uluslararası ilişkiler kuramları uli 406u kısa özet

advertisement
ULUSLARARASI
İLİŞKİLER
KURAMLARI
ULİ 406U
KISA ÖZET
İÇİNDEKİLER
Ünite 1: Entegrasyon Teorileri
Ünite 2: Uluslararası Rejim Kuramları
Ünite 3: Savunmacı ve Saldırgan Realizm
Ünite 4: Sosyal İnşacılık (Konstrüktivizm)
Ünite 5: Feminizm
Ünite 6: İngiliz Okulu
Ünite 7: Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme Teorisi
Ünite 8: Uluslararası İlişkilerde Ekonomi Politik Teoriler
SAYFA
2
7
10
14
18
21
24
26
1
Ünite 1-Entegrasyon Teorileri
Uluslararası ilişkilerde aktörler arasında işbirliğine sıklıkla rastlandığı anlayışını savunan liberal teori ve yaklaşımlar, realist görüşlerle karşılaştırıldığında işbirliğinin özellikleri, hangi alanlarda mümkün olabildiği ve aktörlerin işbirliğine gitme nedenler üzerine farklı argümanlar
dikkatimizi çeker.
Uluslararası sistemin temel aktörleri olan devletler arasındaki ilişkiler ve işbirlikleri, onları
politikalarını ve siyasi arenadaki davranışlarını daha fazla uyumlaştırma tercihine yönlendirebilir.
Entegrasyon (bütünleşme) politikalarıyla uluslararası ilişkilerde devletler dışındaki uluslararası aktörlerin sayısı artmış, pek çok bölgesel ve küresel örgüt oluşmuştur.
Tek bir teorik çerçevede tüm süreci açıklamanın zorlukları bu ünite okunduğunda anlaşılacaktır. Avrupa özelinde entegrasyon kavramı, federal düşüncelerle doğmuştur.
ikinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın engellenmesi ve barışın sürdürülebilirliği için kurulacak bir federal düzenin, Avrupa’nın geleceği için sağlam temeller oluşturacağı düşünülmüştür. Bu dönemde gelişen bir diğer teori ise fonksiyonalizmdir (işlevselcilik). Entegrasyon kavramı bütünleşme ve uyum anlamında kullanılmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde entegrasyon, birimlerin birbiriyle uyumu, bütünleşmesi, ortak siyasi
otorite ve idare altında ortak politikaların geliştirilerek uygulanması olarak tanımlanabilir.
Aktörler arasında iktisadi ilişkilerin artması ve karşılıklı bağımlılığın yoğunlaşması sonucunda,
devletlerin ulusal ekonomileri bölgesel ekonomik bütünleşmeye daha açık hâle gelmektedir.
Bu ilişkilerin kurumsallaşması ise bazı yazarlara göre önüne geçilemez şekilde devletleri siyasi
bütünleşmeye yönlendirmektedir.
FONKSiYONALiZM (İŞLEVSELCiLiK)
Uluslararası ilişkilerde devletler arası işbirliği ve entegrasyon, özellikle ikinci Dünya Savaşı
sonrasında, barışın sağlanabilmesi ve korunabilmesi düşüncesi ile entelektüellerin üzerinde
çalıştıkları ve teoriler geliştirdikleri bir konu olmuştur.
Bireyin ihtiyaçlarına öncelik tanıyan bu yaklaşım, uluslararası› ilinkilerde devletleri temel aktörler olarak kabul etmek yerine, kendilerine verilen fonksiyonlar› yerine getirmeleri beklenen kurumlar› temel almakta ve incelemektedir (Rosamond, 2000: 31-32). Bu varsaymandan
dolay›, Mitrany’nin Yaklaşımı’nda teknokrat bir özellik bulunmaktadır.
Fonksiyonalizmin varsayım ve öngörülerine göre, uluslararası örgütlerin kurulması ile bireylerin bağlılıkları devletler yerine bu kurumlara yönelecek ve uluslararası
sorunların yaşanması olasılığı da bu şekilde azalacaktı. Dolayısıyla yönetim konusuna rasyonel ve teknokrat bir yaklaşımla eğilinmesi, çalışan bir barış sisteminin temelini oluşturacaktı.
Devletlerin temel amacının, insanların ihtiyaçlarını gidermek ve refah seviyelerini yükseltmek
olduğuna inanan Mitrany, politikaları ideolojilerin değil, rasyonel ve teknokrat bakış açılarının
şekillendirmesi gerektiğini savunuyordu.
2
Fonksiyonalist görüşün şekillendiği bu dönem, aynı zamanda kapitalist ve komünist ideolojilerin çatışmasına dayalı olan Soğuk Savaş ortamının oluştuğu yıllardı.
Fonksiyonalizmin Temel Kavramları
David Mitrany’e göre, çeşitli fonksiyonlar (işlevler) için teşkilatlanmış olan uluslararası örgütler, insanların ihtiyaçlarının önceliklerine göre yapılanmalıydı.
Fonksiyonalizmin varsayımları, ulusal çıkarlardan arınmış ve ortak amacı entegrasyonu sağlamak olan teknokratların çalışma prensiplerinin (Avrupa Birliğinde Komisyon’un oluşumu
gibi) şekillenmesinde etkili olmuştur.
Topluluklar ve sonrasında Birlik çerçevesinde uzun vadede bir siyasi birliğin oluşumu, ekonomik entegrasyon hedeflerinin sonrasına bırakılmıştır.
NEOFONKSiYONALiZM (YENi İŞLEVSELCiLiK)
Avrupa Toplulukları’nın örgütlenmesine özellikle 1950 ve 1960’lı yıllarda en iyi açıklamaları
getiren neofonksiyonalist teori olmuştur.
Uzmanların, siyasi olmayan teknik konularda işbirliği amacıyla kurdukları fonksiyonel örgütlerin, farklı alanlarda da işbirliğini tetiklemeleri olarak özetlenebilecek “spill-over” kavramı,
teorinin temeli olup, mantığını fonksiyonalizmden almıştır.
Neofonksiyonalizme göre entegrasyon, yayılarak genişleyen ve üç adım ile tanımlanan dinamik bir süreçtir. Bu adımlar sırasıyla fonksiyonel (teknik) spill-over, siyasi spill-over ve işlenmiş (cultivated) spill-over’dır.
Fonksiyonel spill-over’a göre, modern endüstriyel ekonominin değişik sektörleri karşılıklı birbirine bağımlı olup, alanların birindeki entegrasyona yönelik aktivitelerin başarılı olabilmesi
için diğer alanlarda da benzer ortaklıklar gerekmektedir.
Neofonksiyonalizmin temel konusu, ulus devletlerin “neden” ve “nasıl” tamamen egemen
(sovereign) olmaktan vazgeçerek, kendi iradeleriyle komşularıyla bütünleşme tercihinde bulunduklarıdır.
Neofonksiyonalizmin açıkladığı bu süreçte, siyasi aktörler beklentilerini ulusal otoriteler yerine, kurumları ulus devletlerin de üzerinde olan yeni merkezlere yöneltmektedirler.
Neofonksiyonalizmin Temel Varsayımları
Neofonksiyonalizm, Avrupa Toplulukları’nın temel stratejisi olan, işbirliğinin “ulusal çıkarlarla
daha az çeliştiği düşünülen” ekonomi alanında teşvik edilmesi, yaratılan idari organlar aracılığı ile entegrasyonun ilerletilmesi ve ulusal çıkarların buna engel olmasının önlenmesi şeklindeki yaklaşımı taşır.
3
ikinci bir varsayıma göre, ulusüstü siyasi yapılar kurabilmenin yolu, Mitrany’nin önerdiği gibi
teknokrasinin otomatik işleyişiyle mümkün olmayıp; kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışan bilinçli aktörlerin davranışlarında saklıdır.
Neofonksiyonalizm, özellikle Avrupa Birliği (AB) çalışmalarına temel oluşturan bir yaklaşımdır.
Ernst Haas ve Leon Lindberg bu kuramın öncülerindendir. Spill-over kavramının isim babası
Haas’tır. Haas, Mitrany’i “güç” kavramını yeterince ele almamış olmakla eleştirmiştir.
Haas’ın 1958 yılında yaptığı siyasi entegrasyon tanımı: “Siyasi entegrasyon, ulusal siyasi aktörlerin bağlılık, beklenti ve siyasi aktivitelerini yeni bir merkeze yönlendirmeye/kaydırmaya
ikna oldukları bir süreçtir.
Bu yeni merkezin kurumlarının ulusüstü yetkiye sahip olmaları veya bunu talep etmeleri gerekir. Siyasi entegrasyon sürecinin sonucunda, ulusüstü yeni bir siyasi topluluk oluşur”
Entegrasyon kavramının pluralist (çoğulcu) özellik taşıması, sürecin aktörlerin (birey ve grupların) davranışlarına bağlı olmasından kaynaklanmaktadır.
Haas entegrasyonun dinamiğini meşhur “spillover” kavramı ile anlatmıştır. Türkçede; taşma,
taşınma veya yayılma diyebileceğimiz spill-over etkisi, ekonomik sektörlerden birindeki entegrasyonun derinleşmesiyle, başka sektörlere de bu etkinin yansıması sonucunda daha fazla
bütünleşmeye yol açması demektir.
Avrupa Birliği’nin tarihi incelendiğinde, 1960’lı yılların özellikle Fransız lider de Gaulle nedeniyle milliyetçiliğin etkisinde kaldığı ve 1950’li yıllardaki entegrasyon hızının kaybedildiği görülür.
Bu durumu açıklayamayan neofonksiyonalist kuram, entegrasyonu supranasyonel (ulusüstü)
dinamiklerle değil, hükümetlere bağlı bir işbirliği süreci olarak gören hükûmetlerarası entegrasyon yaklaşımı karşısında arayışlara girmiştir.
Neofonksiyonalist teori, “bölgesel” temellere dayalıdır. Haas, AT’nin dünyanın başka bölgelerinde de uygulanıp, model alınıp alınamayacağını incelerken, entegrasyonun gerçekleşebilmesi için şu temel koşulları ortaya koymuştur:

Pluralist sosyal yapıların varlığı (çıkar grupları; siyasi partiler; ticaret odaları; birbirleriyle rekabet içerisinde olan elit grupların varlığı gibi)

Yeterli ekonomik ve endüstriyel gelişmişlik seviyesinde olunması (uluslararası ticaret
ve şnansta önemli yer sahibi olmak)

Katılımcılar arasında ortak ideolojik yaklaşımların bulunması

Parlamenter demokrasinin varlığı
4
NEOFONKSiYONALiZMi iZLEYEN NEOLiBERAL TEORiLER
Neofonksiyonalizm, Haas tarafından karşılıklı bağımlılık teorisine miras bırakılmıştır. Karşılıklı
bağımlılık yaklaşımının öncülerinden olan neoliberal kurumsalcılar arasında anılan Robert
Keohane ve Joseph Nye ise inceledikleri örgütsel yapılarda artan ilişkiler, koalisyonlar, elit
sosyalizasyonu ve etkileşimi sonucunda, bölgesel grupların oluştuğunu ve bunların da uluslararası sistemde tanınarak etkilerini yaydıklarını belirtmişlerdir.
Nye, neofonksiyonalist teoriyi gözden geçiren “yedi süreç mekanizmasının” üzerinde durarak
aşağıdaki kavramları geliştirmiştir:
1. Kurumların görevlerinin, fonksiyonel bağlantılarının veya spill-over kavramının otomatik olmadığı ve sürecin faydalar azaldığı takdirde, geriye dönükde işleyebileceği bir
mekanizma (spill-back kavramı),
2. Artan karşılıklı ilişkilerin, iletişimin siyasi aktörleri söz konusu ilişkileri ulusal zeminde
yönetmeye de yönlendirebileceği bir mekanizma,
3. Koalisyonların daha çok birbiriyle ilgili konular üzerinde kurulabildiği ve kamu desteği
alındığı takdirde entegrasyonun geliştirilebileceği bir mekanizma,
4. Elit sosyalizasyonunun, özellikle de hükûmet yetkililerinin sürece katılımlarının, kendi
ülkelerindeki ulusal politikalara yabancılaşmalarına yol açabileceği bir mekanizma,
5
5. Bölgesel grup oluşumunun, ulusal çıkar gruplarına göre daha zayıf kalarak entegrasyonu zayıflatabileceği bir mekanizma,
6. ideolojik yakınlığın, entegrasyonu güçlendirebildiği gibi karşıt ulusal lider ve özel sektör gruplarını da güçlendirebileceği bir mekanizma,
7. Dış aktörlerin sürece katılımlarının, üye olmayan devletler ve diğer uluslararası örgütlerin entegrasyonu ivmelendirdikleri bir mekanizma.
1970’li yıllarda Uluslararası ilişkilerde çoğulcu (pluralist) liberal yaklaşımlar artmıştır.
Transnasyonalizm, dünya toplumu yaklaşımı, karşılıklı bağımlılık teorileri bunlardan bazı
larıdır.
Geleneksel devlet merkezli anlayışlar da sorgulanmaya başlamıştır. Bu yaklaşımlarla, uluslararası sistemin çok merkezli bir hâl aldığı ve farklı seviyelerde/düzlemde aktörlerin otonom/bağımsız hareket edebildikleri ortaya konmuştur. Ayrıca AB için yeni operasyonel kavramlar formüle edilmiştir.
Karşılıklı bağımlılık çalışmalarında belirleyici bir diğer özellik de devletler dışında gelişen toplumlar arası ilişkilerin dikkate alınmasıdır.
NEOFONKSiYONALiZM VE HÜKÛMETLERARASI İŞBiRLiĞi TEORiLERi ARASINDAKi TARTIŞMA
Avrupa Topluluklarının kurumsal yapısında, entegrasyonun derinleşme ve genişlemesi arasındaki gel-git daima etkisini göstermiştir.
Üye devletler arasındaki uyumu artırmaya yönelik politika ve çalışmaların arttırılması gerektiği üzerinde duran “derinleşme” yaklaşımı karşısında, yeni üyelerin Avrupa Topluluklarına
(daha sonraki ismiyle Avrupa Birliğine) katılması anlamına gelen “genişleme” dinamiği arasındaki tercihler kurumsal yapıyı da etkilemiştir.
Entegrasyonun derinleşmesi ve ulusüstü karakter kazanmasında etkili olan Komisyon ile devletlerin kendi çıkar ve tercihlerinin daha etkili olduğu Konsey arasında kurulmaya çalışılan
denge, neofonksiyonalizm ve hükûmetlerarası işbirliği yaklaşımları arasındaki tartışmayı da
yansıtmaktadır.
1990’lı yıllarda, neofonksiyonalizm ve hükûmetlerarası işbirliği teorisi arasındaki tartışma;
sosyal inşacılık ve liberal rasyonel yaklaşım zeminine taşınmıştır.
İnşacı yaklaşım AB’ye üyeliğin kendisinin, üyelerin tercihlerini ve elitlerin bağlılıklarını etkilediğini savunarak liberal hükûmetlerarası işbirliğini savunan Moravcsik’in devlet merkezli yaklaşımını eleştirmektedir. Moravcsik, büyük kurumsal pazarlıklar olarak adlandırdığı Roma
Anlaşması, Tek Avrupa Senedi ve Maastricht Anlaşmasını, üç adımdan meydana gelen bir
süreç şeklinde açıklamaktadır:

Üye devletler içindeki aktörlerin, grupların işbirliği ile AB seviyesinde politikalar için
tercihlerin oluşması,

Oluşan tercihler ışığında devlet temsilcilerinin AB arenasında pazarlık yapmaları,

Devletlerin işbirliğine bağlılıkları konusunda güvenilirliklerini en yüksek tutan kurumsal düzenlemeleri tercih etmeleri
Ulusüstü yönetişime (supranational governance) yol açan kurumsalcılık, Sandholtz’a göre,
üyelerin siyasi davranışlarını ve bunların sonuçlarını en az üç şekilde etkiler:
1. Otonom siyasi aktörler hâline gelerek,
2. Ulusal aktörlere ortak ve hedef seçiminde tercih yaratarak ve çok düzlemli yönetişimde söz sahibi olarak,
3. Ulusal politika ve kurumlara değişiklikler getirerek.
Kurumsalcı yaklaşımlara göre, bağımsız güçleri olan uluslararası örgütler ve onların kurumları, bilgiye erişimi ve dolayısıyla koalisyonları, politikaları etkileyebildikleri için siyasi aktörler
hâline gelebilir ve çok düzlemli yönetişim anlayışını geliştiren siyasi ortama da katkıda bulunabilirler.
SİPARİŞ İÇİN………………..
http://www.kolayaof.com/
6
Download