İŞİTME ENGELLİLER Birey, iç ve dış çevresinden sürekli olarak birtakım uyaranlar alarak onlara tepkiler verir. Çevremizdeki uyaranları beş duyumuz yoluyla alırız. Bu duyuların hepsi birey için çok önemlidir. Bunlar arasında işitmenin kendine özgü bir yeri ve önemi bulunmaktadır, işitme denilen olay sesin olmasına, sesin kulağa ulaşmasına, o sesin insan kulağının alabileceği sınırlar içinde olmasına, sesin işitme yolundan, yani dış, orta ve iç kulak bölümlerini aşarak beyne ulaşmasına ve beynin işitme merkezinde algılamasına bağlı olarak ortaya çıkar. Doğumla birlikte çocuklar birçok bilgiyi işitme duyularını kullanarak öğrenirler. Bebekler birkaç haftadan sonra normal işitmeye sahip olduklarında ana-babalarının seslerini tanıyabilmekte, yavaş sesleri ve kendilerinin çıkardıkları anlamsız seslerini dinleyebilmektedirler. Böylece işitme duyuları yoluyla sürekli olarak çevrelerinde diğer kişilerin konuşmalarını duymakta ve bu sesler ile o anda oluşan olaylar ve oyunlar arasında bağlantı kurmaktadırlar. Bu sesleri anlam vermekte ve insanların düşünce, duygu ve bilgilerini konuşma ve işitme yoluyla aktardıklarını öğrenmektedirler, işitme kaybı olan çocuklar ise, özel yardım olmadan dili öğrenememektedir. Öğrenmeye en uygun yaşlarda bu engelleri nedeniyle erken dönem fırsatlarını kaçırmakta ve ana dillerini kazanamamaktadır, işitme engelli olup erken yaşlarda uygun eğitim alan işitme engelli birey eğitim ve meslek edinmede çok iyi düzeylere gelebilir. Ancak işitme kaybının oluşumundan hemen sonra başlayan bu çocukların özel gereksinimlerini karşılayacak biçimde planlanmış ve çok iyi şekilde yürütülen eğitim hizmetlerinin sağlanması gerekmektedir. İşitmede beynin görevi çok büyüktür. Kulağımıza ulaşan sesli uyaranlar beyne ulaştırılıp değerlendirildikten sonra işitme tamamlanmış olur. Beynin iki yarı küresinde işitme ile ilgili iki ayrı bölge vardır. Bunlar işitme merkezi veya Wernickhe Merkezi olarak adlandırılır. Bir kaynaktan çıkan ses dalgalan herhangi bir engele uğramadan insan kulağına kadar gelir ve o dalgalar insan kulağının işitme sınırları içinde ise (16-20.000 Hz. ve 0-110 dB) , dış kulak orta kulaktan geçer iç kulağa ulaşırsa, orada sinir akımına dönüştürülerek, işitme sinirleri yoluyla işitme merkezine ulaşır. Orada bu uyarılar algılanırsa işitme gerçekleşmiş olur. İŞİTME YOLU İşitmenin dış, orta ve oval pencereye kadar olan bölümü iletimsel yol, koklea ve beyin merkezine giden duyma sinirinin oluşturduğu mekanizma ise duyusal ve sinirsel yol olarak tanımlanır. Ses havayla iletilir. Dış kulak, kulak zarı ve üçlü kemik zincirinin oluşturduğu titreşimler de kokleayı etkiler. Sesin yolculuğu kokleadaki titreşimin içindeki sıvının basıncını etkilemesi ve bunu izleyen uyarılmış sinir liflerinin elektrik akımlarıyla beyine bir elektrik itici gücün gönderilmesi ile sürer ve beyinin algılamasıyla ses işitilir. Kulağımız bazı sesleri işitemez. Çoğumuz için işitebilir en düşük frekans 15 Hz, üst sınır ise genellikle 12000–18000 Hz düzeyindedir. Konuşmanın işitme frekans aralığı ise 500–400 Hz arasındadır. Bir sesin işitilebilirlik şiddetine işitmenin mutlak eşiği denir. İnsan kulağı 0 (sıfır) ile 110–120 dB şiddetindeki sesleri işitebilir. Genellikle normal işiten birey konuşmayı anlamak için yeterli düzeyde işitmesi olan, çevrede aşırı gürltü olmamak koşuluyla herhangi bir özel araç, cihaz ya da teknik araç kullanmadan doğal yollardan konuşmayı anlayabilen kişidir (Nolan ve Tucker, 1988). İşitmesi yetersiz olan kişiler ise bazı sesleri duyabilen ancak bu düzeydeki işitmesi konuşmayı anlamasına yeterli olmayan kişidir. İşitme engellilerin pek çoğunda seslerin algılanmasını kolaylaştıran işitme kalıntısı vardır. Terimler İşitme Engeli İşitme engeli; işitme duyarlılığının kişinin gelişim, uyum, özellikle iletişimdeki görevini yeterince yerine getiremeyiş durumudur. Bazı insanlarda çeşitli nedenlerle işitme meydana gelmez, sonuçta böylesi bireylere sağır, dilsiz, işitme özürlü veya işitme engelli gibi adlar konulur. Ana dilinin edinilmesinden önce oluşan işitme sorunu, çocuğu yaşam boyu dil ve konuşma yeteneğini kazanmaktan alıkoyabilir. Dilden yoksun olmak, bu aracı kullanmamak ise bireyin sözel eğitim olanaklarından yararlanmasını engelleyebilir. Toplum içinde insanlar arası ilişkilerini sınırlayabilir. Sosyal ilişki olmadan bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimin istenilen düzeyde olmayacağı bir gerçektir. Tüm bu sınırlılıklar çocuğun sağlıklı benlik kavramını geliştirmesine, bilgi edinmesine ve dünyayı tanımasına engel yaratabilecektir. Tanım İşitme özürü ile ilgili olarak çok çeşitli tanımlar yapılmaktadır. Bu konuda değişik bilim adamlarının farklı yaklaşımlarının neden olduğu söylenebilir. Bu tanımlarda; İşitme duyarlılığıyla gerekli düzeltmelerden sonra insan kulağının işitebileceği sınırlar (16–20.000 Hz ve 110 dB) içinde olan sesli uyaranları alıp ona tepkide bulunabilme. İletişim ile sözlü iletişim sembollerinin alınıp algılanması ve algılanan uyarana uygun tepkilerinin sözlü iletişim sembolleri ile mesaj halinde kullanabilme, Görevi yerine getirebilme ile sesli uyaranları normal ortamda algılayarak bu uyaranlara uygun tepkide bulunabilme kastedilmektedir. Özsoy & Arkadaşları (1989) , işitme özürünü; işitme duyarlılığının kişinin gelişim, uyum, özellikle iletişimdeki görevleri yeterince yerine getirememesi durumu, işitme özürlüyü ise işitme özüründen dolayı özel eğitim gerektiren kişi olarak tanımlamaktadırlar. Bazı ülkelerde şu tanımların benimsendiği görülmektedir; İşitme Engeli: Geniş kapsamlı bir terim olup hafif derecede ve çok ileri dereceye kadar herhangi bir derecedeki işitme özürünü göstermektedir. Kendi içinde işitmeyen ve ağır işiten olarak gruplanmaktadır. İşitmeyen bir birey işitme kaybının bir işitme cihazı ile yâ da cihazsız, yalnızca işitme yoluyla ana diline ilişkin bilgileri başarılı bir biçimde ortaya konmasının engellediği bireydir. Ağır işiten Birey: Genellikle bir işitme cihazının da yardımı ile işitme yoluyla konuşma becerilerini başarılı bir biçimde ortaya koyabilmesine olanak verecek derecede işitme kalıntısı olan bireydir. İşitme Kalıntısı, Özel eğitim hizmeti alan işitme engelli çocukların pek çoğunda işitme kalıntısı bulunmaktadır İşitme kalıntısı, işitme duyusunda sesleri analiz edip, işitme sinirleri yoluyla beyindeki işitme merkezine gönderen hasar görmüş, fakat canlı kalmış bir alan için kullanılan bir terimdir. MEB Özel Eğitim Okulları Yönetmeliği'nde işitme derecelerine göre tanım yapılmıştır. Buna göre; Ağır işitenler: Bütün düzeltmelere rağmen işitme kaybı 25 dB - 89 dB arasında olan ve yardımcı araçlarla eğitim öğretim çalışmalarından yararlanabilenlerdir. Sağır: Bütün düzeltmelere rağmen işitme kaybı 90 dB den fazla olan ve eğitim öğretim çalışmalarında işitme gücünden yararlanamayanlardır. İşitme engelliler: İşitme duyarlılıkları gelişim, uyum, özellikle iletişim görevlerini yerine getiremediğinden dolayı özel eğitim gerektiren çocuklardır. (Özsoy ve Arkadaşları, 1989) . İşitme engeli: İşitme testi sonucunda, belli bir bireyin aldığı sonuçlar, kabul edilen normal işitme eşiklerinden belirli derecede farklı olup, bu kaybın derecesi bireyin dil edinmesini ve eğitimine engelleyici derecede ise o bireyde işitme engeli var demektir. Sınıflandırma Engelin derecesine, oluş zamanına, nedenine, yerine, oluş şekline ve devamlılığına göre değişik sınıflandırmalar yapılmıştır: 1. Derecesine Göre Sağır, Ağır işiten, Çok ağır işiten Ağır Orta 2. Oluş zamanına göre Doğuştan Sonradan 3. Nedenine göre; Doğumdan önceki nedenler Doğum anı nedenleri Doğumdan sonraki nedenler 4. Oluş yerine göre: Iletimsel işitme özürlü Duyusal- sinirsel işitme özürlü Merkezi işitme özürlü Karma işitme özürlü Psikolojik işitme özürlü 5. Oluş şekline göre: Aniden Yavaş Yavaş 6. Devamlılığa göre: Geçici Kalıcı ( Özsoy ve diğerleri 1989) İşitme Özürünün Türleri İşitme özürünün oluştuğu yere bağlı olarak türlerini açıklamak uygun olacaktır. Bunlar; a) İletimsel İşitme Özürii: Bir ses kaynağından yayılan ses dalgaları hava yoluyla dış ve orta kulağa ulaşıp çeşitli nedenlerle iç kulağa ulaşamaması şeklindeki işitme özürüdür. Bu tür işitme özüründe bireyde tüm işitme kaybı 55-60 dB'i geçmediğinden ağır işitenler grubunu oluşturur. b) Duyu sal-Sinirsel İşitme Özürü: Ses dalgalan dış, orta ve iç kulağa ulaşır ancak salyangozdaki korti organında veya işitme sinirlerindeki bir bozukluktan dolayı ses dalgalan beyindeki işitme merkezine ulaşamaması şeklinde işitme özür türüdür. c) Merkezi işitme Özürü: Ses dalgaları normal olarak beyinin işitme merkezine kadar ulaşıp işitme gerçekleşemiyorsa merkezi işitme özürü türünden bir sorun var demektir. Bu bozukluklar merkezi sinir sisteminin hasarı ya da lezyonlarının sonucu oluşur. İşitme merkezleri beynin iki yarı küresinde mevcuttur. Her iki kulaktan alınan ses uyaranları her iki yarıya da gitmektedir. İki yarı küredeki işitme merkezlerinden sadece birindeki bozukluk işitme özürü meydana getirmez. Çünkü beynin diğer yarı küresindeki merkez normal çalışmaktadır. Merkezi işitme özründe kişi iç kulaktan gelen sesleri algılayamaz. Bu nedenle merkezi işitme özürü olan çocukların öğrenme sorunları oluşabilmektedir. Tedaviden çok eğitim daha yararlı olmaktadır. d) Psikolojik İşitme Özürü: İşitme organlarında herhangi bir fizyolojik ve fonksiyonel bir sorun olmadığı halde bireyin yaşadığı psikolojik sorunlar ve iç çatışmalar sonucu dışarıdan gelen sesli uyaranlara duyarsız kalmasıdır. Buna psikosomatik sağırlık da denilmektedir. Nedeni bireyin bazı kaygıları, gerçekleri karşılamaktan korkup bilinç dışı kaçış yolu aramasıdır. Bu bakımdan ruhsağlığı bozukluğu olarak görülür. Yetişkinlerde çoğunlukla psikonevroz, çocuklarda ise psikotik durumlarla birlikte görülür. Psikolojik işitme özürü çoğunlukla aniden meydana gelir. Yaygınlık Oranı Ülkemizde işitme engelli öğrencileri toplam öğrenci nüfusu içindeki oranlarını gösteren sağlıklı istatistiksel veriler yetersizdir. Ancak dünya sağlık örgütü verilerine göre kestirimde bulunabilir. İşitme engellilerin genel nüfustaki oranı % 0,6 olarak kabul edilmektedir. Tanılama Çocuklarda motor (kas ve hareket) mental (zihinsel) ve sosyal gelişime paralel olarak gelişimini sürdüren işitme ve konuşma yeteneği hayatın ilk aylarından başlayarak çocuk için önemli bir fonksiyon özelliği kazanır. Erken tanı ve rehabilitasyondaki gecikmeler konuşma ve dil becerilerinin gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir. Normal konuşma ve dilin kazanıldığı ilk üç ay-dört yaş devresinde çok ileri derecedeki işitme kaybında bile, uygun işitme cihazı ve rehabilitasyonla konuşmanın kazanılması sağlanabilir. Bu bağlamda erken tanılama bireyin yetersizlikten etkilenme derecesini azaltma ve bununla baş etme yolları kazanması açısından önem kazanır. İşitme bozuklukları erken bir dönemde teşhis edilebilirse çocuğun çok etkili bir şekilde eğitimi sağlanabilir. Ailede genetik bir işitme sorunu, hastalığı varsa, bir kaza geçirmiş ya da kan uyuşmazlığı varsa çocuğun işitmesinin risk oluşturup oluşturmayacağı çocuk doğmadan önce belirlenebilir. Erken tanılama yalnızca çocuğun sorununu ve çözüm yollarını sağlamakla sınırlı olmayıp; anne ve babanın sorunun çözümünde kime, nasıl, ne zaman ve nereye başvuracağının kazanımını da sağlar. Böylece aile hem sorunun çözümü ile ilgili çabalar konusunda aydınlanacak, hem de psikolojik olarak rahatlamış olacaktır. Bunun yanında işitme bozukluğunun ortak tanılanması (KBB uzmanı ile odyometrist katılımı) düzenli eğitim programlarının erkenden başlayabilmesi açısından önemlidir. Ancak işitme kaybını saptamak çok kolay olmamaktadır. Günümüzde elektronik teknoloji alanında sağlanan gelişmeler sonucu işitmenin ölçümünde ve işitme kayıplarına uygulanan işitme cihazlarında çok önemli gelişmeler oluşmuştur. Bu nedenle işitme kayıpları işitme kategorisine giren birçok çocuğun sağlanan erken girişim ve erken eğitim hizmetlerinin bir sonucu olarak ağır işiten kategorisindeki çocuklar gibi konuşma ve dil geliştirmekte oldukları görülmektedir. Bebeklik döneminin ilk dört günü içerisinde, 4- 6, 12–16. haftalar arasında ve 5 aylık iken beyindeki işitme durumu saptanabilmektedir. Alıcı cihazlar bebeğin başına ve kulağının içine yerleştirilmekte, bilgisayardan ses verilerek, bebeğin buna cevabı bilgisayarda ve odyometrede değerlendirilmektedir. Diğer bir ölçüm ise, bebeğin kulak kanalına bir mikrofon yerleştirilip ses verilerek iç kulaktaki çevresel seslere yanıt vermede titreşen kıl hücrelerinin yansımalarının ölçülmesi biçimidir. Daha büyük çocuklar için ise davranışsal odyolojik değerlendirme yapılmaktadır. Kulağa takılan kulaklıkla düşük seslerden çok yükseğe, çok yumuşaktan çok serte kadar çeşitli frekanslarda sesler verilir ve sesin her alınışında testi uygulayan uzman bir düğmeye basarak ya da, elini kaldırarak sonuçları odyogram denilen bir çizelgede değerlendirir (Turnbullvark, 1999) . İşitme problemleri sağlık kuruluşları, konuşma ve işitme merkezleri ve okul sistemlerince yapılan işitme-tarama testleri ile teşhis edilebilir. Son yıllarda işitmenin ölçülmesindeki gelişmeler çocuğun doğar doğmaz teşhisini mümkün kılmaktadır. İşitme tarama testleri hem bireysel hem grup olarak yapılabilir. Taramada olası bir problemi olduğu belirlenen çocuklar daha ayrıntılı değerlendirme için ilgili yerlere gönderilirler. Özellikle işitme kayıplı öğrencilerin erken teşhisinde öğretmenler önemli derecede rol oynayabilirler Odyometrik Değerlendirme İşitme duyarlılığının ayrıntılı ölçülmesinde genel olarak üç tip işitme testi kullanılır. Bunlar saf ton odyometri, konuşma odyometresi ve çok küçük çocuklar için geliştirilmiş testlerdir. Odyolog çocuğun ve incelemenin birini ya da birkaçını birden kullanabilir (Hallahan ve Kauffman, 1994). 1. Saf Ton Odyometri Bireyin çeşitli frekanslardaki işitme eşiğini saptamak için yapılır. İşitme eşiği, bir insanın basit olarak bir sesi fark edebilme düzeyidir. Saf ton odyometri genellikle 250–8000 Hz aralığında hava ve 500–400 Hz aralığında kemik yolu eşiklerinin belirlendiği testtir. İşitme eşiklerinin ölçümünde frekans kullanılır. Sesin saniyede titreşim sayısına frekans denilir. Frekans hertz (Hz) olarak ölçülür. Sesin şiddeti desibel (dB) olarak bilinen birimle ölçülür. Fizikte sesin şiddet ölçü birimi olarak Bell kullanılır. Bell, telefonu bulan Alexandr Graham bell adına kurulmuş olan bir bilim enstitüsünce geliştirilmiş olan sesin izafi gücünün ölçülmesinde kullanılan bir birimdir. Bell biriminin onda biri olan desibel ise sesin gücünün iki ölçümü arasındaki oranın logaritmatik değeridir. Saf ton odyometrik ölçümlerde çeşitli frekanslarda çeşitli şiddet düzeylerinde sesler sunulur. Odyologlar genellikle 0–110 dB arasındaki seslerin duyarlılığını ölçme ile ilgilenirler. Ortalama normal işiten bir insan 0 dB ses basıncındaki sesleri işitebilir. 0 dB düzeyi sıklıkla 0 işitme-eşik düzeyi ya da odyometrik 0 olarak bilinir. 2. Konuşma Odyometrisi Konuşma odyometrisi konuşmanın fark edilmesi ve anlaşılırlığının test edilmesi için geliştirilmiştir. Konuşmayı Alma Eşiği (KAE); bireyin konuşmayı anlamadan fark ettiği en düşük düzey, konuşmayı alma eşiği olarak tanımlanır. Bu eşiğin ölçülmesi için tek yol her kulağı ayrı ayrı test ederek bireye iki ya da üç heceli sözcük listesi sunmaktır. Bireyin bu iki ya da üç heceli sözcükleri anlayabildiği dB düzeyi ya da sıklıkla KAE düzeyini kestirimi için kullanılır (Hallahan, Kauffman, 1994) 3. Çok Küçük Çocuklar İçin Geliştirilmiş Testler Yaklaşık dört yaşın altındaki olan çocuklar için oyun odyometrisi, refleks odyometresi ve uyandırılmış tepki odyometresi gibi testlerle işitme kaybı değerlendirilmeye çalışılır. İşitme Özürünün Nedenleri İşitme özürünü meydana getiren nedenler değişik şekillerde gruplandırılarak açıklanmaktadır. Bunlardan biri özürün meydana geliş zamanını esas almaktadır. Zamanı, doğum öncesi, doğum anı ve doğumdan sonra olmak üzere üçe ayırmakta ve nedenleri bu grup altında toplamaktadır. Bunlar: 1) Doğum Öncesi Nedenler Burada ilk akla gelen kalıtımdır. Ana baba da ya da daha önceki kuşaklarda görülen işitme özürleri doğan bebekte de görülebilmektedir. ABD de işitme engelliler okul nüfusu içinde yapılan bir araştırmada öğrencilerin %30 unda işitme kaybı bulunan akrabaları olduğu saptanmıştır. Akraba evliliğinin kalıtsal nedenli işitme kayıplarına yol açtığı bilinmektedir. Çoğunlukla kalıtımda duyusal-sinirsel türden işitme özürü görülmektedir. Kalıtıma bağlı nedenlerde işitme kaybı fazla, özür ağır olmaktadır. Hamilelik süresinde annenin geçirdiği mikrobik hastalıklar doğacak çocuğun işitmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Kabakulak, kızamık, kızamıkçık, menenjit, grip, rubella adı ile anılan alman nezlesi gibi hastalıklar bunlar arasındadır. Özellikle hamileliğin ilk üç ayı içinde annenin rubella mikrobu alması bebeğin işitmesi için ciddi tehlike oluşturur. Yapısal bozukluklar da işitme özürü oluşturur. Kulak kepçesinin yokluğu, kulak yolunun kapalı olması, dış kulakta görülen yapısal bozukluklardır. Orta kulaktaki kemikçiklerin olmayışı, yarım oluşumlu ve aralarındaki eklemlerin olmayışı, özengi kemiğinin iç kulak oval penceresine kaynamış olması orta kulak bölümünün yapısal bozuklukları arasındadır. Korti organının oluşumundaki bozukluklar ile işitme sinirlerindeki gelişim geriliği de iç kulak kesimi bozukluklarından bazılarıdır. Anne karnındaki bebek ile anne arasındaki kan uyuşmazlığı (Rh faktörü) doğum öncesi işitme özürü oluşturan etmenler arasındadır. Bu faktörün uyuşmazlığı durumunda anne karmnda oluşan antibadiler fetüsün kanındaki alyuvarları tahrip eder. Sonuçta alyuvarların azalması fetüste genel gelişim eksikliği yaratır. Bu durumdan en çok sinir sistemi etkilenir. Böylece işitme özürü oluşur. Hamilelik sırasında annenin geçirdiği kazalar özellikle karın bölgesini kapsayan travmalarda bazen işitme özürü nedeni olabilir. 2) Doğum Anı Nedenler : Doğum anına kadar geçen süre içinde normal bir gelişim gösteren bebek, doğum anında bir takım etkenler nedeniyle özürlü hale gelebilir. Travmalar, kanama ve oksijen yetersizliği bunlar arasındadır. Ayrıca geç ve güç doğumlarda yapılan müdahalelerde forseps kullanma ve diğer yollar beyin zedelenmesi yapabilir. 3) Doğum Sonrası Nedenler: Doğum anından itibaren bebeğin yakalanacağı kızıl, kızamık, menenjit, boğmaca, difteri, ensefalit, kabakulak gibi mikrobik ve ateşli hastalıklar işitme özürüne neden olabilir. Dış ve orta kulakta oluşabilecek enfeksiyonlar, kulak akıntıları işitme özürü yapabilir. Orta kulakta kemikçiklerde oluşan kireçlenmeler iletimsel türden işitme özürünü oluşturur. Ayrıca beyin tümörlerinden özellikle işitme merkezi bölgesinde olanlar işitme özürü oluşturabilir. Yüksek frekanslı ve şiddetli seslere uzun süre maruz kalınması işitme özürü yaratabilir. Bireyin duygusal gelişimini ve dengesini etkileyen her türlü durum psikolojik türden işitme özürü oluşturduğu bilinmektedir. Eğitimleri Dil bilimciler ve çocuk gelişimcileri çocuklarda bir dil potansiyeli olduğunu ve toplumun temel iletişim sistemini öğrenme güdüsü ve yeteneğinin onlarda doğuştan var olduğunu kabul etmektedir, işitme engelliler konusunda çalışma yapanlar, işitme engelli çocukların da aynı dil gelişim aşamalarından geçtiğini, ancak bu süreci normallerden daha yavaş geçirdiklerini kabul ederek, erken yaşta çocuğun işitme kalıntısından maksimum düzeyde yararlanması sağlanırsa konuşma dilini yeterli düzeyde geliştireceklerini savunmaktadırlar. İşitme kalıntısı, çocuğun çevre ile etkileşiminde önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle çocuğun çevresindeki bireylerin konuşmalarını anlamada ve onlara kendi düşüncelerini ifade etmede etkili olmaktadır. Geçmişte, işitme engelli çocukların eğitiminde dil öğretiminin nasıl yapıldığına bakıldığında hakim olan uygulamanın, uzun zaman dil bilim genel çizgileri doğrultusunda gittiği, dil eğitim çalışmalarının klasik bir anlayışı yansıtarak; sözcük dağarcığını araştırma, öğretme, belli dil kalıpları geliştirme ve bunları öğretme, artikülasyon çalıştırma, şeklinde yapılandırılmış programlar ile sürdürüldüğü görülmektedir. Sonuçta işaret yöntemini bir çözüm olarak ileri sürmelerine neden olmuş; yöntem tartışmalarına başlanmıştır, işitme engelli çocuğa dili, yapısal bir yöntem ile "belli kalıplar için de mi öğretmeli" yoksa normal işiten çocuklar için gerekli olan dil edinim kuralları doğrultusunda mı öğretmeli" ya da dili edinmesi için gerekli koşul ve ortamları mı sağlamalı "dır. Kısacası eğitimciler ve ana babalar için yeni bir yöntem tartışması doğmuştur. Sözel iletişim eğitimini farklı uygulamalar ile veren yapısal yöntem, Van Uden yöntemi, akupedik yaklaşım, doğal işitsel/sözel yaklaşım gibi çeşitli yöntemler arasından birisini seçerek uygulama kararını vermek söz konusu olmuştur. Özellikle işitme engelli çocuklar için özel yapılandırılmış dil programları kullanılması, artikülasyon çalışmalarının gerektiği yolundaki inançlar, yapısal bir yaklaşım uygulamasına, ya da çok küçük yaştan normal konuşma dilinin yazı dili ile birlikte verilerek gramere ilişkin kuralları öğrenebileceği yolundaki düşünceler Van Uden yönteminin uygulamasına neden olmuştur. Doğal işitsel/sözel yaklaşım ise, etkileşimci bir ortam sağlandığında, daha yavaş hızla da olsa işitme engelli çocukların aynı işiten çocuklar gibi dil edinebileceği savunulmuştur. Clark (1986) ise, erken tanı ve erken işitme cihazı uygulamasının ideal olarak istenir olmasına karşın, uyguladığı doğal işitsel/sözel yaklaşımda başarı için erken yaşta cihaz kullanmanın ideal olmakla birlikte, gerekli ön koşul olmadığını ileri sürmektedir. Aile eğitiminin ve anne baba desteğinin gerekli olduğunu, ileri sürdüğü tek koşulun çocukların yerleştirildikleri eğitim ortamlarında işitme kalıntısının gerçekten maksimum düzeyde kullanılıyor olmasına bağlayarak işitme engelliler için kullanılan yöntemlerde dil edinimi için şu koşulların gerektiğini vurgulamaktadır: 1- Eğitim normal dil edinim süreçleri ile ilgili özelliklere göre yönlendirilmelidir. 2- Söyleşilere ya da etkileşimci bir iletişime ağırlık verilmelidir. 3 - Doğal ortamlarda gerçek dilin kullanıldığı garanti edilmelidir. İşitme engelli çocukların dil becerilerini nasıl kazandıklarına bakıldığında eğitim ve iletişim ortamlarında çocuğa sunulan dilin ve dil kullanış biçiminin çocuğun dili kullanma biçimini etkilediği görülmektedir. Anne babalar ve eğitimciler çocuklar ile hangi türden konuşma ve düşünme biçimleri kullanıyorlarsa, çocuklar da bu türde dili kullanmayı ve düşünmeyi öğrenmektedir. Ülkemizde işitme engelli öğrencilerin büyük çoğunluğu yatılı özel eğitim kurumlarında eğitilmektedir. Bu okullara gündüzlü öğrencilerde alınmakta, sadece bir okul yatılı kısmı olmaksızın gündüzlü eğitim vermektedir. İşitme engelliler okullarının bazılarında ilköğretimin ikinci kademesinde sanat kısımları da bulunmaktadır. Ayrıca okul öncesi ve ilköğretim düzeyinde, özel özel eğitim kurumları da hizmet vermektedir. Yatılı özel eğitim kurumları işitme engelli çocukların dil ve iletişim gelişimlerini kolaylaştırıcı fiziki donanıma ve yetişmiş personele sahip oldukları için pek çok aile ve uzman tarafından tercih edilirken, çocuğun ailesi ile bağlarını zayıflattığı ve duygusal sorunlara yol açtığı için de eleştirilmektedir. Bu nedenle kaynaştırma programlarının uygulanması gereği ortaya çıkmıştır. Ülkemizde işitme engelliler için uygulanan kaynaştırma seçenekleri içinde özel sınıflar ve ilköğretim sınıfları olmaktadır. Orta öğretim düzeyindeki işitme engelli öğrencilerin çoğunluğu meslek liselerinde ve çok programlı meslek liselerinde eğitim görmektedir. Genel liselerde ve üniversite düzeyindeki eğitimleri ise son derece sınırlıdır. Bu nedenle işitme engelli öğrencilere geçiş planları ile birlikte Bireyselleştirilmiş Eğitim Programları (BEP) hazırlanarak uygun eğitimleri sağlanmalı, eğitim sonrası ve üniversiteye gidemeyenler için geçiş programlarından yararlanma olanakları verilmelidir. İşitme engellilerin eğitimlinde iletişim becerilerini kazandırmak için aşağıdaki yöntemler kullanılmaktadır: 1. Doğal işitme/Sözel Yöntem Yaklaşımı Bu yöntem işitme engelli çocuklarında ana dillerini aynı işiten çocuklar gibi kazanabileceğini ve etkileşimci bir ortam sağlandığında, daha yavaş hızda fakat işiten çocuklar gibi dili edinebileceklerini savunmuştur. Bu yöntemde işitme cihazlarının kullanımı bir ön koşuldur. Yine bu koşullar içerisinde işitmenin maksimum kullanımı da söz konusudur. Bu yaklaşımda, konuşma dilinin gelişimi, doğrudan konuşma "öğretmek" yerine doğal yaşantılar içinde işitsel algılamanın pekiştirilmesine dayanmaktadır. Öğretmenler, seslerini kullanmakta, işitme engelli çocuklar ise dudaktan okuma ve işitme kalıntısını kullanarak onunla iletişim kurmaya çalışırlar. Bu yöntemde uygun işitme cihazlarının sürekli kullanımı bir ön koşul olarak görülmektedir. Başka bir ön koşul ise başarının geleceğine ilişkin inançtır. Ülkemizde işitme engellilerin eğitiminde sözlü iletişim yönteminin uygulanması yönetmelik ve program gereğidir. Bu program içerisinde işitme eğitimi; dudaktan okuma, ipuçlu konuşma, ses eğitimi, eklemleme eğitimi ve konuşma eğitimi verilmektedir (Özsoy ve Ark. ,1989; Culatta ve Tompkins, 1999) . 2. Akupedik Yaklaşım (Tek Duyumlu Yöntem) Bu yöntem sözlü iletişim eğitiminin yalnız işitme ile başarılacağını savunur. Amacı, işitme olgusunun erken yaşlarda işitme engelli çocuğun kişiliği ile bütünleştirmektir. Bunun için işitme kaybı çok küçük yaştan tanılanmalı ve işitme engelli çocuk derhal cihazlandınlmalıdır. Bu yaklaşımda doğal, işitsel, sözel yaklaşımda olduğu gibi dudak okuma-öğrenimini, ipucu ile konuşma, okumanın erken görsel ipuçlarına dikkat çekme gibi yöntemler kullanılmaz. Eğitim, çocuğun rutin (uyanık) saatlerinde kullanmakta olduğu işitme cihazları ile dinleme ve cihazlardan gelen sesleri yorumlamayı öğrenme ile ilgilidir. 3. Tüm İletişim (Karma) Yöntem Dil edinmede kullanmakta olan sözel, işitsel, yazılı ve işarete dayalı tüm elemanları kullanmaya dayalı bir eğitim yöntemidir. Ayrıca bu yöntemin işitme engelli çocuğun bireysel gereksinimlerinin en uygun biçimde karşılanmasını hedeflediği işitsel, sözel ve işaret yöntemlerinin en uygun bileşimlerinin oluştuğuna yönelik savunucuları bulunmaktadır. 4. Yapısal Sözel \Oral Yöntem Bu yöntemde dilin öğretilebileceği ve öğretilmesi gerektiği düşüncesiyle yapılandırılmış dil, belli kalıplar ve belli sıra ile çocuklara öğretilmektedir. Bu yapılandırma konuşma eğitimi, eklemleme çalışmaları, işitme eğitimi, dudak okuma eğitimi, dil-okuma eğitimi başlıkları altında çeşitli çalışmaların tümünü kapsamaktadır. İşitme Engellilerin Özel Öğretim Yöntemleri İşitme özürlülerin eğitiminde dudaktan okuma, konuşma eğitimi ve işitme eğitimi gibi yöntemler kullanılmaktadır. a) Dudaktan Okuma: Konuşulanı ağız ve yüz hareketlerinden anlamaya denilir. Bu süreçte en azından karşılıklı iki kişinin bulunması gerekir. Dudaktan okumaya erken başlama normal çocuğun konuşma gelişimi gibi kademe kademe gelişmeyi sağlar. Devamlı bir etkinlik şeklinde sürdürülmelidir. Evde, okulda, bahçede, sokakta, çocuğun hayatının geçtiği her yerde dudaktan okuma yer almalıdır. Bu etkinlik çocuğa belli bir kelime dağarcığı kazandırmayı amaç edindirmelidir. Dudaktan okumada konuşan normal bir şekilde konuşmaya dikkat etmelidir. Çocuk daha iyi fark etsin diye ağız ve mimik hareketlerini aşırı şekilde yapmaya yönelmek sakıncalıdır. Ayrıca çocuk konuşan ağız ve yüz hareketlerini bazen karşıdan bazen yandan izlemek zorunda kalabileceği unutulmamalı, konuşanı değişik açılardan izlemelidir. b) Konuşma Eğitimi: İşitmesi özürlü olan çocuğa konuşmayı kazandırmak için ona normal ses çıkartmayı ve konuşma dilimizin seslerini doğru çıkartmayı öğretmemiz gerekiyor. Eğitime alınmayan işitme engelli çocuğun çıkardığı ses normal değildir. Konuşurken söylediği kelimeler de anlaşılır durumda değildir. Çünkü sözcüğü oluşturan sesleri doğru çıkaramamaktadır. Konuşma eğitiminde izlenecek yol normal çocukta konuşma gelişimine uygun basamakları izlemektir. Yani konuşulanları duyacak, taklit edecek, heceler çıkaracak, kelimeler çıkaracak, kısa cümleler söyleyerek uzun cümleler oluşturacaktır, işitmesi özürlü çocuk hangi yaşta eğitime alınırsa alınsın bu sıraları izlemek zorundadır. Burada dikkat edilmesi gereken, çocuğun işitme kalıntısından yararlandırılmasıdır. Ancak sadece işitme kalıntısını kullanmak yeterli değildir. Bunun için eğitimde titreşim yoluyla, dokunma ve görme duyusunu kullanarak konuşma eğitimi yürütülmelidir. Konuşma dilimizdeki seslerin doğru çıkarılmasını öğretmek için kullanılan yöntem artikülasyon (eklemleme) çalışmasından olumlu sonuç alabilmek için çocuğun çok iyi incelenmesi gerekmektedir. Çocuğa hangi seslerin kazandırılacağı konusunda öncelikle ağzın ön kısmından çıkan seslerden başlanılmalı, ağızın dip kısmından çıkan sesler daha sonra ele alınmalıdır. Eklemleme çalışması bireysel yapılan bir çalışmadır. Bu nedenle konuşma eğitimcisi ile çocuk karşı karşıya, aynada ise yan yana oturmaya dikkat edilmesi gerekir. Ayrıca uzmanla çocuğun ağızları aynı düzeyde olmalıdır ve konuşma eğitiminde çocuğa öğretilecek cümle ve kelimeler onun günlük yaşantısına en çok gereksinim duyacağı olanlar arasından seçilmelidir. c) İşitme Eğitimi: İşitme eğitimine akustik eğitim, ses eğitimi ya da ritim eğitimi de denilmektedir, işitme eğitimi çocuğun işitme kalıntısını en iyi şekilde kullanabilir duruma getirebilme çabasıdır. İşitme Eğitiminin İlkeleri Her işitme özürlü çocuğun işitme kalıntısı vardır ve ondan yararlanmak mümkündür. İşitme kaybı ne kadar fazla olursa olsun her çocuk mutlaka işitme eğitimine alınmalıdır. İşitme eğitimi mümkün olduğunca yüz yüze verilmelidir. İşitme eğitimine özür farkına varılır varılmaz erken başlatılması gerekmektedir. İşitme eğitiminden istendik bir şekilde yararlanabilmek için çocuğu derinlemesine incelemek gerekir, işitme özürü, türü, derecesi odyogramla saptanmalıdır, işitme eğitiminin kulak yoluyla yapılması yanında diğer duyularla desteklenmesine dikkat edilmelidir. İşitme eğitimi küçük çocuklarda oyun şeklinde, okula başlayınca ise ünite ve diğer okul çalışmalarına bağlı olarak devam edilmesi olumlu sonuçlar vereceği unutulmamalıdır.. Çocuklara kendi istedikleri sesleri dinleme ve duyma fırsatı verilmeli, çalışmalar önceleri doğal sesleri ya da araç seslerini ayırt etme şeklinde ele almalı, sonradan konuşma seslerinin ayırt edilmesine geçilmelidir. Bunun için bol bol yardımcı araç kullanılmalı, davul, zil, kaval, düdük, piyano, diyapazon, megafon, mikrofon ses kayıt cihazı gibi sınıfa getirilebilecek her türlü ses çıkaran araçtan yararlanmak gerekir. Dersler önceleri işitme eğitimi olarak ayrı bir etkinlik kapsamında ele alınmalı, sonraki çalışmalar ünitelere ve diğer derslere bağlantılı olarak yürütülmelidir. İşitme engellilerin eğitimiyle sorumlu olan okullarda bireysel ve grup işitme cihazları kullanılmaktadır. Özellikle bu cihazların bakımı, temizliği ve kullanım talimatı hem işitme engelli çocuklara hem de ailelerine öğretilmelidir. İşitmeye Yardımcı Araçlar Ülkemizde işitme cihazları işitme engelli çocukların eğirim programlarının ayrılmaz parçaları olarak kabul edilmektedir. Cerrahi ve tıbbi tedavisi olanaksız olan bireylerin işitme kaybının getireceği sorunları hafifletmek üzere işitmeye yardımcı araçlar kullanılmaktadır. Çocuklarda tüm alanlardaki gelişmelerinin sağlanması için işitme yaşantılarının niteliği çok önemlidir. Konuşma seslerini etkin bir biçimde işitemedikleri zaman, özellikle konuşma becerileri ve dil gelişimleri önemli ölçüde engellenecektir. Bu nedenle, tüm çocukların doğumdan sonraki ilk yıl içinde işitme taraması ile kontrol edilmeleri önem kazanmaktadır. İlk yaşı içinde işitme kaybı belirlenen bir çocuğun teşhisten sonra cihazlandırılması ile dil gelişiminin en hızlı olduğu dönemde çevresinden gelen işitsel uyarıları, gündelik konuşmaları alması ve dilini geliştirme olanağı kazanması mümkün olmaktadır. Günümüze dek sağlanan teknolojik gelişmeler sonucu işitmeye yardımcı araç tiplerindeki çeşitlilik artmıştır. Bu tipleri temel alınan ölçütlerdeki değişkenliğe bağlı olarak farklı birkaç türde sınıflandırmak mümkündür, işitme araçları birer protez olarak ele alındığında en genel anlamda etki prensiplerine göre iki ana başlık altında toplamak mümkündür. 1. Akustik Uyarım Oluşturan Protezler (İşitme Cihazları); Bu protezler sesin yükseltilmesini sağlayan geleneksel işitme cihazlarıdır. Cep tipi, kulak arkası tipi, gözlük tipi, kanal içi tipleri bulunmaktadır. 2. Elektriksel Uyarım Oluşturan Protezler (İç Kulak Protezleri): İç kulaktaki duyu hücrelerinde çok ileri derecede hasar oluğunda uygulanabilmektedir. Bu protezler Koklear implant ya da iç kulak protezleri adını da almaktadır. Hava yolu ile uyarım sağlayan geleneksel işitme cihazlarından birey konuşmayı geliştirmek için yeterli derecede yarar sağlayamadığı durumlarda kullanılmaktadır. Cerrahi yöntemle kokleaya yerleştirilen elektrotlar, bu bölgedeki işitme sinirlerine doğrudan elektriksel uyarımları iletmekte ve konuşma seslerine ilişkin bilgileri vermektedir bu bilgiyi sinirlerin sağlıklı bir şekilde beynin işitme merkezine ( Wernickhe merkezi) ulaştırabiliyor olması gerekmektedir. Bu iki yardımcı araç türlerinden başka, okul ortamında bir grup işitme engelli öğrenciye sesin yükseltilmesini sağlamak üzere grup eğitim sistemleri de kullanılmaktadır. Bu sistemlerde öğretmen-öğrenci, öğrenci-diğer öğrenci arasındaki mesafe sorununu ortadan kaldırarak konuşma seslerini daha net duymaları amaçlanmıştır. Ancak taşınmaz üniteler olduğu için öğretmenin ve öğrencilerin gün boyu hareketlerini kısıtlar. Diğer bir sistemde FMsistemde okul ortamında bir grup öğrenci ile öğretmen arasındaki kaldırarak konuşma seslerinin amaçlanmıştır. Küçük ve taşınır öğrencinin bireysel işitme kullanılabilir. telsiz sistemleridir. Bu ya da tek bir işitme engelli mesafe sorununu ortadan daha net iletilmesi olma avantajına karşın cihazına bağlantı yapılarak İşitme cihazlarındaki çeşitlilik her bireyin kendine özgü işitme kaybına ve gereksinimlerine uygun cihaz seçilmesine, ayarlanmasına ve kullanımına olanak verir. Bir işitme cihazının seçimi ve üzerindeki ayarlar, bireyin işitme kaybı, sese ilişkin toleransı ve bu cihazı hangi ortamlarda kullanabilecek olması gibi özel koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu işleri yapmak bu konuda uzmanlık eğitimi almış olan Odyologların görevi olduğu unutulmamalıdır (Tüfekçioğlu, 1997) . İşitme Engelli Çocuklara Eğitim Ortamının Düzenlenmesi İşitmeengelli çocuğun konuşmayı öğrenmesi ve ana dilini kazanması için işitme cihazının uygun şekilde kullanımına, uygun ortamın düzenlenmesi ile bu cihazın tüm işitemeyen çocuklara sağlanmasıyla mümkündür.. Her özürlü çocuğun eğitimden en üst düzeyde yararlanabilmesi, ancak bireysel olarak değerlendirilmesi, gereksinimlerinin planlanması ve bu doğrultuda yerleştirilme kararının alınması ile gerçekleşebilir. Eğitimin bireysel planlamasının yapılması şu konuları içerir; Öğrenmenin en iyi ortamda ve koşullarda sağlanması, Akranları ile hangi konuları ne gibi koşullarda birlikte öğrenebileceğinin sağlanması, Hangi konularda hangi zaman aralıkları ile özel eğitim hizmetlerinin verilmesi, Destek hizmetlerini verecek olan personelin kimler olacağı, Değerlendirmenin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı. Eğitim Durumları Ülkemizde yatılı gündüzlü kurum olarak 2008 yılı itibariyle 49 tane işitme engelliler ilköğretim okulu, 7 tane gündüzlü işitme engelliler çok amaçlı meslek lisesi bulunmaktadır. Doğrudan MEB'e bağlı bu okullar dışında, Anadolu Üniversitesi’nde her kademede eğitim veren bir işitme Engelli Çocuklar Eğitim ve Araştırma Merkezi (İÇEM) bulunmaktadır. Türkiye'de ilk kez engelli bireylere Yüksek Öğretim kademesinde eğitim vermek üzere Anadolu Üniversitesi’nde kurulmuş olan Engelliler Entegre Yüksekokulu 1993 yılında eğitim-öğretime işitme engelliler ile başlamıştır. Yüksek Öğretim kademesinde halen mimarlık lisans, grafik sanatları lisans, seramik sanatları lisans, bilgisayar operatörlüğü ön lisans, yapı ressamlığı ön lisans olmak üzere eğitim verilmektedir. Diğer bazı üniversitelerde de işitme engelli çocukların ve ailelerinin eğitimlerine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Çeşitli illerde özel kişilerce kurulan ve yürütülen bazı eğitim çalışmaları da vardır. Ancak yapılan araştırmalar ve gözlemler bu okullarda çeşitli işaret yöntemlerinin de kullanıldığını göstermektedir. Aynca geç tanılama ve cihazlandırma, sözel dili öğrenme fırsatlarının bulunmaması sonucu iletişim gereksinimlerine çeşitli işaretler, jester ve beden dili kullanarak eğitim verildiği görülmektedir. Yrd.Doç.Dr. İskender ÖZGÖR