Sosyal
güvencesi
olanların
aylık
aile
gelir
ortalaması
(1430,39±789,54), kendi aylık gelir ortalaması (369,42±478,91) ve kişi başı aylık gelir
ortalaması (428,16±338,91), sosyal güvencesi olmayanların aylık aile gelir ortalamasından
(843,48±558,75), kendi aylık gelir ortalamasından (133,33±209,41) ve kişi başı aylık gelir
ortalamasından (248,19±252,84) fazlaydı (Mann-Whithney U=3736,0, p<0,001; MannWhithney U=6215,5, p=0,006; Mann-Whithney U=4182,5, p<0,001). Eğitim durumu ve eş
eğitim durumu arttıkça sosyal güvenceye sahip olma durumu artıyordu (Kendall’s taub=0,081,
p=0,029;
Kendall’s
tau-b=0,142,
p=0,004).
Çalışanların
%96,2’sinin,
2=
çalışmayanların %91, 9’unun sosyal güvencesi vardı (X 4,356, p=0,037). Eşlerin çalışıyor
olma durumu ile fark bulunmadı (X2=0,408, p=0,523). Anlaşarak evlenenlerin %95,4’ünün,
59
geleneksel evlenenlerin %95,5’inin ve kaçarak evlenenlerin %86,7’sinin sosyal güvencesi
vardı (X2=6,732, p=0,035).
Katılımcıların sigara kullanım durumu ile yaş arasında anlamlı fark vardı.
(KW=20,438, p<0,001). Bırakanların ortanca yaşı (39,5), hiç sigara içmeyenlerden (29) ve
içenlerden (29) yüksekti (p<0,05). Đçenlerin %13,8’i okur-yazar veya ilkokul mezunu,
%66,3’ü orta-lise mezunu ve %12,8’i yüksek okul ve üzeri mezunu idi (X2=21,657, p<0,001)
Aylık aile geliri ile arasında fark bulunmadı (KW=4,130, p=0,127). Hiç sigara
kullanmayanların kendi aylık gelir ortalaması 257,11±399,65, sigarayı bırakanların
505,00±521,50 ve içenlerin 505,52±530,98 idi (KW=43,238, p<0,001). Post-hoc Dunn testi
sonucuna göre hiç sigara kullanmayanların aylık geliri, bırakanlardan ve kullananlardan
düşüktü (p<0,05). Çalışanların %46,6’sı, çalışmayanların %21,8’i sigara içiyordu.
(X2=47,938, p<0,001). Sigara içme durumu ile evlilik şekli arasında anlamlı fark vardı.
Sigara içenlerin %62,7’si anlaşarak, %19,8’i geleneksel ve %17,5’i kaçarak evlenmişti
(X2=20,033, p<0,001).
Alkollü içki kullanıyor olma durumu; yaşla korele değil, ilk evlilik yaşı ile pozitif,
evlilik süresi ile negatif korele idi (Kendall’s tau-b=-0,005, p=0,884; Kendall’s tau-b=0,245,
p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,113, p=0,013). Eğitim durumu,eş eğitim durumu, çalışıyor olma
durumu ile arasında pozitif korelasyon, eş çalışıyor olma durumu ile negatif korelasyon vardı
(Kendall’s tau-b=0,344, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,239, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,291,
p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,153, p<0,001). Aylık aile geliri ve kendi aylık geliri arttıkça içki
kullanım durumu artıyordu (Kendall’s tau-b=0,190, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,322,
p<0,001). Bekarların %42,3’ü, evli olanların %25,9’u, dul veya boşanmış olanların %28,9’u
içki kullanıyordu (X2=14,547, p=0,001). Sosyal güvence ile arasında fark yoktu (X2=0,886,
p=0,347). Sigara içenlerin %60,9’u, bırakanların %43,8’i hiç içmeyenlerin %14,2’si alkollü
içki kullanıyordu (X2=121,427, p<0,001). Eşle olan ilişki durumu ile ve cinsel hayattan
memnuniyet durumu ile korele değildi (Kendall’s tau-b=0,19, p=0,721;Kendall’s taub=0,044, p=0,380)
Aile kararlarına katıldığını bildirenlerin yaş ortalaması (36,38±8,75), ilk evlilik yaş
ortalaması (20,92±4,33), kişi başı aylık gelir ortalaması (453,98±337,90) ve kendi aylık gelir
ortalaması (459,75±520,05); katılmayanların yaş ortalamasından (33,53±8,64), ilk evlilik yaş
ortalamasından (18,58±2,63), kişi başı aylık gelir ortalamasından (265,58±164,55) ve kendi
aylık gelir ortalamasından (125,29±239,22) fazlaydı (Mann-Whithney U=18924,5, p<0,001,
Mann-Whithney U=8739,0, p<0,001; Mann-Whithney U=23018,5, p<0,001; MannWhithney U=23674,5, p<0,001). Eğitim durumu ve eş eğitim durumu yüksek okul ve üzeri
60
olanlarda kararlara katılma oranı fazlaydı (X2=36,550, p<0,001; X2=21,755, p<0,001). Bu
oran çalışanlarda (%73,7) ve eşleri çalışanlarda (%69,8) yüksekti (X2=40,313, p<0,001;
X2=29,946, p<0,001). Eşle cinsellik dışındaki ilişki ve cinsel hayattan memnuniyet durumu,
aile kararlarına katılım durumu ile koreleydi (Kendall’s tau-b=0,267, p<0,001; Kendall’s taub=0,171, p<0,001). Alkollü içki kullananımı ve sigara kullanım durumu arttıkça, aile
kararlarına katılma durumu anlamlı olarak artıyordu (X2=13,480, p<0,001; X2=9,907,
p=0,007). Kararlara katılım; anlaşarak evlenenlerde , geleneksel veya kaçarak evlenenlerden
fazlaydı (X2=17,432, p<0,001). Resmi nikahı olanlar, aile kararlarına daha fazla katılıyordu
(X2=16,335, p<0,001). Aile karalarına katılanların öz çocuk sayısı ortalama (1,5±0,9),
katılmayanlardan (1,9±1,2) düşüktü (Mann-Whithney U=10779,50, p=0,001).
Aile büyüklerinin aile karalarına katılanların birey yaş ortalaması (29,03±7,97), ilk
evlilik yaş ortalaması (18,31±1,94) ve evlilik süre ortalaması, katılmayanların birey yaş
ortalamasından (35,96±8,70), ilk evlilik yaş ortalamasından (20,60±4,23) ve evlilik süre
ortalamasından (15,36±8,83), (10,72±7,54) düşüktü (Mann-Whithney U=2857,0, p<0,001;
Mann-Whithney U=3300,50, p<0,001; Mann-Whithney U=3585,0, p=0,003). Katılanlarda
kişi başı aylık aile gelir ortalaması (225,15±65,11) ve kendi aylık gelir ortalaması
(116,39±217,09); katılmayanlardaki kişi başı aylık aile gelir ortalamasından (430,35±330,89)
ve kendi aylık gelir ortalamasından (371,94±508,23) düşüktü (Mann-Whithney U=2789,0,
p<0,001; Mann-Whithney U=3591,0, p=0,002). Öz çocuk sayısı ve aylık aile geliri ile
arasında fark yoktu (Mann-Whithney U=4791,0, p=0,516; Mann-Whithney U=4940,0,
p=0,742).
Evde sürekli yaşayan kişi sayısı; birey yaşı, ilk evlilik yaşı ile negatif korele, evlilik
süresi ile pozitif korele idi (Kendall’s tau-b=-0,148, p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,298,
p<0,001; Kendall’s tau-b=0,185, p<0,001). Medeni durum ile arasında fark bulunmadı
(KW=4,822, p=0,090). Eğitim durumu ve eş eğitim durumu arttıkça, kişi sayısı azalıyordu
(Kendall’s tau-b=-0,218, p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,215, p<0,001). Çalışıyor olma durumu
ile korele, eş çalışıyor olma durumu ile korele değildi (Kendall’s tau-b=-,0,184, p<0,001;
Kendall’s tau-b=-0,063, p=0,097). Aylık aile geliri arttıkça evde yaşayan kişi sayısı artıyordu
(Kendall’s tau-b=0,073, p=0,022). Alkollü içki kullanım durumu ile ters orantılıydı
(Kendall’s tau-b=-0,266, p<0,001). Kişi sayısı; eşle olan ilişki durumu ile pozitif korele,
cinsel hayattan memnuniyet durumu ile korele değildi (Kendall’s tau-b=-0,196, p<0,001;
Kendall’s tau-b=-0,066, p=0,144).
Katılımcıların ruhsal hastalık varlığı ile ilk evlilik yaşı arasında fark bulunmadı
(Mann-Whithney U=10323,50, p=0,886). Ruhsal hastalığı olanların yaş ortalaması
61
(37,50±8,68) olmayanlardan (34,75±8,87), olanların evlilik süre ortalaması (17,14±8,95)
olmayanlardan (14,41±8,73) fazlaydı (Mann-Whithney U=12965,0, p<0,001; MannWhithney U=5553,0, p=0,046). Dul veya boşanmış olanlarda ruhsal hastalık oranı (%46,7),
bekar (%7,1) ve evli (%15,6) olanlardan fazlaydı (X2=43,403, p<0,001). Bu oran okur-yazar
veya ilkokul mezunlarında (%23,0), orta-lise mezunu (%11,3) ve yüksek okul veya üzeri
mezunu (%16,5) olanlardan fazlaydı (X2=10,494, p=0,005). Hastalık oranı çalışanlarda daha
fazlaydı (X2=5,375, p=0,020). Eğitim durumu veya eş eğitim durumu ile korelasyon yoktu
(Kendall’s tau-b=-0,079, p=0,088; Kendall’s tau-b=-0,005, p=0,921). Ruhsal hastalık
durumu; eş eğitim durumu, eş çalışıyor olma durumu, eşle olan beraberliğin resmiyeti ve
evlilik şekli ile fark yoktu (X2=0,166, p=0,920; X2=0,003, p=0,954; X2=0,554, p=0,758;
X2=2,407,
p=0,300).
Aylık
aile
gelir
ortalaması;
ruhsal
hastalığı
olmayanlarda
(1402,37±810,41), olanlardan (1355,80±1301,96) fazlaydı (Mann-Whithney U=14676,50,
p<0,001). Kişi başı aylık gelir ve kendi aylık gelir ile arasında fark yoktu (Mann-Whithney
U=18406,0,
p=0,435;
Mann-Whithney
U=17028,0,
p=0,052).
Katılımcıların
değerlendirmelerine göre olan kendi ailesinin aile gelir durumu ve şimdiki aile gelir durumu
ile hastalık varlığı arasında negatif korelasyon vardı (Kendall’s tau-b=-0,122, p=0,005;
Kendall’s tau-b=-0,141, p=0,005). Sigara hiç içmeyenlerde ruhsal hastalık oranı (%10,0),
bırakanlardan (%25,0) ve içenlerden (%23,4) düşüktü (X2=18,768, p<0,001). Alkollü içki
kullanım durumu ile fark yoktu (X2=0,767, p=0,381). Sosyal güvencenin olma durumu ile
fark yoktu (X2=0,001, p=0,973). Eşle cinsellik dışındaki ilişki durumu ile korele değil, cinsel
hayattan memnuniyet durumu ile negatif korele idi (Kendall’s tau-b=-0,108, p=0,061;
Kendall’s tau-b=-0,192, p<0,001). Öz çocuk sayısı ile fark bulunmadı (Mann-Whithney
U=9643,0, p=0,292). Aile kararlarına katılanlarda ruhsal hastalık oranı (%19,0),
katılmayanlardan (%10,0) fazlaydı (X2=8,123, p=0,004). Babası ölenlerin %23,9’unda,
ölmeyenlerin %12,9’unda ruhsal hastalık bulunmaktaydı (X2=8,862, p=0,003). Bu oran
annesi ölenlerde %33,3, ölmeyenlerde %13,1 idi (X2=16,755, p<0,001). Birisine bakmakla
yükümlü olanların %26,7’sinde, olmayanların %14,3’ünde ruhsal hastalık vardı (X2=4,826,
p=0,028).
Ailesinde takip ve/veya bakım gerektiren hastalığı olan birisine bakmakla yükümlü
olma durumu; eşle cinsellik dışındaki ilişki durumu ve cinsel hayattan memnuniyet durumu
ile korele değildi (Kendall’s tau-b=0,045, p=0,393; Kendall’s tau-b=-0,010, p=0,836).
Alkollü içki kullanıyor olma durumu, sigara kullanımı ve aile kararlarına katılıyor olma
durumu ile fark göstermiyordu (X2=3,065, p=0,080; X2=1,754, p=0,416; X2=0,082,
p=0,775).
62
Şu anda fiziksel şiddet görme derecesi; birey yaşı ve evlilik süresi ile korele değildi
(Kendall’s tau-b=0,010, p=0,783; Kendall’s tau-b=0,008, p=0,858). Đlk evlilik yaşı azaldıkça,
şiddet derecesi artıyordu (Kendall’s tau-b=-0,178, p<0,001). Fiziksel şiddet; evlilerde %16,9,
bekarlarda %4,9, dul veya boşanmış olanlarda %4,4 idi (X2=18,360, p<0,001). Eşlerin
çalışma durumu arttıkça, fiziksel şiddetin derecesi artıyordu (Kendall’s tau-b=0,180,
p<0,001) Eğitim durumu, çalışıyor olma durumu ve eş eğitim durumu ile negatif korelasyon
vardı (Kendall’s tau-b=-0,151, p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,123, p=0,004; Kendall’s tau-b=0,175, p=0,001). Evlilik şekli ile fark yoktu (X2=5,219, p=0,074). Aylık aile geliri ile korele
değildi (Kendall’s tau-b=0,013, p=0,713). Şiddetin derecesi arttıkça, eşle cinsellik dışında
ilişki durumu veya cinsel hayattan memnuniyet durumu azalıyordu (Kendall’s tau-b=-469,
p<0,001; Kendall’s tau-b=-0,272, p<0,001). Alkol kullanım durumu ile negatif korelasyon
vardı (Kendall’s tau-b=-0,132, p=0,001). Fiziksel şiddet; aile kararlarına katılanlarda %4,9,
katılmayanlarda %22,3 idi (X2=37,939, p<0,001). Sosyal güvencenin olma durumu ile
fiziksel şiddet arasında fark bulunmadı (X2=0,002, p=0,965). Ruhsal hastalık olma durumu
ile fark yoktu (X2=0,547, p=0,459).
Çocukluktaki ve şimdiki fiziksel şiddet derecesi ile katılımcının kendi ailesinin aylık
gelir durumu arasında negatif korelasyon vardı (Kendall’s tau-b=-0,165, p<0,001; Kendall’s
tau-b=-0,125, p=0,002). Çocukluktaki fiziksel şiddet derecesi arttıkça, şu andaki şiddet
derecesi de artıyordu (Kendall’s tau-b=0,312, p<0,001). Kendi aile yapısı ile çocukluktaki
fiziksel şiddet derecesi anlamlı olarak farklıydı (KW=37,194, p<0,001). Post-hoc Dunn testi
sonucuna göre kendi aile yapısı çekirdek olanlarda çocukluktaki fiziksel şiddet derecesi,
geniş veya parçalanmış olanlardan düşüktü (p<0,05). Çocukluğundaki ve şimdiki şiddet
derecesi arttıkça, katılımcıların çocuklarına fiziksel şiddet uygulama derecesi artıyordu
(Kendall’s tau-b=0,239, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,168, p=0,002).
Çocuklarına fiziksel şiddet uygulama derecesi; eğitim durumu ve çalışma durumu ile
korele değil, eş eğitim durumu ile negatif korele idi (Kendall’s tau-b=-0,082, p=0,124;
Kendall’s tau-b=-0,064, p=0,248; Kendall’s tau-b=-0,150, p=0,008). Aylık aile geliri, kendi
aylık geliri ve kişi başı aylık geliri ile korelasyon yoktu (Kendall’s tau-b=-0,076, p=0,102;
Kendall’s tau-b=-0,082, p=0,099; Kendall’s tau-b=-0,076, p=0,097). Öz çocuk sayısı ve
sosyal güvencenin olma durumu ile korele değildi (Kendall’s tau-b=0,062, p=0,240;
Kendall’s tau-b=-0,099, p=0,075). Alkol kullanım durumu ile kolerasyon yoktu (Kendall’s
tau-b=-0,056, p=0,307). Sigara kullanımı ile fark bulunmadı (KW=0,387, p=0,824).
Eşlerin çocuklara fiziksel şiddet uygulama derecesi; katılımcıların çocuklarına
uyguladıkları şiddetin derecesi ve şu anda katılımcılara uygulanan şiddetin derecesi ile korele
63
idi (Kendall’s tau-b=0,408, p<0,001; Kendall’s tau-b=0,506, p<0,001). Çalışıyor olma
durumu ile korele değil, eğitim durumu ve eş eğitim durumu ile negatif korelasyon vardı
(Kendall’ tau-b=-0,031, p=0,598; Kendall’s tau-b=-0,119, p=0,037; Kendall’s tau-b=-0,144,
p=0,012). Aylık aile geliri, kişi başı aylık geliri, sosyal güvencenin olma durumu, öz çocuk
sayısı ve bireyin alkol kullanım durumu ile korelasyon bulunmadı (Kendall’s tau-b=0,049,
p=0,323; Kendall’s tau-b=-0,050, p=0,309; Kendall’s tau-b=0,057, p=0,337 Kendall’s taub=0,056, p=0,320; Kendall’s tau-b=-0,014, p=0,807).
Sosyal destek; birey yaşı, evlilik süresi, eş çalışıyor olma durumu ve şu anda fiziksel
şiddet uygulanma derecesi ile negatif korele; eğitim düzeyi, eş eğitim düzeyi, aylık aile geliri,
kişi başı aylık geliri, alkol kullanım durumu, cinsel hayattan memnuniyet durumu ve kendi
ailesinin gelir durumu ile pozitif korele idi. Sosyal destek ve alt ölçek grupların ayrıntıları
Tablo 30’da verilmiştir.
Medeni durum ile sosyal destek puanı arasında fark vardı (KW=114,498, p<0,001).
Post-hoc Dunn testi sonucuna göre; bekarların ortanca sosyal destek puanı (71), evli (56) ve
boşanmış veya dul olanlardan (55) fazlaydı (p<0,05).
Evlilik şekli ile aile destek puanı arasında fark vardı (KW=18,940, p<0,001). Post-hoc
Dunn testi sonucuna göre anlaşarak evlenenlerde ortanca aile destek puanı (26), geleneksel
(23) ve kaçarak (24) evlenenlerden fazlaydı (p<0,05). Medeni durum ile özel kişi destek
puanı, arkadaş destek puanı ve sosyal destek puanı arasında anlamlı fark bulunmadı
(KW=0,092, p=0,955; KW=5,873, p=0,053; KW=1,873, p=0,391).
Sigara kullanım durumu ile sosyal destek puanı arasında fark yoktu (K-W=4,392,
p=0,111).
Özel kişi, arkadaş ve sosyal destek puanları, aile kararlarına katılmayanlarda fazlaydı
(Mann-Whithney U=32238,50, p=0,038; Mann-Whithney U=27925,50, p<0,001; MannWhithney U=32193,50, p=0,037). Aile destek puanı ise kararlara katılanlarda daha yüksekti
(Mann-Whithney U=30943,0, p=0,005).
64
Tablo 30. Çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeğinin ve alt ölçeklerinin
sosyo-demografik değerlerle ilişkisi
Sosyal
destek
Özel
kişi
Aile
Arkadaş
Kendall’s tau-b
-0,256
-0,208
-0,045
-0,245
p
<0,001
<0,001
0,143
<0,001
Kendall’s tau-b
0,069
0,076
0,197
-0,131
p
0,064
0,046
<0,001
0,001
Kendall’s tau-b
-0,083
-0,015
-0,083
-0,138
p
0,031
0,697
0,039
<0,001
Kendall’s tau-b
0,170
0,117
0,115
0,056
p
<0,001
0,001
0,001
0,113
Kendall’s tau-b
0,050
-0,004
0,063
0,076
p
0,162
0,910
0,091
0,038
Kendall’s tau-b
0,096
-0,005
0,160
0,040
p
0,031
0,914
0,001
0,384
Kendall’s tau-b
-0,303
-0,300
-0,007
-0,216
p
<0,001
<0,001
0,851
<0,001
Kendall’s tau-b
0,122
0,040
0,158
0,033
p
<0,001
0,181
<0,001
0,281
Kendall’s tau-b
0,138
0,060
0,073
0,130
p
<0,001
0,047
0,018
<0,001
Kendall’s tau-b
0,057
0,000
0,075
0,057
p
0,071
0,992
0,023
0,080
Kendall’s tau-b
0,084
0,089
0,042
-0,006
p
0,015
0,012
0,241
0,856
Kendall’s tau-b
0,079
-0,124
0,268
0,093
p
0,071
0,006
<0,001
0,038
Cinsel hayattan
memnuniyet
Kendall’s tau-b
0,145
0,015
0,225
0,091
p
<0,001
0,719
<0,001
0,031
Kendi ailesinin
gelir durumu
Kendall’s tau-b
0,173
0,019
0,242
0,114
p
<0,001
0,589
<0,001
0,001
Şu anda fiziksel
şiddet durumu
Kendall’s tau-b
-0,161
-0,073
-0,257
0,005
p
<0,001
0,041
<0,001
0,900
Sosyo-demografik
değerler
Yaş
Đlk evlilik yaşı
Evlilik süresi
Eğitim durumu
Çalışma durumu
Eş eğitim durumu
Eş çalışma durumu
Kişi başı gelir
Aylık aile geliri
Kendi aylık geliri
Alkol kullanımı
Eşle ilişkisi durumu
Annesi ölenlerle annesi yaşayanlar arasında, sosyal destek, özel kişi, aile ve arkadaş
desteği açısından fark yoktu (Mann-Whithney U=12651,50, p=0,90, Mann-Whithney
U=13322,00, p=0,262; Mann-Whithney U=13377,0, p=0,275; Mann-Whithney U=13290,0,
p=0,246). Sosyal destek ile baba ölümü arasında anlamlı fark bulundu; babası yaşayanlarda
65
(61,39±13,42), yaşamayanlardan (56,63±13,53) fazlaydı (Mann-Whithney U=20297,0
p<0,001). Babası ölenlerin özel kişi destek puanı (12,61±8,78), ölmeyenlerinkinden
(15,36±9,04) düşüktü (Mann-Whithney U=21473,0, p=0,005). Arkadaş desteği; babasını
kaybedenlerde (20,22±6,36), kaybetmeyenlerden (22,70±6,05) düşüktü (Mann-Whithney
U=18985,50, p<0,001). Aile destek puanı ile babanın yaşıyor olup olmaması arasında fark
yoktu (Mann-Whithney U=24192,50, p=0,292). Anne ölümü ve baba ölümü ile sosyal destek
ölçeği ve alt ölçekler arasında korelasyon yoktu.
Ruhsal hastalığı olmayanlarda; özel kişi, aile, arkadaş ve sosyal destek puanları
yüksekti (Mann-Whithney U=16719,00, p=0,040; Mann-Whithney U=14848,00, p<0,001;
Mann-Whithney U=16075,50, p=0,10; Mann-Whithney U=14222,00, p<0,001).
Özel kişi destek puanı, birisine bakmakla yükümlü olan bireylerde; arkadaş destek
puanı ise yükümlü olmayanlarda fazlaydı (Mann-Whithney U=8374,00, p=0,004; MannWhithney U=8792,50, p=0,012). Bakmakla yükümlülük ile aile ve sosyal destek puanı
arasında anlamlı fark bulunmadı (Mann-Whithney U=10979,50, p=0,751; Mann-Whithney
U=10166,00, p=0,266).
LĐNEER REGRESYON ANALĐZLERĐ
Kısa Semptom Envanteri ile elde edilen sonuçlardan Rahatsızlık Ciddiyeti Đndeksi ve
somatizasyon, obsesif-kompulsif bozukluk, kişiler arası duyarlılık, depresyon, anksiyete
bozukluğu, hostilite, fobik anksiyete, paranoid düşünce, psikotizim, ek maddeler alt
ölçeklerin ortalama skorlarına etki eden değişkenler lineer regresyon modellerinde incelendi.
Modellerde başlangıç değişkenleri olarak; evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu,
çalışıyor olma durumu, eş eğitim durumu, eş çalışıyor olma durumu, sosyal güvence olması,
sigara kullanıyor olmak, alkol kullanıyor olmak, evde sürekli yaşayan kişi sayısı, aylık aile
gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi aylık geliri (YTL), eşiyle cinsellik dışı ilişki
durumu, cinsel hayatından memnuniyet durumu, kendi ailesinin geniş aile olup olmaması,
aile kararlarına katılıyor olmak, çocuk sayısı, üvey çocuk varlığı, annenin ölmüş olup
olmaması, babanın ölmüş olup olmaması, üvey ebeveyn varlığı, çocukluğunda önemli bir
olay yaşamış olmak, 15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı
varlığı, 15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı, ruhsal hastalık varlığı, bakmakla yükümlü
kişi varlığı, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş olmak, çocuklukta fiziksel şiddete
maruz kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel
şiddet uyguluyor olmak, sosyal destek ölçeği ve aile, arkadaş ve özel kişi alt ölçek skorları
dahil edildi.
66
Rahatsızlık Ciddiyeti Đndeksi ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli
analizin yürütülmesi sırasında, evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, çalışıyor olma
durumu, eş eğitim durumu, eş çalışıyor olma durumu, alkol kullanıyor olmak, evde sürekli
yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi ailesinin geniş aile
olup olmaması, çocuk sayısı, üvey çocuğunun olup olamaması, üvey ebeveyn varlığı, 15
yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra
kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi
varlığı, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor
olmak, sosyal destek aile alt ölçeği, sosyal destek ölçeği değişkenleri etkili olmadıkları için
modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model geneli istatistik anlamlılığa sahipti
(F=10,299, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,298 olarak hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo
31’de verilmiştir.
Tablo 31. Rahatsızlık Ciddiyeti Đndeksine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Rahatsızlık Ciddiyeti Đndeksi ile ilgili
β değeri
p
Sabit
0,838
<0,001
Sosyal güvence olması
-0,214
0,062
Ruhsal hastalık varlığı
0,320
<0,001
Annenin ölmüş olması
-0,158
0,056
Babanın ölmüş olması
0,115
0,065
Sigara kullanıyor olmak
0,225
<0,001
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,287
<0,001
0,116
0,048
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,146
0,002
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,085
0,031
-0,0001375
0,019
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,135
0,041
Sosyal destek Arkadaş alt ölçeği
-0,015
0,001
Değişkenler
geçirmiş olmak
Çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış
olmak
Kendi aylık geliri (YTL)
67
Somatizasyon alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli analizin
yürütülmesi sırasında ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, çalışıyor olma durumu, eş eğitim
durumu, eş çalışıyor olma durumu, sigara kullanıyor olmak, alkol kullanıyor olmak, evde
sürekli yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi aylık gelir
(YTL), çocuk sayısı, üvey çocuğu varlığı, annenin ölmüş olması, üvey ebeveyn varlığı, 15
yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra
kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi
varlığı, çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz
kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal desteğin arkadaş ve aile
alt ölçek değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model
geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=8,505, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,222 olarak
hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo 32’de verilmiştir.
Tablo 32. Somatizasyon alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Somatizasyon alt ölçeği ile ilgili
β değeri
p
Sabit
0,598
0,070
Evlilik süsesi
0,008
0,083
Sosyal güvence olması
-0,349
0,021
Ruhsal hastalık varlığı
0,425
<0,001
Babanın ölmüş olması
0,166
0,047
Kendi ailesinin geniş aile olması
0,148
0,050
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,320
<0,001
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,140
0,021
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,130
0,014
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,170
0,045
Sosyal destek ölçeği
-0,007
0,043
değişkenler
geçirmiş olmak
Obsesif-kompulsif semptom alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward
yöntemli analizin yürütülmesi sırasında evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, eş
eğitim durumu, eş çalışıyor olma durumu, evde sürekli yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir
(YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi aylık gelir (YTL), cinsel hayatından memnuniyet
68
durumu, kendi ailesinin geniş aile olup olmaması, çocuk sayısı, üvey çocuğu varlığı, üvey
ebeveyn varlığı, 15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı,
15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak,
bakmakla yükümlü kişi varlığı, çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, şu anda
fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal
desteğin arkadaş ve aile alt ölçeği değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem
tarafından çıkarıldılar. Model geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=6,550, p<0,001) ve
düzeltilmiş R2=0,188 olarak hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo 33’te verilmiştir.
Tablo 33. Obsesif-kompulsif semptom alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon
analizi
Obsesif-kompulsif semptom alt ölçeği ile
β değeri
p
Sabit
1,314
<0,001
Çalışıyor olma durumu
-0,175
0,025
Sosyal güvence olması
-0,294
0,045
Alkol kullanıyor olmak
0,177
0,071
Ruhsal hastalık varlığı
0,220
0,027
Annenin ölmüş olması
-0,182
0,085
Babanın ölmüş olması
0,167
0,038
Sigara kullanıyor olmak
0,151
0,083
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,250
0,002
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,106
0,032
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,234
0,006
Sosyal destek ölçeği
-0,007
0,034
ilgili değişkenler
geçirmiş olmak
Kişiler arası duyarlılık alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli
analizin yürütülmesi sırasında evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, eş eğitim durumu, eş çalışıyor
olma durumu, sosyal güvence olması, alkol kullanıyor olmak, evde sürekli yaşayan kişi
sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi aylık gelir (YTL), kendi ailesinin
geniş aile olması, üvey çocuğu varlığı, üvey ebeveyn varlığı, 15 yaşından sonra eş kaybı
varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı,
69
çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi varlığı, çocuklukta
fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak,
çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal destek aile alt ölçeği, sosyal destek
ölçeği değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model
geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=9,057, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,269 olarak
hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo 34’te verilmiştir.
Tablo 34. Kişiler arası duyarlılık alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon
analizi
Kişiler arası duyarlılık alt ölçeği ile ilgili
β değeri
p
Sabit
1,467
<0,001
Çalışıyor olma durumu
-0,162
0,044
Ruhsal hastalık varlığı
0,302
0,003
Annenin ölmüş olması
-0,233
0,032
Babanın ölmüş olması
0,150
0,066
Çocuk sayısı
-0,086
0,028
Eğitim durumu
-0,141
0,092
Sigara kullanıyor olmak
0,247
0,003
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,329
<0,001
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,234
<0,001
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,091
0,078
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,178
0,042
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
-0,023
<0,001
değişkenler
geçirmiş olmak
Depresyon alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli analizin
yürütülmesi sırasında evlilik süresi, eğitim durumu, eş eğitim durumu, sosyal güvence
olması, evde sürekli yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi
aylık gelir (YTL), cinsel hayatından memnuniyet durumu, kendi ailesinin geniş aile olması,
aile kararlarına katılıyor olmak, çocuk sayısı, üvey çocuğu varlığı, annenin ölmüş olması,
babanın ölmüş olması, üvey ebeveyn varlığı, 15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından
sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir
70
olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi varlığı, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor
olmak, çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal destek aile alt ölçeği, sosyal
destek ölçeği değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar.
Model geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=11,131, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,279
olarak hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo 35’te verilmiştir.
Tablo 35. Depresyon alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Depresyon alt ölçeği ile ilgili değişkenler
β değeri
p
Sabit
1,803
<0,001
Çalışıyor olma durumu
-0,176
0,024
Eş çalışıyor olma durumu
-0,355
0,090
Alkol kullanıyor olmak
0,175
0,079
Ruhsal hastalık varlığı
0,367
<0,001
Sigara kullanıyor olmak
0,235
0,008
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,279
0,001
0,170
0,024
Đlk evlilik yaşı
-0,017
0,095
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,149
0,002
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
-0,017
0,003
geçirmiş olmak
Çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış
olmak
Anksiyete bozukluğu alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli
analizin yürütülmesi sırasında evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, çalışıyor olma
durumu, eş eğitim durumu, eş çalışıyor olma durumu, alkol kullanıyor olmak, evde sürekli
yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), çocuk sayısı, üvey çocuğu
varlığı, annenin ölmüş olup olmaması, babanın ölmüş olup olmaması, üvey ebeveyn varlığı,
15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra
kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi
varlığı, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor
olmak, sosyal destek alt ölçeği ve sosyal desteğin aile alt ölçek değişkenleri etkili olmadıkları
için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model geneli istatistik anlamlılığa sahipti
71
(F=10,964, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,294 olarak hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo
36’da verilmiştir.
Tablo 36. Anksiyete bozukluğu alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon
analizi
Anksiyete bozukluğu alt ölçeği ile ilgili
β değeri
p
Sabit
1,023
<0,001
Sosyal güvence olması
-0,327
0,027
Ruhsal hastalık varlığı
0,460
<0,001
Sigara kullanıyor olmak
0,259
0,001
Kendi ailesinin geniş aile olması
0,134
0,073
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,341
<0,001
0,169
0,027
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,167
0,005
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,102
0,046
0,0001820
0,017
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,149
0,082
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
-0,020
0,001
değişkenler
geçirmiş olmak
Çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış
olmak
Kendi aylık geliri (YTL)
Hostilite alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli analizin
yürütülmesi sırasında evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, eş eğitim durumu, eş
çalışıyor olma durumu, evde sürekli yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir
(YTL), kendi aylık gelir (YTL), cinsel hayatından memnuniyet durumu, kendi ailesinin geniş
aile olması, çocuk sayısı, üvey çocuğu varlığı, babanın ölmüş olması, üvey ebeveyn varlığı,
15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra
kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi
varlığı, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor
olmak, sosyal destek ölçeği ve sosyal destek aile alt ölçeği değişkenleri etkili olmadıkları için
modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=9,408,
72
p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,260 olarak hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo 37’de
verilmiştir.
Tablo 37. Hostilite alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Hostilite alt ölçeği ile ilgili değişkenler
β değeri
p
Sabit
1,018
<0,001
Çalışıyor olma durumu
-0,238
0,001
Sosyal güvence olması
-0,275
0,035
Ruhsal hastalık varlığı
0,194
0,029
Alkol kullanıyor olmak
0,202
0,021
Sigara kullanıyor olmak
0,179
0,022
Annenin ölmüş olması
-0,207
0,023
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,254
0,001
0,169
0,027
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,128
0,004
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,261
0,001
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
-0,010
0,057
geçirmiş olmak
Çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış
olmak
Fobik anksiyete alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli analizin
yürütülmesi sırasında evlilik süresi, ilk evlilik yaşı, çalışıyor olma durumu, eş eğitim durumu,
eş çalışıyor olma durumu, sosyal güvence olması, sigara kullanıyor olmak, alkol kullanıyor
olmak, evde sürekli yaşayan kişi sayısı, aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi
aylık gelir (YTL), eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu, kendi ailesinin geniş aile olması,
aile kararlarına katılıyor olmak, çocuk sayısı, üvey çocuğu varlığı, annenin ölmüş olması,
babanın ölmüş olması, üvey ebeveyn varlığı, 15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından
sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir
olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi varlığı, çocuklukta fiziksel şiddete maruz
kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına fiziksel şiddet
uyguluyor olmak, sosyal destek arkadaş alt ölçeği ve aile alt ölçeği değişkenleri etkili
olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model geneli istatistik anlamlılığa
73
sahipti (F=8,395, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,128 olarak hesaplandı. Modelin sonuçları
Tablo 38’de verilmiştir.
Tablo 38. Fobik anksiyete alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Fobik anksiyete alt ölçeği ile ilgili
β değeri
p
Sabit
0,246
0,254
Ruhsal hastalık varlığı
0,248
0,003
Eğitim durumu
-0,136
0,031
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,306
<0,001
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,064
0,082
Sosyal destek ölçeği
-0,005
0,068
değişkenler
geçirmiş olmak
Paranoid düşünce alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli
analizin yürütülmesi sırasında ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, eş eğitim durumu, eş çalışıyor
olma durumu, sosyal güvence olması, alkol kullanıyor olmak, aylık aile gelir (YTL), kişi başı
gelir (YTL), aile kararlarına katılıyor olmak, çocuk sayısı, üvey çocuğu varlığı, babanın
ölmüş olması, üvey ebeveyn varlığı, 15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra
çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı, çocukluğunda önemli bir olay
yaşamış olmak, ruhsal hatsak varlığı, bakmakla yükümlü kişi varlığı, çocuklukta fiziksel
şiddete maruz kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına
fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal destek ölçeği ve sosyal destek aile alt ölçeği
değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model geneli
istatistik anlamlılığa sahipti (F=9,369, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,259 olarak hesaplandı.
Modelin sonuçları Tablo 39’da verilmiştir.
74
Tablo 39. Paranoid düşünce alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Paranoid düşünce alt ölçeği ile ilgili
β değeri
p
Sabit
1,166
<0,001
Çalışıyor olma durumu
-0,353
0,002
Evlilik süresi
0,011
0,031
Sigara kullanıyor olmak
0,397
<0,001
Annenin ölmüş olması
-0,218
0,047
Kendi ailesinin geniş aile olması
0,177
0,026
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,390
<0,001
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,187
0,002
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,087
0,099
Evde sürekli yaşayan kişi sayısı
-0,057
0,060
0,00022533
0,047
-0,021
0,001
değişkenler
geçirmiş olmak
Kendi aylık geliri (YTL)
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
Psikotizim alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli analizin
yürütülmesi sırasında ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, eş eğitim durumu, eş çalışıyor olma
durumu, sosyal güvence olması, alkol kullanıyor olmak, evde sürekli yaşayan kişi sayısı,
aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), kendi aylık gelir (YTL), kendi ailesinin geniş
aile olması, aile kararlarına katılıyor olmak, üvey çocuğu varlığı, annenin ölmüş olup
olmaması, babanın ölmüş olup olmaması, üvey ebeveyn varlığı, 15 yaşından sonra eş kaybı
varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15 yaşından sonra kardeş kaybı varlığı,
çocukluğunda önemli bir olay yaşamış olmak, bakmakla yükümlü kişi varlığı, çocuklukta
fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak,
çocuklarına fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal destek ölçeği ve sosyal destek aile alt
ölçeği değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model
geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=5,627, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,137 olarak
hesaplandı. Modelin sonuçları Tablo 40’ta verilmiştir.
75
Tablo 40. Psikotizim alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Psikotizim alt ölçeği ile ilgili değişkenler
β değeri
p
Sabit
0,408
0,087
Çalışıyor olma durumu
-0,143
0,020
Evlilik süresi
0,008
0,057
Ruhsal hastalık varlığı
0,258
0,002
Çocuk sayısı
-0,067
0,056
Sigara kullanıyor olmak
0,169
0,012
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,180
0,009
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,086
0,080
Cinsel hayatından memnuniyet durumu
0,074
0,084
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
-0,012
0,015
geçirmiş olmak
Ek maddeler alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde Backward yöntemli analizin
yürütülmesi sırasında; evlilik suresi, ilk evlilik yaşı, eğitim durumu, çalışıyor olma durumu,
eş eğitim durumu, eş çalışıyor olma durumu, sosyal güvence olması, alkol kullanıyor olmak,
aylık aile gelir (YTL), kişi başı gelir (YTL), cinsel hayatından memnuniyet durumu, çocuk
sayısı, üvey çocuğu varlığı, üvey ebeveyn varlığı, çocukluğunda önemli bir olay yaşamış
olmak, 15 yaşından sonra eş kaybı varlığı, 15 yaşından sonra çocuk kaybı varlığı, 15
yaşından sonra kardeş kaybı varlığı, bakmakla yükümlü kişi varlığı, çocuklukta fiziksel
şiddete maruz kalmış olmak, şu anda fiziksel şiddete maruz kalıyor olmak, çocuklarına
fiziksel şiddet uyguluyor olmak, sosyal destek ölçeği ve sosyal destek aile alt ölçeği
değişkenleri etkili olmadıkları için modelden yöntem tarafından çıkarıldılar. Model geneli
istatistik anlamlılığa sahipti (F=9,683 p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,266 olarak hesaplandı.
Modelin sonuçları Tablo 41’de verilmiştir.
76
Tablo 41. Ek maddeler alt ölçeğine etki eden faktörlerin lineer regresyon analizi
Ek maddeler alt ölçeği ile ilgili değişkenler
β değeri
p
Sabit
1,128
<0,001
Ruhsal hastalık varlığı
0,243
0,013
Annenin ölmüş olması
-0,281
0,007
Babanın ölmüş olması
0,196
0,014
Sigara kullanıyor olmak
0,359
<0,001
Kendi ailesinin geniş aile olması
0,152
0,039
Son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
0,290
<0,001
Eşiyle cinsellik dışı ilişkisinin durumu
-0,163
0,001
Evde sürekli yaşayan kişi sayısı
-0,061
0,046
0,0001769
0,016
Aile kararlarına katılıyor olmak
0,210
0,019
Sosyal destek arkadaş alt ölçeği
-0,012
0,038
geçirmiş olmak
Kendi aylık geliri (YTL)
77
TARTIŞMA
Genetik, biyolojik, sosyal ve psikolojik faktörlere ek olarak toplumsal cinsiyet,
kadının statüsünün düşük olması gibi nedenler kadınların ruh sağlığı ve hastalıkları üzerinde
hayati bir rol oynamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hayatın her alanında yaygın
olması sonucu ortaya çıkan doğrudan veya dolaylı ayrımcılığa ve kadının yaşadığı kültürel
değersizleştirmeye bağlı olarak kadınların ruhsal sorunlarla daha fazla karşı karşıya
kalmalarına neden olabilmektedir. Kadınlar farklı sosyoekonomik ve kültürel düzeye, farklı
sosyal imkanlara ve sosyal desteye, farklı çalışma hayatına katılma şekillerine ve düzeylerine
sahiptir. Bu farklılıklar onların ruhsal durumuna da yansımaktadır. Toplum içindeki etkinliği
tartışılamayan kadınların aile içi, toplum ve iş çevresindeki ruhsal yapıları her zaman dikkat
çekmiştir. Bu konuda yapılan çalışmalar son yıllarda artmış olsa da yine de yetersiz
kalmaktadır. Kadınların ruhsal belirti durumlarının ve nedenlerinin araştırıldığı çalışmalar;
kadınların yaşadıkları ruhsal sorunlarını erken dönemde belirleyerek erken dönemde
müdahale yapılmasını sağlayacaktır.
Kesitsel tanımlayıcı desendeki çalışmamız ile Edirne şehir merkezinde yaşayan 1549 doğurgan yaş grubundaki kadınlarda ruhsal belirti düzeylerini belirlemek, kadınların
ruhsal durumlarının sosyodemografik ve aile özellikleri arasındaki ilişkiyi incelemeyi
amaçlanmıştır. Evreni temsil edecek örneklem 30 küme örneklemi yöntemi ile belirlendi.
Edirne il merkezindeki 39 Aile Hekimliği biriminin şehir merkezindeki nüfus ve coğrafi
alanları kümeleri oluşturdu ve her kümeden nüfuslara göre ağırlıklı sayılarda katılımcı
örnekleme dahil edilerek tüm evreni doğru bir şekilde yansıtmak amaçlandı. Daha sonra her
kümeden seçim kriterlerine uygun belirlenen sayıda kadın rastlantısal olarak seçildi ve
78
toplam 547 gönüllü kadınla görüşüldü. Bu desen hedeflenen analizler için güvenilir toplum
temelli verilere ulaşılabilmesini sağladı.
Çalışmada verilerin toplanmasında, katılımcıların sosyodemografik ve aile ortamı
bilgileri, sigara ve alkol alışkanlığı, ruhsal durumu etkileyebilecek yaşam olayları bilgilerini
içeren bilgi formu yanında ruhsal durumla sebep ve sonuç ilişkisi olabilecek sosyal destek
seviyelerini ölçen ve güvenilir kantitatif veri sağlayan Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek
Ölçeği’ni içermekteydi. Ruhsal durum değerlendirmesi için ise uluslararası ve ulusal
geçerliliği bulunan Kısa Semptom Envanterinden yararlanıldı. Uygulama katılımcıların doğal
yaşam alanlarında yürütülüp, seçimde tarafgirlikten kaçınılmaya çalışıldı. Yüzyüze görüşme
ve anket doldurulmasının araştırmacı tarafından yapılması ile okuma yazmaya bağlı
kısıtlılıklar ortadan kaldırdı. Ancak alınan bilgilerin beyana dayalı olması ve geçmişe yönelik
sorularda bellek yanılgılarından etkilenme olasılığı çalışma dizaynının kısıtlılıklarını
oluşturdu.
Genel olarak dünyada ve ülkemizde kadın ruhsal durumunu ölçmede standart bir
ölçek olmaması, araştırma sonucu bulduğumuz sonuçların bu konuda dünyada ve Türkiye’de
yapılmış olan az sayıdaki başka çalışmalardan elde edilen sonuçlarla karşılaştırmamızda
zorluklara neden oldu.
Marmara bölgesine bağlı Trakya’nın en gelişmiş ve kalabalık kenti olan Edirne’nin
sosyokültürel
özellikleri
açısından
Türkiye’nin
diğer
bölgelerinden
ayrılabileceği
düşünülerek, bulgularımızı tüm Türkiye için genellemeden önce dikkatli davranılmalıdır.
Trakya bölgesinde kadınların ruhsal durumunu inceleyen daha önce yapılmış bir çalışmaya
ulaşılamamıştır.
Kadın ruh sağlığını etkileyen sosyokültürel faktörlerin tanımlanması ve düzeltilmesi
belli bazı ruh hastalıklarından primer koruma olanağını da yaratacaktır. Çalışmamızın bu
yönde uygun girişimler için fikir sağlayacağı kanaatindeyiz. Đleriki yıllarda diğer
araştırmacıların düzenleyeceği yeni araştırmalarla konuya süreklilik sağlanabileceği gibi bu
konudaki zaman içindeki değişikliliklerin de izlenmesi mümkün olacaktır.
Çalışma grubumuzdaki kadınlar 15-49 yaş arasında olup, ortalama yaşları
30,76±10,68 yaş idi. Aynı yaş grubunda Öktem (85)’in yaptığı çalışmada kadınların ortalama
yaşları 32,73, Şimşek ve ark. (86)’nın yaptığı çalışmada da 33,3 olarak saptanmıştır.
Türkiye’de 20-59 yaşları arasında olan kadınların yaş ortalaması 36’dır (87). Bu durumda yaş
ölçütü dikkate alındığında, çalışma grubumuz ile diğer çalışmalar ve Türkiye kadın nüfusu
arasında paralellik olduğu söylenebilir.
79
Katılımcıların medeni durumları incelendiğinde %33,3’ü bekar, %58,5’i evli, %8,2’si
boşanmış veya dul olarak bulundu ve bekarlar daha gençti. Kadınlarda depresyon
yaygınlığının araştırıldığı başka bir çalışma ile genel ruhsal durumun değerlendirildiği başka
çalışmalardaki sonuçlar ile uyumlu idi (88-90). Örneklemimizdeki boşanmışlık oranlarının
düşük oluşu Türk kültüründe evliliğin bozulmasının nadir olduğunu gösterse de evli
kadınların oranının Türkiye ortalamasından (%95) (14) düşüktü. Ancak bu, Türkiye Nüfus
Sağlık Araştırması (TNSA) 2003’de evlenmiş kadın örnekleminin seçilmiş olmasından
kaynaklanıyor olabilir. Bu sonuçlar, Edirne’nin sosyokültürel açıdan Türkiye ortalamasından
farklılaştığını düşündürmektedir.
Kadının statüsünü, yaşam kalitesini ve ruhsal durumunu etkileyen bir diğer unsur da
eğitimdir. Araştırmamızda okur-yazar olmama durumu kadınlarda %1,1, erkeklerde
%0,3’dir. Bu oranlar Edirne’de 2007 yılında Can (91)’ın yaptığı çalışmadaki oranlarla
(kadınlarda %2,7, erkeklerde %0,5) paralellik göstermektedir. Edirne’de 2001 yılında yapılan
çalışmada ise bu oran kadınlarda %7,2, erkeklerde de %1,5, 2002 yılında yapılan çalışmada
da kadınlarda %3,5, erkeklerde %0,4 olarak bulunmuştur (92,93). Bu fark örneklem
seçiminden kaynaklanıyor olabilir. Genel nüfus sayımına göre 2000 yılında Edirne ilinde
ilkokul mezunu olanların oranı erkeklerde %55,9, kadınlarda %54,2 olarak tespit edilmiştir
(94). Araştırmamızda ise katılımcılarımızın %24,8’inin, eşlerininse %16,3’ünün ilkokul
mezunu olduğunu tespit ettik. Bunun nedeninin de aradan geçen 7 yıllık dönem içinde
ilkokul sonrası eğitimin arttığı düşünülebilir. Çünkü katılımcılarımızın %73,6’i, evli olan
katılımcıların eşlerininse %83,1’i ortaokul ve üzeri eğitim almışlardı. Ayrıca bu sonuçlar
çalışmamızın sadece kentsel yerleşimi kapsamasından da kaynaklanıyor olabilir. Đzmir’de
aynı yaş grubunda yapılan bir çalışma ile karşılaştırıldığında ise bizim araştırmamızdaki
kadınların ilkokul mezunu olanların oranları daha düşük olmasına karşın ortaokul ve lise
mezunu olma oranları yüksekti (95). TNSA 2003 verilerine bakıldığında da bizim
örneklemimizdeki kadınların eğitim durumlarının daha iyi olduğu görülmekteydi (14).
Kadınlardan aile geliri daha iyi olanların ve genç olanların eğitim düzeylerinin daha yüksek
olduğu dikkati çekmekteydi. Bu şehrimiz ve ülkemiz için olumlu bir sonuçtur.
Çalışmamızdaki kadınların, %47,9’u, evli olan katılımcıların eşlerinin %97,2’sı
çalışıyordu. Edirne’de 40 yaş üstü kadınlarla yapılan çalışmada katılımcıların %67’sinin
çalışmadığı, Đzmir’de bir çalışmada ise 18-65 yaş kadınlarda bu oran %87,9 ile daha yüksek
tespit edilmiştir (96,97). Bunun nedeni bizim çalışmamızdaki örneklemin daha genç oluşuna
bağlı olabilir. Aynı yaş grubundaki TNSA 2003 verilerinin ise çalışan kadın oranının (%41,7)
örneklemimizdeki çalışan kadın oranıyla benzer olduğu görülmektedir (14). Nitekim
80
Karabilgin (98)’in aynı yaş grubunda yaptığı çalışmadaki oranlar da bizim bulgularla
uyumludur.
En fazla katılımcının olduğu meslek grupları büro ve eğitim hizmetleri ilgili işlerde
(%17,0) olduğu, evli olan katılımcıların eşlerinin de en fazla (%23,1) büro ve eğitim
hizmetleri ilgili işlerde olduğu görüldü. Edirne’de 2002 ve 2006 yıllarında yılında yapılan
çalışmalarda da kadın ve erkelerin en fazla çalıştığı meslek grubu büro ve eğitim hizmetleri
ile ilgili işler olarak saptanmıştır (93,99). Çalışanlarının daha geç evlendiği, eğitim
düzeylerinin daha yüksek olduğu ve aile gelirlerinin daha iyi olduğu bulundu. Bu bulgular
Çilli ve ark. (100)’nın ile Sarı ve ark. (101)’nın çalışma sonuçları ile uyumluluk
göstermekteydi. Çalışma sonucu ekonomik özgürlüğünün sağlanması ve kadınların
başkalarına bağlı olmadan daha uzun süre yaşamlarını sürdürebilmeleri bunun nedeni
olabilir.
Çalışma oranı en fazla boşanmış ve dul olanlarda idi. Bu ise bu kadınların eş
desteğinin yokluğu ve ekonomik zorluklar nedeniyle hayatını idame ettirebilmek için
çalışmak zorunda olmalarından olabilir. Eş eğitim durumu arttıkça; kadınların eğitim
durumu, kadınların çalışıyor olma durumu ve eşlerin çalışıyor olma durumu artıyordu.
Katılımcıların bekarlık ailelerinin geliri ile şimdiki gelirleri arasında paralellik vardı.
Katılımcının %50’si şimdiki aile gelirlerinin “iyi” olarak tanımladı. Bekarların, genç
olanların, çalışanlarların, eğitimi ve eş eğitimi daha yüksek olanların aylık geliri daha
yüksekti.
Bir işte çalışma ya da eve gelir getirme, özellikle gelir üzerinde söz sahibi olunduğu
durumlar, kadınların statülerinin iyileşmesinde önemli bir rol oynayabilmektedir.
Katılımcıların %50,1’inin kendilerine ait aylık geliri vardı. Bu gelir; yaşı daha büyük
olanlarda, daha geç evlenenlerde, eğitim durumu ve eş eğitim durumu daha yüksek olanlarda
daha yüksek olduğu dikkati çekmektedir. Bunun nedeni katılımcılarının önemli bir
bölümünün (%17,4) hala eğitimlerine devam ediyor olması olabilir. Sigara kullanmayanların
kendi aylık gelirleri daha düşüktü.
Evde sürekli yaşayan kişi sayısı ortalama 4,0 idi. Eker (99)’in Edirne’de yaptığı
çalışmasında da ailedeki birey sayısı ortalaması ile (3,8) paralellik göstermektedir.
Türkiye’de 2003 yılı verilerine göre de ortalama hane halkı büyüklüğü 4 kişidir. Bu değer
kentte 3,9, kırsalda 4,5 olarak bulunmuştur (14). Eğitim durumu, eş eğitim durumu daha
yüksek olanlarda ve çalışanlarda ailedeki birey sayısı daha düşüktü. Kalabalık ailelerin aylık
gelirleri daha iyi idi.
81
Katılımcıların %6,0’sının sosyal güvencesi yoktu. Sosyal güvencesi olanların çoğu ise
SSK, emekli sandığı ve bağ kur (%45,7, %27,6 ve %11,5) idi. Bu bulgular Edirne’de 2002
yılındaki çalıma sonuçları ile uyumludur (93). Kelleci ve ark. (89)’nin çalışmasında ise
sosyal güvencesi olamayanların oranı (%20) daha yüksekti. Sosyal güvencesi olanların aylık
aile geliri, kişi başı gelir ve kendi aylık gelirleri, eğitim ve eş eğitim durumu daha yüksek
bulunması beklenen bir sonuçtur. Çalışan, dolayısıyla kendi geliri olanlarda, sosyal güvence
varlığının daha yüksek oranda bulunduğu başka çalışmalar da vardır (90,98).
Katılımcıların %59,8’i kendisi aile kararlarına katılıyordu. Bekarların aile kararlarına
katılımı en düşüktü, boşanmış veya dul olanlarda en yüksekti. Đzmir’de aynı populasyonda
yapılan bir çalışmada kadınların %76,7’nin aile kararlarına katıldığı saptanmıştır (98).
Bursa’daki çalışmada da aile kararlarına katılanların en çok boşanmış veya dul olanlardı
(101). Boşanmış veya eşi ölmüş olanlarda son sözü sadece kendisi veya yaşadığı diğer
kişilerle birlikte söyleme oranlarının en fazla olmasının nedeni, kadının eşinin ölmesi,
boşanması veya terk edilmesi durumunda ailenin tüm kararlarını üstlenmek zorunda kalması
veya yalnız kalmasından olabilir. Eğitim durumu ve eş eğitim durumu yüksek okul ve üzeri
olan, çalışan, eşleri çalışan, anlaşarak evlenen, resmi nikahı olan kadınlarda kararlara katılımı
daha yüksekti ve diğer çalışmalarla uyumlu idi (101).
Katılımcıların %60,5’i hiç sigara içmemekte, %33,6’sı halen sigara kullanmakta,
%5,8’i ise sigarayı bırakmıştı. Bu veriler TNSA 2003 verileri ile benzerdir (14). Halen sigara
içen kadınlar bırakmış olanlar ve hiç içmemiş olanlardan daha gençtiler ve sigara içenlerin
büyük bir çoğunluğu (%66,3) orta-lise mezunu idi. Yalçın (93)’ın 2002 yılında Edirne’de
yaptığı çalışmada kadınlardan %28,2’sinin sigara içtiği ve %7,4’ününse sigarayı bırakmış
olduğu bulunmuş olup bizim bulgularımıza oranla kadınların sigara kullanma oranları daha
düşüktü.
Bu
farkın
Yalçın
(93)’ın
çalışmasının
kırsal
bölgeyi
kapsamasından
kaynaklanabileceği gibi kadınlarda artan sigara alışkanlığının bir göstergesi olarak da
düşünülebilir. Eker (99)’in 2006 yılında ve Öner (102)’in 2002 yılında Edirne’de yaptığı tez
çalışmasında erişkinlerin sigara içme oranı %43,1 ve %42,4 olarak tespit edilmiştir. Türkiye
genelinde 2004 yılında yapılan bir araştırmada da bu oran kadınlarında %19,9, erkeklerde
%48,8 saptanmıştır (103). Doğu Karadeniz Bölgesinde ise kadınların %21,9’unun sigara
içtiği, %69,7’sinin ise hiç sigara içmediği, ayrıca bizim bulgularımıza paralel olarak daha
genç ve lise mezunlarında içicilik fazla bulunmuştur (104). Görüldüğü gibi Edirne ilinde
yapılan çalışmalarda sigara içme oranı oldukça yüksek düzeydedir.
Kadınların alkol alışkanlıkları sorgulandığında %68,4’ünün alkol kullanmadığı,
%25,2’sinin sosyal içici olduğu ve %6,4’ünün ise düzenli alkol kullandığı tespit edildi.
82
Çalışmamızdaki alkol kullanan kadınların çoğunluğu bekar, gelir düzeyleri yüksek, daha iyi
eğitimli, çalışan ve aynı zamanda sigara da içen kadınlardı. Yalçın (93)’ın Edirne’de yaptığı
kırsal kesimi de kapsayan çalışmasında kadınlardan %2,6’sının düzenli alkol kullandığı
saptanmış olup, bu farkın çalışmaların yapıldığı yer nedeniyle olabileceği düşünülmüştür.
Türkiye genelinde 2004 yılında yapılan bir araştırmada ise alkol kullanan (%0,1) ve sosyal
içici (%4,6) kadınların oranı daha düşün bulunmuştur (105). Yine Đzmir’deki çalışmada da
kadınların %1,7’sinin alkol kullandığı saptanmıştır (98). Eker (99)’in 2006 yılındaki
çalışmasında da Edirne’de erişkinlerde alkol kullanım oranı %31,2 olarak saptanmıştır.
Çalışmamızda alkol kullanım durumu ile yaş arasında fark saptanmamıştır. Ancak Sağlık
Bakanlığının yayınlamış olduğu 2001 yılındaki raporda genç nüfusta alkol kullanım
yaygınlığı %42,6, düzenli alkol kullanımı ise %20,5 olarak bildirilmiştir (106). Tot ve ark.
(107)’nın üniversite öğrencilerinde yaptıkları bir çalışmada, üniversite öğrencilerinin
%43’ünün alkol kullandığını belirtmiştir.
Çalışmamızdaki
katılımcıların
%53,2’si
anlaşarak
evlenmişlerdi.
Đzmir’deki
çalışmada da bu oran %40,0 bulunmuştur (98). Batı illerinde farklı ve kendine özgü
sosyokültürel yapısından dolayı Türkiye geneline oranla anlaşarak evlenmenin daha yüksek
oranda olması beklenmelidir. Çalışmamızdaki kadınların %5,3’ünün resmi nikahı yokken
Bursa’da bir bölgedeki 15 yaş ve üzeri kadınlarda yapılan çalışmada bu oran %1,0 ile daha
düşük bulunmuştur (101). Bu farkın bizim çalışmamızın topluma dayalı bir çalışma
olmasından kaynaklanıyor olabilir. Aynı zamanda sadece dini nikahı olanların yaşı, ilk
evlilik yaşları daha küçüktü ve çalışma oranları daha düşüktü. Anlaşarak evlenenlerin yaşı ve
ilk evlilik yaşı daha yüksekti. Aynı zamanda anlaşarak evlenme oranı, en fazla yüksek okul
veya üzeri mezunlarındaydı ve Konya’daki çalışma sonuçları ile uyumlu idi (100).
Katılımcıların ilk evlilik yaş ortalaması 20,3 idi ve TNSA 2003 verileriyle uyumluluk
gösteriyordu (14). Eskişehir’deki ve Bursa’daki çalışmalarda da ilk evlilik yaş ortalamaları
20,2 ve 19 bulunmuştur (88,101). Devlet Đstatistik Enstitüsü (DĐE) 2002 sonuçlarına göreyse
ortalama evlenme yaşı 22 saptanmış olup bizim çalışmamızdaki sonuçlarla benzer sonuçlar
olduğu görülmektedir (87). Ayrıca ilk evlilik yaşı eğitim durumu yüksek okul veya üzeri
olanlarda daha yüksekti.
Evli olan katılımcıların çoğu eşleriyle olan cinsellik dışındaki ilişkilerini “iyi” olarak
tanımlamıştı. Kadınların ve eşlerin eğitim düzeyi arttıkça eş ilişki durumları da artıyordu.
Evlilik süresi uzun, erken ve geleneksel olarak evlenenlerde eşle olan ilişkileri daha kötü idi.
Cinsel hayatı olan katılımcıların çoğu cinsel hayatlarından memnundu. Daha ileri yaşta
evlenenler, evlilik süresi kısa olanlar, eşleri çalışanlar ve anlaşarak evlenenler cinsel
83
hayatlarından daha memnundu. Başka çalışmalarda olduğu gibi (88) bizim çalışmamızda da
eşiyle ilişkileri iyi olan kadınlar, cinsel hayatından daha memnundu.
Katılımcıların %3,1’i yalnız, %22,5’i geniş aile şeklinde yaşıyordu. Eskişehir’deki,
Ankara’daki, Edirne’deki, Đzmir’deki, ve başka çalışmalarda da katılımcıların çoğu (%86,
%86,7, %83,5, %81,5) çekirdek aile şeklinde yaşadıkları saptanmış olup bizim
bulgularımızla uyumluydu (88,90,92,97). Edirne genelindeki bazı sağlık ocaklarına
başvuranların dahil edildiği başka bir çalışmada da bu oran %71,9 olarak verilmiştir (108).
Katılımcıların ortalama çocuk sayısı 1,6 idi ve bulgularımız Edirne’de yapılan geçmiş dönem
tezlerde saptananlarla benzerdi (99). Şanlıurfa’daki çalışmada ise bu sayı 3,4 ile daha yüksek
saptanmıştır (86). TNSA 2003’e göre Türkiye’nin toplam doğurganlık hızı 2,23 iken (14),
2000 yılında yapılan bir araştırmaya göre Edirne toplam doğurganlık hızında 1,66 ile en
düşük ildir (109). Edirne ilinin sosyokültürel yapısının özellikleri sonucu genel doğurganlık
hızının düşük olabileceği düşünülmektedir. Küçük yaşta evlenenlerin ve daha uzun süre evli
onların daha çok çocuğu vardı. Aile nüfusu-eğitim ilişkisi, neden sonuç ilişkisi bakımından
iki yönlü düşünülmüş bir ilişkidir. Bizim çalışmamızda da eğitim ve eş eğitim durumu
arttıkça çocuk sayısının, dolayısıyla aile nüfusunun azaldığı bulundu.
Katılımcıların %66,9’u çocukluğunda kendisini etkileyen bir olayla veya olaylarla
karşılaşmamıştı. Çocuklukta karşılaşılan en sık olaylar yakın kaybı (%19,6) ve sağlık sorunu
(%6,2) idi. Kadınların %13,3’ü 15 yaşından sonra eş, çocuk ve/veya arkadaş kaybı yaşamıştı.
Bu oran Karabilgin (98)’in çalışmasından (%33,6) daha düşüktü.
Son bir yıl içinde kendisini üzüntüye ve/veya strese sokan yaşam olayları ile
karşılaşan toplam 400 (%73,1) katılımcı vardı. Katılımcıları son bir yıl içinde etkileyen
olaylar arasında en sık rastlanan parasal sorun iken, diğer sık olaylar sıklık sırasına göre
sağlık, aile içi sorunlar, iş ile ilgili ve yakın kaybı sorunlarıydı. Bu ise ülkemizdeki ekonomik
zorlukların diğerlerinden önde geldiğini düşündürmektedir. Sorunların bu dağılımı da yaşam
döngüsü ile uyumluluk göstermektedir. Kadınların yaşam streslerinin (85,97) veya
depresyonun (98) araştırıldığı çalışmalarda da benzer sonuçlar bulunmuştur. Türkiye
genelindeki 2002 yılında yapılan araştırmada da evlilik ve karşı cinse ilişkiler, mesleki ve
parasal sorunlar ile yakın kaybı kadınların en sık karşılaştığı stres etkenleri olarak
bildirilmiştir (110). Çin’de stresli yaşam olaylarının sıklığının araştırıldığı çalışmada da en
şiddetli stresörler eş ölümü ve yakın bir aile bireyinin ölümü olarak belirlenmiştir (111).
Azizoğlu ve Hovardaoğlu (112)’nun kriz merkezine başvurmuş ancak psikiyatrik tanı
almamış kişilerde yaptıkları çalışmada yaşam olayları sayısının kriz durumunu oluşmasında
önemli olduğunu vurgulamışlardır.
84
Toplam 65 (%11,9) katılımcının ailesinde takip ve/veya bakım gerektiren bir hastalık
veya özürlülüğü olan kişiler mevcuttu. Kadınların %8,2’si yakınlarına bakmakla
yükümlüydü. Bu oran Karabilgin (98)’in çalışmasındaki sunuşla (%9,9) benzerdi. Birisine
bakmakla yükümlü olmak; sorumlulukların, aile içinde kişiye düşen görevlerin ve
beraberinde stresin de artmasına neden olmaktadır.
Toplam 64 (%11,7) katılımcının akrabalarında psikiyatrik hastalık tanısı vardı. Bu
akrabaların aldıkları psikiyatri hastalık tanılar arasında en çok sırayla depresyon, anksiyete ve
psikozdu. Depresif bozukluklarda risk etkenlerin araştırıldığı Ünal ve ark. (110)’nın
çalışması da bizim bulgularımızla paralellik gösteriyordu.
Ruhsal hastalık tanı öyküsü olan 84 (%15,4) katılımcının aldıkları tanılar arasında en
çok sırayla depresyon, panik bozukluk ve anksiyete idi. Şimşek ve ark. (86)’nın ile Özgür
(90)’nün çalışmasında ruhsal hastalık prevalansı (%25,9 ve %19,9) daha yüksek
bulunmuştur. Ancak bizin bulgularımıza benzer şekilde depresyon ve anksiyete en sık
karşılaşılan hastalıklar olarak bildirilmiştir (113). Kadınların ruhsal sağlığı sorunları elbette
ki toplumsal ve ekonomik sorunlardan, eğitim ve öğrenim düzeyinden, toplumsal güvence
koşullarından, stresli yaşam olaylarından ve kadının statüsünden soyutlanamaz. Bizim
çalışmamızda da evlilik süresi daha uzun olanlarda, dul veya boşanmış olanlarda, okur-yazar
olamayan veya ilkokul mezunlarında, çalışanlarda, ebeveyn kaybı olanlarda, aylık aile geliri
düşük olanlarda, birisine bakmakla yükümlü olanlarda, sigara içen veya sigarayı bırakanlarda
ruhsal hastalık tanısı fazla idi. Kadınlarda depresyon sıklığının araştırıldığı pek çok
çalışmada da benzer şekilde eğitim düzeyi düşük, aylık geliri daha kötü, boşanmış ya da dul
kadınlarda hastalık daha sık bulunmuştur (88,90,114-116). Ancak eğitim düzeyinin veya
sigara içiminin ruhsal durumu etkilemediğini savunan çalışmalar da vardır (98,117,118).
Başka çalışmacılar da evli olmanın ruhsal yönden koruyucu etkisi olduğunu belirtmektedir
(89,117).
Kadınların
ruhsal
durumlarının
Genel
Sağlık
Anketi’ne
(GSA)
göre
değerlendirildiği bir çalışmada da dul veya boşanmış olmak, düşük eğitim düzeyine sahip
olmak ve çalışıyor olmak risk faktörü olarak bulunmuştur (119). Literatür bilgileri, ruhsal
bozukluklarının düşük eğitim ve gelir düzeylerine sahip, işsiz kadınlarda yoğunlaştığını
göstermektedir (120). Bekarlarda ruhsal bozuklukların az görülmesinin nedeni, hem evlilik
çatışmaları hem de eşten ayrılma ya da eş kaybının bu grubun yaşamamış olmasına
bağlanabilir. Dul olmak ile ortaya çıkan bazı sorunlar ise özellikle toplumumuzda belirgindir.
Ekonomik güçlükler, kayıp ve yalnızlık duygusu, eş desteğinin eksikliği, özellikle genç yaşta
dul kalma ile başlayan evlenme yönündeki toplum baskıları bunun nedenleri olabilir. Bu
85
bulgular bir risk grubu olarak dul ve boşanmış kadınların daha dikkatle ele alınmasının
gerekliliğini ortaya koyması bakımından da önemli görülebilir.
Çocukluklarında kendilerine fiziksel şiddet uygulanan %38 katılımcı mevcuttu.
Bunların %58,2’si çok az, %35,6’sı ara sıra, %6,2’si sık sık şiddete maruz kalmıştı. Bu
bulgular Önen ve ark. (88)’nın çalışma sonuçları ile paralellik göstermektedir. Katılımcılara
şiddet uygulayanların büyük bir bölümünü anne ve babaları oluşturuyordu ve kendi aile
yapısı çekirdek olanlarda şiddet deresi daha düşük olarak bulundu.
Şu anda kendilerine fiziksel şiddet uygulanan 65 (%11,9) katılımcının %61,5’i çok
az, %36,9’u ara sıra, %1,5’i sık sık şiddete maruz kalıyordu. Onlara şiddet uygulayanların
%89,3’ü eşlerdi. Fiziksel şiddet oranı, evli kadınlarda (%16,9) en fazla idi. Đzmir’de 15-49
yaş kadınlardaki depresyon prevalansının araştırıldığı çalışmada da kadınların %15,1’inde
aile içinde dayak öyküsü mevcuttu (98). Bursa kent merkezinde 2003 yılında yapılan bir
çalışmada fiziksel şiddet oranı %24,1 olarak saptanmıştır (121). Ancak Edirne’de, Bursa’da
ve Đzmir’de’ kadına yönelik fiziksel şiddetinin yakın olduğu söylenebilir. Dünya çapında
erkeklerden fiziksel şiddet gören kadınların tahmini oranının %25-50 olduğu rapor edilmiştir
(122). Bu sonuçlarla kadına yönelik şiddetin gelişmiş ülkelerde de gelişmekte olan ülkelere
nazaran daha düşük oranda olmasına rağmen yinede oldukça yaygın olduğu görülmektedir.
Ülkemizde, gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerde yapılan çalışmalarda da kadınların
daha çok kendi eşleri tarafından şiddete maruz kaldıkları saptanmıştır (123-125).
Eş şiddeti gören kadınların görmeyenlere oranla; daha erken evlendiği, eğitim ve eş
eğitim düzeyinin daha düşük olduğu, çalışmadığı, eşlerinin çalıştığı saptandı. Denizli ili
kırsalında aynı yaş grubu evli kadınlarda yapılan bir araştırmada ise eğitim durumu düşük,
yaşı ilerlemiş, çocuk sayısı fazla, ailesinin ekonomik durumu kötü olan kadınlar, daha fazla
fiziksel şiddet görmekteydi (126). Yine evlilik süresinin yaştan daha önemli bir etken
olduğunu bildiren çalışmalar da vardır (127). Fiziksel şiddet gören kadınların eşleriyle olan
cinsellik dışı ilişkileri daha kötü idi ve cinsel hayatlarından memnuniyetleri düşüktü ve
Eskişehir’deki çalışma sonuçları ile uyumlu idi (88). Bu bulgular literatürlerde tanımlanan
kadına yönelik şiddetin risk faktörleriyle paralellik göstermektedir (122).
Çocuğu olan katılımcıların %19,3’ü çocuklarına yönelik fiziksel şiddet uygularken,
bu oran eşlerde %12,8 idi. Ülkemizde yapılan başka çalışmada da kadınların çocuklara şiddet
uygulama oranı, erkeklerden daha yüksek saptanmıştır (128). Bu da çocukların birincil
bakımının kadın çalışsın ya da çalışmasın daha çok kadınların üzerinde olmasıyla
açıklanabilir.
86
Çocukluktaki fiziksel şiddet derecesi arttıkça, şu andaki şiddet derecesi de artıyordu.
Ayrıca kadınların eşinden şiddet görüyor olmalarının ve çocukluklarında ailelerinden fiziksel
şiddet görmüş olmalarının da çocuklarına fiziksel şiddet uygulamalarını arttırdığı
saptanmıştır. Şu anda şiddet gören kadınlarda, eşleri de çocuklara şiddet uyguluyordu.
Đstanbul’da, Đzmir’de ve Amerika’da yapılan diğer çalışmalarda da benzer sonuçlara
ulaşılmıştır (129-132). Bir çok çalışmada da saptandığı üzere şiddetin kuşaklar arası bir
döngüsü olduğu aşikardır.
Kadınların çocuklara uyguladıkları şiddetin derecesi; eğitim durumundan, çalışma
durumundan, aile gelirinden ve çocuk sayısından bağımsızdı. Ancak eşi eğitimli olanlar,
çocuklarına daha az şiddet uyguluyordu. Yapılan bazı çalışmalarda ise annelerin ve babaların
eğitim düzeyi arttıkça çocuklara daha az oranda fiziksel şiddete başvurdukları saptanmıştır
(133-135).
Bir sıkıntısı, sorunu olduğunda katılımcıların %5,1’i sorunlarını kimseyle
paylaşmadıklarını ifade ettiler. Sorunları paylaşmakta en çok tercih edilen arkadaşlar
(%55,6), anne (%38,9) ve eş (%38,6) idi. Bu sonuçlar literatürdeki çalışmalarla benzerdir
(98).
Son 25 yıldır, bir başetme kaynağı ve hastalıklara karşı koruyucu olarak sosyal
desteğin rolü büyük ilgi uyandırmaktadır. Sosyal desteğin ruhsal ve fiziksel sağlık ile olumlu
bir ilişkiye sahip olduğunu gösteren çok sayıda çalışma yapılmıştır ve son yıllarda yapılan
sosyal destek araştırmalarında ağırlığın sosyal ilişkilerin yeterince destekleyici olup olmadığı
konusunda kişinin kendi izlenimlerine, yani algılanan desteğe kaydığı belirtilmiştir
(83,136,137). Gittikçe daha fazla sayıda uzman toplum içinde ruh sağlığı bakımı
yaklaşımının bir sonucu olarak, aile, arkadaş ve yakın çevrenin sağladığı doğal destekten
yararlanmaya yönelmişlerdir. Doğal destek sistemlerinin psikolojik sorunların çözümlerini
kolaylaştırma veya zorlaştırmada önemli rol oynadıkları belirtilmektedir (83).
Sağlık üzerine etkili psiko-sosyal etmenleri inceleyen çalışmalar, ailenin hastaların
yaşantılarında hem en önemli stres hem de destek kaynağı olduğunu da belirlemiştir. Sosyal
ilişkiler ve sosyal desteğin sağlığın iyileştirilmesinde etkisi olduğu gibi stresin kötü etkilerini
ortadan kaldırıcı veya azaltıcı bir etkisi de vardır (28). DSÖ aileyi “sağlık ve refahın
sağlanmasında birincil sosyal etmen” şeklinde tanımlamaktadır. Stres ve sosyal destek
çalışmaları en önemli stres ve destek kaynağının aile olduğunun ve sağlık üzerinde yoğun
etkisi bulunduğunu göstermiştir (138).
Çalışmalar sosyal izolasyonun oldukça yüksek mortalite habercisi olduğunu ve aile
desteğinin, özellikle evlilik ve akrabalarla ilişkinin, koruyucu olduğunu göstermiştir.
87
Eşlerden birinin ölümü en stresli yaşam olayıdır ve yasın sağlığa etkileri kapsamlı şekilde
araştırılmıştır. Büyük iyi kontrollü epidemiyolojik çalışmalar eşin ölümünün yaşayan eşte
özellikle ilk 6 ay içinde mortalite ile ilişkili olduğunu doğrulamıştır. Bu etki yaşayan erkekte
kadından daha fazla görülür, olası nedeni de kadının daha fazla sosyal ağa ve desteğe sahip
olmasıdır (138).
Çalışmamızda Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ortalama puanı 60,3 idi
ve kadınlar sıklık sırasına göre aile, arkadaş ve özel bir insandan destek görüyordu.
Çalışmamızda eğitim durumu, eş eğitim durumu, aylık aile geliri ve kişi başı geliri yüksek
olanlarda sosyal destek daha iyi olarak saptanmıştır. Bu kadınlarda aynı zamanda ruhsal
belirtiler de daha azdı. Bu sonuçta eğitim arttıkça kadınların kendilerinin ifade etmesinin ve
sosyal paylaşımlarının artmasının etkili olduğu düşünülmektedir. Bu etmenler aynı zamanda
kadının toplundaki statüsünü ve refahını arttıran faktörlerdir. Eğitim seviyesinin
yükselmesiyle, kadının kendi yaşamı üzerindeki etkinliği artmaktadır. Kendi kararlarını
kendinin vermesi, yaşamını planlaması, daha iyi sosyal desteklere sahip olması, benlik
saygısının yüksek olması eğitim seviyesi ile ilişkilidir. Şiddet gören kadınların sosyal desteği
ise beklendiği gibi düşüktü. Kadına, en yakınındakilerden (aile, arkadaş, eş, komşu) kadının
beklentilerine cevap verecek düzeyde destek sağlandığında, kadının stresle baş etmesi ve
uyumu kolaylaşacaktır. Altay (139)’ın okul yöneticilerinde yaptığı çalışma sonuçlarına göre
de okul yöneticilerinin en çok desteği ailelerinden aldığını ve okul yöneticilerinin
yakınlarından görmüş olduğu desteğin ne kadar fazla olursa o kadar az tükenmişlik
yaşayacakları saptanmıştır. Bizim çalışmamızda da sosyal desteğin yüksek olması, ruhsal
hastalık varlığını azaltıyordu. Postpartum depresyonun incelendiği çalışmalarda da sosyal
desteğin artması postpartum depresyonu azalttığı ve eğitim seviyesinin yükselmesi ile sosyal
destek sistemlerin arttığı vurgulanmıştır (140,141). Bekarların sosyal desteği (aile, arkadaş ve
özel kişi) en fazla idi. Anlaşarak evlenenlerde aile desteği daha fazla idi.
Ruhsal durumun Kısa Semptom Envanteri ile değerlendirilen çalışmamızda kadınlar
arasında en çok paranoid düşünce belirtilerinin olduğu görüldü. Bunu obsesif-kompulsif
semptomlar, anksiyete, depresyon ve kişiler arası duyarlılık takip ediyordu. Aynı
populasyonda yapılan ve aynı ölçeğin kullanıldığı Ekemen (116)’in çalışmasında da en çok
paranoid düşünce, kişiler arası duyarlılık ve OKB belirtileri saptanmıştır. Ruhsal durum
değerlendirilmesinin Belirti Tarama Listesi (Symptom Check List:SCL-90-R) ile yapıldığı
bir araştırmada ise benzer şekilde kadınların en çok depresyon, somatizasyon, obsesyon,
kişiler arası duyarlılık ve ansiyete alt gruplarında yoğunlaştığı bulunmuştur (85).
88
Sosyoekonomik ve kültürel faktörler, aile özellikleri, çalışma hayatı gibi etkenler ve
yaşadığı olaylar kadının ruhsal belirtilerinin ciddiyetini etkileyeceği aşikardır.
Çalışmamızda son 1 yılda kendisini etkileyen olay yaşamış olmak ve çocuklukta
fiziksel şiddete maruz kalmak, ruhsal belirti ciddiyetini arttırıyordu. Zorlayıcı yaşam olayı
varlığı, genel olarak ruhsal bozukluk yaygınlığını artırdığını gösteren pek çok çalışma
bulunmaktadır (90,142). Şimşek ve ark. (86) da aile içi şiddet ve travmatik yaşantı öyküsü
varlığının kadınlarda ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasında önemli faktörler olduğunun
belirtmişlerdir. Olaya verilen anlamın, olayın zamanlaması ve sürecinin, araya giren sosyal
destek, bireyin başa çıkma yetileri gibi potansiyel değişkenlerin ruhsal durumda
bozulmaların ortaya çıkmasında rol oynadığı düşünülebilir. Ayrıca çeşitli olayların birikimi,
tek bir olayın yarattığı etkiden daha önemli olduğu kesindir.
Önceden ruhsal hastalık tanısı alanlarda ruhsal belirtiler daha ciddiydi. Hayran
(115)’ın çalışmasında da ruhsal sıkıntıların kaynağı olarak, aile içi ve çevre ile olan
uyumsuzluklar ve ekonomik güçlükler suçlanmış, ruhsal hastalık tanısı almış olmak, önemli
ölçüde ruhsal belirtileri arttırdığı gözlenmiştir.
Eşle ilişkilerin kötü olan kadınlarda ruhsal belirtiler artarken, ciddi ruhsal belirtileri
olan kadınların cinsel hayatlarından memnun olduklarını ifade ettiler. Bu ise, Türk kadının
geleneksel rollerini çoğunlukla kabullendiği ve şikayetçi olmadığı veya olmaktan
vazgeçtiğini gösteriyor olabilir. Geleneksel evliliklerde, duygusal ve cinsel yönden erkeğin
doyumu öncelik taşır, bunu sağlamak da kadının görevidir. Kadınların eşleri ile olumsuz
ilişkisi, düşük benlik saygısına neden olabilir veya düşük benlik saygısı olan bir kadın genel
ilişki sorunları ortaya koyabilir. Ama sonuç olarak zayıflayan ilişkiler düşük benlik saygısı
ile ilişkili olabilir ve ruhsal bozukluklar için hazırlayıcı bir etken sayılabilir.
Kadınların kendi aylık gelirinin olması da ruhsal belirtileri arttırıyordu. Bu durum
tezat gibi görünse de kadınların kendi aylık gelirinin yükselmesi, olanakların, sosyal
yaşamlarının ve dolaylı olarak de hayat beklentilerinin yükselmesine neden olabilir.
Beklentilerin artması da stres faktörü olarak psikolojik problemleri beraberinde getirebilir.
Kadınların kendi gelirlerinin olması çalışmalarına bağlıdır ve çalışan kadının ruhsal
zorluğunun ev kadınlarına göre fazla olduğu sonucu çıkmaktadır.
Bizim çalışmamızda aile kararlarına katılmak, ruhsal belirti ciddiyetinin arttırıyordu.
Aile kararlarına katılmak, kişinin kendine olan güvenini arttırır, diğer aile bireyleri tarafından
önemsendiğini gösterir, ancak pek çok sorumlulukları, yükleri ve stresi arttırır. Sarı ve ark.
(101)’nın çalışmasında da kadınların kararlara katılması ruhsal durum değişikliklerini
arttırıyordu.
89
Kişiye destek olan çok yakın bir arkadaş ya da eşin varlığın özellikle kadınlarda
ruhsal hastalıklara karşı kuruyucu olmaktadır. Az sayıda fakat çok yakın arkadaşın, çok
sayıda yüzeyel ilişkilerden daha destekleyici olduğu söylenebilir. Pehlivan (143)’ın
çalışmasında da kadın psikiyatrik hastalarında aile desteğinin olduğu, ancak arkadaşlık
ilişkilerinin azaldığı belirlenmiştir.
Regresyon analizinde model dışında bırakılan bazı değişkenler başka çalışmalarda
ruhsal belirtiler üzerinde etkili bulunmuştur. Yapılan çalışmalarda okur-yazar olmayan,
çalışmayan, çocuk sayısı fazla olan, ekonomik durumu kötü ve yetersiz kadınlarda ruhsal
durumun daha kötü olarak bulunmuştur (144-146). Çilli ve ark. (100)’nin çalışmasında da
psikolojik belirti ciddiyetinin ev kadınlarında daha fazla olduğunu dikkati çekmiştir. Bu
sonuçlar çalışmayan kadınların toplam aile geliri ve eğitim düzeylerinin daha düşük olması
ile ilişkili olabilir. Nitekim çalışmayan kadınlar, hayatlarının tekdüzeliğinden, çocuklarla ve
ev işleri ile devamlı ilgilenmek gerektiğinden, kendilerine vakit ayıramadıklarından
yakınırlar. Çalışan kadın daha bağımsız davranabilmekte, para kazanmakta, toplumdan daha
fazla takdir görebilmektedir.
Toplumsal, ekonomik ve yasal eşitsizliklere maruz kalması, eğitim olanaklarından
yeterince yararlanamaması, eğitim düzeyi düşüklüğüne bağlı bedensel duyumlarını farklı
algılayabilmesi, eğitim ve gelir düzeyi düşüklüğüne bağlı olarak tedavi olanaklarından
yeterince yararlanamaması kadınları daha kırılgan hale getirmekte ve uyum sağlamak için
bedenselleştirmenin bir araç olarak kullanılmasını sağlamaktadır (100,147). Temel sağlık
hizmetleri veren bir kurumda yapılan çalışmada psikiyatrik bozukluk tanısı alanların yarıdan
çoğunun uzun süren somatik yakınmalar ile doktora geldiği belirlenmiş olup, %20’sinin
somatoform ağrı bozukluğu tanı ölçütlerine uyduğu ve ruhsal belirtilerle somatizasyon
ilişkisinin yüksek düzeyde olduğu gösterilmiştir. Avrupa ülkelerinde yapılan araştırmalarda
ise bu oran daha düşük bulunmuştur (148).
Özellikle son 1 yıl içinde zorlayıcı yaşam olayı varlığının, somatizasyon belirtilerini
arttırdığını gösteren çalışmalar, bizim bulgularımızı destekliyordu (85,90).
Sosyal güvencesi olmayanlarda, ki bu gruptaki kadınların aile geliri ve eğitimi daha
düşüktü, somatizasyon daha fazla idi. Kaya (147) da gelir düzeyinin düşük olmasının ve
sosyal güvencenin olmamasının, uyum sağlamada bedenselleştirmenin bir araç olarak
kullanılmasını koşullandığını ve bu durumun somatoform bozuklukların gelişimine yol
açtığını ileri sürmüştür. KSE ile kadınların ruhsal durumunun değerlendirildiği Ekemen
(116)’in çalışmasında da yeterli sosyal desteği olmayanlarda, aile içi şiddet gören,
çalışmayan kadınlarda somatizasyon yüksek bulunmuştur somatizasyon yüksek saptanmıştır.
90
Kendi ailesi geniş aile olanlarda somatizasyon daha fazla idi. Aile yapısı ile ilişkisi
saptanmayan çalışmalar da vardır (90). Geniş aileye sahip kişilerin eğitimi ve gelirleri de
düşük olması bunun nedeni olabilir. Babasının ölmüş olması, sosyal desteğin düşüklüğü
ve/veya ruhsal hastalık öyküsü olması da somatizasyonu arttırıcı etkenlerdi.
Çalışmamızda analiz sırasında eğitim durumu, model dışında bırakıldı. Özgür (90)’ın
çalışmasında ise eğitim düzeyi düşüklüğünün, özellikle somatoform ağrı bozukluğunu
arttırdığı saptanmıştır. Eğitimin iç dünyayı ifadede, yeni dil becerilerinin kazanılmasındaki
önemli etkisi düşünüldüğünde, somatizasyonun düşük eğitim ve düşük sosyoekonomik
düzeylerinde alternatif bir dil olduğu düşünülür. Eğitimsizliğin, duygu içeren sözcük
dağarcığının gelişmesine engel olması ve zorlanma durumlarında sıkıntının beden ile
anlatılması
söz
konusudur
(149).
Başka
araştırmada
da
somatizasyon
puanları
çalışmayanlarda, görücü usulü ile evlenenlerde ve eğitim düzeyi düşük olanlarda daha
yüksek saptanmıştır (100). Görücü usulü ile evlenenlerde muhtemelen evliliklerinde
aradıklarını daha az bulabilmekte ve bizim çalışmamızda olduğu gibi eş ilişkilerinin
kötüleşmesi somatizasyonu arttırabilmektedir.
Obsesif-kompulsif bozukluk kadınlarda daha sık görülmekte ve hastalardan %5070’inde yakınmalar gebelik, ev değiştirme, cinsel sorun, yakın bir akrabanın kaybı gibi stresli
olaylar sonrasında başlamaktadır (62). ABD’de hastalığın yaşam boyu yaygınlığı %2,5-3,0
olarak bulunmuş ve bu ülkede majör depresyonlar, fobiler, alkol/ilaç kullanımından sonra 4.
sıklıkta bir bozukluk olduğu görülmüştür (150). Bizde de çalışmayan, sağlık güvencesi
olmayan, babası ölen, ruhsal hastalık geçirende, son bir 1 yılda stresli olay yaşayanlarda
obsesif-kompulsif semptomlar yüksek saptandı. Ankara’daki çalışmada da yaşam olaylarının
obsesyonu arttırdığı saptanmış olup bizim bulgularımızla uyumlu idi (85).
Çalışmamızda stresli yaşam olaylarından parasal sorunlar sık görülenler arasındaydı.
Nitekim bir araştırmada obsesyon ile ilişkili en önemli parametre aile geliri olarak saptanmış
olup, aynı çalışmada düşük eğitim düzeyindeki kadınların obsesyon puanları daha yüksek
bulunmuştur (100). Ekemen (116)’nin çalışmasında da eğitim düzeyinin ve sosyoekonomik
düzeyinin düşük olması, aile içi şiddet görme, çocuk sayısının çok olması kadınlarda
obsesyonu arttıran faktörler olarak saptanmıştır.
Araştırmalar
kişiler
arası
duyarlılığa
ilişkin,
cinsiyetler
açısında
yapılan
değerlendirmede kadınların erkeklere oranla daha kırılgan iç benlik yapısına sahip oldukları
ortaya konmuştur. Bu durum kadınları erkeklere oranla yaptıkları herhangi bir şey hakkında
eleştirildiklerinde kendilerini daha kötü hissetmeleri ve söyledikleri ya da yaptıklar şeylerden
ötürü eleştirilmenin onları kolaylıkla endişelendirmesi bağlamında kırılganlık düzeylerinin
91
daha yüksek olmasına neden olmaktadır (151). Bizim çalışmada da kadınlar arasında
kişilerarası duyarlılık en sık görülen ruhsal belirtiler arasında idi ve çalışmayan, eş ilişkileri
iyi olmayan, ruhsal hastalık geçiren, arkadaş desteği düşük kadınlarda fazla idi.
Eğitim, kişilerarası duyarlılığının regresyon analizi sırasında model dışında
bırakılmıştı. Ancak Ekemen (116), eğitim ve gelir düzey düşüklüğünün, aile içinde şiddete
maruz kalmanın, sorunları olduğunda kimseden destek almamanın, kişilerarası duyarlılığını
arttırdığını saptamıştır. Çilli ve ark. (100)’nin çalışmasında ortaokul eğitimli ev kadınlarında
kişiler arası duyarlılık, yüksek öğrenimlilerden yüksek bulunmuştur. Bunun nedeni de eğitim
düzeyi yüksek olan bireyler, stresle baş etmede etkin beceriler geliştirebilmeleridir.
Kadınların sorunları olduğunda yeterli destek alamamaları da benlik saygılarını
azaltacağı için çalışmamızda olduğu gibi madde bağımlılığı görülebilir. Ayrıca eğitim düzeyi
düşük olan, çalışmayan kadınların en önemli görevi anneliktir. Ev işleri ve çocuk bakımı
rollerini yerine getiren, fakat ev kadını olduğu için yaptıkları işin önemsenmediği kadınların
kişilerarası duyarlılığı yüksek olabilir.
Ayrıca bizim bulgularımıza paralel olarak Ökdem (85)’in çalışmasında da yaşam
olaylarının kişiler arasındaki duyarlılığı arttırıcı etkisinin önemi vurgulamıştır.
Genelde anne-baba kaybının erişkin dönemde ruhsal problemlere neden olması
beklenmektedir. Bu ise azalan destek sonucu ortaya çıkan düşük benlik saygısına bağlı
olabilir. Ancak bizim çalışmamızda anne ölümü ile kişilerarası duyarlılık, hostilite, paranoid
düşünce ve ek maddeler ile ilgili analizler bunu desteklemiyordu. Bu bulgumuz uyumsuz
görülmekle beraber, toplumumuzda anne kaybı olsa da yakın akraba ilişkilerinin destek
sağlayabilmesi de bu sonucu etkilemiş olabilir.
Biyolojik yapısı, ruhsal özellikleri, kişilik yapısı, sorunlarla başa çıkma tarzı,
toplumsal ve kültürel konumu ile cinsel kimlik rolü kadını depresyona daha yatkın
kılmaktadır (152). Boşanma, ayrılma, ciddi bir hatalık geçirme gibi stresli yaşam olayları
depresyon epizotlarının başlamasıyla yakından ilişkilidir (153). Türkiye’de kadınların
%24’ünün hayatları boyunca en az bir kere depresyon geçirme riski vardır. Erkeklerin %3’ü
de bu riski taşımaktadır. Tedavi edilmeyen depresyon vakalarının %15’i de intiharla
sonuçlandığı belirtilmektedir (88).
Ruhsal hastalık öyküsü varlığı, depresyonu arttırıyordu. Aynı populasyonda
depresyon sıklığının araştırıldığı bir çalışmada da önceden depresyon geçirmiş olmak ve son
bir yıl içinde evlilik öyküsü sorunu yaşama risk faktörleri olarak daha ciddi depresyon
görülme riskini artırdığı saptanmıştır (154).
92
Birçok ruhsal bozukluk için stresli yaşam olayları hastalığı başlatıcı rol
oynayabilmektedir. Özellikle işsiz kalma ruhsal hastalıkları tetikleyebilir (155). Bizim
bulgularımız da bunu destekliyordu. Ünal ve ark. (110)’ın araştırmasında da depresyondaki
risk etkenleri arasında en çok psikososyal stres faktörlerinin (%78,9) etkili olduğu
bildirilmiştir. Literatürde yaşam olaylarının depresyonun gelişiminde rol oynadığına dair
birçok çalışma bulunmaktadır (90,143,152,153,156).
Evlilik, karşı cinsle veya yakın ilişkilerde azalma ve olumsuzluk, majör depresyonda
sık rastlanan bir durumdur (153,157). Nitekim çalışmamızda da eşiyle ilişkileri kötü olan
kadınlarda depresyon belirtileri daha fazla idi. Avrupa’da 15-49 yaş arasındaki kadınlarda
yapılan epidemiyolojik çalışmada evli kadınların evlenme yaşları ile depresyon arasında ve
evlilik uyumsuzluğu ile depresyon arasında ilişki olduğu saptanmıştır (158).
Çalışmak, depresyonu azaltıcı, sigara içimi ise arttırıcı bir etken olarak saptandı.
Ancak bunların etkisinin olmadığını belirten çalışmalar da vardır (98). Karasu (113)’nun
çalışmasında da çalışanlarda depresyon bulguları daha az bulunmuştur.
Fiziksel şiddet, kadınlarda görülen depresyon nedenleri arasında en önemli risk
faktörlerindendir. Şiddet gören kadınlarda depresyon eğilimi daha sık görülmektedir (33,34).
Çocukken şiddete maruz kalma veya tanık olma da psikiyatrik morbidite nedeni olarak
bildirilmiştir (39). Bizde de çocuklukta fiziksel şiddet öyküsünün olması depresyonu
arttırıyordu. Başka çalışmada ise baskın ebeveyn tarafından büyütülenlerde depresif belirtiler
daha fazla bulunmuştur (98).
Çalışmamızda çocuk sayısının ve eğitim durumunun depresyon üzerine etkisi yoktu.
Ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik şartlar nedeniyle çocuk bakımı ve
eğitimi güç koşullarda sağlanmaktadır. Çocuk sayısının artması ile birlikte karşılaşılan
güçlükler ve buna bağlığı stres de artmaktadır. Yüksek eğitimin, artan bilgi ve yeteneklerin
sorunlarla başa çıkma yeteneğini arttırarak aynı zamanda yeterlilik ve kontrol duygularını da
geliştirmesi ile depresif bozukluk oranının düşürülmesinde etkili olabilir. Ayrıca kadınlar
artan eğitim düzeyleri ile birlikte görülen çalışma oranında, kazanılan ekonomik
bağımsızlıkta, aile içi söz hakkında ve kendine güvende artma, çocuk sayısında azalma bu
sonucu etkileyebilir. Çalışan kadının toplumsal statüde bir yeri bulunur. Đş başarıları ve
verimlilikleri ile çevrelerinden ilgi ve onay almakta, bunlar ise çalışan kadına ego doyumu
sağlıyor olabilir. Ayrıca kadınların ekonomik özgürlüklerine sahip olmaları kendilerine olan
güvenlerinin armasını sağlayabilir. Bizim çalışmamızda da kadınların çalışmıyor olması,
depresyonu arttırıcı faktör olarak saptandı. Bilgin (159)’nin çalışma sonuçları da çalışmayan,
aile geliri düşük ve daha düşük eğitime sahip kadınlarda depresyon sıklığının yüksek olduğu
93
gösterilmiştir. Depresyon sıklığının araştırıldığı bir çalışmada çok çocuğu olanlarda, eğitim
düzeyi düşük olanlarda, bizim bulgulara benzer olarak ise çalışmayan, çocuklukta fiziksel
şiddet gören, eşleriyle ilişkileri daha kötü olan ve ruhsal hastalık öyküsü olan kadınlarda
depresyon daha sık gözlenmiştir (88).
Arkadaş desteğinin düşüklüğü, depresyon belirtilerinin arttırıyordu. Đzmir’deki
çalışmada da depresyon vakalarının arkadaş desteğinin düşük olduğu bulunmuştur (143). Bu,
depresyonun kadınların kişiler arası ilişkilerine olumsuz etkileri ve dolayısıyla sosyal
yaşantılarında neden olduğu aksaklıklar olarak değerlendirilebilir.
Anksiyete, kadınlarda erkeklere oranla 2-3 kat sık görülmektedir (27). Çalışmamızda
sigara içenlerde anksiyete daha fazla idi. Ancak kadınların anksiyete nedeniyle mı sigaraya
başladıkları yoksa sigara içtikleri için mi anksiyeteleri oluştuğuna dair neden sonuç ilişkisine
ait bulguları bu araştırma ile saptamamız mümkün değildir.
Bizim verilerimizde sosyal güvencenin olmaması anksiyeteyi arttırıyordu. Alt gelir
durumu ve düşük eğitim düzeyi (bu grupta daha fazla kadın hasta vardır) hem anksiyete
bozukluklarına zemin hazırlamakta hem de süregenleşme riskini arttırmaktadır (27).
Çalışmamızda sosyal güvencesi olmayanlar, aile geliri daha düşük, eğitimi daha düşük ve
çalışmayan kadınlardan oluşması da bunu desteklemektedir. Sosyal güvencenin varlığı,
sağlık hizmeti imkanlarından daha düşük maliyetle yararlanabilmeyi ve sağlıkla ilgili endişe
ve streslerde azalmayı sağlıyor olabilir. Kayseri’deki çalışmada da sosyal güvencenin yeşil
kart olması ve gelir düzeyinin düşük olması anksiyeteyi arttırıyordu (116).
Budakoğlu’nun çalışmasında da kadınlarda çalışmıyor olmanın, sigara içiyor olmanın
ve kronik hastalık varlığının anksiyeteyi arttırdığı saptanmış, ancak sosyal güvencenin varlığı
ile anksiyete arasında ilişki saptanmamıştır. (160). Çalışmayan ve çalışan kadınlar arasında
yapılan çalışmada da çalışmayan kadınların anksiyete puanının daha yüksek olduğu
belirtilmiştir (100). Ayrıca eğitim düzeyi düşüklüğünün, aksiyete belirtilerini artırıcı bir etken
olarak bulan çalışmalar vardır (90,113,116).
Yapılan çalışmalar, kadınların % 27’sinin çocuklukta cinsel istismara uğradığını,
%10-30’unun fiziksel şiddet uygulayan bir partnerle yasadığını, %12’sinin ise erişkinlikte
tecavüze uğradığını bildirmektedir (27,161). Bizde de çocuklukta fiziksel şiddete maruz
kalmış olmak anksiyeteyi arttırıyordu. Ekemen’in araştırmasında da ailesinde şiddet gören
veya çocuklukta kendisini çok etkileyen bir olay yaşayan kadınlarda anksiyete belirtileri
yüksek bulunmuştur (116).
Ayrıca eş ilişkileri zayıf, stresli yaşam olayı yaşamış, arkadaş desteğin düşük
olanlarda anksiyete belirtileri yüksek saptandı.
94
Düşük sosyoekonomik düzeydeki kişiler fiziksel (örneğin doğum travmaları,
beslenme bozuklukları, enfeksiyonlar), ruhsal ve toplumsal stresörlerle (örneğin fakirlik,
göçler, sosyoekonomik güvensizlikler) daha sık ve uzun sürelerle karşılaşmaktadırlar. Bu
stresli yaşam olayları anksiyete düzeyini artırmakta ve buna bağlı anksiyete bozuklukları
ortaya çıkmaktadır (50).
Çalışmamızda fobik anksiyeteyi en çok arttıran faktörün son bir yıl içindeki stresli
yaşam olayları olduğu saptandı. Ayrıca ruhsal hastalık geçirmiş olanlarda fobik anksiyete
daha yüksekti. Bu bulgular Ökdem (85)’in çalışma sonuçları ile uyumlu idi.
Fobik anksiyete alt ölçeği ile ilgili regresyon modelinde etkili olmadıkları için
“çalışma durumu” modelden yöntem tarafından çıkarılmıştı. Ancak Çilli ve ark. (100)’nin
araştırmasında çalışmayan kadınlarda fobi daha yüksek saptanmıştır. Eğitim düzeyi
düşüklüğünün, sosyal güvencenin olmamasının, ailesinde fiziksel şiddet görmüş olmanın,
aile gelirinin düşük olmasının fobik anksiyeteyi arttırdığını saptayan çalışmalar vardır (116).
Araştırmalar, hostilite yani öfke duygusunun cinsiyete göre değiştiğine işaret
etmektedir. Averill, öfkelenme sıklığı açısından kadınların erkeklerle benzer yoğunlukta ve
benzer nedenlerle öfkelendiğini belirtmektedir. Ancak erkekler, kadınlara kıyasla öfke
duygularını daha doğrudan ifade etmekte iken, kadınların ifade biçimi daha dolaylı
olmaktadır (162). Öfke ile depresyon, kaygı bozuklukları, posrtravmatik stres bozuklukları
arasında da ilişki bulunmaktadır. Đçselleştirilmiş öfkenin, depresyonu yordamada önemli bir
role sahip olduğunu ve öfke nöbeti olan hastaların olmayanlara göre anlamlı ölçüde daha
fazla depresyon ve kaygı gösterdikleri bulunmuştur (163). Dolayısıyla çalışmamızda
depresyonu veya anksiyeteyi arttıran faktörlerin (çalışmama, ruhsal hastalık varlığı, sosyal
güvencenin olmaması, sigara içimi, son 1 yılda stresli yaşam olayı varlığı, çocuklukta fiziksel
şiddet öyküsü, eşle ilişkilerin kötü olması, aile kakarlarına katılma) hostiliteyi de artırıyor
olması tesadüfi olmadığını gösteriyor.
Ekemen (85) de eğitim düzeyi düşük, stresli yaşam olayı öyküsü olan, ailesinde şiddet
gören kadınlarda hostiliteyi yüksek saptamıştır (116). Yaşam olaylarının hostiliteyi artırıcı
etkici başka çalışmalarla da desteklenmektedir.
Paranoid semptomlar ileri yetişkinlik döneminde daha sık görülmektedir. Bunda,
yaşın ilerlemesi ile sayıları artan düş kırıklıkları, yeni olanakların sınırlanması ve yıllar
boyunca paranoid eğilimlerini dengeleyebilen kişilerin bu kayıplarla baş etmede giderek
zorlanmaya başlamalarının rolü olduğu düşünülmektedir. Paranoid bozuklukların cinsiyet
yönünden dağılımı konusunda yeterli veri bulunmamakla birlikte kadınlarda biraz daha sık
görüldüğü düşünülmektedir. Herhangi bir nedenden ötürü sosyal iletişimin azaldığı
95
durumlarda paranoid
semptomların gelişebildiğini
gösteren çalışmalar bu görüşü
desteklemektedir. Paranoid düşüncelerin varlığı mahkumlarda, mültecilerde, yaşlılarda,
işitme kaybı olanlarda da paranoid fikirler zaman zaman artış gösterir (164).
Araştırma sonuçlarımıza göre çalışmayan kadınlarda paranoid düşünceler daha fazla
idi. Çilli ve ark. (100)’nin çalışmasında da eğitim düzeyi düşük olanlarda ve çalışmayan
kadınlarda paranoid puanlar yüksek bulunmuş.
Son 1 yılda stresli yaşam olayı ile karşılaşmış olmak paranoid düşünceyi arttırıyordu
Öktem (85) de çalışmasında gecekondu bölgesindeki kadınların yaşadıkları stresli yaşam
olayların, diğer ruhsal belirtileri olduğu gibi, paranoid düşünceleri de attırdığını saptamıştır.
Evlilik süresi arttıkça kadınların paranoid düşünceleri artıyordu. Eş ilişkileri kötü
olanlarda da paranoid düşünceler fazla idi. Evlilik süresi ilerledikçe kadın eşini daha iyi tanır,
fikir çatışmaları daha çok ortaya çıkabilir. Bu da eşler arasındaki ilişkilerin bozulmasına,
güveninin azalmasına ve kadında eşi hakkında yanlış inanışların oluşmasına dolayısıyla
paranoid düşüncelerin oluşmasına neden olabilir.
Çalışmamızda son 1 yıl içinde kendisini üzen ve/veya sıkıntıya sokan olay yaşamış
kadınlarda psikotizm belirtileri daha fazla idi. Ökdem (85) ve Ekemen (116) de
çalışmalarında yaşam olaylarının psikotizm belirtileri üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir.
Ekemen (116), aynı zamanda sosyoekonomik düzeyin, fiziksel şiddet görüyor olmanın ve dul
olmanın psikotizm bulgularını arttırdığını belirtmiştir. Çalışıyor olmak psikotik belirtileri
azaltıyordu. Konya’daki araştırmada da çalışmayan, eğitimi düşük kadınlarda psikotizm
puanları yüksek bulunmuştur (100). Ankara’da yapılan bir çalışmada psikoz, psikonevroz ve
psikosomatik hastalıkların öğrenim görmemişlerde daha yaygın olduğu gösterilmiştir (119).
Sigara kullanan kadınlarda psikotizm belirtileri daha yüksekti. Ülkemizdeki birçok
çalışma sonuçları gözden geçirildiğinde; şizofreni hastalarında sigara kullanma oranlarının
%50 ile %63.3 arasında olduğu, yaşam boyu alkol kullanımın %63.3 olarak bulunduğu ancak
kötüye kullanım veya bağımlılığın %7 ile 20.7 arasında saptandığı bildirilmiştir (165).
Şizofrenide hastalık öncesi ve sonrasında sigara kullanımının anlamlı olarak arttığını bulan
çalışmalar vardır (143).
Katılımcıların arkadaş desteğinin az olması psikotizm belirtilerin arttırıyordu.
Đstanbul’da şizofreni hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada da şizofren vakaların diğer hasta
ve kontrol gruplarına oranla anlamlı olarak daha düşük destek algıladığı belirlenmiş. Aile
desteği algısı açısından çalışma grupları arasında fark saptanmamış. Ancak arkadaş ile ilgili
algılanan sosyal destek; hasta gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak düşük ayrıca
şizofren hastalarda diğer hasta gruplarından daha düşük olarak saptanmıştır (143).
96
Çalışmayan, eğitim düzeyi düşük, yaşadığı olaylar neticesinde ruhen ağır yaralanan
kadınların insanlardan giderek uzaklaşma, içe kapanma durumlarına başvurmuş olabilir. Bu
ise onları sosyal çevrelerinden soyutlayarak arkadaş ilişkilerinin zayıflamasına neden olmuş
olabilir.
Bu çalışma doğurgan dönemindeki kadınların ruhsal durumlarının profilini ortaya
koymuştur. Kadınların ruhsal durumlarını ve etkileyebilecek faktörleri incelerken bazen
beklediğimiz yönde bazen de beklentimiz dışında sonuçlarla karşılaştık. Ancak açık olan,
kadınların pek çok stres etkenine açık olduğu bu dönemde ruhsal durumlarını etkileyen
nedenlerin karmaşık bir örüntü içinde olduğudur.
Kadınlar, başta paranoid düşünce olmak üzere, özellikle obsesif-kompulsif, anksiyete,
depresyon, kişilerarası ilişkilerde duyarlılık ve somatizasyon gibi birçok psikiyatrik belirti
açısından risk altındadırlar. Toplumda kadınların yetiştirilme tarzı, kendilerini yeterince ifade
edememeleri, kendi istekleri ile toplum beklentilerinin uyuşmazlığı, sınırlı sosyal çevre ve
etkinlikler, sosyal destek olanaklarının sınırlı olması ruh sağlıklarını olumsuz etkilediğini
söyleyebiliriz.
Kadının ve/veya eşinin eğitim düzeyinin ve sosyoekonomik düzeyinin düşük olması,
ailede şiddet uygulanması, kadının çalışmıyor olması, sosyal güvencenin olmaması, stresli
yaşam olaylarının olması ve sosyal destek sistemlerinin düşük olması ruhsal belirtilerin puan
ortalamalarını arttırıyordu. Bu sonuçlar ise kadın ruh sağlığında özellikle eğitimim,
sosyoekonomik düzeyin ve toplumsal statüsünün önemli faktörler olduğunu ve göz ardı
edilmemesi gerektiğini vurgulanması açısından kayda değer bulgulardır.
Eğitim ve sosyoekonomik durumlarının iyileştirilmesi; kadınların kendileri ve ruhsal
sağlıkları üzerinde daha fazla söz sahibi olması, statülerinin yükselmesi ve toplum içindeki
öneminin artması sağlanacaktır. Kadınların üzerlerinde bulunan rolleri daha gerçekçi ve
verimli biçimde kullanmalarını sağlayıcı etken olması açısından da faydalı olacaktır.
Kadınların kendileri için gerekli olumlu şartların oluşturulması ve ruh sağlıklarının
iyileştirilmesi, yetişen ve yetişecek kuşakların ruh sağlıklarının da olumlu yönde
etkileyecektir.
Araştırmamızda kadınların ruhsal durumlarının değerlendirilmesinde, dünyada ve
ülkemizde test edilmiş ve ölçümde uygulanabilirliği ve geçerliliği değerlendirilmiş ölçek
kullanıldı. Bu ölçeğin birinci basamak hekimleri ve kurum hekimleri tarafından kadınların
ruhsal durumunu değerlendirmede tarama aracı olarak kullanmalarının uygun olacağı
düşüncesindeyiz. Bu sayede oluşabilecek ruhsal hastalıkların erken tanınması ve hastalık
oluşmadan önlemlerin alınması sağlanmış olacak.
97
Bireylere ve ailelerine kişisel, kesintisiz, bütüncül ve kapsamlı birinci basamak
hizmeti veren aile hekimlerine, kadınlara kaliteli ruh sağlığı hizmet sunumunda önemli
görevler
düşmektedir.
Aile
hekimleri,
kadınları
biyopsikososyal
boyutları
ile
değerlendirebilecek, bütüncül ve sürekli yaklaşım içinde ruhsal değişiklikleri en kolay fark
edebilecek ve yardımcı olabilecek hekimlerdir. Aile hekimleri, kadınların kendilerini ifade
edebilmeleri için onları desteklemeli, stresle başa çıkmayı kolaylaştırıcı önerilerde
bulunmalı, kadınların ruh sağlığı ve hastalıklar hakkında bilgilendirmeli, kadın ruh sağlığını
koruma ve geliştirmeye yönelik girişimlerde bulunmalı, gereğinde aile ve çevreden destek
almalıdırlar. Ayrıca Türk halkının büyük bir kısmı ruhsal hastalıklara, akıl hastalıkları
gözüyle bakmaktadır ve ruhsal hastalık tanısı almak “delilik” tanısı almak olarak
değerlendirilmektedir. Bu nedenle halkın da ruh hastalıkları konusunda bilinçlendirilmesi,
tutum ve inançlarını olumlu yönde değiştirebilmelerine yardımcı olunması gerekmektedir.
98
SONUÇLAR
Edirne şehir merkezindeki 15-49 yaş kadınların ruhsal durumlarını belirlemek ve
etkileyen faktörleri değerlendirmek, kadınlara yönelik bireysel ve toplumsal ruhsal sağlık
hizmeti sunumunda iyileştirmeler yapabilmek için önerilerde bulunmamızı sağlayacağını
umduğumuz çalışmamızın sonuçları şu şekilde özetlenebilir:
1- Katılımcıların yaşları ortalama 30,76±10,68 olarak bulundu. Kadınların %33,3’ü
bekar, %58,5’i evli, %5,3’ü boşanmış, %2,9’u duldu. Katılımcıların en çok lise (%33,5),
ilkokul (%24,8) ve ortaokul (%23,4) mezunu olduğu, %1,1‘inin okuma yazma bilmediği
belirlendi. Katılımcıların %55,8’i çalışmıyordu. Eğitim düzeyi arttıkça çalışıyor olma
durumu artıyordu. Katılımcıların %17,0’si büro ve eğitim hizmetlerinde, %9,1’i hizmet işçisi
olarak, %4,6’sı satışla ilgili işlerde çalışıyordu.
2- Katılımcıların aylık aile geliri ortalama 1394,98±798,65 YTL kişi başına düşen
aylık gelir ortalama 417,30±336,91 YTL idi. Katılımcıların %50,1’inin kendilerine ait aylık
geliri vardı.
3- Evde sürekli yaşayan kişi sayısı ortalama 4,0±1,6 idi, birey yaşı, ilk evlilik yaşı ve
çalışıyor olma, kendi ve eşinin eğitim durumu ile azalıyor, evlilik süresi, aylık aile geliri ve
eşle olan ilişki durumu ile artıyordu. Katılımcıların %3,1’i yalnız, %22,5’i geniş aile şeklinde
yaşıyordu. Çocuk sayısı ortalama 1,6±1,0 idi.
4- Katılımcılar arasında %6,0’sının sosyal güvencesi yoktu. Katılımcıların en çok
sırayla SSK (%45,7), Emekli Sandığı (27,6) ve Bağ kur (%11,5) güvenceleri vardı.
5- Katılımcıların %60,5’i hiç sigara içmemişti, %33,6’sı sigara kullanıyordu, %5,8’i
sigarayı bırakmıştı.
99
6- Katılımcıların %30,1 alkol kullanım öyküsü mevcuttu (sosyal içici %25,2, sürekli
kullanan %6,4).
7- Katılımcıların %59,8’i aile kararlarına katılıyordu. Kendi ve eşinin eğitim
durumları, gelirleri yüksek olanlarda, çalışanlarda, anlaşarak evlenenlerde kararlara katılma
oranı fazlaydı. Aile kararlarına katılanların eşle cinsellik dışındaki ilişki ve cinsel hayattan
memnuniyet durumu daha yüksekti.
8- Evlenmiş katılımcıların %53,2’si anlaşarak, %24,4’ü görücü usulü, %1,6’sı aile
zoruyla, %15,6’sı kaçarak, %0,8’i kaçırılarak, %4,1’i akraba evliliği şeklinde evlenmişti.
Anlaşarak evlenenlerin yaşı ve ilk evlilik yaşı daha fazla idi. Çalışma oranı anlaşarak
evlenenlerde daha yüksekti. Anlaşarak evlenme oranı, en fazla yüksek okul veya üzeri
mezunlarındaydı. Evlilerin %5,3’ünün sadece dini nikahı vardı.
9- Toplam 320 (%58,5) evli katılımcının eşlerinin %35,6’si lise, %25,9’u ortaokul,
%16,3’ü ilkokul mezunuydu, %0,3’ü okuma yazma bilmiyordu. Eşlerin %9,4’ü
çalışmıyordu. Eş eğitim durumu arttıkça; kadınların eğitim durumu, kadınların çalışıyor olma
durumu ve eşlerin çalışıyor olma durumu artıyordu. Eşlerin eğitim durumu arttıkça anlaşarak
evlenenlerin oranı artıyordu. Meslek dağılımı incelendiğinde, eşleri en sık büro ve eğitim
hizmeti (%23,1), kalifiye işçi veya serbest meslek (%22,2) ve hizmet işçisi (%21,3) olarak
çalıştığı saptandı. Eşlerin %2.8’i işsiz veya öğrenciydi.
10- Evli olan katılımcıların eşleriyle olan cinsellik dışındaki ilişkileri (ortalama 4,11/5
puan) “çok iyi” düzeyindeydi. Geleneksel evlenenlerin eş ilişki durumu en düşüktü.
Katılımcıların cinsel hayatlarından memnuniyet durumları (ortalama 4,19/5 puan)
“memnunum” düzeyindeydi. Đlk evlilik yaşı arttıkça, evlilik süresi kısaldıkça eşle olan ilişki
ve cinsel hayattan memnuniyet derecesi yükseliyordu. Katılımcıların ve eşlerin eğitim düzeyi
arttıkça eş ilişkileri ve cinsel hayattan memnuniyeti artıyordu. Anlaşarak evlenenlerin cinsel
hayatlarından memnuniyet durumu daha yüksekti.
11- Katılımcının %33,1’i çocukluğunda kendisini etkileyen yaşam olaylarıyla
karşılaşmıştı. Çocuklukta karşılaşılan en sık yaşam olayları yakın kaybı (%19,6) ve sağlık
sorunu (%6,2) idi. Kadınların %13,3’ü 15 yaşından sonra eş, çocuk ve/veya arkadaş kaybı
yaşamıştı. Annesi ölen 60 (%11,0), babası ölen 121 (%22,1) katılımcı vardı. Katılımcıların
%38’i çocukluklarında, %11,9’u şimdi fizikse şiddet gördüğünü ifade etti. Çekirdek aileden
gelenlerde çocukluktaki fiziksel şiddet derecesi, geniş veya parçalanmış aileye göre düşüktü.
12- Son bir yıl içinde kendisini üzüntüye ve/veya strese sokan yaşam olayları ile
karşılaşan 400 (%73,1) katılımcı vardı. Toplam 688 yaşam olayı arasından en sık olanlar 133
100
tane ile parasal sorun, 113 tane ile sağlık sorunu, 99 tane ile aile içi sorunlar ve 87 tane ile
işle ilgili sorunlardı.
13- Katılımcıların
%9,9’unun depresyon, %3,1’inin panik bozukluk, %1,3’ünün
anksiyete, %0,7’sinin konversiyon bozukluğu, %0,2’sinin obsesif kompulsif bozukluk ve
%0,2’sinin yeme bozukluğu tanıları vardı. Ruhsal hastalığı olanların yaşı ve evlilik süresi
olmayanlardan fazlaydı. Dul veya boşanmış olanlarda ruhsal hastalık oranı (%46,7), bekar
(%7,1) ve evli (%15,6) olanlardan fazlaydı. Okur-yazar veya ilkokul mezunlarında ruhsal
hastalık oranı en yüksekti. Hastalık oranı çalışanlarda daha fazlaydı. Ruhsal hastalığı
olmayanların aylık aile geliri daha yüksekti.
14- Çok boyutlu sosyal destek ölçeği ortalama puanı 60,34±13,58 idi. “Aile” alt
ölçeğinin puan ortalaması (23,43), “arkadaş” (22,15) ve “özel bir insan” (14,75) alt ölçeklerin
puan ortalamasından fazla idi. Sosyal destek; birey yaşı, evlilik süresi, eş çalışıyor olma
durumu ve şu anda fiziksel şiddet uygulanma derecesi ile negatif korele; eğitim düzeyi, eş
eğitim düzeyi, aylık aile geliri, kişi başı aylık geliri, alkol kullanım durumu, cinsel hayattan
memnuniyet durumu ve kendi ailesinin gelir durumu ile pozitif korele idi.
15- Bekarların sosyal destek puanı yüksekti. Anlaşarak evlenenlerde ve aile kararlara
katılanlarda aile desteyi daha fazla idi. Sosyal destek puanları aile kararlarına
katılmayanlarda daha fazlaydı.
16- Kısa semptom envanterinin 9 alt ölçek ve ek maddelerinden en yüksek puan
ortalamasına sahip olan ruhsal belirti 0,64±0,71 puan ile paranoid düşünce idi. Paranoid
düşünceyi çalışmıyor olmak, evlilik süresinin uzaması, sigara kullanıyor olmak, anne kaybı
yaşamamak, geniş aileden geliyor olmak, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş
olmak, katılımcının kendi aylık gelirinin artışı, sosyal desteğin “arkadaş” alt ölçeğinin
azalması ile artıyordu.
17- Obsesif-kompulsif semptomların alt ölçeğinin ortalama puanı 0,61±0,62 idi.
Obsesif-kompulsif semptomları çalışmıyor olmak, sosyal güvencenin olmaması, ruhsal
hastalık öyküsü, babanın ölmüş olması, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş olmak,
aile kararlarına katılmıyor olmak ve eşiyle cinsellik dışı ilişki durumunun kötüleşmesi, sosyal
desteğin düşmesi artırıyordu.
18- Anksiyete alt ölçeğinin ortalama puanı 0,58±0,67 idi. Anksiyeteyi sosyal
güvencenin olmaması, ruhsal hastalık öyküsü, sigara kullanıyor olmak, son 1 yıl içinde
önemli yaşam olayı geçirmiş olmak, çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, eşiyle
cinsellik dışı ilişki durumunun kötüleşmesi, cinsel ilişki durumundan memnuniyet artışı,
kendi aylık gelirinin artışı, arkadaş sosyal desteğinin kötüleşmesi arttırıyordu.
101
19- Kişilerarası duyarlılık alt ölçeğinin ortalama puanı 0,53±0,65 idi. Kişilerarası
duyarlılığı çalışmıyor olmak, ruhsal hastalık öyküsü, annenin hayatta olması, sigara
kullanıyor olmak, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş olmak, aile kararlarına
katılıyor olmak, çocuk sayısının azalması, eş ile cinsellik dışı ilişkilerin kötüleşmesi, arkadaş
sosyal desteğinin düşmesi arttırıyordu.
20- Depresyon alt ölçeğinin ortalama puanı 0,55±0,67 idi. Deperesyonu çalışmıyor
olmak, ruhsal hastalık öyküsü, sigara kullanıyor olmak, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
geçirmiş olmak, çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, eşiyle cinsellik dışı ilişkisi
durumunun kötüleşmesi ve arkadaş sosyal desteğin azalması arttırıyordu.
21- Hostilite alt ölçeğinin ortalama puanı 0,49±0,65 idi. Çalışmıyor olmak, sosyal
güvencenin olmaması, ruhsal hastalık öyküsü, alkol kullanıyor olmak, sigara kullanıyor
olmak, annenin hayatta olması, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş olmak,
çocuklukta fiziksel şiddete maruz kalmış olmak, eşle cinsellik dışı ilişkinin kötüleşmesi, aile
kararlarına katılıyor olmak arttırıyordu.
22- Somatizasyon alt ölçeğinin ortalama puanı 0,47±0,61 idi. Somatizasyonu ruhsal
hastalık varlığı, babanın ölmüş olması, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş olmak,
aile kararlarına katılıyor olmak, sosyal desteğin düşmesi, eşle cinsellik dışı ilişkinin
kötüleşmesi, cinsel hayatından memnuniyetin yüksek olması arttırıyordu.
23- Fobik anksiyete alt ölçeğinin ortalama puanı 0,37±0,49 idi. Fobik anksiyeteyi
ruhsal hastalık varlığı, eğitim durumunun artması ve son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı
geçirmiş olmak arttırıyordu.
24- Psikotizim alt ölçeğinin ortalama puanı 0,28±0,48 idi. Psikotizim puanını
çalışmıyor olmak, ruhsal hastalık varlığı, sigara kullanıyor olmak, son 1 yıl içinde önemli
yaşam olayı geçirmiş olmak, arkadaş sosyal desteğinin azalması arttırıyordu.
25- Global indekslerden rahatsızlık ciddiyet indeksi puan ortalaması 0,51±0,53 (en
düşük 0,0, en yüksek 3,08), semptom rahatsızlık indeksi 16,94±12,29 (en düşük 0, en yüksek
53) ve belirti toplam indeksi 1,24±0,67 (en düşük 0, en yüksek 4) idi.
26- Rahatsızlık ciddiyet indeksi puanını ruhsal hastalık varlığı, sigara kullanıyor
olmak, son 1 yıl içinde önemli yaşam olayı geçirmiş olmak, çocuklukta fiziksel şiddete
maruz kalmış olmak, aile kararlarına katılıyor olmak, eşiyle cinsellik dışı ilişkilerinin
kötüleşmesi, cinsel hayatından memnuniyetin artması, arkadaş sosyal desteğinin azalması,
kendi gelirinin düşmesi arttırıyordu.
102
ÖZET
Doğurganlık dönemi, kadınların ruhsal sağlıklarını etkileyebilecek pek çok stres
etkeni ile karşılaştıkları bir dönemdir. Bu çalışmada Edirne şehir merkezindeki 15-49 yaş
kadınlarda ruhsal belirti düzeylerinin ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Kesitsel tanımlayıcı desendeki çalışmamızda, Edirne şehir merkezinde yaşayan 547
kadına sosyodemografik, aile ortamı ve yaşam olayları bilgilerini içeren demografik bilgi
formu ile Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ve Kısa Semptom Envanteri
uygulanmıştır.
Çalışmaya katılanların %58,5’i evliydi, %1,1’i okuma-yazma bilmiyordu, %52,1’i
çalışmıyordu, %40,2’si aile kararlarına katılmıyordu. Çocukluklarında %66,9’u stresli
olaylarla karşılaşmış, %38’i fiziksel şiddet görmüş, %11,9’u şu anda şiddet görüyordu. Son
bir yılda stresli yaşam olayları ile karşılaşanların oranı %73,1, ruhsal hastalık öyküsü
olanların oranı %15,4 idi.
Ruhsal durum değerlendirildiğinde en çok paranoid düşünce, obsesif-kompulsif,
anksiyete ve depresyon belirtileri saptandı. Ruhsal belirtileri arttıran faktörler eğitim
düzeyinin düşük olması, çalışmıyor olmak, sosyal güvencenin olmaması, çocuklukta şiddet
görmüş olmak, baba kaybının olması, yaşam olayı varlığı, ruhsal hastalık öyküsü, zayıf
sosyal destek, evlilik süresinin uzun olması, eş ilişkilerin kötü olması, alkol ve sigara
kullanımı idi.
Doğurgan yaş kadınlarda farklı alanlarda orta düzeyde ruhsal belirtiler görülmekte ve
bunlar sosyal konum ile yaşam olaylarından etkilenmektedirler. Aile hekiminin, tüm bu risk
faktörlerini dikkate alarak kadınları bir bütün olarak değerlendirmesinin önemi büyüktür.
Anahtar kelimeler: Kadın, ruh sağlığı, ruhsal belirtiler, kısa semptom envanteri
103
MENTAL HEALTH AND EFFECTING FACTORS IN 15-49 YEARS
WOMEN LIVING IN EDIRNE, TURKEY
SUMMARY
There are various stres factors which could affect mental health of women in
reproductive years. The aim of this study was to determine the status of mental symptoms
and effecting factors in women 15-49 years of ages and living in Edirne, Turkey.
In this cross-sectional descriptive study, a questionnaire consisting of items about
sociodemographic features, family status and life events, multidimensional scale of perceived
social support and brief symptom inventory were applied to 547 women.
Rate of illiteracy was 1.1%, unemployement was 52.1% and not participation in
family desicion was 40.2%. Stressfull childhood events were present in 66.9%, physical
violence history in 38% and present violence in 11.9%. Stressfull life events in the last year
were present in 73.1%, mental disease history in 15.4%.
Most frequently detected mental symptom was paranoid thoughts, obsessivecompulsive symptoms, anxiety and depression. Factors increasing mental symptoms were
low educational status, unemployement, abcense of social security, history of violence in
childhood, father loss, precense of life events, history of psychiatric disease, low social
support, long duration of marriage, low marital status, cigarettes and alcohol usage.
There are medium level symptoms effected by social status and life events in various
mental fields in reproductive age women. Family physicians should make an comprihencive
evaluation for their reproductive age women patients including the mentioned factors.
Key words: Women, mental health, mental symptoms, brief symptom inventory
104
KAYNAKLAR
1. Akın A, Esin Ç, Çelik K. Kadın sağlığı hakkı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa’da
kadın sağlığının iyileştirilmesine yönelik stratejik eylem planı. Akın A (Editör).
Toplumsal cinsiyet, sağlık ve kadın’da. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları; 2003.
s.17-32.
2. Ocaktan ME, Özdemir O, Akdur R. Birinci basamakta ruh sağlığı hizmetleri. Kriz
Dergisi 2004;12(2):63-73.
3. Türmen T. Toplumsal cinsiyet ve kadın sağlığı. Akın A (Editör). Toplumsal cinsiyet,
sağlık ve kadın’da. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları; 2003. s.3-16.
4. Sadıkoğlu G. Aile Hekimliğinde kadınların ruh sağlığı. Bilgel N (Editör). Aile
hekimliği’nde. Bursa: Medikal Tıp Kitapevi; 2006. s.571-81.
5. Köşgeroğlu N, Açıkgöz A, Ayrancı Ü. Kadın sağlığı. Sağlık ve Toplum Dergisi
2004;14(3):9-13.
6. Gomel MK. Nations for mental health: A Fokus on Women. Geneva: World Health
Organization, 1997:6-7.
7. Yardım N. Cinsiyet; sağlık ve yoksulluk. Aktüel Tıp Dergisi 2001;6(1):78-82.
8. Akın A, Demirel S. Toplumsal cinsiyet kavramı ve sağlığa etkileri. Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2003;25:73-82.
9. Notelovitz M. Optimizing women's health: Adult women's health & Medicine.
Climacteric 2005;8:205-9.
10. T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü. Üreme
sağlığına giriş katılımcı rehberi. Ankara: T.C. Sağlık Bakanlığı; 2005.
11. Tinker A. Women's health: the unfinished agenda. Int J of Gynaecol & Obstet
2000;70(1):149-58.
105
12. T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. T.B.M.M. kadının
statüsünü araştırma komisyonu raporu. 2. Baskı. Ankara: Cem Web-Ofset;2003.
13. Mıhcıokur S, Akın A. Dünyada ve Türkiye’de Anne Ölümleri. Sağlık ve Toplum Dergisi
1998;8(3-4):37-44.
14. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü. Türkiye
Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri
Enstitüsü; 2004.
15. Akın A, Biliker MA, Güçiz BD, Mıhçıokur S. Türkiye’de anne ölümleri ve nedenleri.
Aktüel Tıp Dergisi 2001;6(1):24-9.
16. Akın A, Mıhcıokur S. Kadın statüsü ve anne ölümleri. Akın A (Editör). Toplumsal
cinsiyet, sağlık ve kadın’da. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları; 2003. s.127-39.
17. DSÖ. Avrupa bölgesinde ruh sağlığı. 2007.
http://undp.un.org.tr/who/WHA/53whamental.htm.
18. Roades LA. Menthal health issues for women. In: Bioggio M (Ed.). Đssues in the
psychology of women. Hingham: Kluwer Academic Publishers; 2000: ch 12,251-70.
19. Erol N, Kılıç C, Ulusoy M, Keçeci M, Şimşek Z. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu.
T.C. Sağlık Bakanlığı Temel sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara: Eksen Tanıtım
Ltd; 2001.s.34-42.
20. WHO. The World Health Report 2001-Mental Health: New Understanding, New Hope.
Geneva: World Health Organization; 2001.
21. Yüksel N. Duygudurum bozuklukları. Yüksel N (Editör). Ruhsal Hastalıklar’da. Ankara:
Çizgi Tıp Yayınevi; 2001. s.208-55.
22. Ayrancı Ü, Yenilmez Ç. Eskişehir ilinde birinci basamak sağlık kurumlarında verilen
sağlık hizmetlerinin değerlendirilmesi. Türk Psikiyatri Dergisi 2002;13(2):115-24.
23. Özbarış ŞB. Kadın ve sağlık. Sürekli Tıp Eğitim Dergisi 2007;16(3):7-8.
24. Adak N. Kadın ve sağlık. Sağlık ve Toplum Dergisi 2002;12(3);15-21.
25. Taşkın L. Uluslar arası sözleşmeler ışığında kadının durumu. Cumhuriyet Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2004;8(2):16-22.
26. Bromberger JT. Matthews KA. Employment status and depressive simptoms in mildeaged women: A longitudinal investigation. Am J Public Health 1994;84(2):202-6.
27. Gökalp PG. Stres, anksiyete ve kadın. Akın A (Editör). Toplumsal cinsiyet, sağlık ve
kadın’da. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları; 2003. s.165-73.
28. Sadıkoğolu G. Aile ve stres. Bilgel N (Editör). Aile hekimliği’nde. Bursa Medikal Tıp
Kitabevi; 2006. s.633-42.
106
29. Subaşı N. Akın A. Kadına yönelik şiddet; nedenleri ve sonuçları. Akın A (Editör).
Toplumsal cinsiyet, sağlık ve kadın’da. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları; 2003.
s.232-47.
30. Bilgel N, Orhan H. Aile içi şiddet. Bilgel N (Editör). Aile Hekimliği’nde. Bursa: Medikal
Tıp Kitapevi; 2006. s.643-55.
31. Krug EG, Dahlgerg LL, Mercy JA. Violence - a global public health problem. World
report on violence and health. Geneva: World Health Organization; 2002;1-21.
32. Ayrancı Ü, Günay Y, Ünlüoğlu Đ. Hamilelikte aile içi eş şiddet: Birinci basamak sağlık
kurumuna başvuran kadınlar arasında bir araştırma. Anadolu Psikiyatri Dergisi
2002;2(3):75-87.
33. Özaydın N, Üner O, Akın A. Kadın ve şiddet. Sağlık ve Toplum Dergisi 1998;8(3-4):738.
34. Dutton MA, El-Khoury M, Murphy M, Somberg R, Bell ME. Women in intimate partner
violence; major advances and new directions. Đn: Pinsof WM (Ed.). Family psychology:
The art of the science. Cary, USA. Oxford University Press; 2005: ch 8,191-212.
35. Akyüz G, Kuğlu N, Doğan O. Bir psikiyatri polikliniğine başvuran evli kadınların aile içi
şiddet, evlilik sorunları, başvuru yakınması ve psikiyatrik tanı. Yeni Symposium
2002;40(2).41-8.
36. Amerikan Psikiyatri Birliği (Çeviri: E. Köroğlu). Mental bozuklukların tanısal ve sayısal
el kitabı (DSM-IV). 4. baskı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği;1995:30.
37. World Health Organization. Women and the rapid rise of noncommunicable disaeses
[Serial online]. 2002. http://whqlibdoc.who.int/hq/2002/WHO_NMH_02.01.pdf.
38. Erdem IO, Leventhal JM, Dobbs S. Intergenerational continuity of child physical abuse:
How good is the evidence? The Lancet 2000;356(9232):814-9.
39. Kaplan SJ, Pelcovitz D, Salzinger S. Adolescent physical abuse: Risk for adolescent
phsyciatric disorders. Am J Phsyciatry 1998;155(7):954-9.
40. Dumlu K, Cimilli C. Erken yaşam stresörlerinin nörobiyolojik sonuçları. Türk Psikiyatri
Dergisi 2003;14(4):301-10.
41. Halbreich U, Kahn LS. Atypical depression, somatik depression and anxious depression
in women: Are they gender – preferred phenotypes? Journal of Affective Disorders
2006;102(1-2):245-58.
42. Kornstein SG, Sloan DME. Depression and gender. In: Stein DJ, Kupfer DJ, Schatzberg
AF (Eds). Textbook of Mood Disorders. Washington: American Psychiatric Publishing;
2005. ch.41:687-97.
43. Merikangas KR. Epidemiology of mood disorders in women. In: Steiner M, Yonkers KA,
Eriksson E (Eds.). Mood disorders in women. London: Martin Dunitz; 2000. p.1-14.
107
44. Özçakır A, Çalışkan N. Aile hekimliğinde depresyona yaklaşım. Bilge N (Editör). Aile
Hekimliği’nde. Bursa: Medikal Tıp Kitapevi; 2006. s.583-99.
45. Bhatia SC, Bhatia SK. Depression in women: diagnostic and tretment considerations. Am
Fam Physician 1999;60(1):225-40.
46. Rosenfeld JA. Depression and premenstrual syndrome. In: Rosenfeld JA (Ed.). Handbook
of women’s health: an evidence – besed aproach. West Nyack, USA: Canbridge
University Pres; 2001; p.437-56.
47. Kaplan HI, Sadock BJ. Duygudurum bozuklukları (çeviri: E. Abay). E. Abay (Editör).
Klinik Psikiyatri’de. Đstanbul: Nobel Tıp Kitabevi;2004. s.159-88.
48. McDaniel SH, Campbell TL, Hepworth J, Lorenz A (Çeviri: H. Yaman). Aile yönelimli
birincil bakım. 2. basım. Đstanbul: Yüce Yayım; 2005:346-58.
49. Bentley S, Katon WJ. Depression in primary care. In: Stein DJ, Kupfer DJ, Schatzberg
AF (Eds). Textbook of Mood Disorders. Washington: American Psychiatric Publishing;
2005.ch.37:687-97.
50. Walling A. Depression and anxiety. In: Rosenfeld JA (Ed.). Women’s health in mid-life:
a primary care guide. West Nyack, USA: Canbridge University Pres; 2004; ch 7,97-121.
51. Gülseren L. Kadın üreme hormonları ve depresyon (derleme). 3P Dergisi 2005;13(1):258.
52. Kısa C. Postpartum psikiyatrik bozukluklar. 3P Dergisi 2004;12(Ek 4):3-6.
53. Özen Ç, Tokur H. Prenemstruel Sendrom (derleme). 3P Dergisi 2005;13(1):19-24.
54. Akdeniz F, Gönül AS. Kadınlarda üreme olayları ile depresyon ilişkisi. Klinik Psikiyatri
Dergisi 2004;7(Ek 2):70-4.
55. Kısa C, Yıldırım SG. Gebelik, postpartum dönem ve ruhsal bozukluklar (derleme). 3P
Dergisi 2004;12(Ek 4):30-7.
56. Kurt A, Kısa C. Postpartum hüzün. (derleme). 3P Dergisi 2004;12(Ek 4):7-11.
57. Yıldırım SG, Kısa C, Aydemir Ç. Postpartum depresyon (derleme). 3P Dergisi
2004;12(Ek 4):12-40.
58. Yüksel FV, Kısa C, Yalçın ES, Gökalp E. Postpartum psikoz (derleme). 3P Dergisi
2004;12(Ek 4):21-9.
59. Akdeniz F. Kadın üreme dönemlerinin bipolar bozukluk gidişi üzerine etkileri (derleme).
3P Dergisi 2005;13(Ek 1):29-33.
60. Burt V, Hendrick VC. Clinical manual of womens menthal health. London: American
Psychiatric Publishing; 2005;145-77.
61. Liebenluft E. Bipolar illness. In: Steiner M, Yonkers KA, Eriksson E (Eds.). Mood
disorders in women. London: Martin Dunitz; 2000. p.138-50.
108
62. Yüksel N. Anksiyete bozuklukları. Yüksel N (editör). Ruhsal Hastalıklar’da. Ankara:
Çizgi Tıp Yayınevi; 2001. s.168-207.
63. Gülpek D. Kadın üreme yaşamı ve anksiyete bozuklukları (derleme). 3P Dergisi
2005;13(1):35-9.
64. Yonkers KA, Kidner CL. Sex differences in anxiety disorders. In: Lewis-Hall F,
Williams TS, Panetta JA, Herrora JM (Eds.). Psychiatric illness in women: Emerging
treatmants and research. London: American Psychiatric Publishing; 2002. p.5-30.
65. Kaplan HI, Sadock BJ. Anksiyete bozuklukları (çeviri: E. Abay). E. Abay (Editör).
Klinik psikiyatri’de. Đstanbul: Nobel Tıp Kitabevi; 2004. s.189-217.
66. Yüksel N. Somatoform bozuklukları. Yüksel N (Editör). Ruhsal Hastalıklar’da. Ankara:
Çizgi Tıp Yayınevi; 2001. s.320-45.
67. Kaplan HI, Sadock BJ. Somatoform bozuklıuklar (çeviri: E. Abay). E. Abay (Editör).
Klinik Psikiyatri’de. Đsatnbul: Nobel Tıp Kitabevi; 2004. s.219-29.
68. Elder W. Somatoform semptomlar ve bozukluklar (Çeviri: M. Akdeniz, H. Yaman). Kut
A, Tokalar Đ, Eminsoy G (Editörler). Current, aile hekimliği tanı ve tedavi’de. Ankara:
Güneş Tıp Kitabevi; 2007. s.631-9.
69. Maner F. Yeme bozuklukları. Psikiyatri Dergisi 2001;5:130-9.
70. Wiseman CV, Sunday SR, Born L, Hamli KA. Anorexia nervoza and bulimia nevroza.
Steiner M, Yonkers KA, Eriksson E (Eds.). Mood disorders in women. London: Martin
Dunitz; 2000. p.417-33.
71. Nixon D, Saunders T. The role of primaty care. Ryan T (Ed.). Good pracdice in adult
mental health. London: Jessica Kingsley Publishers; 2004. p.108-26.
72. DSÖ. Temel sağlık hizmetleri uluslararası
http://195.142.135.65/who/ALMAATA.HTM.
konferansı
bildirisi
(Alma
Ata).
73. Bilgel N. Aile hekimliğinde ruh sağlığı hizmetleri. Bilgel N (Editör). Aile Hekimliği’nde.
Bursa: Medikal Tıp Kitapevi; 2006. s.561-70.
74. Aydın S. Birinci basamakta psikiyatrik değerlendirme ölçeklerinin kullanımı (derleme).
Türk Aile Hekimliği Dergisi 2005;9(1):26-31.
75. Family physicians are an important source of mental health care. AAFP [Serial online].
2003. http://www.aafp.org/afp/20030401/graham.html.
76. Bilgel N, Tunç E. Aile hekimliği: tanımı, tarihçesi, amacı ve önemi. Bilgel N (Editör).
Aile Hekimliği’nde. Bursa: Medikal Tıp Kitapevi; 2006. s.1-6.
77. Mental health care services by family physicians (position paper). AAFP [Serial online].
2001.
http://www.aafp.org/online/en/home/policy/policies/m/mentalhealthcareservices.html
109
78. Uncu Y, Bilgel N. Aile hekimliğinde hastalara yaklaşım ve hasta hekim iletişimi. Bilgel
N (Editör). Aile hekimliği’nde. Bursa: Medikal Tıp Kitabevi; 2006. s.17-32.
79. Aksaray G, Kaptanoğlu C, Oflu S. Koruyucu ruh sağlığı. Yeni Symposium Dergisi
1999;37(3):55-9.
80. McDaniel SH, Campbell TL, Hepworth J, Lorenz A. (Çeviri: H. Yaman). Aile yönelimli
birincil bakım’da. 2. basım. Đstanbul: Yüce Yayım; 2005. s. 432-48.
81. Uğurlu M, Soydal T. Türkiye’de ruh sağlığı hizmetlerinin birinci basamak sağlık
hizmetlerine entegrasyonu: birinci basamakta ruh sağlığı eğitim programı. Kriz Dergisi
2004;12(1):41-5.
82. Birleşmiş milletler CEDAW komitesine sunulmak üzere hazırlanan ikinci ve üçüncü
birleştirilmiş periyodik Türkiye raporu. 1993.
http://www.ksgm.gov.tr/belgeler/cedawrapor.pdf.
83. Eker D, Arkar H, Yaldız H. Çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeği’nin gözden
geçirilmiş formunun faktör yapısı, geçerlik ve güvenirliği. Türk Psikiyatri Dergisi
2001;12:17-25.
84. Şahin NH, Durak Batıgün A, Uğurtaş S. Kısa Semptom Envanteri (KSE): Ergenler için
kullanımının geçerlik, güvenirlilik ve faktör yapısı. Türk Psikiyatri Dergisi
2002;13(2):125-35.
85. Ökdem Ş. Gecekondu Bölgesinde Yaşayan Kadınların Karşılaştıkları Krize Neden
Olabilecek Yaşam Olaylarının Saptanması ve Ruhsal Belirtilerinin Değerlendirilmesi
(tez). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1997.
86. Simsek Z, Ak D, Altindag A, Gunes M. Prevalence and predictors of mental disorders
among women in Sanliurfa, Southeastern Turkey. J Public Health. Đn pres 2008.
87. DĐE, Türkiye’de kadın bilgi ağı. T.C. Başbakanlık Devlet Đstatistik Enstitüsü. 2002.
http://www.die.gov.tr/tkba/istatistikler1.htm.
88. Önen FR, Kaptanoğlu C, Gülten S. Kadınlarda depresyon yaygınlığı ve risk faktörlerle
ilişkisi. Kriz Dergisi 1995;3(1-2):103-17.
89. Kelleci M, Aştı N, Küçük L. Bir sağlık ocağına başvuran kadınların Genel Sağlık
Anketine göre ruhsal durumları. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu
Dergisi 2003;7(2):11-4.
90. Özgür ĐĐ. Mamak Belediye Sınırları Đçinde Ruhsal Bozuklukların Üzerine Epidemiyolojik
Bir Çalışma (tez). Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1998.
91. Eneç Can F. Edirne Şehir Merkezindeki Lise Öğrencilerinde Riskli Sağlık
Davranışlarının Değerlendirilmesi (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2007.
92. Şahin Ö. Edirne Şehir Merkezinde Halkın Sağlık Hizmeti Tercihlerine Etki Eden
Faktörler ve Kişiye Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin Kullanımı (tez). Edirne:
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2003.
110
93. Yalçın BM. Edirne Đlinde Hipertansiyon Prevalansı ve Eşlik Eden Etyopatolojik Risk
Faktörleri (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2002.
94. T.C. Başbakanlık Devlet Đstatistik Enstitüsü. 2000 Genel Nüfus Sayımı,Nüfusun Sosyal
ve Ekonomik Nitelikleri. Ankara; Devlet Istatistik Enstitüsü Matbaası; 2002.
95. Giray H, Keskinoğlu P. Işıkkent Sağlık Ocağı’na başvuran 15-49 yaş evli kadınların aile
planlaması yöntemi kullanımı ve etkileyen etmenler. STED 2004;15(2):23-6.
96. Aydemir HĐ. Edirne Đl Merkezindeki 40-59 Yaş Arası Kadınların Sağlıkla Đlişkili Yaşam
Kalitelerinin Değerlendirilmesi (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2007.
97. Bayık A, Özsoy SA, Ardahan M, Özkahraman Ş, Đz FB. Kadınlarda yaşam stresleri.
2004. www.halksagligi.org/halkmed/index.php?id=2479.
98. Karabilgin ÖS. Balatçık Sağlı Ocağı Bölgesinde 15-49 Yaş Kadınlarda Depresyon
Prevalansı ve Whoqol-Bref Ölçeği Đle Yaşam Kalitesinin Değerlendirilmesi (tez). Đzmir:
Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2001.
99. Eker E. Edirne Đli Kentsel Alanında Yaşayan Erişkinlerde Beslenme Durum
Değerlendirilmesi (tez). Edirne: T.Ü. Tıp Fakültesi; 2006.
100. Çilli AS, Kaya N, Bodur S, Özkan Đ, Kucur R. Ev kadınlarında ve çalışan evli
kadınlarda psikolojik belirtilerin karşılaştırılması. Genel Tıp Dergisi 2004;14(1):1-5.
101. Sarı H. Nilüfer Halk Sağlığı Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nde Yaşayan 15 yaş ve Üstü
Kadınların Statüsü, Yaşam Kalitesi ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri Đle Đlgili Görüşler
(tez). Bursa: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2005.
102. Öner L. Edirne'de Hiperkolesterolemi Prevalansı ve Kardiyovasküler Risklerin
Değerlendirilmesi (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2002.
103. Solakoğlu Uçar M, Torun SD, Demir F, Önsüz F, Hıdıroğlu S, Gürbüz Y. ve ark.
Türkiye’de sigara içme sıklığının araştırılması: Ön sonuçlar. 9. Halk Sağlığı Kongresi
Özet Kitabı s.45, Ankara, 2004.
104. Çan G, Çakırbay H, Topbaş M, Karkucak M, Çapkın E. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde
sigara içme prevalansı. Tüberküloz Toraks Dergisi 2007;55(2):141-7.
105. Demir F, Solakoğlu Uçar M, Torun SD, Gürbüz Y, Hıdıroğlu S, Önsüz F ve ark.
Türkiye’de alkol kullanım sıklığının araştırılması: Ön sonuçlar. 9. Halk Sağlığı
Kongresi Özet Kitabı s.67, Ankara, 2004.
106. T.C. Sağlık Bakanlığı. Herkese sağlık, Türkiye’nin hedef ve stratejileri (Hedef 21).
Çalışma grubu raporları. Ankara: 2001.
http://www.sabem.saglik.gov.tr/kaynaklar/1477_33herkese_saglik_hedef21.pdf.
107. Tot Ş, Yazıcı AE, Erdem P, Bal N, Metin Ö, Çamdeviren H. Mersin Üniversitesi
öğrencilerinde sigara ve alkol kullanım yaygınlığı ve ilişkili özellikler. Anadolu
Psikiyatri Dergisi 2002;3:227-31.
111
108. Üzün N. Edirne Đli Sağlık Ocaklarına Hizmet Almak Đçin Başvuranların Beklentileri ve
Doyumları (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1999.
109. Özgür EM. Türkiye'de toplam doğurganlık hızının mekansal dağılışı. Coğrafi Bilimler
Dergisi 2004;2(2):1-12.
110. Ünal S, Küey L, Güleç C, Bekaroğlu M, Evlice YE, Kırlı S. Depresif bozukluklarda
risk etkenleri. Klinik Psikiyatri Dergisi 2002;5:8-15.
111. Zheng Y, Lin K. A nationwide study of stressful life events in Mainland China.
Psychosomatic Medicine 1994;56(4):296-305.
112. Azizoğlu S, Hovardaoğlu S. Krize müdahale merkezine başvuran ve başvurmayan
bireylerin yaşam olaylarının karşılaştırılması. Kriz Dergisi 1995;3(1-2):232-6.
113. Karasu U. Eskişehir Đl Merkezinde Birinci Basamak Sağlık Kuruluşunda Ruhsal
Bozuklukların Yaygınlığı ve Sosyodemografik Değişkenlerle Đlişkisi (tez). Eskişehir:
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2007.
114. Açık Y, Güngör L, Kuloğlu M, Atmaca M, Güngör MY, Oğuzöncül AF. Orta ve ileri
yaşlardaki kadınlarda depresyon belirtileri sıklığı ve etkileyen faktörler. Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Tıp Dergisi 2003;20(1):10-5.
115. Hayran O. Çubuk Merkez Sağlık Ocağı Bölgesinde Ruhsal Sorunlara Đlişkin VakaKontrol Araştırması (tez) . Ankara,: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1982.
116. Ekemen N. 15-49 yaş dönemindeki kadınlarda kısa semptom envanteri ile ruhsal
durumun belirlenmesi (tez). Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü;
2006.
117. Jimenez AL, Alagria M, Pena M, Vera M. Mantal health unilization in women with
symptoms of depression. Women Health 1997;25(2):1-21.
118. Kılıç C. Genel sağlık anketi: geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi
1996;7(1):3-9.
119. Baykan Z, Özkan S, Maral I, Candansayar S. Ankara ilinde bir ilçe merkezinde 15 yaş
ve üzeri kadınların ruhsal durumlarının genel sağlık anketi 12 kullanılarak
değerlendirilmesi [Serial online]. 2001. www.dicle.edu.tr/~halks/m9.35.htm.
120. Bijl RV, Ravelli A, van Zessen G. Prevalence of psychiatric disorder in the general
population: results of the Netherlands Mental Health Survey and Đncidence Study
(NEMESIS). Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 1998;33:587-95.
121. Bilgel N. Bursa il merkezinde kadınlara yönelik şiddetle ilgili durum saptaması
araştırması. Medical Trend 2002;8:46-9.
122. Meit SS, Fitzpatrick KM, Selby JB. Domestic violence: intimate partner violence. In:
Rakel RE (Ed.). Texbook of family medicine. 7th ed. Philadelphia: Saunders, Elsevier;
2007. p.47-67.
112
123. Güler N, Tel H, Özkan Tuncay F. Kadının aile içinde yaşanan şiddete bakışı. C. Ü. Tıp
Fakültesi Dergisi 2005;27(2):51–6.
124. Ulutaşdemir N. Kadına yönelik şiddet. Sağlık ve Toplum Dergisi 2002;12(4):15-20.
125. Frost M. Health visitors perceptions of domestic violence: the private nature of the
problem. Journal of Advanced Nursing 1999;30(3):589-96.
126. Altun M. Denizli Đli Kırsalında Bir Sağlık Ocağı Bölgesinde 15-49 Yaş Evli Kadınların,
Fiziksel Şiddet Görme Durumları ve Kadınların Şiddete Đlişkin Tutumları (tez). Denizli:
Pamukkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006.
127. Kessler RC, Davis CG, Kendler KS. Childhood adversity and adult psychiatric disorder
in the US National Comorbidity Survey. Psychol Med 1997;27:1101-19.
128. Sucaklı M. Van yöresinde kadın ve çocuğa yönelik aile içi şiddet (tez). Van: Yüzüncü
Yıl üniversitesi Tıp Fakültesi; 2003.
129. Mor Çatı Kolektifi. Aile içinde kadına yönelik şiddet: Evdeki terör. Đstanbul: Mor Çatı
Yayınları; 1998.
130. Hıdıroğlu S, Topuzoğlu A, Ay P, Karavuş M. Kadın ve çocuklara karşı fiziksel şiddeti
etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi: Đstanbul’da sağlık ocağı tabanlı bir çalışma.
New/Yeni Symposium Journal 2006;44(4);196-202.
131. Vahip I, Doğanavşargil Ö. Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk Psikiyatri
Dergisi 2006;17(2):107-14.
132. Crouch JL, Milner JS, Thomsen C. Childhood physical abuse, early socical support and
risk for maltreatmen: current socical support as a mediator of risk for child physical
abuse. Child Abuse & Neglect 2001;25:93-107.
133. Ağrıdağ G. Doğankent Sağlık Eğitim Araştırma Bölgesindeki 15-49 Yaş Kadınların
Ruh Sağlığı ve Aile Đçi Şiddete Maruz Kalma Açısından Değerlendirilmesi Üzerine Bir
Çalışma (tez). Adana: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2003.
134. T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu. Aile içinde ve toplumsal alanda şiddet.
Ankara: Başbakanlık Basımevi; 1998.
135. Sidebotham P, Heron J. Child maltreatment in the children of the nineties: A cohort
study of risk factors. Child Abuse & Neglect 2006;30:497-522.
136. Christenfeld N, Gerin W, Linden W, Sanders M, Mathur J, Deich JD et al. Social
support effects on cardiovascular reactivity: Đs a stranger as effective as a friend?.
Psychosom Med 1997;59(4):388-98.
137. Ell K. Social networks, social support and coping with serious illness: The family
connection. Soc Sci Med 1996;42(2):173-83.
138. McDaniel SH, Campbell TL, Hepworth J, Lorenz A (Çeviri: H. Yaman). Aile yönelimli
birincil bakım’da. 2. basım. Đstanbul: Yüce Yayını; 2005. s.16-27.
113
139. Altay M. Okul Yöneticilerinin Mesleki Tükenmişlik Düzeyleri Đle Çok Boyutlu
Algılanan Sosyal Destek Düzeyleri Arasındaki Đlişki (tez). Tokat: Gaziosmanpaşa
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 2007.
140. Büyükkoca M. Algılanan Sosyal Destek Đle Postpartum Depresyon Arasındaki Đlişkinin
Đncelenmesi (tez). Đzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2001.
141. Yılmaz Bingöl T. Postpartum Dönemdeki Kadınlarda Algılanan Sosyal Destek ve
Postpartum Depresyon (tez). Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü;
2005.
142. Zheng YP, Lin KM, Takueuchi D, Kurasaki KS, Wang Y, Cheung F. An
epidemiological study of neurasthenia in Chinese-Americans in Los Angeles.
Comprehensive Psychiatry 1997;38(5):249-59.
143. Pehlivan K. Kadın Psikiyatrik Hastaların Cinsel Yaşam, Evlilik, Aile Planlaması ve
Kontrasepsiyon, Gebelik ve Çocuk Sahibi Olma, AIDS ve Cinsel Yolla Bulaşan
Hastalıklar Açısından Riskli Davranışlarının Genel Populasyonla Karşılaştırmalı
Çalışması (tez). Đstanbul: Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi; 2004.
144. Buzlu S, Bostancı N, Özbaş D, Yılmaz S. Đstanbul’da bir sağlık ocağına başvuran
kadınların genel sağlık anketine göre ruhsal durumlarının değerlendirilmesi. Sürekli Tıp
Eğimi Dergisi 2006;15(9):134-8.
145. Kırlı S. Kadın ve depresyon. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi 1999;8(3):104-5.
146. Lee L, Casanueva C, Martin SL. Depression among female family planning patients:
prevalence, risk factors, and use of mental health services. Journal of Women’s Health
2005;14(3):225-32.
147. Kaya B. Somatoform bozuklukların epidemiyolojisi. Doğan O (Editör). Psikiyatrik
Epidemiyoloji’de. Đzmir: Ege Psikiyatri Yayınları; 2002. s.66-85.
148. Akbıyık DĐ. Birinci basamak sağlık birimlerinde somatizasyon bozukluğu. Türk
Psikiyatri Dergisi 1996;7(3):208-14.
149. Escolana R, Achilles G, Waitzkin H, Yager J. PTSD and somatization in women treated
at a VA primaty care cllinic. Psychosomatics 2004;45(4):291-6.
150. Duran B, Sanders M, Skipper B, Waitzkin H, Malcoe LH, Paine S et al. Prevalance and
correlates of mental disorders among nitive american women in primary care.
American Journal of Public Health 2004;94(1):71-7.
151. Erözkan A. Üniversite öğrencilerinin kişilerarası duyarlılıkları ile reddedilme
duyarlılıklarının bazı değişkenlere göre incelenmesi. Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim
Fakültesi 2004;5(2):85-98.
152. Desai HD, Jann MW. Major depsession in women: A review of the literature. J Am
Pharm Assoc (Wash) 2000;40:525-37.
114
153. Ünal S, Özcan E. Depresyonda hazırlayıcı, ortaya çıkarıcı ve koruyucu etkenler.
Anadolu Psikiyatri Dergisi 2000;1(1):41-7.
154. Kayahan B, Altıntoprak E, Karabilgin S, Öztürk Ö. 15-49 yaşları arasındaki kadınlarda
depresyon prevalansı ve depresyon şiddeti arasındaki ilişki. Anadolu Psikiyatri Dergisi
2003;4(4):208-19.
155. Rezaki M. Türkiye’de ruh sağlığı sorunları. Yeni Türkiye Dergisi 2001;39:773-7.
156. Kendler KS, Karkowski LM, Prescott CA. Causal relationship between stressful life
events and the onset of major depression. Am J Psychiatry 1999;156(6):837-41.
157. Lewinsohn PM, Rohne P, Seeley JR. Major depressive disorder in older adolescents:
Prevalence, risk factors and clinical impications. Clinic Psychol Rev 1998;18:765-94.
158. Nolen-Hoeksema S, Grayson C. Explaning the gender difference in depressive
symptoms. Journal of Personality and Social Psychology 1999;77(5):1061-72.
159. Bilgin M. Çalışan ve Çalışmayan Kadınlara Đlişkin Bazı Değişkenlerin Depresyon
Düzeylerine Etkisi (tez). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü;
1990.
160. Budakoğlu IĐ, Maral I, Coşar B, Biri A, Bumin A. 15 yaş üzeri kadınlarda anksiyete
sıklığı ve gelişimini etkileyen faktörler. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Dergisi
2005;2(2):92-7.
161. Kessler RC, Keller MB, Wittchen HU. The epidemiology of generalized anxiety
disorder. Psychiatr Clin North Am 2001;24(1):19-39.
162. Averill V. Mental health and hostility as predictors of temporary employment: evidence
from two prospective studies. Social Science & Medicine 2005;61(10):78-91.
163. Baklaya F, Şahin NH. Çok boyutlu öfke ölçeği. Türk Psikiyatri Dergisi
2003;14(3):192-202.
164. Hocaoğlu Ç. Paranoid semptomlar ve sendromlar. Psikiyatri Dünyası 2001;5:97-104.
165. Akvardar Y, Tümüklü M, Alptekin K. Şizofreni ve madde kullanımı. Bağımlılık
Dergisi 2003;4(3):118-22.
115
EKLER
EK 1. ETĐK KURUL ONAYI
EK 2. ANKET FORMU
EDĐRNE ŞEHĐR MERKEZĐNDEKĐ 15-49 YAŞ KADINLARDA RUHSAL DURUM VE
ETKĐLEYEN FAKTÖRLER
Tıpta Uzmanlık Tezi
Dr. Tülay ALTINEL
TÜTF Aile Hekimliği AD
Danışman: Yrd Doç Dr Erkan Melih ŞAHĐN
Açıklama:
Sayın Katılımcı;
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı olarak Edirne’deki
15-49 yaş kadınlarda ruhsal durum ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla bilimsel bir
araştırma yürütülmektedir. Çalışma için Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulunun etik izni
alınmıştır.
Ekteki anket bu araştırma için hazırlanmıştır. Sizden aşağıdaki anketi doldurarak bu
çalışmaya katılmanızı istiyoruz. Bu araştırma nedeniyle elde edilecek bilgiler sadece bilimsel
amaçlarla kullanılacak olup hiçbir şekilde kimlik bilgilerinizle eşleştirilmeyecek ve tamamen
gizli tutulacaktır.
Çalışmaya katılmak zorunlu olmayıp katılıp katılmamaktan dolayı herhangi bir ödül ya
da ceza ile karşılaşmayacaksınız.
Form No:
Mahalle:
Demografik Veriler:
1. Yaşınız:….………………....
2. Medeni haliniz:
Bekar
Evli
Boşanmış
Dul
3. Đlk kaç yaşında evlendiniz?.................................
4. Kaç defa evlendiniz?
..................................
3. Eğitim durumunuz:
Okur Yazar değil
Okur Yazar
Lise Yüksek okul
Đlkokul
Ortaokul
Fakülte
Yüksek lisans
Doktora
(Kaç sınıf okudunuz)………………………………..
4. Mesleğiniz var mı?
Evet ( Ne?....................)
Hayır
5. Şu anki ve/veya önceki çalışma durumunuz ne? (birden fazla şık işaretleyebilirsininiz)
Emekli
Öğrenci
Çalışıyorum
Çalışmıyorum,daha önce çalıştım
Çalışmıyorum.daha önce de çalışmadım
6. Eşinizin mesleği var mı?
Evet ( Ne?..........................)
Hayır
7. Eşinizin eğitim durumu ne?
Okur Yazar değil
Lise
Doktora
Okur Yazar
Yüksek okul
Đlkokul
Ortaokul
Fakülte
Yüksek lisans
(Kaç sınıf okudu)…………………………….
8. Eşinizin şu anki ve/veya önceki çalışma durumu ne? (birden fazla şık işaretleyebilirsininiz)
Emekli
Öğrenci
Çalışıyor
Çalışmıyor,daha önce çalışıyordu
Çalışmıyor.daha önce de çalışmıyordu
9. Eşinizle nasıl evlendiniz?
Anlaşarak
Görücü usulü Ailenin zoruyla
Kaçarak
Kaçırılarak
Akraba evliliği
Diğer…………………
10. Eşinizle olan beraberliğin resmiyeti ne?
Resmi nikah Dini nikah Her ikisi de Birlikte Yaşama Diğer .......................
11.Evliliğinizi,eşinizle olan ilişkilerinizi nasıl tanımlarsınız (cinsellik dışında)?
Çok kötü
Kötü
Orta
Đyi
Çok iyi
12. Şu anki cinsel hayatınızdan memnun musunuz?
Hiç memnun değilim
Genellikle memnunum
Genellikle memnun değilim
Memnunum
Orta derecede memnunum
13.Çocuğunuz var mı?
Hayır
Evet (…..öz , ……üvey)
14. Evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı………………….
15.Kiminle yaşıyorsunuz? (birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
Yalnız
Eş
Anne
15 yaş altı çocuk/lar (Kaç tane?……)
Kardeş
Kayınpeder
Baba
15 yaş üstü çocuk/lar (Kaç tane?…….)
Kayınvalide
Diğer kişiler (…….…………)
16. Ailenizin düzenli aylık geliri: ………………………..YTL
17.Kendinize ait aylık geliriniz var mı?
Evet (…………. ………..…..YTL )
Hayır
18.Aile içinde önemli kararları kim/kimler verir? (birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
Ben
Eşim
Çocuklar
Annem
Babam
Kayın validem
Kayın pederim
Diğer………………
19. Sosyal güvenceniz nedir?
Yok
SSK
Özel sigorta
Emekli Sandığı
Bağ- Kur
Yeşil kart
Diğer:………..........
20. Oturduğunuz ev:
Kira
Kendi eviniz
Lojman Akrabanızın evi
Hazine arazisi
Diğer .................................
21. Sigara kullanıyor musunuz?
Hiç içmedim
Bıraktım.......yıldır içmiyorum, ........yıl........paket/gün içtim
Đçiyorum.........yıldır,........paket/gün
22. Alkol kullanıyor musunuz?
Hiç kullanmadım
Sadece sosyal ortamlarda kullanırım
Evet kullanırım
ayda 1-3 kez
ayda bir defadan az
her gün
haftada 1-5 kez
23. Kaç kardeşsiniz ve ailenin kaçıncı çocuğusunuz?.....................................................
24. Kendi ailenizin (anneniz-babanız-kardeşleriniz…..) yapısı nasıldı?
Geniş
Çekirdek
Parçalanmış
Diğer
25. Kendi ve şu anki ailenizin gelir düzeyini nasıl değerlendirirsiniz?
Kendi aileniz
Çok kötü
Kötü
Orta
Đyi
Çok iyi
Şu anki aileniz
Çok kötü
Kötü
Orta
Đyi
Çok iyi
26. Anne ve/veya babanız yaşıyor mu? Öldüyse öldüğünde kaş yaşındaydınız?
a) Annem
Yaşıyor
Öldü , öldüğünde ………yaşındaydım
b) Babam
Yaşıyor
Öldü , öldüğünde ………yaşındaydım
27. Üvey anne babanız veya kardeşiniz oldu mu?
Hayır
Evet, Kim?…………….
28. Çocukluğunuzda sizi çok etkileyen bir olayla karşılaştınız mı?
a) Hayır
b) Evet Yakın kaybı,Kim/ler?......................................
Sağlık sorunu,belirtiniz………………………
Sosyal değişim (okul,göç,ayrılık gibi) belirtini………
Diğer…………………………………………
29. 15 yaşından sonra eş,çocuk,yakın arkadaş kaybı yaşadınız mı ? Ne zaman?
Hayır
Evet
Yakınlık derecesi
Kaç yıl/ay önce
30. Bir sıkıntınız, sorununuz olduğunda ilk kim/kimlerle konuşur, dertleşir yada fikir alırsınız?
(birden fazla şık işaretleyebilirsiniz)
Eş
Kardeş
Çocuklar
Arkadaş
Komşu
Anne
Baba
Hoca
Hiç kimseyle
Diğer………………………….
31. Akrabalarınızda ruhsal hastalığı olan var mı? Tanısı ne ?
Hayır
Yakınlık derecesi
Tanısı
Evet
32. Önceden depresyon veya başka ruhsal hastalık tanısı aldınız mı? Ne zaman? Tanınız
neydi?
Hayır
Evet , ………………tanısı aldım,…………….zaman önce,
33. Şu anki ailenizde takip ve/veya bakım gerektiren bir hastalığı/özürlülüğü olan var mı?
Hayır
Evet
Kim ?
Tanı ne?
34. Siz ona/onlara bakmakla yükümlü müsünüz?
Hayır
Evet
35 . Sizin takip ve/veya bakım gerektiren bir hastalığınız/özürlülüğünüz var mı?
Hayır
Evet ( Ne?.................................)
36. Son bir yıl içinde sizi en fazla üzüntüye ve/veya strese sokan üç yaşam olayı neydi?
(evlilik,evlilik ilişkileri,sağlık,ölüm,doğum,parasal sorun,iş,göç gibi….) Açıklayınız
I) ……………………………………………………………………………...
II)……………………………………………………………………………....
III)……………………………………………………………………………...
37. Çocukluğunuzda aile fertleri tarafından size hiç fiziksel şiddet uygulanır mıydı?
Hiç
Çok az
Ara sıra
Sık sık
Kimler uygulardı?............................
38. Şu anda size ailenizde fiziksel şiddet uygulanıyor mu?
Hiç
Çok az
Ara sıra
Sık sık
Kim/ler uyguluyor?............................
39. Çocuğunuza/çocuklarınıza fiziksel şiddet uygular mısınız?
Hiç
Çok az
Ara sıra
Sık sık
40. Eşiniz çocuğunuza/çocuklarınıza fiziksel şiddet uygular mı?
Hiç
Çok az
Ara sıra
Sık sık
ÇOK BOYUTLU ALGILANAN SOSYAL DESTEK ÖLÇEĞĐ
Aşağıda 12 cümle ve her birinde de cevaplarınızı işaretlemeniz için 1'den 7'ye kadar
rakamlar verilmiştir. Her cümlede söylenenin sizin için ne kadar çok doğru olduğunu veya
olmadığını belirtmek için o cümle altındaki rakamlardan yalnız bir tanesini daire içine alarak
işaretleyiniz. Bu şekilde 12 cümlenin her birinde bir işaret koyarak cevaplarınızı veriniz.
1-Đhtiyacım olduğunda yanımda olan özel bir insan var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
2-Sevinç ve kederlerimi paylaşabileceğim özel bir insan var
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
3-Ailem bana gerçekten yardımcı olmaya çalışır.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
4-Đhtiyacım olan duygusal yardımı ve desteği ailemden alırım
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
5-Beni gerçekten rahatlatan özel bir insan var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
6-Arkadaşlarım bana gerçekten yardımcı olmaya çalışırlar.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
7-Đşler kötü gittiğinde arkadaşlarıma güvenebilirim.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
8-Sorunlarımı ailemle konuşabilirim.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
9-Sevinç ve kederlerimi paylaşabileceğim arkadaşlarım var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
10-Yaşamımda duygularıma önem veren özel bir insan var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
11-Kararlarımı vermede ailem bana yardımcı olmaya isteklidir.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
12-Sorunlarımı arkadaşlarımla konuşabilirim.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7 Kesinlikle evet
KISA SEMPTOM ENVANTERĐ
Aşağıda insanların bazen yaşadıkları belirtilerin ve yakınmaların bir listesi
verilmiştir.Listedeki her maddeyi lütfen dikkatle okuyun.Daha sonra o belirtinin SĐZDE
BUGÜN DAHĐL SON BĐR HAFTADIR NE KADAR VAROLDUĞUNU yandaki bölmeye
uygun olan yerde işaretleyiniz.
0
1
2
3
4
1.Đçinizdeki sinirlilik ve titreme hali
2.Baygınlık ,baş dönmesi
3.Bir başka kişinin sizin düşüncelerinizi kontrol ettiği fikri
4.Başınıza gelen sıkıntılardan dolayı başkalarının suçlu
olduğu korkusu
5.Olayları hatırlamada güçlük
6.Çok kolayca kızıp öfkelenme
7.Göğüs(kalp)bölgesinde ağrı
8.Meydanlık (açık) yerlerde korkma duygusu
9.Yaşamınıza son verme duygusu
10.Đnsanların çoğuna güvenilemeyeceği hissi
11.Đştahta bozulma
12.Hiç bir nedeni olmayan ani korkular
13.Kontrol edemediğiniz duygu patlamaları
14.Başka insanlarla beraberken bile yalnızlık hissi
15.işleri bitirme konusunda kendini engellenmiş hissetme
16.Yalnızlık hissetme
17.Hüzünlü,kederli hissetme
18.Hiç bir şeye ilgi duymamak
19.Ağlamaklı hissetme
20.Kolayca incinebilmek,kırılmak
21.Đnsanları sizi sevmediğine,kötü davrandığına inanmak
22.Kendini diğerlerinde daha aşağı görme
23.Mide bozukluğu,bulantı
24.Diğerlerinin sizi gözlediği yada hakkınızda konuştuğu
duygusu
25.Uykuya dalmakta güçlük
26.Yaptığınız şeyleri tekrar tekrar doğru mu diye kontrol
etmek
Hiç
Biraz
Orta
Epey
Çok
yok
var
derece
var
var
27.Karar vermede güçlük
28.Otobüs,tren,metro gibi umumi vasıtalarla seyahatlerden
korkmak
29.Nefes darlığı ,nefessiz kalmak
30.Sıcak,soğuk basmaları
31.Sizi korkuttuğu için bazı eşya ,yer yada etkinliklerden
uzak kalmaya çalışmak
32.Kafanızın bomboş kalması
33.Bedeninizin
bazı
bölgelerinde
uyuşmalar,
karıncalanmalar
34.Günahlarınız için cezalandırmanız gerektiği.
35.Gelecekle ilgili umutsuzluk duyguları
36.Konsantrasyonda (dikkati bir şey üzerine toplama)
güçlük, zorlanma
37.Bedenin bazı bölgelerinde zayıflık ,güçsüzlük hissi
38.Kendini gergin ve tedirgin hissetmek
39.Ölme ve ölüm üzerine düşünceler
40.Birini dövme ,ona zarar verme ,yaralama isteği
41.Bir şeyleri kırma ,dökme isteği
42.Diğerlerinin yanındayken yanlış bir şeyler yapmamaya
çalışmak
43.Kalabalıklardan rahatsızlık duymak
44.Bir başka insana hiç yakınlık duymamak
45.Dehşet ve panik nöbetleri
46.Sık sık tartışmaya girmek
47.Yalnız bırakıldığında/kalındığında yalnızlık hissetmek
48.Başarılarınız için diğerlerinden yeterince
görmemek
49.Yerinde duramayacak kadar tedirgin hissetmek
taktir
50.Kendini değersiz görmek/değersizlik duyguları
51.Eğer izin verirseniz insanların sizi sömüreceği duygusu
52.Suçluluk duyguları
53.Aklınızda bir bozukluk olduğu fikri
Hiç
Biraz
Orta
Epey
Çok
yok
var
derece
var
var
Download