Bİ’ MOLA GENÇ KALEMLER DERNEĞİ AYLIK TARİH KÜLTÜR ve EDEBİYAT BÜLTENİ Nisan 2017 Sayı: 28 Tarihte Bu Ay, Kitap Tanıtımı, Türkçesi Varken, Dilbilgisi, Atasözü ve Deyimler, Zeka Bulmacaları Deneme: Atatürk ve Organik Gıda Konusu / Metin ERDOĞAN Araştırma: Atatürk’ü En İyi Anlatan Kitaplar / Kemal ALBAYRAK Şiir: Tutkunun Işığı / Gülfidan TECE İsimsiz / Nihan ÖZDEMİR Şaha Sevda / Kemal ALBAYRAK Öykü: Yaş Aldıkça Yaklaşır Dünler / Bahire BAYRAKTAR Geleneksel Meslekler: Ankara’da Yorgancılık Yöresel Lezzetler: Amasya Bakla Dolması Unutulmaz Şairler ve Dizeleri: Oktay Rıfat HOROZCU Tarihe Damga Vurmuş Kişiler: Hammurabi Gezelim Görelim: Giresun Türkülerimiz: Çanakkale Türküsü Tarihe Damga Vurmuş Kişiler/Olaylar HAMMURABİ (MÖ. 1728 — 2686) Hammurabi; Birinci Babil Hanedanı’nın altıncı hükümdarıdır (İÖ 1728-1686). Yaptığı yasalarla ünlüdür ve kurduğu hanedana adını vermiştir. İÖ 1950’den başlayarak gerilemeye başlayan ve bazı bölümlere uğrayan Babil Krallığı’nı yeniden birleştirmek için yoğun çaba harcadı. Aşağı Babil’de Larsa Kralı Rimsini ile komşuları olan bazı küçük kent krallıklarını yenilgiye uğratarak, onları Babil egemenliğine aldı. Daha sonra Mari Hanedanı’nı da yıkan Hammurabi, bütün Mezopotamya, Suriye ve Elam bölgesini devletine kattı (İÖ 1700). Asurlular üzerine yaptığı seferle de Ninova Kenti’ni ele geçirdi. Böylece, Birinci Babil Devleti, Akkat Devleti’nin eriştiği sınırlara kadar yayıldı. Hammurabi, ilkçağ tarihinde yasalarıyla ünlü bir hükümdardır. O, Babil hukukunu ortaya koymakla, Mezopotamya’da Babilliler, Asurlular, Sümerler ve Amurruları, bir yönetim altında tek bir ulus olarak yaşatmayı amaçladı. Öte yandan yasaların yanı sıra devletçiliği ile de dikkati çeken Hammurabi, ele geçirdiği kentlere, güvendiği kişileri vali atadı, düzenli bir haberleşme örgütü oluşturdu. Bu düzenlemeler, Babil Devleti’nin uzun süre yaşamasını sağladı. Hammurabi Yasaları: 1901’de Sus Kenti’nde bulunan ve günümüzde Louvre Müzesi’nde sergilenen 2.25 m yüksekliğinde, dioritten bir sütuna kazılmış yasalar derlemesi. Taşın üst bölümünde Kral Hammurabi’yi Güneş Tanrı’sı Şamaş’ın önünde saygı duruşundayken gösteren bir kabartma yer alır. Yasalar, kabartmanın altında, taşın ön ve arka yüzüne olmak üzere yukarıdan aşağı okunan çivi yazısıyla 292 madde olarak Akkatça yazılmıştır. Hammurabi Yasaları, kendinden yaklaşık 300 yıl önce Sümer (Ur) Kralı Urnammu’nun çıkardığı ve ancak parçaları günümüze gelen yasalar derlemesiyle birlikte dünyanın en eski yasalarından biridir. Kısa ve özlü biçimde kaleme alınmış olan Hammurabi Yasaları, Mezopotamya’nın toplumsal koşulları, aile, ordu, yönetim üzerine dolaylı yoldan da olsa, bilgi verir. Yasaların büyük çoğunluğu olası tüm suçları tanımlar ve bunlara uygulanacak acımasız cezaları belirtir. Örneğin “Bir adamın karısı, başka bir adamla yatarken görülürse, ikisi birbirine bağlanıp suya atılmalı. Koca karısını bağışlamak isterse, kral da uyruğunu bağışlamalıdır.” Başka bir yasaya göre de, “Eğer bir mimar (yapıcı) bir evi sağlam yapmaz da ev yıkılarak sahibinin ölümüne neden olursa, mimar bunu yaşamıyla öder.” Bu ve bunun gibi acımasız hükümlerine karşın Hammurabi’nin yasalar derlemesi, yasa ve hukukun egemen olduğu ve en aşağılık bireyin bile belirli bir yasal korunma altına alındığı, genelde sağlam ve iyi örgütlenmiş bir toplumu yansıtır. 2 10 Nisan 1845 – Emniyet Teşkilatı kuruldu. 23 Nisan 1920 – Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. 29 Nisan 1935 – İstanbul – İzmir arasında ilk telefon hattı devreye girdi. 30 Nisan 1945 – Adolf Hitler intihar etti. 4 Nisan 1949 – Norveç ve Portekiz arasında imzalanan bir anlaşmayla Kuzey Atlantik Paktı (NATO) kuruldu. 7 Nisan 1948 – Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kuruldu. 16 Nisan 1972 – Apollo 16 adlı uzay aracı aya gönderildi. 6 Nisan 1973 – Fahri Korutürk cumhurbaşkanlığına seçildi. 7 Nisan 1984 – Türkiye’nin ilk paralı otoyolu hizmete girdi. 26 Nisan 1986 – Dünyanın ilk elektron mikroskobu basına tanıtıldı. 26 Nisan 1986 – Çernobil nükleer santralinde patlama meydana geldi. 17 Nisan 1993 – Türkiye’nin 8. cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat etti. SUDOKU ZEKA BULMACASI Yandaki şekilde gördüğünüz gibi 16 adet kibrit çöpünden yapılan şeklin 4 adet kibrit çöpünü değiştirerek “H” harfini meydana getirebilir misiniz? 3 ŞİİR TUTKUNUN IŞIĞI Sizin yanlışlarınızdır Dipsiz kuyularımda büyür, Güçlenir. Saklarım. Saklarım. Fırlatırım yeryüzüne... Tutku Bir dönüşüme sevdalıdır. Ulu izlerle beslenir Geç görürsünüz... Geç anlarsınız. Söylenmeyen sözdür, Sestir, Biçimdir İçimin mevsimlerinde... Her şeyde izim vardır Görünmem, Arkada kalırım. Korkaklar Ezmek ister beni, Ezemezler. Çünkü Bütün korkuları bilirim. Güçlünün yüreğindeki Dehşeti Bilirim... Yüreksizin cesaretini Bilirim... Duygularım Doğruyu İzler. Şaşırtmacalar yaşarım, Geçmişten geleceğe Önyargılar kurulur. Önyargılar Bir sızıdır kalbimde. Uçurumdur. Ağlarım... Gözyaşları Yeniler beni, Gümrah bitkiler gibi... Bütün Kadınlara Ben kadınım. Yapıcılığın simgesi... Âdem'in kaburga kemiğinden Fırlayan kalbim Sizin için atıyor. Ben kadınım, Doğayım. Düşlere zenginlik Bende... İnsanım. Mutluluğu Renklere dönüştürüp Koynumda taşırım. Duruluğun büyülü aynasına Ben yansırım... Şefkatle dolu kollarım Aşkla kavrulur. Doğurganlığın bütün yüzleri Bendedir. Sevgili olurum, Dost olurum, Anne olurum. Bana sığınan başları Bağrıma basarım. Her şeye aşkla bağlanırım. Bir katre alev gibi Düşerim maviliklere Işığa kesilir her yanım. Bencilim. Kıskancım. Öfkem acımı sabırla sınar. Bağışladığım yanlışlar Serin okyanuslar çoğaltır. Okyanusum Ninnilerle Dipsiz kuyulara ulaşır. Yanlışlar Orada Demlenir. Benim yanlışlarım 4 Ben kadınım. Sessiz haykırışlarım Güzelliğim zalimdir, Duyulmaz... Bağışlamaz. Bütün zamanların Tayfunlar dışarıdadır Sonsuzluğudur Sinsi oyunlara gebedir. İçim. Umutsuzluk. Özgürlüktür Umutsuzluk. İstediğim. Umutsuzluğum Bakışım özveriye Öç almalarla evlenir. Işığım sevgiye tutkundur Zalimliğim Yoksulluğum Zulümlerle beslenir... Yoksunluktur. Ben kadınım. Direncim inancımdır. Ben sevgiliyim. Beni anlayın. Yaratıcı düşler çizerim Beni yargılayan Düşlerim uçan tüllerdir. Kendini yargılar. Düşlerim acıların dansı dır. Çünkü ben insanım, Güçlüyüm. Çünkü ben sizim... Ayrılıkları yaşarım Bir gizemdir Ayakta kalırım. Ellerimdeki Ölümleri yaşarım Okşamaya kilitli... Ayakta kalırım. Çözülmemiş çözüm Horlanmaları yaşarım Bendedir. Ayakta kalırım. Kimse benim kadar sevemez. Utançları, ihanetleri yaşarım Kimse sevdasını Ayakta kalırım. Benim kadar Yitirdiklerim Besleyemez... Erdemdir Durgun bir göldür Döner bana... Yüreğim. Bir sevgi çorbasıdır Kurbandır. Ocağımdaki. Kurbanlar yüreğimdedir. Ondan içen Suya düşen gölgeler Dostumdur, Işık ister. Sevgilimdir, Ben kurban olurum Çocuğumdur. Tutkunun ışığına Ben kadınım. Her şeyi görürüm. Gülfidan TECE Her şeyi duyarım. Fısıltılarla dolu Dünyamda 5 Yaşayan Geleneksel Mesleklerimiz ANKARA’DA YORGANCILIK Yorgan Yapımında Kullanılan Araç Gereçler Yorgan yapımında kullanılan araçlar yün, pamuk, astar, saten, dikiş makinesi, iğne elyaf, iplik, kaput bezi, ipek saten kumaş, patiska, dantel, işleme, değnek, tokaç ve kantardır. Yorgan Yapım Tekniği Yorgan; astar dikimi, sırıma, yüzleme (kaplama) gibi aşamalardan geçerek oluşturulmaktadır. Yorgan yapımı 3 gün sürmektedir. Ev odalarında, tandırlarda veya balkonlarda temiz bir ortamda yapılmaktadır. Tek kişilik, çift kişilik, çeyizlik, sünnetlik, kanepelik ve karyolalık gibi çeşitleri vardır. Pamuk, yün, astar gibi malzemeler toptancıdan elde edilir. Modeller, istek üzerine seçilir. Öncelikle yorganın yüzü olacak olan saten serilir, satenin üzerine astar, astarın üzerine yün konulur. Yünlerin altına elyaf konulur, çünkü elyafın yapışkan özelliği vardır. Böylelikle yün dışarı taşmaz. Bu işlemlerden sonra bu yerleştirilen malzemeler ters çevrilir, yani ters yüz edilir. Yorganın dikilmesine kenardan başlanır. Yünün kaymaması için aralıklı olarak dikilir. Buna “teyil” denir. Kenar sırası çekilir, çizimi olur, çizildikten sonra bir köşesinden başlanır. Kalıplar kenarlara yerleştirilen ve çizilen yerden dikilir. Müşterinin seçtiği desene göre yorgana desen çizilir. Böylece yorgana son şekli verilmiş olur. Yorganın başına “yorgan ağzı” denilen dantel ve işlemelerle bezenmiş bir başlık geçirilir. Ayrıca yorgancılarda yorgan yanında yastık, seccade, iğnelik de yapılmaktadır. Yorganın uğur getirmesi için (bir nevi nazara karşı), orta noktasına bir kumaş parçası dikilmesi yaygın bir gelenektir. Bu parça çok küçük olup altıgen şeklindedir. Rengi ise yeşil, mavi, pembe gibi koyu ve canlı olmalıdır. Hazırlayan: Hüseyin NERGİZ 6 ÖYKÜ YAŞ ALDIKÇA YAKLAŞIR DÜNLER Zaman diyorum zaman, nasıl da su gibi akıp geçiyor. Geçmez gibi görünen yıllarının yaprakları, nasılda dökülüveriyor birbiri ardınca ömür takviminden. Geriye dönüp baktığında bazen hüzünlü, bazen neşeli bir çok anı perdelenir zihninin sahnesinde... Yaş aldıkça çocuklaşırmış insanoğlu. Bana akşam ne yediğimi sorsalar hatırlamam ama yetmiş yıl önce yaptığım muziplikler dün gibi aklımdadır. O yıllar daha evlerimizde elektrik yoktu. Okula gidebilen şanslı çocuklar arasındaydım. Okuldan çıkıp eve gelince de ahır işi, tarla işi derken ödevleri yapmak akşama kalıyordu. Mahalleden üç beş arkadaş bir evde toplanır, annelerimizin hamur açtığı ekmek tahtasının etrafına oturur, gaz lambasının ışığıyla yapardık ödevlerimizi. Gündüz vakti oyun oynayacak zamanımız olmayınca, akşamki ödev saatlerini kaynatmaya çalışırdık biz de. Yine o günlerden birinde, tüm günün yorgunluğu çökmüş hepimizin üstüne. Kimimiz esniyor, kimimiz okuduğu yeri tekrar tekrar okuyordu ama nafile. Kimsenin aklı derste değildi bir kere. Baktım ki halamın kızı başını kolları arasına almış neredeyse uykuya teslim olmak üzere. Hem onu uyandırmak, hem de bu sıkıcı ve kasvetli ders çalışma ortamından kurtulmak için bir yaramazlık düşündüm. Usulca aldım gaz lambasını duvarda asılı olduğu yerinden, dolandım hala kızımın arkasına. Uzun kıvırcık beline yetişen saçları vardı onun da. Çocuk aklımla dokunduruverdim el değmeyecek kadar kızgınlaşmış gaz lambasının şişesini saçlarına. Hiç öyle yanacağı aklıma gelmezdi ama, yapmıştım bir kere. Aşağıdan yukarıya doğru çıtır çıtır yanmaya başlamıştı güzelim saçları. İkimiz aynı an da bağırmaya başlayınca herkes fırladı yerinden. Neyse ki çabuk davrandıkta bir elden söndürüverdik daha kötü bir şey yaşanmadan. Ortalığı saran kötü kokuya rağmen küçük bir kısmı yanmıştı saçlarının. Hep durduk yere yapmazdım ya bu muziplikleri. Bazen de damarıma basıp hak edenler olurdu. Cayır cayır yakan öğlen güneşinin altında koşmuş, oynamış, sıksan suyu çıkacak kadar tere batmıştım bir keresinde. Tam içimden buz gibi su olsa da içsem diye geçirirken, tuttukları testinin güzelliğiyle övünerek köy çeşmesinden gelen iki kıza rast geldim. Soluklanmak için oturduğum yerden seslendim, bir yudum su istedim testilerinden. İkisi de bir yudum suyu çok gördüler. Bir ağızdan ‘’Senin şu kirli pasaklı haline, verir miyiz hiç güzelim testimizi.’’ diyerek arkalarına bile bakmadan çekip gittiler. Günlerden bir gün, çeşmenin başında yine karşılaşıvermiştik bizim testicilerle. Testiye arkalarını dönmüş konuşuyorlar, kikir kikir gülüşüyorlardı. Fırsat bu fırsat dedim aldım taşı elime, fırlattım testiye. Testi paramparça olmuş içindeki su ortalığa taşmışken, ben oh olsun diyerek kahkahalar atıyor, elimi göğsüme sürüyordum büyük bir keyifle. Yine uykusuz geçen uzun gecelerde nasıl da aklıma düşmüştü o dünler. Hey gidi günler hey... Ben olsam ben de vermezdim benim gibi sümüklüye testimi. Ben hatıraları yâd ederken bir yaprak daha düşmüştü işte ömür takvimimden. Sahi yatsıyı kılmış mıydım ben? Bahire BAYRAKTAR 7 ŞİİR İSİMSİZ Arada boş sayfalar var, Kapanmadan katlanan sayfalar. Sahi anları yazamayız, Onları sinir hücrelerimiz mi saklar? Sahi anlar bizi kendimize sürükler, Onların bekleyeni ve terk edeni yoktur. Sahi, anlar mı erimeyen kar tanesi, Biriktirdiği çığların ruhuma saplandığını? Nihan ÖZDEMİR ŞAHA SEVDA Bir şahım var/ can fedadır, /gönle candan /taht kurandır. Can fedadır / halka gülsen / gonca gülsen / gönle derman Gönle candan/ gonca gülsen/sadık ol sen/ cümle yârden Taht kurandır/gönle derman/cümle yârden/ ar edendir. Müfteîlün/ Müfteîlün/ Müfteîlün/ Müfteîlün/ Kemal ALBAYRAK ŞİİR 8 Çanakkale Türküsü Çanakkale türküsünün hikayesi bir mektuptan kaynak almaktadır. Bu mektuptan Emrullah Nutku’nun “Çanakkale Şanlı Tarihine Bir Bakış” adlı kitabında bahsedilmektedir. Mektubun sahibi, kitabın yazarı Emrullah Nutku’nun kardeşi Seyfullah’tır. 1903 yılında doğan Seyfullah savaştan önceki dönemde Çanakkale Sultanisi adı verilen o dönemin lisesinde 1. sınıf öğrencisidir. Seyfullah’ın mektubu üzerinde 29 Eylül 1914 tarihi bulunmaktadır ve Çanakkale’den gönderdiği mektupta annesine seslenir. “Sevgili Anneciğim, İki yıldır ayrı yaşadığımız bu hayat artık bitiyor. Sana ve aileme kavuşacağım için çok mutluyum. Okulumuz artık hastane olacağı için bizi İstanbul’daki okullara göndereceklermiş. Öğretmenlerimizin büyük kısmı da askere gidiyor, üst dönemlerdeki ağabeylerimiz ise gönüllü olarak askere gideceklermiş. Türkçe öğretmenimiz bugün sınıfa geldi ancak çok durmadı, o da bize veda etti. Giderken bize vakti geldiğinde vatana yapılan hizmetin okulda verilen hizmetten daha kutsal olduğunu söyledi. Kısa zaman önce sokaklardan askerler geçmeye başladı. “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı, Anne ben gidiyom düşmana karşı” türküsünü söyleyerek yürüyorlar. Kimileri at sırtında kimileri develerle yol alıyorlar. Top arabaları ve mekkareler de onlara eşlik ediyor. Savaş çıkacağını söylediler. İngiliz ve Fransız gemilerinin boğazda dolaştığını duyduk. Gemiler buraları vuracakmış, ancak yakında İstanbul’a gideceğimiz için ben bunları göremeyeceğim. Oysa görmek isterdim. Sonunda size kavuşacağımı biliyorum. Babamın ve siz anneciğimin ellerinden öperim, kardeşlerime selam ederim. Oğlunuz Seyfullah.” Hazırlayan: Hanım FİDAN 9 Sözleri: Çanakkale içinde vurdular beni ölmeden mezara koydular beni of gençliğim eyvah Çanakkale köprüsü dardır geçilmez al kan olmuş suları bir tas içilmez of gençliğim eyvah Çanakkale içinde aynalı çarşı anne ben gidiyorum düşmana karşı of gençliğim eyvah Çanakkale içinde bir dolu testi anneler babalar ümidi kesti of gençliğim eyvah Çanakkale'den çıktım yan basa basa ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa of gençliğim eyvah Çanakkale içinde sıra söğütler altında yatıyor aslan yiğitler of gençliğim eyvah Çanakkale'den çıktım başım selamet Anafarta'ya varmadan koptu kıyamet of gençliğim eyvah Çanakkale içinde bir uzun selvi, kimimiz nişanlı kimimiz evli, of gençliğim eyvah Çanakkale üstünü duman bürüdü, on üçüncü fırka yürüdü, of gençliğim eyvah ARAŞTIRMA ATATÜRK’Ü EN İYİ ANLATAN KİTAPLAR — 3 Arkadaşıma Veda / Zülfü LİVANELİ Büyük usta Zülfü LİVANELİ bir ülkenin kurtuluş destanını anlatıyor... Yardımcısı Salih BOZOK’un dilinden dâhi lider Mustafa Kemal Atatürk’ün hayat hikâyesi. Yüreği daima vatan sevgisiyle dolu iki arkadaşın, hayallerini gerçekleştirme masalı. “Canım yavrum, Ben hayatım boyunca Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz bir hayranlık duydum ve daima onun izinden yürüdüm. Ne mutlu bana ki halkın, dâhi liderine duyduğu derin sevgiye tanık oldum. Bu kitap, onu henüz altı yasındayken Selanik’te tanıdığım ilk günden, İstanbul’da öldüğü o acı güne kadar süren essiz dostluğumuzun hikâyesidir. Yüreği daima vatan sevgisiyle dolu iki arkadasın, hayallerini gerçekleştirme hikâyesidir. Bu satırları bir ülkenin kurtuluş destanı olarak da okumanı dilerim. Senden tek isteğim, onun ilkelerini iyi anlaman ve yurduna yaraşır, çalışkan bir insan olup siz gençlere emanet ettiği cumhuriyeti korumandır. Sevgilerimle, Baban Salih BOZOK” Atatürk’ün İzinde / Zülfü LİVANELİ Şimdi unutamayacağın bir yolculuğa çıkacaksın, yanında da Atatürk olacak; onun hayatı ve fikirleri sana yol gösterecek. Atatürk’ün çok yakın arkadaşın olduğunu ve onun yaşamına tanıklık ettiğini hayal et. Bu yaşadıkların sana neler katardı, neler yazardın onun hakkında? Atatürk’ün İzinde, hayalindeki Atatürk hikâyesini yazman için tasarlandı. Atatürk’e eşlik etmen, onu anlaman, yazman ve onun verdiği ilhamla yeni düşünceler geliştirmen için... Bunları yaparken, olumlu düşünme teknikleri, yaratıcı yazma etkinlikleri, pek çok edebi tür ve eğlenceli oyunlar sana yardımcı olacak. 10 ARAŞTIRMA 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Atatürk (1923’ten 1938’e) / İlker BAŞBUĞ Aylarca çok satanlar listesinden kalan 20. Yüzyılın En Büyük Lideri Mustafa Kemal’in devamı niteliğinde olan İlker Başbuğ’un hazırladığı bu kitapta Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanından ölümüne kadarki yaşamına yansıyan liderlik dersleri yer alıyor. Atatürk ise bu konuda şöyle diyor: “Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” Atatürk / Klaus KREISER Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı bugüne kadar yerli ve yabancı birçok yazar tarafından anlatıldı bize. Osmanlı ve Türkiye tarihinin uluslararası düzeyde önemli uzmanlarından Klaus Kreiser’in çalışması, bu yığın içinde, öncelikle malzemesinin zenginliği, konuya hâkimiyeti, onlardan da önce soğukkanlılığıyla bunlar arasında ayırt edilecektir. Hamasi övgücülükten de, muhalif anlatıların keskinliğinden de uzak bir biyografi, elinizdeki. Büyük hükümler vermekten ziyade alçak sesle ve sakin konuşan, zamana ve insana dürüst bir ilgiyle bakan, nükteli, ferah bir anlatı. Yazarın deyişiyle asıl amacı, Mustafa Kemal’i tarihsel bağlamı içinde anlatmaktır. Klaus Kreiser, Atatürk’ün yaşam çizgisini “önceleri asker ve kendisini ulusal iradenin cisimleşmiş hali olarak gören bir siyaset adamı… daha sonraları ise dini ve dili, hukuku ve tarih anlayışını, kılık kıyafeti ve müziği derinden değiştirmek isteyen bir kültür devrimcisi…” olarak ele alıyor. “Atatürk’ün rejimi”ni, ağır bir “talim-terbiye diktatörlüğü” olarak tanımlıyor – yine de, iki dünya savaşı arasının diktatörlük rejimlerinden farklı bir rejim olarak tasnif ediyor. “Başöğretmen”in otoriter-karizmatik söyleminin, dinleyicilerinin “aklını başından almayı” hedefleyen bir hitabet olmadığını not ederken de benzer bir ayrım yapıyor Kreiser. Almanya’da kısa sürede ikinci baskısı yapılan kitap, öğrenciler için de araştırmacılar için de başvuru kaynağı niteliğindedir. Bu titiz biyografi, bize modern Türkiye’nin tarihini ve Atatürk kültünü yeniden düşünme fırsatı veriyor. Hazırlayan: Kemal ALBAYRAK Bunları Biliyor musunuz? - Dil Bilgisi Kuralları! Mastarlara Gelen Eklerin Yazılışı -ma / -me ile biten mastarlardan sonra -a / -e, -ı / -i eklerinden biri geldiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer: çalışma-y-a, darılma-y-ı, kalaylama-y-a, okuma-y-a; görme-y-i, gülme-y-i, sevme-ye, silme-y-i vb. 11 Oktay Rıfat HOROZCU Oktay Rifat (Ali Oktay Rifat) (d. 10 Haziran 1914, Trabzon – ö. 18 Nisan 1988, İstanbul), Türk şair, oyun yazarı ve romancı. Türk şiirinin en büyük isimlerinden birisi kabul edilir. Orhan Veli ve Melih Cevdet'le birlikte Garip Akımı'nın kurucularındandır. 1955 yılından itibaren İkinci Yeni adlı şiir akımına yönlenmiştir. Şiir dışında roman ve oyun türlerinde de çok başarılı eserler vermiştir. Şair Nazım Hikmet'in kuzenidir. Hayatı: 10 Haziran 1914'de Trabzon'da doğdu. Babası, o doğduğu sırada Trabzon valisi olan şair ve dilbilimci Samih Rıfat, annesi Hasan Enver Paşa’nın kızı Münevver Hanım’dır. Pek çok sanatçı ve yazar içeren bir ailede yetişti. Büyük dedesi Macar Hurşid Bey, hem Türk hem batı müziği konusunda donanımlı bestekardı; dedesi Albay Hasan Rıfat Bey şiir ile ilgilenirdi amcası Ali Rıfat Bey değerli bir udî ve besteci, annesinin teyzesinin oğlu Ali Fuat Bey cumhuriyet devrinin ünlü asker ve siyaset adamı, teyzesi Celile Hanım bir ressam, teyzesi Celile Hanım’ın oğlu Nazım Hikmet ünlü bir şairdir. Soyadı bazı kaynaklarda "Horozcu" olarak geçer. Ancak hiçbir resmi evrakında böyle bir kaydın bulunmadığı, böyle bir takma isimle yazı yayımlamadığı belirlenmiştir. Ortaöğrenimini 1925-1932 yıllarında Ankara Erkek Lisesi'nde yaptı. Bu okulda ünlü şair Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi oldu, ilk şiirlerini kaleme aldı ve ileride birlikte Garip Akımını kuracağı arkadaşları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile tanıştı. Üç arkadaş, okul bünyesinde “Sesimiz” adlı dergiyi çıkararak şiirlerini yayımladılar. 1932-1936 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne yüksek öğrenim gördü. Edebiyata olan ilgisi ve yazma tutkusu yükseköğrenimi sırasında da devam etti. Mezun olduğu yıl, arkadaşları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile birlikte geliştirdikleri yeni bir yazın tekniği ile kaleme aldığı şiirleri Varlık Dergisi’nde yayımlanmaya başladı. 1937 yılında Devlet sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı hesabına Siyasal Bilgiler öğrenimi görmek üzere Paris'e gönderildi. Paris’te bulunduğu dönemde yalım bir söylemi ve bağımsız düşünceleri savunan Fransız şiirini kendisine yakın buldu ve ondan ilham aldı. Üç yıl sonra II. Dünya Savaşı nedeniyle, orada yaptığı doktora çalışmasını tamamlayamadan 1940 yılında Türkiye'ye döndü. Paris’ten döndükten sonra bir süre Maliye Bakanlığı'nda , daha sonra Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü)'nde çalıştı. Ardından Ankara’da serbest avukatlık yaparak yaptı. Bu arada 1941 yılında Orhan Veli ve Melih Cevdet ile edebiyat dünyasında büyük tartışmalara sebep veren “Garip” adlı şiir kitabını yayımladı. Şiirlerini "Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler"(1945), "Güzelleme"(1945) ve "Aşağı Yukarı"(1952) adlı şiir kitaplarının yanı sıra "Aile" (1947), Orhan Veli tarafından çıkarılan "Yaprak (1949-1950) ve "Yeditepe" (1951-1957) gibi dergilerde yayımlamayı sürdürdü. 1954 yılında yayımladığı “Karga ve Tilki" adlı şiir kitabıyla, Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı. 12 1955 yılında İstanbul'a yerleşerek avukatlığını sürdürdü. Aynı yıl yayımladığı “Perçemli Sokak” adlı şiir kitabının önsözü tartışmalara neden oldu. Bu kitap ile İkinci Yeni adı verilen şiir anlayışına yöneldi. 1958 yılında “Aşk Merdiveni" adlı şiir kitabını yayımladı. 1961 yılından itibaren avukatlık mesleğini Devlet Demir Yolları'nda sürdürdü ve 1973 yılında emekli olana dek bu kurumda çalıştı. 1960’lı yılların başında Latin ve Yunan ozanların mitoloji kitaplarının Türkçe çevirilerini yaptı. 1969 yılında yayımladığı “Şiirler” adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü aldı. Bu tarihten sonra tiyatro ve roman çalışmalarına ağırlık verdi. "Oyun İçinde Oyun", "Zabit Fatma'nın Kuzusu", "Atlar ve Filler", "Yağmur Sıkıntısı","Kadınlar Arasında", "Birtakım İnsanlar" ve "Çil Horoz” adlı oyunları kaleme aldı ve her biri sahnelendi . Arkadaşı Melih Cevdet ile “Kıskançlar” adlı oyunu kaleme aldı. 1976’da ilk romanın “Bir Kadının Penceresi’nden” yayımlandı. 1980’de “Danaburnu” kitabıyla Madaralı Roman Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl “Bir Cigara İçimi” adlı şiiri Sedat Simavi Vakfı Ödülü’nü, 1984 yılında "Dilsiz ve Çıplak” kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü aldı. Fransızca çevirmeni Sabiha Rıfat ile evli olan Oktay Rıfat, yazar, çevirmen ve şair Samih Rıfat’ın oğludur. Son günlerine dek eser vermeyi sürdüren sanatçı, “Yağmur Sıkıntısı” adlı oyununu tamamladıktan sonra 1988 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. Sanatı: Ankara Erkek Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlayan Oktay Rıfat, şiirde biçim ve kural anlayışını tam anlamıyla yansıtan ilk şiirlerini 1936- 1944 yılları arasında Varlık Dergisi’nde yayımlamıştı. İlk şiirlerinde hece veznini kullanmaktaydı, daha sonra serbest vezne geçti. 1941 yılında Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile birlikte Garip adlı şiir kitabını yayımlayarak Garip şiir akımının öncülerinden oldu. Garip dönemi şiirlerinde kentte yaşayan sıradan insanların günlük yaşamlarına şaşırtıcı, alaycı bir söyleyişle yaklaşmıştı. "Perçemli Sokak" adlı kitabıyla Türk şiirinde İkinci Yeni denilen anlayışa, anlamca kapalı bir şiire yöneldi. Türkçenin ses zenginliğini, geniş bir sözcük dağarcığıyla ustalıkla kullanan unutulmaz şiirler yazdı. Kitaptan kitaba değişen şiiri ile Türk şiirinin genel akışını en çok etkileyen şairlerden sayılmaktadır. 1960’lı yıllarda genellikle sosyal sorunlar, emekçilerin hakları ve sistemsel karmaşalar ile ilgili AĞZIMIN TADI düşüncelerini satırlara döktü. Özellikle, 1966'da çıkan "Elleri Var Özgürlüğün" adlı şiir kitabında bu düşünAğzımın tadı yoksa, hasta gibiysem, celerinin oldukça fazla etkisi görüldü. 1969 yılında Boğazımda düğümleniyorsa lokma, yayımladığı, "Şiirler" adlı kitabıyla, edebiyat hayatında üçüncü ve son dönemine girdi. Tarzını, biçimini ve Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli, yazın anlayışını iyice belirginleştirdiği, dili ve kelimeYüzüm öfkeden karaya çalıyorsa, leri kullanmada ustalaştığı bu dönemde şiirin kuramsal karakteri üzerine de kitaplar yazdı Denize bile iştahsız bakıyorsam, Tiyatro oyunu ve roman türünde de eserler veren Oktay Rıfat, her biri toplumun değişik kesimlerini sembolize eden oyun ve roman kahramanları yarattı. 13 Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen, Bu darağacı suratlı toplum! Kitap Esir Şehrin İnsanları / Kemal TAHİR "Esir Şehir Üçlemesi" edebiyatımızın güçlü ve klasikleşmiş ismi Kemal Tahir'in başyapıtlarındandır. Mütareke Dönemi Osmanlı aydınının ve İstanbul'unun destansı direnişinin ve mücadelesinin benzersiz bir fotoğrafını çekmektedir. Kurtuluş Savaşı’nı anlamak ve anlamlandırmak, Kemal Tahir olmaksızın gerçekleştirilebilecek bir eylem değildir. Milli Mücadele’nin en engin eserlerinden biri olan Esir Şehrin İnsanları, işgal altındaki İstanbul’un portresini çizen en başarılı romanlar arasında yer almaktadır. İyi eğitim almış bir paşa oğlu olan Kamil Bey, Birinci Dünya Savaşı neticesinde işgal edilen İstanbul’a döner. Adından da anlaşılacağı üzere İstanbul, esir alınmış bir şehirdir ve düşman pençesi altında inlemektedir. İşgal kuvvetlerinin en küçük rütbeli askerleri dahi bir paşa nidasında gezmektedir. Halkın çoğunluğu açlık ve fakirlik mücadelesi vermektedir. Osmanlı aydınlarının ciddi bir kısmı ise ülkeyi kurtarmanın çarelerini düşünmekte ve gizli bir mücadele içerisine girmektedir. Pek çok otorite tarafından en önemli işgal eserleri arasında gösterilen Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir’in ‘Esir Şehir Üçlemesi’ nehir romanının ilk kitabı olarak karşımıza çıkmaktadır. Esir Şehrin İnsanları, Emperyalizme karşı verilen mücadelenin anlaşılabilmesi için başucu kitaplardan biridir. Kemal TAHİR: (1910—1970) Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının Toplumcu Gerçekçi yazarları arasında yer alan Kemal Tahir, 1910 yılında doğmuş 60 yıllık bir yaşamın ardından 1970 yılında hayata ve edebiyat dünyasına gözlerini yummuştur. İlk kitabı, 1936’da yayımladığı “Namık Kemal için Diyorlar ki” adlı kitapçık oldu. 1937’de ikinci kitabı olan “Bir Çalgıcının Seyehati” adlı romanı yayınlandı.Mütareke dönemi İstanbul’unu konu alan Esir Şehrin İnsanları’ndan (1956) sonra yayımlanmış olan Körduman'ı; eşkiyalık olgusuna eğildiği Rahmet Yolları Kesti (1957), Çorum bölgesi insanlarını anlatan roman üçlemesinin ilk iki kitabı Yediçınar Yaylası (1958) ve Köyün Kamburu (1959) izledi (Üçlemenin son kitabı, 1970'de yayınlanan Büyük Mal adlı romandır ). 1970'de akciğer ameliyatı geçiren Tahir, 21 Nisan 1973’te geçirdiği bir kalp krizi sonucu İstanbul’da yaşamını yitirdi. Cenazesi, Sahrayıcedit Mezarlığı’na defnedildi. kaos >> >> kargaşa hümanist >> >> insancıl marjinal >> >> sıra dışı konsensüs >> >> uzlaşma üveye etme, özünde bulursun; geline etme, kızında bulursun: öz evladı bir gün öksüz kalırsa başkalarının ona kötü davranmasını istemeyen, üvey evladına kötü davranmamalıdır; kızına ileride gelin olarak gideceği yerde kötü davranılmasını istemeyen, kendi gelinine kötü davranmamalıdır. 14 DENEME ATATÜRK ve “ORGANİK GIDA” KONUSU Mustafa Kemal ATATÜRK’ün iyi bir asker, devlet adamı, devrimci ve diplomat olduğunu hepimiz biliriz. Ama O’nun çok iyi bir çevreci ve ağaç dostu olduğunu bilenimiz azdır. Doğaya ve çevreciliğe dair 1920-30’lu yıllardaki söylemleri bugün dünya gündemindedir. Bazı örnekler: “Ağaçsız toprak vatan değildir!”, “Köylü Milletin efendisidir!”, “Doğal zenginlikler ortak değerlerdir, bencilce kullanılamaz” vs. Atatürk’ün doğa sevgisi, çevrecilik anlayışı ve Yalova’daki Millet Köşkü (Yürüyen Köşk) konusunda yurtiçinde ve yurtdışında sunumlar yapmaktayım. Her gittiğim yerde, sunum öncesi Atatürk’ün doğa sevgisini ve çevrecilik anlayışını bilenlerin sayısını saptamak için, hazır bulunan katılımcılar arasında minik yoklamalar yapıyorum ve her defasında Ata’nın bu özelliğinin çok az bilindiğini saptıyorum. Bu da beni çok düşündürmektedir. Nasıl olur, bir devlet adamının doğa sevgisine ilişkin bu önemli özelliği halkından gizlenir? Biliyoruz ki; doğa başta insanlar olmak üzere tüm canlılar için çok önemlidir. Doğa canlılar (insanlar) olmasa da yaşayabilir, ancak insanlar doğasız yaşayamazlar. Bu gerçeğe rağmen insanlar doğanın kıymetini uzun yıllar bilemediler ve doğayı tahrip ettiler. Hızla artan insan nüfusu ve oluşan tüketim toplumları çevreyi hızla kirlettiler. Küresel ısınma buzulların erimesine ve doğadaki dengenin bozulmasına neden oldu. Kesilen ağaçların küresel ısınmada etkili olduğu saptandı. Bu olumsuz durum 70’li yıllarda fark edildi ve çevreci partilerin ortaya çıkmasına neden oldu. Arkasından Birleşmiş Milletler bu konuya ilk kez resmen 1972 yılında el attı. Oysa, M. Kemal Atatürk, 20’li yıllarda doğa sevgisine ve çevre konusuna vurgular yapmış ve bu konularda somut Projeler (Yeşil Cennet Projesi) uygulamıştır. Kurduğu çiftliklerde modern tarımı ve hayvancılığı özendirmiştir. Toprağın ve ağacın önemini hep vurgulamıştır, koruyucu yasalar çıkarmıştır. İş makinelerinde çevre dostu biyoyakıt kullanmıştır. Ata’nın bu önemli özelliğinin halktan neden gizlendiğini henüz anlamış değilim. Dış otoritelerce yüz yılın devlet adamı ilan edilen Atatürk’ün doğa sevgisini ve çevrecilik anlayışını inceledikçe, inanılmaz etkileyici sonuçlara varmaktayız. Bunlardan birini aşağıda kısaca paylaşmak istiyorum: Bilindiği gibi, Atatürk kendi parasıyla kurduğu ve biradan süte her türlü sağlıklı gıda maddeleri ürettiği tüm çiftliklerini üzerindeki diğer varlıklarla birlikte 1937 yılında hazineye bağışlamıştır. Bu bağışa ilişkin vasiyetnameyi incelediğimde Atatürk’ün şu cümlesi çok dikkat çekicidir: “..Halka bu çiftliklerde hiylesiz ve nefis gıda maddeleri temin edilecektir..” “Hilesiz ve nefis gıda maddesi” sözü benim aklıma bir ölçüde bugün çok moda olan “organik” gıda maddeleri arayışını getirmektedir. “Organik” kelimesinin ülkemizde ilk olarak bundan 10-15 yıl önce kullanılmakta olduğunu biliyoruz. Basit anlatımıyla; organik ürün; basit anlatımıyla, sağlıklı üründür, yani hiç bir kimyasal madde kullanılmadan yetiştirilen tarım ürünü anlamına gelmektedir. Ürünün genetiğinin 15 DENEME değiştirilmemesi ve hormonsuz olması önemlidir. Bu yabancı kavram dünyada ilk kez İsviçreli Berzelius ve Alman F.Wöhler tarafından 19. yy da kullanmış olup, organik tarım ise, dünyada 1980’li yıllarında başlamıştır. Atatürk’ün vasiyetinde direkt “organik” sözcüğünü kullanmıyor, ancak yaklaşık 80 yıl önce sözünü ettiği “hilesiz ve nefis gıda maddelerinin günümüzdeki sağlıklı (organik) gıda ile biraz örtüştüğünü söyleyebiliriz. Siyasetten-eğitime, sağlıktan-uzay bilimine her konuda güçlü bilgisi ve ön sezgisi olan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuda da kayıtlara geçen bir ifadesinin bulunması beni çok şaşırtmadı, çünkü O’na dünya boşuna yüzyılın devlet adamı payesini vermedi. Herkese hilesiz (hiylesiz) ve nefis gıda maddeleri bulabilecekleri yıllar dilerim. Metin ERDOĞAN Yürüyen Köşk Gönüllüsü Araştırmacı-Yazar EK-Atatürk'ün Vasiyeti (1937) 16 AMASYA – BAKLA DOLMASI Ülkemizin her yöresi birbirinden güzel, hiç tatmadığımız, adını bile duymadığımız binlerce lezzetle dolu. Bu sayımızda İç Anadolu Bölgemizde yer alan Amasya ilimize ait, bakla dolması yemeğinin tarifini sizlere sunuyoruz. Buyurun tarifi... Malzemeler: Asma yaprağı Dana kaburga 1 adet kuru soğan 200 gram kuru bakla 2 su bardağı kırık yarma Yarım çay bardağı bulgur Yarım kilo yağlı kıyma ( koyun kuyruğu katılmış) 1 yemek kaşığı domates salçası Yarım yemek kaşığı biber salçası 1 adet yeşil biber Bir tutam maydanoz Pul biberi Karabiber 1 çay bardağı sıvı yağ Yapılışı: Kuru baklalar bir gün öncesinden suda bekletilir. Yeterince ıslanmadığında baklaları soymak zor olacağından soyulana kadar suda bekletmeniz gerekir. Kabukları yumuşadığında ortadan bıçakla ikiye kesilir ve kabukları soyulur. Her yarım bakla da iki parçaya ayrılır. Böylelikle bir bakla 4’e bölünmüş olur. Bu şekilde tüm baklalar ayıklanır ve tekrar yıkanır. Soğan, biber ve maydanoz yemeklik doğranır. Daha sonra tüm iç malzemeleri karıştırılır. Dolmanın pişeceği tencerenin dibine kemik konur. Yaprağın içerisine hazırlanan iç malzemesi konarak bohça şeklinde sarılır, kemiklerin üzerine özenle (dağıtmadan) döşenir. İki su bardağı su konarak kaynatılır. Kuru soğan eşliğinde servis edilir. Yörede dolmalar sarılırken birinin içerisine nişan (zeytin tanesi, kiraz, çeyrek altın gibi) konur. Bu nişan yerken kimin ağzına gelirse onun niyetinin olacağı inanılır. Hazırlayan: Serpil FİDAN NERGİZ 17 Gezelim-Görelim Nüfusu: 96.948 Yüzölçümü: 317 km² Plaka kodu: 28 Karadeniz Bölgesi'nin Doğu Karadeniz bölümünde, kuzeyinde Karadeniz sahili ile güneyinde Kuzey Anadolu dağlarının ikinci sırası arasında yer almakta olup, batısında Ordu, güneybatısında Sivas, güneydoğusunda Erzincan, doğusunda Gümüşhane ve kuzeydoğusunda da Trabzon ile çevrilidir. Tarihi: Antik Çağ: Yunan kolonizasyonu öncesinde bölgede Karadeniz'in yerli kabilelerinin varlığı bilinmekte olup Hitit kaynaklarında "Kaşka" adıyla geçen kendir ziraati yapan savaşçı bir halkın bahsi geçmektedir. MÖ 7. yüzyılda Kolkhis ülkesinde Miletli koloniciler tarafından kurulan kent merkezinin çevresinde Kolh (Tzan/Laz) halkına ait köyler bulunmaktaydı. MÖ 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu'nun eline geçen bölge, Büyük İskender'in Pers İmparatorluğu'nu yıkmasının ardından özgürlüğüne kavuşmuştur. Sonrasında Pontus Krallığı tarafından ilhak edilen yöre, Zela Savaşı'nın ardından diğer Doğu Karadeniz şehirleri gibi Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş 1300 yıl sürecek Romalılaşma (Rumlaşma) sürecine girmiştir. Roma: Roma ve Bizans yönetiminde "Kerasous" veya "Cerasus" olarak değiştirilmiştir. Kerasus, Yunanca "boynuz" demektir ve yarımadayı tasvir etmek için kullanılmıştır, "ounta" son eki ile birlikte Kerasous olan şehrin adı zamanla "Kerasunt" olarak söylenilmiştir. Pontus Devleti'nin yıkılıp Roma hakimiyetinin başlamasından sonra Giresun yöresinin yerli kabileleri süratle asimile olarak tarih sahnesinden çekilmiştir. Bununla birlikte Roma ve Bizans kaynaklarında bölge halkı Can (Tzan) olarak adlandırılmaya devam etmiştir. Roma döneminde Giresun Karadeniz'in oldukça önemli bir şehri durumundaydı. Bu dönemde şehir kendi adına para basma yetkisine sahip olacak kadar gelişmiştir. Beylikler ve Osmanlı: Giresun 1397 yılında Türkmen Beyi Emir oğlu Süleymen Bey tarafından fethedilmiş olup o zamandan bu yana işgal görmemiştir. Daha sonraki yıllarda Osmanlıların Trabzon İmparatorluğu'nu 1461 yılında fethi ile Giresun da Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine geçmiştir. 1500'li yıllardaki tahrir defterlerinde Giresun ve civarının (Koyulhisar/Büyükliman/Vakfıkebir) arası Vilayeti Çepni olarak görünüyor ve özel bir yönetimle idare ediliyordu. Beylikler döneminden sonra (1461) Osmanlı İmparatorluğu'nun Trabzon Vilayeti'ne bağlanmış olan Giresun, 1920'de Ordu, Tirebolu ve Görele kazalarıyla birleştirilerek Giresun Sancağı kurulmuştur. 1923'te il olmuştur. Cumhuriyet: 1923 mübadelesi ile Hristiyan nüfusunu kaybeden kentte ticari hayat tamamen Müslüman nüfusun eline geçmiştir. Yörenin temel ekonomik etkinliği olan fındık üretimi ekim alanları bu dönemde arttırılmıştır. 1926 yılında Giresun Ticaret Borsası ve Kızılay Giresun Şubesi açılmış, 26 Temmuz 1938 tarihinde Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (FİSKOBİRLİK) kurulmuş, 1944’te Şebinkarahisar Devlet Hastanesi, 1959'da Tirebolu Çay fabrikası, 1962'de Giresun Göğüs Hastalıkları Hastanesi, 1970'te Giresun Fındık İşleme Tesisleri ve SEKA Aksu Kağıt Fabrikası, 1971'de Doğankent Hidroelektrik Santrali, 1976'da Giresun Meslek Yüksek Okulu hizmete başlamıştır. 2007'de Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştur. Coğrafya: İl merkezi, Aksu ve Batlama vadileri arasında denize doğru uzanan bir yarımada üzerinde kurulmuş olup, bu yarımadanın doğusunda ve 2 km açığında Doğu Karadeniz’in tek adası olan Giresun Adası bulunmaktadır. Dağlar: Doğu Karadeniz Dağları'nın orta kesimleri il sınırları içerisinde yer almakta olup Giresun Dağları adıyla bilinir ve Zirvesi olan Abdal Musa Tepesi 3.331 m'dir. Denizden itibaren yükseklikler hızla yer yer 2.000 metre yüksekliğe ulaşırlar. Derin vadilerle parçalanmış Giresun Dağları üzerinde eski buzulların açığı topoğrafik formların yanı sıra, buzul göllerine de rastlanmaktadır. İl sınırlarında yer alan önemli yükseltiler şunlardır: Abbal Musa Dağı (3.331 m), Gâvur Dağı (3.248 m), Küçükkor Dağı(3.044), 18 Cankurtaran Dağı(3. 278 m), Akıl Baba Dağı (2.561 m) Akarsular: Kuzey Anadolu Dağları’nda kaynak bulan pek çok akarsu, ili güneyden kuzeye geçerek Karadeniz'e dökülmektedir. Aksu Deresi, Batlama Deresi, Yağlıdere Deresi, Gelevera Deresi ve Harşit (Doğankent) Çayı ile Pazarsuyu bu akarsuların önemlileridir. Ayrıca ilin güney kesiminden doğu-batı doğrultusunda geçen Kelkit Çayı da bu tür bir vadide akmaktadır. Göller: İl sınırları içerisinde önemli bir göl olmamakla birlikte Karagöl Dağı ve Sağrakgöl üzerinde küçük buzul göllerine rastlanmaktadır. Yaylalar: Genellikle Karagöl Dağları'nın batısında yer alan önemli yaylalar şunlardır: Kulakkaya, Tamdere, Karagöl, Sağrak, Kümbet, Bektaş, Sisdağı , Paşakonağı Gezilecek Yerler: Giresun Kalesi: Giresun'un gezilebilecek tarihi mekânlarındandır. Kalede çeşitli etkinlikler de düzenlenmektedir. Giresun Kalesi kentin kuzeyindeki yarım adanın kente hakim tepesi üzerinde yer almaktadır. Kalenin günümüze kadar gelebilen kalıntıları merkez kule ve ona bağlı güneydeki sur duvarlarıdır. Sur duvarlarının tabanındaki dikdörtgen büyük blok taşlardan yapılmış bölümü, surların ve kalenin Helenistik ve Roma Dönemi'ne kadar gittiği izlenimini vermektedir. Antik kaynaklarda "Bronz Duvarlı Kale" olarak anlatılan Giresun kalesi, muhtemelen Pontus Kralı Pharna kes-1 zamanında yapılmıştır. Trabzon Rum İmparatorluğu'nun 1300'lü yıllarda Türklere karşı en son sınır kalelerinden birisidir. Bu nedenle 1301 yıllarında Trabzon Rum İmparatoru Alexius-II tarafından tamir ettirilmiştir. Kalenin denize hakim oluşu ve ticaret yollarının birleştiği noktada bulunuşu kıyı kontrollü amaçlı askeri bir yapı olduğunu göstermektedir. Kalenin en yüksek mevkisinde Atatürk'ün kişisel muhafızı Topal Osmanağa'nın mezarı, Denize bakan kuzey yamacında ise Şehitlik ve Hacı Bektaşi Veli hazretlerinin müridi Kurbande'nin türbesi bulunmaktadır. Giresun Adası: Kefken Adası ile birlikte Karadeniz'de bulunan iki adadan biridir. Giresun Adası kıyıdan 1.6 km açıkta olup, 40.000 metrekare alana sahiptir. Adada özellikle Akdeniz defnesi ve Yalancı Akasya başta olmak üzere 71 tür doğal otsu ve odunsu bitki türü bulunmaktadır. Sonradan 10 adet ağaç türü daha ilave edilmiştir. Karadeniz'de Karabatak ve martıların doğal olarak ürediği ada aynı zamanda göçmen kuşların uğrak ve dinlenme yeridir. Hakkında birçok efsaneler anlatılan, Amazonların ve birçok kavmin yaşadığı adada mitolojik çağlara ait birçok kalıntı bulunmaktadır. İkinci derece sit alanıdır. Yaz mevsiminde yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan ada günübirlik ziyaret edilerek piknik yapılmaktadır. Giresun Müzesi: Giresun İli, Merkez, Sokakbaşı Caddesi, No: 57 ve 62'de bulunan müze binası, 18. yüzyıldan kalma tarihi bir yapıdır. 18. yüzyılın ortalarında, Giresun'da yaşamış yerli Rumlarca Ortodoks Kilisesi olarak yapılmış olan bina, 1923 yılına kadar kilise olarak kullanılmıştır. 1923 yılından 1948 yılına kadar bina boş kalmıştır. 1948 yılından 1967 yılına kadar da cezaevi olarak kullanılmış olan bina, 1967'den 1982 yılına kadar tekrar boş bırakılmıştır. Boş kaldığı bu yıllarda yıkılmayla karşı karşıya kalan yapı, 1982 yılında Kültür Bakanlığı'nca restore edilerek 1988 yılında müze olarak açılmıştır. Kulakkaya Yaylası: Giresun’a 45 km. mesafede bulunan yayla, 1500 rakımında ve ilginç doğa güzelliklerine sahip, Giresun’un eskiden beri en çok bilinen ve gidilen yaylasıdır. Yol üzerinde bulunan Despot Kayası ve Suyu, doğal güzelliklere sahip Erimez mevkii, Gelin Kayası ayrı birer ilgi odağıdır. Alçakbel Ormaniçi piknik alanında günübirlik dinlence, eğlence imkanı, bulunmaktadır. 19 NEVRUZ YEMEĞİ VE PROF. DR. ÖZKUL ÇOBANOĞLU İLE “TÜRK DÜNYASINDA NEVRUZ” SÖYLEŞİSİ GERÇEKLEŞTİRDİK! (21.03.2017) Genç Kalemler Derneği olarak her yıl olduğu gibi bu yıl da bir araya gelerek dünyanın birçok yerinde birbirinden farklı anlamlar katılarak; Türklerde Ergenekon'dan çıkış ve baharın gelişi olarak kutlanan, eski ve köklü bir bayram olan Nevruz Bayramı'nı hatırlamaya ve hatırlatmaya devam ediyoruz. Bu yıl Nevruz'u (Yeni Gün'ü) Gaziler Evi'nde (Hamamönü) bize katılan misafirlerimizle beraber Hacettepe Üniversitesi Türk Halk Bilimi Bölümü başkanı Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu ile Türk Dünyası'nda Nevruz'un çıkışı, önemi ve günümüzde daha anlamlı nasıl kutlanabileceği konularındaki söyleşinin ardından Nevruz Aşımızı yiyerek kutladık. TWİTTER ADRESİMİZİ YENİLEDİK!! 10. yılımızda Twitter hesabımızı da yeniledik!! Artık Twitter'dan bizi takip edebilmek için: @_GencKalemler 10. YILINDA GENÇ KALEMLER KİMDİR? 10 yıl önce Atatürk ilke ve inkılapların ışığında; onun cesaretinin, azminin ve kararlılığının ilhamıyla bugünlere gelen gençleriz biz!! Ses bayrağımız Türkçemizi, kahramanlıklarla dolu, yedi düvele boyun eğmemiş şanlı tarihimizi ve Atalarımızın bizlere bıraktığı kültürel mirasımızı var olduğumuz sürece ilerleyen nesillere aktarmayı amaçlayan gençleriz biz!! Her durumda ve koşulda, istiklâlimize ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar bütün dünyada büyük galibiyetler elde etmiş olsalar, bütün kalelerimiz zapt edilmiş, bütün tersanelerimize girilmiş, bütün ordularımız dağıtılmış ve memleketimizin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olsa dahi; Türk İstiklal ve Cumhuriyeti'ni kurtarmak için canı pahasına savaşacak gençleriz biz!! Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve milli yapısına düşman bütün dahili ve harici unsurlarla yürütülecek fikri, ilmi ve dahi her türlü mücadeleyi durmadan ve yorulmadan devam ettirecek gençleriz biz!! Künye Yayın Adı: Bi’ Mola Yayın Türü: Süreli (Aylık) Tarih - Sayı: Mart 2017-27 Yayıncı: Genç Kalemler Derneği. Yayın Ekibi: Bahire Bayraktar, Gülfidan Tece, Hanım Fidan, Hüseyin Nergiz, Kemal Albayrak, Metin Erdoğan, Nihan Özdemir, Serpil Fidan Nergiz, Ümit Zafer Nekiş, İletişim: [email protected] 20