OUTLINE I. AVRUPA TOPLULUĞU HUKUKUNDA DOĞRUDAN UYGULANMA PRENSİBİ II. AVRUPA TOPLULUĞU HUKUKUNDA DOĞRUDAN ETKİ PRENSİBİ III. KAYNAKLARIN DOĞRUDAN UYGULANMASI VE ETKİSİ A- ANLAŞMALAR KURUCU ANLAŞMALAR ÜÇÜNCÜ ÜLKELERLE YAPILAN ANLAŞMALARIN B- TÜZÜKLER VAN GELD EN LOSS DAVASI C- YÖNERGELER VAN DUYN DAVASI D- KARARLAR E- GÖRÜŞLER F- DİKEY VE YATAY DOĞRUDAN ETKİ I. DOĞRUDAN UYGULANABİLİRLİK PRENSİBİ Topluluğa üye ülkelerin, Avrupa Topluluğu organlarına yetkisini devretmesi ve hukukun üstünlüğünü kabulünün doğal bir sonucu olarak “Doğrudan Uygulanabilirlik Prensibi” ortaya çıkmıştır. Doğrudan Uygulanabilirlik prensibi ile Avrupa Topluluğu hukuku normlarının, üye ülkelerin iç hukukunda herhangi bir işleme gereksinim duyulmaması ifade edilmektedir. Uluslar arası hukukta, doğrudan uygulanabilirliğin iki farklı şekilde etki yarattığı öngörülmektedir. Bunlardan ilki düalist görüş olarak adlandırılır ve uluslar arası hukuk ile iç hukukun temelinde iki farklı hukuk olduğu görüşü mevcuttur. Bu anlayışa göre bir hukuk normunda kabul gören yasanın, diğer hukukta etki yaratması mümkün değildir. Uluslararası hukukun iç hukukta etki yaratması için, iç hukuka geçirme işlemine ihtiyaç vardır. Bunun yanında diğer görüş ise monist görüş olarak adlandırılır ve uluslar arası hukukun iç hukukta uygulanabilmesi için, herhangi bir iç hukuka geçirme ihtiyacı yoktur. Bu anlayışta uluslar arası hukuk ve iç hukuk aynı bütünün birer parçalarıdırlar ve herhangi bir işleme gereksinim yoktur. Monist veya Düalist uygulama, devletlerin tasarrufuna bırakılmışken, doğrudan uygulamanın kendisi devletlere bırakılmış değildir. Avrupa Topluluğu, topluluk hukukun gereksinimi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde yasal organlar Avrupa Topluluğunun uygulamalarını engelleyecek uygulamalardan kaçınmak durumunda kalmaktadır. II. DOĞRUDAN ETKİ PRENSİBİ Ulusal hukuka geçişi sağlanan bir Topluluk Hukuku normunun, özel ve tüzel kişiler lehine haklar doğurması ve hak sahiplerinin ulusal yargı organlarında bu normları talep edebilmesi, “Doğrudan Etki Prensibi” olarak adlandırılır. Kişiye doğan bu hak devlete karşı öne sürülebiliyorsa “dikey etki”, bireylerin arasında hak doğuruyorsa “yatay etki” olarak adlandırılır. Doğrudan etki prensibi, doğrudan uygulanabilirlik prensibinin bir getirisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğrudan uygulanabilirlik ve doğrudan etki prensiplerinin iki hukuk 1 düzeninin özerk yapısını gösterdiği ve ulusal hukuk ile topluluk hukuku arasında bir ilişkiyi oluşturduğu değerlendirmesi yapılabilir. Topluluk hukukunun sahip olduğu bu özellik bazı hukuki sorunlar doğurabilmektedir. Topluluk Hukukunun, üye devletin ulusal düzenlemeleriyle üst üste gelmesi durumunda, doğrudan uygulanabilirlik ve doğrudan etki prensipleri devreye girmektedir. Bu durumlarda iki hukuk arasındaki anlaşmazlık Topluluk Hukuku lehine sonuçlanmaktadır. III. KAYNAKLARIN DOĞRUDAN UYGULANMASI ve ETKİSİ A. Kurucu Antlaşmaların Doğrudan Etkisi “Kurucu antlaşmalar ve bu antlaşmalarda değişiklik yapan antlaşmalar, toplulukların yürümesini sağlayacak ve topluluk organlarınca yasal ve idari işlemler yoluyla topluluk yararına içi doldurulacak olan anayasal çerçeveyi oluşturmaktadır.” Doğrudan etki kavramı, kurucu antlaşmalarda direkt olarak yer almamaktadır. Bu kavramı, ATAD tarafından geliştirilmiştir. Kurucu antlaşmalar yalnızca üye devletler bakımından hak ve yükümlülük yaratmamış, aynı zamanda bireylere de ulusal makamlar önünde hak ileri sürebilme hakkı vermiştir. Yani, kurucu antlaşmalar sadece hükümetlere değil halklara da hak tanımıştır. Bu konuda açıklayıcı olması açısından örnek olarak verilebilecek ilk önemli dava Van Gend en Loos davasıdır. Bir hükmün doğrudan etkili olup olmadığı konusunda uygulanan koşullar; hükmün yeterince açık ve kesin olması, şartsız olması, üye devletler ya da Topluluk organlarınca uygulanmasında herhangi bir takdir yetkisine yer bırakmaması ve olumsuz nitelikte olmasıdır. Doğrudan etkinin bu son koşulu, olumsuz nitelikte olma, Divan’ın daha sonra verdiği kararlarda bir daha aranmamıştır. 234. maddede Adalet Divanına verilen göreve göre Adalet Divanı antlaşmanın üye devletlerinin mahkemelerinde ve yargı organlarında aynı şekilde yorumlanmasını sağlamalıdır. Bu maddeye göre; üye devletler, Topluluk hukukunu kendi vatandaşları tarafından ulusal mahkemelerde ileri sürülebilecek bir hukuk olarak kabul etmişlerdir. ATAD, doğrudan etki ilkesini, üye devletler kendiliğinden yükümlülüklerine uymadıklarında Topluluk hukukunun tüm üye devletlerde bir örnek uygulanmasını sağlayacak bir araç olarak görmektedir. B. Uluslararası Antlaşmaların Doğrudan Uygulanabilirliği ve Etkisi 2 Toplulukla 3. ülkeler arasında yapılan uluslar arası anlaşmalar topluluğun kurumları ve üye devletler üzerinde bağlayıcıdır ve doğrudan uygulanabilir. ECJ, toplulukla 3. ülkeler arasında yapılan uluslar arası anlaşmalarda monist ülkelerle aynı doğrultuda bir yaklaşım izler. Bir birey ulusal mahkeme muamelesinden önce uluslar arası anlaşmanın hükümlerine dayanabilir. C. Tüzüklerin Doğrudan Uygulanabilirliği ve Etkisi Avrupa Topluluğu Hukukunda tüzükler 3 temel özelliğe sahiptirler. Bunlar, “genel bir uygulamaya sahip olma”, “bütün yönleriyle bağlayıcı olma” ve “doğrudan uygulanabilme” dir. Tüzüklerin bu özellikleri Avrupa Topluluğu Anlaşması’nın 249. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddeye göre tüzükler; genel kurallar içeren, içerikleri bakımından tümüyle bağlayıcı olan ve tüm Avrupa Topluluğu’na üye olan devletlerde doğrudan uygulanabilir niteliğe sahip olan işlemlerdir. Tüzüklerin genel bir uygulamaya sahip olmaları, tüzüklerin objektif olarak genel bir şekilde uygulanması anlamına gelir. Tüzüklerin tamamıyla bağlayıcı olmaları, tüzüklerin eksik veya seçilerek uygulanmasının yasak olduğu anlamına gelir. Tüzüklerin üye devletlerde doğrudan uygulanabilmeleri ise; tüzüklerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üye devletlerin iç hukukunun bir parçası haline geldikleri anlamına gelir. Topluluk tüzüğü doğrudan uygulanabilme ve doğrudan etki özelliklerine sahiptir. Topluluk tüzüğünün doğrudan uygulanabilirliği, “üye ülkelerin herhangi bir işlemine, onayına, iç hukuk içine alınmasına gerek olmaksızın, topluluk tüzüğünün üye devletler, üye devletlerin tabiiyetinde bulunan gerçek ve tüzel kişiler ile bütün daire ve kuruluşlar ve topluluktaki her organ, kurum ve yetkililer için geçerli olması” anlamına gelmektedir. Tüzüklerin doğrudan uygulanabilme özelliği, tüzüklerin her seferinde iç hukuklarda uygulanabilmesi için, ulusal işlemlere gerek duymaması demektir. Gerçekten de, bir tüzüğün doğrudan uygulanabilmesi için “ulusal makamların olumlu ya da olumsuz herhangi bir işlemine ihtiyacı bulunmamaktadır”. Çünkü topluluk organları çok sayıda tüzük çıkarmaktadır ve her bir tüzüğün ulusal hukuklarda uygulanabilmesi için, iç hukuka aktarılma şartı aranırsa, bu durum tüzüklerin işlevsiz kalmalarına yol açacaktır. 3 Topluluk tüzüklerinin doğrudan etkililik prensibine göre ise; “tüzükler, bireylerin ulusal mahkemeler önünde ileri sürebilecekleri haklar yaratabilirler” ve ulusal yargıç ta bu hakları korumakla yükümlüdür. Tüzüklerin hükümleri hem yatay hem de dikey etki yaratabilir. Yalnız tüzüklerin her hükmü doğrudan etki yaratmayabilir. Doğrudan etki koşullarına göre, bir tüzüğün doğrudan etkili olabilmesi için, hükmünün yeterli derecede açık ve kesin olması, şartsız olması ile bireyler için hak yaratabilmesi gerekmektedir. Davalar ve Kararlar Variola Kararı Tüzüklerin doğrudan uygulanmasıyla ilgili Avrupa Topluluğu Mahkemesi’nin vermiş olduğu ilk kararlardan biri Variola kararıdır. Davada, Avrupa Topluluğu Mahkemesi’ne, bir tüzüğün İtalya’nın iç hukukuna, içinde tüzüğün hükümlerini taşıyan ulusal bir işlemle aktarılıp aktarılamayacağı sorulmuştur. Avrupa Topluluğu Mahkemesi (ATM), kararında, bu soruyu şöyle cevaplamıştır: Avrupa Topluluğu Anlaşması’na göre, üye devletler tüzüklerin doğrudan uygulanabilirliğini engelleyemezler ve Topluluk Hukuku’nun diğer kurallarına da uymakla yükümlüdürler. Politi Kararı Tüzüklerin doğrudan etkililiği ile ilgili ATM’ nin vermiş olduğu ilk kararlardan biri Politi kararıdır. ATM, kararında, “Tüzüklerin, Topluluk kaynakları arasında işlevi ve yapısı gereği anında etkiler doğurduğuna” hükmetmiştir. Kararda, doğrudan etkililik tüzüklerin sahip oldukları bir iç özellik olarak tanımlanmıştır. Politi kararında ayrıca, doğrudan uygulanabilir özelliğine sahip Topluluk tüzüğünün, eğer kendisine aykırı bir ulusal işlem varsa da, bunun uygulanamayacağı belirtilmiştir. Leonesio Davası Tüzüklerin doğrudan uygulanmasıyla ilgili önemli davalardan biri de Leonesio davsıdır. Leonesio Davası tüzüklerin dikey etkisiyle ilgili bir davadır. ATM, Leonesio kararında “Topluluk hukukunun ulusal bir anayasal normla çatışması durumunda tüzüğün doğrudan uygulanıp uygulanamayacağı” konusuna bir açıklık getirmiştir. Davanın konusunu, 1975/69 ve 2195/69 sayılı Topluluk tüzükleri oluşturmaktadır. Topluluk çıkardığı bu tüzüklerle üye devletlerin sütteki üretim fazlasını azaltmayı amaçlamıştır. Bu tüzüklere göre; 4 öldürülen her inek başına inek sahiplerine iki ay içinde belli bir tazminat ödenecektir. Bu tüzükler doğrultusunda ineklerini öldüren davacı bayan Leonesio, tüzüklerin hükümlerine göre tazminatını almak için İtalyan makamlarına başvurmuş fakat İtalya bu tüzüklerin uygulanmasını ertelemiş ve iki aylık sürede de tazminatı ödememiştir. İtalyan hükümeti gerekçe olarak, tazminat ödeyebilmesi için, İtalyan Anayasası’nın 81. Maddesi’ ne göre bir yasa çıkarmak zorunda olduğunu söylemiştir. Dava ATM’nin önüne getirilmiştir. Yerel mahkeme ATM’ye “1975/69 ve 2195/69 sayılı tüzüklerin İtalyan hukuk düzeninde doğrudan uygulanabilir nitelikte olup olmadığını sormuştur. ATM ilk olarak, Politi kararındaki vermiş olduğu kararları tekrarlamış ve devamında da, “Tüzükte öngörülen süreler içinde ineklerin öldürüldüğü ve ölümler belgelendiğine göre, tüzüğün aradığı önkoşul gerçekleşmiş olmaktadır. Bu durumda bir üye devlet, hak kazanılan öldürme primini ödemek amacıyla kendi anayasal ve idari mevzuatında yer alan hükümlere başvuramaz. Topluluk tüzükleri yayınlanmalarıyla birlikte üye devletlerin ulusal hukuk düzenlerinin bir parçası olurlar. Bu nedenlerle, bir ulusal norm tüzük hükümlerinin uygulanmasını durduramaz” sonucuna varmıştır. Munoz v. Frumar Davası Tüzüklerin yatay etkisi de Munoz v. Frumar Davası ile onaylanmıştır. Munoz firması, Frumar’ın firmasının Topluluk tüzüğünde yer alan standartlara sahipmiş gibi davrandığı gerekçesiyle Frumar’a karşı dava açmıştır. Avrupa Topluluğu Adalet Divanı da ilgili tüzüklerin doğrudan etki özelliğine sahip olduğunu belirterek Munoz’un dava açabileceğini belirtmiştir. Van Gend en Loos Davası Davanın konusunu “Avrupa Topluluğu Anlaşmasının 25. Maddesi’nin (ex 12) bireyler için doğrudan haklar yaratıp yaratmadığı” oluşturmaktadır. Van Gend en Loos adlı bir Hollanda taşıma şirketi, 1960 yılında bir miktar kimyasal maddeyi Almanya’dan Hollanda’ya ithal etmiştir. Şirket, daha önce %3 vergi öderken, Hollanda makamları tarafından %8 vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. Bu değişikliğin sebebi Hollanda’nın 1960 yılında kabul ettiği yeni ulusal gümrük tarifesidir. Bunun üzerine Van Gend en Loos Topluluk Hukuku Anlaşması hükümlerine dayanarak itiraz etmiştir. Çünkü Topluluk Anlaşması’nın 25. Maddesi’ne göre, “Üye devletlerin kendi aralarındaki ithalat ve ihracatta, yeni gümrük vergileri ve eş etkili yükümlülükleri artırmaktan kaçınmalarını ve karşılıklı ticari ilişkilerinde halen uygulanan oranı yükseltemeyeceklerini” öngörülmüştür. Bu durumda Hollanda Anlaşma’nın bu maddesini ihlal etmiştir. Van Gend en Loos şirketi de bu maddeye dayanarak 5 “Hollanda ulusal gümrük tarifesinin Topluluk hukukuna aykırı olduğunu öne sürerek” dava açmıştır. Hollanda mahkemesi bu maddenin ulusal hukukta doğrudan etkili olup olmadığını ve bu hükmün bireyler için haklar yaratıp yaratmayacağını sormuştur. ATM, Avrupa Topluluğu Anlaşması’nın 25. Maddesi’nin doğrudan uygulanabilir nitelikte olduğuna ve bireyler için de hak yaratabileceğine karar vermiştir. ATM, “Topluluk hukuku, üye devletlerin yasalarından bağımsız olarak, özel kişiler nezdinde borçlar yaratır, aynı zamanda, hukuki miraslarına sahip olan haklar doğurur” hükmüne varmıştır. Aynı kararda, Topluluk Hukuku’nun yeni bir hukuk düzeni kurduğu ifade edilerek, Topluluk hukukunun klasik uluslararası hukuk kurallarının ötesinde değerlendirilmesi gerektiği savunulmuştur. Böylece Topluluk Hukuku’nun üstünlüğü de tanınmış olmuştur. D. Yönergelerin Doğrudan Uygulanabilirliği ve Etkisi AT Antlaşmasının 249. maddesine göre yönergeler; amaçlanan sonuçlar açısından bağlayıcı (mevzuat yakınlaştırması veya mevzuatın uyumlu hale getirilmesi) olan ancak uygulamalarına ilişkin şekil ve metod üye ülkelerin tercihine bırakılan topluluk tasarrufudur. Yönergelerin tüm üye ülkelere yöneltilmesine gerek yoktur. Bir veya daha fazla üye ülkeye yönlendirilmesi olasıdır; ancak kararlar gibi özel veya tüzel kişilere yönlendirilmeleri mümkün değildir. Yönergeleri diğer hukuki tasarruflardan ayıran en önemli fark; üye ülkelerde hukuki etki doğurabilmeleri için, iç hukuksal düzenlemeye gereksinim duyulmasıdır. Bu nedenle yönergelerin doğrudan uygulanılırlıkları yoktur. Doğrudan uygulanırlığın yokluğu nedeniyle, yönergelerin doğrudan etkiye sahip olmayacakları iddia edilmiştir. Yönergelere doğrudan etki tanınmasının, yönergelerle tüzükler arasındaki farkı ortadan kaldıracağı ileri sürülmüş ve bu durumun Kurucu Antlaşmalara aykırı olduğu savunulmuştur. Ancak ATAD, özellikle AT hukukunun tek örnek uygulanması ve etkililiğinin sağlanması amacıyla, belli şartlar altında, yönergelerin de doğrudan etkiye sahip olabileceğini Van Duyn kararıyla belirtmiştir ve bu etkinin sadece dikey doğrudan etki olacağını kabul etmiştir. Yönergelerin doğrudan etkiye sahip olabilmeleri için, üye devlet tarafından öngörülen süre içerisinde iç hukuka geçirilmemiş olması ve öngörülen yükümlülüğün koşulsuz ve açık olması gerekir. Yönergede belirtilen süre içerisinde istenilen normu iç hukuka geçirmeyen üye devlet, bireylere karşı yönergede öngörülen yükümlülüğünden, yönergeyi iç hukuka geçirmedeki, ihmaline dayanarak kurtulamaz. ATAD bireyler arasındaki yatay doğrudan etkiyi açıkça reddetmiştir. ATAD, yatay doğrudan etkiyi reddetmesinin ardından, uygun yorum ilkesi ve devlet 6 sorumluluğu ilkesi mekanizmaları yoluyla direktiflerin bireyler arasındaki ilişkilerde doğrudan etki doğurmaması anlayışının sonuçlarını hafifletmeye çalışmıştır. VAN DUYN DAVASI Hollanda vatandaşı olan Van Duyn, Scientology Kilisesi için çalışmak üzere Birleşik Krallığa gelmistir. Scientology uygulamalarına yasal bir sınırlama getirilmemesine karşın, İngiliz hükümetince sosyal bakımdan zararlı görüldüğünden, Van Duyn’a Birleşik Krallığa giriş için izin verilmemiştir. Van Duyn, 64/221 sayılı direktifin 3. maddesine dayanarak izin verilmemesi kararına karşı dava açmıştır. Topluluk hukukuna göre, Topluluk vatandaşlarının bir devletten diğerine girmesi ve orada yaşaması sadece kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı temelinde reddedilebilir. İlgili direktifin 3. maddesi kamu düzeni temelinde alınacak önlemlerin, ilgili kişinin kişisel davranışına dayandırılması gerektiğinden bahsetmektedir. ATAD, “kişisel davranış” kavramının kapsamının net olmamasına karşın, ilgili hükmün doğrudan etkili olduğu sonucuna varmıştır. E. Kararların Doğrudan Uygulanabilirliği ve Etkisi Avrupa Topluluğu Hukuku’nun ikincil kaynaklarından biri olan kararlar, muhatap aldıkları üye devlet veya kişiyi bütünüyle bağlayan Topluluk organ tasarrufudur. ATA m. 249 (AETA m. 189) tarafından düzenlenmişlerdir. Kurucu antlaşmada açıkça öngörülmese de, Konsey genellikle tüm üye devletler adına, Komisyon ise bir veya birden çok üye devlet ya da, gerçek veya tüzel kişilere karar yöneltir. Kararlar, tüzüklerden farklı olarak sadece yöneldikleri kişiler için bağlayıcıdır. Direktiflerden farklı olarak, tüm yönleriyle bağlayıcıdır ve muhatabına uygulama yöntemi açısından herhangi bir serbestlik tanımaz. Kararlar, özel ya da tüzel kişilere yöneltildiklerinde, doğrudan etki yaratırlar. Yani yöneltildikleri kişiye hak ve yükümlülük yüklerler ve ATA’nın 256. maddesi uyarınca devletler tarafından o kişi üzerinde uygulanabilirler. Kararlar, üye devletlere ya da bireylere yüklenen yükümlülükler ile bağlantılı olarak üçüncü kişilere de hak yaratabilirler. Özel ya da tüzel kişilere yöneltilen kararlar “yatay etki”, devletlere yöneltilen kararlar “dikey etki” yapar. Kararların üye devletlere yönelmesi durumunda doğrudan etki sorunu ile ATAD ilk olarak Grad v. Finanzamt Traunstein davasında karşılaşmıştır. 7 Alman mahkemeleri önünde görülmekte olan davada, davacı nakliye şirketi Alman otoriteleri tarafından yüklenen bir vergiye, Topluluk kararı ve direktiflerine aykırı olduğu gerekçesiyle karşı çıkmaktadır. Topluluğun verdiği direktife göre, devletler KDV sistemlerini değiştirerek AT sistemiyle uyumlu hale getireceklerdir. Karara göre ise, direktifin yürürlüğe girmesi anından itibaren, tüm üye devletler nakliye işleri de dahil olmak üzere, yeni KDV sistemine uyumlu hale geleceklerdir. Yani direktif yürürlüğe girdiği andan itibaren, tüm devletler ortak bir KDV sistemi uygulayacak, özel vergilendirmeleri kaldıracak ve yenilerini koymayacaktır. Fakat bu direktif ve karara rağmen, Alman hükümeti meyve taşımacılığı üzerinde özel bir vergilendirme uygulamıştır. Bu sebeple de bir nakliye şirketi tarafından dava edilmiştir. Alman hükümeti savunmasında, sadece tüzüklerin doğrudan etkili olabileceğini, direktif ve kararların ise sadece ulusal uygulama işlemlerinden sonra etki doğurabileceğini ileri sürmüştür. Bu duruma gerekçe olarakta, sadece tüzüklerin AT resmi gazetesinde yayınlanması gerektiğine dair hükmü göstermektedir. ATAD ise bu iddialara karşı çıkmakta ve sadece tüzüklerin doğrudan uygulanabilir olduğunun antlaşmada belirtilmesinin, diğer işlemlerin ‘benzer etkiler’ doğurmasının önüne geçmeyeceğini belirtmektedir. ATAD bu davayla ilgili kararında, karar içerisinde yüklenen yükümlülüğün yeterince açık ve kesin ve aynı zamanda şartsız olduğunu belirterek bu norma doğrudan etki tanımıştır. Böylelikle, devletlere yöneltilen kararların da doğrudan etkiye sahip olacağı benimsenmiştir. Diğer davalar: Hansa Fleisch-Case 156/91 (1992), Aragonesa de Publicidad Exterior-Case 1/90 ve 176/90 (1991). Kararlar, kime yöneltildikleri fark etmeksizin (üye devlet, özel ya da tüzel kişi), doğrudan uygulanabilirler. F. Görüşlerin Doğrudan Uygulanabilirliği ve Etkisi Görüşler bağlayıcı olmayan topluluk hukuku kaynaklarındandır. Bağlayıcı olmamalarına rağmen, görüşlerin hiçbir hukuki etkileri olmadığı söylenemez ve önemleri göz ardı edilemez. Özellikle Ulusal organlar açıklanan görüşleri göz önünde bulundurabilirler. Görüşlere topluluğun yasama gücü olmadığında ya da bir geçiş sürecine ihtiyaç duyulduğunda başvurulabilir. Görüşler, Avrupa Topluluğu kurumları tarafından topluluk ya da üye devletler içindeki belirli bir konu, mevcut bir konu üzerinde fikirlerini beyan ederler. Görüşlerin dolaylı yasal etkisi vardır. 8 Mesleki hastalıktan dolayı para talep eden bir göçmen işçinin, bu gibi durumlarda para ödenmesini düzenleyen Komisyon görüş ve tavsiyesini ileri sürmesiyle ilgili olan Grimaldi davası, ulusal mahkemelerin önlerine gelen bir davada karar verirken Topluluğun görüş ve tavsiyelerini dikkate almak zorunda olduğunun bir örneği olmuştur. Bu dava aynı zamanda görüşlerin ne kadar bağlayıcı olup olmadığına dair bir takım tartışmaları da beraberinde getirmiştir. G. Yatay ve Dikey Doğrudan Etki Dikey doğrudan etki, birey ve devlet arasındaki ilişkiden doğan sonuçtur. Bireyler devletle olan ilişkilerinde topluluk hukukuna müracaat edebilirler. Doğrudan etkili normdan kazanılan hak devlete karşı ileri sürülebiliyorsa bu dikey doğrudan etkiyi işaret etmektedir. Eğer bir karar sadece bir üye devlete hitap ediyorsa bu dikey doğrudan etkiyi yaratır. Dikey doğrudan etki, bir özel ya da tüzel kişinin ulusal muamele ile bir üye devlete karşı Topluluk hukuku hükümlerine dayanması durumunu ifade eder. Alfons Lütticke v. Hauptzollampt Saarlouis davası dikey doğrudan etkiye örnek olarak gösterilebilecek bir davadır. Lütticke, Luxembourgh’tan saf süt tozu ithal etmektedir. Alman gümrük otoriteleri gümrük ve devir vergisi almaktadır. Lütticke, ithal edilen ürünlerin yerli doğal süt olarak devir vergisinden muaf tutulmaları gerektiğini ve saf süt tozunun devir vergisi yasası altında muaf tutulması gerektiğini belirtmiştir. Bunun üstüne Finangericht des Saarlands, European Court of Justice’e başvurmuş ve 90. maddenin geçerliliğini sorgulamıştır. ECJ 90. maddenin doğrudan etki yarattığını ve ulusal mahkemelerce bireyin haklarının korunabileceğini söylemiştir. Böylelikle bu dava dikey doğrudan etki üzerindeki şüphelerin ortadan kalkmasına yardımcı olmuştur. Yatay doğrudan etki, bireyler arasındaki ilişkilerin sonucudur. Bir özel yada tüzel birey diğer bir özel yada tüzel bireyle olan ilişkisinde topluluk hukuku hükümlerine başvurabilir. Doğrudan etkili normdan kazanılan hak bireyler arasında ileri sürülebiliyorsa bu yatay doğrudan etkiyi işaret etmektedir. Defrenne v. Sabena davası yatay doğrudan etkiye örnek olarak gösterilebilecek bir davadır. Bu davada Belçika uçak firmasında hostes olarak çalışan Defrenne aynı işi yapmasına rağmen erkek hosteslere firmada daha fazla ücret ödendiği gerekçesiyle dava açmıştır. ATAD Defrenne’i haklı bulmuş ve uçak firmasının “eşit işe eşit ücret ilkesini yani 9 madde 141’i ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu dava bireyin diğer bir bireye dava açabilme hakkını yani doğrudan yatay etki kuralını doğrular niteliktedir. Kurucu Antlaşmanın bazı hükümlerinin hem doğrudan dikey hem doğrudan yatay etkisi bazı hükümlerin ise sadece doğrudan dikey etkisi vardır. Hem doğrudan dikey hem doğrudan yatay etkisi olan maddeler; Madde:12-25-28-29-31(1)-39-43-49-81-82-86(2)-90 ve 141(1)(2) Sadece doğrudan dikey etkisi olan maddeler; Madde:23-31(2)-88(3) KAYNAKLAR Doğu Umut, “Avrupa Birliği Hukukunun Doğrudan Uygulanma Özelliği ve Ulusal Hukuklara Etkisi,” Kamu Hukuku Arşivi, (Eylül 2004) Göçmen İlke, Avrupa Birliği Hukukunda Direktiflerin Bireyler Arasındaki İlişkilere Etkileri, Yetkin Yayınevi, Ankara, (Temmuz 2008) Kaczorowska Alina, European Union Law, T & F Books UK, (9 January 2009) Wolf Susan, Briefcase on European Community Law, Edition: 2, Routledge, (1999) 10