Türk Modeli ve Erdoğan tecrübesi

advertisement
Türk Modeli ve Erdoğan tecrübesi
Dr. İyad el Kuneybi'nin "Türk Modeli ve Erdoğan Tecrübesi" isimli analizini ilginize
sunuyoruz.
12.05.2017 / 11:42
Türk Modeli ve Erdoğan tecrübesi… Bu tecrübe, Müslümanların, pozitif hukuka dayalı
sistemlerde siyasete katılmasının doğru olduğunu gösteren başarılı bir tecrübe midir? Kardeşlerim, bu konuşma; Erdoğan’ı seviyor muyum yoksa ondan nefret mi ediyorum
diye görmek isteyen duygusal kişilere yönelik değil. Bu sadece, ümmetin durumunu
ıslah etmek isteyen bazılarının örnek aldığı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin metodunu
tartışmak içindir.
Tartışmamızı maddeler halinde yapacağız:
İlk olarak: Türkiye tecrübesi başarılı mı?
Cevaplamadan önce şunu söyleyelim: Bu soruyu soran başarıdan neyi kastediyor?
Eğer başarıdan kastettiği, yaşam standardının ekonomik olarak yükseltilmesi ise
bunun Erdoğan ve partisinin gölgesinde gerçekleştiğinden şüphe yok. Ki bu; Budist,
dinsiz ve Hıristiyanların liderliğinde Japonya, Çin ve Almanya’da da gerçekleşmiştir.
O halde iktisadi refah, metodun doğruluğuna delil teşkil etmiyor. Bununla beraber
metottaki eksiklikleri ispat etmek için, bu refahı inkâr etmeye çalışmamızı da gerek
yok, çünkü bu ikisi arasında bir ilişki olması şart değil.
Eğer başarıdan kasıt, kamu malları ve Müslüman kadının başını örtme hakkı gibi bazı
hakların sahiplerine geri verilmesi ise, evet… Erdoğan ve partisi bunu
gerçekleştirmiştir. Aynı şeyi Hıristiyan ve dinsiz liderler de Avrupa’da
gerçekleştirmiştir. Mesela engizisyon mahkemeleriyle yıllarca yaşamış Endülüs’te
bugün ibadetlerini aleni olarak yapabilen Müslümanlar var.
O halde bazı dini hürriyetlerin verilmesi de metodun doğruluğunu göstermiyor.
Bununla beraber bu hürriyetlerin faydasını inkâr etmek ve metottaki yanlışları ispat
etmek için değerini düşürmek hakkımız olmadığı gibi yine başlangıçta bu metoda
bağlanmak ya da ona mecbur olmak da hakkımız değil.
Kardeşlerim, ikinci olarak: Erdoğan’ın yaptığı icraatlardan bazıları, Allah Teâlâ’nın
herhangi bir projenin ilerlemesi için vesile kıldığı unsurların bir neticesidir. Bu proje
İslami olsun veya olmasın veya bu vesileleri Müslümanlar ya da diğerleri yerine
getirsin durum aynıdır. Bu vesilelerden bazıları ise; Müslümanların ihtiyaç duyduğu
Yerbilimleri’nde uzmanlık, yönetim, planlama, sıkı çalışma yine kişisel liderlik
özelliklerinden, dürüstlük, doğruluk, müsamaha, dirayet, alnın ak olması ve diğer
başka özelliklerdir.
Mevcut pozitif sistemlere katılmanın haram olduğunu ifade etmek, Türkiye
tecrübesinde bu bahsedilen güzel unsurların bulunduğunu inkâr etmemiz demek
değildir. Bununla beraber Türkiye tecrübesinin icraatlarının hepsini, siyasete katılmaya
dayandırmak da gerekmez. Yani çıkarımımız şöyle olmamalı: “Erdoğan’ın partisinin
“başarı” sebebi demokrasiyi benimsemeleridir.” Aksine şöyle olmalıdır: “ Demokrasiyi
benimseyen bu parti herhangi bir proje için gerekli olan faydalı vesileleri kullandı,
öyleyse İslami bir projede de, zaten sebeplere sarılmayı emreden Allah’u Teâlâ’nın
emrine icabet ederek, bu vesileleri kullanmak gerekir.
Kardeşlerim, üçüncü olarak: Müslümanlar olarak bizler, dünyada bir vazife için
bulunduğumuza iman ediyoruz ve bu yüzden de başarıyı, inandığımıza inanmayanların
tanımladığı gibi tanımlamıyoruz. Bizler başarıyı, Allah Teâlâ’nın şu ayetinde
tanımladığı gibi tanımlıyoruz: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne
davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte
asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’a saygı
duyar ve O’ndan sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nur-5152)
Kurtuluş ve zafer ancak, Allah’a ve Resulü’ne mutlak itaatle ve ümmetin ilerlemesi,
ıslahı ve değişimi yolunda onları tam olarak hakem kılmakla olur. O halde Türkiye
tecrübesi başarılı mı değil mi bilmemiz için, bu şartlar bu tecrübede tahakkuk etmiş mi
etmemiş mi buna bakmalıyız.
Adalet ve Kalkınma Parti’si Türkiye’deki yönetim sistemine katıldı ve bu uğurda da
devletin laikliğini muhafaza edeceğine dair teminatlar verdi. Aslında en doğrusu o,
devleti laikleştirdi. Çünkü Türkiye devleti, askerin yönetimi altındayken fiili olarak laik
değildi. Aksine özellikle İslam’a düşman ve başörtüsü gibi, Müslümanların kişisel dini
şiarlarını uygulamalarına engel durumundaydı. Erdoğan hükümeti İslam’a;
Türkiye’deki diğer dinler gibi muamele etmek ve Müslümanlara kişisel dini şiarlarını
uygulamalarına izin vermek üzere geldi. Yani devletin yasalarına aykırı olmayan kişisel
dini şiarları yasaklamaksızın, dini devletten ayırarak, laikliği asıl mefhumuyla tahakkuk
ettirmek üzere geldi. Ve bunda da Müslümanlara nefes aldıran bir durum vardı.
Fakat bu ne İslami ne de İslamî’ye benzer bir durumdur. Aksine bu; otoritenin
tamamını Allah’a ait kılmaktan sapmanın şekillerinden bir şekil olarak tamamen laik
bir durumdur. Erdoğan, askeri yönetimden daha az baskı içeren şer-i olmayan bu
durumu sağlamlaştırıyor, onu benimsiyor, yayıyor ve ideal ve nihai bir hedef gibi
halkları ona teşvik ediyor.
Bunu, Ocak olaylarından sonra, Kahire’de yaptığı konuşmasında şöyle ifade etmişti:
“Türkiye demokratik ve laik bir hukuk devleti olarak, laiklik ilkesini uyguluyor ve bütün
dinlere eşit mesafede duruyor.” Ve yine Mısırda anayasayı yazmakla görevli olanları,
bütün dinlere aynı mesafede duran bir anayasa yapmaya teşvik etti. Yani Allah’ın
buyruk ve hak olan dinini, beşerin buyruğu ve batıl-münharif dinleri gibi yapmak…
Yine benzer bir vurguyu İslam Ortak Pazar’ı kongresindeki bir açıklamasında da
yapmış ve “ Hangi proje dini veya etnik bir esas üzereyse başarısızlığa mahkûmdur”
demişti. Erdoğan gerçek laikliği hiçbir zorlama olmadan, gönüllü olarak yayıyor, yine o
ve partisi cüzî menfaatler için şirk içeren batıl şeyleri onaylıyor ve yasama yetkisini
Allah dışında, insana ait kılan hükme iştirak ediyor… Yani şu kuralı reddeden hükme…
: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin
sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”
Erdoğan’ın değiştirme alanı davranışsaldır, değer odaklı değil. Yani O, devletin temel
değeri olan “ Laikliğe” dokunmuyor. Ve bilinen bir şeydir ki değerler, siyasi sistemin
en derininde yer alır ve onların değiştirilmesi, sistemin gerçekten değiştirilmesi
anlamına gelir. Ancak Erdoğan şeriatı; sistemi değiştirecek ve ardından uluslar arası
sistemin çıkarlarına etki etmeye neden olacak, tam bir değerler manzumesi olarak
benimsemedi.
İşte bu da Amerika Stratejik Planlama Merkezleri’nin çok iyi anladığı bir şey. Şöyle ki
RAND( düşünce kuruluşu), Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından desteklenen ( The
Rise of Political Islam in Turkey-) yani “ Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” başlıklı
araştırmasında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Türkiye’de şeriatı ikame etmeye
çalışmadığını yazdı. Bu da Batı’nın; Asya’nın veya Afrika’nın en uzaklarında, fakir bir
devlette bile olsa uluslararası oyunun kurallarından kaçmaya çalışan hiçbir örneğe
tahammül edemezken ve Afganistan, Somali ve Mali’de olduğu gibi hemen
çökertmeye çabalarken; Türkiye gibi etkili bir devlette bu örneği nasıl kabul ettiğini
açıklıyor.
Erdoğan sadece en önemli ilkelerden vazgeçmedi. Aksine icraatlarında dahi şeriattan
ayrılan bir yol izledi. Türkiye’deki İktisadi refahın bir kısmı; zikrettiğimiz gibi dürüstlük,
yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetimin sonucudur. Ama bu refah, fasit Kapitalist sistem
üzerine kurulmuştur. Yani bu refah, Erdoğan hükümetinin krediyle aldığı faizli borçlara,
İslam’daki şirketleşme şartlarına uymayan ve Türkiye sahillerini çıplak turizme
kiralama gibi de hiçbir yasaktan imtina etmeyen gayri şer-î anlaşmalara dayanıyor.
Yine birçoğunun bilmediği şey şu ki Türkiye İMF’e olan borçlarını kapatmasaydı
Türkiye’nin toplam borcu (Public Dept Management Report)’ göre 367,343 milyar
dolara ( yani yaklaşık 367 milyar dolar) ulaşmıştı. Ki bu rakam Adalet ve Kalkınma
hükümetinin öncesinden kat kat fazladır. Ancak Kapitalist ölçekle Türkiye ekonomisi
başarılı sayılıyor. Çünkü ekonomik kalkınma ve gayri safi milli hasıla bu borçlar ve
bunun neticesindeki faizlerle beraber yürüyor. Güçlü bir ekonomi ama tamamıyla
kapitalizmin temellerine dayanmış bir durumda…
O halde bu açıklamaya göre de Erdoğan ve partisi başarılı değil. Çünkü fürular (dallarayrıntılar) için asılları (temelleri) zayii ediyor. Onu başarılı kabul etmek, Rasulullah’a
Mekke’deki Dar’un Nedve’ye katılması ve Kureyş’i bulunduğu hal üzere onaylaması
teklif edilseydi, ona tabi olan mustazafları rahatlatmak karşılığında bunu kabul ederdi
demeyi gerektirir ki, Rasulullah’ı bundan tenzih ederiz.
Bazılarının zannettiği gibi bizim sorunumuz; Erdoğan’ın hala bazı bozukluklara son
vermemesi ya da dini tam olarak ikame etme mertebesine ulaşmamış olması değil.
Sorunumuz; onun metodunun, yasama yetkisini Allah’a ait kılmak, bu esas üzere
ikame olmamış her nizamdan çekilmek ve hatta onu değiştirmek için çabalamak gibi
başlangıçta dinin en önemli kaidelerini bozuyor olması. Yine onun araçları da, İslam’a
muhalif olan kapitalist sisteme bağlı bir durumdadır.
Kardeşlerim, hakikat şu ki bu sözleri, yüreğinde tevhidin değeri çok yüce olanlar
sadece idrak edeceklerdir. Ama kimi de ekonomik refah ve Müslümanların şahsi
işlerinin kolaylaştırılması fitneye düşürdüyse o kimse bunları; yasamada ve hayatın
her alanında Allah’ın emrine başvurarak Allah’ı birlemeyi kurban etme karşılığında,
mazeret görecektir.
Dördüncü olarak: “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sağladığı hürriyetler ve ekonomik
kuvvet, Allah’ın dinini ikame etmek için bir ön adımdır” denilecektir.
Bu soruya şu yaklaşımlarla cevap verilebilir:
İlk olarak: Bizler itaatle ve güzel bir şekilde tabi olmakla mükellefiz, haram yolla da
olsa iktidar için çabalamakla değil. Allah Teala buyuruyor ki “Allah, içinizden iman
edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri
nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’
kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.”(Nur-55)
Bizler “iman edenler ve salih amellerde bulunanlar” dan olmakla ve bunun dışında da
iktidar için hiçbir yasak vesile kullanmamakla görevliyiz. İşte o zaman iktidar Allah
tarafından temin edilmiştir. Tabi ki -Allah tarafından- bu muktedir kılınma, sadece cüzî
bazı dini hürriyetlerle değil, aksine ülkenin uluslar arası sisteme kulluktan kurtulacağı
bir iktidardır.
Yani Türkiye’nin; Kapitalist ekonomiye rehin kalmadığı,“ teröre” karşı savaşta
Afganistan’ı işgal eden NATO’ya ortak olmadığı bir iktidar… Yine Batı Planlama
Merkezleri’nin laiklik ve demokrasiyle uyumlu, ılımlı İslam’a model olarak görmediği,
desteklenmesi ve “radikal” İslam’ın büyümesinin engellenmesi için Müslüman
halkalara örnek olarak sunmadığı bir iktidar. Tıpkı “Türkiye’de Siyasal İslam’ın
Tırmanışı” adlı araştırmada zikredildiği gibi…
İktidar; bu iktidarda olan Müslümanların; mustazaflara – Suriye’de olduğu gibi –
gerçekten destek olmaya çabalamasıyla olur. Yıllar geçerken, sınırın diğer tarafında
Müslümanların katledilmesiyle değil.
Yine gerçek iktidarda, Marmaris’teki gibi çıplak plajlar, İsrail diye isimlendirilen
devletle medya açıklamalarına rağmen samimi ekonomik alakalar da görmeyiz.
İkinci olarak; Erdoğan’ın gerçekleştirdiği şeyin, Allah’ın (vâd ettiği) iktidara belli bir
oranla da olsa gerçekten zemin oluşturacağını farz etsek bile, bu onun demokratik
yönteminin doğru olduğunu göstermez. Ebu Talip’in Rasulullah’a destek olması,
davetini yaymaya imkân vermesi, müşriklerin eziyetlerini ondan savması. Bu; Ebu
Talip’in içinde bulunduğu şirkin doğru olduğu anlamına mı gelir? Ya da Rasulullah
amcasını şirki üzere kalmaya ve müşriklerin amcasını putlarına secde ederken görerek
kabul edip de böylece kendini saklayacak bir perde olmaya mı çağırdı? Yoksa
hayatının son lahzasına kadar onu İslam’a mı çağırdı?
Eğer Rasulullah amcasının şirki üzere kalmasının daveti için daha faydalı olduğuna
inansaydı, onun İslam’a girmesi talebinden vaz mı geçerdi? Rasulullah buyurdu ki: “
Allah bu dini facir kimse eliyle veya değersiz kavimlerle de destekler.”
Bu örnek; Erdoğan’ı facir ya da başka bir vasıfla vasıflandırmak ya da Ebu Talib’i,
İslam’a bağlı olduğunu beyan eden Erdoğan’la bir tutmak için değil. Bu sadece şu
kaideye işaret etmek için: Bir şeyde güzel sonuçların olması, tutulan yolun doğru
olduğu anlamına gelmez.
Üçüncü olarak kardeşlerim: Bazı şeylere belli ölçüde sevinebiliriz, ama şer-î olarak,
ona sebep olan şeyleri kabul edemeyiz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişi,
Müslümanların nefes almasına ve açıktan İslam’a düşman olan makamlara engel
olmaya neden oldu. Bu neticelere; tertemiz bir davet ve gelecekte gerçek bir iktidara
ortam hazırlamada rolü olabilir diye belli bir oranda seviniyoruz. Ama bu; partinin
pozitif hukuka (dayalı sisteme) katılmasını onaylamak ve ona bu konuda yardımcı
olmak demek değildir.
Son olarak kardeşlerim, birileri “ Erdoğan, Müslümanların diğer idarecilerinden daha
iyi değil mi?” diye sorabilir.
Erdoğan için zikrettiğimiz bu olumsuzluklara, biliyoruz ki diğer Müslüman toplumların
İdarecileri; hıyanet, apaçık ajanlık, zillet, açık zulüm, fesat, dinle savaş gibi başka
olumsuzlukları da eklediler. Bu yüzden de biz Erdoğan’a hidayet için dua ederken
bunlara helak olmaları için dua ediyoruz. Lakin biz Türkiye modelinden bahsediyoruz.
Çünkü insanlar bununla fitneye düştüler; İslam’a ulaşmak için bir merhale saydıkları
İslam’a muhalif olan metoduna, dilleri ve gönülleri razı oldu, böylece de akideleri
kirlendi.
Yine onlardan bazıları; Erdoğan’ın metodunu, demokrasisini ve laikliğini, Asil olan
İslam nizamına göre “bu zamana daha uygun”, “alternatif” ve “nihai bir hedef” olarak
kabul ettiler!
O’ndan bahsediyoruz çünkü O, bu kimselere, Allah’ın ve Resulü’nün buyruğundan
ayrılan yolları, ıslah için kullanma gibi boş bir umut veriyor.
Allah’tan bu kimselere, Erdoğan’a ve partisine hidayet etmesini diliyoruz.
“Fikir-Yorum” kategorisinde yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına
aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download