Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

advertisement
ATATÜRK İLKELERİ
VE
İNKILAP TARİHİ
http//www.emu.edu.tr/tbgokturk
TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK
3.2
* TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN İÇ SİYASETİ
* TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN İÇ SİYASETİ
(1923-1995)
ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜNE KADAR TÜRKİYE
CUMHURİYETİ'NİN İÇ SİYASETİ
1923-1930 Yılları Arası
Bu zaman dilimindeki önemli olaylar;
* Halifeliğin Kaldırılması (3.3.1924)
* Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17.11.1924)
* Şeyh Sait İsyanı ( Şubat 1925)
* Takrir-i Sükun Kanunu
* Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kapatılması
1923-1930 Yılları Arası
Bu zaman diliminde gerçekleştirilen inkılaplar:
*
*
*
*
*
*
*
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması
Şapka giyilmesi
Uluslar arası saat ve takvimin kabulu
Medeni Kanunun hazırlanıp,uygulanışı
Laikliğe gidişin sağlanması
Uluslar arası rakamların kabulü
Harf inkılabı
1923-1930 Yılları Arası
1930'da yurtta iç düzen, barış sağlanmıştı. Ancak, iki
konuda önder huzursuzdu. Yapılan ve ileride
yapılacak inkılâpların sürekli olarak yaşaması için
onların ulusa iyice benimsetilmesi çok önemliydi.
Ayrıca, bütün çabalara rağmen ekonomik durum
düzelmemişti; belli bir ekonomi siyaseti oluşamamıştı.
1930-1938 Yılları Arası
Bu dönemde önemli yenileşme adımları atılmıştır.
* Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme
hakkının tanınması (3 Nisan 1930),
* Uluslararası ölçülerin kabulü (26 Mart 1931);
* Türk Tarih ve Dil Kurumları'nın çalışmaya
başlamaları (12 Nisan 1931 ve 13 Temmuz 1932);
* Üniversite reformu (1 Ağustos 1993'te başlar);
* Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934);
* Din adamlarının giyimlerinin düzenlenmesi (3
Aralık 1934);
1930-1938 Yılları Arası
* Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının
tanınması (5 Aralık 1934);
* Anayasa'ya altı ilkenin girmesi (5 Şubat 1937) son
derece önemli olaylardır.
Yine 1930'dan sonra devletin iktisadi hayatı
düzenleyici rolü kabul edilmiş; planlı iktisada
geçilmiştir.
* Serbest Fırka'nın Kurulması: 1930'da dünyadaki
ekonomik bunalım Türkiye'ye de sıçramıştı. Atatürk
bu durumda tek partili bir yönetimin sakıncalarını
anlamıştı.
1930-1938 Yılları Arası
Hükümet denetlenmeli, yeni düşünceler, imkânlar
aranıp uygulanmalıydı. Bu nedenle çok partili hayata
geçiş gerekliydi. İşte, bu dönemde Atatürk tarafından
özendirilen Fethi Bey yeni bir siyasi parti kurma
amacına girişmiş ve bu durum Atatürk tarafından
desteklenmiştir.
Böylece Fethi Bey tarafından, 12 Ağustos 1930'da,
"Serbest Cumhuriyet Fırkası" adını taşıyan parti
kurulmuştu.Bu parti özellikle ekonomik konulara
ağırlık veren, ekonomik liberalizmi benimseyen
ilkelere dayanmıştı.
1930-1938 Yılları Arası
İnkılâp ilkelerine kesinlikle aykırı düşen görüşleri
yoktu. Bununla birlikte, 1925'den beri sessizce
olayların gelişmesini bekleyenler bu partiye girdiler.
5 Eylül 1930'da İzmir'e gelen Fethi Bey önünde,
yapılan gösterilerde inkılâpçılara karşı muhalefet
hareketi güçlenmişti. Böylece halkın çok partili hayata
hazır olmadığı görülmüştür. Bu nedenler yüzünden
Fethi Bey, 17 Kasım 1930'da partisini dağıtmak
zorunda kaldı.
Menemen Olayı
Menemen'de, 23 Aralık 1930'da çıkan şeriatçı
ayaklanma sonucu Asteğmen Kubilay'ın şehit
edilmesi ile meydana gelen olay; "Menemen Olayı"
olarak adlandırılmaktadır.
Bu olay Cumhuriyet'in ve devrimlerin karşısında
tehlikenin henüz geçmediğini gösterdiğinden, devlet
yöneticilerini daha dikkatli olmaya özendirdi.
Gençlik ve halk ile devrimci kadro arasında daha
sağlam bağlar kuruldu.
Menemen Olayı
Türk çağdaşlaşmasının özelikleri hakkında daha
yaygın, yığınlara dönük ve oldukça başarılı eğitici
etkinliklerde bulunuldu.
Ayrıca, tek parti yönetiminin bazı eksiklikleri ve
hataları Serbest Fırka olayının da etkisiyle elden
geldiğince giderilmeye çalışıldı. Öte yandan, bir süre
çok partili yönetimin düşünülemeyeceği konusundaki
görüşler yoğunluk kazandı.
Bursa Olayı
Atatürk'ün ezanı Türkçe'ye tercüme ettirmesi
nedeniyle 1 Şubat 1933'te Bursa'da, Ulu Camiden
çıkanlar tarafından Hükümet Konağı önünde
gösteriler yapılmıştır.
Gençlikte Ulusal Bilincin Geliştiğini Gösteren İki Olay
Gençlikte ulusal bilincin geliştiğini gösteren ilk olay;
Türkiye'de yataklı vagon tekelini devletle yaptığı bir
sözleşme ile elinde tutan bir yabancı ortaklığın
Türkiye'deki bürolarında Fransızca konuşulmasını
zorunlu tutmak istemesinden dolayı Türk gençliğinin
tepkisiyle karşılaşmışlardır.
İkinci olay ise; 17 Nisan 1933'te Bulgaristan'da Türk
mezarlığının bir bölümünün, Bulgarlarca tahrip
edilmesi nedeniyle çıkmıştır. Bu olayı Türk gençliği
yine tepkiyle karşılamıştır.
Tunceli Olayları (Mart-Haziran 1937)
1937 ilkbaharında, Tunceli’de Cumhuriyet
Hükümetinin giriştiği okul, yol yapımı gibi
girişimlerden kendi çıkarları için hoşlanmayanların
giriştiği olaylar, kısa sürede bastırılmıştır.
Atatürk’ün Çiftliklerini Ulusa Bağışlaması
Atatürk, kendisine çeşitli zamanlarda hediye edilen
çiftlikleri, üzerindeki bütün malları ile beraber, 11
Haziran 1937’de ulusa bağışladı.
Başbakan‘ın Değiştirilmesi
1937'de İsmet İnönü ve Atatürk arasında iktisat ve
dış siyaset konularında bazı önemli görüş ayrılıkları
çıkmıştı.
Bunun üzerine İsmet Paşa, 25 Ekim 1937'de
başbakanlıktan ayrılmıştır. Yerine, uzun yıllar "İktisat
Bakanlığı" görevini yürüten Celal Bayar getirilmiştir.
ATATÜRK'TEN SONRA
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN
GENEL SİYASAL DURUMU
Atatürk öldükten bir gün sonra toplanan TBMM,
Malatya Milletvekili İsmet İnönü'yü oybirliği ile
Cumhurbaşkanı seçti. (11 Kasım 1938).
İnönü, Atatürk'ten sonra partinin değişmez genel
başkanlığına getirilmiş, bu niteliği ile "Milli Şef" ilan
edilmişti.
İnönü Döneminde İç Siyaset
İnönü, özellikle eğitim ve kültür işleri ve toprak
reformu sorunu ile yakından ilgilenmiştir.İnönü
döneminde, Türk toplumunda okuryazar olmayan
insan kalmaması için, eğitimin halka yayılmasına
öncelik verilmiştir. Bu amaçla 17 Nisan 1940'ta "Köy
Enstitüleri" kurulmuştur.
Bunun yanısıra, toprak reformu üzerine İnönü bazı
çalışmalar gerçekleştirmiş, fakat uygulamaya
geçirememiştir. "Toprak Kanunu" 2 Mayıs 1945'te
kabul edilmesine rağmen tam olarak uygulanamamıştır.
Ekonomik Sıkıntılarla Mücadele
1939'da başlayan ve 1945'e kadar süren İkinci
Dünya Savaşı, Türkiye'nin ekonomik kalkınmasını
büyük ölçüde engelledi. Bu nedenle yeni kurulmakta
olan sanayinin gelişmesi durmuş, yurtta pahalılık ve
yokluk başlamıştır.
ÇOK PARTİLİ DEMOKRATİK YAŞAMA KESİN
OLARAK GEÇİŞ
1945 yılının ilkbaharında İkinci Dünya Savaşı sona
ermişti. Bu tarihten iki yıl önce savaşı ABD ve
İngiltere'nin önderliğindeki devletlerin kazanacağı belli
olmuştu.
Bu devletlerin önderliğinde kurulan Birleşmiş
Milletler Örgütü'ne giren Türkiye de artık çok partili
demokratik hayata başlamanın zamanı geldiğini
anlamıştı.
ÇOK PARTİLİ DEMOKRATİK YAŞAMA KESİN
OLARAK GEÇİŞ
Cumhurbaşkanının 1 Kasım 1945'te TBMM'yi
açarken demokrasi yolundaki kararlılığını belirtmesi
üzerine daha önce 18 Temmuz 1945'de kurulan "Milli
Kalkınma Partisi" Türkiye'yi yepyeni bir ortama getirdi.
Zaten Anayasa'da siyasal parti kurmayı engelleyen
bir hüküm yoktu.
7 Ocak 1946'da Cumhuriyet Halk Partisi'nden
ayrılan bazı milletvekilleri Demokrat Parti'yi kurunca,
demokratik ortama geçiş hızlandı.
ÇOK PARTİLİ DEMOKRATİK YAŞAMA KESİN
OLARAK GEÇİŞ
Bu parti, iktidardaki partinin savaş sırasındaki
hatalarını halka anlatarak muhalefete başlamıştır.
1946'da ilk kez, tek dereceli seçimler yapılmıştır,
İktidar partisi 1946 seçimlerinin uyandırdığı tepkiyi
önlemek için yeni bir yasa hazırlayıp, TBMM'ye kabul
ettirdi. Artık seçimler yargı organlarının denetiminde
yapılacaktı.
Böylece 14 Mayıs 1950'de yapılan seçimlerle
Cumhuriyet Halk Partisi 26 yıllık iktidarını kaybetti ve
Demokrat Parti iktidara geçti.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
1950-1960 döneminde iktidar partisi, ilk yıllarında
izlediği ekonomik politika ile önemli bir canlılık
sağladıysa da, bir süre sonra plansız bir gidişin içine
girilmiştir.
Özellikle oy toplamak uğrunda gereksiz fabrikaların
açılması, hesapsız bir ithalat rejimi, ciddi sıkıntılar
doğurmaya başlamıştır. Türk devrimini
benimsememek bu dönemde iktidarda bulunanların
en başta gelen özelliğidir.
Bu amaçla ulusa mal olan ve olmayan devrimler
ayrımına gidilmiştir.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
17 Haziran'da ezanın Arapça okunması serbest
bırakılmıştır.
25 Temmuz 1951'de halen yürürlükte olan "Atatürk
Aleyhine İşlenen Suçlar" hakkında kanun çıkartıldı.
İktidar partisi bu yasanın arkasına sığınarak kendi
hesabına devrimlerden ödün vermeye başladı.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
24 Aralık 1954'de Anayasa'nın dili değiştirildi.
Atatürk'ün dilde sadeleşme isteğinin bir sonucu olarak
1924 tarihli "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"nun adı bugün
artık kimsenin itiraz edemeyeceği "Anayasa"ya
çevrilmişti.
Bu yenilik hareketinden ödün verilmesi eskiye
özlemin nedenli yoğun olduğunu göstermektedir.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
Bu gidiş dozunu arttırarak sürdü. Bazı gerekçeler
öne sürülerek "Köy Enstitüleri" kapatıldı.
Toprak reformundan söz etmek, kişi özgürlüklerini
savunmak, grev ve toplu sözleşme gibi hakları
istemek neredeyse yasaklandı.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
Devrimlerden verilen ödünler, ekonomik durum
kötüleştikçe artmış ve dışarıdan borç alınmaya
başlanmıştır. Böylece planlı ekonomiyi
benimsememekte ısrar eden iktidar partisi alınan
kredileri de akılcı biçimde kullanamadığı için kısa
sürede büyük bir ekonomik bunalım ve enflasyon
dönemine girilmiştir.
İktidar partisi 1957 seçimlerinde iyice azınlığa
düşmüştü. Bu dönemde muhalefet iyice susturulmak
istenmiştir.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
1960 yılı Nisan ayında güçler birliği ilkesine
dayanılarak TBMM'de ünlü "Tahkikat Komisyonu"
kurulmuştur.
Bu yolla Meclis, sadece iktidar partisi üyelerinden
oluşan bir komisyon ile bütün denetimi üzerine
alıyordu. Bu komisyona "tutuklama" yetkisi bile
verilmişti.
Bu olumsuz gelişmeler sonucu, 27 Mayıs 1960
hareketi yapılmıştır. 1961 yılında yürürlüğe giren yeni
Anayasa ile pek çok alanda demokratik gelişme
sağlanmıştır.
1950-1995 Döneminde İç Siyaset
Fakat, daha sonra bazı grupların örgütlenmesi ve
Yurdu saran terör dalgası sonucu, 12 Eylül 1980
müdahalesi ile bu dönem kapanmıştır. 1982
Anayasası'na göre yeni siyasal oluşmular daha çok
günlük çözümler üzerinde kalmaktadır.
Amaç, siyasal görüş sahiplerinin ortaklaşa
benimseyecekleri bir uzlaşma zemininde hareket
etmek olmalıdır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DIŞ SİYASETİ
(1923-1995)
1923-1938 DÖNEMİ
Yeni Türk Devleti kurulunca, Mustafa Kemal Paşa
hemen bir dış siyaset oluşturma yoluna gitti, bu
siyaset, üç amacı gerçekleştirmeye yönelmişti.
Osmanlı devleti'nin uluslararası varlığını silinmesi ve
onun yerine Türk varlığı olarak yeni devletin geçmesi,
yurdun düşmandan kurtulması için yürütülen savaşa
mümkün olduğunca dış destek bulunması ve, zafere
bir barış ortamı kurulmasıdır.
1920 yılında ilk resmi ilişkiler Sovyet Rusya ile
başlamıştır.
MUSUL SORUNU
Lozan barışı ile açık bırakılan Musul sorunu
dilediğimiz biçimde çözülememiş, ancak 5 Haziran
1926 tarihli Türkiye-İngiltere-Irak Antlaşması ile Musul
ve çevresinin Irak'a bırakılması kabul edilmiştir.
Böylece bugünkü Irak sınırı çizilmiş oldu.
TÜRK-YUNAN ANLAŞMAZLIĞI VE ÇÖZÜMÜ
Yüzlerce yıl, önce Selçuklu, sonra da Osmanlı
yönetimi altında büyük bir hoşgörü içinde son derece
rahat, özellikle ticaret etkinliklerini ellerinde tuttukları
için refah düzeyi çok yüksek olan bu Osmanlı
vatandaşları, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar'ı
desteklemişlerdi.
Bu nedenle yüzlerce yıllık Türk-Rum ortak yaşayışı
artık süremezdi. Ayrıca Yunanistan ileride bu Rumları
tekrar kışkırtabilirdi. Yunanistan'da da oldukça yoğun
bir Türk azınlığı vardı.
TÜRK-YUNAN ANLAŞMAZLIĞI VE ÇÖZÜMÜ
Bu Türklerle, Doğu Trakya'daki ve Anadolu'daki
Rumlar değiş-tokuş edilmeliydi. Ancak Yunanistan, iki
sebeple bu isteğin gerçekleşmesine karşıydı.
Herşeyden önce Türkiye'de Rum varlığının kalması
uzun sürede Yunan siyaseti için olumlu sonuçlar
verebilirdi. Öte yandan, çok sayıda Rum'un
Yunanistan'a gönderilmesi orada önemli ekonomik ve
toplumsal sorunlara yol açacaktı. Çünkü Türkiye'ye
gönderilecek Türklerin sayısı, Türkiye'den gidecek
Rumlara göre daha azdı.
TÜRK-YUNAN ANLAŞMAZLIĞI VE ÇÖZÜMÜ
30 Ekim 1930'da imzalanan Türk-Yunan dostluk
Antlaşması ile oldukça sağlam bir barış ortamı
kuruldu ve değiş tokuş sorunları çözüldü.
Türk-Yunan dostluğu İkinci Dünya Savaşı sonuna
kadar sürdü. 1950 yılından sonra, özellikle Kıbrıs
sorunu nedeniyle, anlaşmazlık havası tekrar geri
geldi.
BOĞAZLAR SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
(MONTRÖ SÖZLEŞMESİ - 20 TEMMUZ 1936)
Karadeniz'i Ege Denizine, dolayısıyla bütün
dünyaya İstanbul ve Çanakkale Boğazları bağlar. Bu
nedenle Karadeniz'de kıyısı olan devletler için
Boğazlar çok önemlidir.
Türkler XIV. yüzyıldan başlayarak boğazlara
egemen olmuşlardır. XVIII. yüzyılda Ruslar
Osmanlıları zorlayarak Karadeniz'e çıkınca Boğazlar
için XX. yüzyıla kadar Ruslarla savaşılmıştır.
BOĞAZLAR SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
(MONTRÖ SÖZLEŞMESİ - 20 TEMMUZ 1936)
Ruslar boğazları ele geçirerek dünya denizlerine
erişmek istemişlerdi. l. Dünya Savaşı sonuna kadar
Türkler Boğazlardaki egemenliğini yitirmemişlerdi.
1918 yılı başlarında Ruslar savaştan çekilmiş ve
boğazlar üzerindeki iddialarından vazgeçmişlerdi.
Ancak Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca
Anlaşma Devletleri Boğazları işgal ederek, ortak
yönetimlerine almışlardı. Sevr Barışı ile Boğazlar
üzerindeki egemenliklerini sürdürmüşlerdi.
BOĞAZLAR SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
(MONTRÖ SÖZLEŞMESİ - 20 TEMMUZ 1936)
Lozan'da Türk temsilcileri boğazlar üzerindeki
egemenliğimizin sınırsız olmasını sağlamak için
uğraştılar. Fakat tam bir sonuç elde edemediler.
Sonuçta italya dışında Lozan Barış Antlaşması'nın
imzacısı olan devletler, Boğazlar sorununu tekrar
görüşmeye başladı, İsviçre'nin Montreaux kentinde
açılan Boğazlar Konferansı 20 Temmuz 1936'da bir
sözleşmenin imzası ile sonuçlandı.
Montrö sözleşmesi ile Lozan'da boğazlara konulan
bütün sınırlamalar kaldırıldı.
BOĞAZLAR SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
(MONTRÖ SÖZLEŞMESİ - 20 TEMMUZ 1936)
Boğazlardan geçiş şu şekilde düzenlendi.
* Savaşta Türkiye tarafsız ise, savaşanların savaş
gemileri ve uçakları boğazlardan geçemeyecekti.
* Türkiye bir savaşa girerse veya kendine yakın bir
savaş tehlikesi karşısında bulunsa boğazları
dilediğine açıp kapamada özgürdü.
* Savaşta ve barışta Karadeniz'de kıyısı olmayan
devletlerin bu denizden geçirebilecekleri savaş
gemileri çeşit, büyüklük ve ağırlık bakımından
sınırlandırılıyordu.
BOĞAZLAR SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ
(MONTRÖ SÖZLEŞMESİ - 20 TEMMUZ 1936)
Bu Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin güvenliği
açısından gerekliydi. Montrö sözleşmesinin süresi
dolduğu halde, taraflardan hiçbiri değişiklik önerisinde
bulunmamıştır. Bu sözleşme günümüzde de
geçerlidir.
HATAY SORUNU VE ÇÖZÜMÜ
Hatay, Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında
İngilizlerce işgal edilmiş, daha sonra Suriye ile birlikte
Fransızlara devredilmişti. İskenderun ile Hatay,
Suriye'nin bir parçası olarak Fransız mandası altına
konulmuştu.
Fransızlar 20 Ekim 1921'de TBMM ile imzaladıkları
Ankara Antlaşması ile savaşı bitirmişlerdir. Bu
antlaşma ile Suriye sınırı, İskenderun, Hatay dışında
çizilmişti.
HATAY SORUNU VE ÇÖZÜMÜ
Ancak 1936 yılında Fransa, Suriye ile bir antlaşma
yapmıştır. Bu antlaşmanın yürürlüğe girmesi ile Hatay
da Suriye'ye katılmış olacaktı.
Türk Hükümeti Hatay'ın bağımsızlık kazanması
konusunda ısrar edip sorunu uluslararası kuruma
götürmüştür. İngiltere'nin de arabuluculuğuyla 24
Ocak 1937'de imzalanan bir Türk-Fransız
Antlaşmasına göre Hatay'ın Suriye'den ayrı bir
siyasal varlık olduğu, yarı bağımsız bir niteliğe sahip
bulunduğu kabul edildi.
HATAY SORUNU VE ÇÖZÜMÜ
Hatay'ın yarı bağımsızlığının gecikmesi ile burada
büyük olaylar çıktı. Atatürk'ün hayatının son
günlerinde Hatay Parlamentosu oluşmuştur.
Parlamentonun başkanlığına Abdülgazi Türkmen ile
devlet başkanlığına Tayfur Sökmen seçilmişlerdir.
23 Haziran 1939'da Fransa ile Türkiye arasında
yapılan bir anlaşma ile Hatay'ın Türkiye'ye katılması
kabul edilmiştir. Hatay parlamentosunun da Türkiye
ile birleşme kararı vermesi, sorunu bütünüyle
çözmüştür.
1938-1950 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE
CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ
Atatürk'ün ölümünden kısa bir süre sonra İkinci
Dünya Savaşı patlak verdi. Cumhuriyet hükümetleri
savaş dışında kalabilmek için bütün çabalarını
harcamışlardır.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
1938 yılında Almanya, Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonra kurulan Çekoslovakya'nın büyük bölümüne
sahip çıkmış, bölgede kendine bağlı bir yönetim
kurmuştur.
1939'a varıldığında, İtalya da fırsattan yararlanarak
Arnavutluk'a saldırmıştı. Faşist diktatör Hitler ile
Komünist diktatör Stalin, Polonya ve Baltık yöresini
bir anlaşma ile paylaştılar (23 Aralık 1939).
Polonya'ya güvence vermiş olan İngiltere ile Fransa 3
Eylül'de Almanya'ya savaş ilan ettiler.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Böylece birincisinden çok daha acılı İkinci Dünya
Savaşı başlamış oldu. Hitler 1940 yılında Norveç ve
Danimarka'yı işgal ettikten sonra Belçika'yı, Hollanda
ve Lüksemburg'u da alarak Fransa üzerine
yüklenmiştir.
22 Haziran 1949'da Hitler Fransa'yı aldı. Almanlar
bundan sonra İngiltere ile savaşa tutuştu. Hitler,
Yugoslavya'yı ve Yunanistan'ı da işgal etti (1941).
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI
Polonya ve Saltık sorununu amacına uygun biçimde
çözen Almanlar Sovyetler'e saldırmakta
duraklamadılar (1941 Haziran ayı).
1940 sonlarında Almanya-İtalya bağlaşmasına
Japonlar da katılmıştı. Almanlar'ın Sovyetler Birliği'ne
savaş açması, bu devleti İngiliz-Amerikan ortaklığına
itti.
1944 yılında İtalyanlar artık savaşın sonuna
gelmişlerdi. Almanlar işgal ettiği yerlerden çıkarıldı.
Sovyetler doğudan, İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar
batıdan Almanya içlerine ilerliyorlardı.
SAVAŞ SIRASINDA TÜRKİYE'NİN SİYASETİ
Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasında 19 Ekim
1939'da "Karşılıklı Yardım Antlaşması" imzalandı. Bu
antlaşmaya göre Akdeniz'de Balkanlar'da taraflardan
biri savaşa girerse, diğerleri ona yardım edecekti.
Türkiye ile Sovyetler Birliği 1925 yılında saldırmazlık
paktı imzalamışlar ve bunu 1929'da yenilemişlerdi, iki
devletle yaptığı 1939 Antlaşmasına, 'Karşılıklı
Yardımın" Türkiye'yi Sovyetlerle bir savaşa
sürükleyemeyeceğini öngören bir hüküm eklenerek
kendisini o bakımdan güvenceye almıştı.
SAVAŞ SIRASINDA TÜRKİYE'NİN SİYASETİ
Büyük savaşlardan, felaketlerden yeni kurtulmuş
Türkiye, tekrar bir tehlike içine atılamazdı. Rusya
üzerine saldıracağı sırada Türkiye’den bir tehlike
gelmemesine özen gösteren Hitler de 18 Haziran
1941'de bizimle bir saldırmazlık paktı imzalayarak
Balkanlar'daki konumunu güvence altına almıştır.
SAVAŞ SIRASINDA TÜRKİYE'NİN SİYASETİ
Almanlar'ın hızını kesmek ve muhtaç olduğu
malzemeleri kısa yoldan elde etmek için Sovyetler,
Türk-İngiliz-Fransız antlaşmasına dayanarak
Türkiye'nin savaşa girmesini istemeye başlayınca
İsmet İnönü, bir yandan Türk-Alman saldırmazlık
paktını ileri sürerek, öte yandan modern savaş araç
ve gereçlerinden yoksun bulunduğunu söyleyerek
ülkeyi savaş felaketinin dışında tutmayı başarmıştır.
SAVAŞ SIRASINDA TÜRKİYE'NİN SİYASETİ
Türkiye'nin savaşa girmemesi, Sovyetler Birliği'nin
işini zorlaştırmıştı. Bu nedenle Sovyetler ilk önce
1925'ten beri yürürlükte olan saldırmazlık
antlaşmasını tek yanlı olarak ortadan kaldırdı (1945).
Bir süre sonra da Boğazlar rejiminin değiştirilmesini,
kendisi ve Türkiye tarafından ortaklaşa savunulmasını
öneren notayı gönderdi. Amerika'nın ve İngiltere'nin
Sovyetler'in karşısına dikilmesi ile Türkiye bu son
bunalımı da başarı ile atlattı.
1950-1995 ARASINDA TÜRKİYE
CUMHURİYETİ'NİN DIŞ SİYASETİ
1945-1946 yıllarındaki Sovyet bunalımı karşısında
Türk hükümetleri güvenliğimizi Batılı devletlerle
işbirliği yapmakta aramışlardır.
İkinci Dünya Savaşından sonra, Doğu Avrupa'yı
adeta istila eden ve genişleme eğilimi gösteren
Sovyetler Birliği'ne karşı, Batılı devletler bir savunma
birliği kurmuşlardır (4 Nisan 1949). "Kuzey Atlantik
Savunma Antlaşması" adı verilen bu kısaca NATO
olarak adlandırılan bu birlik Sovyet genişlemesinin
durmasını sağladı.
1950-1995 ARASINDA TÜRKİYE
CUMHURİYETİ'NİN DIŞ SİYASETİ
1950'den sonraki Demokrat Parti iktidarı bu
antlaşmaya Yunanistan ile birlikte girmeyi başararak
güvenlik konusunda önemli bir adım attı (10 Şubat
1952).
Batı Avrupa ülkeleri kendi aralarında işbirliği
yaparak, Avrupa'yı demokratik değerlerin işlediği bir
ülkeler topluluğu haline getirmek, insan haklarını,
özgürlüklerini el birliği ile korumak için "Avrupa
Konseyi'ni kurdular (5 Mayıs 1949).
1950-1995 ARASINDA TÜRKİYE
CUMHURİYETİ'NİN DIŞ SİYASETİ
Türkiye bu kuruluşa 17 Aralık 1949 tarhinde girdi.
Avrupa Konseyi'nin kurucu devletleri aralarındaki
işbirliğini genişleterek ilk önce ekonomik alanda bu
ülküyü gerçekleştirmişler ve Avrupa Ekonomik
Topluluğu'nu kurmuşlardır (25 Mart 1957).
Bu topluluk pek çok alt kuruluş ile birlikte "Avrupa
Topluluğu" üst kavramına erişti (AT). Avrupa Konseyi
üyesi olan Türkiye, AT'ye tam üye olabilmek için
çalışmaktadır.
ATATÜRK İLKELERİ
VE
İNKILAP TARİHİ
http//www.emu.edu.tr/tbgokturk
TURGAY BÜLENT GÖKTÜRK 3.2
Download