World Energy Council CONSEIL MONDIAL DE L’ENERGIE — Turkish National Committee COMITE NATIONAL TURC Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Aralık 2007 Ankara ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU Koordinatör Başkan Üye Üye Üye Üye Üye Üye Üye Üye Üye : Tülin KESKİN (DEK-TMK) : Selva TÜZÜNER (DEK-TMK) : Yunus ARIKAN (Bölgesel Çevre Merkezi) : Ali Kemal AYDIN (TEDAŞ Genel Müdürlüğü) : Ayşegül BAHAYETMEZ (EÜAŞ Genel Müdürlüğü) : Hatice ERDİ (Hazine Müsteşarlığı) : Elif KÜÇÜK (TPAO Genel Müdürlüğü) : Gülin ÖZİLKİZ (AYGAZ A.Ş.) : Necip ÖZTÜRK (EİEİ Genel Müdürlüğü) : Şaziye SAVAŞ (Çevre ve Orman Bakanlığı) : Funda TÜTÜNCÜ (Çevre ve Orman Bakanlığı) İÇİNDEKİLER Yönetici Özeti ........................................................................................................ 8-1-1 1. GİRİŞ .................................................................................................................. 8-1-3 2. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE ENERJİ-ÇEVRE ETKİLEŞİMİ ................. 8-1-3 2.1. Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Süreci .................................................... 8-1-3 2.2. Sürdürülebilir Kalkınma ve Enerji - Çevre Etkileşimi .................................... 8-1-5 3. AVRUPA BİRLİĞİ’NDEKİ GELİŞMELER VE ÜYELİK YOLUNDA TÜRKİYE .. 8-1-6 3.1. AB’de Çevre Politikaları Süreci .................................................................... 8-1-6 3.2. AB Enerji – Çevre Politikaları ....................................................................... 8-1-9 3.3. Türkiye’de AB Çevre Mevzuatı Uyum Çalışmaları ve ilgili Projeler............ 8-1-12 4. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ.......................................................................................... 8-1-14 4.1. İklim Değişikliğinin Tanımı ve Sektörler Üzerindeki Etkileşimi ................... 8-1-14 4.2. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi............................ 8-1-16 4.3. Sözleşme karşısında Türkiye’nin Durumu ve İlgili Çalışmalar ................... 8-1-16 4.4. Kyoto Protokolu ve Türkiye’nin Durumu..................................................... 8-1-18 4.5. İklim Değişikliği ve Enerji Sektörü .............................................................. 8-1-22 4.6. Emisyon Ticareti ve Bulgaristan Örneği ..................................................... 8-1-26 5. KÜRESELLEŞME, ENERJİ SEKTÖRÜNÜN YENİDEN YAPILANMASI, REKABET VE ÇEVRE...................................................................................... 8-1-27 6. FİNANSMAN VE TEŞVİKLER.......................................................................... 8-1-30 7. ENERJİ VERİMLİLİĞİ VE ÇEVRE ................................................................... 8-1-31 7.1. Enerji Verimliliği ve Sera Gazları Azaltımı ................................................. 8-1-31 7.2. Dağıtımda Verimlilik Çalışmaları ............................................................... 8-1-35 8. SONUÇ VE ÖNERİLER.................................................................................... 8-1-36 KISALTMALAR AB : Avrupa Birliği BM : Birleşmiş Milletler CCS : Carbon Capture and Storage CO2-eşdeğer: CO2 ve CO2 cinsinden diğer sera gazlarının toplamı ÇEP : Çevre Eylem Programı IPCC : Intergovernmental Panel on Climate Change İDÇS : İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi KP : Kyoto Protokolü REC : Regional Environmental Center UNDP : United Nations Development Programme UNFCCC : United Nations Framework Convention on Climate Change YÖNETİCİ ÖZETİ Bu rapor Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi bünyesinde oluşturulan “Enerji ve Çevre Çalışma Grubu” tarafından hazırlanmıştır. Raporda, çevre konuları enerji sektörü açısından ele alınmış olup, günümüzde Türkiye için önemli olan konular çalışılmıştır. Bu kapsamda, Raporda, AB üyeliği çerçevesinde çevre ve iklim değişikliği ağırlıklı olarak yer almakta olup, sürdürülebilir kalkınma, enerji sektörünün yeniden yapılanması konusunda çevre faktörü, çevre yatırımlarının finansmanı, teşvikler ve enerji verimliliğinin çevreye katkıları v.b. konular da ele alınmıştır. Son senelerde çevre bilincinin her geçen gün daha fazla artması ile çevre konularındaki çalışmalar yoğunlaşmış ve sürdürülebilir kalkınma kavramının önem kazanması çevresel hususların yeni bir boyut kazanmasına ve sektörel faaliyetlerde çevrenin öneminin artmasına neden olmuştur. “Sürdürülebilir kalkınma” ile, kaynaklar tüketilmeden, çevreye zarar vermeden, toplumların, ülkelerin kalkınma ve sanayileşme süreçlerinin devamının sağlanması ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünyanın miras olarak bırakılması hedeflenmektedir. Tarihsel olarak “sürdürülebilirlik” felsefesi 18.yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkmış olmakla beraber bu kavram en somut şekli ile, 1992 yılında yapılan “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı” sırasında tam anlamını bulmuştur. Enerji kalkınmanın ana unsuru olmasına karşılık, çevresel riskleri ve sorunları da birlikte getirmektedir. Enerjiye yönelik tüm faaliyetler, araştırılmasından başlayarak tüketimine kadar her aşamada, önlem alınmadığı taktirde, çevre üzerinde, olumsuz etkiler yaratmakta ve yerel, bölgesel, küresel çevre sorunlarına yol açabilmektedir. Bu nedenle enerji-çevre arasındaki etkileşim önemle üzerinde durulması gereken bir husus olup, sürdürülebilirliğin üç ana unsurları olan ekonomi, enerji ve çevre arasında bir denge sağlanmalıdır. Ülkemizde son yıllarda, çevresel bilincin artması sonucunda çevresel konulara ağırlık verilmesine başlanmış ve AB adaylık süreci ile birlikte bu çalışmalar hız kazanmıştır. AB çevre politikaları ve çevre müktesebatı oldukça kapsamlı olup, uyum açısından Türkiye’yi zorlu günler beklemektedir. AB çevre politikaları ve çevre mevzuatının gelişmesi, Birleşmiş Milletler’in çevre konusundaki çalışmalarına ve çabalarına paralel olarak 1970’li yılların başında başlamıştır. AB çevre politikaları, ilki 1973 yılında hazırlanmış olan “çevre eylem planları” ile oluşturulmaktadır. Birinci Çevre Eylem Planında, çevre politikalarının prensipleri, hedefleri belirlenmiş ve uygulama için gerekli eylemler tanımlanmıştır. En önemli çevre eylem planlarından biri Beşinci Çevre Eylem planı olup, bu eylem planı ile önemli bir aşama kaydedilmekte ve çevre faktörünün sektör politikalarına entegrasyonu öngörülmektedir. Çevre mevzuatının geliştirilmesi de bu eylem planları çerçevesinde olmuştur. AB çevre mevzuatı çok kapsamlı ve çok sıkı kısıtlamaları kapsayan bir mevzuat olup, önemli bir bölümü enerjiye yönelik faaliyetleri, özellikle elektrik sektörünü de ilgilendirmektedir. Mevzuatın önemli bir bölümü enerjiye yönelik faaliyetleri, özellikle elektrik sektörünü de ilgilendirmektedir. AB çevre mevzuatının ülkemiz çevre mevzuatına göre oldukça sıkı önlemleri, standartları ve sınırları getirmesi nedeniyle, mevzuat uyumu, gerek mevcut tesisler gerekse yeni kurulacak tesisler açısından, yüksek maliyetli yatırımlar gerektirecektir. AB mevzuat uyum çalışmaları Çevre ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda geniş bir katılım ile yürütülmektedir. Mevzuatı uyumu tarama süreci çerçevesinde, çevre faslı tanıtıcı toplantısı 3-11 Nisan 2006 tarihlerinde, ayrıntılı toplantı ise 29 Mayıs – 2 Haziran ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-1 2006 tarihlerinde Brüksel’de gerçekleştirilmiştir. Söz konusu toplantılar öncesi başlayan çalışmalar halen devam etmektedir. İklim Değişikliği dünyanın gündeminde olduğu kadar, ülkemizin de gündeminde yer alan en önemli konulardan biri olup, iklim değişikliğinin, seller, kuraklık, sıcaklıklardaki artış v.b. ilk işaretleri günümüzde görülmeye başlanmıştır. Küresel ısınma ve İklim değişikliği konusuna yönelik olarak uluslararası adım 1992 yılında “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (İDÇS) imzaya açılması ile atılmıştır. Türkiye, gelişmiş ülkelerle birlikte, İDÇS’nin hem Ek-1 hem de Ek-2 listesinde yer alması ve dolayısıyla gelişmişlik düzeyi ile yükümlülüklerinin bağdaşmaması nedeniyle uzun zaman taraf olmamış, ancak, Ek-2 listesinden çıkarak özel koşullarla Ek-1 listesinde kalma önerisinin kabul edilmesi ile 2004 yılında taraf olmuştur. Sözleşmeye taraf olunması ile Sözleşme gereği hazırlanması gereken ulusal envanter ve ulusal rapor 2007 yılında Birleşmiş Milletlere sunulmuştur. Türkiye İDÇS’ne taraf olmakla birlikte; İDÇS çerçevesinde 1997 yılında imzaya açılan Kyoto Protokoluna taraf olmamıştır. Protokol ile emisyon azaltımı sağlamak üzere emisyon ticareti, temiz kalkınma mekanizması ve ortak yürütme gibi mekanizmalar getirilmekte ve Protokolun ilk uygulama dönemi olan 2008-2010 yılları arasında Ek-1 ülkeleri için sera gazlarının 1990 yılına göre %5 daha azaltılması öngörülmektedir. Türkiye’nin Protokola taraf olup, olmaması halen tartışma konusudur. İklim değişikliğini yaratan en önemli sera gazının fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan CO2 olması nedeniyle, enerji–ilişkin sektörlerin sera gazları emisyonlarındaki sorumluluk payı oldukça yüksektir. Bu nedenle enerjiye yönelik faaliyetlerde enerji kaynaklı sera gazlarının azaltılması için başta enerji verimliliğinin, özellikle talep taraflı enerji verimliliğinin sağlanması olmak üzere, hidrolik kaynakların kullanılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması, gelişmiş ve verimli teknolojilerin uygulanması v.b. önlemlerin alınması önem arz etmektedir. Ayrıca, gelişmiş ülkelerce karbon tutma ve depolama teknolojisi üzerinde çalışmalar yapılmakta olup, gelecekte ümit verici bir teknoloji olması beklenmektedir. Ancak, sera gazı azaltıcı önlemler arasında en maliyet-etkin çözüm olan talep taraflı enerji verimliliğinin artırılması birinci önceliği almaktadır. İklim değişikliğinin diğer önemli boyutu da, ülkemizin iklim değişikliği sonuçlarından etkilenecek olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süreç alacak olmasına karşılık, günümüzde ilk sinyallerinin de görüldüğü gibi, kuraklık önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuraklık nedeniyle, su gelirlerinde de azalma görülecek ve bu husus hidrolik potansiyeli ve hidrolik santralları etkileyecektir. Ayrıca, özellikle yaz aylarında ortalama sıcaklıkların artması elektrik sektöründe diğer bazı sorunlara da neden olacaktır. Çevre konuları enerji sektöründe serbest piyasanın oluşturulmasında da önemli bir konu olacaktır. Gerçek anlamda rekabete dayalı bir enerji piyasası için enerji arzı-çevre– rekabet arasında denge sağlanmalıdır. Çevre yatırımları yüksek maliyet getiren yatırımlar olup, gerekli finansmanın sağlanması önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, çevrenin korunmasına yönelik bazı teşviklerin sağlanması da önem arz etmektedir. 8-1-2 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 1. GİRİŞ Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi bünyesinde oluşturulan “Enerji ve Çevre Çalışma Grubu” tarafından hazırlanmış olan bu raporda, enerji ve çevre konuları ile birlikte, enerji verimliliğinin de çevre boyutu ele alınmıştır. Geleneksel, alışıldık bir çevre raporu yerine, Türkiye’nin gündeminde bulunan önemli konuların yer aldığı bir rapor niteliğinde olmasına çalışılmıştır. Enerji ve çevre arasındaki etkileşim ve sürdürülebilir kalkınma hususları uluslararası ve ulusal düzeyde ele alınmış olup, dünyadaki ve ülkemizdeki gelişmeler, süreçler dile getirilmiştir. Ülkemizin Avrupa Birliği (AB) üyeliği sürecinde olması nedeniyle AB’nde çevre konusundaki gelişmeler AB çevre politikaları incelenmiştir. Dünyanın ve ülkemizin gündemini işgal eden, ilk etkileri günümüzde somut olarak yaşanmaya başlayan iklim değişikliği ise en ağırlıklı ve kapsamlı bir konu olarak ele alınmıştır. Ayrıca, bir yandan kaynak israfını önleyen, diğer yandan çevrenin korunmasına çok önemli katkılarda bulunan enerji verimliliğinin önemi üzerinde durularak, başta sanayide olmak üzere, ülkemizde enerji verimliliğinin sağlanmasının çevreye yönelik katkıları konusunda çalışmalar, gelişmeler anlatılmıştır. 2. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE ENERJİ-ÇEVRE ETKİLEŞİMİ 2.1. Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Süreci “Sürdürülebilir kalkınma (sustainable development)” kavramı ilk kez, Federal Almanya’da Baden bölgesinde 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında Karaormanların yok edilmesini önlemek amacı ile çıkarılan yasalarda kullanılmıştır. Bir yandan odun gereksinimini karşılamakta sürekliliği sağlamak, diğer yandan da ormanların rüzgarı önleme, su gereksinimini karşılama ve dinlenme alanları olma özelliklerini korumak için ormanlardan yararlanırken yalnızca bugünkü gereksinimleri gözetmemek, tersine onların daha sonraki kuşaklara da hizmet etmesini sağlamak üzere hep yeniden üretmek gerekmektedir diye düşünülmüştür [1]. Sürdürülebilirlik aynı zamanda sürdürülebilir ürün (nachhaltiger Ertrag/sustained yield) biçiminde 19. yüzyılda hem Alman hem de İngiliz dilinde kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıl başından itibaren özellikle Almanya’da ormanların ekolojik ve estetik açıdan işlevlerini vurgulamak amacı ile sürdürülebilirliklerinden söz edilmiştir. Koşut gelişmelerin en son 25 yılda Anglosakson dilinde de olduğu ve sürdürülebilir (sustainable) sıfatının artan oranda ekolojik bir içerik kazandığı görülmektedir [2]. Gerçek anlamda çevre bilinci ve çevreye olan hassasiyet 20. yüzyılın sonlarına doğru artmaya başlamış ve 1970’li yıllardan itibaren ilk adımlar atılmıştır. Ancak, bu ilk adımlar yerel ve bölgesel düzeyde kalmış, daha sonra çevre kirliliğinin sınırlar ötesine taşınabilen karaktere sahip olması nedeniyle uluslararası boyutta işbirliği yapılmasının gereği gündeme gelmiştir. Çevrenin korunmasına yönelik uluslararası çabalarda Birleşmiş Milletler (BM) öncü olmuş ve bu kapsamda, çevre konusunu ele alan ilk Zirve 1972 yılında, Stockholm’de düzenlenmiş ve çevre sorunları tanımlanarak, bazı ilkeler belirlenmiş ve ekonomik kalkınmanın çevre ile uyumlu olması hususu da dile getirilmiştir. Bu zirvede, sürdürülebilir kalkınma sözcüğü kullanılmamakla birlikte kavramın ana temasını oluşturan ekonomi ve çevre ilişkisine değinilmiştir. Stokholm Bildirgesi’nin önsözünde (paragraf 2) “insan çevresinin geliştirilmesinin ve korunmasının insanların refahını ve tüm dünyadaki ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-3 ekonomik kalkınmayı etkileyen ana mesele” olduğunun belirtilmesi, paragraf 6’da da “çevresel amacın dünya ölçeğindeki sosyal ve ekonomik kalkınma ve barış ile birlikte ve bunlarla ahenkli olarak gerçekleştirilebileceği” ifadesine yer verilmesi bu ilişkinin önemini ortaya koyma çabasının göstergeleridir. Bildirge’nin ilkeleri; hava, su, toprak, flora ve faunayı içine alan doğal kaynakların korunması, doğanın temel nitelikli yenilenebilir kaynakları üretme kapasitesinin muhafazası, yenilenemez kaynakların gelecekte yok olma tehlikesine karşı korunması ve denizlerin insan ve canlı sağlığı açısından tehlike yaratacak atıklarla kirlenmesinin önlenmesine işaret eder. Bu ilkelerin bazılarında, faaliyetlerin gerçekleştirilmesinin “dikkatli bir planlamaya” bağlanması (2. ilke) ve “ekonomik kalkınma planlamasında yabanıl yaşam dahil doğanın korunmasına önem verilmesi”ne (4. ilke) açıkça değinilmesi çevre ve kalkınma ilişkisinin kurulması yönündeki göstergelerdir. Çevre konularındaki bu çabalara bakıldığında “sürdürülebilirlik” ifadesi açıkça yer alamasa bile bu konuda ilk adımların atıldığı görülmektedir. “Sürdürülebilir kalkınma” kavramı, ilk defa tam anlamıyla, 1992 yılında, Rio de Janeiro’da düzenlenen ve “Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (United Nations Conference on Environment and Development - UNCED)” sırasında ifade edilmiştir. Çevresel sorunların tüm dünya ülkelerini ilgilendiren küresel bir husus olduğu bilinci ile sorunlara uluslararası platformlarda çözüm aramak üzere düzenlenen bu Zirvede ilk defa çevre konusu kapsamlı bir şekilde ele alınmış ve Sürdürülebilir kalkınma kavramı çerçevesinde insan ve çevre ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi-BMİDÇS (United Nations Framework Convention on Climate Change-UNFCCC) (Bkz. Bölüm 4.2.), Bitki Çeşitliliği Sözleşmesi, bir eylem planı olan Gündem 21, Rio Deklarasyonu gibi önemli uluslararası sözleşmeler ve belgeler imzaya açılmıştır. Ancak, ilk defa çevre konusunun kapsamlı bir şekilde ele alınmasına karşılık, Zirve sonrasında çevre boyutunun kalkınma politikalarına dahil edilmesi konusundaki uygulamalarda önemli bir ilerleme kaydedilememiştir. On yıl sonra, 2002 yılında gerçekleştirilen “Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi (World Summit on Sustainable Development)” Rio Zirvesi’nde belirlenen prensipleri, uygulamaları ve gelişmeleri gözden geçirmek üzere düzenlenmiş olup, “sürdürülebilirlik” kavramı artık ana tema olarak ele alınmıştır. Bu kapsamda, yoksulluğun giderilmesi başta olmak üzere, sağlık, enerji, çevre, tarım, biyolojik çeşitlilik v.b. birçok konu tartışılmıştır. Enerjiye ilişkin konularda ise, dünyanın önemli bir bölümünün enerjiden yoksun olduğu önemle üzerinde durulan bir husus olmuş, enerjinin elde edilebilir, erişilebilir ve ödenebilir (available, accessible, affordable) olmasının önemi vurgulanmıştır. [3] Zirve sonunda, “Uygulama Planı” ve “Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Deklarasyonu” olmak üzere iki resmi sonuç belgesi ortaya çıkmış ve Türkiye de dahil olmak üzere, bir çok ülke tarafından “Yenilenebilir Enerji Deklarasyonu” imzalanmıştır. Ayrıca, Zirvede önemli olan bir diğer husus da somut ortak projelerin yapılması konusunda paydaşların bir araya gelmesinin sağlanması olmuş ve ikili ve çoklu işbirliğinin temelleri atılmıştır [3]. Çevre ve sürdürülebilir kalkınma konusunda Birleşmiş Milletler öncülüğünde hızlanan çalışmalar için en büyük destekçi Avrupa Birliği-AT (eski adıyla Avrupa Topluluğu-AT) olmuştur. BM’in tüm bu çabalarına paralel olarak, AB tarafından önemli çalışmalar yapılmış, peşpeşe uygulamaya konulan “Çevre Eylem Programları” ile kararların, sözleşmelerin, anlaşmaların uygulanmasına önemli katkılarda bulunulmuştur. Özellikle 5. 8-1-4 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Çevre Eylem Programı ile ve sonrasında çevre faktörünün sektör politikalarına entegrasyonu sağlanmıştır. (Bkz. Bölüm 3.1.) 2.2. Sürdürülebilir Kalkınma ve Enerji - Çevre Etkileşimi Yukarıda belirtilen sürdürülebilir kalkınma ve çevre bilincinin gelişmesi süreci öncesinde, sosyal ve ekonomik kalkınma, yaşam standardının gelişmesi, refahın artması, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, tüm ülkeler için daima çok önemli olmuş, kalkınmanın önemli girdisi olan enerji arzı ön plana çıkmış, buna karşılık, kalkınma uğruna çevresel sorunlar göz ardı edilmiştir. Günümüzde ise, artık sürdürülebilir kavramı önem kazanmaya başlamış olup, “sürdürülebilir kalkınma” ile, kaynaklar tüketilmeden, çevreye zarar vermeden, toplumların, ülkelerin kalkınma ve sanayileşme süreçlerinin devamının sağlanması ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünyanın miras olarak bırakılması hedeflenmekte olup, bugünün ve geleceğin yaşamının ve kalkınmasının programlanmasıdır. Sürdürülebilir kalkınma sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan bir kavramdır. Bu çerçevede, enerji, ekonomi ve çevre sürdürülebilir kalkınmanın üç ana unsurunu teşkil etmektedir ve gerçek anlamda sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için bu üç unsur denge içinde olmalıdır. Bu üç unsurdan birinde olumsuz yöndeki bir değişiklik diğer unsurları da etkilemekte ve dengenin sağlanmasında zorluklarla karşılaşılmasına neden olabilmektedir. Enerji kalkınmanın ana unsuru olmasına karşılık, çevresel riskleri ve sorunları da birlikte getirmekte enerjiye ilişkin faaliyetlerde enerji ve çevre arasındaki etkileşim göz önünde tutulması gereken önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Enerji kaynakları, ister kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar olsun, isterse hidrolik enerji, jeotermal, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynakları olsun, doğadan elde edilmektedir. Buna karşılık, bu kaynakların kullanılması çevre üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmekte, diğer bir deyişle, “olumsuz etkiler” olarak doğaya dönmektedir. Enerji-çevre arasında sıkı bir etkileşim olup, bu enerji-çevre etkileşimi politikaları, ekonomiyi, yasal düzenleyicileri, teknolojileri, hatta liberalleşmenin önemli olduğu günümüzde serbest piyasa koşullarını ve rekabeti içeren oldukça kompleks bir niteliğe sahip olup, sistematik bir analiz ve yönetim gerektirmektedir. Enerjiye yönelik tüm faaliyetler, araştırılmasından başlayarak tüketimine kadar her aşamada, önlem alınmadığı taktirde, çevre üzerinde, hava, toprak, su kirliliği, flora ve faunanın azalması, arazi kullanımı vb olumsuz etkiler yaratmakta ve yerel, bölgesel, küresel çevre sorunlarına yol açabilmektedir. Çevresel hususların dikkate alınmasında ise, ekoloji bir bütün olarak ele alınmalıdır. Aksi taktirde, bir atık miktarında azalma sağlanırken diğer bir atık miktarı artabilmekte ve bir alıcı ortamda kirlilik azaltılırken bir başka ortamda kirlilik yükü artabilmektedir. Bir enerji kaynağı hava kirliliği ve su kirliliği yaratırken diğer bir enerji kaynağı görüntü kirliliği yaratabilmekte ve arazi kullanımında sorunlara neden olabilmektedir. Ayrıca, çevresel sorunların giderilmesi için yapılacak yatırımların yüksek maliyetli olması bu yatırımlarda en uygun teknolojilerin seçilmesini gerektirmektedir. Bu nedenle, çevresel önlemlerin alınmasına yönelik yatırımlarda maliyet - etkin teknolojilerin uygulanması, çevrenin bir bütün olarak, entegre bir şekilde ele alınması ve çevresel sorunlara mümkün olduğu kadar ortak çözümlerin getirilmesi gerekmektedir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-5 Diğer taraftan, enerji alanında liberalleşmenin gündeme gelmesi ve sektörde serbest piyasa ve rekabet koşullarının oluşturulmasının ön plana çıkması çevresel konulara da yeni bir boyut kazandırmış olup, “enerji arzı güvenirliği”, “rekabet” ve “çevre” dengede tutulması gereken önemli unsurlardır. Çevresel konularda oluşan bazı aksaklıklar rekabet ve enerji arzı güvenirliğinin sağlanmasını da riske sokabilecektir (Bkz. Bölüm 5). 3. AVRUPA BİRLİĞİ’NDEKİ GELİŞMELER VE ÜYELİK YOLUNDA TÜRKİYE 3.1. AB’de Çevre Politikaları Süreci Avrupa bütünleşmesinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilen serbest rekabetin ve serbest dolaşımın sağlanması, çevre alanında da ortak girişimleri ve ortak bir politikayı zorunlu kılmıştır. Üye ülkelerde farklı çevre politikaları uygulanması, özellikle farklı çevresel ölçütlerin belirlenmesi, ürünlerin maliyetlerinin değişik olmasına sebep olabilmektedir. Benzer şekilde, bazı üye ülkelerdeki kalite standartları, diğer üye ülkelerde üretilen bazı ürünlerin o ülkelere girmesine engel teşkil edebilmektedir. Ayrıca, üye ülkelerin bazılarında hava ve su kirliliğini önlemek amacıyla gerekli görülen yatırımlar, ürünlerin maliyetini önemli ölçüde artırmaktadır. Bu ve benzeri hususlar nedeniyle de üye ülkeler arasında malların serbest dolaşımının ve serbest rekabetin tam olarak sağlanamaması gibi bir sorun ortaya çıkabilmektedir. Bu durumun önüne geçebilmek için ortak bir çevre politikası oluşturulması gerekli görülmüştür. Ortak bir çevre politikası oluşturulmasına neden olan bir diğer önemli gelişme de üye ülkelerde erişilmiş bulunan yaşam kalitesinin daha da yükseltilebilmesi için doğal yaşam koşullarının sağlıklı bir biçimde devam ettirilmesinin ve geliştirilmesinin gerekli olduğunun anlaşılması olmuştur. Üye ülke toplumlarının bütünüyle daha iyi, kaliteli ve refah içinde yaşamasını sağlamaya yönelik bir proje olan Avrupa bütünleşmesinin, insan yaşamının sağlıklı bir biçimde devamı ve kalitesinin artırılması açısından öncelikli öneme sahip çevre ve doğal kaynakların korunması alanına yabancı kalması elbette ki düşünülemezdi. Avrupa Birliği’nin kendine özgü bir çevre politikası geliştirmesinin diğer bir nedeni siyasidir. Aynı ekonomik düzenin parçası olan ülkelerde çevre politikalarındaki farklılıklar nedeniyle, yaşam koşullarının farklı şekillerde ve düzeylerde olması üye ülkelerce, siyasi bakımdan da, arzu edilmeyen bir durum olarak değerlendirilmiştir. En temel sebeplerden biri ise çevre kirlenmesinin siyasal sınırları tanımaması olgusudur. Çevre kirliliğinin bir ülkeden diğerine kolaylıkla yayılması, Avrupa Birliği’ne üye ülkeleri, ellerindeki imkanları bu konuda da ortaklaşa ve dayanışma içinde kullanmaya itmiştir. Ayrıca, çevre kirlenmesi ile mücadelenin kapsamlı araştırmalar, kirlenmenin önlenmesi ve ortadan kaldırılmasının da kapsamlı çabalar gerektirmesi, bu alanda gerekli harcamaları paylaşma, işbirliğine ve işbölümüne gitme ihtiyacını artırmıştır. Çevre konusunda dünyadaki gelişmelere ve çevre bilincinin ön plana çıkmasına paralel olarak, özellikle BM tarafından atılan adımlar doğrultusunda, AB’nde çevre konularına daha fazla eğilinmiştir. Bu çerçevede, 1972 yılında BM tarafından düzenlenen Stockholm Zirvesini takiben çalışmalar daha da hız kazanmıştır. 1970’li yıllarda hızlanan bu çalışmalar çerçevesinde kapsamlı bir AB çevre politikası oluşumu süreci başlamıştır. AB çevre politikaları, ilki 1973 yılında olmak üzere, birbirini takip eden ve belli dönemler için hazırlanan ve uygulamaya konulan Çevre Eylem 8-1-6 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Programları (ÇEP)-(Environment Action Programme) ile oluşturulmuştur. Daha sonra beşer yıllık dönemler için diğer eylem programları hazırlanmıştır. 1973-1993 yılları arasındaki dönemde uygulamaya konulan ilk dört Çevre Eylem Programı AB çevre mevzuatının oluşmasında temellerin atılması açısından önemlidir. Bu dönemde, başta atık yönetimi, su kirliliği ve hava kirliliği olmak üzere 200 kadar yasal düzenleme getirilmiştir. Daha sonra, günümüz AB politikalarına son şeklini veren Beşinci ve Altıncı Çevre Eylem Programları yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu Eylem Programları, kapsadıkları dönemler ve içerikleri açısından, Tablo 1’de özetlenmektedir. TABLO 1 : AB’DE ÇEVRE EYLEM PROGRAMI (ÇEP) UYGULAMALARI ÇEVRE EYLEM UYGULAMA PROGRAMI TARİHİ İÇERİK (ÇEP) 1. ÇEP 1973-1976 2. ÇEP 1977-1981 3. ÇEP 1982-1986 4. ÇEP 1987-1992 5. ÇEP 1993-2000 Eylem öncelikleri tanımlanmış ve entegrasyon temelleri ile önleyici yaklaşım gereksinimi ortaya atılmıştır. Daha geniş bir yorumlama ve diğer politikalar ile ilişkilendirme yolu ile çevre mevzuatı güçlendirilmiş, korumacı yaklaşımda odaklanılmıştır. - “Sürdürülebilirliğe doğru” ifadesi ile yayınlanmıştır. 2001-2010 - Sorumluluğun paylaşılması gibi yeni kavramları tanımlanmış ve Avrupa seviyesinde çevre korumanın geliştirilmesi için gerekli araçlar belirlenmiştir. Hedefler ve öncelikler belirlenmiştir: 6. ÇEP Çevre politikasının prensipleri ve hedefleri belirlenmiş ve uygulama için gerekli eylemler tanımlanmıştır. Birinci ÇEP izlenmiş, önemli bir değişiklik getirilmemiştir. a.Mevcut çevre mevzuatının uygulaması geliştirilmelidir. b.Çevresel konuların politikalara entegrasyonu derinleştirilmelidir. c.Tüketici gereksinimlerini karşılayacak biçimde, piyasalar ile birlikte çalışılmalıdır. d.Kolay erişilebilir bilgi yolu ile pratik konularda bireylerin fikir ve kararlarının şekillenmesine yardımcı olunmalıdır. e.Üye ülkelerde arazi kullanımı planlaması yapılmalıdır. Dört öncelikli eylem alanı tanımlanmıştır: 1.İklim değişikliği, 2.Doğa ve biyolojik çeşitlilik, 3.Çevre ve sağlık, 4.Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve atık yönetimi. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-7 Beşinci ve Altıncı Çevre Eylem Programlarında ise, dünyadaki küresel değişimler ve özellikle “sürdürülebilir kalkınma” kavramı çerçevesinde, çevresel unsurlar daha kapsamlı ve bütünsel yaklaşımlarla ele alınmıştır. Bu bağlamda, 1993-2000 dönemi için hazırlanan Beşinci Çevre Eylem Programında çevresel faktörlerin sektör politikalarına entegre edilmesi prensibi ön plana çıkmıştır. Bu AB çevre politikalarında önemli bir adım olmuştur. Bu doğrultuda, 1998 yılında, sürdürülebilir kalkınma ruhunun işlevsel politika hükümlerine dönüştürülmesi amacıyla, Komisyon tarafından Cardiff Proses [4] adı altında bir süreç başlatılmıştır. Daha önce sadece çevre otoritelerinin sorumluluğu olarak nitelendirilen çevre konuları Cardiff Proses ile sektörel bazda bir sorumluluk altına alınmıştır. 2001 yılında yayınlanan ve 2001-2010 yılları arasındaki dönemi kapsayan Altıncı Çevre Eylem Programı (Sixth Environment Action Programme, Environment 2010: Our Future, Our Choise) ile, gelecek 10 yıl ve ilerisi için amaçlar belirlenmiş ve çevre mevzuatının daha etkin kılınması ve işleyen prosedürün hızlandırılması öngörülmekte olup, çevre hedeflerinin sektör politikalarının kalbine yerleştirilmesi prensibi güdülmüştür. Çevresel hususların sektör politikalarına entegrasyonunda, enerji, ulaşım ve tarım öncelikli sektörler olarak belirlenmiştir. AB‘nin çevre politikalarındaki gelişmeler doğrultusunda, AB enerji politikaları oluşturulurken, amaç ve eylemlere çevre boyutu da dahil edilerek, "enerji arzı güvenirliği", "rekabet" ve "çevrenin korunması" hedeflerinin birlikte bir denge içinde sağlanması önemli bir amaç olmuştur. Çevrenin korunmasına yönelik olarak, çevre faktörünün sektör politikalarına dahil edilmesi, kirliliğin noktasal bazdan ziyade entegre olarak ele alınması, özellikle hava kalitesinin korunması başta olmak üzere, kirliliğin giderilmesi yerine her türlü atık üretimini azaltarak sorununun kaynağında çözümlenmesi önem kazanmıştır. Ayrıca, verimliliğinin geliştirilmesi, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması, atık yönetimi, Kyoto Protokolu yükümlülüklerinin yerine getirilmesi hedeflenmiştir. Avrupa Birliği, iklim değişikliği konularında liderlik görevini üstlenmiş ve önemli adımlar atmıştır. Kyoto Protokolu, 2008 – 2012 yılları arasındaki ilk uygulama döneminde, sera gazları emisyonlarında, 1990 yıllarına göre %5 azaltmayı öngörmesine karşılık, AB %8 azaltmayı taahhüt etmiştir. Bu hedef AB bütünü için geçerli bir hedef olarak kabul edilmiş, AB kendi içinde farklı ülkeler için farklı hedefler belirlemiştir. Örnek olarak, Almanya sera gazı emisyonlarında 1990 yılı seviyesinin %21 altına inecekken, Fransa sadece 1990 yılı seviyesini sağlayacak, Yunanistan ise 1990 seviyesinin %25 üzerine çıkabilecektir. AB’de sera gazı azaltım hedeflerinin sağlanabilmesi amacıyla bir çok yasal düzenleme getirilmiştir. Yürürlüğe giren direktiflerden en önemlileri aşağıda yer almaktadır. • • • • • Birlik bünyesinde 12.000 tesisi kapsayan 2003/87 sayılı Emisyon Ticareti Programı Direktifi 2010 yılı itibarı ile AB25 bünyesinde, elektrik enerjisinin %21’inin yenilenebilir kaynaklardan elde edilmesini öngören 2001/77 sayılı Direktif 2010 yılı itibarı ile AB25 bünyesinde, ulaştırmada kullanılan yakıtların, enerji içeriği itibarı ile %5,75 oranında biyokütle kaynaklarından karşılanmasını içeren 2003/30 sayılı Direktif Binaların enerji tüketim performanslarına göre etiketlenmesini öngören 2003/91 sayılı Direktif Enerji üretiminde kojenerasyonun desteklenmesini öngören 2004/8 sayılı Direktif 8-1-8 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU • • Düzenli depolama sahalarındaki biyolojik olarak parçalanabilen atık oranını kademeli olarak azaltan 1999//31 sayılı Direktif Enerji verimliliğini ve CO2 emisyonlarını azaltan önlemleri vergi muafiyetleri yoluyla özendiren 2003/96 sayılı Direktif AB’de sera gazı azaltım hedeflerinin sağlanabilmesi amacıyla yürürlüğe giren direktiflerden en çok ses getireni 2003/87 sayılı Emisyon Ticareti Programı Direktifi olmuştur. Bu Direktif, Kyoto Protokolü’ne dayanılarak ve AB içinde sera gazlarının azaltılmasının teşvik edilmesi amacıyla yürürlüğe girmiştir. Direktifin kapsamına giren sektörler arasında enerji, demir çelik, çimento, seramik, cam, taş sanayi ve kağıt- karton üretimleri ve rafineriler yer almaktadır. Direktif özet olarak, • • • • • her üye ülke için yıllık sera gazı emisyon haklarının belirlenmesini, bu hakların ulusal bazda (sektör ve tesis bazında) paylaştırılmasını, paylaştırılan emisyon haklarının alınıp satılmasını, Direktif kapsamında bulunan faaliyetleri yürütenlerin “sera gazı emisyonu izni” almasını ve sera gazı emisyonlarını izleyerek raporlamasını, Emisyon haklarının aşılması ve satın alınarak karşılanamaması halinde para cezası uygulanmasını, öngörmektedir. Direktif AB üye ülkelerinde halen uygulanmakta, CO2 emisyon hakkı ticareti sürdürülmektedir. Günümüzde AB öncülük görevini devam ettirmekte ve çalışmalarının kapsamını Kyoto Protokolü’nün 2012 sonrasına yönelik olarak genişletmektedir. Bu çerçevede, Mart 2007 tarihinde, AB üye ülkelerin ve hükümetlerin başkanları Komisyon’dan entegre bir iklim değişikliği ve enerji stratejisi talep etmiştir. Komisyon’un analizleri, küresel ısınmada kritik bir seviye olan 2ºC’lik artışın aşılmaması için sera gazlarının 2020 yılında stabilize edilmesi ve 2050 yılında ise 1990 yılı seviyelerinin %50’sine kadar düşürülmesi gerektiği sonucuna işaret etmektedir. [5] 3.2. AB Enerji-Çevre Politikaları [6], [7] Beşinci Çevre Eylem Programı ve Cardiff Süreci çerçevesinde çevresel hususların sektör politikalarına entegrasyonu konusunda atılan adımlar ve iklim değişikliği ile ilgili hususlar kapsamında AB’nin enerji politikaları bu günkü şeklini almış ve çevre konuları enerji politikalarının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Son yıllarda, özellikle, Altıncı Çevre Eylem Programı ile birlikte, enerji-çevre politikalarında iklim değişikliği ve Kyoto Protokolü ağırlık kazanmış olup, Kyoto Protokolünün yürürlüğe girmesi ile bu konuda önemli adımlar atılmış ve bu konuya odaklanılmıştır. Ayrıca, rekabete dayalı bir enerji piyasasının sorunsuz işleyebilmesi için de çevresel hususların rekabet ve enerji arzı güvenliği ile birlikte bir dengede olması önem arz etmektedir. AB Komisyonunun AB parlamentosu ve Konseyi için hazırlamış olduğu Avrupa için Enerji Politikaları Konulu Bildirim’de AB için ucuz enerji döneminin bittiği, AB için sürdürülebilir, güvenilir ve rekabet edebilen enerji sistemlerine ihtiyaç duyulduğu, tüm Avrupalıların fayda göreceği, azimli, rekabetçi ve uzun dönemli yeni bir Avrupa enerji politikasına ihtiyaç duyulduğu, belirtilmiştir. Avrupa’nın ithal hidrokarbonlara bağımlılığının arttığı, Günümüzde enerji tüketiminin %50 si ithal olmakla beraber bu miktarın 2030 da %65‘e ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-9 ulaşacağı ve gaz ithalatının %57’den %84’e, sıvı fosil kaynaklarda %82’den % 93’e çıkacağı vurgulanmıştır. Enerji verimliliğine ve yenilebilir enerjiye yapılacak yatırımların iş alanları yaratacağı, yenilikçi ve bilgi bazlı ekonomiyi teşvik edeceği, AB’nin halihazırda yenilebilir enerji teknolojilerinde küresel lider olduğu 20 milyon Euro’luk bir pazarın oluştuğu ve 300.000 kişinin istihdam edildiği belirtilmiştir. AB’nin Enerji Politikalarında stratejik hedefleri; - - Sera gazları emisyonlarını uluslararası müzakerelerde 1990 Yılına göre gelişmiş ülkelerde 2020 yılına kadar %30 azaltılması, Buna ilaveten 2050 yılında küresel sera gazı emisyonları %50 azaltılmalı, endüstrileşmiş ülkelerde bu hedefin %60-80 olması AB 1990 yılına nazaran 2020 yılında sera gazlarını en az %20 azaltmasıdır. AB’nin bu taahhütünün yerine gelmesi yeni enerji politikalarını etkileyeceği bunun sonucunda da, AB sera gazlarının %80’ninin oluşumuna neden olan enerji kullanımından kaynaklanan CO2 emisyonlarının azaltımı, daha az enerji kullanımı ve daha temiz ve yerel enerji üretimini, gaz ve yağ fiyatlarında artışların büyümeyle sınırlandıracağı, AB enerji pazarının daha rekabetçi olacağı yeniliklerin yeni iş alanları yaratacağı belirtilmektedir. AB Komisyonu emisyon ticaretinin tüm potansiyeline ulaşmasını sağlamak için, AB Emisyon Ticaret Sistemini gözden geçirmektedir. 8/9 Mart 2007 de yapılan AB Başkanlar Konseyi Kararları 9 Mart 2007 Tarihli AB Resmi gazetesinde yayınlanmıştır. Yayınlanan kararların III. Bölümü bütünleştirilmiş iklim ve Enerji politikalarına ayrılmıştır. Bu Bölümde iklim değişikliğinin uzun dönemde yaratacağı etkilerinden haberdar oldukları ve derhal önlem alınmasının gerekliliği vurgulanmış olup, küresel ortalama sıcaklığın endüstri öncesi dönem sıcaklığından 2oC’den fazla artmamasının stratejik hedef olması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda, sera gazları emisyonlarının ana kaynağının enerji üretimi ve kullanımı olduğu, bu hedefin tutturulması için enerji ve iklim politikalarının birbirine yaklaştırılmasının önemli olduğu, Avrupa ve Enerji Politikasının (EPE) üç amacı olduğu, üye devletler arası dayanışma ruhuyla beraber bu amaçların; Enerji arz güvenliğinin artırılması, Enerjinin emre amadeliğinin ve Avrupa ekonomilerinin rekabet edebilirliğinin sağlanması, - Sürdürülebilir çevre ve iklim değişikliğiyle mücadelenin sağlanması, olduğu ifade edilmiştir. - AB enerji politikaları için AB Konseyinin (2007 – 2009) Eylem Planı, bazı öncelikleri kapsamaktadır. Bu öncelikler; • Gaz ve Elektrik için iç pazarın geliştirilmesi, şeffaflığın sağlanması, üretim ve arz aktivitelerinin şebeke işleticilerinden etkin bir şekilde ayrılması, Bağımsız ve düzenlenmiş şebeke sistemi, ulusal enerji düzenleyicicilerinin güçlendirilmesi ve uyumlaştırılması, daha etkin ve bütünleşmiş sınırlar arası elektrik ticaret sistemi, iletim şebekeleri standartlarının geliştirilmesi, rekabetin geliştirilmesi piyasaya yeni girişlerin kolaylaştırılması, tüketicinin daha iyi korunması; 8-1-10 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU • Arz Güvenilirliğinin sağlanması, enerji kaynaklarının ve taşınma yollarının çeşitlendirilmesi, Daha etkin kriz çözüm mekanizmalarının geliştirilmesi, Üye ülke ihtiyaçları ve iletim şebekeleri enerji güvenilirlikleri dikkate alınarak çoklu işbirliği bazında etkin mekanizmaların oluşturulması, sıvı yakıt verilerinin şeffaflaştırılması, AB mevcut sıvı yakıt arz alt yapısının ve stok mekanizmalarının gözden geçirilmesi, kriz anında Uluslararası Enerji Ajansıyla işbirliği yapılması, AB’de gaz stok tesislerin maliyetinin ve emre amadeliğinin analiz edilmesi, mevcut ve potansiyel enerji ithalatının değerlendirilmesi, AB komisyonu içinde enerji gözlem sistemi kurulması; • Uluslararası enerji politikalarının geliştirilmesine hız verilmesi, Rusya ile enerji konularında ileri ortaklık ve işbirliği için müzakere yapılması, Orta Asya, Hazar ve Karadeniz bölgesi ülkeleri ile kaynakların ve kaynakların taşınım yollarının çeşitlendirilmesi konusunda ilişkilerin yoğunlaştırılması, ABD, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerle sera gazlarının azaltımı, enerji verimliliği, yenilenebilir ve düşük emisyonlu enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve CO2 salınımının azaltımına yönelik ikili ilişkilerin güçlendirilip iş biriliğinin yapılması, Enerji Şartı Anlaşması uygulamasının güvence altına alınması, Norveç, Türkiye ve Ukrayna ile daha ileri ilişkiler geliştirilmesi, kuzey Afrika ülkeleri ve diğer Afrika ülkeleri ile enerji iş biriliğinin geliştirilmesi; • Enerji verimliliğinin artırılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, AB enerji tüketimi 2020 projeksiyonunda enerji tüketiminde %20 tasarruf hedefinin gerçekleşebilmesi için, AB enerji verimliliğinin artırılması, Komisyonun enerji verimliliği eylem planına göre 23 Kasım 2006’da AB Konseyinin aldığı kararlara atıfta bulunularak, enerji verimliliği, ulaştırma, enerji kullanan cihazların enerji verimliliğini artırılması, enerji tüketicilerinin enerji tasarrufuna önem vermesinin sağlanması, enerji teknoloji ve yeniliklerin geliştirilmesi, binalarda enerji tasarrufunun sağlanması, 2008’e kadar bürolarda ve sokak aydınlatmalarında ve 2009’a kadar evlerde kullanılan akkor lambaların ve diğer aydınlatma cihazlarının daha fazla enerji verimliliğinin sağlanması için Komisyonun gerekli önerileri hazırlaması, 2007 yılı için Komisyonun uluslararası boyutta enerji verimliliğinin artırılmasının teşvik edilmesi yönünde yeni bir uluslar arası antlaşma önerisinde bulunması, uluslararası müzakerelerle sürdürülebilir üretim metotlarının kullanılması ve teşvik edilmesi, AB’nin enerji ve iklim değişikliği konusundaki hedeflerini desteklemek için, üye devletlerde çevrenin korunmasına yönelik topluluk kılavuz kitaplarının ve bu konuların teşvikini sağlayan diğer araç ve yöntemlerin gözden geçirilmesi, 2020 yılına kadar AB enerji tüketiminin %20’sinin yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması, AB ulaşım sektöründe kullanılan benzin ve motorinin %10’nun bioyakıtlardan sağlanması, Bu hedefe ulaşmak için Yakıt Kalitesi Direktifinde Değişiklik yapılması, (AB konseyi yenilebilir enerji konusunda ortaya koyduğu hedeflere ulaşılabilmek için Komisyondan 2007 yılı içinde yenilenebilir kaynakların kullanımına yönelik direktif önerisi hazırlamasını istemiştir.) Üye ülkeler arasında yenilebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına ve bu konudaki gelişmelere yönelik bilgi alışverişinin geliştirilmesi; • Enerji teknolojilerinin geliştirilmesi, 2007 yılı içerisinde Komisyon tarafından Avrupa Stratejik Enerji planının hazırlanması, fosil yakıt yakan güç santrallarında CO2 salınımının tutulması ve depolanmasına yönelik gerekli araştırma ve geliştirme işlemlerinin 2020 yılına kadar gerçekleştirilmesi, bunun sağlanması için 2015 yılına kadar tanıtım amaçlı 12 adet sürdürülebilir fosil yakıt teknolojilerini kullanan ve işleten ticari güç santrallarının yapılması ve geliştirilmesine yönelik Komisyonun teşvik mekanizmalarını oluşturma amacının desteklenmesi, 7. Çerçeve Araştırma ve ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-11 Geliştirme Programı bazında nükleer atık yönetimine yönelik araştırma ve geliştirme çalışmalarının desteklenmesi, nükleer güvenlik ve atık yönetimine yönelik yüksek seviyede bir grubun oluşturulması; olarak sıralanmaktadır. 3.3. Türkiye’de AB Çevre Mevzuatı Uyum Çalışmaları ve ilgili Projeler Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 tarihli Zirvesinde aldığı karar doğrultusunda 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'ta yapılan Hükümetler Arası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Yine aynı gün bir basın toplantısı düzenlenerek Türkiye için Müzakere çerçeve belgesi yayımlanmıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir [8]. AB Müktesebatı, AB Hukuk sistemine verilen addır. Yaklaşık 120 bin sayfadan oluşmaktadır. AB'yi kuran ve daha sonra değişikliğe uğrayan antlaşmaları, aday ülkelerin AB'ye katılırken imzaladıkları katılım antlaşmalarını, Konsey, Komisyon, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı gibi Topluluk organlarının çıkardıkları tüm mevzuatı ifade etmektedir [8]. AB Müktesebatı içinde, çevre çok önemli bir yer tutmakta olup, oldukça kapsamlıdır. Diğer önemli bir husus da, çevre müktesebatına uyum maliyetinin çok yüksek olmasıdır. Dolayısıyla, çevre faslı müzakere sürecinin en zorlu fasıllardan biridir. 3 Ekim 2005 tarihi itibariyle resmen başlayan tarama sürecinin ilk aşaması “Tanıtıcı Toplantı” olup, bu toplantıda Komisyon tarafından AB müktesebatı ile ilgili sunuşlar yer almıştır. İkinci aşama ise Türkiye sunuşlarının yer aldığı “Ayrıntılı Toplantı”dır. Adı geçen toplantılar Brüksel’de yapılmıştır. Çevre faslı 27. fasıl olarak ele alınmış olup, 3-11 Nisan 2006 tarihlerinde “Tanıtıcı Toplantı”, 29 Mayıs – 2 Haziran 2006 tarihlerinde ise “Ayrıntılı Toplantı” gerçekleştirilmiştir. Çevre faslı tarama sürecinde çalışmalar Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülmüştür. İlgili Bakanlık, kurum ve kuruluşların temsilcileri tarafından hem süreç içindeki çalışmalara, hem de Brüksel’de yapılan toplantılara katılınmıştır. Türk çevre mevzuatının AB çevre müktesebatına uyumlaştırılmasına yönelik olarak önemli çalışmalar ve projeler yürütülmüştür ve halen de yürütülmektedir. Enerji sektörünü de ilgilendiren bu çalışmalardan ve projelerden bazıları aşağıda yer almaktadır. Hava Kalitesi ve Büyük Yakma Tesislerine İlişkin Çalışmalar 2003 Mali İşbirliği PHARE Programı kapsamında Bakanlığımızca önerilen ve AB Komisyonunca Twinning (Eşleştirme) Mekanizmasından yararlanması öngörülen TR03EN-01/TR03-02-03 proje numaralı “Hava Kalitesi, Kimyasallar ve Atık Alanında Türkiye’ye Destek Projesi” birinci bileşeni olan Hava Kalitesi Projesi 5 Ekim 2004 tarihinde başlamıştır. Proje iki yıl sürmüş olup, Almanya Federal Çevre, Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanlığı ile birlikte yürütülmüştür. 8-1-12 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Projenin amaçları aşağıda verilmektedir. ◊ ◊ ◊ ◊ 96/ 62/ EC sayılı Hava Kalitesi Çerçeve Direktifinin ve 2001/ 80/EC sayılı Büyük Yakma Tesisleri Direktifinin Türk Mevzuatına aktarılması Ulusal Hava Kalitesi Çerçeve Yasası (Hava Kalitesi ve Emisyon) taslağının hazırlanması Türk tarafının kurumsal ve teknik bilgilerinin güçlendirilmesi (know-how aktarımı); Hava Kalitesi Yönetim kapasitesinin uygulanması ve her iki laboratuar için akreditasyon hazırlanması Söz konusu direktiflerin uygulanabilmesi için stratejik eylem planlarının geliştirilmesi Bu Projede ayrıca, mevzuat oluşturulması çalışmalarına ilgili tüm taraflar (vatandaşlar, basın, sanayi ve çevre grupları, vb.) da dahil edilmiş olup, Hava Kalitesinin iyileştirilmesinin çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri hakkında kamuoyuna bilgi verilerek toplum bilinçlendirilmiştir. Projenin Türkiye tarafında aşağıda belirtilen Kurumlar görev almışlardır: - T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı - T.C Sağlık Bakanlığı - Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi - Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Referans Laboratuarı Proje kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar aşağıda verilmektedir. - Başlangıç Toplantısı - Bilgilendirme çalıştayları - Mevzuat boşluk analizi - Yasal çerçeve oluşturulması - Örnek tesis çalışmaları - Veri toplama ve raporlama eğitimi Bu proje, AB’nin Hava Kalitesi Çerçeve Direktifinin bir Ulusal Hava Kalitesi Çerçeve Yasasına ve Hava Kalitesi ölçüm faaliyetlerine aktarılmasıyla ilgilidir. Ayrıca Büyük Yakma Tesisleri Direktifinin Türk Yasalarına aktarılmasını da içermektedir. Halihazırda, bu konuyla ilgili Türk Mevzuatı ile Avrupa Birliği Müktesebatı arasında limit değerler açısından farklılıklar vardır. Hava Kalitesi ile ilgili Konsey Direktiflerinde yer alan aşağıdaki limit değerler, direktiflerin Türk Yasalarına aktarılmasının ardından Türk Mevzuatında yer alacaktır. Proje kapsamında Türkiye’nin mevcut koşulları ile ilgili tüm kurum ve kuruluşların görüşleri dikkate alınarak Büyük Yakma Tesisleri Taslak Yönetmeliği hazırlanmış olup, Çevre ve Orman Bakanlığı Web sitesi www.cevreorman.gov.tr adresinde yer almaktadır. Büyük Yakma Tesisleri Yönetmeliğinin 2007 yılında yürürlüğe girmesi, ancak, Yönetmelik Taslağında mevcut tesisler için getirilen sınır değerlerin 2017 yılında yürürlüğe girmesi planlanmaktadır. Yönetmelik Taslağı aynı zamanda büyük yakma tesislerinden kaynaklanacak emisyonların izlenmesi raporlanması, izin ve denetim koşullarını açıklayan hükümler içermektedir. Söz konusu tarihe kadar 22.07.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren Endüstri Tesislerinden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği yayınlandığı tarihte yürürlüğe girecektir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-13 Ayrıca Proje kapsamında hazırlanan Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmelik Taslağı da Çevre ve Orman Bakanlığı Web sitesi www.cevreorman.gov.tr adresinde yer almaktadır. Entegre Kirliliği Önleme ve Kontrol Yönergesinin (IPPC-96/61/EC) İç Mevzuata Kazandırılmasına Yönelik Çalışmalar Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrol Yönergesinin Türkiye’de uyumlaştırılmasını ve uygulanabilmesini sağlamak için gerekli insan kapasitesini oluşturmak, uygulamada olabilecek darboğazları belirlemek ve sorunların çözümü için gerekli ön çalışmaları gerçekleştirmek amacıyla; “Entegre Kirliliği Önleme ve Kontrol Yönergesinin (IPPC96/61/EC) İç Mevzuata Kazandırılmasında Kapasite Artırımı Projesi” 2003 Ocak ayında başlatılmış ve 2005 Mart ayında tamamlanmıştır. Bu projenin devamı niteliğinde olmak üzere Entegre Kirliliği Önleme ve Kontrol Yönergesinin Türkiye’de uyumlaştırılmasını ve uygulanabilmesi amacıyla “Entegre Kirliliği Önleme ve Kontrol Yönergesinin (IPPC-96/61/EC) Türkiye’de Uygulanması Projesi” 2006 Ocak ayında başlatılmış ve 2007 Aralık ayında tamamlanması öngörülmektedir. Bu proje kapsamında bu direktifin uyumlaştırılması ve uygulanması için strateji oluşturulması hedeflenmektedir. Çevre Alanında Entegre Uyumlaştırma Stratejisi Projesi Bu projenin amacı, Ülkemiz Çevre Mevzuatının AB Müktesebatı ile uyumlaştırılmasına yönelik olarak finansman stratejisini de içeren genel bir strateji ve eylem planının oluşturulmasıdır. Söz konusu proje iki aşamalı olarak yürütülmüş olup, birinci aşaması olan “Sektörel Uyumlaştırma Stratejileri” çalışmaları çerçevesinde Kuruluşumuzca faaliyetlerini ilgilendiren “Endüstriyel Kirlilik Sektörü” çalışma grubunda yer alınmıştır. İkinci aşamada ise, “Sektörel Uyumlaştırma Stratejileri” dokümanlarına nihai hallerin verilerek “Entegre Strateji Dokümanının Hazırlanması” ve ilgili finansman stratejisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmalar bu hedef doğrultusunda yürütülmüş olup, finansman stratejisi de dahil olmak üzere, 2007-2023 yılları arasındaki dönemi kapsayan ve Türkiye için bir strateji belgesi niteliğine sahip olan “AB Entegre Çevre Uyum Stratejisi-UÇES” hazırlanmış ve 2006 yılında resmi bir belge olarak yayınlanmıştır. 4. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ 4.1. İklim Değişikliğinin Tanımı ve Sektörler Üzerindeki Etkileşimi Yerküre, Güneşten gelen kısa dalgalı radyasyonun (ışınımın) bir bölümünü yeryüzünde, bir bölümünü alt atmosferde (troposferde) emmektedir. Güneş ışınımının bir bölümü ise, emilme gerçekleşmeden, yüzeyden ve atmosferden yansıyarak uzaya gitmektedir. Böylece, yüzeyde ve troposferde tutulan enerji, genel atmosfer ve okyanus dolaşımıyla yeryüzüne dağılır ve uzun dalgalı yer ışınımı olarak atmosfere geri verilir. Yeryüzünden salınan uzun dalgalı ışınımın önemli bir bolümü, tekrar atmosfer tarafından emilir ve sonra atmosfer ve okyanus dolaşımıyla daha az güneş enerjisi alan orta ve yüksek enlemlerde kullanılır. Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı daha az geçirgen olması nedeniyle yerkürenin beklenenden daha fazla ışınımını sağlayan ve dengeyi düzenleyen bu doğal süreç sera etkisi olarak 8-1-14 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU adlandırılmaktadır. Sera etkisi Şekil 1’de gösterilmektedir. Normal koşullarda, Yer/atmosfer sistemine giren kısa dalgalı güneş enerjisi ile geri salınan uzun dalgalı yer ışınımı dengededir. Güneş ışınımı ile yer ışınımı arasındaki bu dengeyi ya da enerjinin atmosferdeki ve atmosfer ile kara ve deniz arasındaki dağılımını değiştiren herhangi bir etmen, iklimi de değiştirebilmektedir. ŞEKİL 1: Sera Etkisi Sera etkisinin doğal bir olgu olmasına karşılık, başta Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Nitrozoksit (N2O) olmak üzere, insan faaliyetlerinden kaynaklanan ve sera gazları olarak tanımlanan gazların atmosferde doğal dengeyi bozacak şekilde birikmesi, kuvvetlenen sera etkisi oluşturarak atmosferde ortalama sıcaklığın artmasına ve küresel ısınmaya (Global warming) neden olmakta ve iklim değişikliği (Climate change) sonucunu yaratmaktadır. Bütün dünyayı ilgilendiren küresel bir çevre sorunu olarak karşımıza çıkan iklim değişikliği, zaman içinde, kurak ve yarı kurak alanlarda yağışların azalması ile kuraklığın artması, buna karşılık bol yağış alan yerlerde sel olaylarının artması, buzulların erimesi, buzulların erimesi ile okyanuslarda ve denizlerde su seviyesinin yükselmesi, dolayısıyla alçak kıyıların sular altında kalması, ormanların ve bitki çeşitliliğinin azalması gibi önemli sorunlar doğurmaktadır. Yukarıda ifade edilen iklim değişikliği süreci yavaş bir süreç olmakla birlikte, ilk işaretleri günümüzde görülmeye başlanmıştır. Atmosferdeki birikimleri artmaya devam eden sera gazları nedeniyle kuvvetlenen sera etkisinin oluşturduğu küresel ısınma, özellikle 1980'li yıllardan sonra daha da belirginleşmiş ve 1990'lı yıllarda en yüksek değerlerine ulaşmıştır. “İklim Değişikliği Hükümetlerarası Paneli (Intergovernmental Panel on Climate ChangeIPCC)” verilerine göre küresel ısınma trendi son yıllarda önemli ölçüde artmıştır. Örneğin, son 50 yıldaki ısınma trendi son 100 yıl trendinin yaklaşık 2 katıdır [9]. Son yıllarda, tornedo, sel, tsunami vb. iklimsel afetlerde ve bu afetlerin boyutunda artış görülmektedir. Ülkemizde de, sıcak geçen yazların sıklığı, yağışlarda azalma, sel felaketlerinde artış ve kuraklık artışı gözlenmektedir. Özellikle kuraklık ülkemiz için önemli bir sorun olacak ve başta enerji, tarım, turizm sektörleri olmak üzere, kuraklık bir çok sektörü önemli ölçüde ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-15 etkileyecektir. İklim değişikliğinin enerji sektörü üzerindeki olası etkileri Bölüm 4.5’de (İklim Değişikliği ve Enerji Sektörü) incelenecektir. 4.2. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Toplumun ilgisini son 20 yıl içinde çekmeye başlayan artan sera etkisi ve küresel ısınma konusu, bilim adamları tarafından yaklaşık yüz yıldır bilinmekte ve incelenmektedir. Bu konudaki ilk öngörülerin tarihi 1890’lı yıllara dayanmaktadır. Ama aradan yıllar geçmesine rağmen, atmosferde artan CO2 birikiminin yol açabileceği olumsuz etkiler konusundaki uluslararası ilk ciddi adım 1979 yılında atılmıştır. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO)'nün öncülüğünde 1979 yılında düzenlenen Birinci Dünya İklim Konferansı'nda konunun önemi dünya ülkelerinin dikkatine sunulmuştur. Daha sonra, iklim değişikliği konusunda çalışmalar hızlanarak sera gazlarının kontrol altına alınmasına yönelik Sözleşme hazırlanması sürecine gelinmiş ve Birleşmiş Milletler (BM) bu konuda öncülük etmiştir. Küresel bir sorun olan iklim değişikliği sorununa ülkelerarası ortak çözüm bulmak amacıyla, BM tarafından 1992 yılında, Rio’da “Çevre ve Kalkınma Konferansı” düzenlenmiş ve söz konusu Konferans sırasında sırasında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi – İDÇS (United Nations Framework Convention on Climate Change - UNFCCC) imzaya açılmıştır. Hemen hemen tüm ülkelerce imzalanan Sözleşme 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Sözleşmede soruna yönelik ülkeler arası çabalar için bir çerçeve oluşturulmakla birlikte, sanayileşme süreçlerini tamamlayan gelişmiş ülkelerin bu sorundaki paylarının ve tarihsel sorumlulukların yüksek olduğu ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları için enerji artışına ihtiyaçları olduğu dikkate alınarak, “ortak, fakat farklı sorumluklar” prensibi benimsenmektedir. Bu çerçevede, İDÇS farklı ülke grupları için farklı yükümlülükler getirmekte olup, bu ayırım Sözleşme ekleri ile belirlenmiştir. Ek-I ve Ek-II’de yer alan ülkeler gelişmiş ülkelerdir. Ek-II listesi OECD ve AB ülkelerini kapsamaktadır. Ek-I listesinde, Ek-II ülkeleri, Rusya Federasyonu ve Rusya’nın dağılması sonrası oluşan ve ekonomileri geçiş döneminde olan ülkeler yer almaktadır. Ekler dışındaki ülkeler ise gelişmekte olan ülkelerdir. 4.3. Sözleşme karşısında Türkiye’nin Durumu ve İlgili Çalışmalar Türkiye’nin, Sözleşmenin hem Ek-I listesinde, hem de yükümlülükleri daha ağır olan Ek-II listesinde yer almış olması, bu durumun ülkenin gelişmişlik düzeyi ile ve Sözleşmenin “ortak, fakat farklı sorumluklar” prensibi ile bağdaşmaması nedeniyle, ülkemizce imzalanmamıştır. Uzun bir süre listelerden çıkmak için girişimlerde bulunulmuş ama bu girişimler sonuçsuz kalmıştır. Daha sonra, Türkiye, yeni bir yaklaşımla, 2000 yılında, Sözleşmenin Altıncı Taraflar Konferansında (COP-6), Ek-II listesinden çıkarılması ve ülkenin “özel koşulları” dikkate alınarak Ek-I listesinde kalması konusunda bir öneride bulunmuştur. 2001 yılında, Sözleşmenin Yedinci Taraflar Konferansında (COP-7), ülkemizin bu talebi kabul edilmiş ve karara bağlanmıştır. Bu karar doğrultusunda, İDÇS Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylanmış olup, 24 Mayıs 2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin hükümlerine gore, İDÇS’ne taraf olunmasından sonra Ulusal Sera Gazları Envanterinin (National Inventory) ve Ulusal Bildirimin (National Communication) BM İDÇS Sekreteryasına sunulması gerekmektedir. Bu çerçevede, 1990 – 2004 yıllarını kapsayan ilk Ulusal Envanter IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change) Kılavuzu 8-1-16 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU doğrultusunda sera gazı emisyon hesaplama yöntemine göre hazırlanarak 2006 yılında BM’e sunulmuştur. BM Kalkınma Programı (UNDP) çerçevesinde, finansmanı Küresel Çevre Fonu (Global Environment Fund-GEF) karşılanmak üzere, Çevre ve Orman Bakanlığı koordinasyonunda, ilgili bakanlıkların, üniversitelerin, kurum ve kuruluşların, sivil toplum kuruluşlarının katılımı Ulusal Bildirim hazırlanmış ve Ocak 2007 tarihinde BM’sunulmuştur. Ayrıca, enerji sektöründe sera gazı azaltım senaryolarının oluşturulmasına yönelik bir proje UNDP desteği ve GEF finansmanı ile, Argonne Ulusal Laboratuvarı (ABD) danışmanlığında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Elektrik Üretim A.Ş., (EÜAŞ) Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) işbirliği içinde gerçekleştirilmiş olup, bu projenin sonuçları Ulusal Bildirimde önemli bir husus olarak yer almıştır. Projede, çalışılan senaryolar için sera gazı azaltımları ve maliyetleri çıkarılmış ve emisyon azaltımında en maliyet etkin senaryonun talep tarafı yönetiminde (Demand Side Management–DSM) enerji verimliliğinin sağlanması olduğu görülmüştür. BM tarafından yayınlanan raporlara ve istatistiki verilere göre, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin Ek-I listesinde yer alan ülkelerin 1990-2004 yılları arasındaki CO2-eşdeğer (CO2 ve CO2 cinsinden diğer sera gazlarının toplamı) olarak ifade edilen sera gazı emisyonlarına ilişkin artış yüzdelerinin verildiği grafikte, %72.6 artışla, Türkiye birinci sıradadır. Sera gazları artış hızı konusunda ülkelerin sıralaması Şekil 2’de verilmektedir. Söz konusu değerlerde arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık (Land Use, Land Use Change and Forestry-LULUCF) dahil değildir. Şekil 2 :Sera Gazları Artışı Kaynak: Birleşmiş Milletler ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-17 Türkiye’nin, sera gazları artış oranında Ek-1 ülkeleri arasında ön planda yer almasına karşılık, ülkemizin toplam sera gazı emisyonları hala çok düşük seviyededir. Türkiye’nin 2004 yılı CO2 emisyon miktarlarına bakıldığında, dünya toplamının %0.79’unu, OECD ülkeleri toplamının ise %1.62’sini oluşturduğu görülmektedir. 4.4. Kyoto Protokolu ve Türkiye’nin Durumu Bir çerçeve Sözleşmesi olan İDÇS’ne ilişkin olarak, Kyoto Protokolu (KP), 1997 yılında imzaya açılmıştır. Uzun bir süre Protokolun yürürlüğe girme hükümleri yerine gelmemiş ve ancak Rusya’nın Protokola taraf olması ile, Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girebilmiştir. Sera gazlarının azaltılmasına yönelik amaç ve ilkeleri kapsayan, bazı yükümlülükler getiren, ancak yaptırımları zayıf olan İDÇS’ne karşılık, KP ile Sözleşme hükümleri hayata geçirilmekte ve önemli yaptırımlar getirilmektedir. KP’nde ilk uygulama dönemi olan 2008-2012 arası olup, bu dönemde 1990 yılına göre Ek-I ülkelerinin toplamda salımlarının en az %5 azaltılması hedeflenmektedir. KP’nün iki eki bulunmaktadır. Ek-A’da, KP kapsamına alınan CO2, CH4, N2O, SF6 (Kükürt hekzaflorür), HFCs (Hidroflorokarbonlar), PFCs (Perflorokarbonlar) olarak altı adet sera gazı yer almaktadır. Ayrıca, Ek-A’da, sektörler ve sera gazı kaynağı kategoriler de sıralanmış olup, enerji faaliyetleri de önemli bir sektör olarak yer almaktadır. Ek-B’de ise, 2008-2012 dönemi için Ek-I ülkelerinin sayısal azaltım hedefleri yer almaktadır. KP’unda sera gazı azaltımının sağlanmasına yönelik olarak bazı esneklik mekanizmaları getirilmiştir. Sorunun küresel olması gibi, sera gazı azaltım çabalarında da ülke bazından küresel boyuta geçip, maliyet-etkin çözümlerin bulunabilmesi ve işbirliği içinde bulunulması için geliştirilen söz konusu mekanizmalar aşağıda verilmektedir. İDÇS’nde de olduğu gibi KP’nün bu mekanizmalarının uygulanmasında da ülkelerin gelişmişlik düzeyleri rol oynamaktadır. Aşağıda, bu mekanizmalar hakkında, uygulanma krtiterleri açısından, kısa özet bilgiler verilmektedir. [10] • Emisyon Ticareti-ET (Emission Trading-ET) Sözleşmenin EK-I listesinde bulunan gelişmiş ülkeler arasında uygulanmaktadır. Emisyon azaltımı daha kolay ve daha az maliyetli olan bir Ek-I ülkesi ile emisyon azaltımı zor ve maliyetli olan diğer bir Ek-I ülkesi arasında emisyonun alınıp satılmasına ve böylece emisyon azaltım hedeflerine ulaşılmasına olanak sağlayan bir mekanizmadır. Ancak, Emisyon ticaretinin uygulanması ile ilgili hususların oldukça kompleks olduğu ve taahhüt edilen onaylı emisyon azaltım değerlerindeki sapmaların yarar yerine zarar getirebileceği unutulmamalıdır. • Ortak Uygulama-OU (Joint Implementation-JI) ET gibi, bu mekanizma da EK-I ülkeleri arasında gerçekleştirilmekte olup, bu mekanizmayı uygulayan taraflar, emisyon azaltım hedeflerine ulaşmak için ortak politika ve ortak projeler geliştirmektedirler. Emisyon azaltım miktarları, projeye hangi ülkenin ev sahipliği yaptığı dikkate alınarak ülkeler arasında paylaşılır. • Temiz Kalkınma Mekanizması-TKM (Clean Development Mechanism-CDM) EK-I ülkeleri ile EK-I dışı ülkeler, yani gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında uygulanmaktadır. EK-I ülkesinin, bir EK-I dışı ülkede, daha az maliyetle daha fazla azaltım sağlayan bir proje yürütmesine olanak tanıyan bir 8-1-18 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU mekanizmadır. Böylece, Ek-I ülkesi bu proje ile sağlanan emisyon azaltma miktarını taahhüt ettiği kendi emisyon azaltma hedeflerinde kullanabilecektir. Türkiye İDÇS’ne kısa bir süre önce taraf olmasına karşılık henüz KP’na taraf değildir ve BMİDÇS Ek-I Listesinde yer alıp Kyoto Protokolü Ek-B Listesinde yer almayan tek ülkedir. Bu nedenle, Türkiye’nin KP açısından herhangi bir taahhütü olmadığı gibi, KP mekanizmalarının uygulanmasında da yer alamaz. KP mekanizmaları ile ilgili olarak, Bölgesel Çevre Merkezi’nin (Regional Environmental Center-REC) görüşleri aşağıda yer almaktadır. 2006 yılından bu yana özellikle bazı rüzgar enerjisi yatırımlarının öncülüğünde gönüllü karbon ticareti kapsamında yeni bir süreç gündeme girmiştir.[11] Gönüllü/Onaylı Salım Azaltım Projeleri (VER – Voluntary/Verified Emission Reductions); Kyoto Protokolü’ne taraf olmayan ülkelerde ve/veya Kyoto Protokolü Ek-A listesi dışında kalan sektörlerde ortaya çıkan karbon salımlarının (ör. uluslararası uçuşlar, büyük konferans ya da spor karşılaşmaları), etkinlik sahibi kişi ya da kurumlarca gönüllü olarak dengelenmesi amacıyla, başta yenilenebilir enerji ya da enerji tasarrufu olmak üzere sera gazı salımlarının azaltılmasına yol açan projelere finans desteği sağlamasını içermektedir. Ülkemizde ilk olarak 2006 yılında devreye giren Bandırma Rüzgar Enerji Santrali (BARES) ile gündeme gelen bu süreç, ilk zamanlarda Türkiye’nin Kyoto Protokolü kapsamındaki olası yükümlülükleri nedeniyle tartışma konusu olmuştur. Ancak, 2012’ye kadarki süreçte, Türkiye’de elde edilen bu karbon tasarruflarının, Türkiye Kyoto Protokolü’ne katılsa dahi CDM/JI süreçlerine alınamayacağı netleştikten sonra, bu alandaki uygulamalar daha da artmaya başladı. Aynı şekilde, gönüllü karbon dengeleme projelerinin ve gönüllü karbon ticareti sürecinin, Türkiye’nin 2012 sonrasında da Ek-B dışı konumunu koruması, böylelikle 2012 sonrasındaki CDM projelerine evsahipliği yapması, Türkiye’de bu konudaki teknik altyapının geliştirilmesi ve bu karbon dengeleme çabalarının Türkiye’de de kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde yaygınlaşması çalışmalarına oldukça önemli bir destek sağlayacağı öngörülmektedir. Halen gönüllü karbon ticareti sürecinde 2012’ye kadar geçerli olacak şekilde satışı yapılan onaylı karbon azaltımları, ne Türkiye ne de alıcı ülkeler açısından Kyoto Protokolü hedeflerine dair herhangi bir olumlu ya da olumsuz katkı oluşturmamaktadır. Ancak bu süreçte, yatırımcı/işletmecilerle danışman – doğrulama – broker firmalar arasındaki ilişkiler, ticareti yapılan karbon tasarruflarının 2012 Sonrasındaki ülke kotası kapsamındaki durumu, sürecin yaygınlaştırılması, süreçte kamunun rolü, süreçte çevre STKlarının rolü, Türk firmalarının bu sürece karbon alıcısı olarak girişi konularına özel önem verilmektedir. Türkiye henüz KP’na taraf olmadığı için KP’nin 2008-2012 yılları arasındaki ilk uygulama döneminde herhangi bir yükünlülüğü bulunmamaktadır. Ancak, ikinci uygulama dönemine yönelik çalışmalar şimdiden başlamış olup, 2008 yılında söz konusu ikinci döneme ait hükümlerin, hususların netleşmesi ve belirlenmesi gerekmektedir. Bu açıdan, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda Protokola taraf olup ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-19 olmaması konusunda hızlı ve doğru bir karar vermesi gerekmektedir. Ancak, bu hususta karar vermek için bir çok faktörün çalışılması, tartışılması, yarar-zarar tahminlerinin yapılması ve ülke menfaatlerinin göz önünde tutulması önem arz etmektedir. Protokole taraf olunduğunda, yukarıda belirtilen esneklik mekanizmalarının, özellikle emisyon ticaretinin uygulanmasının oldukça kompleks bir yapıya sahip olduğu ve iyi hazmedilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Ayrıca, taahhütlerin yerine getirilememesi durumunda parasal cezaların uygulanabileceği de dikkat edilmesi gereken ayrı bir husustur. Bu konu Bölüm 4.6.’da verilen Bulgaristan uygulaması örneğinde de açıklanmaktadır. Bu nedenle, konunun tüm ilgililerce çok iyi özümsenmesi, çok iyi tartışılması ve öyle karar verilmesi gerekmektedir. KP’ne taraf olma konusunda Bölgesel Çevre Merkezinin (REC) görüşleri aşağıda yer almaktadır. Türkiye; mevcut konumda, Ek-B Dışı konumunu koruyarak, 2012 öncesinde herhangi bir yükümlülük almadan Kyoto Protokolü’ne katılması halinde; • “2012 yılına kadar, salımlarını 1990 yılına göre azaltma ya da sınırlama hedefi Kyoto Protokolü’nde yer alabilecektir. • Sözleşme’de tam anlamıyla elde edemediği gelişmekte olan ülke konumunu, Kyoto Protokolü’nde yakalayabilecektir. • 2012 sonrasında, kendisine en uygun yükümlülüklerin tanımlandığı ülkeler grubuna girme hakkını ve şansını, kendi ulusal iradesiyle yakalayabilecek/savunabilecek/ geliştirebilecektir. Türkiye’nin mevcut konumda, Ek-B Dışı konumunu koruyarak, 2012 öncesinde herhangi bir yükümlülük almadan Kyoto Protokolü’ne katılması halinde yaşanabilecek olumlu gelişmeler aşağıda listelenmektedir. • "Avrupa Birliği'nin taraf olduğu bütün uluslararası sözleşmelere Türkiye'nin de katılmış olması" koşulu yerine getirilecek ve çevre başlığı altındaki en önemli tartışma konusu kapanmış olacaktır. • Ama bu sonuç, Türkiye'nin AB'nin izlediği bütün önlemleri anında uygulaması anlamına da gelmeyecek, en azından 2020’ye kadar Türkiye’nin kendine özgü politika ve önlemler izlemesine bir engel olmayacaktır. • Hatta uluslararası alanda ABD’den çok AB’ye yakın bir strateji izlediği için süreç içerisinde teknik ve kurumsal altyapısının geliştirilmesi konularında AB ile çeşitli işbirliği süreçlerine girebilecektir. • Son derece özgün bir durum olan “Ek-I ülkesi ancak Ek-B dışı ülke” konumunu garantileyerek, 2012 sonrası müzakerelerde oluşacak ve daha esnek koşullar (karbon yoğunluğunun azaltılması, gönüllü hedefler, sektörel hedefler gibi) içerecek yeni Ek-C, Ek-D gibi listelerinde çok büyük olasılıkla G. Kore, Meksika ve diğer İleri Gelişmekte Olan Ülkeler ile beraber yer almak yönünde bir strateji izleyebilecek, bu alanda AB’nin çabalarına da katkı sağlayabilecektir. • 27 ya da 28 ya da 30 üyeli AB’nin 2012/2020 sonrası stratejilerinin belirlenmesi müzakerelerine fiilen katılabilecek, 2. ya da 3. AB Balonu içerisinde uygun koşullarda yer almayı tartışmaya başlayabilecektir. 8-1-20 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Türkiye’nin mevcut konumda, Ek-B Dışı konumunu koruyarak, 2012 öncesinde herhangi bir yükümlülük almadan Kyoto Protokolü’ne katılması halinde yaşanabilecek olumsuz gelişmeler aşağıda listelenmektedir. • AB, Kyoto Protokolü’ne uygulanması konusunda kendi iç hukukuna kazandırdığı sera gazı salımları izleme, Salım Ticareti gibi uygulamaların Türkiye’de de uygulanmasını isteyebilir. • Türkiye bu taleplere kendi Ulusal koşulları izin verdiği ölçüde uygulamak için AB ile zorlu bir müzakereye girebilir. (Ama bu aile içerisindeki 2 kardeşin kavgasına benzeyecektir. Kyoto Protokolü’ne Taraf olmayan bir Türkiye AB ile çok daha zorlu bir müzakere sürecine hazırlanmalıdır.) • AB içerisinde oldukça ilginç uygulamaların varlığı bu noktada Türkiye’nin en büyük avantajıdır. Uyum Fonu nedeniyle, 1. Yükümlülük Dönemi’nde İspanya, Portekiz, İrlanda ve Yunanistan için özel koşulların tanındığı bilinmektedir. Ayrıca Kıbrıs (GKRY) ve Malta Sözleşme’de Ek-I Dışı ülke olmalarına rağmen, hiçbir ek yükümlülük almadan AB üyesi olmuşlardır. (Üstelik Kıbrıs (GKRY) ve Malta, kendi başvuruları doğrultusunda, Montreal Protokolü kapsamında gelişmiş ülke kategorisinde yer almaktadır.) Türkiye’nin, 2012 sonrasında uygun yükümlülük grubuna dahil olabilmesi için, Kyoto Protokolü’ne, AB’ye katılım öncesinde taraf olarak AB müzakerelerini yürütmelidir. Aksi takdirde, hem AB’ye katılımı hem de 2012 sonrasında dahi Kyoto Protokol’e katılımı hemen hemen imkansız hale gelebilir. Türkiye Kyoto Protokolü’ne, AB sürecinin gerekliliği için değil; uluslararası alanda kaybettiği 15 yıllık açığı daha hızlı kapatabilmek için, ulusal alanda ise; kaynaklarını, sanayisini, ekonomisini ve toplumunu daha sürdürülebilir bir rotaya çekebilmek için Ulusal çıkarlarını gözeterek taraf olmalıdır. İçinde bulunduğumuz 2 yıl içinde adım atılmazsa, Türkiye 2012 sonrası dönemde Ek-B Dışı Kalma avantajını kaybedebilir, bunun sonucunda da Türkiye Kyoto Protokolü’ne asla katılamayabilir. Kyoto Protokoluna taraf olma konusunda yukarıda belirtilen hususlar ve görüşler tüm ilgili sektörlerce ve ilgili taraflarca tartışılmalı ve ülke menfaatleri dikkate alınarak, ülkenin zayıf ve kuvvetli tarafları, fırsat ve tehditleri göz önünde tutularak bir ülke politikası belirlenmelidir. Türkiye’de çevre mevzuatının AB çevre mevzuatına uyumlaştırılması süreci içinde doğrudan sera gazlarının azaltılmasıyla ilgili direktifler kapsamında ciddi bir çalışma başlamamıştır. Buna Emisyon Ticareti Programı’na ilişkin direktif de dahildir. Ancak, Nisan 2006’da revize edilen 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “İlkeler”e ilişkin 3. Maddesi’nde, “Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve giderilmesi için uyulması zorunlu standartlar ile vergi, harç, katılım payı, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve temiz teknolojilerin teşviki, emisyon ücreti ve kirletme bedeli alınması, karbon ticareti gibi piyasaya dayalı mekanizmalar ile ekonomik araçlar ve teşvikler kullanılır” denmekte, Kanun’un diğer bölümlerinde bu konulara ilişkin başka bir madde bulunmamaktadır. Temmuz 2006’da revize olarak yürürlüğe giren Endüstri Tesislerinden Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’ne “sera gazlarının azaltılması” başlıklı bir madde eklenmiş ve tesisler sera gazları emisyonlarına ilişkin bilgileri Emisyon İzin dosyalarında vermekle, bu bilgileri yıllık olarak güncelleyerek Bakanlığa göndermekle yükümlü ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-21 tutulmuştur. Bu aşamada bilgilendirme dışında herhangi bir yükümlülük söz konusu değildir. 4.5. İklim Değişikliği ve Enerji Sektörü Sera gazları, sanayi, enerji, tarım, hayvancılık, ulaşım, ısınma v.b. çeşitli sektörlerden ve ekonomik faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Ancak, toplam sera gazı emisyonlara bakıldığında, enerji-ilişkin faaliyetlerin sorumluluk payının önemli ölçüde olduğu görülmektedir. Ülkemiz verilerine göre, enerji kaynaklı faaliyetlerin sera gazlarındaki sorumluluk payı %76.7’dir. CH4, N2O gibi bazı sera gazlarının atmosferde yarattığı sera etkisinin CO2’e göre çok fazla olmasına karşılık, elektrik, sanayi, konut, ulaşım gibi sektörlerde enerji kaynağı olarak fosil yakıtların kullanılması ile çok büyük miktarlarda atmosfere verilen CO2, çok önemli bir paya sahiptir. Diğer taraftan, CO2 kimyasal proseslerden de, örneğin çimento üretiminden, kaynaklanmakla birlikte, fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan CO2 emisyonlarının yanında oldukça ihmal edilebilir miktarda kalmaktadır. Türkiye verilerine göre, enerji kaynaklı CO2 emisyonlarının toplam CO2 içindeki payı %81.5’dir. Ancak, emisyon miktarlarının az veya çok olmasına bakılmaksızın, tüm dünyanın sorunu olan bu küresel soruna çözüm bulmak için tüm ülkelerin katkıda bulunması ve Sözleşme kapsamında yer aldıkları kategori çerçevesinde taahhütlerini yerine getirmesi beklenmektedir. Enerji - ilişkin sektörler arasında, emisyonlardan en fazla sorumlu olan elektrik enerjisi sektörüdür. Aşağıda verilen Şekil 3’de, 1990 ve 2004 yılları için CO2-eşdeğer olarak sera gazları emisyonlarının sektörel dağılımı verilmektedir. Şekil 3’den de görüldüğü gibi, 1990 yılında enerji kaynaklı emisyonların sektörel dağılımında elektrik enerjisinin payı %27 olup, sanayiden sonra ikinci sırada yer almakta iken, 2004 yılında elektrik sektörü kaynaklı sera gazlarının oranı önemli bir artış göstermiş ve %34 gibi bir oranla en fazla sorumlu olan bir sektör olarak sanayi sektörünün önüne geçerek birinci sıraya çıkmıştır. Ulaşım sektörü ise sıralamada üçüncü sırayı almakta olup, 2004 yılında sera gazlarındaki payı %18’e düşmüştür. ŞEKİL 3. Enerji Kaynaklı Sera Gazı Emisyonları (CO2-eşdeğer) 2004 YILI 1990 YILI 23% 17% 27% 34% Elektrik Sanayi Ulaştırma Sanayi 18% Ulaştırma Diğer Diğer 20% 30% Elektrik 31% Kaynak: First National Communication, Figure 3-5, Page 68 8-1-22 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Sektöre indikatörler açısından bakıldığında (Bkz. TABLO 2), elektrik üretiminin %162 ile ülkenin kalkınma hızından daha büyük oranda artış gösterdiği görülmektedir. Buna bağlı olarak, elektrik sektöründen kaynaklanan emisyonlarda da artış olmakla birlikte, bu artış %132 ile daha düşük bir orandadır. Bu elektrik sektörü sera gazı emisyonları %11 oranında azalma olmasından yoğunluğunda (KgCO2-eşdeğer/Kw-hr) kaynaklanmaktadır. TABLO 2: Sera Gazları – İndikatörler [12] Kaynak: Bölgesel Çevre Merkezi-REC Elektrik üretiminde, termik üretimin toplam üretimdeki payının yüksek olması (yaklaşık %70) fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan CO2 emisyonları yoğunluğunu önemli hale getirmektedir. 1990 yılına göre 2004 yılında elektrik sektörünün sera gazı yoğunluğunda azalma görülmekle birlikte, yıllar itibariyle bakıldığında CO2 yoğunluk verileri yıldan yıla değişkenlik göstermektedir. Bu değişkenlik aşağıda Şekil. 4’de açıkça görülmektedir. Elektrik üretiminde, termik üretimin toplam üretimdeki payının yüksek olması (yaklaşık %70) fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan CO2 emisyonları yoğunluğunu önemli hale getirmektedir. Şekil. 4’de CO2 yoğunluğunun (üretilen birim enerji başına CO2 emisyon miktarı) 1990-2004 yılları arasındaki durumu verilmektedir. Bu dönemde, 1990 yılına göre 2004 yılında CO2 yoğunluğunda, özellikle doğal gazın kullanımının artması ile, azalma olduğu görülmektedir. Buna karşılık dönem içinde bazı yıllarda ise önemli ölçüde artış olmuştur. CO2 yoğunluğunun arttığı yıllarda elektrik üretimine bakıldığında, kuraklığa bağlı olarak hidrolik üretimde azalma olduğu, özellikle kuraklığın yoğunlaştığı dönemde oldukça sert bir artış olduğu görülmektedir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-23 ŞEKİL 4: Elektrik Sektöründe Yıllar İtibariyle CO2 Yoğunluğu (Kg CO2/kW-hr) 0,7 0,65 0,6 0,55 0,5 0,45 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 1990 0,4 Sera gazları miktarı açısından önemli bir sektör olan elektrik enerjisi sektörü, iklim değişikliğinde de önemli ölçüde etkilenecek sektörlerden biridir. İklim değişikliği, atmosferde ortalama sıcaklığın artması ile birlikte, bazı bölgelerde yağışların artmasına, dolayısıyla büyük sellerin oluşumuna sebep olmakta diğer yandan ise kurak ve yarık kurak alanlarda yağışların azalmasına ve kuraklığın artmasına neden olmaktadır. Yağışların azalması, aynı zamanda ortalama hava sıcaklığı artışına bağlı olarak buharlaşmanın artması su kaynaklarını da olumsuz yönde etkileyecektir. Su kaynaklarındaki azalma, hidrolik santrallarda su gelirlerindeki düşüşe, dolayısıyla hidrolik elektrik enerjisi üretiminde azalmaya ve zaman içinde hidrolik potansiyelde de azalmaya neden olabilecektir. Ayrıca, yağış rejimlerindeki değişimler nedeniyle oluşabilecek seller de hidrolik santrallar açısından bir başka risk oluşturacaktır. Ülkemizin elektrik enerjisi üretiminde hidrolik üretimin yaklaşık 1/3’lük bir paya sahip olması ve henüz önemli ölçüde kullanılmamış hidrolik potansiyelimizin bulunması gelecekte yaşanacak sorunlara karşı şimdiden hazırlıklı olmamızı ve bu konuda bir an önce çalışmalara başlanılmasını zorunlu kılmaktadır. Diğer taraftan, ortalama sıcaklığın artması, yaz döneminde soğutma sistemlerinin daha fazla çalışmasına ve elektrik tüketiminin artmasına neden olacaktır. Elektrik enerjisi sektöründe, risk yaratabilecek diğer bir husus da termik santralların soğutma suyu sıcaklığında olabilecek artışlardır. Bu artışlar nedeniyle, yaz döneminde, termik santralların kapasitelerinde düşme görülebilecektir. Ayrıca, gündemde olan ve deniz suyunun soğutma suyu olarak kullanılması düşünülen nükleer santral projelerini de etkileyecektir. Özellikle, nükleer santralın Akkuyu’da kurulması düşünüldüğünde, yaz aylarında zaten yüksek olan ortalama deniz suyu sıcaklığının zaman zaman 30°C’yi aştığı dikkate alınmalıdır. Elektrik enerjisi sektörünün iklim değişikliğinden etkilenecek bir sektör olması nedeniyle, sektörde muhtemel riskler ve belirsizlikler konusunda, özellikle su kaynaklarındaki olası değişiklikler ile ilgili olarak çalışmalar yapılması ileriye dönük hedefler ve planlamalar açısından önemli olacaktır. Elektrik enerjisi sektöründe sera gazlarının azaltılması için alınacak önlemler, enerji verimliliğinin artırılması, fosil yakıtların kullanımının azaltılması, buna karşılık, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması, termik santrallarda yüksek verimli ve gelişmiş teknolojilerin uygulanması olarak sıralanabilir. Ancak, ülkemizin 8-1-24 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU sınırlı mali kaynakları düşünülerek maliyet-etkin (cost-effective) çözümlere gidilmesi önem arz etmektedir. Bu husus dikkate alındığında ülkemiz koşullarına en uygun önlem enerji verimliliğinin artırılması olarak öne çıkmaktadır. Bölüm 3.3’de belirtilen ve İlk Ulusal Raporda yer alan sera gazlarının azaltılmasına yönelik senaryolar çalışması çıktılarına göre de enerji verimliliğinin azaltılması en maliyet-etkin önlem olarak belirlenmiştir. Sera gazı azaltımında diğer önlemlerin katkıları da olmakta ancak bu katkılar daha düşük düzeyde kalmaktadır. Verimliliğinin sağlanması sera gazları azaltılmasında önemli olmakla birlikte, kaynak (enerji kaynağı, mali kaynak, vb.) israfının önlenmesi, enerji yoğunluğunun azaltılması, yapılan yatırımların kısa sürede amorti etmesi, atıklarda azalma sağlaması açısından da uygun bir önlem olarak görülmektedir. Diğer taraftan, elektrik enerjisi sektöründe alınacak önlemlerden birisi de, son yıllarda üzerinde çalışılan karbondioksit tutma ve depolama (Carbon Capture and Storage-CCS) teknolojisidir. Bu yöntem, fosil yakıtlara dayalı termik santrallarda oluşan CO2 gazının ayrılarak uygun bir jeolojik formasyona depolanmasıdır. Ülkelerin kalkınmasına devam edeceği ve fosil yakıtların bir süre daha önemini koruyacağı dikkate alındığında enerji arzı açısından söz konusu teknoloji ümit verici olacaktır. Ancak, henüz geliştirilmekte olup, ticarileşmesi ve yaygınlaşması zaman alacaktır. Bu yöntemde karbon tutma, taşıma ve depolama olmak üzere üç bileşene sahiptir. Tek bir teknoloji olmayıp, bir teknolojiler bütünüdür ve işletilmesi oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Bu nedenle de, teknik, mali, idari hususlar da dikkate alınarak bu üç bileşen birlikte planlanmalıdır. Önemli olan diğer bir husus da, mevcut bir santrala retrofit olarak ilave edilmesinin fizıbıl olmaması ve bir çok nedenden dolayı ve mümkün görülmemesidir. Karbon tutma ile ilgili olarak yanma sonrası (post-combustion), yanma öncesi (precombustion) ve oksi-yakıt yanma (oxy-fuel combustion) olmak üzere, üç tür teknolojinin uygulanması söz konusudur. Yanma sonrası yöntemde, CO2’in tutulması kimyasal yöntemle sağlanmakta olup, CO2 baca gazından sıvı bir solvent ile ayrılmaktadır. Yanma öncesi yöntemde, yakıt önce buhar ve hava ile karbonmonoksit + hidrojene (synthesis gas), ikinci aşamada ise CO2 + hidrojen karışımına çevrilmekte ve daha sonra CO2 ayrılmaktadır. Bu yöntem entegre gazlaştırma kombine çevrim (Integrated gasification combine cycle-IGCC) santrallarında kullanılacaktır. Oksi–yakıt yönteminde ise yanma hava yerine oksijen kullanılarak sağlanmaktadır. Her üç teknolojide de santral verimliliğinde önemli kayıplar (%20-40) olmaktadır. Karbon tutma teknolojilerinin yatırım maliyetleri çok yüksektir. Santrallarda tutulan ve sıkıştırılan CO2 gazı depolanacak yere genel olarak borularla taşınacaktır. Ancak, sıkıştırılmış doğal gaz (LNG) gibi tankerler ile de taşınması mümkündür. Depolanacak CO2 miktarı, depolama yerinin konumu, santrala uzaklığı, taşıma yöntemi vb. hususlar taşıma maliyetini etkileyecek önemli faktörlerdir. Sıkıştırılmış CO2, kömür yataklarına (derin olmak koşulu ile), işlevini bitirmiş, kapatılmış petrol ve doğal gaz kuyularına, akiferlere, okyanus derinliklerine depolanabilmekte veya petrol ve doğal gaz üretiminin artırılmasında (“enhanced oil recovery-EOR” ve “enhanced gas recovery-EGR”) kullanılabilmektedir. Depolamada rezervuar tipi; derinlik, basınç, geçirgenlik, porozite, hacim vb. rezervuar özellikleri; sızdırmazlık karakteristikleri önemli faktörlerdir. Ayrıca, depolamanın uzun yıllar (yüzyıllar) güvenli bir şekilde ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-25 sağlanabilmesi için uygun izleme sisteminin tesis edilmesi gerekmektedir. Bu husus da depolama maliyetini artıran bir husustur. Karbon tutma ve depolamanın teknik yönlerinin yanı sıra hukuki, idari ve mali yönleri de bulunmaktadır. Bu yöntem için henüz yasal bir zemin, bir mevzuat oluşturulmamıştır. “Mülkiyet” önemli bir husus olarak karşımıza çıkmakta ve mülkiyet hakları, fikri mülkiyet hakları önem arz etmektedir. Herhangi bir olumsuz durumda sorumluluğun kime ait olacağı tanımlanmalıdır. Diğer taraftan, bu teknolojinin çevresel hususları ile ilgili olarak mevcut çevre mevzuatında gerekli değişiklikler ve düzenlemeler yapılmalıdır. Bir çok yönü, bir çok aşaması olan karbon tutma ve depolama yönteminde önemli risk faktörleri de bulunmaktadır. Bu nedenle de uygun bir risk yönetimi gereklidir. Ayrıca, halk tarafından, tehlikeli bir atık depolama olarak algılanmaması için kamuoyunun bilgilendirilmesi ve kamuoyunun onayının alınması da önemli diğer bir husustur. Yukarıda da belirtildiği gibi, söz konusu teknolojiler bütününün maliyeti çok yüksek olup, karbon tutma ve depolama teknolojisinin ticarileşmesi ve yaygınlaşması uzun zaman alabilecektir. Bu konuda gerçekleştirilecek projelerin finansmanı için uluslararası finans mekanizmalarının işletilmesi gerekecektir. Görüldüğü üzere, karbon tutma ve depolama teknolojisi gelecek için ümit verici olarak görülse bile çözümlenmesi gereken bir çok sorun ve geliştirilmesi, açıklığa kavuşturulması gereken bir çok husus bulunmaktadır. Henüz karbon tutma, taşıma, depolama olarak tüm bileşenlerini, yönlerini içeren herhangi bir komple proje gerçekleştirilememiştir. Ayrıca, sera gazlarının azaltılmasında, talep taraflı enerji verimliliğinin sağlanması, bu teknolojiye rağmen, önemini korumakta ve en maliyet etkin çözüm olarak birinci sırada yer almaktadır. Özellikle, gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye için önemli ölçüde bir enerji verimliliği potansiyeli bulunmaktadır. Fosil yakıtların dünyada kullanılmasına devam edilmesinin kaçınılmaz olduğu dikkate alınarak, ileriye yönelik olarak büyük ümitler vaadeden karbondioksit tutma ve depolama bütün yönleriyle, 21-22 Haziran 2007 tarihinde, Norveç-Oslo’da düzenlenen Çalıştay’da enine boyuna tartışılmıştır. Çalıştay’a dünyanın çeşitli ülkelerinden bu konunun uzmanları, ilgili uluslararası kuruluşların temsilcileri, özel sektör temsilcileri olmak üzere 150 kadar kişinin katılımı sağlanmıştır. Çalıştay’da, uzmanlar tarafından yapılan değerlendirmeler, daha sonra Kanada’da düzenlenecek olan Çalıştay’da 2008 yılı G8 Zirvesine götürülecek önerilerin hazırlanması için bir baz teşkil edecektir. CCS için 2015 yılında bütün yönleri ile birlikte tam bir demonstrasyon projesinin gerçekleştirilmesi hedeflenmekte, 2030 yılına kadar uygulamaların başlaması, maliyetlerinin düşerek ticarileşmesi, yaygınlaşması ve 2050’li yılların teknolojisi olması beklenmektedir. Çalıştay’da ayrıca, bu yöntemin yoğun bir teknoloji gerektirmesi ve maliyetlerin henüz çok yüksek olması nedeniyle, şimdilik gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı ancak bazı gelişmiş ülkelerce bu konudaki projelere yönelik uygulamaların yapılabileceği dile getirilmiştir. 4.5. Emisyon Ticareti ve Bulgaristan Örneği Bulgaristan, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Ek-1 kapsamındaki ülkeler arasında yer almakta olup, Kyoto Protokolü’ne 2002 yılında taraf olmuştur. AB’ye üyelik süreci içinde Emisyon Ticareti Programı Direktifi’ni ulusal mevzuatına entegre etmiştir. 8-1-26 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU Bu kapsamda; 2005 yılı içinde, Bulgaristan Çevre ve Su Bakanlığı Direktif kapsamındaki tüm tesislerden CO2 emisyonuna neden olan yakıt, enerji ve hammadde tüketimlerine ilişkin bilgileri (mevcut ve 2014 yılına kadarki planlar) toplamış, her biri için emisyon miktarlarını hesaplayarak, Bulgaristan’ın toplam emisyon miktarlarını AB’ye raporlamıştır. Buna göre, AB Bulgaristan için bir “ulusal CO2 emisyon kotası (hakkı)” belirlemiştir. Bakanlık bu hakkı sektörler ve tesisler bazında paylaştırmıştır. Bu paylaşım sırasında, üretici firmaların yürüttüğü lobi faaliyetlerinin etkili olduğu; bu faaliyetlerin olası yanlışlıkların giderilmesi açısından da önemli olduğu anlaşılmaktadır. 2006 yılında her tesise tahsis edilen emisyon hakkı internet aracılığıyla duyurulmuştur. Aynı yıl içinde tesisler, “sera gazı emisyon izni” için de başvurularını tamamlamışlardır. Başvuru, CO2 emisyonlarının nasıl hesaplanacağı ve buna göre takip edilecek parametrelere (yakıt tüketimi, yakıt kalitesi, hammadde tüketimi, vb.) ilişkin ölçüm ve analizlerin nasıl yapılacağına ilişkin ayrıntılı bilgileri içermektedir. 2003/87 sayılı Emisyon Ticareti Programı Direktifi’ne bağlı olarak ve AB’nin 29/01/2004 Sayılı Komisyon Kararı ile yayınlanan “sera gazları emisyonlarının izlenmesi ve raporlanması kılavuzu”nda, söz konusu direktif kapsamında yer alan tüm sektörler için CO2 emisyon hesaplama kriter ve yöntemleri verilmektedir. Bu kılavuz diğer AB ülkelerinde olduğu gibi Bulgaristan’da ulusal mevzuat çerçevesinde benimsenmiş olup, izin süreçlerinde bu kılavuz esas alınmaktadır. Burada dikkati çeken en belirgin hususlardan biri, CO2 emisyonlarının “ölçülerek” değil mümkün olabildiğince “hesapla” belirleneceği, bunun için de CO2 emisyonuna neden olan tüm yakıt ve hammadde tüketimlerinin sistematik ve izlenebilir bir şekilde takip edilerek kaydedilmesi gerektiğidir. Sera gazı emisyon izni işlemleri 2006 sonunda tamamlanmış olup, Emisyon Ticareti uygulaması 2007 yılı itibarıyla başlamıştır. Buna göre, tüm tesisler 2007 yılı içinde CO2 emisyon hesapları için gerekli olan tüm izleme ve kayıt işlemlerini sürekli olarak ve başvurudaki beyanlarına uygun şekilde yürütecekler; 2008 Mart ayı içinde 2007 yılına ait raporlarını Bakanlığa sunacaklardır. Yapılan hesaplar doğrultusunda belirlenen 2007 yılı toplam CO2 emisyonu tesis için öngörülen kotanın üzerindeyse, firmanın bu fazlalığı diğer tesislerden satın alarak kapatması gerekecektir. Aksi halde, kapatılamayan miktar üzerinden ceza ödenmesi söz konusu olacaktır. CO2 emisyon hakkının piyasadan satın alınması durumunda yaklaşık 25 Euro/ton CO2 gibi bir bedel söz konusuyken, ceza ödenmesi halinde bu bedel 100 Euro/ ton CO2 olmaktadır. Bu husus Türkiye’nin de dikkat etmesi gereken bir husustur. 5. KÜRESELLEŞME, ENERJİ SEKTÖRÜNÜN YENİDEN YAPILANMASI, REKABET VE ÇEVRE 18. ve 19. yüzyıllarda yaşanan Sanayi Devriminin sonucunda, 20. yüzyılda küreselleşme eğilimleri ortaya çıkmıştır. Ekonomik açıdan değişik tanımlamaları yapılan “küreselleşme” kelimesi için; “dünyanın ekonomik bir bütün oluşturma süreci”, “ticari, mali ve sınai sermayenin faaliyet alanının giderek daha büyük ölçüde ulusal sınırları aşarak dünya çapına yayılması ve bunun uzantısı olarak da global kapitalist iktisadi sistemin iktisadi ve siyasi yönetiminin ulusal çapı aşan düzenlemelerle yönetilmesi, başta emperyalist sermaye olmak üzere, dünya burjuvazisinin günümüzdeki yeni ideolojisi” gibi farklı tanımlar yapılmaktadır. Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi küreselleşmeyi, “malların, hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli biçimde sınır ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-27 ötesine akışı” şeklinde tanımlamıştır. Küreselleşmenin bir başka tanımı da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından yapılmış ve “sadece ekonomik olmayan, sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreçtir” denmiştir. Son yüzyıllarda, teknolojideki gelişmeler, toplulukları ekonomik, siyasal ve kültürel yönlerden birbirine bağlamış, küresel dayanışmayı gerektirmiştir. Ülkeler, ayrım yapmadan küresel düzeyde işbirliklerine girmiş, başına “küresel” kelimesinin eklendiği politikalar geliştirilmeye başlanmıştır. Küreselleşme özellikle çevre sorunları ile bütünleştirilmiş, çevre kirliliklerin sınır tanımaması, etkilerinin ulus devlet kapsamında kalmaması nedeni ile, küresel politikaları belirleyen uluslararası organizasyonlar ve örgütler kurulmuştur. 19. yüzyılda, küreselleşme tanımlamaları ile birlikte, ülkeler arasında ticaretin ve sermaye hareketlerinin GSMH içindeki payında büyük artışlar görülmüş, çalışma amacı ile göçler başlamıştır. Kavramın tam anlaşılamaması farklı taımlanması nedeni ile meydana gelen olumsuzluklar, zaman zaman bu kavramın getirdiklerinden geri adımların atılmasına neden olmuştur. Çok boyutlu bir kavram olan küreselleşme olgusu, özellikle Batı ülkelerinde insanların iş hayatlarını, çalışma koşullarını, piyasaları köklü olarak değiştirmiştir. Bazı iş alanları tarihe karışmış, yeni iş alanları ortaya çıkmış, insanların yaşam biçimleri değişmiştir. Küreselleşme ile teknolojik gelişmelerde sağlanan olanaklar şirketleri ve ülkeleri hızlı iletişim yöntemleri ile birbirine bağlamıştır. Bununla birlikte, gelişmelere uygun yeni önlemlerin alınması, sağlık, eğitim, çevre konularında, piyasalarla ilgili düzenlemelerde, sosyal güvenlik, ticaret, kurumsal yapı ve diğer pek çok alanda yeniden yapılanmalara ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaçlar sadece ülkeler için değil Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası kuruluşlar için de geçerli olmuştur. AB de küreselleşmenin getirdiği koşullara kendisini uydurmak için düzenlemelerini, Birlik kurallarını değiştirmiş, yeniden yapılandırmış ve üye ülkelerin de onayı ile uygulamaya geçirmiştir. Birliğe üye ülkeler ve Türkiye gibi üye olma sürecini yaşayan ülkeler, ulusal düzeyde yaptıkları düzenlemelerin yanısıra, AB’nin değişen kural ve yapısına kendini uydurmaya çalışmıştır. Küreselleşen dünyada, çevre sorunları da küreselleşmekte, dolayısıyla sorunlara ortak çözüm aranmakta, uluslararası ilişkiler ve ülkeler arası işbirliği önemli ölçüde artış göstermektedir. Ayrıca, son on yıllarda liberalleşme rüzgarları başlamış ve enerji sektörünün yeniden yapılanması, rekabete dayalı enerji piyasasının tesisi gündeme gündeme gelmiştir. Tüm bu gelişmeler zaten karmaşık bir yapıya sahip olan enerjiçevre etkileşimine yeni bir boyut daha getirmektedir. Sektör politikalarına çevrenin dahil edilmesi ile, sektör faaliyetlerin sürdürülmesinde, çevresel faktörler tek başına ele alınarak sadece mevzuata uygunluğun sağlanması yeterli olmamakta ve gerek ülke içi gerekse bölgesel enerji piyasalarının oluşumunda, rekabetin ve gerçek anlamda serbest piyasa koşullarının sağlanması için çevresel konular önemli ve etkili bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. AB’nde, sektör politikalarına çevre konularının dahil edilmesi kapsamında, serbest piyasa kurallarına uygun ve rekabete dayalı bir enerji pazarının oluşturulmasında, "enerji arzı güvenirliği", "rekabet" ve "çevrenin korunması" hedeflerinin birlikte bir denge içinde sağlanması enerji politikalarında önemli bir husus ve amaç olmuş ve bu prensipler dahilinde AB enerji iç pazarı oluşturulmuştur. Ayrıca, aynı dengenin sadece iç 8-1-28 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU pazarada değil, bölgesel enerji pazarlarının oluşturulmasında da sağlanması AB tarafından önemli bir husus olarak ele alınmaktadır. Bu çerçevede, AB’nde, enerji iç pazarının dengeli bir şekilde işlemesine yönelik olarak 2003 yılında yayınlanan 26.06.2003 tarihli ve elektrik piyasasına ilişkin "Concerning Common Rules for the Internal Market in Electricity" konulu AB Direktifinde (2003/54/EC), çevreye önem verilmekte ve çevresel faktörler yer almaktadır. Buna karşılık, ülkemizde yürürlükte olan 4628 No’lu Elektrik Piyasası Kanunu’nda, Madde 1’de “Bu Kanunun amacı; elektriğin yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreyle uyumlu bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulması için, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanmasıdır.”, denilmekte, ancak, “çevreyle uyumlu” ifadesi yer almakla birlikte, çevre konusu gerçek anlamda ve etkin bir şekilde ele alınmamaktadır. Tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de enerji arzı güvenliği önceliklidir. Ancak, rekabetin sağlanmasında çevresel hususların önemi de dikkate alınmalıdır. Çevrenin korunmasına yönelik yatırım maliyetlerinin, özellikle AB çevre müktesebatına uyum yüksek olması nedeniyle, ülkemizin ekonomik koşulları göz önünde tutulduğunda, gerekli çevre yatırımlarının gerçekleştirilmesi oldukça önemli bir mali yük getirecek ve bu yatırım maliyetlerinin enerji fiyatlarına yansıması söz konusu olacak, işletmeler arası rekabetin sağlanmasında sorunlar olacaktır. Bu nedenle, enerji arzı güvenliği, rekabet ve çevrenin korunması hedeflerinin arasında denge sağlanamaması durumunda, gerçek anlamda bir rekabetin ve serbest piyasa koşullarının oluşturulması zorlaşacaktır. Ayrıca, hem Türk mevzuatı açısından, hem de AB müktesebatına uyum çerçevesinde, mevcut tesislerde yüksek maliyetli çevre yatırımlarının yapılması gerekmektedir. Bu husus oluşturulan portföy şirketler olarak santralların özel sektöre devredilmesi aşamasında önemle üzerinde durulması gereken bir husustur. Özellikle eski termik santralların çevresel sicili pek iyi değildir ve zaman zaman yüklü tazminat davaları açılmaktadır. Bu tür santralların özel sektöre devredilmesinden sonra çevresel zararların ne zaman oluştuğu, diğer bir deyişle çevresel zararların devir öncesine mi yoksa devir sonrası işletme hatalarına mı ait olduğu konusunda, diğer bir deyişle tarihsel sorumluluklar açısından uyuşmazlıkların çıkması olasılığı bulunmaktadır. Bu nedenle, ilgili devir anlaşmaları yapılırken mümkün olduğu kadar hassasiyet gösterilmesi ve ilgili maddelerin net ifadeler içermesi gerekmektedir. Çevresel yatırımlara ilaveten, "Kirleten öder" prensibi çerçevesinde, vergiler, teşvikler, çevresel zararların tam anlamıyla maliyetlere yansıtılması gibi bazı ekonomik araçların kullanılması maliyet-etkin çözümlerin uygulanmasında itici bir güç olacaktır. Ülkemizde de bu tür araçların kullanılmasına ilişkin olarak, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da "Çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla entegrasyonunda ekonomik araçlardan yararlanılması" hükmü yer almaktadır. Ekonomik araçların kullanılması çevre korumasının gelişmesini sağlamakta ve ayrıca, gerçek anlamda rekabetin tesis edildiği bir enerji piyasasının oluşumuna katkıda bulunarak enerji arzı, rekabet ve çevre arasındaki dengenin daha iyi kurulmasına neden olmaktadır. Ancak, bu husus teorik olarak doğru olsa bile, ülke koşullarına göre uygun olmayabilir ve ekonomik araçların doğru olmayan biçimde kullanılması ithal kaynakların artmasına, enerji fiyatlarında önemli yükselişlere neden olabilir veya bazı teşvikler enerji ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-29 piyasasında rekabeti engelleyebilir. Bu nedenle ekonomik araçlar, ülkemizin sosyal ve ekonomik koşulları göz önünde tutularak, enerji piyasasındaki dengeleri, sosyal ve ekonomik dengeleri bozmayacak şekilde, aşamalı ancak istikrarlı bir yöntemle dikkatle kullanılmalıdır. 6. FİNANSMAN VE TEŞVİKLER Çevre yatırımları özellikle termik santralların çevreye verdiği zararı azaltmaya yönelik yatırımlar yüksek maliyetli yatırımlardır. Ancak iklim değişikliğinin dünyanın gündemine oturması ve çevreye olan duyarlılıktan kaynaklanan bir takım uluslararası anlaşmalar gereği bu tür yatırımların finansmanında bir takım kolaylıklar ile beraber çeşitli teşvik araçları uygulanmaya başlanmıştır. Ekonomik literatürde “teşvik” kavramı, belirli ekonomik faaliyetlerin diğerlerine oranla daha fazla ve hızlı gelişmesini sağlamak amacıyla, kamu tarafından çeşitli yöntemlerle verilen maddi ve/veya gayri maddi destek, yardım ve özendirmeler olarak tanımlanır. Dünyada genel olarak yatırımların teşvikinde; gümrük muafiyeti, yatırım indirimi, vergi indirimi, ayni ve nakdi yardımlar, vergi, resim, harç gibi yatırım teşvik araçları ve ihracatı artırmak için de ihracat tutarına çeşitli oranlarında prim ödenmesi gibi teşvik araçları yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Dünyanın en büyük ticari bloğu olan Avrupa Birliği açık ve doğru bir uluslararası ticaret sistemini öngörmekte ve bu konuda sıkı denetimde bulunmaktadır. Toplulukta verilen her yardım uluslararası ticaretin serbestleşmesini amaçlayan GATT (General Agrement onTrade and Tariff) kurallarına uygun yapılmalıdır. Bu amaçla Topluluk Anlaşması (Roma Antlaşması) ile buna yasal bir çerçeve getirilmiştir. Bu Antlaşmanın 92. maddesinde bazı ürünleri ya da işletmeleri üstün duruma getirecek rekabetin bozulmasının Ortak Pazar ile bağdaşmayacağı belirtilmesine rağmen, Birliğin rekabet gücünün korunması ve geliştirilmesi amacıyla çeşitli sübvansiyonlara göz yumulduğu ve üye ülkelerde açık ya da gizli uygulamalar yapıldığı bilinmektedir. Devlet yardımlarına ilişkin diğer anlaşma da “Uruguay Round”’dır ve bir çok ülke, yardımlara ilişkin bu anlaşma kapsamında yapılan görüşmelere katkılar sunmuşlardır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin önerisi, yasaklanmış yardımların kategorilerinin yaygınlaştırılması ve telafi edici vergi kullanımının kolaylaştırılmasıdır. İhracat yardımları genelde yasaklanmakta ve araştırma ve geliştirme (AR-GE), çevre ve enerji verimliliği konularında vergi indirimleri, ucuz krediler, hibeler, sabit fiyat garantileri gibi teşvik araçları vasıtasıyla verilen desteklere izin verilmektedir. Ülkemiz Teşvik Sistemi Türkiye’de yatırımların teşviki, Kalkınma Planları ve Yıllık Programlar doğrultusunda hazırlanan mevzuat ile yürütülmektedir 10.06.2002 tarih ve 2002/4367 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uygulanmasına ilişkin 2002/1 sayılı Tebliğ çerçevesinde enerji üretimine yönelik yatırımlarda Gümrük Muafiyeti, KDV İstisnası, Vergi, Resim ve Harç İstisnası ve % 100 Yatırım İndirimi gibi destek unsurları uygulanmaktaydı. Ancak, 24.04.2003 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda düzenleme yapan 4842 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile, teşvik belgelerinde yatırım indirimi uygulaması kaldırılmış ve amortismana tabi iktisadi kıymetler teşvik belgesi düzenlenmesine gerek olmadan yatırım indirimi istisnasından yararlanabilir hale getirilmiştir. Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 5035 sayılı Kanun’un 30.Maddesi gereğince 02.01.2004 8-1-30 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU tarihinden itibaren anılan istisna kapsamı harçlar kaldırıldığından Vergi, Resim ve Harç İstisnası da Teşvik Belgesi kapsamından çıkartılmıştır. 228.08.2006 tarih ve 2006/10921 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uygulanmasına ilişkin 2006/3 sayılı Tebliğ çerçevesinde KDV istisnası ve Gümrük muafiyeti teşvik unsurlarının yanısıra faiz desteği ilave edilmiştir. Faiz desteği; • Kalkınmada öncelikli yöre yatırımlarında(KÖY), KOBİ yatırımlarında, AR-GE ve Çevre yatırımlarında kullanılacak en az 1 yıl vadeli yatırım kredileri ile ilgili olarak ilk 4 yıl için uygulanmak kaydıyla, • AR-GE yatırımlarının gerçekleştirilmesin için Müsteşarlıkça uygun görülen yatırım dönemini müteakip azami 1 yıllık sürede gerekli olan işletme malzemelerinin teminine yönelik olarak kullanılacak en az 6 ay ve en çok 12 ay vadeli işletme kredileri ile ilgili olarak, her itfa planında belirtilen ödenecek faizin veya kar payının, yeni Türk Lirası cinsi kredilerde 5 puanı, döviz kredilerinde ise 2 puanı bütçeden karşılanabilmesidir. Ancak, yatırım kredisi için uygulanacak faiz desteği tutarı azami. AR-GE ve Çevre için 300 bin YTL, KOBİ yatırımları için 200 bin YTL, KÖY’lede yapılacaklar için ise 1 milyon YTL’sıdır. AR-GE yatırımlarına yönelik işletme kredisi için uygulanacak faiz desteği tutarı ise 100 bin YTL’sını geçemez. Ayrıca anılan Tebliğ ile teşvik belgeli yatırımlarda asgari % 20 asgari özkaynak oranı kaldırılarak gelişmiş yörelerde de her türlü konuda yatırımın komple yeni yatırım olarak desteklemesine izin verilmiştir. 7. ENERJİ VERİMLİLİĞİ VE ÇEVRE 7.1. Enerji Verimliliği ve Sera Gazları Azaltımı Enerjinin üretiminden tüketimine verimliliğin sağlanması çevresel sorunların azaltılmasında en önemli çözümlerden biri olarak tüm dünyada kabul görmektedir. Bir yandan her türlü kaynak (mali kaynaklar, enerji kaynakları, vb.) israfını önlerken, diğer yandan atıklarda azalma sağlamakta ve çevrenin korunmasına ve sürdürülebilirliğe önemli katkılarda bulunmaktadır. Özellikle sera gazlarının azaltılmasında enerji verimliliğinin sağlanması en maliyet-etkin çözümlerden birisidir. Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de yüksek bir enerji tasarrufu potansiyeli bulunmaktadır. 02/05/2007 tarih ve 26510 sayılı resmi gazetede yayınlanan 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanunu enerji verimliliğine ve tasarrufuna yönelik önemli katkılarda bulunacaktır. Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğünün 1981 yılından bu yana yürütülen enerji verimliliği çalışmaları sonucu yaklaşık ortalama değerler olarak, sanayi sektöründe %20, bina ve hizmet sektöründe %30 ve ulaşım sektöründe %15’in üzerinde tasarruf potansiyelinin olduğu tespit edilmiştir. Bina ve hizmet sektöründeki elektrik kullanımında %20’nin, elektrik dışı enerji kullanımında ise %40’ın üzerinde tasarruf potansiyeli söz konusudur. 2020 yılına kadar elektrik enerjisinde ve elektrik dışı enerjide yaklaşık olarak %10 civarında tasarruf sağlanması öngörülmektedir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-31 Sanayi sektöründeki elektrik kullanımında %15, elektrik dışı enerji kullanımında ise %20’nin üzerinde tasarruf potansiyeli söz konusudur. Sanayi sektörünün tüketiminde elektrik enerjisinin payının %18 civarında olduğu dikkate alındığında elektrik enerjisinde sağlanacak tasarrufun sanayi sektörünün nihai enerji tüketimi içindeki payının %3 civarında olacağı görülmektedir. Ancak 2004 yılı itibarı ile ülkemizde elektrik enerjisi üretiminin %70’inin fosil yakıtların kullanımı ile gerçekleştirildiği ve fosil yakıtlı elektrik üretiminde ortalama verimin en fazla %40’lar düzeyinde olduğu dikkate alındığında, söz konusu tasarrufun fosil yakıt tasarrufuna etkisi yaklaşık 2,5 misli olacaktır. Enerji Verimliliği Kanunu kapsamında, gönüllü anlaşma uygulamaları ile enerji yoğunluğunu üç yıl içinde %10 oranında azaltan endüstriyel işletmeler için mali destekleme mekanizmaları öngörülmektedir. Gönüllü anlaşma uygulamaları kapsamında öngörülen desteklerden yararlanılabilmesi için, endüstriyel işletmelerin enerji tüketiminde üç yıl içinde %10 tasarruf sağlaması veya yenilenebilir enerji yatırımları sonucu işletmenin enerji ihtiyacının %10’unu yenilenebilir enerji kaynaklarından temin etmesi veya satış hasılatlarını reel anlamda en az %10 artırmış olması gerekmektedir. Gönüllü anlaşma uygulamaları kapsamında sanayi sektöründe 2011 yılından itibaren 2020 yılına kadar artan başarı oranına bağlı olarak her yıl %0,2 den %1’e varan oranlarda tasarruf sağlanması veya yenilenebilir kaynak kullanılması beklenmektedir. 2008 yılından itibaren uygulanmaya başlanması hedeflenen gönüllü anlaşma uygulamaları kapsamında, ilk desteklemelerin 2011 yılında yapılması ve bu kapsamda 2011 yılında gerekli olabilecek 4 milyon YTL civarındaki desteğe karşın 2008 yılından itibaren her yıl sağlanan iyileştirmeler sonucu enerji tüketiminde 2011 yılında 90.000 TEP, 2020 yılında 750.000 TEP civarında tasarruf sağlanması, gerekli ilave enerji üretim tesis yatırımlarında azalma veya satış hasılatındaki reel artışlardan dolayı gelir vergilerinde artış sağlaması gibi ekonomik faydalar beklenmektedir. Tasarı kapsamında, endüstriyel tesislerde bedeli beşyüzbin YTL’yi aşmayan enerji verimliliği uygulama projelerine ilişkin yatırımların %20 nispetinde desteklenmesi de öngörülmektedir. Bunun için Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü bütçesine her yıl konulacak her birmilyon YTL’lik ödenek karşılığında sanayi sektöründe beşmilyon YTL’lik enerji verimliliği uygulama projesi yatırımının gerçekleştirilmesi ile sektörün nihai enerji tüketiminde her yıl en az %0,03 civarında bir tasarrufun sağlanması mümkün olabilecektir. Bu uygulama kapsamında sanayi sektörün nihai enerji tüketiminde her yıl en az %1 civarında enerji tasarrufu sağlanabilmesi için Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğünün bütçesine her yıl en az otuzmilyon YTL civarında bir ödenek konulması gerekli görülmektedir. Söz konusu tasarrufun sağlanabilmesi için sektörün kendi katkıları ile birlikte her yıl en az yüzmilyon YTL ve üzerinde enerji verimliliği yatırımının sanayi sektöründe gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Sanayi sektöründe proses değişikliği, modernizasyon ve teknolojik gelişme ve benzeri yatırımların da gerçekleştirilebilmesi ile %10’un üzerinde tasarruf sağlanabilmesi için, öngörülen ödenek miktarlarının en az iki katı kaynağa ihtiyaç duyulacaktır. Bu durumda Enerji Verimliliği Kanunun yasalaşması ve başarılı bir şekilde uygulanması ile 2004 yılı verilerine göre sanayi sektöründe mevcut olan %20-25 civarındaki tasarruf potansiyelinin kazanılması sonucu, yıllık ortalama %6 artış ile 2020 yılında gerçekleşmesi beklenen sanayi sektörü nihai enerji tüketim artış trendinde %10 civarında bir düşüş sağlanması mümkün görülmektedir. 1998 yılında yapılan bir istatistik çalışması binaların hemen hemen tamamında aydınlatma, buzdolabı, televizyon gibi enerji tüketicilerinin mevcut olduğunu ve bunların 8-1-32 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU elektrik enerjisi tüketimi içindeki toplam paylarının %60 civarında olduğunu ortaya koymaktadır. Halkın bilinçlendirilmesinin yanısıra özellikle değiştirilen yakma tesislerinin verimliliğinin artırılması ve verimi düşük olan elektrikli ev aletlerinin kullanımının önlenmesi gibi önlemler sonucu mevcut binaların elektrik ve ısı kullanımında her yıl yaklaşık %1 civarında tasarruf sağlanması beklenmektedir. Elektrik enerjisinde sağlanacak %10’un üzerindeki tasarrufun bina ve hizmet sektörünün nihai enerji tüketimi içindeki payı %3 civarında olacaktır. Ancak, mevcut binalarda sağlanacak enerji tasarrufuna karşın, halkın daha iyi konfor şartlarında yaşama isteğinden dolayı elektrikli ev aletlerinin kullanımındaki artışlar ve özellikle doğal gazın yaygınlaşmasından dolayı ısıtılan alanların artması, bina ve hizmet sektörünün ülkemiz enerji tüketimi içindeki payının artmasına yol açabilecektir. TABLO 3: 2004 Yılı Binalarda Enerji kullanımı Binalarda Enerji Kullanımı (2004) a) Nihai Enerji Tüketimi b) Elektrik Tüketimi c) Enerji Dağılımı 1) Elektrik 2) Elektrik Dışı Kaynak: EİEİ Gn. Md. 20.722.000 TEP 4.889.000 TEP 24 % 76 % Aşağıda Tablo 4’de sanayide enerji tasarrufu potansiyeli ve sera gazlarına etkisi verilmektedir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-33 İmalat Sanayii Çimento Sektörü Klinker Üretimi Çimento Üretimi Demirçelik Sektörü Entegre Tesisler Ark Ocaklı Tesisler Entegre + Ark Ocaklı Tesisler Seramik Sektörü Karo Üretimi Sağlık Gereçleri Üretimi Tekstil Sektörü Dokuma İplik Kumaş (Terbiye) Bina ve Hizmet Sektörü Ulaşım Sektörü Enerji (Elektrik) Sektörü (1) a) 1) 2) b) 1) 2) 3) c) 1) 2) ç) 1) 2) 3) (2) (3) (4) 12,70% 24,60% 16,66% 30,65% 12,80% 5,30% 25,10% 9,60% 15,68% 33,52% 21,00% 1,00% 27,20% 17,60% 17,15% 15,53% 28,00% 19,63% 20,78% 3,13% 27,00% 22,18% 20,00% 2,30% 4,40% 0,48% 0,16% 10,50% 4,30% 15,00% 0,60% 40,00% 15,00% 15,00% 0,51% 0,16% 10,30% 5,50% 20,00% 16.300.000 TEP 2.034.800 TEP (2001 yılı istatistiklerindeki oransal değer esas alınarak hesaplanmıştır.) İmalat Sanayii Genel Ortalama tasarruf potansiyeli dört sektörün ortalamasını içermektedir. İmalat sanayii elektrik tüketimi İmalat sanayii birincil enerji tüketimi 14.265.200 TEP (2001 yılı istatistiklerindeki oransal değer esas alınarak hesaplanmıştır.) 2003 yılı imalat sanayi tüketimi 2003 yılı sanayi sektörü tüketimi 26.927.000 TEP 2,80% 5,70% 3,30% 64,87% 21,84% 100,00% 30,00% 85,20% 85,20% 10,00% 15,00% 10,00% 15,00% TABLO 4: ENERJİ TASARRUFU POTANSİYEL HESAPLAMALARI 2020 Yılına Kadar Temsil Tasarruf Potansiyeli Gerçekleşme Oranı Alt Sektör Bazında Sektör Bazında Elektrik Diğer Genel Elektrik Diğer Elektrik Diğer Ortalama (*) Sektörel bazda yapılacak detaylı çalışmalar ile belirlenmesi gerekli olup, öngörülen tahmini değerlerdir. Sektörler Sıra No 900.610 262.558 1.411.105 579.111 Elektrik EİEİ Gn.Md. 220.726 870.751 3.434.806 3.163.805 Diğer Tasarruf Potansiyelinin Emisyon Azaltımına Etkisi (*) Ton 7.2 Dağıtımda Verimlilik Çalışmaları Türkiye Elektrik Dağıtım Şebekesi İyileştirme Projesi kapsamında, ekonomik ömrünü tamamlamış Şehir Şebekelerinin yeraltına alınması ile ilgili olarak (yaklaşık 85 yerleşim merkezi) proje kapsamında bulunan hatlara ait projelerin hayata geçirilmesi için gerekli çalışmalar devam etmektedir. Bu proje ile; enerji kesintilerinin ve kayıp enerji miktarının azalması, işletme maliyetlerinin düşürülmesi, görüntü kirliliği ve kaldırım işgalinin sona ermesi, azalan arıza sayısı sayesinde teçhizatların daha uzun ömürlü olması gibi sonuçların elde edilmesi beklenilmektedir. Ülkemizdeki mevcut (AG+OG) dağıtım hatlarının 55181 km’si şu anda yeraltına alınmış bulunmaktadır. TEDAŞ’ın mevcut yol aydınlatması uygulamalarını iyileştirmek ve yeni tesisatlarda uluslar arası standartlara uygunluk sağlanmak amacıyla oluşturduğu Komisyonun yapmış olduğu çalışmalar sonucunda; uzun yıllar sorunsuz, fazla bakım gerektirmeden ihtiyaç duyulan aydınlık düzeylerini en düşük işletme maliyeti ile sağlayabilen, etkinlik faktörleri ve ekonomik ömürleri de dikkate alınarak, işletmede mevcut Civa Buharlı Lambaların kullanılmasından sonra tekrar satın alınmaması, bunların yerine armatür ve balast değişimine gerek göstermeyen İçten ataşleyicili Yüksek Basınçlı Sodyum Buharlı Lambaların kullanılması, yeni yapılacak tesislerde; uygun güçlerde, dıştan ateşleyicili, şeffaf, tüp biçiminde Yüksek Basınçlı Sodyum Buharlı Lambaların kullanılması, kararlaştırılmıştır. Elektrik dağıtım şebekelerimizde kullanılması düşünülen SCADA, orta gerilim dağıtım ve trafo merkezleri ile seçilen fiderlerin, dağıtım kontrol merkezinden canlı izlenmesini ve anahtarlanmasını sağlayan on-line bir veri toplama ve kumanda sistemidir. Denetimli Kontrol ve Veri Toplama Sistemi/Dağıtım Sistemi Yönetimi (SCADA/DMS) uygulamalarına yönelik çalışmalar başlatılmış ve iki ilde tekliflerin değerlendirilmesi aşamasına gelinmiştir. Ülke kaynaklarının ekonomik kullanımı ve tüketicilere tasarruf imkanının sağlanması ve buna benzer etkenler göz önüne alınarak 1999 yılından itibaren Çok Zamanlı Elektrik Tarifesi uygulaması başlatılmıştır. Bu tarifede, günün belirlenmiş olan farklı zaman dilimlerinde tüketilen elektrik enerjisi için, ilgili bileşenlerden oluşan ve farklı zaman dilimleri için farklı fiyat uygulanan tarifedir. Gündüz dönemi:06-17, Puant dönemi:17-22, Gece dönemi:22-06 saatleri arasındadır. Çok zamanlı elektrik tarifesindeki zaman dilimlerine göre tercih yapıldığında, göz ardı edilemeyecek oranda bir tasarruf yapıldığı görülecektir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-35 Dağıtım Kayıpları: 2005 yılı verilerinin değerlendirilmesi sonucu elde edilen değerlere göre gerçekleşen; Brüt tüketim (MWh) :113 376 430 Şebeke kaybı ve kaçaklar (MWh) :20 180 642 Oran (%) : 17,8 8. SONUÇ VE ÖNERİLER Enerji tesislerinde çevresel önlemlerin alınmasında, bütünsel bir yaklaşımla, çevresel sorunlara ortak çözüm getirecek yöntemlerin kullanılması, maliyet etkin çözümlere yönelinmesi, hem zaman açısından, hem de maliyet açısından daha uygun olacaktır. Yeni tesislerin planlanmasında tesisten kaynaklanan çevresel etkilerin entegre olarak ele alınması ve kirliliğin proses sonrası giderilmesinden ziyade, proses aşamasında kaynağında azaltılması/önlenmesi prensibi dikkate alınarak, çevresel hedeflere ulaşmak üzere, kapsamlı analizler yapılarak, gerek maliyet, gerekse teknik açıdan uygulanabilir teknolojilerin seçimi göz önünde tutulması gereken önemli bir hususlardır. Tüm ülkelerde olduğu gibi, ülkemizin de enerji-çevre ve sürdürülebilir kalkınma politikaları kendi ulusal öncelikleri ve özgün koşulları dikkate alınarak şekillendirilmelidir. Enerji üretiminde, yeni kurulacak olan tesislerde gelişmiş ve çevre dostu teknolojiler uygulanmalı ve gerekli araştırmalar yapılarak, özellikle yerli linyitlerimize uygun, ticarileşmiş ve maliyet-etkin teknolojiler belirlenmelidir. Enerji ve çevre alanında dünyadaki teknolojik ve bilimsel çalışmalar hakkında bilgi edinilmeli ve gelişmeler takip edilmelidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılmasına özen gösterilmeli, ancak, ülkenin hızla artan enerji talebinin yenilenebilir enerji kaynakları ile karşılanamayacağı da unutulmamalıdır. AB’ne uyum sürecinde, ulusal çıkarlarımızın gözetilebilmesi için çok kapsamlı ulusal politikaların çağdaş yaklaşımlarla belirlenmesi gerekmektedir. AB mevzuat uyumlaştırmasına yönelik olarak, ilgili direktiflere uyum açısından mevcut tesislerde gerekli analizlerin ve çalışmaların yapılması, kalan ömürlerinin ve yıllık işletme sürelerinin belirlenmesi, bu çerçevede bir stratejinin hazırlanması çevre faslının müzakereleri sırasında ülke çıkarlarının gerektiği şekilde sağlanabilmesine yardımcı olacaktır. Diğer taraftan, AB için mevzuatın 8-1-36 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU yayınlanmasının yanı sıra uygulanması da önemlidir. Bu nedenle, AB mevzuatının uyumlaştırılmasında bu husus dikkate alınmalıdır. Ulusal ve uluslararası düzeyde müzakere ve çalışmaların etkin ve verimli bir eşgüdümünü sağlayacak sağlam yapılar oluşturulmalı ve bu yapılarda yer alan kadroların sürekliliği sağlanmalıdır. Ayrıca, uluslararası düzeyde bilimsel ve teknik çalışmalara etkin bir şekilde katılınmalıdır. Çevre yatırımlarının yüksek maliyetli olduğu dikkate alınarak, ülke koşulları çerçevesinde özellikle maliyetler açısından, öncelikler belirlenmeli ve uygulama takvimleri hazırlanmalıdır. İklim değişikliğine yönelik olarak, sera gazlarının azaltılması için en maliyet-etkin önlem olan enerji verimliliğinin üzerine gidilmelidir. Ayrıca, ülkemizin iklim değişikliğinden etkilenecek ülkeler arasında olduğu dikkate alınarak, bu etkilere karşı mücadele edebilmek ve hazırlıklı olmak açısından ivedilikle çalışmalara başlanmalıdır. • 2012 yılına kadarki süreçte, karbon yönetimi açısından özel sektör için en geçerli süreç Gönüllü Karbon Piyasalarının, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Çerçevesinde kurgulanmasıdır. Çünkü, Türkiye Kyoto Protokolü’ne katılsa da katılmasa da bu süreci kendi inisiyatifiyle kurgulayabilir. Ancak bu süreçte, yatırımcı/işletmecilerle danışman – doğrulama – broker firmalar arasındaki ilişkiler, ticareti yapılan karbon tasarruflarının 2012 Sonrasındaki ülke kotası kapsamındaki durumu, sürecin yaygınlaştırılması, süreçte kamunun rolü, süreçte çevre sivil toplum kuruluşlarının rolü, Türk firmalarının bu sürece karbon alıcısı olarak girişi konularına özel önem verilmektedir. Çevre faktörünün enerji politikalarına entegrasyonunda rekabet edebilirlik ve enerji arzı güvenirliği de dikkate alınarak bir denge sağlanmalıdır. Özellikle, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de enerji arzının sağlanması önemli bir ağırlığa sahiptir. Bu nedenle, geleceğin enerji politikalarının belirlenmesinde bu dengenin sağlanabilmesi önemlidir. Enerji politikalarında, enerji arzı güvenirliğine veya çevresel unsurlara ağırlık verilmesi durumunda rekabet edilebilirlik unsurunun kaybolması riskine karşı her üç alan arasında uygun bir denge sağlanmalıdır. Enerji verimliliğinin artırılması, başta sera gazlarının azaltılması olmak üzere çevrenin korunmasına önemli katkılar yapacaktır. Elektrik dağıtımında kayıp ve kaçakların azaltılması için çaba gösterilmelidir. ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU 8-1-37 KAYNAKÇA [1] Kaplan A., “Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları”, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları No:18, Ankara, 1997, s : 23-28 [2] Öymen O., “Geleceği Yakalamak-Tükiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu”, Remzi Kitabevi, Haziran 2000, s: 26, 27 [3] Report of the World Summit on Sustainable Development, Johannesburg, South Africa, 26 aug.-4 sept. 2002 [4] Kraemer, R.A., Results of the “Cardiff Processes”-Assessing the State of Development and Charting the Way Ahead, Institute for International and European Environmental Policy, Berlin-Germany [5] EU Action against Climate Change Leading Global Action to 2020 and Beyond, European Commission, 2007 [6] Precedency Conclusions Brussels European Council 8/9 March 2007 CONL 1 7224/07 9 Mart 2007 [7] An Energy Policy for Europea Communication from the Commission to the European Council and European Parleament Brussels COM(2007) [8] Avrupa Birliği Genel Sekreterliği - www.abgs.gov.tr [9] Climate Change 2007: The Physical Science Basis-Summary for Policymakers, IPCC Working Gr. I, Paris, Feb. 2007) [10] Caring for Climate-A Guide to the Climate Change Convention and Kyoto Protocol, UNFCCC, 2006 (Revised 2005 edition) [11] www.iklimlerdegisiyor.info [12] Cemre, REC Türkiye İklim Değişikliği Bülteni 4. sayı, 2007. 8-1-38 ENERJİ VE ÇEVRE ÇALIŞMA GRUBU, ENERJİ VE ÇEVRE RAPORU