tip 2 diabetik kadınlarda tiroid fonksiyon testleri ve tiroid

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
TAKSİM EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
1.DAHİLİYE KLİNİĞİ
KOORD.ŞEFİ: Uz.Dr.İsmail Ekizoğlu
TİP 2 DİABETİK KADINLARDA TİROİD
FONKSİYON TESTLERİ VE TİROİD
ULTRASONOGRAFİSİ
(Dahiliye uzmanlık tezi)
DR. MELEK BAŞ
Tez yöneticisi
UZ.DR.OSMAN MAVİŞ
İSTANBUL-2008
i İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ
iii
KISALTMALAR
iv
GİRİŞ
1
GENEL BİLGİLER
2
MATERYAL VE METOD
38
BULGULAR
40
TARTIŞMA VE SONUÇ
46
ÖZET
50
KAYNAKLAR
51
ii ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimimin ilk yılında
emekli
olan değerli hocamız klinik şefim
Dr.Ömer Şenkal’a ,
Asistanlığım süresince bilgi ve tecrubelerinden faydalandığım, her türlü desteğini
bizden esirgemeyen 2. Dahiliye klinik şefi Dr. İsmail Ekizoğlu’na ,
Klinik bilgi ve deneyimlerini bizimle paylaşarak yetişmemizde büyük emekleri olan
1. Dahiliye Kliniği Şef Yardımcıları Dr. Rahime Özgür ve Dr. Osman Maviş’e,
Birlikte çalıştığım uzmanlarım Dr. Pakize Cenk, Dr. Faik Akvardar ve Dr. Ali
Abbas Özdemir’e,
Çalışma ortamını keyifle paylaştığım asistan arkadaşlarıma, servis ve poliklinik
hemşirelerimize, personelemize,
Yardımlarını ve sevgilerini benden esirgemeyen aileme ve eşime,
Sonsuz sevgi, saygı ve teşekkürler…
iii KISALTMALAR
DM: Diabetes Mellitus
ADA: Amerikan diyabet birliği
EASD: Avrupa diyabet çalışma birliği
IDF: Uluslararası diyabet federasyonu
IFG: Bozulmuş açlık glukozu
IGT: Bozulmuş glukoz toleransı
OGTT: Oral glukoz tolerans testi
GDM: Gestasyonel diabetes mellitus
AKŞ: Açlık kan şekeri
HbA1c: Glikolize hemoglobin
T3: Triiyodotironin
T4: Tiroksin
TSH: Tirotropin salgılayan hormon
USG: Ultrasonografi
MNG: Multinodüler guatr
S.nodül: Soliter nodül
D.hiperplazi: Diffüz hiperplazi
TH: Tiroid hormonları
TİİAB: Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi
iv GİRİŞ
Diabetes mellitus karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmalarında anormallikler ve
bunlara eşlik eden klinik ve biyokimyasal bulgularla karakterize kronik bir hastalıktır.
Diabetes Mellitus tüm dünyada en sık rastlanan endokrin hastalıktır. Türkiye diyabet
epidemiyoloji çalışması (TURDEP)’nın sonuçlarına göre ülkemizde Tip 2 diyabet
prevalansı %7,2 bulunmuştur.
Tiroid hastalığı genel populasyonda sıktır ve prevalansı yaşla artar. Diyabetik
hastalarda tiroid disfonksiyonunun tanısının sadece klinik manifestasyonlara dayanılarak
konulması zordur. Kötü glisemik kontrol, artmış iştaha rağmen kilo kaybı ve yorgunluk
gibi hipertiroidizme benzer özellikler gösterebilir. Diğer taraftan, ileri diyabetik nefropati
ödem, yorgunluk, solukluk ve kilo kaybı nedeniyle hipotiroidizm olarak yorumlanabilir.
Günümüzde modern cihazlarla tiroid fonksiyonlarının değerlendirilmesi basit ve
ucuz bir yöntem haline gelmiştir. Hipotiroidizm erişkin populasyonda en sık görülen tiroid
hastalığıdır ve yaşlı kadınlarda daha sıktır. Genellikle otoimmun orijinlidir. Tersine
hipertiroidizm çok daha az sıklıktadır. Graves en sık sebeptir ve genellikle genç erişkinleri
etkiler. Toksik multinodüler guatr ise ileri yaş grubunu etkileme eğilimindedir.
Palpabl tiroid nodülleri populasyonun %4-7’sinde oluşur fakat nodüller USG’de
insidental olarak %19-67 oranında bulunur. Tüm
palpabl nodüllerin %5’i malign
olduğundan tiroid nodülü değerlendirmenin asıl amacı maligniteyi dışlamaktır. Nodüllerin
büyük kısmı asemptomatiktir ve tiroid nodülleri olan çoğu insan ötiroiddir.
Diyabetik hastalar normal populasyonla karşılaştırıldığında
tiroid hastalığı
prevelansı yüksektir. Kadınlarda daha sıktır. Postpartum tiroidit sıklığı normal kadınların 3
katıdır.Tek organa spesifik otoimmun hastalıklarda diğer otoimmun hastalıkların gelişme
riskinin yüksek olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Tip 1 diyabetli bayan hastaların %
30’unda tiroid hastalığına rastlanması şaşırtıcı değildir. Yapılan çalışmalarda tip 2
diyabetlilerde tiroid hastalıklarına normal populasyondan daha sık rastlanılmıştır. Biz de
çalışmamızda orta-ileri yaşlı, Tip 2 diyabetik bayan hastalardaki tiroid hastalığı sıklığını
biyokimyasal/radyolojik olarak saptamaya çalıştık.
1 GENEL BİLGİLER
1.DİABETES MELLİTUS 1-1. DİABETES MELLİTUSUN TARİHÇESİ:
Diabetes Mellitus hakkındaki bilgiler milattan önceki yıllara uzanmaktadır. M.Ö.
1500 yıllarında Mısır papirüslerinde aşırı idrarla seyreden bir hastalık tanımlanmıştır. M.Ö.
V. Yüzyılda Hintli hekim Susruta “Susruta-Samhita” adlı eserinde aşırı susama, ağır bir
ağız kokusu, yorgunlukla birlikte ballı idrarla seyreden bir hastalıktan bahsetmiştir.
Hastalığa ilk kez diyabet adını M.S. 130-200 yılları arasında yaşayan Kapadokyalı
Aretheaus vermiştir. Aretheaus eserinde diyabeti, “Hastalık etlerin ve uzuvların sulanarak
idrar haline geçmesidir. Bu illete tutulan hasta su içmeye asla kanmaz, idrar etmekten asla
kendini alıkoyamaz çünkü sıvılar vücudundan süzülerek (diabetes: süzme, süzülme) dışarı
akar, böbrekler, mesane, idrar yolları sanki genişçe açılmış bir kanaldır. Bir süre sonra bu
durum zayıflama ve kollapsusa neden olur, hayat ancak bir müddet devam eder, çok uzun
sürmez” şeklinde tanımlamıştır.
M.S. 1000 yıllarında İbn-i Sina, diyabetiklerde ilk kez gangreni tanımlamış, ayrıca
diyabetin birbirinden farklı gidiş gösteren iki tipinin oluğunu belirtmiştir. Yüzyıllar boyu
diyabetiklerin idrarı tatlı olarak bilinmekle birlikte, 1674 yılında Willis, idrarın bal ve tatlı
karışımı bir tadı olması nedeniyle hastalığa Diabetes Mellitus (Mellitus: Bal) adını
vermiştir.
Ondokuzuncu yüzyıl başlarında pankreas ile hastalık arasındaki ilişki belirlenmiş,
1869’da Langerhans memelilerde pankreas adacıklarını tanımlamıştır. Kanadalı diyabetli
bir çocuğa 1922’de injekte edilen pankreas ekstresinin, yüksek kan glukoz düzeyini
düşürdüğü, glukozüri ve ketonüriyi kontrol altına aldığı gösterilmiştir. Meyer, Langerhans
adacıklarında salgılanan ve kan glukozunu düşüren bu maddeye “insülin” adını vermiştir.
İnsülinin moleküler yapısı 1955’te Sanger tarafından gösterilmiş ve bu buluşu kendisine
Nobel ödülü kazandırmıştır. Steiner, 1967’de insülin prekürsörü olan proinsülini, 1969’da
Hodgkin insülinin üç boyutlu yapısını 1980’de Bell insülin genini göstermişlerdir.
Freychetin ve Cuatrecasas 1985’de insülin reseptör genini klonlamışlardır (2).
2 1-2. DİABETES MELLİTUSUN İNSİDANSI VE EPİDEMİYOLOJİSİ:
İnsanların yaşam sürelerinin giderek uzaması, fiziksel aktivitenin azalması ve
obezitenin artması, diabetes mellitus insidans ve prevalansında bir patlamaya neden
olmuştur (12). Dünya sağlık örgütü, diyabetin prevalansının gelecek 22 yıl içinde iki katına
çıkacağını düşünmektedir (13). Dünya genelinde 2025 yılında diyabet prevalansının erişkin
populasyonun %5.4’ü olacağı ve bu olguların %75’inin gelişmekte olan ülkelerde
bulunacağı tahmin edilmektedir (13, 14). Diyabet prevalansı ülkeler arasında ve farklı etnik
gruplarda belirgin düzeyde değişiklik göstermektedir. Papua Yeni Gine’deki kabilelerde,
Eskimolar
arasında
veya
Çin’de
%1
olan
prevalans,
Avustralya
yerlilerinde,
Mikronezya’daki Naurulularda veya Arizona’daki Pima Kızılderililerinde %20-45’e kadar
çıkabilmektedir. Prevalansdaki bu farklılık uluslar arasında daha belirginleşmektedir.
Örneğin beyaz ırka göre Amerika Birleşik Devletleri’nde Afrika kökenli Amerikalılar
arasında iki kat, Meksika kökenli Amerikalılar arasına iki buçuk kat ve yerli Amerikalılar
arasında 5 kat daha fazla diyabet görülmektedir (15,16).
Ülkemizde yapılan çalışmalarda değişik değerler bildirilmekle beraber 2002 yılında
sonuçları yayınlanan TURDEP çalışmasına göre prevalansın %7.2’e yükseldiği
düşünülmektedir (16, 17). Farklı toplumlarda görülen diyabet prevalansındaki bu çeşitlilik
büyük olasılıkla genetik ve çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır (15). Etnik gruplar
dışında diyabet için risk altında olan belirli popülasyonlardan biri de yaşlılardır (36).
Ulusal Sağlık ve Beslenme İncelemesi Anketi III (NHANES=National Health and
Nutrition Examination Survey) verilerine göre diyabet prevalansının 20-39 yaşları
arasındaki erkeklerde %1.6 iken 75 yaş üstü erkeklerde %21.1 olduğunu göstermektedir.
Bu da gelecek yıllarda diyabet prevalansında öngörülen artışın en az yarısından yaşlanan
dünya popülasyonunun sorumlu olacağını işaret etmektedir (18,19). Dünya genelinde
çocuklar arasında fiziksel aktivitede azalma ve obezitede artış sebebiyle, klasik olarak
düşük riskli kabul edilen bu popülasyonda da diyabet prevalansı sabit bir artış
göstermektedir (20).
3 1-3. DİABETES MELLİTUSUN TANIMI:
Diyabet, insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki defektler nedeniyle
organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince yararlanamadığı, sürekli tıbbi
bakım gerektiren, kronik bir metabolizma hastalığıdır. Kontrolsüz diyabetten kaynaklanan
hiperglisemi akut komplikasyonlar ile ölüme yol açabilir, uzun dönemde gelişen kronik
komplikasyonlar ile de yaşam kalitesini bozar. Hastalığın, akut komplikasyon riskini
azaltmak ve uzun dönemde tedavisi pahalı ve kronik (retinal, renal, nöral, kardiyak ve
vasküler) sekellerinden korunmak için sağlık çalışanları ve hastaların sürekli eğitimi şarttır.
Glukoz metabolizmasının diğer bozukluklarını ifade etmek için kullanılan
‘Disglisemi’ ise kalitatif bir terimdir (36,37).
1‐4. DİABETES MELLİTUSUN SINIFLANDIRILMASI (1,10):
I. Tip 1 Diyabet (
-hücre harabiyeti, genelde mutlak insulin yetersizliği vardır.)
A.Otoimmun
B. İdiopatik
II. Tip 2 Diyabet (İnsülin rezistansının ön planda olduğu durumdan, insülin
sekresyonunun ön planda olduğu duruma kadar değişiklik gösterir.)
III. Diğer spesifik tipler
A-
hücre fonksiyonunda genetik defektler
• MODY 1 (Kromozom 20, HNF-4 )
• MODY 2 (Kromozom 7, glukokinaz)
• MODY 3 (Kromozom 12, HNF-1 )
• MODY 4 (Kromozom 13, insulin promoter faktor-1;)
4 • MODY 5 (Kromozom 17, HNF-1 )
• MODY6 (Kromozom 2, NeuroD1)
• Mitokondriyal DNA
• Diğerleri
B- İnsülin etkisinde genetik defektler
• Tip A insulin rezistansı
• Leprechaunizm
• Rabson-Mendenhall sendromu
• Lipoatrofik diabet
• Diğerleri
C- Ekzokrin pankreas hastalıkları
• Pankreatit
• Travma/pankreatektomi
• Neoplazm
• Kistik fibrosis
• Hemakromatozis
• Fibrokalküloz pankreas
• Diğerleri
D- Endokrinopatiler
• Akromegali
5 • Cushing sendromu
• Glukagonoma
• Feokromasitoma
• Hipertiroidizm
• Somatostatinoma
• Aldosteronoma
• Diğerleri
E- İlaç ya da kimyasal maddeler
• Vacor
• Pentamidin
• Nikotinik asit
• Glukokortikoidler
• Tiroid hormonu
• Diazoksit
• B-adrenerjik agonistler
• Tiazidler
• Dilantin
• α-interferon
• Diğerleri
F- Enfeksiyonlar
6 • Konjenital rubella
• Sitomegalovirus
• Diğerleri
G- İmmun aracılıklı nadir görülen diabet formları
• “Stiff-man” sendromu
• Anti-insulin reseptor antikorları
• Diğerleri
H- Diabetle birlikteliği olan diğer genetik sendromlar
• Down sendromu
• Klinefelter sendromu
• Turner sendromu
• Wolfram sendromu
• Friedreich ataksisi
• Huntington koresi
• Laurence-Moon-Biedl sendromu
• Miyotonik distrofi
• Porfiria
• Prader-Willi sendromu
• Diğerleri
IV.Gestasyonel
7 1-5. DİABETES MELLİTUSUN TANI KRİTERLERİ (1,10,11):
Diyabet ve glukoz metabolizmasının diğer bozukluklarının tanı ve sınıflamasında
son 10 yılda değişliklikler yapılmıştır. Önce 1997 yılında, Amerikan Diyabet Birliği
(ADA) yeni tanı ve sınıflama kriterlerini yayınlamış ve hemen ardından 1999’da Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) bu kriterleri küçük revizyonlarla kabul etmiştir. Daha sonra 2003
yılında, bozulmuş açlık glukozu (IFG) tanısı için ADA tarafından küçük bir revizyon
yapılmıştır. WHO ve Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) tarafından 2006 yılı
sonlarında yayınlanan raporda ise 1999 kriterlerinin korunması benimsenmiştir. Buna
karşılık, ADA ve Avrupa Diyabet Çalışma Birliği (EASD) 2007 yılında yayınlanan son
konsensus raporlarında ise 2003 yılındaki düzenlemenin değişmemesi gerektiğini
savunmaktadır.
Diyabet ve glukoz metabolizmasının diğer bozuklukları için 2003 yılı revizyonunu
da kapsayan yeni tanı kriterleri Tablo-1.1’de görülmektedir.
•
•
Diabetes mellitus
Rastgele glukoz + diyabet semptomları
≥200
AGK (en az 8 saatlik açlığı takiben)
≥126
OGTT’de 2. saat KG
≥200
Bozulmuş Glukoz Toleransı (IGT)
OGTT’de 2. Saat KG
•
140-199
Bozulmuş Açlık Glukozu
(en az 8 saatlik açlığı takiben)
100-125
Tablo-1.1’de görüldüğü gibi diyabet tanısı üç yöntemle konulabilir. Çok ağır
diyabet semptomlarının bulunduğu durumlar dışında, genellikle hangi yöntemle diyabet
tanısı konulmuşsa daha sonraki bir gün diğer bir yöntemle de tanı doğrulanmalıdır. Tanı
için 75 g glukoz ile standart oral glukoz tolerans testi (OGTT) yapılması, açlık kan glukoz
(AKG) düzeyine göre daha sensitif ve spesifik olmakla birlikte, bu testin aynı kişide
günden güne değişkenliğinin yüksek, emek yoğun ve maliyetli olması rutin kullanımını
8 güçleştirmektedir. Diğer taraftan, AKG’nin daha kolay uygulanabilmesi ve ucuz olması
klinik pratikte kullanımını arttırmaktadır. OGTT ile diyabet tanısı aldığı halde, AKG ile
diyabet saptanmayan kişilerde glikozillenmiş hemoglobin A1C (HbA1C: A1C) yüksek
değildir (<%6). Hastalığın aşikar klinik başlangıcı nedeniyle tip 1 diyabet tanısı için çoğu
kez OGTT yapılması gerekmez.
Tanı kriterleri venöz plazmada glukoz oksidaz yöntemi ile yapılan ölçümleri baz
almaktadır. Klinikte veya hastaların evde glisemi takibinde kullandıkları tam kan glukoz,
kapiller KG ve serum glukoz düzeyleri biraz daha düşüktür (*). WHO’ya göre açlık
kapiller tam KG düzeyi venöz plazmadakine eşittir, ancak toklukta kapiller KG düzeyi
plazmadakinden yaklaşık olarak %10 daha düşük kabul edilmektedir.
Günümüzde IFG ve IGT, “Pre-diabet” olarak adlandırılmaktadır. Bunun nedeni,
epidemiyolojik
kanıtların
bu
düşük
makrovasküler
komplikasyonlarla
düzeydeki
birlikteliğini
karbonhidrat
ve
sıklıkla
intoleransının
diabete
bile
ilerlediğini
göstermesidir (33,34,38).
1-6. GESTASYONEL DİABETES MELLİTUS (GDM) (10):
Gebelik diyabetinin araştırılması amacıyla, birçok toplumda genellikle 50g
glukozlu tarama testi pozitif çıkan gebelerde birkaç gün sonra 100g glukozlu, 3 saatlik
OGTT yapılmaktadır (30).
Alternatif olarak 75g glukozlu, 2 saatlik OGTT de önerilmektedir.
50 g glukozlu tarama testi
Gebeliğin 24.-28. haftalarında rasgele bir zamanda (açlık-tokluk durumuna
bakılmaksızın)
50 g glukozlu sıvı içirildikten 1 saat sonra KG düzeyi ≥140 mg/dl ise normal
değildir.
9 100 g glukozlu OGTT
50g glukozlu tarama testi pozitif olan gebelerde tanıyı kesinleştirmek için
yapılmalıdır.
75 g glukozlu OGTT
WHO ve bazı otörler, gebelerde de gebe olmayan erişkinler gibi 75 g glukozlu, 2
saatlik OGTT yapılmasını yeterli görmektedir. WHO gebelerde OGTT değerlendirmesinin
tıpkı gebe olmayan yetişkinlerdeki gibi yapılmasını önermektedir.
TABLO 1.2: ADA ve WHO’ya göre GDM tanı kriterleri
ADA kriterleri
Açlık
1. Saat
2. saat
3. Saat
100 g glukoz ile OGTT
(en az 2 patolojik değer tanı koydurur)
≥95
≥180
≥155
≥140
≥95
≥180
≥155
-
75 g glukoz ile OGTT
(en az 2 patolojik değer tanı koydurur)
WHO kriterleri
75 g glukoz ile OGTT
(en az 1 patolojik değer tanı koydurur)
≥126
-
≥200
Hipergliseminin ve metabolik ayarsızlığın belirgin olmadığı durumlarda testler
tekrar edilmelidir. OGTT’nin rutin olarak uygulanması önerilmemektedir. Diyabet icin
yüksek risk tasıyan bireyler, tanı amaçlı olarak OGTT ile değerlendirilmelidir (22).
10 -
1-7. ORAL GLUKOZ TOLERANS TESTİ.
OGTT Endikasyonları (22):
• Ailede DM hikayesi olanlar.
• Ailesinde MODY tipi diyabet bulunanlar.
• Gestasyonel diyabetin araştırılması amacı ile.
• Tarama testlerinde AKS’nin 110mg/dl üzerinde olması.
• Yüksek bir postprandiyal kan şekeri varsa (ADA diabet kriterlerini sağlamayan)
• Anamnezde iri bebek (>4kg), spontan abortus, prematür doğum, ölü doğum, neonatal
ölüm, hidroamniyos veya toksemi olan hastada hamilelik.
• İzah edilemeyen nöropati, retinopati, erken ateroskleroz, koroner damar hastalığı,
serebrovaskuler hastalık veya periferik damar hastalığı olanlarda ve bu patolojilere 50 yaş
altında raslanması halinde.
• Operasyon, stres, travma, infarktüs, diyabetojenik ilaç kullanımı veya gebelik esnasında
hiperglisemi ya da glikozüri saptanan vakalarda bu olaylar geçtikten sonra.
• Reaktif hipoglisemiyi düşündürecek semptomları olan kişilerde uygulanmalıdır.
Standart OGTT protokolu: (22,23)
• Kişi testten önce, en az 3 gün yeterli miktarda (≥150gr/gün) karbonhidrat içeren beslenme
programına alınmalı.
• Test 3. günün akşamından itibaren 8-14 saatlik açlığı takiben sabah yapılır.
• Testten önceki akşam 30-50 gr karbonhidrat içeren bir oğün tüketilmesi önerilir.
• Test sırasında sigara içilmemeli ve mutad fizik aktivite yapılmalıdır.
11 • Testin yorumunu etkileyebilecek (ilaçlar, inaktivite, infeksiyonler, hastalıklar vb)
faktörler sorgulanmalıdır.
• Enfeksiyon, diğer akut hastalıklar, ağır stres, uzun sürmüş inaktivite, aşırı fizik aktivite
bulunmamalıdır.
• Kortikosteroidler, diüretikler, oral kontraseptifler, difenilhidantoin, psikotrop ajanlar,
tiroksin,
-blokerler, nikotinik asit gibi ilaçlar testten en az 1 hafta önce kesilmelidir.
• Malabsorbsiyonlarda, ağır karaciğer ve böbrek yetersizliklerinde, hipopotasemi
durumunda,
Addison
Hastalığı,
Cushing
Sendromu,
hipertiroidi,
akromegali,
feokromositoma gibi hastalıkların aktif dönemlerinde test ertelenmelidir.
OGTT uygulanması (22,23):
• 8-14 saatlik açlık sonrası sabah 0. saate (açlık) kan alınır (Açlık periyodunda sadece su
içilmesine izin verilir). Vakanın glukoz içmeye başladığı an, testin başlangıcı kabul edilir.
• 300 ml suda eritilmiş 75g glikoz 5 dakikada içirilir (Gebelerde 100gr içirilir.).
• 0, 30, 60, 90, ve 120. dakikalarda glikoz ölçümü için kan alınır (100gr OGTT’de 3. Saatte
de kan alınmalı).
• Glisemi tayini hemen yapılmayacak ise, kan örnekleri sodyum florür (1 ml kan için 6 mg)
içeren tüplerde toplanarak santrifüje edilir, plazması ayrılır ve glikoz ölçümüne kadar
dondurulması gerekir.
1-8. TİP 2 DİABET İÇİN ARAŞTIRILMASI GEREKEN RİSKLİ
DURUMLAR (23):
1. Obez veya kilolu (BMI>25 kg/m2) olan, özellikle santral obezite bulunan kişilerde 45
yaşından itibaren AKŞ ölçülmeli, normalse 3 yılda bir tekrar edilmelidir.
2. Ayrıca BMI>25 kg/m2 olan kişilerin aşağıdaki risk faktörlerinden birine mensup
12 olmaları durumunda, daha genç yaşlardan itibaren ve daha sık taranmaları gerekir:
• Birinci derece yakınlarında diyabet bulunanlar.
• Diyabet prevalansı yüksek etnik gruplara mensup kişiler (Afro-amerikalılar, Latinler,
Nativ Amerikalılar, Asya-Amerikalılar, Pasific adaları yerli halkı)
• İri bebek (>4 kg) doğurma veya daha önce GDM tanısı almıs olanlar.
• Hipertansif bireyler (≥140/90).
• Dislipidemiler (HDL <35 mg/dl ve/veya trigliserid düzeyi >250 mg/dl ).
• Polikistik over sendromu olan kadınlar.
•İnsulin rezistansıyla ilişkili diğer klinik durumlar (akantozis nigrikans).
• Daha önce IFG veya IGT saptanmış olan bireyler.
• Vasküler hastalık hikayesi (koroner, periferik veya serebral).
• Düşük doğum tartılı olan kişiler.
• Sedanter yaşam süren veya fiziksel aktivitesi düşük olan kişiler.
• Doymuş yağlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlığı olanlar.
• Şizofreni hastaları.
• Atipik antipsikotik ilaç kullanan kişiler (27,28).
1-9. TİP 2 DİABET İÇİN GLİSEMİK HEDEFLER:
Glisemi kontrolü için
ADA hedefleri (24)
ACE hedefleri(25)
HbA1c
⟨ %7
⟨%6.5
Yemek öncesi plazma glukozu
90-130
⟨110 mg/dl
13 2.TİROİD BEZİ ve FONKSİYONLARI
2-1. MOLEKÜLER FİZYOLOJİ:
Hipotalamustan tirotropin salgılatıcı hormon (TRH) ve hipofiz bezinden de tiroid
stimülan hormon (TSH) salgılanması tiroid bezi fonksiyonlarının düzenlenmesinde ilk
basamakları oluştururlar. TSH hipofizin anteromedial bölgesinden pulsatil olarak diurnal
varyasyon ile salgılanır. Bu sabahın erken saatleri ve akşamın geç saatlerinde pik, gün
ortası ve akşamın erken saatlerinde düşük TSH konsantrasyonlarına yol açan bir durumdur.
Bu değişkenlikler TSH ölçümlerinde normal dışı değerlere neden olmazlar (39). Tiroid
bezinde hormon üretimi, tiroid bezine iyot alımı ve tiroid bezinin büyümesi, TSH’nın tiroid
bezi üzerindeki etkilerine bağlıdır. Dolaşımdaki tiroid hormon düzeylerindeki bir
değişikliğe TSH salınımı azalarak veya artarak yanıt verir ve bazal tiroid hormon
düzeylerinin korunmasına çalışır. TRH direkt olarak TSH salgılayıcı hücreler üzerine
etkilidir ve ötiroid durumun korunmasında önemli bir rol üstlenir. Dopamin ve
somatostatin gibi nörotransmitterlerin TSH baskılayıcı etkileri bulunmaktadır.Birçok ilaç
da tiroid hormon kaskatını etkileyebilmektedir. Kortikosteroidler TSH salınımını
baskılarken, amiodaron tiroid hormon üretiminde azalma veya artışa neden olabilmektedir.
İod içeren bazı astım preparatları, kontrast ajanlar ve ekspektoranlar da tiroid fonksiyonları
üzerinde etki gösterebilirler.
Tiroid bezinde tiroksin (T4) ve triiodotironin (T3) sentezi bezin içinde oluşur. T4
sekrete edilen ana üründür ve rölatif olarak inaktiftir. Biyolojik olarak aktif olan ürün
T3’ün %85’i, T4’den 5’-monodeiodinaz enzimi ile periferde meydana gelir (40). Tiroid
hormonun etkileri genelde T3’ün nüklear reseptörlerine bağlanması ve bunların da tiroid
hormonuna yanıtlı gen dizilerinin ekspresyonunu düzenlemeleri ile oluşur (41,42).T3 bu
reseptörlere T4’den daha yüksek afinite ile bağlandığından T3’ün biolojik aktivitesi daha
yüksektir. İki tane T3 reseptör geni bulunmaktadır: Alfa ve beta(44) ve bu reseptörlerin de
her birinin en az iki haberci RNA ürünü vardır: Alfa 1-2 (42) ve beta 1-2 (44). T3 alfa 2
tarafından bağlanmaz (42) ve T3’ün nüklear reseptör bağlanması ve protein sentezini
arttırmasından bağımsız olarak gelişen bir takım ekstra nüklear etkileri de bulunmaktadır
14 (45). Bu etkiler hızlı amino asid, şeker ve kalsiyum transportlarının uyarılması ile
oluşmaktadır.
2-2. TİROİD HORMONUNUN GENEL ETKİLERİ:
Tiroid hormonlarının vücuddaki genel etkileri şu şekilde özetlenebilir (46):
1-Kalorijenik etki: Tiroid hormonu oksijen tüketimi ve ısı üretimini büyük olasılıkla Na-K
ATPaz üzerinden arttırmaktadır.
2-Sempatik sinir sistemi: Hipertiroidili hastalarda hiperadrenerjik durumdaki hastalara
benzer klinik semptomlar gözlenirken, hipotiriodinin semptomları ise azalmış sempatik
tonusu düşündürür (56). Birçok araştırmacı hipertiroidide katekolaminlere karşı artmış,
hipotiroidide ise azalmış duyarlılık olduğunu öne sürmektedir (50). Katekolamin düzeyleri
hipertiroidide azalmış ya da normalken, hipotiroidide artmış olarak bulunur. Tiroid
hormonunun verilmesi beta adrenerjik reseptör ekspresyonunu arttırır, dolayısıyla beta
adrenerjik duyarlılık da artar. Tiroid hormonu guanozin trifosfat (GTP) bağlayıcı proteinin
(Gs) uyarıcı alt grubunun yapımını da arttırır (51). Deneysel bazı modellerde tiroid
hormonunun izole miyositlerde (52) ve tüm kalp preparatlarında (53) beta adrenerjik
reseptör uyarıya sebep olduğu gösterilmiştir.
3-Pulmoner etkiler: Solunum merkezinde hipoksi ve hiperkapniye karşı fizyolojik yanıtın
devamlılığını sağlar.
4-Hematopoetik etkiler: Yüksek tiroid hormon konsantrasyonlarında artmış oksijen
ihtiyacını karşılamak amacı ile eritropoez artar. Aynı koşullarda eritrosit 2-3 difosfogliserat
miktarı da artarak dokulara oksijen verilmesi kolaylaştırılır.
5-Gastrointestinal etkiler: Artmış hormon düzeylerinde motilite de artarken, azalmış
hormon düzeylerinin motilite üzerine etkisi tam tersidir.
6-Kemik
metabolizmasına
etkileri:
Tiroid
hormonları
kemik
rezorbsiyonu
ve
formasyonunu arttırdıklarından hipertiroidi durumunda osteopeni, hiperkalsemi ve
hiperkalsiüri görülebilir.
15 7-Nöromusküler etkiler: Hipertiroidide kas dokusunda kayıp, hareketlerinde hızlanma olur.
Fetal dönemde oluşan hipotiriodi, nörolojik sistemin gelişimi için tiroid hormonu gerekli
olduğundan mental retardasyona yol açabilir.
8-Lipid ve karbonhidrat metabolizmasına etkiler: Hepatik glukoneogenez, glikojenolizis ve
intestinal glukoz emilimi tiroid hormonları etkisi ile artar. Kolesterol sentezi ve
degradasyonu artar, lipolizde artış olur.
9-Kardiovasküler sistem üzerine etkiler: Tiroid hormonu verilmesinin ilk etkilerinden biri
periferik vasküler dirençte düşmedir (49). Bazı araştırmacılar tiroid hormonu verilmesinin
metabolik aktiviteyi ve oksijen kullanımını arttırmasının lokal vazodilatatör etkili
maddelerin salınması ile oluştuğunu ve bunun vasküler direncin düşmesine yol açtığını öne
sürmüşlerdir (48). Düşük vasküler direnç diastolik kan basıncını azaltır ve kardiak debiyi
arttırır. Yüksek debi perifere oksijen sunumunu arttırarak, artmış bazal metabolizma hızını
ve artmış oksijen tüketimini destekler. T3 ayrıca total kan hacmini de arttırır. Bu durum
sağ atrial basınçta ve kalbin ön yükünde artışa ve dolayısıyla kalbin debisinde yükselişe
neden olur (54). T3’ün periferik direnç üzerine olan etkisinde rol oynayan bir diğer
mekanizma da T3’ün düz kas hücrelerinde Na ve K girişini değiştirerek, düz kas
kontraktilitesi ve vasküler tonusta azalmaya yol açması ve periferik direnci azaltması
olarak ön görülmektedir (45). Hayvan deneylerinde, normal deneklerde T3 verilmesinden
sonra kardiak debi ve atım hacminin arttığı, periferik direncin de düştüğü gözlemlenmiştir
(55). Hipotiroidili hastalarda da düşük kardiak debi, azalmış atım hacmi, azalmış
intravasküler hacim, artmış vasküler direnç, artmış dolaşım zamanı ve uzamış diastolik
gevşeme zamanı gözlenir (48,56). Hipertiroidisi olan hastalarda tam tersi özellikler
gözlemlenmektedir (54,56). Gerçekten de hipotiroidili hastalara T3 verilmesi, artmış olan
periferik direnci düşürür (57). T3’ün koroner damarlar üzerindeki etkisi tam
incelenmemişse de güncel bir çalışmada koroner iskemi yaratılan köpeklerde, T3
verilmesinden sonra koroner vasküler dirençte de azalma görüldüğü bildirilmiştir (58).
Hipertiroidik hastalarda kalpte de hipertrofi gözlenmektedir. Deneylerde T4 verilişinin
birinci haftasında hayvan kalbinde sol ventrikül boyutunda %135’e varan artışlar
bildirilmiştir (59). Tiroid hormonunun kardiak protein sentezini arttırması hipertiroidik
hastalardaki kardiak hipertrofinin bir nedeni olarak düşünülmektedir. Bu hipotezin test
16 edilmesi amacıyla Klein (60) deney hayvanlarına T4 ile beraber propranalol vermiş ve bu
hayvanlarda kalp hızında artma ve kalpte hipertrofi yanıtlarının gelişmediğini
gözlemlemiştir. Klein’ın Hong ile birlikte yaptığı çalışmada (61) fare kalbinde
hemodinamik yüklenme olmadığı sürece tiroid hormonu verilmesinin hipertrofiye yol
açmadığını görülmüş ve hipertiroidide artmış kardiak yükün hipertrofiye neden olduğu
sonucuna varılmıştır.
2-3. TİROİD HASTALIKLARI:
Tiroid hastalıklarının değerlendirilmesinde genellikle kullanılan testler TSH
(normal sınırları: 0.4-4.8
Iu/mL), serbest T4 (normal sınırları: 4.5-12.0
g/dL) ve serbest
T3’dür (normal sınırları: 80-180 ng/dL). TSH düzeyi tiroid fonksiyonlarının iyi bir
göstergesidir. Günümüzde kullanılan modern ölçüm yöntemleri ile çok küçük
miktarlardaki TSH konsantrasyonları dahi saptanabilmektedir.
HİPOTİROİDİ:
Genel bilgiler:
Hipotiroidi, tiroid hormonlarının eksikliği veya nadiren etkisizliği sonucu ortaya çıkan
bir sendromdur ve metabolik bir yavaşlama ile karekterizedir. Ortaya çıktığı yaşa ve tiroid
hormonlarının eksikliği veya etkisizlik derecesine bağlı olarak özellikler gösterir.
Hipotiroidi subklinik şekilde olabileceği gibi miksödem koması şeklinde kendini
gösterebilir. Bebeklikte (Kretenizm) ve çocokluk çağlarında (Juvenil hipotiroidizm) ortaya
çıktığında kayda değer büyüme ve gelişme geriliğine yol açabilir. Erken tanı ve tedaviye
başlanması gerekir. Gecikme geri çevrilemiyecek kalıcı bozukluklara yol açar. Hipotiroidi
primer tiroid patolojisine bağlı olarak(primer hipotiroidi) veya hipotalamustaki
bozukluktan (tersiyer hipotiroidi) ileri gelebileceği gibi nadiren de tiroid hormonlarının
periferik etkisizliğine bağlı olarak ortaya çıkabilir. Guatrlı hipotiroidi ve guatrsız
hipotiroidi diye de ayrım yapılmaktadır, ancak otoimmün tiroidite bağlı bir primer
hipotiroidide tiroid büyük de olabilir veya son dönem atrofisinde guatr tespit edilmeyebilir.
17 Klinik Belirtileri:
Tiroid hormonları değişik metabolik fenomenleri etkilediğinden, hipotiroidinin
geliştiği yaşa ve hormonların eksiklik ve etkisizlik derecesine göre değişik organ
sistemlerine ait bulgu ve belirtilerle seyreder.
Deri:
Hipotiroidide hidrofilik aminoglikanların yıkımı azalır ve kapiller permabilitede
artış meydana gelir, bunlar ara dokuda birikmeye başlayarak interstisyel ödeme yol açarlar.
Deride ve adalelerde belirgin olmak üzere ara maddenin dağılımı bozulur. Hastalık tedavi
edilmez ise su tutulur. PAS pozitif müsinöz bir ödem (miksödem) gelişir. Bu derinin şiş,
soluk ve kaba bir görünüm almasına yol açar. Miksödem gode bırakmaz, göz çevresinde el
ve ayakların sırt kısımlarında supraklavikular bölgede belirgindir. İnterstisyel birikim dilin
büyümesine larinks ve larinks mukozalarının kalınlaşmasına sebep olur.
Sinir sistemi:
Santral sinir sisteminin gelişimi için tiroid hormonları gereklidir. Fetal hayatta veya
neonatal dönemde eksikliği beyin gelişiminin duraklamasına yol açar. Kortikal nöronlarda
hipoplazi myelinizasyonda gecikme ve damarlanmada azalma ile karakterizedir. Post natal
dönemde eksikliği düzeltilmez ise irreversibl zedelenme gelişir. Erişkin yaşda başlayan
hipotiroidide SSS’deki belirtiler daha siliktir. Entellektüel fonksiyonlarda yavaşlama
karakteristiklerinden biridir. Yaşlılarda demans vardır ve genellikle senil demans ile
karıştırılır. Miks ödem komasında epileptik ataklar da görülebilir.
Kardiovasküler sistem:
Tiroid hormonlarının eksikliği nedeniyle kardiovasküler sistemde pozitif inotropik
ve kronotropik etkilerin kaybolması atım hacmini ve kalp hızını azaltır. Periferik resistans
artmış, kan volümü azalmıştır. Cilde giden kan akımındaki azalma solukluğa ve soğukluğa
neden olur. Otopsi çalışmalarında hipotiroidide koroner arter hastalığı insidansı konusunda
değişik
görüşler
bulunmakla
beraber,
otopsi
çalışmalarında
hipotiroidide
hiperkolesterolemi yanında hipertansiyonunun da varlığı gösterilmiştir. Hipotiroidili
hastalar tiroid hormonu ile yerine koyma tedavisine alındıklarında sıklıkla angina pektoris
18 ortaya çıkmakta veya mevcut ise şiddetlenmektedir. EKG de sinüs bradikardisi, P-R
uzaması, voltaj düşüklüğü, T dalgası düzleşmesi veya negatifleşmesi gözlenir. EKO da
perikardiyal sıvı toplanması gözlenebilir.
Solunum sistemi:
Maksimal solunum kapasitesi ve difüzyon kapasitesi azalmıştır. Şiddetli
hipotiroidide solunum adalelerinin miksödemli infiltrasyonu ve solunum merkezinin
depresyonu gelişir. Obstrüktif uyku apneleri oldukça sıktır ve ötiroid durumun sağlanması
ile kaybolur.
Gastrointestinal sistem:
İştah
azalışı
mevcuttur,
sınırlı
bir
ağırlık
artışı
dokularda
hidrofilik
mukopolisakkaridlerin birikmesinden ileri gelir. Azalmış besin alımı ve barsak
peristaltizminin azalması kabızlığa neden olur. Karsino embriyojenik antijen hipotiroidide
artabilir.
Hematopoatik sistem:
Hipotiroidide hematolojik bozukluklar ortaya çıkabilmektedir. O2 ihtiyacının
azalması total eritrosit seviyesinde ve eritropoetin seviyesinde azalma meydana getirir.
Normositik normokrom anemi gelişir, hipotirodide B12 seviyesi düşük bulunmakta ve
intrensek faktör vermekle düzelmektedir. Faktör VIII ve IX azalmasına bağlı pıhtılaşmada
defekt gelişebilmektedir.
Lokomotor sistem:
Kemiklerin büyümesi ve gelişmesi için tiroid hormonlarının mevcudiyeti şarttır.
Tiroid
hormonları
büyüme
hormonunun
hem
sekresyonunu
hem
de
etkisini
kuvvetlendirmektedir. Tiroid hormonları kemiğin normal matürasyonu için gereklidir.
Alkalan fosfotaz, juvenil ve infantil hipotiroidide karekteristik olarak düşüktür.
19 Metebolizma:
Enerji
metabolizmasında
yavaşlama
O2
tüketiminde
azalmaya,
bazal
metabolizmanın düşmesine, iştah azalmasına, beden ısısının düşmesine ve soğuk
intolaransına sebep olur. Oral glikoz tolerans testi karakteristik olarak yassıdır ve insülin
cevabı gecikmiştir. Glukoz absorbsiyonu yavaşlamıştır. Diabetli hastalarda hipotiroidi
gelişirse insülin ihtiyacı azalmaktadır. Kolesterol yüksekliği primer hipotiroidide en sık
rastlanan bulgulardan biridir, trigliseridlerde de artış olabilir (1,6). Subklinik hipotiroidinin
hipoglisemik etkisi görülmesine karşın HbA1c düzeyinde herhangi bir değişim
gözlenmemiştir (65,66,67,68,69).
Endokrin sistem:
Uzun süre devam eden primer hipotiroidide tirotrop hücrelerin hiperplazisi ile
adenohipofiz büyür, sella genişler. Primer hipotiroidili hastaların çoğunda TSH artışı ile
paralelizm gösteren serum prolaktin yükselmesi gözlenmektedir. Ağır ve uzun süren
hipotiroidilerde hipofiz ve adrenal fonksiyonlarında da bir azalma meydana gelebilir.
Kronik otoimmün tiroiditis ve adrenal yetmezlik aynı hastada bulunabilir (Schmidt
Sendromu). Hipotiroidide adrenal fonksiyonlar baskılanmıştır (70).
Reprodüktüf sistem:
Her iki cinste de tiroid hormonları seksüel gelişimi ve üreme fonksiyonunu etkiler.
Bebeklikte başlayan hipotiroidi tedavi edilmemişse seksüel gelişme olmaz. Uzun süren
hipotiroidide sekonder hipofizer yetmezlik gelişebilir. Bu da ovaryumda atrofi ve
amenoreye yol açar. Erkeklerde hipotiroidizmde libido azalır, oligospermi ve impotans
gelişebilir, androjenlerin sekresyonu azalır. Histolojik incelemeler hem overlerde, hem de
testislerde dejeneratif degişiklikler bulunduğunu göstermektedir.
Klinik Tipleri Ve Özellikleri:
Erişkin hipotiroidisi:
Erişkinde hipotiroidi sinsi seyirli bir başlangıç gösterir. İlk semptomlar non
spesifiktir (kabızlık, soğuk tahammülsüzlügü, letarji ve menoraji gibi). Daha sonraki
20 aylarda entellektüel ve motor aktivitede yavaşlama başlar, iştah azalır ve ağırlıkta hafif bir
artma olur. Hastalar deri kuruluğundan, adalelerin sertleşmesinden, kramplardan, saçların
dökülmesinden yakınırlar. Ses kalın ve çatlak bir karakter alır, işitmede keskinlik azalır,
yüz ifadelerinde küntlük, deride solukluk ve soğukluk periorbital yumuşak ödem, geniş ve
büyük bir dil peltek ve ağır konuşma ile tipik bir miksödem tablosu gelişir (71,73).
Bebeklik çağında hipotiroidi ve kretinizm:
Hipotiroidide klinik tablo tiroid hormonlarının (TH) eksikliğinin belirdiği yaşa ve
eksikliğin şiddetine göre değişir. Hipotiroidi doğumda mevcut olabilir veya ilk birkaç ay
içinde ortaya çıkabilir. Bulgu ve belirtiler TH yetersizliğinin derecesi ile orantılıdır.
Bebeklikte ağır hipotiroidi mental gelişmede gecikme ile karakterli kretenizme yol açar.
Neonatal devrede fizyolojik sarılığın uzun sürmesi, solunum güçlüğü, siyanoz, beslenme
problemi, kabızlık, somnolans ve sebat eden umblikal herni dikkat çeker. Kemik
olgunlaşmasında aşikar bir gecikme vardır. Hipotiroidide bebeklikte kemiklere ait en
patognomonik belirti epifizer disgenezistir. Yerine koyma tedavisine zamanında
başlamakla bu belirtilerin oluşumu önlenebilir. Tedavi gecikirse mental bozukluklar
normale çevrilemez.
Miksödem Koması:
Miksödem koması hayatı tehtid eden acil durumlardan birini oluşturmaktadır.
Tedavi edilmemiş hipotiroidinin son evresi olarak gelişebilir. Stupor, koma, şok ve ölümle
sonuçlanabilir. Spontan soğuğa maruz kalmakla, infeksiyona bağlı olarak, solunum yolları
hastalığı sonucu, kalp yetersizliği, vasküler hastalıklar, ileus, aşırı sıvı verilmesi, sedatif ve
narkotiklerin verilmesi sonucu açığa çıkabilir. Stupor ve komaya ilaveten hipotermi vardır,
hiperkapni ve hipoksi vardır, hipotansiyon ve hipoglisemi görülebilir. EKG de düşük voltaj
ve bradikardi tanıya varmada yardımcı laboratuar bulgularıdır. Serum ST3 ve ST4
düşüklüğü, yüksek TSH veya düşük TH düzeylerine rağmen düşük veya artmamış TSH
tanıyı kesinleştirir.
21 Hipotiroidi Tanısı:
Hipotiroidi tanısı klinik bulguların laboratuar olarak desteklenmesi ile konur.
Tanıda laboratuar olarak önemli unsurlar tiroid hormonları (özellikle serbest fraksiyonları)
ve TSH’dır. Ancak, primer hipotiroidi de TSH artışı ve buna bağlı stimülasyon ile bu T3
düşüklüğü telafi edilebilir ve klinik olarak hipotiroidili hastaların %20-30’unda T3
normaldir, ayrıca T3 düşüklüğü, normal serum T4 ve TSH ile birlikte, tiroid dışı
hastalıkların seyri esnasında ve bazı ilaçların etkileri ile de ortaya çıkabilir. Serum TSH
ölçümü, hipotirodi tanısının vazgeçilmez unsurunu teşkil eder. Hem hipotiroidinin
tanısında hemde primer ve sekonder tipleri ayırt etmede yararlıdır. Primer hipotiroidinin
açık klinik şeklinde TH düşük, TSH ise yüksekdir. Primer hipotiroidinin subklinik
şeklinde(kopmansa hipotiroidi) TH normal TSH yüksektir. Hipotalamik veya hipofizer
hastalığa bağlı sekonder hipotiroidide ise TH düşük, TSH artmamıştır. TSH düşük veya
normal sınırlardadır. TSH ölçümü sadece primer hipotiroidiyi tanıda çok duyarlı bir
laboratuar testi olmakla kalmaz, hipotalamo-hipofizer bir hastalığa bağlı ve nöroşirürji
girişimi gerektirecek bir durumun da tespitini sağlar (74).
Tedavi :
Hipotiroidi tedavisinde genellikle L-Tiroksin (T4) kullanılmaktadır. T4 verilmekle
normal T4 ve T3 düzeyi sağlanmaktadır. T4, T3' e dönüştüğünden fizyolojik bir yerine
koyma sağlanmakta ve tiroid hormonlarında geniş oynamalar önlenmektedir. Erişkinde
hipotiroidinin klinik ve biyoşimik belirtilerini gidermek için yeterli doz 0.1-0.2 mg
T4/gündür. 70 yaşın üzerinde doz %20 düşük tutulur. Tedaviye küçük dozla 0.05/mg/gün
başlayıp tedricen (4’er hafta arayla) artırmak uygun olur. Yaşlı ve kardiyak hastalarda
başlangıç dozu daha küçük olmalıdır. Yüksek TSH, tedavinin yetersiz olduğunu gösterir,
buna mukabil TSH nın normal olması iyi tedaviyi gösterir. Doz ayarlanmasının sadece test
sonuçlarına bakarak değil, klinik durumun da dikkate alınarak yapılması uygun olur. T4’
ün yarı ömrü 7 gündür, birkaç gün alınmaz ise aşırı belirtiye yol açmaz. Tiroid hormonu ile
hipotiroidi bulgu ve belirtilerinin pek çoğu birkaç ay içinde kaybolur. Tedaviye ilk cevap
diürez artışı, ağırlık ve şişliklerde gerileme ile kendini gösterir.
22 Miksödem Koması Tedavisi:
Süratle tedavisi gereken acil medikal duruma girer. Tedavi yoğun bakım ünitesinde
yapılmalıdır, L-Thyroxin intra venöz olarak veriımelidir, başlangıç dozu olarak 0.3-0.4 mg
T4 hemen damardan verilir. Duruma göre günde 0.1-0.5 mg ile hasta ağızdan beslenmeye
geçince devam edilir (71,72,73,74).
HİPERTİROİDİ:
Tirotoksikoz serumda yükselmiş tiroid hormonu seviyelerinin doku düzeyinde
biyokimyasal ve/veya klinik bulgulara neden olma durumudur. Sadece total ya da serbest
tiroid hormon düzeylerinin yüksek olarak bulunması tirotoksikoz tanısı için yeterli değildir.
Tiroid hormonunun artması tiroid hormonunun tiroid bezi tarafından fazla yapılmasına
bağlıysa buna ‘Hipertiroidizm’ denir ve en sık nedeni Graves hastalığıdır. Tirotoksikoz
depolanmış hormonların tiroid bezindeki hasar sonucu kana verilmesi nedeniyle ya da
tiroid hormonunun aşırı salınımı sonucu da ortaya çıkabilir.
Hastaların anamnezlerinde ve fizik muayenelerinde hipertiroidi ile uyumlu bulgular
sorgulanılmalıdır. İştahda artış, kadınlarda menstrüel kanamanın azalması, diplopi, dispne,
yorgunluk, sıcağa toleransın azalması, barsak motilitesinde artış, aşırı terleme, kas
zaafiyeti, sinirlilik, fotofobi, uyku bozuklukları, tiroid bezi boyutlarında artış, tremor, kilo
kaybı yardımcı bulgular olabilir. Hipertiroidinin en sık formu olan otoimmun Graves
Hastalığı’nda, hipertiroidiye tiroid stimülan immunglobulinler yol açarlar (85). Graves
hastalığı başlangıçta aşikar olmayabilir. Kişiye yakın zamanda iod fazlalığına yol
açabilecek durumlara maruz kalıp kalmadığı sorulmalı, geçmişinde tiroid hormonu
kullanıp kullanmadığı, boynun ön yüzünde ağrı olup olmadığı, hamilelik durumu ve
ailesindeki guatr öyküsü de ayrıca sorgulanmalıdır. Fizik muayenede nabız dakika hızı ve
düzeni, kan basıncı, kalp muayenesi, ekstremite proksimalinde kuvvetsizlik, derin tendon
refleksleri, tremor incelenmelidir. Göz muayenesi ekzoftalmi, kapak inversiyonu,
genişlemiş palpebral fissürler gibi bulguları ortaya koyabilir (86). Hekim cildin yumuşak
ve düz olduğunu, palmar eritem ve pretibial miksödem bulunduğunu fark edebilir (87).
Tiroid boyutları ve yapısı da incelenmelidir. Graves hastalığında genellikle homojen ve
diffüz bir büyüme vardır.
23 Tanıda yüksek T4 ve T3 değerleri ile baskılanmış TSH düzeyi aranmalıdır (86).
Eğer serbest T4 yüksekken TSH baskılanmamışsa, TSH üreten bir hipofizer adenomdan
şüphelenilebilir. Tiroid oto antikorları ve radyoaktif iyot uptake testleri Graves Hastalığı
ile ağrısız, postpartum ve subakut tiroiditler arasında ayırıcı tanı yapmaya yardımcı
olabilirler (87). Eğer radyoaktif iyot (iyot-131 veya 131I) tedavi yöntemi olarak
seçilecekse uptake ve sintigrafi doz ayarlanmasında yardımcı olacaklardır (88).
Graves hastalığı tedavi seçeneklerinde antitiroid ilaçlar, tiroid cerrahisi ve
radyoaktif iyot tedavi bulunmaktadır (89). Radyoaktif iyot tedavisi Amerika Birleşik
Devletlerinde güncel olarak en sık tercih edilen alternatiflerden biridir. Hipotiroidi gelişimi
bilinen tek yan etkidir, ancak bu tedavi alternatifi hamilelik ve emziren bayanlarda
kontrendikedir. Metimazol veya propiltiyourasil ile yapılacak premedikasyon depolanmış
hormon miktarını azaltarak hipertiroidi krizi gelişim riskini azaltır ve radyoaktif terapiyle
oluşabilecek yan etkileri en aza indirir. Antitiroid ilaçlarla tedavi özellikle yaşlı hastalar,
kardiak komplikasyonlar açısından risk altında olan hastalar ve ciddi hipertiroidisi olan
hastalarda tercih edilir (87). Imseis ve arkadaşları I 131 terapisi öncesi metimazol ile
preterapi uygulanan hastalarda propisiltiyourasil ile premedikasyon uygulanan hastalara
oranla daha yüksek kür oranları saptamışlardır (70). Radyoaktif terapi sonrası tiroid
fonksiyonları stabil değerlere ulaşana kadar bir kaç ay daha antitiroid ilaç kullanımı
gerekebilir. Antitiroid ilaçlar radyoaktif tedavi öncesi premedikasyon olarak kullanıldıkları
gibi primer tedavi seçeneği olarak da kullanılırlar. Tiroksin ile kombinasyonlarında
antitiroid ilaçların iki yıllık bir tedavi sonrası remisyon sağlama oranları %40-%65
arasında saptanmıştır (86). Antitiroid ilaç alan hastalar T4 ve T3 ölçümleri ile 4-12 haftalık
aralarla takip edilmeli, ötiroid durum sağlandıktan sonra dozaj azaltılmalı, birkaç aylık
aralarla tiroid fonksiyon testleri kontrol edilmeli ve sonrasında da ilaç kesilmelidir (87).
Antitiroid ilaçların yan etkileri arasında lökopeni, döküntü, kaşıntı, artralji ve agranülositoz
sayılabilir (87). Eğer hastalarda bu semptomlara rastlanırsa ya da ateş, sarılık, orofarenjit
saptanılırsa ilaçlar kesilmeli ve tam kan sayımı yapılmalıdır. Tiroidektomi Graves
hastalğında pek tercih edilmese de radyoterapiye dirençli büyük guatr veya nodül olan
hastalarda, antitiroid ilaçları kullanamayan hastalarda veya I-131 tedavisi istemeyen
hastalarda göz önünde bulundurulabilir. Olası cerrahi komplikasyonlar arasında hipotiroidi
ve rekürren laryngeal sinir hasarı sayılabilir. Yetersiz tiroid dokusunun çıkarılması
24 durumunda hipertiroidi devam edebilir. Tiroid durumu operasyondan iki ay sonra kontrol
edilmeli, ötiroidi sağlandıktan sonra yıllık kontroller yapılmalıdır. Hipertiroidinin
adrenerjik manifestasyonları olan taşikardi, tremor ve kas zaafiyeti, ötiroidi sağlanana
değin beta adrenerjik blokerlerle kontrol edilebilir. Propranalol ve atenolol bu amaçla sık
kullanılan beta blokerlerdir. Beta blokerleri tolere edemeyen hastalar diltiazem benzeri
kalsiyum kanal blokerlerinden fayda görebilirler (87). Tedavide bazı durumlar özellik
teşkil ederler. Hamile bayanlarda görülen hipertiroidi; preeklempsi, annede kalp
yetersizliği, tiroid fırtınası, erken doğum, düşük ve ölü doğum gibi komplikasyonlara
neden olabilir (85). Antitiroid ilaçlar optimal tedavi seçeneğidirler ve propisiltiyourasil
plasentadan daha az geçtiğinden tercih edilmelidir (85,89). Amaç annenin hipertiroidisini
bebekte hipotiroidi oluşturmamak için mümkün olan en düşük dozla kontrol altına
almaktır. Hastalar her hafta takip edilmeli ve doğum sonrası da altıncı haftaya kadar takibe
devam edilmelidir, çünkü doğum sonrası annede hipertiroidi seyri kötüleşebilir. Eğer
düşük doz antitiroid tedavi yetersiz kalıyor ya da anne adayı bu tedaviyi tolere edemiyorsa
ikinci trimesterde bilateral subtotal tiroidektomi uygulanabilir (85,89). Altmış yaş ve
üstündeki populasyonda hipertiroidi insidansı daha genç populasyona oranla yedi kat fazla
olarak bildirilmiştir (85). Kilo kaybı ve atrial fibrilasyon, konjestif kalp yetersizliği gibi
kardiak bulgular bu popülasyonda en sık ve önemli bulgulardır.
Tiroid krizi nadir ancak hayatı tehdit eden bir durumdur.Akut ve ciddi bir
hipermetabolik tablo gelişir, sinüs taşikardisi veya atrial fibrilasyon, artmış nabız basıncı,
yüksek ateş, taşipne, terleme, tremor, delirium, kusma ve karın ağrısı görülen
semptomlardandır (88). Genellikle Graves hastalığında ve araya başka bir patolojinin (eşlik
eden bir hastalık veya enfeksiyon, antitiroid tedavinin kesilmesi, I 131 tedavisi) girmesi ile
görülür. Hastalar yoğun bakım şartlarında takip edilmeli glukokortikoid, antitiroid ve
potasyum iyot tedavisi başlanılmalıdır.
Toksik nodüler guatr (Plummer Hastalığı) yaşlılarda daha sıktır ve artmış tiroid
hormon sentezi görülür. Graves’ ten farklı olarak tiroid bezi küçük ya da büyük olabilir,
mikro veya makronodüler, tek veya multiple nodüller olabilir. Hipo ve hipertirodi
gözlenebilir. Tiroid otoantikorlarının bulunmaması Graves’ den ayrımına yardımcı olur.
Propiltiyourasil hipertirioidiyi kontrol altına alsa da, devamlı kullanılması gerekeceğinden
25 total tiroidektomi, operasyon açısından kontrendikasyonu bulunmayan hastalarda tedavi
seçeneği olmalıdır. Soliter hiperfonksiyone nodülü olan hastalar I 131 ile tedavi edilirler
(87).
SUBKLİNİK HİPOTİROİDİ:
Serum tiroid stimulan hormon (TSH) düzeyinin yüksek ve serum serbest tiroksin
(sT4) düzeyinin normal olması durumunda subklinik hipotiroidi tanısı konulur. Subklinik
hipotiroidi olgularında adından da anlaşılabileceği gibi ya hiç klinik belirti yoktur ya da
çok az klinik belirti vardır. Bu nedenle bu hastaların pek çoğunda hafif tiroid fonksiyon
yetersizliğinden kaynaklanan belirtiler veya bunun fizyolojik sonuçlarını ifade edebilmek
amacıyla; “hafif tiroid yetersizliği”, “kompanse hipotiroidi”, “azalmıs tiroid rezervi”,
“erken, latent, minimal semptomatik ve preklinik hipotiroidizm” gibi terimler
kullanılmıştır(61,63).
Subklinik
hipotiroidi
en
sık
görulen
tiroid
fonksiyon
bozukluğudur(55). En son çalışmalarda taranan popülasyonun demografik yapısına,
özellikle de cinsiyet ve yaş özelliklerine bağlı olarak hastalığın prevalansı %4-10 arasında
değişmektedir(54,61,77) ve yaşlılarda yapılan çalışmada prevalans %7-26 olarak
bulunmuştur (54,61,73,78-83). Whickam çalışmasında, kadınlarda sıklığı %7,5, erkeklerde
ise %2,8 olarak belirlenmistir. Yaşla birlikte sıklığının dramatik olarak arttığı, 65 yaş üzeri
kadınlarda ortalama %17,4’e yükseldiği belirtilmekte, ancak daha ileri yaşlarda subklinik
hipotiroidinin azaldığı ve 80 yaş üzeri kadınlarda %6,2’ye düştüğü bildirilmektedir. Tiroid
otoantikorlarının varlığı subklinik hipotiroidi gelişimi için oldukça önemli bir göstergedir
(76). Yüksek TSH değerlerine sahip kişilerin, %20,7 oranında tiroid otoantikorları için
seropozitif olduğu belirtilmektedir (82). Subklinik hipotiroidi en az beş farklı durumda
görülebilir. Bunlar; hafif tiroid yetersizliği, yeterli tedavi edilmemis klinik hipotiroidi, fazla
tedavi edilmiş hipertiroidi (antitiroid tedavi altında gelişen subklinik hipotiroidi), tiroid
aksının geçici bozuklukları ve ötiroid varyantlarıdır.
Tiroid yetersizliği dört evreye ayrılabilir:
Evre a: En erken evre olup normal sT4 ve TRH’ya abartılı yüksek cevap veren,
normalin üst sınırında TSH ile karakterizedir.
26 Evre b: TSH’nın 5-10 mIU/L arasındaki hafif yükseklikleri
Evre c: TSH’nın 10 mIU/L üzerinde olduğu tiroid yetersizliğinin devam ederek
ilerlediği evrelerdir.
Evre d: sT4’un düştüğü, TSH’nın genellikle 10 mIU/L üzerine yükseldiği aşikar
hipotiroidinin geliştiği dönemdir.
Hafif tiroid yetersizliği genellikle asemptomatiktir, ancak %30 hastada tiroid
hormon yetersizliğini düşündürecek bulgular olabilir(54). Yirmibeş bin kişiyi kapsayan
Colorado çalışmasında (The Colorado Thyroid Disease Prevalence Study) artan serum
TSH oranının %9.5 olduğu görülmüştür ve bunların da %75’inin serum TSH değerlerinin
5-10 mIU/L olduğu tesbit edilmistir. Subklinik hipotiroidili vakalarda ötiroid vakalara göre
aşağıdaki belirtiler daha fazla görülmüştür. Çalışmaya göre hastalarda; %28 cilt kuruması,
%24 hafızada zayıflama, %22 düşünce yavaşlaması, %22 kas güçsüzlüğü, %18 halsizlik,
%17 kas krampları, %15 soğuk intoleransı, %12 gözlerde şişlik, %8 kabızlık ve %7
oranında ses kabalaşması tesbit edilmistir. Bu veriler TSH’nın 5-10 mIU/L arasında olduğu
subklinik hipotiroidili gruba ait olup ötiroid kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiki
olarak anlamlıdır. Tüm bu semptomlar ötiroid grubun % 12,1’inde, subklinik hipotiroidili
grubun %13.7’sinde, hipotroidili grubun %16,6’sında görülmüş olup bu fark da istatistiksel
olarak anlamlı bulunmuştur. Bu durum tiroid hormon seviyesi ile semptomlar arasındaki
bağlantıyı da ortaya koymuştur. Sonuçta, teorik olarak asemptomatik olduğu ifade edilen
subklinik hipotiroidili olgularda değişen derecelerde çeşitli yakınmalar gelişmektedir. Öte
yandan benzer yakınmaların otiroidik grupta da görülmesi ve konuyla ilgili tedavi cevabını
gösteren ayrıntılı, geniş çalışmaların olmaması, tedavi için farklı görüşlerin ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Subklinik hipotiroidinin ateroskleroza neden olduğunu
gösteren çok sayıda çalışma vardır. Bu çalışmaların bazılarında subklinik hipotiroidinin
ateroskleroz gelişimine katkıda bulunacak şekilde lipid metabolizması üzerindeki olumsuz
etkileri gösterilmiştir (54,55-58). Bir grup çalışmada ise subklinik hipotiroidinin lipid
profilinden bağımsız olarak tiroid hormonunun endotelyal etkileri nedeniyle ateroskleroza
yol açtığı gösterilmiştir (62). Subklinik hipotiroidi kardiyovasküler risk faktörü olarak
değerlendirilmektedir. Bu durum serum total kolesterol seviyesi ile LDL kolesterol
seviyesinin artması ve HDL kolesterol seviyesinin azalması ile bağlantılıdır (54,55-58).
27 Bazı yayınlarda yüksek normal serum TSH değerinin bile serum lipid ve lipoprotein
seviyesini ters yönlü etkilediği gösterilmiştir (87-89). Serum TSH seviyesinin 1 mIU/ml
artması; serum total kolesterol konsantrasyonunu kadınlarda 0.09 mmol/L (3.5 mg/dl),
erkeklerde 0,16 mmol/L (6.2 mg/dl) artırmaktadır (88). Rotterdam çalışmasında, subklinik
hipotiroidinin aort aterosklerozu ve miyokard infarktüsü için bağımsız bir risk faktorü
olduğu gösterilmiştir. Bununla beraber 20 yıllık takibe dayalı Whickham araştırmasında
ise, subklinik hipotiroidi ile koroner arter hastalığı gelişimi arasında bir ilişki
bulunamamıstır (84).
Tüm bunlar göz önüne alınınca tedavi karşıtı düşünceler de savunulmaktadır (86).
Subklinik hipotiroidi tedavisinin avantajlarını 3 kategoride inceleyebiliriz:
1-Aşikar hipotiroidi gelişiminin engellenmesi.
2-Lipid profili üzerindeki iyileştirici etkisinin kardiyovasküler hastalıklardan
kaynaklanan mortalite riskini azaltması.
3-Hafif hipotiroidizm semptomlarında azalma sağlaması.
Subklinik hipotiroidinin, aşikar hipotiroidiye aşamalı olarak ilerlemesine neden
olan risk faktörlerinin bilinmesi, tedavi verilmesi gereken hastaların belirlenmesi için
gereklidir. Bu risk faktorleri; 60 yaş ve üzerinde olmak, kadın cinsiyet, baslangıç TSH
değerinin 10 mIU/L üzerinde olması ve tiroid antikor titrelerinin yükselmesi olarak
belirlenmiştir(82,90,91). TSH’nın 5-10 mIU/L arasındaki hafif yükseklikleri içeren, hasta
populasyonunun %55-85’ini kapsayan evre b’deki hastalarda ise tedaviyi destekleyen
faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz: Tiroid antikorlarının pozitif olması, guatr bulunması,
gebelik veya gebelik beklentisi olması, hiperlipidemi, manik depresif ve bipolar
bozukluğun bulunması, infertilite veya anovulasyon bulunması, TSH’ın progresif olarak
artması, çocuk ve adolesan olmak(92,93). Tedavinin amacı TSH seviyelerini normal
biyolojik sınırlar içinde götürmektir. Ekseriya düşük doz tiroksin bu amaç için yeterlidir.
Buna karşılık iskemik kalp hastalığı olan hastalarda tedavi kararında daha dikkatli
olunmalıdır. Çünkü tedavi ile egzersiz aktivitesini zorlayabilir, sessiz anjinaları,
disritmileri proveke edebiliriz.
28 SUBKLİNİK HİPERTİROİDİZM
Subklinik hipertiroidizm normal serbest T3 ve T4 varlığında baskılanmış TSH
düzeyleri ile karakterizedir (94). Subklinik hipotiroidide eksojen ve endojen faktörler bu
tabloya neden olabilir. Sıklık %0.6-%16 arasında değişmektedir. Burada kullanılan TSH
ölçme yöntemi ve toplumda iyot kullanım miktarı önemli rol oynar. Endojen form özellikle
iyot eksikliği olan toplumlarda iyot kullanımının ani artması ile hızlı bir artış
göstermektedir. Graves hastalığı olanlarda bu tablo geçici olabilir veya hastalığın erken
görünümü şklindedir. Buna karşılık toksik nodüler veya multinodüler guatrı olan hastalarda
tedavi edilmedikçe uzun süre kalıcı olabilir (95). Aşikar hipertiroidi gelişimi genellikle
yüksek dozda iyot kullanımı ile ortaya çıkar. Bu nedenle subklinik hipertiroidisi veya
multinodüler guatırı olan hastalarda iyotlu kontrast madde kullanımı veya amiodoron
kullanımı öncesi dikkatli olmak gerekir. Prospektif çalışmalar subklinik hipertiroidi
vakalarının %50’sinde 1-4 yıl içinde TSH seviyesinin yükseldiğini, %35’inde
değişmediğini, %15 vakada ise aşikar hipertiroidiye gittiğini göstermektedir. Yıllık
hipertiroidiye gidiş %5 olarak saptanmıştır (96).
Subklinik
hipertiroidizm
sadece
bir
laboratuar
bozukluğu
olarak
nitelendirilmemelidir. Üç nedenle bu tablo önemlidir: Aşikar hipertiroidiye gidiş, kardiyak
etkileri ve iskelet etkileri nedeniyle (97,98).
Tiroksin ile subklinik hipertiroidi yaratıldığında, kardiyak etkiler, kalp hında artış,
atriyal ekstrasistoller gibi atriyal aritmilerde artış, sol ventrikül kitlesinde, sol ventrikül
posterior duvarında ve interventriküler septal kalınlıkta artma olarak saptanmıştır. Endojen
subklinik hipertiroidisi olan hastalarda (Graves hastalığı, multinodüler guatr, otonom
fonksiyonlu nodül, tiroiditler) ek olarak atriyal fibrilasyon sıklığı da artmıştır. İskelet
etkileri ile ilgili bulgular tartışmalı olmakla birlikte, metaanaliz çalışmaları premenapozal
devrede kemik metabolizmasının etkilenmemesine karşın, postmenapozal devrede tüm
bölgelerde kemik kütlesinde bir azalma göstermiştir. İleri yaşlarda ise hastalarda kalça
kırık sıklığı 3 katı kadar yüksek bulunmuştur. Tedavide AACE önerisi hipertiroidizm
semptomları, atriyal fibrilasyon, açıklanamayan kilo kaybı ve osteopeni varsa tedavi
önermektedir (98). Buna karşılık bazı araştırmacılar sabit subklinik hipertiroidi varlığında
sadece yaşlı hastaların değil genç ve orta yaştaki hastaların da erken tedavilerinin yaşam
29 kalitesini düzeltebileceğini vurgulamaktadırlar. Tedavi antitiroid ilaçlar, cerrahi veya RAİ
şeklindedir.
TİROİD NODÜLLERİ
Genel Bilgiler:
Tiroid nodülleri tiroid bezinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen,
farklı büyüklükte, yuvarlak veya oval kitlelerdir. Toplumda çok yaygın olup, sıklığı önemli
ölçüde çalışmanın yapıldığı bölgenin iyot alımına ve nodüllerin saptanması için kullanılan
yönteme bağlı olarak değişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri gibi iyot eksikliğinin iyot
proflaksisi ile düzeltildiği ülkelerde palpabl nodüllerin oranı %4-7 iken, iyot yetersizliğinin
devam ettiği ülkelerde bu oran daha yüksektir (99). Tiroid bezinin görüntülenmesinde
yüksek rezolusyonlu USG kullanımı ile bu oran %67, otopsi serilerinde %50 olarak
bulunmuştur. Tiroid nodüllerine iyot eksikliği bölgelerinde, kadınlarda, yaşlılarda,
radyasyona maruz kalanlarda daha sık rastlandığı bilinmektedir. Tesadüfen saptanan
nodüllere tiroid insidentolomaları denmektedir. Nodüller tek(soliter) veya birden fazla
(multipl) şeklinde görülebilir. Palpe edilen soliter nodüllerin USG ile birden fazla olduğu
sıklıkla saptanabilir (100).
Tiroid
nodülü
saptandığında
cevaplanması
gereken
soruları
şu
şekilde
sıralayabiliriz (101).
1.Nodül/nodüller malign mi? (Malignite oranı yaklaşık %5’tir).
2.Nodül/nodüller tiroid disfonksiyonuna neden oluyor mu? (Saptanan bir nodül
otonom olarak çalışıyor ve hipertiroidizme neden olmuş olabilir.Yada kronik tiroiditle
birlikte olan nodül varlığı ve hipotiroidizm söz konusu olabilir.)
3.Bası semptomları var mı? (Nodül veya nodüller çok büyük olup dispne, disfaji
veya disfoni gibi semptomlara neden olabilir.)
Değerlendirmenin sonucuna göre her hastaya uygun tedavi ve takip planı
çizilmelidir.
30 Boyun muayenesinde mutlaka lenf adenopatiler araştırılmalı ve bulunmamalarının
maligniteyi ekarte ettirmeyeceği unutulmamalıdır. Düz, yumuşak kıvamda, kolay hareket
ettirilebilen nodüller benign olarak düşünülebilirken, sert kıvamlı, düzensiz sınırlı, yapışık
nodüller maligniteyi düşündürmelidir. Ani gelişen ya da artış gösteren boyun ağrısı ve
sertliği, ailede benign tiroid nodülü hikayesi, Hashimato Tiroiditi ve başka otoimmun
hastalık varlığı genellikle benign nodül lehinedir. Progresif disfaji, nefes darlığı malignite
lehine yorumlanmalıdır. Boyun bölgesine radyoterapi anamnezi, ailede tiroid kanseri
hikayesi malignansi riskini arttıran bulgulardır (102). 14 yaşından küçük çocuklarda soliter
bir nodül %50 malignansi potansiyeline sahiptir, yaşlı bir hastada yeni gelişen soliter bir
nodül
de
anaplastik
tiroid
kanserinin
habercisi
olabilir.
Tiroid
nodüllerinin
değerlendirilmesinde TH ve TSH düzeyinin ölçümünün nodüllerin benign-malign ayrımına
katkısı olamasa da rutin olarak ölçülmektedir. Malign tiroid nodüllü hastaların hemen hepsi
ötiroiddir. Tiroid nodüllü hastada medüller tiroid karsinomu veya MEN tip 2 aile öyküsü
varsa serum kalsitonin ölçülmesi genel kabul görmüş yaklaşımdır. Bazal tiroglobulin
ölçümünün tiroid nodüllerinin değerlendirilmesinde değeri yoktur. Ancak diferansiye tiroid
karsinomu (papiller veya foliküler) nedeni ile tedavi görmüş hastaların takibinde değerli bir
tümör markırıdır (103).
Tiroid Nodüllerinin görüntülenmesi:
Tiroid glandı boyunda yüzeyel olarak yerleşmiş olduğunda birçok radyolojik
uygulamanın yapılması mümkündür.
A- Tiroid Sintigrafisi:
Tiroid sintigrafisi, tiroid bezinin anatomik yapısı hakkında bilgi verdiği gibi bezin
fonksiyonu hakkında da bilgi vermesi nedeniyle tiroid patolojilerinin araştırılmasında en
sık kullanılan yöntemdir. Tiroid nodüllerinin sintigrafide saptanabilmesi için 1 cm’den
büyük olmaları ve normal fonksiyonel tiroid dokusundan farklı aktivitede olmaları
gereklidir (104).
Tiroid sintigrafisi bize tiroid glandı hakkında şu bilgileri sağlayabilir:
1-Tiroid nodüllerinin anatomik ve fizyolojik olarak değerlendirilmesi,
31 2-Kronik tiroiditlerin değerlendirilmesi,
3-Tiroid kanserlerinde fonksiyonel metastatik lezyonların değerlendirilmesi,
4-Boyunda, mediastinumda ve bazen overlerde bulunan kitlelerin değerlendirilmesi,
5-Operasyondan veya radyoaktif iyot ile ablasyondan sonra, geride kalan tiroid dokusunun
miktarını tespit etmeyi,
6-Otonomik tiroid nodüllerinde nodülün otonom olduğunu kanıtlamayı sağlar
Sintigrafi ile ortaya çıkarılan nodüller aktivitelerine göre 4’e ayrılır:
1-Hiperaktif nodüller: Burada nodül radyoaktif maddeyi çevre tiroid dokusuna göre fazla
tutar. Miller ve arkadaşları hiperaktif nodülleri şu şekilde tanımlamışlardır:
a) Otonom hiperaktif lezyonlardır,
b) Çevre tiroid dokusuna göre tiroidit veya dejenerasyonda nispeten normal
fonksiyondadırlar,
c) Genellikle selim lezyonlardır. Nadir de olsa sıcak nodüllerle birlikte tiroid kanseri
olguları bildirilir.
2-Normoaktif nodüller: Sintigrafide çevre tiroid dokusuna benzer aktivite gösteren
nodüllerdir. Hoffern tarafından yapılan bir çalışmada,normoaktif nodüllerde kanser oranı
%5 olarak bulunmuştur. Otonom normoaktif nodüller ileri dönemlerde hiperaktif nodül
haline gelebilirler.
3-Hipoaktif nodüller: Tiroidin diğer kısımlarına göre daha az aktivite tutan nodüllerdir.
4-Non-fonksiyone nodüller: Hiç aktivite tutmayan nodüllerdir (105).
Hipoaktif ve non-fonksiyonel nodüllere soğuk nodüller adı da verilir.
Tiroid sintigrafisi ince iğne aspirasyon biyopsisi (TİİAB) gibi ilk sırada olmasa da,
soliter tiroid nodülü ve suprese TSH düzeyi olan her hastada hiperaktif nodülü göstermek
32 için ve TSH düzeyine bakılmaksızın tüm multinodüler guatrlı (MNG) hastalarda
istenmelidir. Benign TİİAB sonucu olan, soliter nodüllü hastalarda TSH düzeyi suprese
olmasa da nodülün aktivitesini göstermek için sintigrafi istenmelidir. Çünkü, henüz TSH
supresyonuna neden olmamış hiperaktif nodül varlığı söz konusu olabilir ve böyle bir
hastaya nodülün büyümemesi için TSH supresyon tedavisi verilirse tirotoksikoz gelişebilir.
Yine toksik nodüler guatr ve toksik MNG tanısında tiroid sintigrafisi çok değerlidir (106).
B- Tiroid Ultrasonografisi:
Transducer ile ses dalgaları hastaya uygulandığında, ses dalgaları değişik
yoğunluktaki dokulardan farklı sürelerde yansıyacaktır. Bu farklı ses yansımaları tekrar
elektrik enerjisine dönüştürülüp, osiliskopa yansıtılabilir veya polaroid filmlere kalıcı kayıt
yapılabilir (107,108). Tiroidin uygun yapısı ve yüzeyel yerleşiminden dolayı 1955 yılından
beri bu organın incelenmelerinde ultrasonografi kullanılmaktadır.
Tiroid nodüllerinde ultrasonografi şu amaçlarla kullanılabilir (108):
1-İnisyal teşhislerde;
a) Nodülün solid, kompleks veya kistik olduğunun ayırt edilmesinde,
b) Klinikte soliter nodül bulunanlarda, nonpalpabl nodül araştırılmasında,
c) Neoplazm riski yüksek olanlarda, nonpalpabl nodül araştırılmasında,
d) Bölgesinde yapı bozukluğunun incelenmesinde,
e) Adenopatilerin tespitinde.
2-İğne biyopsisine yardımcı olarak;
a) Solit komponentin lokalizasyonunda,
b) Sıvı dolu alanların lokalizasyonunda,
3-Supresyon tedavisine karar vermede ve takibinde;
33 a) Büyüklük değişimlerinde objektif gözlem için,
b) Büyüme nedeninin tespitinde,
Normal tiroid glandı “B-Mode” ultrasonografisi ile çevre dokulardan farklı, belirgin
görüntü verir. Trachea’nın ön yüzü görülürse de ekolar lümeni hava dolu trachea’dan
geçemediğinden, bütün lümeni veya trachea’nın kesitini görebilmek imkansızdır. İnternal
juguler ven ve carotis kesit olarak incelendiğinde, sonolusent boşluklar şeklinde
görülebilirler.
Servikal
vertebralar
ve
kemik
dokusu
ultrasonografik
dalgaları
geçirmediğinden U şeklinde eko vermeyen alanlar olarak görülürler. Sternocleidomastoid
adaleler düşük eko gösterirler. Özofagus real-time incelemelerde su içilerek görülebilir.
“B-Mode” ultrasonografide kistik lezyonlar sonolusent olarak görülürler. Kist duvarında
akustik impedans çevre dokulardan ve kist sıvısından farklı olduğundan belirgin olarak
izlenebilir. Ultrasonografide sonolusent bir kitle görülürse basit kist, eskimiş kan veya
kistik olabilir. Preoperatif olarak tanı amacıyla ultrasonografide kistik olduğu tespit edilmiş
lezyonlarda aspirasyon ve sitolojik inceleme yapılabilir (109).
Solid tiroid lezyonları “Gray scale” ultrasonografide genellikle belirgin eko verir.
Ancak ses dalgalarının arka duvara ulaşana kadar zayıflamasından dolayı belirgin olarak
izlenemezler. Özellikle adenomlar ultrasonografide halo oluşumu gösterirler. Kistik tiroid
lezyonları ultrasonografik olarak kısmen kistik ve kısmen solit görünüm verirler. Miks
yapının nedeni, genellikle solit yapının daha sonra kistik jenerasyona uğraması ve
intranodüler kanamadır. Nontoksik diffüz guatr, tiroiditler ve toksik diffüz guatrda
ultrasonografide genellikle glandın normalden büyük olduğu görülür. Toksik guatrlarda
diğerlerine göre daha muntazam elde edilir. Bazen tiroiditlerde ödem ve lenfoid
infiltrasyona bağlı olarak ultrasonografide eko dağılımı parçalı olarak görülür. Ancak aynı
durum özellikle eskimiş guatrlarda dejenerasyon odaklarına bağlı olarak izlenebilir (108).
Boyunda bulunan dermoid kist, thyroglassal kist gibi nedenlerle meydana gelen
kitlelerde ultrasonografi ile tetkik edilebilir. Her iki tip tiroid glandına yandaş kitleler
özellikle eko verirler. Tiroid hastalarının takibinde ultrasonografinin esas olarak tanısal
değeri vardır. Sadece habaset olasılığı düşük olan, çapı 4 cm’den küçük, kist sıvısında
habis hücre bulunmayan ve berrak renkte olan, aspirasyondan sonra nüks etmeyen kistik
34 lezyonlarda eğer hastanın ameliyata engel olarak yandaş rahatsızlıklar varsa tedavi
amacıyla aspirasyon uygulanabilir. Ultrasonografi, solid ve kistik lezyonları ayırt
edebilmekte ve 0.33 mm çapa kadar palpable edilemeyen nodülleri saptayabilmekteyse de
malign ve benign ayırımında tek başına güvenilir sonuçlar verememektedir. Tiroid
nodülünün solid ve kistik komponent içermesi, hipoekoik özellikte olması, kenar
düzensizliği, kalın düzensiz yer yer kesintiye uğrayan halo, ince punktat şeklinde
milimetrik boyutta kalsifikasyonlar ve renkli doppler incelemede nodül içerisinde artmış
kanlanmanın olması maligniteyi destekleyen sonografik bulgulardır (105).
C-Diğer görüntüleme yöntemleri:
∗Direkt Radyografi: Çok büyük nodüllerin veya MNG varlığında boyun grafisi
kompresyon derecesini değerlendirmek için istenebilir.
∗Kompüterize Tomografi(CT) ve Magnetik Rezonans Görüntüleme(MRG):
Her iki yöntemin de tiroid nodüllerinin ilk değerlendirilmesinde yeri yoktur.
Retrosternal guatrın genişliğini, çevre dokular ile ilişkisini değerlendirmek için kullanılır.
∗Fluorine-18 Fluorodeoxyglucose Positron Emmision Tomografisi(FDG PET)
PET’in tiroid karsinomlarının takibinde kullanımı son zamanlarda giderek
artmaktadır. Tiroid nodüllerinin tanısında özgüllüğü düşüktür (%63).
Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi:
TİİAB tiroid nodüllerinin değerlendirilmesinde, benign-malign ayrımında, cerrahi
tedavi gerektiren hastaların seçiminde ilk sırada kullanılan, çok değerli bir yöntemdir.
Soliter nodüllerin %4 oranında malignansi riski bulunur ve mümkünse ince iğne aspirasyon
biyopsisi (İİAB) ile değerlendirilmeleri gerekir. İİAB, multinodüler guatrda dominant
nodüllerin değerlendirilmesi için de tercih edilen yöntemdir. Bu olgulardaki klinik öneme
sahip tiroid kanseri prevalansı ise %1’ in altındadır (110).
1-Benign(%70): Laboratuar testleri ile uzun dönem takip, görüntüleme yöntemleri,
tekrar biyopsi alınması ve gerekirse levotiroksin ile supresyon tedavisi.
35 2-Malign(%4): Papiller, medüller ve anaplastik karsinom tanınırken, foliküler
karsinom tanısı konamaz. Folliküler karsinom tanısı için vasküler veya kapsül invazyonu
gösterilmelidir. Cerrahi ile konsültasyon, operasyon gereğinde radyoterapi gereklidir.
3-Folliküler veya Hurthle hücreli tümör şüphesi: %10-%20 malignensi riski ile bu
lezyonlar ileri inceleme gerektirirler. TSH düzeyi, T4 düzeyi ve antimikrozomal antikor
tetkikleri ile Hashimato tiroiditi ve hipertiroidizm ekarte edilebilir. Sintigrafide
hiperfonksiyone gözüken nodülün benign olduğu düşünülse de İİAB ile kontrolü gereklidir
(100).
4-Tanı için yetersiz materyal: %20 biyopside yeterli materyal alınamayabilir.
Biyopsinin tekrarı gereklidir. Biyopsi sonucu ısrarla nondiyagnostik olan nodüllerin
%50’sinin malign olduğu saptanmıştır. Bu nedenle bu hastalar cerrahi tedaviye verilmeli
veya yakın takip edilmelidir.
Tiroid Nodüllerinin Tedavisi:
Cerrahi tedavi:
Cerrahi tedavi gerektiren durumlar aşağıda sıralanmıştır (107).
•
TİİAB sonucu malign veya malignite yönünden şüpheli olan nodüller
•
Disfaji, dispne, disfoni gibi bası semptomlarının varlığı
•
Nodülün boyutunun 3 cm ve üzerinde olması
•
En az 3 kez yetersiz, nondiagnostik İİAB sonucu
•
LT4 tedavisi altında veya ilaçsız takipte büyüyen nodüller
•
İİAB sonucu benign de olsa malignite yönünden klinik şüphenin devam etmesi
Medikal Tedavi:
Sitolojik olarak benign olduğu gösterilmiş tiroid nodüllerinin medikal tedavisi için
LT4 ile TSH supresyon tedavisi yıllardır kullanılmaktadır. TSH supresyonu ile var olan
nodüllerin küçülmesi veya büyümemesi ve yeni nodül gelişiminin engellenmesi amaçlanır
(103). Klinik gözlemler, küçük (⟨2 cm) ve yeni oluşmuş nodüllerde L-T4 tedavisinin daha
36 etkili olduğunu, büyük ve fibrotik nodüllerde ise pek etkili olmadığını göstermiştir. Tedavi
sırasında ST3 düzeyi normal değerler içinde, TSH’nın normal değerlerin alt sınırında
tutulması önerilir. Yaşlılarda(⟩50 yıl) ve postmenapozal kadın hastalarda atriyal fibrilasyon
ve kemik kaybı oranı yüksek olduğu için tiroid nodüllerinin tedavisinde L-T4
önerilmemektedir (111).
Radyoaktif iyot tedavisi küçük, otonom fonksiyone nodüllerde verilirken büyük
nodüllerde (3-4 cm) cerrahi tedavi önerilir. Bazı merkezlerde kullanılan perkütan etanol
enjeksiyonu yöntemi, koagulasyon nekrozu yolu ile uygulandığı nodüllerde küçülmeye
neden olur. Lazer fotokoagulasyon ile yeterli veri yoktur (112).
37 MATERYAL VE METOD
Bu çalışma prospektif olarak tasarlandı. Çalışmaya Taksim Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Diyabet Polikliniği’nde takip edilen Tip 2 DM tanılı 51 bayan olgu alındı.
Kontrol grubunu randomize seçilen 42 sağlıklı bayan olgu oluşturdu. Çalışmaya alınmadan
önce tüm hastalar çalışma hakkında detaylı olarak bilgilendirildi. Anamnezleri alınırken öz
ve soy geçmişleri ve ilaç kullanımı sorgulandı. Tiroid hormonu düzeyini etkileyen ilaç
kullananlar (glukokortikoidler, fenitoin, karbamazepin, yüksek doz salisilat, amiodoron,
propranolol, iyot içeren ilaçlar) gebelik, ağır sistemik hastalık, hipotalamo-hipofizer
hastalık, akut psikoz ve depresyonu olanlar çalışma dışı bırakıldı.
Diyabetik hastalar kontrol grubu ile yaş, vücut kitle indeksi (BMI), FT3 (serbest
T3), FT4 (serbest T4), TSH (Tiroid stimulan hormon) düzeyleri ve tiroid USG bulguları
bakımından karşılaştırıldı. Ek olarak diyabetik hastaların diyabet süresi sorgulandı. Açlık
kan şekeri (AKŞ) ve HbA1c (glikolize hemoglobin) düzeyleri ölçüldü. Kan örnekleri 12
saatlik açlık periyodu sonrasında sabah saatlerinde alındı. Serum glukoz düzeyi
Roche/Hitachi modular p otoanalizörü kullanılarak enzimatik kolorimetrik metod ile
çalışıldı. HbA1c COBAS INTEGRA 400 cihazıyla Roche Diagnostics firmasının HbA1c
kiti kullanılarak immünotürbidimetrik yöntemle ölçüldü. Normal referans aralıkları %4,65.2 idi. FT3, FT4, TSH ölçümleri chemiluminesent microparticle immunoassey (CMIA)
yöntemi ile yapıldı. Referans aralığı FT3: 2.4-7.2 pg/ml, FT4: 0.9-1.9 μg/dl, TSH: 0.4-4
IU/ml olarak raporlandı.
Olguların vücut kitle indeksleri TANİTA biyoelektriksel impedans ölçüm cihazı
(T3F-611,Tanita) ile hesaplandı.
Tüm olguların tiroid dokusu ultrasonografi ile değerlendirildi.
Verilerin analizi SPSS for Windows 11.5 paket programında yapıldı. Sürekli
değişkenlerin dağılımının normale uygun olup olmadığı Shapiro Wilk testi ile
değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistikler sürekli değişkenler için ortalama ± standart sapma
veya ortanca (25-75) persantil olarak nominal değişkenler ise gözlem sayısı ve (%)
şeklinde gösterildi. Ortalamalar arasındaki farkın önemliliği Student’s t testi ile ortancalar
arasındaki farkın anlamlılığı ise Mann Whitney U testi ile araştırıldı. Nominal değişkenler
38 Pearson’un Ki-Kare testi ile incelendi. p<0.05 için sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı
kabul edildi.
39 BULGULAR
Biz çalışmamızda Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diyabet Polikliniği’nde
takip edilen 51 Tip 2 DM tanılı bayan olguyu değerlendirdik. Kontrol grubu olarak 42
sağlıklı bayan olgu alındı. Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş ve beden kitle indeksi
açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı (p⟩0.05), (Tablo 1).
Tablo 1. Demografik Veriler
Değişkenler
pa
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
(n=42)
(n=51)
Yaş
49.3±13.1
54.1±12.4
0.074
Beden Kitle İndeksi(kg/m2)
32.1±5.3
31.2±5.6
0.435
Diyabet Yaşı (yıl)
-
6.7±5.3
-
Açlık Kan Şekeri (mg/dl)
-
157(129 – 210)
-
HbA1c
-
7.2(6.7 – 9.2)
-
a Student’s t testi.
Çalışma grubunda ortalama diyabet yaşı 6.7±5.3 (yıl), açlık kan şekeri (mg/dl) 157
(129-210) ve HbA1c 7.2 (6.7-9.2) olarak saptandı.
Her iki grup tiroid fonksiyonları açısından değerlendirildiğinde çalışma grubunda
FT3 değeri anlamlı olarak düşük idi (p⟨0.001), (tablo 2). FT4 (p= 0.018) ve TSH (p=
0.009) değerleri arasında da anlamlı fark mevcuttu (şekil 1-2-3).
40 Değişkenler
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
pa
FT3 (pg/ml)
4.4 (3.7 – 5.2)
2.9 (2.6 – 4.1)
<0.001
FT4(µg/dl)
1.1 (1.0 – 1.3)
1.3 (1.1 – 1.4)
0.018
TSH (IU/ml)
1.9 (1.0 – 3.0)
1.3 (0.7 – 2.3)
0.009
a Mann Whitney U testi
Tablo 2. Tiroid fonksiyon testleri
7
84
6
5
4
3
2
FT3
1
11
0
N=
42
51
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
Şekil 1. Gruplar arasında FT3 düzeylerinin dağılımı
41 2,5
37
2,0
36
86
85
1,5
1,0
FT4
,5
43
0,0
N=
42
51
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
Şekil 2. Gruplar arasında FT4 düzeylerinin dağılımı
39
6
89
4
2
TSH
0
-2
N=
42
51
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
Şekil 3. Gruplar arasında TSH düzeylerinin dağılımı
42 USG ile değerlendirmede kontrol grubunda patoloji saptanma oranı %40.5, çalışma
grubunda %56.9 olarak bulundu. Her iki grupta da ultrasonografik olarak en sık rastlanan
patoloji MNG (multinoduler guatr) idi (tablo 3).
Tablo 3. Gruplar Arasında Tiroid USG Sonuçlarının Dağılımı
Tiroid USG
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
(n=42)
(n=51)
Normal
25 (%59.5)
22 (%43.1)
D.Hiperplazi
1 (%2.4)
4 (%7.8)
MNG
10 (%23.8)
15 (%29.4)
S.Nodül
5 (%11.9)
8 (%15.7)
Tiroidit
1 (%2.4)
2 (%3.9)
Çalışma grubunda subklinik hipotiroidi sıklığı (%7.8) kontrol grubuna kıyasla
(%4.8) daha fazla olmakla birlikte hipotiroidi her iki grupta da yalnızca 1 olguda saptandı.
Subklinik hipertiroidi saptanma yüzdesi ise kontrol grubunda (%4.8) çalışma grubundan
(%2) daha fazla idi (tablo 4).
43 Tablo 4. Gruplar arasında Tiroid Fonksiyon Testine göre tanı sonuçlarının dağılımı
Tiroid USG
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
(n=42)
(n=51)
37 (%88.1)
44 (%86.3)
Hipotiroidi
1 (%2.4)
1 (%2.0)
Hipertiroidi
-
1 (%2.0)
Subklinik hipotiroidi
2 (%4.8)
4 (%7.8)
Subkilik hipertiroidi
2 (%4.8)
1 (%2.0)
Normal
Gruplar arasında tiroid USG bulguları açısından fark saptanmadı (p= 0.116),
(tablo 5).
Tablo 5. Gruplar arasında Tiroid USG ve Tiroid Fonksiyon Testine göre tanı
sonuçlarının dağılımı
Değişkenler
Kontrol Grubu
Çalışma Grubu
(n=42)
(n=51)
Tiroid USG
0.116
Normal
25 (%59.5)
22 (%43.1)
Patolojik
17 (%40.5)
29 (%56.9)
Tiroid Fonksiyon Testi Tanısı
0.794
Normal
37 (%88.1)
44 (%86.3)
Normal Değil
5 (%11.9)
7 (%13.7)
A Pearson Ki-Kare testi.
44 pa
Tiroid fonksiyon testlerine göre hipotiroidi, hipertiroidi, subklinik hipotiroidi,
subklinik hipertiroidi şeklinde sınıflandırdığımız tüm olguları patolojik olarak kabul
edersek kontrol ve çalışma gruplarını karşılaştırdığımızda aralarında istatistiksel olarak
anlamlı fark saptanmadı (p= 0.794), (tablo5).
Diyabetik hastaları diyabet yaşı, BMI, AKŞ ve HbA1c düzeyleri bakımından kendi
aralarında kıyasladığımızda tiroid fonksiyon testleri patolojik olanlar ile normal
saptananlar arasında anlamlı fark gözlenmedi (tablo 6).
Tablo 6. Çalışma Grubu İçerisinde Tiroid Fonksiyon Testine Göre Normal Grup ile
Normal Olmayan Grup Arasında Yaş, Diyabet Yaşı, BMI, AKŞ ve HbA1c Düzeylerinin
Dağılımı
Değişkenler
Normal (n=44)
Normal Değil (n=7)
P
Yaş
53.0±12.5
61.0±9.7
0.114a
Diabet Yaşı (yıl)
6.7±5.6
6.9±3.2
0.493b
BedenKitle İndeksi (kg/m2)
31.0±5.7
32.6±5.5
0.475a
AKŞ (mg/dl)
156 (129 – 189.7)
210 (141 – 311)
0.052b
HbA1c
7.2 (6.2 – 9.0)
8.6 (7.1 – 10.5)
0.104b
a Student’s t testi.
b Mann Whitney U testi.
45 TARTIŞMA
Diyabetli hastalarda yılda bir kez tiroid fonksiyon testlerinin ölçülmesinin
kullanışlılığı hakkında tartışmalar vardır. Test yaptırmayı destekleyen çalışmalar
yetersizdir. Bahsedeceğim ilk çalışma 1983’te tek bir merkezde diyabet kontrolü ve
komplikasyonları çalışmasında (DCCT) yer alan ve 18 yıl takip edilen 58 tip1 DM tanılı
hastada tiroid fonksiyon testlerinin incelendiği çalışmalar incelemektedir. 16 hastada yeni
hipotiroidi saptandı ve bu durum kadınlarda daha sıktı. Hipertiroidizm seyrek olarak
görüldü. Bu çalışmadaki veriler Tip1 DM’li hastalarda tiroid fonksiyon testlerinin düzenli
olarak yapılması yönündeki öneriyi desteklemektedir.
Avustralyada Chubb SA ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada Tip 2 diyabetli
kadınlarda subklinik hipotiroidi prevalansı araştırıldı. Çalışmaya 420 erişkin kadın dahil
edildi. Subklinik hipotiroidi sıklığı %8.6 olarak bildirildi. Bu oran yaşla ilişkili fakat kan
şekeri ve HbA1c den bağımsızdı.
Zdrojewicz Z ve arkadaşlarının bildirdiği bir çalışmada Tip 2 diyabetli hastalarda
tiroid bezi fonksiyonları değerlendirildi. Yaşları 33-80 arasında 75 diyabetli hasta, 91
sağlıklı bireyle karşılaştırıdı. Tiroid fonksiyonları açısından anlamlı fark bulunamadı.
Pimenta WP ve arkadaşları tip 2 diyabetli hastalarda tiroid hastalığı araştırdılar.
Çalışma grubuna 256, kontrol grubuna 75 hasta dahil edildi. Tüm hastalara tiroid
ultrasonografisi ve tiroid fonksiyon testleri yapıldı. Hormon değerlerlerinin etkilendiği ve
ultrasonun anormal olduğu hastalar tiroid hastalığı olarak değerlendirildi. Tiroid hastalığı
sıklığı çalışma grubunda %51.6, kontrol grubunda %38.7 olarak saptandı. Tiroid
hastalıkları kadın cinsiyetle ilişkili bulundu. Her iki grup arasında tiroid fonksiyonları
açısından fark saptanmadı.
Suudi Arabistan’dan bildirilen bir çalışmada 100 tip 2 DM tanılı hasta, yaş ve
cinsiyet uyumlu 100 olgu ile karşılaştırıldı. Bu çalışmada tiroid disfonksiyonu sırasıyla
%42 ve %7 olarak bildirildi.
İskoçya’da yapılan bir çalışmada diyabetik hastalarda yıllık taramanın önemini
vurgulamak adına tiroid disfonksiyonu sıklığı araştırıldı. Rastgele seçilmiş 1310 diyabetik
46 erişkin hastada tiroid fonksiyonları ölçüldü. Tiroid hastalığı prevalansı %13.4 olarak
bulundu. En yaygın tanı subklinik hipotiroidi idi. Bunu hipotiroidi, hipertiroidi ve
subklinik hipertiroidi izledi. Tiroid disfonksiyonu kadın cinsiyette daha sık rastlandı. Bu
çalışmaya dayanarak hastalara yıllık tarama önerildi.
Nijerya Kalabar Hastanesi’ne başvuran 161 diyabetik hastanın değerlendirildiği bir
çalışmada tiroid patoloji sıklığı %19.8 olarak değerlendirildi. Hipotiroidi prevalansı
kadınlarda daha yüksekti.
Şu ana kadar yapılan çalışmaların bazılarında Tip 2 diyabetik hastalar ile kontrol
grubu arasında tiroid fonksiyonları açısından fark bulunmamakla birlikte çalışmaların
çoğunda diyabetik hastalarda tiroid hastalıklarının prevelansı, non diyabetik hastalardan 23 kez yüksek saptanmıştır. Yaş, kadın cinsiyet ve otoimmunite ile ilişkili fakat açlık kan
şekeri ve HbA1c den bağımsız bulunmuştur.
Bizim çalışmamızda tiroid disfonksiyonu saptanma sıklığı çalışma grubunda
%13.7, kontrol grubunda %11.9 olarak bulunmakla birlikte aralarında anlamlı fark yoktu
(p0.794). Fark saptanmamasının nedeni çalışmaya alınan hastaların diyabet yaşının fazla
olmaması ve hastalıklarının nispeten iyi kontrollü olması olabilir. (HbA1c=7.9)
En sık rastlanan tiroid patolojisi subklinik hipotiroidi idi. Çalışma grubunda %7.8,
kontrol grubunda %4.8 olarak saptandı. Hipotiroidi, hipertiroidi ve subklinik hipertiroidi
saptanma yüzdeleri eşit idi. Tiroid patolojisi saptanan diyabetik hastaların yaş ortalaması
(61±9.7), patoloji saptanmayanlardan (53±12.5)daha yüksek olmasına rağmen aralarında
anlamlı fark yoktu. Bunun nedeni olarak yapılan çalışmalardaki hasta populasyonun yaş
ortalamasının bizim hastalarımızın yaş ortalamasından yüksek olması gösterilebilir.
Diyabet yaşı, AKŞ ve HbA1c bakımından diğer çalışmalarla uyumlu olarak istatistiksel
fark saptanmadı.
Bu güne kadar yapılan çalışmalarda sağlıklı erişkinlerde tiroid USG ile insidental
olarak bulunan nodüllerin prevelansı %19 ile %67 arasında değişmektedir. Tüm tiroid
nodüllerinin yaklaşık %5’i malign olduğundan tiroid nodüllerinin değerlendirilmesinin
esas amacı malignensiyi ekarte etmektir. California hastanesinde Ezzat S ve arkadaşlarının
yaptığı 100 hastayı içeren çalışmada nodül sıklığı %21 olarak saptandı. Nodüllerin
47 prevalansı kadınlarda daha fazla ve MNG soliter nodüle göre daha sık gözlendi. Porto
Alegra Hastanesi’nde Furlanettu Tw’nin yaptığı çalışmaya 207 kadın dahil edildi. Nodül
sıklığı %35.3 bulundu, yaşla nodül sıklığı arasında bağlantı mevcuttu. Yine Çin’de Ulusal
Tayvan Üniversitesi Hastanesi’nde 277 hastanın alındığı bir çalışmada %37 hastada tiroid
anomalileri saptandı. USA’da yapılan iki çalışmada nodül prevalansı %45 idi. Roma’da
Festuccia F ve arkadaşlarının planladığı 2672 obez hastanın dahil edildiği çalışmada tiroid
hastalığı prevalansı %22 idi ve yaş ve vücüt ağırlığı ile korole bulundu.
Junik R. Nicolas’ın Copernicus Üniversitesi’nde tiroid hastalığı olmayan 130
diyabetik, kötü kontrollü hastayı içeren çalışmada MNG, soliter nodül ve diffüz
parankimatöz hastalık, kontrol grubuna göre anlamlı olarak fazla bulundu.
Bizim çalışmamızda ultrasonografik olarak MNG, soliter nodül, diffüz hiperplazi
ve tiroiditi içeren tiroid patoloji sıklığı kontrol grubunda %40.5, çalışma grubunda %56.9
idi. Bu patolojiler ayrı ayrı karşılaştırıldığında da saptanma yüzdesi çalışma grubunda daha
yüksek bulundu. Aralarında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p⟩0.05). Tiroid patolojisi
yüzdesinin diğer çalışmalara göre hem kontrol, hem de hasta grubunda daha yüksek
saptanma nedeni olarak çalışmaya aldığımız olguların obez ve orta-ileri yaşta olmasını
gösterebiliriz. Çalişmamızda kontrol grubu ile anlamlı fark saptanmama nedeni ise çalışma
grubundaki hastaların Hba1c düzeylerinin çok yüksek olmaması (ortalama 7.2), hastalığın
nispeten iyi kontrollü olması olabilir.
Kötü kontrollü DM bozulmuş tiroid fonksiyonuna yol açar. En sık bulgu 5
monodeiyodinasyon reaksiyonu yoluyla periferde tiroksinin (T4) tri-iyodotironine (T3)
dönüşümünde azalma nedeniyle izole düşük T3 düzeyidir. Bu bulgu pnömoni veya sepsis
gibi tiroid dışı hastalığa sahip hastalarda ve major bir cerrahi girişim uygulananlarda
görülen, hastalıkları süresince tiroid testlerinin anormal olduğu bir durum olan ‘hasta
ötiroid sendromu’ na benzer. Çok hasta kişilerde hafif bir azalma olabilse de T4 ve tiroid
stimüle eden hormon (TSH) düzeyleri genelde normaldir. Değişen tiroid fonksiyonları
glisemik kontrolün düzelmesiyle normale döner. Kötü kontrollü diyabetik hastalarda, daha
iyi bir diyabetik kontrolle normale dönebilen, tirotiropin salgılayan hormona (TRH) TSH
cevabında bozulma gözlenebilir.
48 Bizim çalışmamızda da bahsedildiği gibi FT3 düzeyi çalışma grubunda kontrol
grubuna göre anlamlı olarak düşük saptandı (p 0.001). Ek olarak FT4 ve TSH düzeylerinde
de anlamlı fark mevcuttu.
Sonuç olarak DM insidansı tüm dünyada artarken eş zamanlı olarak
komplikasyonlarında da artış görülmektedir. Bu nedenle hekimler DM’nin diğer organ
sistemleriyle etkileşimiyle ilgili problemleri de daha yoğun şekilde tedavi etmelidirler.
Kötü kontrollü diyabet endokrin organlarda bazı fonksiyonel bozukluklara sebep
olabilmekte ve endokrin laboratuar testleri etkileyebilmektedir. Başta tiroid patolojileri
olmak üzere bu anormallikler genellikle geri dönüşümlüdür. Ve diyabet kontrolü
sağlandığında normalleşecektir. Klinik gözle, Tip 1 DM ve diğer otoimmun kaynaklı
endokrinopatiler arasında etkileşim olasılığı bakımından uyanık olunmalıdır. Hipertiroidi
gibi bazı endokrin hastalıklar hiperglisemik etkilere sahip hormonların aşırı salınımı ile
karakterizedir. Bunun sonucunda duyarlı kişilerde glisemik kontrol aniden bozulabileceği
gibi bozulmuş glukoz toleransı veya aşikar DM’in ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir.
Hipotiroidi hatta subklinik hipotiroidi bile tip 2 diyabette sıklıkla eşzamanlı bulunan
dislipidemiyi arttırabilir ve fazla artış artmış kardiyovasküler hastalık riski ile bağlantılıdır.
Tüm diyabetik hastalarda tiroid anomalilerinin düzenli taranması subklinik tiroid
disfonksiyonunun erken tedavisine olanak sağlar. Duyarlı serum TSH ölçümü tarama testi
olarak seçilmelidir. Tip 2 diyabet hastalarında TSH ölçümü tanı için yapılmalıdır ve belirli
aralıklarda tekrarlanmalıdır.
49 ÖZET
Tiroid disfonksiyonu diyabetik hastalarda sıktır ve anlamlı metabolik rahatsızlıklar
oluşturabilir. Yapılan çalışmalar bu bilgiyi destekler nitelikte olup bu hastaların yıllık
tarama programına alınmasını önermektedir. Biz çalışmamızda tip 2 diyabetik hastalarda
tiroid patolojisi rastlanma sıklığını araştırdık.
Çalışmaya Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diyabet Polikliniği’nde takip
edilen Tip 2 DM tanılı 51 bayan hasta alındı. Kontrol grubunu randomize seçilen 42
sağlıklı bayan olgu oluşturdu. Her iki grubun FT4, FT3, TSH düzeyleri ve tiroid USG
bulguları karşılaştırıldı.
Çalışmamızda subklinik hipotiroidi ve tiroid nodülü sıklığı çalışma grubunda hasta
grubundan daha fazla bulunmakla beraber aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı. Diyabetik gruptaki tiroid disfonksiyonu yaş, diyabet yaşı, açlık kan şekeri ve
HbA1c düzeyinden bağımsızdı.
Bizim çalışmamızda tiroid patolojisi açısından anlamlı fark saptanmamakla birlikte
yapılan çalışmaların ışığında diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyonu saptanma oranı
normal populasyona göre 2-3 kat yüksektir. Bu nedenle tüm diyabetik hastalarda TSH
ölçümü yapılmalıdır. Tiroid görüntülenmesinde insidental olarak saptanan nodül sıklığı
yüksek olmakla beraber her diyabetik hastaya rutin uygulama önerisinden önce daha fazla
kontrollü çalışmaya gerek duyulmaktadır.
50 KAYNAKLAR
1. Burant CF: Medical Management of Type Two Diabetes 5 th. Ed. American Diabetes
Association 2004
2. Diabetes Mellitus’un tarihçesi. In: Diabetes Mellitus 2000, Ed: Candeğer Yılmaz, Temel
Yılmaz, Şazi İmamoğlu, Mayıs 2000, Gri Tasarım, pp: 13-15.
3. İmamoğlu Ş:Diabetes Mellitus 2006,44
4. İliçin G,Biberoğlu K,Süleymanlar G,Ünal S. ç hastalıkları 2.Baskı Güneş Kitabevi
2003
5. Koloğlu S. Diabetes Mellitus. Temel ve klinik endokrinoloji 1.Baskı. Medikal network
ve Nobel Ankara 1996 P:367-386
6. Ueland PM, Refsum H,Stabler SP, Malinow MR, Anderson A,Allen RH.Total
homocysteine in plasmo or serum:Methods and clinical application. Clin Chem 1993;39:
1764-79
7. Satman İ. Diabetes Mellitus’un tanı ve sınıflaması. Türkiye Klinikleri Endokrinoloji
2003;1: 157-68.
8. Endokrinoloji Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları Nobel Tıp Kitabevi Sencer
E.2001;274
9. Hatemi H.Diabetes Mellitus Tanı ve Tedavi. Yüce matbaacılık A.Ş. İstanbul 1989
10. American Diabetes Associations: Diagnosis and Classication of Diabetes
Mellitus.Diabetes Care 27(suppl.1);s:5-10 2004
11. Williams G, Pickup JC. Handbook of Diabetes, 3.th edition Türkçe çevirisi. Blackwell
Publishing Company. 2004
51 12. Eschwege E, Simon D, Balkau B. The growing burden of diabetes in the world
population. International diabetes federation Bulletin 1997;42: 14-9.
13. Boyle JP, Honeycutt AA, Narayan KM et al. Projection of diabetes burden through
2050: impact of changing demography and disease prevalence in the US. Diabetes Care
2001;24:1936-40.
14. King H, Aubert RE, Herman WH. Global burden of diabetes, 1995-2025:prevalence,
numerical estimates and projections. Diabetes Care 1998;21:1414-31.
15. Laakso M. Tip 2 diyabetin epidemiyolojisi ve tanısı. In: Tip 2 Diyabet, ed. Goldstein
BJ, Wieland DM, AND, 2003, İstanbul, pp: 2-12.
16. Orhan Y. Diabetes Mellitus. In: Endokrinoloji, Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları,
ed. Sencer E, Nobel, 2001, İstanbul, sayfa 246-86.
17. Satman I, Yılmaz MT, Şengül A. At al Population based study and risk characteristics
of Turkey. Diabetes Care 2002;25: 1551-6.
18. Haris MI, Flegal KM, Cowie CC et al. Prevalence of diabetes, impaired fasting
glucose and impaired glucose tolerance in US adults. The Third National Health and
Nutrition Examination Survey, 1988-1994. Diabetes Care 1998;21: 518-24.
19. Kenny SJ, Aubert RE, Geiss LS. Prevalence and incidence of non-insulin independent
diabetes. In: National Diabetes Group, ed. Diabetes in America, Bethesda, MD: National
Institute of Diabetes and Digestive and Kidney Diseases, 1995:47-68.
20. Greger N, Edwin CM. Obesity:a pediatric epidemic. Pediatr Ann 2001;30:694-700.
21. Joslin’s Diabetes MellitusEds: C.R.Kahn, G.C.Weir, G.L.King, A.M. Jacobson,
A.C.Moses, R.J.Smith 14 th.Edition, 2005
22. İç Hastalıkları, İliçin G, Biberoğlu K, Süleymanler G, Unal S, Güneş kitapevi, 2003,
52 S:2279-2291
23. Satman İ, DM tanı ve izleminde yeni kriterler, Turkiye klinikleri Journal of ınternal
Medical Sciences 2007, 3(3):1-15
24. Standarts of medical care for patients with diabetes mellitus.Diabetes Care
2003;26(suppl 1):S33-S50
25. American College of Endocrinology: Consensus statement on guidelines for glycemic
control.Endocr Pract 2002;8(suppl 1):6-11.
26. Williams Textbook of endocrinology Eds: P.R.Larsen,H.M.Kronenberg,S.Polonsky 10
th.Edition,2003
27. Manuel of Endocrinology and Metabolism. Ed.Norman Lavin. Lippincott Williams and
Wilkins 2002
28. Masharani U,Karam JH, German MS:Treatment of Diabetes Mellitus.In:Basic and
Clinical Endocrinology.7th Edition,McGraw Hill, New York,2004;pp:689-90
29. Bell DSH. Type 2 diabetes mellitus: Am J Med116(5A):235,2004
30. American Diabetes Accociation. Standarts of medical care in diabetes. Diabetes Care
2005;28(suppl 1):S4-S36.
31.Satman İ,Yılmaz MT, engül A,Population-based study of diabetes and risk
characteristics in Turkey: Results of the Turkish Diabetes Epidemiology Study
(TURDEP).Diabetes Care 25: 1551-1556,2002
32. Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Report of
the Expert Commitee on the Diagnosis and Classification of Diabetes. Diabetes Care. 2003
Jan;26 Suppl 1:S:5-20.
33. International Diabetes Federation: Diabetes Atlas Edition, Brussels, IDF Publ, 2006
53 34. Narayan KM, Boyle JP, Thompson TJ, Lifetime risk for DM in the United States.
JAMA 2003;1884-1890
35. Kahn CR, Weir GC, King GL, Jacobson AM, Moses AC, Smith RJ. Joslin’s Diabetes
Mellitus.14.th Edition.2005 LippincottWilliams-Wilkins
36.Satman İ,Yılmaz T,Bostar I et all. Diabetes Epidemiology Study in Turkey: First Step
Data Results. Diabetes 1998;47:A384,1480
37. Zimmet P, Mccarthy D.Diabetes 1994 to 2010 Global Estimations and Projections.
Melbourne: nternational Diabetes Institute,1994
38. Wilson JD, Foster DW, Kronenberg HM,Larsen PR,Williams Textbooks of
Endokrinology 9.th edition WB.Saunders Company
39. Masters PA. Simons RJ. Clinical Use of Sensitive Assays for Thyroid – stimulating
Hormone. J Gen Intern Med. 1996;11: 115-127.
40. Levey GS, Klein I .Disorders of The Thyroid. In: Stein J, editor. Stei’s textbook of
Medicine. 2nd edition. Brown;1994.p.1383-97.
41. Glass CK , Holloway JM. Regulation of Gene Expression by The Thyroid Hormone
Receptor. Biochem Biophys Acta 1990;1032:157-76.
42. Brent GA, Moore DD , Larsen PR. Thyroid Hormone Regulation of Gene Expression.
Ann Rev Physiol 1991;53:17-35.
43. Koerner D, Schwartz H , Surks MI , Oppenheimer JH , Jorgensen EC. Binding of
Selected Iodothyronin Analogues to Receptor Sites of Isolated Rat Hepatic Nuclei: High
Correlation Between Structurel Requirements for Nuclear Binding and Biological Activity.
J Biol Chem 1975;250:6417-23.
44. Lazr MA. Thyroid Hormone Receptors: Multiple Forms, Multiple Possibilities. Endocr
Rev 1993;14: 184-93.
54 45. Dillman WH. Biochemical Basis of Thyroid Hormone Action in The Heart. Am J Med
1990;88: 626-30
46. Dyke CM , Yek T Jr , Lehman JD , Abd-Effatah A , Ding M , Wechsler AS , etal.
Triiodonine-enhanced Left Ventricular Function After Ischemic Injury.
47. Klein I.Thyroid Hormone and Blood Pressure Regulation. In: Laragh JH, Brenner BM
, Kaplan NM , editors. Endocrine Mechanisms in Hypertension. Vol.2 New York: Raven
Press ;1989.p.1661-74.
48. Klein I. Thyroid Hormone and High Blood Pressure. In: Laragh JH, Brenner BM
Kaplan NM, editors. Endocrine mechanisms in hypertension. Vol.2 New York: Raven
Press; 1989 p.61-80
49. İliçin, Biberoğlu, Süleymanlar, Ünal. İç Hastalıkları cilt 2 2.baskı s:2171- 2172 Güneş
Kitapevi ISBN 975-8531-78-6
50. Fichtlscherer S, Rosenberger G, Walter DH, Breuer S, Dimmeler S, Zeiher AM 2000
Elevated CRP levels and impaired endothelial vasoreactivity in patients with coronary
artery disease. Circulation 102:1000-1006
51. Arem R, Escalante D 1996 Subclinical hypothyrodism: epidemiology, diagnosis and
significance. Adv Intern Med 41: 213-250
52. Cooper DS 1998 Subclinical thyroid disease: a clinician’s perspective. An Intern Med
129:135-138
53. Ayala AR, Danese MD, Ladenson PW 2000 When to treat mild hypothyroidism.
Endocrinol Metab Clin North Am 29: 399-415
54. Canaris GJ, Manowitz NR, Mayor G, Ridgway EC 2000 The Colorado thyroid disease
prevalence study. Arch Intern Med 160:526-534
55. Ross DS 2000 Subclinical hypothyroidism. In: Braverman LE, Utiger RU (eds) Werner
and Ingbar’s the thyroid, Eight Edition, Lippincott- Williams&Wilkins, New York,
p:1001-1006. ’’
55 56. Graettinger JS, Muenster JJ , Checcia CS , Grissom RL , Campbell JA. A Correlation
of Clinical and Hemodynamic Studies in Patients with Hyperthyroidism and without
Congestive Heart Failure. J Ciln Invest 1959;38: 1316-27.
57. Klein I. Thyroid Hormone and The Cardiovascular System. Am J Med 1990;88:631-7.
58. Danese MD, Ladenson PW, Meinert CL; Powe NR 2000 Effect of thyroxine therapy
on serum lipoproteins in patients with thyroid failure: a quantitative review of the literature
J Clin Endocrinol Metab 85:2993-3001
59. Ladenson PW, Singer PA, Ain KB 2000 American thyroid association guidelines for
detection of thyroid dysfunction. Arch Intern Med 160:1573-1575
60. Kim G, Davis T.F 2002 Hypothyroidism. In: Beser G.M, Thorner M.O (eds)
Comprehensive clinical endocrinology, Third Edition, Mosby. London, p:145-149.
61. Tunbridge WMG, Evered DC, Hall R, Appleton D,Brewis M, Clark F, Grimley Evans
J, Young E, Bird T 1977 The spectrum of thyroid disease in a community: The Whickam
Survey. Clin Endocrinol 7: 481-493
62. Haber RS, Loeb JN.Effect of 3,5,3’triiodothyronine Treatment on Potassium Efflux
From Isolated Rat Diaphragm: Role of Increased Permeability in The Thermogenic
Response. Endocrinology 1983;3: 1217-23.
63. Kapitola J, Vilimovska D. Inhibition of The Early Circulatory Effects of
Triiodothyronine in Rats by Propranalol. Physiol Bohemoslov 1981;30: 347-52.
64. Levey GS. Catecholamine Sensitivity, Thyroid Hormone and The Heart: A
Revealuation. Am J Med 1971;50
65. Das KC, Mukherjee M, Sarkar TK, Dash RJ, Rastogi GK. Ereythropoiesis and
erythropoietin in hypo-and hyperthyroidism. J Clin Endocrinol Metab 1975;40: 211-220.
66. Lamberg B-A. Glucose metabolism in thyrohid disease. Acta Med Scand
1965;178:351-362.
56 67. Doar JWH, Stamp TCB, Wynn V, Audhya TK. Effects of oral and intravenous glucose
loading in thyrotoxicosis. Diabetes 1969;18:633-639.
68. Levy LJ, Adesman JJ, Spergel G. Studies on the carbohydrate and lipid metabolism in
thyroid disease: effcts of glucagon. J Cline Endocrinol Metab 1970;36:372-379.
69. Landing BH, Pettit MD, Wiens RL, Knowles H, Guest GM.Antithyroid antibody and
chronic thyroiditis in tiabetes. J Clin Endocrinol Metab 1963;23:119-120.
70. Singer PA, Cooper DS , Levy EG , et al. Treatment Guidelines for Patients with
Hyperthyroidism and Hypothyroidism. JAMA. 1995;273:808-812.
71 .Mazafferi EL. Evaluation and Mangment of Common Thyroid Disorders in Women.
Am J Obstet Gynecol. 1997;176:507-514.
72. Mehta V, Savino JA. Surgical Managment of the Patient with A Thyroid Disorder.
Ciln Geriatr Med. 1995;11:291-309.
73. Attia J, Margetts P, Guyatt G. Diagnosis of Thyroid Disease in Hospitalized Patients:
A Systematic Review. Arch Intern Med. 1999;159:658-665.
74. Weetman AP. Hypothyroidism: Screening and Subclinical Disease. BMJ.
1997;314:1175-1178. Surg 1991;52: 14-9.
75. Hollowell J, Braverman LE, Spencer CA, Staehling N, Flanders D, Hannon H 1999
Serum TSH, T4 and thyroid antibodies in the United States population: NHANES III.72nd
Annual Meeting of the American Thyroid Association, Palm Beach, FL, Abstract 213
76. Geul KW, van Sluisveld ILL, Grobbee DE, Docter R, de Bruyn AM, Hooykaas H, van
der Merve JP, Hemert AM, Krenning EP, Hennemann G, Weber RFA 1993. The
importance of thyroid microsomal antibodies in the development of elevated serum TSH in
middle-aged women: Association with serum lipids. Clin Endocrinol 39:375-380
77. Rivolta G, Cerutti R, Colombo R, Miano G, Dionisio P, Grossi E 1999. Prevalance of
subclinical hypothyrodism in a population living in the Milan metropolitan area.
Endocrinol. Invest 22: 693-697
57 78. Bagchi N, Brown TR; Parish RF 1990 Thyroid dysfunction in adults over age 55 years.
A study in an urban U:S: community. Arch intern Med. 150:785-787
79. Sawin CT, Chopra D, Azizi F, Mannix JE, Bacharach P 1979 The aging thyroid.
Increased prevalence of elevated serum thyrotropin levels in the elderly. JAMA. 242:247250
80. Lindeman RD, Schade DS, LaRue A, et al. 1999 Subclinical hypothyrodism in a
biethnic, urban community. J Am Geriatr Soc 47:703-709
81. Hak AE, Pols HAP, Visser TJ, Drexhage HA, Hofman A, Witteman JCM 2000
Subclinical hypothyrodism is an independent risk factor for atherosclerosis and myocardial
infarction in elderly women: The rotterdam study. Ann Intern Med 132:270-278
82. Rosenthal MJ, Hunt WC; Garry PJ, Goodwin JS 1987 Thyroid failure in the elderly:
microsomal antibodies as discriminant for therapy. JAMA 258:209-213
83. Parle JV, Franklyn JA, Cross KW, Jones SC, Sheppard MC 1991. Prevalence and
follow-up abnormal TSH concentrations in the elderly in the United Kingdom.
Clinendocrinol (Oxf) 34:77-83
84. Vanderpump MPJ, Tunbridge WMG, French JM, Appleton D, Bates D, Clark F,
Grimley Evans J, Rodjers H, Tunbridge F, Young ET 1995 The incidence of thyroid
disorders in the community: A twenty-year follow up of the Whickam Survey. Clin
Endocrinol 43:55-69
85. O’Donnell AL. Hyperthyroidizm: Systemic Effects and Differential Diagnosis.Falk
SE. Thyroid Disease:Second Edition.Lippincott Raven.Philadelphia.1997;14: 241-252
86. Uysal AR. Tirotoksikoz ve Hipertiroidizm. İşgör A (ed).Tiroid Hastalıkları ve
Cerrahisi. Avrupa Tıp Kitapçılık.İstanbul. 2000; bölüm 6: 299-324
87. Werner and Ingbar’s The Thyroid Lewis Braverman, Robert D. Utiger 2000 s:678
88. Thyroid Disease Stephan A. Falk, 2. Bası 1997
58 89. Thyrotoxicosis Endocrinol Metab. Clin Of North America 1998
90. Rosenthal MJ, Hunt WC, Garry PJ, et al 1987 Thyroid failure in the elderly:
microsomal antıbodies as discriminant for therapy. JAMA 258:209-213
91. Kabadi UM 1993 “subclinical hypothyroidism”:natural course of the syndrome during
a prolonged follow-up study. Arch Intern Med 153:957-961
92. Haddow JE, Palomaki GE, Alan WC, et al. 1999 Maternal thyroid deficiency during
pregnancy and subsequent neuropsychological development of the child. N Engl J Med
341:549-555
93. Vahab Fatourechi 2002 Subclinical hipothyroidism: How should it be managed? Trea
Endocrinol. 1(4):211-216
94. AACE Thyroid Task Force. American Association Of Clinical Endocrinologists
medical guidelines for clinical practice for the evaluation and tretment of hyperthyroidizm
and hypothyroidizm. Endocrine Practice 457-69,2002
95. Biondi B, Palmieri EA, Lombardi G, Fazio S.Effects of subclinical thyroid dysfunction
on the heart.Ann Intern Med 137:904-914,2002
96. Cooper DS. Subclinical Hypothyroidism. N. Eng. J. Med345:26-65,2001
97. Helfand M. Screening for subclinical thyroid disfonction in nonpregnant adults: a
summary of the evidence fort the US preventive services task force. Ann Intern Med
140:128-141,2004
98. Kek PC, Ho SC, Khoo DH. Subclinical Thyroid disease.Singapore Medj.44 ,595600,2003
99. Castro MR. Gharib H. Thyroid disorders.Thyroid nodules.IN:Evidence-based
Endocrinology.Camacho PM, Gharib H, Sizemore GW eds. Lippincott Williams and
Wilkins Co Philadelphia 2003; pp:39-73
59 100. Castro MR Gharib H.Continuing contraversies in the management of thyroid nodules.
Ann Intern Med 2005;142:926-31
101. Ezzat S, Sarti DA, Cain DR, Braunstein GD.Thyroid incidentalomas.Prevalence by
palpation and ultrasonography.Arch Intern Med 1994;154:1838-40.
102. Burguera B, Gharib H. Thyroid incidentolamas. Prevalence, diagnosis, significance,
and management. Endocrinol metab Clin North Am 2000;29: 187-203
103. Hegedus L,Bonnema sj, Bennedbaek. Management of simole nodular goiter:current
status and future perspectives.Endocrine Reviews 2003;24:102-103
104. AACE Clinical practice guidelinesfor the diagnosis and management of thyroid
nodules. Endocrine practice 1996;2 80-84
105. Pacini F, Burroni L, Ciuoli C,Di Cairano G, Guarino E. Management of thyroid
nodules: a clinicopathological, evidence- based approach.Eur J Nucl Med Mol Imaging
2004;31:1443-9
106. Hegedus L.Clinical practice. The thyroid nodule.N Engl J Med 2004;351:1764-71
107. Papini E.The dilemma of non-palpable thyroid nodules. J Endocrinol Invest
2003;26:3-4
108. V ierhapper H,Raber W,Bieglmayer C, Kaserer K,Weinhausl A,Niederle B 1997
Routine measurement of plazma calcitonin in noduler thyroid diseases. J Clin Endocrinol
MetaB 82: 1589-1593
109. Marqusee E, Benson CB, Frates MC, Doubİlet PM,Larsen PR,Cibas ES,Mandel
SJ.Usefulness of ultrasonograph in the management of noduler thyroid disease.Ann Intern
Med.2000;133:294-9
110. Koc M, Ersoz HO, Akpınar ı, Gogas-Yavuz D, Deyneli O, Akalın S.Effect of low
and high dose levothyroxine on thyroid nodule volume: a crossover placebo-controlled
trial.Clin Endocrinol 2002;57:621-8
60 111. Erdoğan MF, Kamel N,Aras D,Akdoğan A, Baskal N,Erdoğan G.Value of reaspirations in benign noduler thyroid disease.Thyroid 1998:1087-90
112. Alagöl F. Tiroid hastalıkları.’Endokrinoloji, Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları’
Editör: E.Sencer.Yayınevi: Nobel,2001. Sayfa 93-158.
61 
Download