Sınır Ötesi Düzeyde Erişilebilir Kültür Turizmi Ürünleri ve Hizmetleri

advertisement
SINIR ÖTESİ DÜZEYDE KÜLTÜREL MİRAS TURİZMİNİN KALİTE
STANDARTLARINI GELİŞTİRMEK AMAÇLI ÇOK SAYIDA VE SEVİYEDE
AKTÖRLERİN İŞBİRLİĞİ AĞI (ALECTOR) PROJESİ
Grup Aktivitesi 1: Sınır Ötesi Düzeyde Erişilebilir Kültür Turizmi Ürünleri ve
Hizmetleri İçin Ortam Oluşturmak
Aktivite 1.3: Proje alanında turizm erişilebilirliğini değerlendirmek.
Faaliyet 2: Yerel kültürel miras tüketimi üzerine kalite araştırması
DOĞU KARADENİZ KALKINMA AJANSI
GİRİŞ Karadeniz Sınır Ötesi İşbirliği (2007-2013) çerçevesinde finanse edilen "Sınır Ötesi Düzeyde
Kültürel Miras Turizminin Kalite Standartlarını Geliştirmek Amaçlı Çok Sayıda ve Seviyede Aktörlerin
İşbirliği Ağı (ALECTOR)" Projesi; ana kolu insan sermayesi olan ve turizmde yeniliğe yatırımı amaçlayan,
kültürel miras varlıklarının ve değerlerinin farklı türleri üzerine odaklanıp sosyo-ekonomik kalkınma ve
Karadeniz Havzası’ndaki tüm sosyal paydaşların işbirliğini arttırmayı hedefleyen bir projedir. Alector
projesi, kültürel miras alanlarında kamuoyu ile iletişimi amaçlayan yeni bir kültürel altyapı oluşturmayı
hedefliyor: Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Moldova, Gürcistan, Ukrayna ve Türkiye’de faaliyet
gösterecek olan ve kare (QR) kodlarla kamuoyunun ulaşımına açık olacak SCRIPTORAMA olarak
adlandırılan Açık Hava Müzesi. Kültürel deneyimin teknolojiyle bileştirilmesiyle Android ve Apple
işletim sistemleri ile kolayca ulaşılabilecek bir ekitap oluşturulacaktır. Pilot proje kapsamındaki miras
öğeleriyle ilgili bilgi yazının devamında yer almaktadır.
SÜMELA – MERYEM ANA – MANASTIRI
Sümela Trabzon’un Maçka ilçesinin
Atındere köyündedir. Altındere vadisine
hakim Karadağ’ın eteklerinde sarp bir
kayalık üzerine kurulmuştur. Burası 360 –
390
yılları
arasında
30
yılda
tamamlanmıştır ve 1150 m rakımda
bulunmaktadır. 17 metre yüksekliğinde,
40 metre uzunluğunda, 14 metre
genişliğinde 72 odalı bir tesistir.
Sümela Manastırını başlıca bölümleri
şöyledir;
-Ana kaya kilisesi,
-Birkaç şapel,
-Mutfak,
-Öğrenci odaları
-Misafirhane,
-Kütüphane,
-Kutsal ayazma.
Sümela’nın anlamı siyah anlamına gelen melas sözcüğünden gelir. Bunun sebebi ise Meryem tasvirinin
renginin siyah olmasından kaynaklanır.
SÜMELA EFSANESİ ;
İsa Peygamberin havarilerinden biri olan Lukas Meryem Ana'yı çizmiş. Efsaneye göre de bu ikon
kendiliğinden Atina'ya gitmiş .Bu hemen olmamış, çizildikten çok sonra gittiği içinde tahta kararmış.
Bazı hikâyelerde Meryem Ana'nın yüzünün kara olduğundan söz edilir. Kara Meryem, Kara Melek,
Kara Madonna denilmesi de bu ikondan dolayı olduğu da söyleniyormuş.
Yine efsaneye göre: Bu resim Theodosis döneminde, 4, yüzyılda Atina'dan ayrılmak istemiş. Melekler
tarafından oradan alınan ikon uçurulmaya başlamış. Sonunda Maçka dağlarının yamaçlarındaki bir
kavuğuna yerleştirilmiş. Barnabas ve Sophranios isimli keşişlerden rüyalarına Meryem Ana girmiş.
Onlara ikondan ve yerinden söz etmiş. Oraya gitmelerini ve orada bir kilise yapmalarını istemiş.
Keşişler hemen harekete geçmişler. Trabzon’a gitmişler, Maçka dağlarının yamaçlarındaki taş
kovuktan Meryem Ana ikonasını bulmuşlar.
Aslında efsane de şöyle bir şey de var: Onlar gelmeden önce bu ikonu orada yaşayanlar bulmuşlar.
Yok, etmek istemişler. Yakmışlar, yanmamış, Baltalarla parçalamak istemişler, parçalayamamışlar,
dereye atmışlar, gitmemiş. Bir türlü ondan kurtulamayınca vazgeçmişler aldıkları yere koymuşlar.
Neticede; keşişler oraya önce bir kilise yapmışlar sonrada manastır. Ölene kadar ömürlerini Sümela'da
geçirmişler ve aynı gün ölmüşler.
KUTSAL DAMLALAR
Manastırın ortasında bir havuz varmış, Bu havuza 30 - 40 metreden iri su damlaları damlamaktaymış.
Bu suyun kutsal olduğuna asırlardır inanılırmış umutsuz hastalara, çocuğu olmayanlara şifa verirmiş.
Buraya Müslüman ya da Hıristiyan bir çok insan şifa bulmak içinde gidermiş.
YOSON KİLİSESİ VE ARGONOTLAR
Yason Burnu, Ordu'nun Perşembe ilçesi sınırları içerisinde
bulunuyor. Bulunduğu alan yapılaşmaya açılmamış
olduğundan, doğal güzelliği bozulmamış ender yerlerden
biridir. 1868 Yılında, burada inşa edilmiş olan kilisesi ile
görülmeye değer güzellikte, özel bir alandır.
Kilise ise, Karadeniz'de, deniz kıyısına yapılmış tek kilise.
Adını, denizle ilişkili mitolojik bir hikayeden alıyor. İşte, bu
yörede yaşayan Rumlar ve Gürcü'lerin inşa ettikleri
ibadethanelerine isim olmuş olan antik hikaye;
ALTIN POSTLU KOÇ
Teselya'da, İolkos krallığının başında bulunan Aison, yaşlanıp yorulduğunu hisettiğinde, yönetimi
kardeşi Pelias'a bırakır. Aradan yıllar geçer ve Aison'un oğlu İason (Yason) yurduna geri dönüp,
yönetimi amcasından devralmak ister. Ama amca buna yanaşmaz. İason'dan kurtulmak istediğinden,
ona bir görev verir. İmkansız olarak görünen bu görevi yerine getiremeyeceğini ve gidince bir daha
dönemeyeceğini düşünmektedir. "Kolkhis'e (Bu günkü Gürcüstan) git ve ailemize ait olan altın postu
geri getir " der.
Yason, amcasının bu isteği üzerine hazırlıklara başlayıp bir gemi yaptırır ve adını "Argos" koyar. Argos,
gemiyi inşa eden ustanın adıdır ve gemi bu isimle anılıp, bu hikaye, "Argonautlar" olarak tarihte yer
alır. "Hızlı geminin tayfaları" anlamında söylenir. Gemide tam elli kürekçi vardır. Hepsi de ayrı ayrı
birer kahramandırlar. Bu kahramanların bir başka özelliği de, hepsinin Truva'lıların atası olmalarıdır.
Kimler yoktur ki bunların içinde, Herakles ,Lirin büyük üstadı Şair Orpheus, Kastor, Polydeuskes,
Amphiaraos bunların en bilinenleridir. Argonotlar, altın postu almak üzrere Argos'a binip, Kolkhis'e
doğru yelken açarlar.
Argos, bu deniz yolculuğunu başarıyla tamamlar. Güzergahını kısaca söylemek gerekirse, şöyle
sıralanabilir; Helenis'tandan yola çıkılıp, Lemnos (Limni) ve Samothrake (Semendirek) Adaları,
Çanakkale Boğazı (Hellespontos), Marmara Denizi'nde (Propontis), Kyzikos (Erdek), Mysia (Mudanya),
Kios (Gemlik), Khalkedon'dan (Kadıköy) İstanbul Boğazı'na geçerler. Rumeli Kavağı'ndan,
Karadeniz'e (Pontos Euksenios) açılırlar. Bütün bu noktalarda da ayrı ayrı maceralar yaşanır. Karadeniz
yolculuğu sırasında, Giresun Adası ile Yason Burnu'na çıkarlar. Amazon'ların şehri Themiskyra'da
(Terme) konaklarlar. Ve sonunda Kolkhis'e ulaşırlar. Kral Aietes, postu vermemek için onlardan
başarılması olanaksız olan işleri yapmalarını ister. Ama bu arada kralın büyücü kızı Prenses Medea,
İasson'a aşık olur. Bu yüzden de kahramanlara yardım eder ve altın post ait olduğu yere geri döner, bu
sırada gemide Medea da vardır.
Geri dönerlerken, Aietes, onları yakalamak için gemilerle peşlerine düşer. Argos'ta, kendi isteğiyle
gelen Aites'in kızı Medea haricinde, kralın oğlu Apsyrtos da vardır. Argos'lular, kralın oğlunu
parçalayıp, parçalarını da peşlerinden gelmekte olan Aietes'i oyalamak için denize atarlar. Aietes,
oğlunun parçalanmış bedenini toplamak için yavaşlar, bu arada Argos hızlanarak, Helenistan'a geri
döner.
İasson ile Medeia, evlenirler. Düğünleri de, Phaiak'ların kralı Alkinoos'un sarayında yapılır. Aradan çok
uzun yıllar geçer, mitler okuna okuna, kuşaktan kuşağa yayılır, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde,
Ordu Perşembe'de, şirin bir koyda yapılan küçük bir kilise bu eski hikayeyi kendisine isim olarak seçer.
SANTA HARABELERİ
Santa harabeleri Trabzonda yer alır. Lozan
antlaşması ile Türkiyedeki Rumlar Yunanistana,
Yunanistandaki Türkler Türkiyeye göç ettirilir. Santa
Harabeleri Trabzonda yer alır. Lozan antlaşması ile
Türkiyedeki Rumlar Yunanistana, Yunanistandaki
Türkler Türkiyeye göç ettirilir. Nufus mübadelesi ile
her iki taraftanda insanlarin dogup buyudugu,
yasadigi, anilari ile dolu topraklari birakip kendileri
icin
yeni
topraklara
goc
ettirilmistir.
Santa harabeleri oldukça ilginç ve güzel evlerden
oluşmuş bir dizi köydür. Ve buradaki evlerin
mimarisi çok güzeldir. Özellikle şimdinin inşaat
mühendislerinin görmesi gereken bir yerdir. Bir de çok açık bir manzarası ve yeşilin içine sinmesi göze
çarpar.
Ticari Yapı
Santa Köyünün kuruluş amacı ve varlığını sürdürmesi, havzada mevcut demir, kurşun ve kurşunla
birlikte çıkarılan gümüş madenlerinin işletilmesine bağlı idi. Madenlerin verimli işletildiği 16-18.
yüzyıllar arası dönemde, bölge önemli derecede gelişmiş ve ekonomik refaha erişmiş idi. Santa
yerleşimlerinde, bölgede çıkan madenlerin etkisi ile demircilik ve gümüşçülük önemli bir sanat dalı
olmuş, usta çırak ilişkisi ile öğrenilen mesleklerini yakın köyler ve hatta Trabzon' da Kiremitçilik, taş
ustalığı, demircilik, terzi, kuyumculuk yaparak sürdürmüşlerdir. Köyün meslek sahibi erkeklerinin bir
kısmı Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemimdeki ekonomik çöküşüne bağlı olarak oluşan işsizlik,
dini ve sosyal sorunlar nedeniyle Çarlık Rusya’sına aileleri ile kalıcı olarak ya da çalışmak amacı ile
mevsimsel olarak göç etmeye başlamışlardı.
Kiliseler
Santa’da yer alan kiliseler, Piştofli, İhsanlı, Binatla, Çingallı, Goballı, Terzili, Zurnacılı gibi kısımlara
dağıtılmıştır. Bu kiliselerin yanında küçük ev kilisecikleri de vardır. Kiliselerin büyüklüğü ve sayıları
mahallelerin nüfusu ile orantılıdır. Sn. Christopher, St. Theodore, St. Kynake ve Binatlı Kutsal Elas
Kiliseleri en dikkati çekici olanlardır.
Yörede derebeyi egemenliğinin olduğu bir dönemde Santa, doğal konumu ile bağımsız ve korunaklı bir
sığınak olarak Hrıstiyan toplumunun varlığını sürdürmesine elvermiştir. Santa’da tarım ve
hayvancılığın yanı sıra, çevrede var olan kurşun ve demir gibi maden ocakları da işletilmiş, hatta
demircilik önemli bir zenaat kolu haline gelmiştir.
Santa’da bugün varlıklarını en iyi koruyan yapılar çeşmeler olmuştur. Bu da suyun hangi din veya
ırktan olursa olsun, herkes için ortak bir ihtiyaç maddesinin oluşundan kaynaklanmıştır. Çeşmelerin
önlerindeki yalaklardan küçük kanallarla hayvanların su içebileceği yerlere sular taşınmıştır.
GİRESUN ADASI ve ARGANOTLAR
Giresun Adası Karadeniz’de bulunan, içinde insanların
yaşayabileceği tek adadır. Birinci derece tarihi sit, ikinci
derece doğal sit alanı olan adanın yüzölçümü yaklaşık 46
bin metre karedir. En yüksek yeri 30 metreyi bulan Giresun
Adası şehir merkezine 20 dakika mesafededir. Ada, kesin
olmamakla
birlikte
Giresun
şehrinde
bulunan
Gedikkayası’ndan kopan bir parçanın Karadeniz’e
yerleşmesiyle oluşmuştur.
Ada’nın en önemli özelliği 81 değişik kuş cinsine
barındırıyor olmasıdır. Bu türler arasında Tepeli Patka,
Karagerdanlı Dalgıç, Kadife Ördek ve Tepeli Karabatak,
küresel koruma altında olan kuş türleridir. Adayı üreme amaçlı kullanan kuş türleri arasında Gümüş
Martı, Karabatak, Küçük Karga ve Karatavuk bulunmaktadır. Ada göçmen kuşların konaklama yeri
olarak dikkat çekerken, ayrıca Karabaş Martı, Bahri, Ekin Kargası, Leş Kargası, Karatavuk,
Akkuyruksallayan, İspinoz, Yeşilbaş ve Kızılgerdan adada bulunan diğer kuş türleridir. Giresun
Adası’nın bitki çeşitliliği de dikkat çekicidir. Adada değişik türde floristik yapının bulunduğunu
söylemek mümkündür.
Dünya Mitolojisinde de özel bir yere sahip olan Giresun Adası’nın tarihteki adı Aretias’tır. İlk çağda
Areionesos, Nesos, Area, Areos isimleri ile anıldığı bilinmektedir. Romalıların ise adaya Chalceritis
adını vermişlerdir.
Altın Postun peşinde Argonautlar
Giresun Adası’nın mitolojik pek çok olayda adı geçmiştir.
Ada, mitolojide geçen Altın Post peşindeki Argonautlar ile
ilgili önemli bir olaya sahne olmuştur. Thabai Kralı
Athamanas’ın, Nefele adlı karısından iki erkek çocuğu olur.
Sonraki yıllarda ikinci kez evlenen kral çocuklarını kurban
ederse ülkesinin kıtlıktan kurtulacağına inandırılır. Bunu
öğrenen anneleri Nefele çocuklarını bulut ve buğuya
sararak uçan altın bir posta bindirir ve onları Karadeniz’e
doğru gönderir. Çocuklardan biri Çanakkale Boğazı’nda
fırtınaya tutularak ölür, diğeri yoluna devam eder ve
mitolojik kişilerce Çanakkale Boğazı ile Kafkasya arasında
bir yere saklanır.
Herakles döneminde aralarında Güç Tanrısı Herkül’ün de bulunduğu bir gurup yiğit, altın postu ele
geçirmek amacıyla Karadeniz’eaçılırlar. Bir sürü serüven yaşadıktan sonra Aretias (Giresun) Adası’na
gelirler. Altın postun burada saklı olduğuna inanmaktadırlar. Ancak adada onları ejderha yapılı kuşlar
karşılar. Herkül’ün daha önce Stymphales Gölü çevresinden kovduğu kuşlar buraya yerleşmişlerdir.
Kuşlar tüylerini ok gibi fırlatarak saldırıya geçerler. Argonautlar kalkanlarıyla kendilerini korumaya
çalışsalar da bir arkadaşlarını yitirmekten kurtulamazlar. Sonunda kuşları öldürür ve altın postu
aramaya koyulurlar. Bulamayınca da adayı lanetleyerek ayrılırlar.
Doğurganlığın sembolü Hamza taşı
Adada yer alan eserler arasında en çarpıcı olanı ziyaretçilerin
büyük ilgi gösterdiği Hamza Taşı’dır. Taş aslında doğurganlığın
sembolüdür. Çocuğu olmayanların bu taş etrafında üç tur atarak
dilekte bulunmaları halinde dileklerinin yerine geldiğine inanılır.
Ada da yer alan Hamza taşının etrafında yer alan diğer kaya
parçaları ve taşın üst kısmının başka bir taşın oturtulması için düz
yapılmış izlenimi vermesi Hamza taşının da tanrıça Kibele inancı
için yapılmış olduğu gerçeğini doğurmaktadır.
Hamza taşı, bugün hala Giresunlularca Mayıs yedisi adıyla anılan, yılın her yirmi mayıs günü Giresun
Aksu şenliklerinde ziyaret edilen ilginç bir kalıntıdır. “Giresun Aksu Şenliği Rumi takvime göre yedi
mayısa denk geldiği için halk mayıs yedisi demektedir.
TARİHİ BEDESTEN ÇARŞISI
Evliya Çelebi’nin;’ İçinde değerli eşya alınıp satılan yer’ anlamına
gelen bedestenler, Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme devrinde
ticari açıdan çok hareketli ve önemli merkezleriydi.
O dönemlerde çok değerli mücevherler satan dükkanlar
bulunuyordu. Günümüzde de canlı alışveriş merkezlerindendir.
Kentte bulunan az sayıda mermer ustası bu çarşıda mesleklerini
sürdürmektedir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde bedestenler hakkında ‘Burada
mısır hazinesi değerinde olan elmas ve mücevherler zengin tacirlerin
dolaplarında gözleri kamaştırır; çarşıyı 60 gece bekçisi beklerdi.’
Şeklinde yazmaktadır.
Osmanlı Devleti zamanında ticari açıdan çok önemli rol oynamış
birçok bedesten bugün yok olmuştur. Bunlardan birçoğu da
Balkanlarda olanlardır.
Trabzon Bedesten Çarşısı , Trabzon’da Osmanlılar tarafından inşa
edilmiş olan en eski ticari yapıdır. Evliya Çelebi eserinde Trabzon ticaret hayatından bahsederken şöyle
söylemektedir.
‘Çarşıların en seçkini, Mumhane kapısındaki taşra esnafınındır. Bunlar, kapının hizasında ve deniz
kıyısında kat kat kalabalık dükkanlardır. Kagir kapı ve bedesteni vardır ki , içindeki tüccarlar zengin, eli
açık, vakarlı ve muhteşem bezirganlardır. Orta Hisar’da her esnaftan bulunur. Yetmiş seksen kadar
dükkanlar vardır ki küçük Pazar derler’
Bedesten’in doğu tarafındaki kapısı üzerinde teşhis edilemeyen bir kitabe bulunduğunu, dört demir
kapısı ile ortasında güzel bir içme suyu olan bir kuyusu bulunduğunu yazmaktadır.
Bedesten’in Trabzon Rum İmparatorluğu zamanında Venedikliler veya Cenevizliler tarafından inşa
edildiği fikri ortaya atılmış olmasına rağmen binanın kemerleri Türk sitilinde yapılmış ve
şekillendirilmiştir. Yine binanın inşasında kullanılan malzemenin bir kısmının Gülbahar Hatun
Türbesi’nde kullanılmış olması binanın Türkler tarafından inşa edilmiş olduğunun en kuvvetli
delilleridir.
Hemen hemen kareye yakın bir biçimde inşa edilmiştir. Dört kapısı olup, iç duvarlarında oyulmuş
dolap yerleri bulunması yapının bedesten karakterine işaret eder. Fakat binada garip bir örtü sistemi
bulunur. Binanın dört köşesinden ortadaki ayaklara atılmış kemerler vardır. Dört payenin ortasında
kalan kare bölümün üstünde evvelce bir kubbe olduğu tahmin edilmektedir. Dokuz kubbeli
bedestenlere çok benzemekle beraber yapının onlardan çok farklı bir üst yapı mimarisine sahip olduğu
anlaşılmakta ve örtü sisteminin nasıl olduğu çözülememektedir.
ATATÜRK KÖŞKÜ
Trabzon’a hakim Soğuksu sırtlarında, çam
ormanları içinde yer alan bina, Kostantin
Kabayanidis tarafından 1890 yılında yazlık olarak
yaptırılmıştır. Avrupa ve Batı Rönesans
mimarisinin etkilerini taşıyan binada büyük ve
gösterişli Avrupa simgeleri kullanılmıştır. Köşkün
dış cephesi taş işçiliği göstermekte olup, iç cephesi
Bağdadî tekniğindedir. Yerler yine aynı akımın
etkisi olarak dönemin fayanslarıyla döşenmiştir.
Atatürk, 15-17 Eylül 1924 tarihlerinde Trabzon’u
ilk kez onurlandırdığında bu gün Trabzon Müzesi
olarak düzenlenen konakta ağırlanmıştır.15 Eylül
günü Soğuksu semtine yaptığı gezintide Köşkü görmüş ve çok beğenmiştir. 27–29 Kasım 1930
tarihlerinde Trabzon’u ikinci kez onurlandırdığında da Eski Türk Ocağı binasında ağırlanmıştır.
Daha sonra gerekli çalışmalar sürdürülerek bina 1930 yılında Trabzon Özel İdaresince tescil edilerek İl
Daimi Encümeninin 18.5.1931 tarih ve 361 sayılı kararıyla Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretlerine “ temlik” edilmiştir. Daha sonra Trabzon’dan oluşturulan bir heyet Ankara’ya giderek
köşkün tapusunu ve anahtarını Atatürk’e teslim etmiştir.
Atatürk, 10–12 Haziran 1937 tarihlerinde üçüncü ve son kez Trabzon’u onurlandırdığında ise, iki gece
bu Köşkte kalmıştır.
Atatürk’ün ölümünden sonra Köşk, Ankara Asliye Hukuk Hakimliğinin 7.12.1938 tarih ve 938/2509
Esas ve 1627 sayılı kararı ile yasal varisi, kardeşi Makbule Boysan’ a intikal ettirilmiştir. Köşkün müzeye
dönüştürülmek amacıyla Trabzon Belediyesince Makbule Boysan’dan satın alınması, Trabzon Asliye
Hukuk Hakimliğinin 6.8.1942 tarih ve 476/284 nolu kararıyla gerçekleştirilmiş olup; istimlak bedeli
olarak 10.000. TL Makbule Boysan adına Ziraat Bankası hesabına 30.3.1943 tarih ve 673 sayılı
makbuzla yatırılmıştır. Bina 1943 yılından itibaren müzeye dönüştürülerek hizmete açılmış olup halk
arasında “Atatürk Köşkü” adıyla anılmaktadır.
AYASOFYA MÜZESİ
İstanbul'un Latinler tarafından işgal edilmesinden
sonra kaçan ve Trabzon'da 1204 yılında Trabzon
imparatorluğunu kuran Komnenos Ailesinden Kral
I.Manuel (1238-1263) tarafından 1250-1260 yılları
arasında yaptırılan ve bir manastır kilisesi olan
Ayasofya adı "Kutsal Bilgelik" anlamına gelir.
Bölgenin 1461 yılında Osmanlılar tarafindan
fethedilmesine kadar geçen dönemde önemli bir kilise
olan Ayasofya, bu tarihten sonra da önemini koruyarak
faaliyetlerine devam etmiştir. Ancak 1670 yılında
görülen ihtiyaç üzerine camiye çevrilmiş ve 1864
yılında da restore edilmiştir.
I. Dünya Savaşı yıllarında Ruslar tarafından işgal edilen Ayasofya, askeri karargah, hastane, depo ve
savaştan sonra yine cami olarak kullanılmıştır. Binanın en görkemli cephesi güneyidir. Burada Adem ile
Havva'nın yaratılışı kabartma olarak bir friz halinde anlatılmıştır.
1.sahnede: Adem ile Havva'nın yaratılışı
2.sahnede: Adem ile Havva'nın cennette yaşayışları
3.sahnede: Yasak elma
4.sahnede: Adem ile Havva'nın cennetten kovuluşları
5.sahnede: İlk cinayetin tasviri(Kabil'in Habil'İ öldürmesi) yer almaktadır.
Ayasofya'nın süslemelerinin önemli bölümünü meydana getiren fresklerde İncil'den alınmış konular
canlandırılmıştır. Kubbede ana tasvir Hz. İsa'nın Tanrısal yönünü aksettiren Pantacrator İsa'dır. Bunun
altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur. Pencere aralarında on iki havari tasvir
edilmiştir. Pandantiflerde değişik kompozisyonlar yer almaktadır. İsa'nın doğumu, vaftizi, çarmıha
gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiştir.
Memişağa Konağı (Kastel Konağı)
Memiş Ağa, bölgenin son Baş Tımar Ağası
olan Hacı Yakup Ağa’nın oğludur. Memiş Ağa
1819 yılında Osmanlı Hükümeti tarafından
Ayan
Ağa’lığına
kabul
edilerek
görevlendirilmiştir.
1824 tarihi itibariyle , Memiş Ağa’nın Ayan
Ağa’lığı yeni yetkilerle daha güçlü konuma
getirilerek, komşu yerleşim alanlarının
idaresi de Memiş Ağa’ya devredilmiştir.
1846 yılında Yüzbaşı rütbesi verilerek silahlı
kuvvetlerinin bölgedeki temsilcisi olur. 1854
yıllarında asker kaçaklarını yakalayıp teslim etmekle, Osmanlı hükümeti tarafından görevlendirilir. Bu
olaylarda hükümetin tarafını tutan Memiş Ağa, bu olaydan sonra güçlenmiş, zenginleşerek
1856'daTrabzon'un Sürmene ilçesi Kastel mevkiindeki konağı yaptırmıştır.
Memiş Ağa konağı taş duvarları, yerden iyice yükseltilmiş üst yaşama katı ve konumu ile hem "kale ev"
hem de bir yönetim binası niteliğindedir.Konakta Memiş Ağa yöneticilerle toplantı yapar, emirlerini
buradan verirdi. zemin katta bulunan zindanda cezalandırılmış kişilerin tutulmaktaydı.
Mimari
Memiş Ağa konağı taş duvarları, yerden iyice yükseltilmiş üst yaşama katı ve konumu ile hem "kale ev"
hem de bir yönetim binası niteliğindedir.Konakta Memiş Ağa yöneticilerle toplantı yapar, emirlerini
buradan verirdi. zemin katta bulunan zindanda cezalandırılmış kişilerin tutulmaktaydı. İki katlı
kademeli cepheli büyük bölümü taştan inşa edilmiş geniş saçaklı bir yapıdır.Taş ve özellikle ahşap
işçiliği ile ünlüdür. Konaktaki asıl yaşam birinci katta olup, buraya üzeri kapaklı düz bir merdivenle
çıkılmaktadır. Zemin katta ise aşhane bölümü diye isimlendirilen mutfak, kiler ve kemerli ocakları yer
almıştır.Aşhanenin her iki yanında, küçük odalar yerleştirilmiştir. Bunlar, hizmetçi ve görevli odalarıdır.
Döner Tavan
18 yy.da yapıldığı sanılan binanın üst katındaki batı odasının ortasında bir mil etrafında dönebilen bir
parça vardır. Bu vantilatör ve rüzgârgülü vazifesini görmektedir. Tavanın tam ortasında, çevresiyle aynı
süslere sahip yaklaşık 35 cm lik yuvarlak bu bölüm, çatı dışına çıkan ve rüzgârla dönen bu mil
sayesinde hareket edebilmektedir. Tavanın bu özelliğinden dolayı konağa halk arasında ''Döner tavanlı
konak'' ismi de denilmektedir.
TRABZON MÜZESİ
Trabzon müzesi olarak düzenlenen konak zeytinlik
caddesinde 1900’lü (1889-1913) yılların başlarında
banker Kostaki Thopylaktos tarafından büyük
programlı konut olarak yaptırılmıştır. Konağın
mimarlarının ismi tespit edilememiştir. Ancak
mimarlarının İtalyan olduğu belirlenen yapıda
kullanılan bir çok malzemenin de İtalya’dan
getirildiği bilinmektedir. Kostaki Teopylaktos 1917
yılında iflas edince bu yapıyla birlikte bütün mal
varlığına haciz konulmuş ve konak Nemlioğlu ailesi
tarafından satın alınmıştır.Trabzon Valisi Ali Galip
Bey zamanında 1927-1931 yıllarında 25.000 TL
bedelle kamulaştırılarak, 1927-1931 yılları arasında
Hükümet Konağı, 1931-1937 yılları arasında Genel Müfettişlik Binası olarak kullanılmıştır. 1937 yılında
Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilen yapı, 50 yıl Kız Meslek Lisesi olarak hizmet vermiş, 1987 yılında
müze olarak düzenlenmek üzere Kültür Bakanlığı’na tahsis yapılmıştır.
Ülkemizin sayılı Sivil mimarlık örnekleri arasında yer alan konağın bodrum katı hariç diğer kat duvarları
tamamen kalem işi bezelidir. 1988-2001 yılları arasında Kültür Bakanlığınca restorasyonu tamamlanan
Konak 22 Nisan 2001 tarihinde Trabzon Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
Konağın bodrum katı; Arkeolojik Eserler Seksiyonu, zemin katı; Konak Teşhiri, birinci katı; Etnoğrafik
Eserler Seksiyonu ve asma katı İdari Bölüm olarak düzenlenmiştir.
ZİL KALE
Bölgenin en dikkate değer eserlerinden birisidir. Kale 1. Derece
Arkeolojik sit alanı içerisinde yer almaktadır. İlçe merkezinin 15
km. güneyinde, Fırtına Deresi’nin batı yamaçları üzerine
kuruludur. Kalenin üzerinde inşa edildiği sarp kaya kütlesi
denizden 750 m, dere yatağından yaklaşık 100 m.
yüksekliktedir. Kale; dış surlar, orta surlar ve iç kaleden
meydana gelir. Dış kalenin kapısına kuzeybatı yönündeki patika
bir yolla ulaşılır. Bir teras yardımıyla orta surlar seviyesine
çıkılır. Buradan ikinci bir kapı yardımıyla kale içerisine girilir.
Orta kale içerisinde üç önemli yapı bulunur. Bunlar muhafız
binası, şapel ve baş kuledir. Kulenin dört katlı olduğu
duvarlardaki hatıl izleri ve kiriş deliklerinden anlaşılmaktadır.
Duvarlar üzerinde doğu (vadi, manzara) yönünde kemerli
pencereler, diğer taraflarda mazgal delikleri bulunmaktadır.
Kulenin üstünün dendanlı bir teras şeklinde olduğu
belirlenmiştir.
Zil Kale, kentteki diğer Varoş Kale, Ciha Kale ve Kız Kaleleri gibi
hem yörenin, hem de Bayburt’a ulaşan önemli bir ortaçağ
kervan yolu üzerinde güvenliği sağlıyordu. Osmanlıların bölgeyi fethinden sonra kalenin kullanılmaya
devam ettiği biliniyor. 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan bakım, onarım ve
restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır.
Download