Almanya’daki ‹slam Konferans› Müslümanlar›n Durumu ve Uyumlar› Bülent Arslan Konuşmamda dört aşamalı bir yol izleyeceğim. Önce sizlere Almanya İslam konferansı hakkında bilgiler vereceğim, daha sonra ikinci aşamada Almanya’daki Müslümanlar ile Hıristiyanlar ve Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki ortak yaşamın mevcut durumunu ortaya koymak istiyorum, ardından da üçüncü aşamada sorunların sebepleri üzerinde duracağım. Dördüncü aşamada ise ne yapılması gerektiği yönündeki sorulara cevap vermeye çalışacağım. Öyleyse önce birinci aşamaya gelelim: Entegrasyon. Entegrasyon konusu, Almanya’da çok revaçta olan bir konudur. Almanya’daki medyayı şöyle bir takip edecek olursanız, entegrasyonla ilgili herhan129 Almanya’daki ‹slam Konferans› - Müslümanlar›n Durumu ve Uyumlar› gi bir konunun ele alınmadığı hemen hemen hiçbir gün geçmediğini görürsünüz. Almanya’da bir doğru yol arayışı sürüp gitmektedir. Dolayısıyla da bu konuda elbette belli bir huzursuzluk var ve 2005’te iktidara gelen federal hükümet, bu konuyu ele aldı. Bir taraftan bir devlet bakanlığı “kurdu”, entegrasyon zirvesini düzenledi ve 2006’da içişleri bakanlığının ve bakan Wolfgang Schäuble’nin öncülüğünde İslam konferansını tesis etti. Almanya İslam konferansının amacı, bir taraftan Almanya’daki Müslümanların durumları ve yaşam biçimleri hakkında bilgi alışverişinde bulunmak, aynı zamanda da devlet ile birlikler arasında işbirliği içerisinde Müslümanlarla Almanların birlikte yaşamasının iyileştirilmesine katkıda bulunabilecek önlemler geliştirmektir. İslam konferansı yaklaşık olarak toplam üç yıl çalışacak; konferansın yapısı bir genel kuruldan oluşmaktadır. Yaklaşık 30 katılımcıdan oluşan bir genel kurul. Bu genel kurulda devletin, federal yapının ve eyaletlerin, Müslüman birliklerinin temsilcileri ve bilim adamları yer almaktadır. Sayın Rohe ve onun gibi diğer bazı kişiler de Almanya İslam Konferansı’nın üyesidir. Genel kurulda, görevleri aşağıdaki şekilde ayrılan 4 çalışma grubu bulunmaktadır: Birinci çalışma grubu anayasayla ilgili sorunlar, ikinci çalışma grubu değerler konusunu; üçüncü çalışma grubu medya ve ekonomi gibi konuları, dördüncüsü de güvenlik sorunlarını ele alacak. Çalışma gruplarında sadece genel kurul üyeleri değil, aynı zamanda başka çalışma alanlarından uzmanlar ve bağımsız kişiler de yer alıyor. Almanya’daki Müslümanlarla ilgili rakamları daha önce duydunuz. Kısaca bir kez daha tekrarlayacak olursak; Almanya’da 3,5 milyon civarında Müslüman yaşamaktadır ve bunların 2,7 milyonu 130 Bülent Arslan Türkiyelidir. Yaklaşık 2600 cami ve cami derneği bulunmaktadır ve hemen hemen her cami derneği bir birlik çatısı altında teşkilatlanmıştır. Farklı sınıflandırmalara göre 5-6 birlikten bahsedebiliriz. Böylece ikinci noktaya geliyorum: Müslümanlarla gayrimüslimlerin birlikte yaşamalarındaki durum nedir? Elbette ki bu konuda genel bir şey söylenemez. Durum gerçekten farklı konuları ortaya koyuyor. Bu durumu iki alanda ele alacağım. Önce ekonomik ve sosyal durumun nasıl göründüğüne bakalım. Bu alanda bir taraftan başarılı gelişmeler mevcut. Müslümanların eğitim seviyesi alanında bir artış görüyoruz, örneğin bugün Alman üniversitelerinde yaklaşık 30.000 Türk öğrenci bulunmaktadır. Firmaların sayısı da her geçen gün artmaktadır, Almanya’da yaklaşık 60.000 Türk firması var. Elbette sosyal ve ekonomik alanda da birçok s o run bulunmaktadır ki bunlara da daha önce değinildi. Eğitim konusu ilk sırada gelmektedir. Eğitim ve mezuniyet durumu ortalama olarak olumsuz bir tabloyu ortaya koymakta, eğitim alanındaki iyileşmeye rağmen okuldan oldukça kötü bir dereceyle ayrılanların oranı aynen devam etmektedir. Bir rakam verecek olursak: Bir okuldan mezun olmadan ayrılan Türklerin sayısı, bu durumdaki Alman gençlerinin sayısından yaklaşık üç kat daha fazladır. İşsizlik konusuna da değinildi. İşsizlik, Alman nüfusununkine oranla ortalama olarak yaklaşık üç kat daha fazladır ve bunu sadece yetersiz bir eğitime bağlamak doğru değildir, çünkü akademisyenler arasındaki işsizlik oranı da ortalamanın üzerindedir. Mesleki eğitim ve mesleki eğitim sayısında da sorunlar var. 131 Almanya’daki ‹slam Konferans› - Müslümanlar›n Durumu ve Uyumlar› Almanya’da gençlerin yaklaşık %60’ı bir mesleki eğitim almaktadır. Göçmen gençlerde bu rakam 2005 yılında %34 civarındaydı, 2006 yılında ise zaten düşük olan bu seviye daha da düşerek, %29’a inmiştir. Ve tabii ki ülkenin bundan sonraki ekonomik gelişimi açısından, bugün Almanya’da mesleki eğitim görmeyen bir kimsenin önümüzdeki yıllarda işinin çok daha zor olacağı söylenebilir. Elbette durumun değerlendirilmesinde sosyo-ekonomik ve kültüreltoplumsal alana da bakmak gerek. Bu konuda tamamen sübjektif olarak kendi değerlendirmemi sizlere aktarmak istiyorum. Benim izlenimlerime göre, birlikte yaşamdaki atmosfer daha da kötüleşmiş, her iki taraftaki hassasiyet artmış, her iki tarafta da çekinceler artmıştır ve sanırım şöyle de diyebiliriz: Eğer Alman halkınınkine oldukça benzeyen bir yaşam tarzınız varsa, elbette işiniz daha kolaydır. Tabii ki insanlar birbirlerinden ne kadar fazla ayrılıyorlarsa, yani bu ayrım dil bilgisiyle, dindarlıkla, başörtüsüne evet veya hayır demekle başlamaktadır, yani farklılıklar ne kadar fazlaysa, birlikte yaşamak da o kadar zor olmaktadır. Bunun bilhassa İslam konusuyla ilgisi bulunmaktadır; son yıllarda İslam dininden korku belirgin bir şekilde artmıştır. 90’lı yılların başlarında “İslam dininden korkuyor musunuz?” sorusuna “evet” cevabı verenler %20’nin üzerindeyken, bu oran günümüzde %70’in üzerine çıkmıştır. Şimdi 3. noktaya gelmek istiyorum. Acaba bu sorunların sebepleri nelerdir? Bayanlar ve baylar, işte bu konuda bazı temel sebepleri ortaya koymaya çalışacağım: Bunlardan birincisine daha önce değinmiştim ki bu, bütün dünyada İslam, İslamcılık ve köktendincilik hakkında yapılan tartışmalard ı r. Alman Birinci veya İkinci televizyon kanalındaki ana haber bültenlerinde İslam konusunun herhangi bir 132 Bülent Arslan bağlamda bir rol oynamadığı gün geçmiyor. Elbette bunlar, büyük ölçüde Almanya ile ilişkisi olmayan, aksine İran’dan, Afganistan’dan, Irak’tan vs. görüntülerdir. Tabii ki bunun da toplumdaki birlikte yaşam ve atmosfer üzerinde etkisi olmaktadır. Bugün öğleden önceki tartışmalarda değinilen ikinci bir sebebe gelelim. Bu ikinci sebep, ulus kavramıyla ilgilidir. Önce Almanya’daki ulus kavramı hakkında bir şeyler söyleyelim. Bu konuda yasal olarak belirlenen ulus kavramı ile toplumda yaşanan ulus kavramı arasında bir tezat olduğunu tespit etmek mümkündür. Eğer belli koşulları yerine getiriyorsanız, dilekçe verebilir ve Alman vatandaşlığına geçebilirsiniz. Bundan sonra artık yasalara göre siz Almansınız. Ancak toplumsal açıdan uzun süre Alman olamıyorsunuz, hem de ne Almanlar arasında, ne de Türkler ve Müslümanlar arasında. Hâlâ Türk olmakla veya Türkiye ile ilişkilendirilirsiniz ve benim kanaatime göre Almanya’da toplumsal olarak daha başka birçok milleti ilgilendiren böyle bir durum hâkimdir. Kısacası eğer soyunuz Alman ise, Alman olarak görülüyorsunuz. Tabii ki bu durum da toplumsal yaşam açısından önemli sonuçları beraberinde getirmektedir. Şimdi bir adım daha ileri gitmek istiyorum. Almanlarla Türklerin birlikte yaşamında bu durumun elbette özel bir tarafı var, çünkü Türkler de her yönüyle millet kavramına sahiptirler ve elbette Almanya’da yaşayan – örneğin Almanya’da Alman vatandaşlığına geçmiş 1 milyon kişi olmasına rağmen –Türkler de hâlâ Türk olarak nitelendirilmektedir ve kendilerini de öyle görmektedirler. Üçüncü bir sebep daha var ki bu da entegrasyon anlayışı ile ilgilidir. Entegrasyon kavramı, Almanya’da siyasette, toplumda ve birçok yaşam alanında çok kullanılıyor. Ancak tabii ki entegrasyon 133 Almanya’daki ‹slam Konferans› - Müslümanlar›n Durumu ve Uyumlar› anlayışında farklılıklar bulunmaktadır. Alman halkının çok büyük bir çoğunluğunun – siyasileri de buna dâhil ediyorum –, entegrasyonu başka hiçbir yerde olmadığı kadar güçlü vurguladığını iddia ediyorum. Eğer entegrasyon hakkında konuşuyorsa, Almanya’da her politikacı sözlerine: “Entegrasyon ile asimilasyonu kastetmiyoruz” diyerek başlamaktadır. Ama entegrasyon anlayışı olarak hakim olan şey, çoğu zaman asimilasyonla çok fazla ilgilidir. Asimilasyon ağır bir kavramdır. Burada daha ziyade uyum kavramını kullanmayı tercih ederdim. Elbette Müslümanlarda, özellikle de Türklerde başka bir entegrasyon anlayışı hakimdir. Onlar entegrasyonu ilk etapta kendi kültürel ve dini kimliklerini muhafaza etme şeklinde anlamaktadırlar. Eğer karşılıklı bilgi alışverişi olur ve bir diyalog gerçekleşirse, iki taraf da entegrasyondan bahseder. Ama çoğu kez tamamen farklı şeylerden bahsedilmektedir. Yani – ne kadar mümkün bilmiyorum ama – Almanya’da bu birlikte yaşamın nasıl işleyeceği konusunda bir modele ihtiyacımız var. Bence bu sorunlara ilişkin olarak dördüncü bir neden daha bulunmaktadır. Bu da kimlik sorunuyla ilgilidir ve böylece Almanya’daki her entegrasyon politikasını Nasyonalsosyalist dönemi artalanıyla da değerlendirmek gerekir. Tabii ki 1933-1945 yılları arasındaki tarih yüzünden Almanya da bu konuda oldukça hassastır. Bu durum bir yönüyle Türk tarafının dışlanma, eşitsizlik ve ırkçılık olduğuna işaret ettiği zamanlar Alman tarafının, daha önce söylediğimiz gibi Nasyonalsosyalist arka planı olan tarihi nedeniyle bunlara inanmadığı ve bunları reddettiği anlamına gelmektedir. Diğer taraftan Almanya kendi kimliği, yani “milletimle, bayrağımla, milli marşımla vs. ilişkim nedir” konusunda her gün biraz daha zor134 Bülent Arslan lanıyor. Ve bu konuda özellikle Almanya’daki genç vatandaşlarda bir kimlik arayışının olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce bu kimlik arayışını, bilhassa bu dönemde, bütün bu entegrasyon tartışmalarında ve örneğin “Türkiye’nin AB üyeliği” konusunda oldukça açık şekilde görmek mümkündür. Yani çoğu zaman Almanya’daki kimlik arayışı pozitif olarak tanımlanmamakta, aksine sıklıkla kendini ötekinden ayırarak, yani Alman olmanın zorla evlendirme, töre cinayeti, başörtüsü vs. olmadığı anlamına geldiğini söyleyerek, kendi kimliğini tanımlamaya çalışılmaktadır. 135