بسم هللا الرحمن الرحيم DİN UĞRUNA ÇALIŞMAK HEPİMİZİN MESULİYETİDİR Derdimiz iptal olan hassasiyetlerimizi yeniden kullanıma sokmak ve Müslümanların çoğunun etkilenmeyip tepkisiz kaldığı meseleler karşısında Müslüman nefisleri yeniden canlandırmaktır. Allah onlardan dinlerine sıkıca sarılmalarını emretmişken onlar dinlerine zayıf bir bağ ile bağlanmışlardır. Derdimiz, hayatlarında imanın gücünü kaybetmiş olan milyonlarca Müslümanlardan oluşan bu koca cesetteki kanı harekete geçirmektir. Ve maalesef Müslümanlar şu anda tamda peygamberlerinin onları vasıflandırdığı hal üzere olmuşlardır. ‘‘Akarsuyun üzerindeki çerçöp gibi’’. Derdimiz Müslümanların dağılan birliğini bozulan dirliğini ve kaybolan kuvvetlerini onlara hatırlatmaktır. Ve onların tekrardan eski izzet ve şeref içerisinde yaşadığı günlere özlem duymalarını sağlamaktır. Derdimizi 5 madde üzere sizlere açıklamaya çalışacağız. ● Allah’ın dinine davet etmek herkesin görevidir. Bu mesele birinci neslin akidesinde son derece net bir durumdu. Öyle ki onlar o gün bu akideyi Abdullah oğlu Muhammed’in s.a.v ağızından olduğu hal üzere en kemal mertebede almışlardır. Sahabeler o gün Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğu şehadeti üzerine biat etmek için elini peygamber efendimizin s.a.v mübarek eline uzattılar. Sadece bunun için biat ettiler başka bir şey için değil. Sonra onlar bu biat ile kendilerine bu dine hizmet için giydirilen bir elbise giydirildiğini anladılar. Onlar artık kendilerini kelimeyi tevhidi söylemek ile birlikte bu dinin hizmetkârı saydılar. Bir örnek vermek gerekirse Tufeyl bin Amr eddevsi risaletin ilk günlerinde Mekke’ye geldiğinde Rasulullah aleyhisselam ona İslam dinini sundu ve kuran okudu, oda hemen iman etti. Değerli kardeşim kendi nefsine şunu sorabilirsin o zamana kadar islam dininden neler tamamlanmıştı ki ? O zamana kadar sadece tevhid ve bazı ahkamlar tamamlanmıştı. Ve tufeyl olduğu yerde iman etti sonra hemen bulunduğu yerde kendini bundan meshul hissederek dedi ki : ‘‘Ya Rasulullah muhakkak ki kavmim Allah’a şirk koşuyor ve aralarında zina çok yayılmıştır. Beni onlara davetçi olarak gönder.’’ SubhanAllah bu adam bu zamana kadar dinle alakalı hiçbir şey bilmiyordu. Velakin o insanı dine sokan bu biat ile birlikte bu amelin kendisine vacip olduğunu hissetti. Ve o anda kavmi için bir davetçi ve uyarıcı olmak istedi. Ve dedi ki : ‘‘Ya Rasulullah beni onlara davetçi olarak gönder hiç şüphesiz ki kavmim Allah’a şirk koşuyor ve içlerinde zinada çok yayılmıştır.’’ Peygamber efendimiz s.a.v onu kavmine gönderdi, ve Allah’a ona bir delil vermesi için dua etti. Tufeyl kavmine vardığında peygamberin s.a.v duası kabul olundu ve delil ortaya çıktı. Delil ise yüzünde çıkan bir nurdu. Onun yüzündeki nur bir lambanın ışığı gibi parlıyordu. Tufeyl dua da bulundu ve: ‘‘Rabbim eğer kavmim yüzümdeki bu nuru görürse beni hastalıklı sanar Allah’ım sen bu nuru yüzümden kırbacıma aktar ’’dedi. Yüzündeki nur kırbacına geçti ve o kırbacını hareket ettirdiği zaman sanki kırbacının ucunda bir lamba varmış gibi parlardı. Tufeyl kavmini İslam’a davet etti akrabalarından bazıları kabul etmesine karşın birçoğu onun davetine isyan etti. Rasulullah s.a.v döndü ve kavminin bu durumundan üzüntü duyarak şikayetçi oldu ve dedi ki: ya Rasulullah kavmim Allah’a şirk koşuyor onlar için duacı olur musun? Bunun üzerine peygamber s.a.v ellerini kaldırdı ve ‘‘Allah’ım devs kavmine hidayet et Allah’ım devs kavmine hidayet et’’ dedi. Sizce Tufeyl İslam’ı ilk duyunca bunu doğal bir iş olarak mı karşıladı yoksa devrimci bir ruh ile vicdanı harekete mi geçti? Bilakis içi kaynadı din için harekete geçti Tufeyl r.a. dine girmesi ile birlikte başkalarını da bu dine davet etme sorumluluğunu kendisinde hissetti. ● Din uğruna çalışmada tatil yoktur. Din için çalışmak her daimdir. Belirlenmiş bir vakti ya da zamanı yoktur. Din için çalışmak bütün bir ömrün vazifesidir. Kendimizi hakiki İslam’a isnat edebilmemiz için din uğruna amel etmemiz gerekmektedir. Din uğruna amel ise bütün bir ömrün vazifesidir. Cafer bin Ebi Talib’ten bir örnek vermek gerekirse, O ra. Ömründen yaklaşık 11 seneyi uzaklarda Habeşistan’da geçirmiştir. Habeşistan’da kaldığı süre boyunca bir kere bile ne aridi bir sebepten ne hastalıktan ne de zorda kaldığından dolayı geri dönmek için izin almamıştır. O gurbet hasreti ve uzakta olmanın verdiği acı ile tam on bir yıl kesintisiz bir şekilde Habeşistan’da kalmıştır. Ve O peygamberimizin hicretinin yedinci senesi bir fırsat bularak Medine’ye dönmüştür. Bütün bunların hepsi Allah rızasına nail olabilmek içindi. Cafer bin Ebi Talip Hayber fethinin olduğu sene dönmüştü. Hayber fethi ki Müslümanlar için çok önemlidir. Hayber’in fethedildiği güne kadar Müslümanlar tokluk nedir bilmemişlerdir. Müslümanlar ilk defa Hayber fethinden sonra zengin olmaya başlamışlardır. İşte Hayber’in fethi İslam’ın izzet bulduğu ve Müslümanların izzet bulduğu bir fetihtir. Velakin Rasulullah s.a.v bu fetih sırasında amcasının oğlu Cafer bin Ebi Talip ile karşılaşınca dedi ki: hangisine sevineceğimi bilemiyorum Hayber’in fethine mi sevineyim Cafer’in gelişine mi? Rasulullah s.a.v Cafer’in gelişine çok sevinmişti ve bu sevinci ile Hayber’in fethine duyduğu sevinç eşitti. Rasulullah s.a.v gurbetten gelen ve şiddetle özlem duyduğu amcasının oğlu Cafer r.a ne ile mükâfatlandırmıştır? Öyle ki bu kişi dini uğruna 11 senesini vermiştir. Bu kişinin mükâfatı neydi? Peygamber efendimiz s.a.v Cafer r.a. yaptıklarına binaen ve din için ortaya koyduğu mücadele sonrasında yaptıklarını yeterli görüp ona ömrünün kalanını tatilde geçir diye izin mi verdi? Kesinlikle hayır bilakis peygamber s.a.v onun mükâfatını başka bir şekilde vermiştir. Ona din uğruna amel edebilmesi için başka bir fırsat vermiştir. İşte bu peygamberimizin s.a.v ona vermiş olduğu güzel bir mükâfattı, sahabeler bu mükâfat ile sevinirlerdi. Böylelikle onu Mute ye gönderdiği ordunun komutan yardımcısı olarak tayin etmişti. Cafer bin Ebu Talip bu görevi büyük bir kabul ile karşılamış ve din uğruna amel edebileceği bu fırsat ile sevinmiş. Allah için adanmış bir hayat ve bu hayatta din için çalışmaktan tatile çıkmak diye bir şey yoktur. Çok enteresan bir durum. Ordunun birinci komutanı Zeyd bin Haris şehid olunca Cafer bin Ebi Talip atından iner ve bir daha geri dönmeyeceğini anlatmak için kendi atını keser. Bunu İslam’da ilk kez yapan Cafer bin Ebi Talip’tir. Sonra İslam bayrağı sağ elinde olduğu halde öne atıldı ve şu şiiri söyledi: Ey güzel cennet sen ne güzelsin sana yaklaşmak ta ne güzel İçeceğin de soğuk ve güzel. Rumlarında azabı yaklaştı. Bana düşen ise onlarla karşılaşınca savaşmaktır. Bunun akabinde sağ eli kesildi ve yere düşmekte olan İslam bayrağını sol eli ile yakaladı. Sonra sol eli de kesilince yine İslam bayrağının düşmesine müsaade etmedi ve onu göğsüne yasladı. Kılıç darbeleri aldı ok ve mızrakla yaralandı ve en nihayetinde bir Rum askeri kılıcı ile onu ikiye ayırdı. Buharinin sahihinde Abdullah bin amr radiyallahu anhuma bize onun misk kokan parçalanmış cesedini vasıflandırmıştır, ve demiştir ki: ‘‘ Mute savaşı günü Cafer’in önünde durdum ve onun cesedinde doksan küsur yara olduğunu gördüm ve hiç biride arkasından değildi.’’ Doksan küsur yara ve hepsi de çarpışma anında cesurca savaşırken, düşmana hiçbir şekilde sırtını dönmemiştir. İşte bu din için adanmış bir hayattır bu hayatta düşmanlara karşı hiçbir zaman ateşkes olmamıştır. ● Din uğruna çalışmak belirli bir gruba has değildir. Şeytanın birçok Müslümana atmış olduğu şüphelerden biriside onları din uğruna çalışan gruptan olmadıklarına ikna etmesidir. Onlar şeytanın bu fitnesine kapılarak demişlerdir ki: ‘‘ din için çalışmak hacıların hocaların ve uzun sakallı insanların işidir. Savaşların başladığını görüyorsun ya da bunlar üzerine hutbeler dinliyorsun ama sen beş vakit namazını kılsan orucunu tutsan hayatında bir kere hacca gitsen bunlar sana fazlasıyla yeterlidir diyorsun. İşte şeytan bazılarını böyle vesveseler ile kandırdı ve onlar kendilerini zayıf ve güçsüz insanlar olarak gördüler hatta bazıları dedi ki bizler günahkar insanlarız dinden anlamayan asi kullarız. Şeytan insanlara hala aynı vesveseleri vermektedir ve bu vesveseler ile insanlar artık kendilerini din için çalışan insanlardan görmemekte ve biz bunun ehli değiliz demektedirler. Değerli kardeşim din uğruna çalışmak sadece belirli bir grubun ya da cemaatin görevi değildir. Her Müslümanın kendisini İslam a isnat edebilmesi için din için çalışması gerekmektedir. Ne olursa olsun, ne kadar hatalı ve eksik davranışların oluşa olsun, hatalarına bir yenisi olan din uğruna çalışmaktan geri durmayı da eklemen gerekmez. Din uğruna çalışanları yalnız bırakarak günahlarına bir yenisini daha katman gerekmez. Onlarla birlikte sende din uğruna amel et umulur ki din uğruna ortaya koyduğun davranış günahlarını ve kötülüklerini kapatır. Ve kendine Ebi mihcen Sakafi’nin kıssasını örnek al. Bu dikkat çeken bir kıssadır. Küçük günahlara dalmış ya da büyük bir günah işlemiş bu sebepten dolayı da kendilerini din için çalışamayacak sanan her Müslüman erkeğe yönlendirilmiş bir kıssadır. Din için çalışmanın kapıları kıyamet gününe kadar açıktır. Ebu Mihcen essakafi içki bağımlısı biriydi. Bu kötü huyunu bırakmıyordu ve her seferinde bu suçundan dolayı getiriliyor İslam’daki cezası veriliyordu sonra bir daha aynı günaha dalıyor ve her seferinde cezasını çekiyordu velakin onun içki bağımlısı olması diğer hayırlı işleri yapmaktan alıkoymuyordu. O silahını taşıyor ve mücahitlerle birlikte Kasidiye’ye doğru farslılarla savaşıp kelimeyi tevhid sancağını kaldırmak için yürüyordu. La ilahe illallah kelimesinin yanında değersiz olan kanını sunmak için yol alıyordu. Savaş devam ederken yeniden aynı hataya düştü ve ordudayken içki içti. Bunun üzerine sarhoş bir vaziyette Sa’d r.a. yanına getirildi. Dedi ki Allahtan geldik Allah’a döneceğiz benim askerim savaşın başında bana sarhoş olarak getirildi. Bunun cezası nedir ? Bunun cezası savaşa alınmamadır. Çünkü O Arap yarım adasının derinliklerinden yalnızca la ilahe illah kelimesi için kanını sunmaya gelmişti ve o sarhoştu o halde bunun cezası yaptığı işe bir daha geri dönmeyinceye kadar savaştan uzaklaştırılmaktı. İşte bu ebu Mihcen için çok ağır bir cezaydı. Bu ceza, acı veren savaştan ve ölüm tehlikesinden geri tutan bir ceza değildi. İki ordu karşılaştı genel olarak komutanların savaş esnasındaki yeri savaş meydanının ortasıdır. Hiçbir zaman komutanın karargahı savaşın tehlikelerinden uzakta bir yere kurulmamıştır. Müslümanların komutanları şehadete askerlerinden daha çok arzuluydular. Sa’d da şehadeti savaş meydanlarında bekleyen bir komutandı. Velakin o bu savaşta bedeninde olan bir rahatsızlıktan ötürü ata binemiyordu bu sebepten dolayı o bu savaşı uzaktan idare etmek zorunda kalmıştı. Ve savaş başladı, kılıçlar çarpıştı, oklar ve mızraklar atıldı, atlılar ürktü savaş alanı tozla doldu. Savaşçıların sesi yükseldi cennetin kapıları açıldı, şehitlerin ruhları yükseldi. Ebu mihcen bütün bu olayları görüyordu ve bütün bu olanlar onun şehadete olan özlemini savaşa ve ölüme olan hasretini arttırdı velakin ayağındaki kelepçe adeta ona diyordu ki: sen bu mekanda mahkumsun savaşa katılamazsın çünkü sen içki içtin. Özlemi içinde kaldı ve göğsünde derin bir acı hissetti. Savaş’ın başlamış olmasına rağmen onun bu savaştan hiçbir nasibi olmamasına dayanamıyordu. Duyduğu kederi şu şiir ile dile getirmiştir: Ve o bu esnada Sa’d’ın eşini görür ve ona seslenir derki: ‘‘ne olur beni serbest bırak Sa’d’ın atını ve silahını da bana ver. Eğer öldürülürsem bana rahmet dilersiniz yok eğer Allah beni yaşatırsa tek ayağımı kaybetsem bile buraya mahkumiyet halime geri döneceğim.’’ Sa’d’ın eşi onu çözdü ve onun atını ve silahını da verdi. Kısa bir süre sonra savaş meydanında kendisinden kaçınılan bir cengaver belirdi. Vurduğu zaman savaş yerini oynatıyordu. Savaş meydanına uzakta olan Sa’d bu olaya çok şaşırdı ve kendi kendine ‘‘ne görüyorum böyle bu vuruş ebu mihcenin vuruşuna benziyor atta benim atıma benziyor, ama ebu mihcen hapiste atım ise ahırda’ ’dedi. Savaş bittikten sonra askerler ve komutanlar ebi Sa’dın yanına geldiler ve ebu Sa’d onlara atı atıma benzeyen vuruşu da ebu Mihcen’in vuruşuna benzeyen asker kimdi diye sordu. Bunun üzerine eşi ona durumu açıkladı. Bu olay karşısında ebu Sa’d tekbir getirdi ve ebu Mihcen’i çözdü ve artık seni içki içtiğinden dolayı cezalandırmayacağım dedi. Bunun üzerine ebu Mihcen ona ‘‘ ben içki içtiğim zaman bana verdiğiniz ceza ile temizleniyordum eğer bana daha ceza vermeyecekseniz bu içkinin günahından bu dünyada temizlenemem o halde ahirette vay benim halime’’der ve bir daha içki içmeyeceğini belirtir. O halde bizlerde hatalarımızın, ayıplarımızın ve noksanlıklarımızın din uğruna çalışmaktan bizleri alıkoymayacağını bilmeliyiz. ● Din uğruna yapılan işler Müslümanlar arasında paylaştırılmıştır. Müslümanlar arasında kendisine göre uygun bir işin olmadığı hiçbir Müslüman yoktur. Bu meseleyi anlattığın zaman birçok Müslümanın benim görevim nedir ki demesi seni şaşırtacaktır. Kimisi ben askeri bir komutan değilim ki insanları kumanda edeyim diyecektir. Kimisi alim değilim ki fetva vereyim derken Kimisi de davetçi değilim ki insanları davet edeyim diyecektir. Bunun çözümü ise zihinlerimizdeki hatalı anlayışı izale etmek ile gerçekleşmektedir. Bu hatalı anlayış ise din uğruna çalışmanın sadece güç ve kuvveti elinde bulunduran mücahitlerin komutanına ya da ilim sahibi şöhret bulmuş alimlere ait olduğu görüşüdür. Herkesin din için yapabileceği bir şey vardır. Nefislerimizin sayısınca davet yolu mevcuttur. Değerli kardeşim sen hudhud kuşunu da görmez misin? o kuş ki zamanında Suleyman aleyhiselamın gözetimi altında yaşamaktaydı. Suleyman aleyhiselamı herkes bilir. O Allah’ın kendisine her şeyi hizmetçi kıldığı peygamberdir. Rüzgar ve cinler onun emri altındaydı. Ona verilen mülk kimseye verilmemiştir. Buna rağmen hudhud kuşu ben bu Melik’in bu Rasulun yanında ne yapabilirim ki dememiştir. Bu kadar imkaniyeti olan birisinin yanında ben ne yapabilirim ki dememiştir. Hudhud kuşu, ben bu Melik’in gölgesinde bir kuş olarak kalsam da yeterlidir diyebilirdi. Ama demedi o hudhud kuşu Allah’ın elçisi suleyman aleyhiselama kendisine güvenir bir şekilde geldi ve ona dedi ki: ‘‘Senin bilmediğin bir şeyi biliyorum’’ ‘‘Sana sebeden kesin bir haber getirdim. Onlara hükmeden bir kadın buldum ve ona herşeyden verilmişti ve onun çok değerli bir tahtı vardı.’’ ‘‘Onu ve kavmini Allah’ın dışında güneşe secde eder buldum. Şeytan yaptıklarını süslü göstermiş doğru yoldan onları saptırmış ve onlar hidayet bulmuyorlar’’ Düşün kardeşim hudhud kuşu bile din uğruna amel edebiliyorsa Allah’ın sana vermiş olduğu bunca kuvvete ve kudrete rağmen Allah’ın dini uğruna amel etmekten Allah’ın dinine hizmet etmekten aciz mi kalıyorsun. Sonra Allah Subhanehu ve Teala’nin bizlere haber verdiği adamın kıssasına bir bakın. Bu adam ki yaşadığı şehirde üç tane peygamber olmasına rağmen, şehrin en uzak yerinden gelmiş ve kavmini uyarmıştır. Bu adam burada 3 tane peygamber varken bana ne düşer ki dememiştir. Ve Allah Teala’nın haber verdiği şekilde gelmiştir: ‘‘Adam şehrin en uzak yerinden koşarak geldi ve ya kavmim peygamberlere uyun sizden hiçbir ücret istemeyen bu kişilere uyun onlar ki hidayet üzeredirler dedi’’ Bu adam üç tane peygamberin varlığında davet sorumluluğu benden düşer dememiştir. Peygamberler ile birlikte o da kavmini davet etmiştir. Bundan dolayı kardeşim âlimlerin çokluğu davetçilerin çokluğu davet sorumluluğunu senden düşürmez, onların çokluğu senin oturabilmen için bir bahane değildir. Sana düşen şey onlarla el ele verip davet sorumluluğunu yüklenmek ve bu konuda onlarla yardımlaşmaktır. ● Hiçbir Müslümanın terk edemeyeceği bazı meseleler: Birincisi dinin gelişmesi için amel etmek ve Müslümanların işlerine önem göstermektir. Ve bu işler için her daim dua halinde olmak. Dinini ve dininin gerektirdiği şeyleri duanda önemse dualarında Müslümanlar içinde yer ayır. Alnını secde için yere koyduğunda Allah’a olan duanda isteklerinde, Allah’ın yarattıklarından hiç kimse seni duymuyor seni Rabbinden başka hiç kimse duymuyor. Durumunu Allah’a havale et içini O’na dök derdini O’na anlat secdende İslam’ın izzet bulması için ve mücahitlerin yardım olunması için duacı ol. Ellerini dua için Rabbine yönelttiğin zaman de ki: َ ض سو َء ْ يب ْال ُم ُّ ِف ال ُ أ َ َّمن ي ُِج ُ عاهُ َويَ ْكش َ َط َّر إِذَا د ‘‘sıkıntıda olanın duasını kabul eden kimdir? Kötülükleri kim gideriyor.’’ (Neml 62) Ümmetin içerisinde bulunduğu bu sıkıntılı halden daha önemli bir şey olabilir mi ki? Ümmetin içerisinde bulunduğu şu kötü halden daha kötü ne olabilir ki? Bunu Allahtan başka kim giderebilir, dualara Allah’tan başka kim icabet edebilir. Ümmetin başındaki bu sıkıntıyı Allahtan başka kim kaldırabilir ki? İkincisi ise Allah’ın dinini öğrenip insanlara ulaştırmak Her bir Müslüman’ın kuran ezberinden ve şeriatı öğrenmekten geri durmaması gerekmektedir. Müslümanın komşusuna olsun kardeşlerine olsun Allah’ın ona vermiş olduğu kuran nimetinden ulaştırması ve bu konuda cimri olmaması gerekmektedir. Müslüman olan hiç kimseye Allah’ın dinini tebliğ etme konusunda gevşeklik göstermesi caiz değildir. Onlar hiçbir hüccet ile hiçbir delil ile Allah’ın onlardan almış olduğu ahdi çözemezler. Allah teala şöyle buyurmaktadır: ‘‘ onu insanlara açıklayın sakın saklamayın’’ Rasulullah s.a.v şöyle buyurmuştur : ‘‘benden bir ayet bile olsa ulaştırın’’ Üçüncüsü ise tevhid içerikli islam dini ile alakalı bantları ses kayıtlarını kitapları ve el ilanlarını dağıtmak her Müslümanın vazifesidir. Eğer sen kendi başına birisine davet yapabilecek ilme sahip değilsen bu konuda kendini ehil görmüyorsan en azından bir arkadaşına okuduğun faydalı bir kitabı hediye edebilir onu bu kitabı okuması için teşvik edebilirsin. İşte bu fiil olarak kolay ama fayda olarak büyük bir ameldir. Din uğruna amel etmek hayatımızın her alanında belli olmalıdır. Müslüman gençleri artık her sahada görmek istiyoruz. İlim meclislerinde kuran ezberi ve tecvid dersleri halkalarında, insanlara davette ve onlara yardımda ve gerekirse savaş sahalarında Bu hayırlardan birini yapmaksızın bir gün geçirmek Müslümanlara caiz olmaz. Allah’ın güzel isimleri ve kemal sıfatları ile hayırlı ve güzel olan şeyleri bu ümmete nasip etmesini isteriz. Allahtan kendisine ibadet eden kullarını diğer bütün kullarına karşı izzetli kılmasını isteriz. Kafirlere ve müşriklere hidayet dileriz iman etmeyenlerin ise insanların en rezili olmasını temenni ederiz. Allahtan kelimeyi tevhidi bütün kelimelerin üstünde tutmasını ona tutunanları izzetli ona karşı olanları zelil kılmasını isteriz.