Oğuz NY. Meslek Etiği ve Eğitimi. Mühendislik Mimarlık Eğitimi

advertisement
PANEL: MESLEK ETİĞİ ve
EĞİTİMİ
Başkan: Kaya GÜVENÇ (TMMOB YK Üyesi)
Panelistler: Doç. Dr. Yasemin OĞUZ, Haluk ZELEF,
Prof. Dr. Haldun ÖZAKTAŞ
22 Ekim 1999 Cuma, Saat: 17.00
Kaya GÜVENÇ: TMMOB'nin 35. Dönemi felaketlere dönüşen doğal afetlerle başladı. Son birkaç ay içinde anılması bile insanı rahatsız eden birkaç olaya bakalım: Bursa'da bir okulun parapet duvarı çöküyor, Misis-Ceyhan depreminde binalar yıkılıyor, trafik kazasında bir otobüs cayır-cayır yanıyor, Batı Karadeniz'de sel suları yerleşim alanlarını yok ediyor ve nihayet Marmara Depremi yaşanıyor. İnsanlar can veriyor. Yaşam tahrip oluyor. Çevre tahrip oluyor.
Bu felaketler, genellikle kamuoyunda çok da iyi tanınmayan bir meslek alanını, mühendislik ve mimarlığı tartışma gündemine oturttu. Mühendislik sorgulanmaya başlandı. Mühendislerin sorumluluğu tartışılmaya başlandı. Meslek
ahlakı yeniden gündeme geldi. Dünyada da mühendislik etiği tartışmaları esas
olarak önemli felaketlerden sonra gündeme geldi. Mesleki etkinliklerdeki karar
süreçlerine temel oluşturan değerler sorgulanmaya başlandı.
Bugünkü Panelimiz de, mühendisliğin temel konuları araşma giren etik ve
etik eğitimini irdelemeye çalışacak.
TMMOB'nin bu alanda yaptığı çalışmalara ilişkin de bir sunuş yapılması
gerekiyordu. Bana da hem panel yöneticiliği hem de sunuculuk görevi verildi.
Kısaca TMMOB'nin çalışmalarını özetleyeceğim. TMMOB'nin bilebildiğim kadarıyla 1908'lere kadar giden mühendis ve mimar örgütlerinde meslek ahlakı kavramı ilk olarak TMMOB yasasında yer almaktadır. Himmet Ölçmen'in
20 Haziran 1951 tarihli yasa teklifinin gerekçesinde "mesleki ahlakın kurulmasının ve yükselmesinin sağlanması ve kötü niyetli, iktidarsız teknik elemanlara
cemiyet tarafından inzibati cezalar tatbiki suretiyle iyi iş görülmesinin temin
edilmesi" yer almaktadır. TMMOB yasası da "Mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının... birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakım korumak için gerekli
gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmayı" amaçları arasında saymaktadır.
Daha sonra çeşitli çalışmalar var, 1956 yılında yapılan bir çalışma var,
11
TMMOB tarafından. Ama bunlar zaman-zaman yapılmış ama ön plana çıkmamış çalışmalar.
Örnek olarak Disiplin Yönetmeliğini vereyim. Giriş bölümünde şöyle söylenmektedir: "Her meslek meşru bir zeminde var olur ve uygulanır. Bu nedenle
her mesleğin bir etiği vardır. Meslek etiği meşru zemini ülke ve toplum yaran
önde tutularak uygulanmalıdır. Meslektaşların (TMMOB Üyelerinin) varlıkları
güvenceleri buna bağlıdır. Bu güvence ve var olma süreci tüm TMMOB Üyeleri
adına Toplum-Üye, Üye-Oda ve Oda-TMMOB ilişkisi içinde netleştirilmelidir."
Mimarlar Odası Yönetmeliğinin değiştirilmesi yönündeki bir çalışmada
açık bir biçimde "doğal ve kültürel mirasın korunması ve toplum yararının önceliği" dile getiriliyordu.
Esas çalışmalardan bir bölümü de bundan yaklaşık üç yıl önce başlatıldı.
Bu çalışma FEANI ile yani Avrupa Mühendis Örgütleri Federasyonuna üyelik
meselesiyle birlikte gündeme geldi. Bu arada İnşaat Mühendisleri Odasının ECCE, Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi ile olan ilişkilerinde ön plana çıkmaya
başladı. Konu ayrıca iki yıl kadar önce Makine Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından düzenlenen Tesisat Mühendisliği Kongresi'nde de geniş bir biçimde tartışıldı.
TMMOB'nin bu dönemdeki Mühendislik Mimarlık Kurultayı çalışmalarında meslek etiği konusunun daha kapsamlı bir şekilde ele alınması kararlaştırdı.
Bu amaçla önce iki atölye çalışması yapıldı; bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon çalışmasının raporu ve mesleki davranış kurallarının ilk taslağı, bir kitapçık haline getirildi ve bu kitapçık hem üyelerimize hem de bütün üniversitelerimize (72 üniversitemiz) gönderildi. Bu alanda yine web sayfası altında bir
tartışma bölümü açıldı, bu tartışma sayfasına şu ana kadar toplam 11 üniversitemizden ve yaklaşık 30 kadar bölümden görüşler ve öneriler geldi. Taslak ile ilgili çalışmalar sürmektedir. Tartışmayı sürdürüyoruz ve sizlerin katkılarını bekliyoruz.
Bugün panelde meslek etiğinden çok mühendis ve mimarlık eğitiminde etik
eğitimini tartışmak istiyoruz. Dersler diye sınırlamak istemiyorum, etik eğitimi
diye genelleştirmek istiyorum. Tartışacağımız konular bir hayli geniş; ama bir
çerçeve olsun diye ben arkadaşlarıma da bazı ipuçları verdim. Neyi tartışabiliriz? Etik eğitimi gerekli mi? Böyle bir eğitimin amacı ne olmalıdır? Kapsamı ve
çerçevesi ne olmalıdır? Kapsam ve çerçevede belki şunu anımsatmakta yarar
var; Avrupa'da özellikle son iki yıldan bu yana SEFI, yani Avrupa Mühendislik
12
Formasyonu Birliği adı altındaki bir dernek, bu alanlarda yoğunlaşmış bir kuruluş, bu kuruluşun bir konferansına TMMOB katıldı, görüşlerini dile getirdi.
Avrupa Konseyi çerçevesinde bir çalışma yapılıyor. Bu çalışmalardan da
yararlanarak çıkan bazı görüşler var, bazı katılımcılar şunu söylüyor: "mesele
felsefi bir meseledir, onun için ağırlıklı olarak felsefi yön tartışılmaktadır." Bazı
katılımcılar ise, konuyu daha çok, bilim, teknoloji, toplum çerçevesi adı altında,
1980'lerde Amerika'da başlayan bu çerçeve içinde ele almak istiyorlar.
Bunun dışında bir dizi soru var; "Bu dersler seçmeli mi, zorunlu mu olmalıdır? Bu dersler kaçıncı sınıflarda okutulmalıdır, kaç saat olmalıdır?" gibi çok
pratik sorunlarımız var. Yabancı dilde eğitim verilen yerlerde, etik dersleri acaba yabancı dille verilebilir mi? Ders araçları neleri kapsayabilir? Bu soruları çoğaltmak tabii ki mümkün. Mühendislik örgütlerinin rolü konusunda arkadaşlarımızın görüşlerini almak isteyeceğiz. Panele katılan üç arkadaşımız da Türkiye'de bu alanda eğitim veren, ders veren hocalarımızdır. Kendi deneylerini aktarmalarını diliyoruz. Bu eğitime nereden, nasıl başladılar? Şu anki öğrencilerin
tepkileri ne oluyor? Seçmeli derslerde seçme oranı ne oluyor? Bu ve benzeri konularda deneyimlerini alacağız.
Panele katılan arkadaşlarımızı ben soldan sizlere tanıtmak istiyorum. Haluk
Zelef arkadaşımız; ODTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu. İngiltere'de teori ve tarih alanında yüksek lisans yaptı, 1993 yılında ODTÜ doktora programına katıldı, mimarlık teorisi ve etik alanında çalışmalarını sürdürüyor.
Hemen yanında Dr. Yasemin Oğuz arkadaşımız. Kendisi meslek dışından,
Tıp Fakültesi mezunu. Tıp etiği ve Tıp tarihi doktora programını bitirdi. ODTÜ
Sosyolojide de yüksek lisansını yapıyor, halen Ankara Üniversitesinde ve ODTÜ'de Haluk Zelef arkadaşımızla birlikte mimarlık bölümünde ders veriyorlar,
etik ile ilgili.
Sağımda oturan arkadaşımız ise; mühendislik alanında, benim bildiğim kadarıyla en geniş çalışmayı yapan arkadaşımız yer alıyor. Haldun Özaktaş Bilkent
Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünde öğretim üyesi. Beş yıldır, bilim,
teknoloji ve toplum dersi veriyor.
Bizim saptamalarımıza göre şu anda ODTÜ Maden Mühendisliği bölümünde de bu dersler veriliyor. Bir de bizim yaptığımız bu çalışmaya yanıt olarak gelen bir notta İstanbul Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde de meslek etiği derslerinin verildiğini biz öğrenmiş olduk.
Programımızı şöyle sürdürmeyi düşünüyoruz. Arkadaşlar 15-20 dakikalık
konuşmalarla deneyimlerini ve görüşleri bize aktaracaklar; yarım saat kadar sü13
reyi tartışmaya, görüş ve sorularınıza vereceğiz.
Yasemin OĞUZ arkadaşımızla başlıyoruz. Buyurun.
Dr. Yasemin OĞUZ- Benim tanıtıldığım gibi burada olmam sizlerce de biraz garip karşılanmıştır. Ben de kendimi bir garip hissediyorum zaten bu salonda.
Ben bir tıp doktoruyum ve tıp etiği üzerine uzmanım. Ülkemizde tıp etiği
de, mühendislik ya da mimarlık etiğinin şimdi olduğu gibi, çok yeni bir alan; dolayısıyla bu etiğin eğitimini alırken oldukça kapsamlı bir yol takip ediliyor. Eğitimimin kapsamında felsefe, bilim tarihi, genel tarih, sosyoloji, antropoloji gibi
alanlar ve klasik diller (Latince, Yunanca ve Osmanlıca) bulunuyor. Böyle bir
formasyondan geliyorum. Burada bulunuş sebebim de, felsefenin bir alam olan
etiğin sonraki yıllarda ortaya çıkmaya başlayan bir alt alanı olan uğraş etikleri
konusunda uzman olmam ve bunun ilk uygulamalarım tıp etiği alanında yapmamız.
Tabii tıp etiği alanında çalışmak nasıl oluyor da bana burada konuşma hakkını verebiliyor; bunu herhalde biraz temellendirmem gerekir; çünkü ben mankenlik etiği alanında da çalışıyor olabilirdim, o zaman da burada bulunmaya
hakkım olacak mıydı, bu soruyu kısaca yanıtlamak istiyorum. Tıp etiği alanındaki uygulamaların bir uğraş etiği alam olarak mühendislik etiği alanına
yansıtılabileceğini düşünüyorum.
Bu savımı temellendirmek için size bir kavramdan söz edeceğim; bu,
"tekhne" kavramı. Sözcük kuşkusuz kulaklarımıza yabancı değil; teknoloji sözcüğünün kökenini oluşturan bu sözcüktür. Eski Yunan'da herhangi bir iş, üretim
yapmak, oluşturmak, değiştirmek anlamında kullanılıyordu. Plato gibi Eski Yunan felsefecileri tarafından felsefeden, yani düşünce üretmekten daha alt düzeyde bir iş olarak tanımlanıyor tekhne; çünkü tekhneye sahip olanlar, işi bedenleriyle ve elleriyle yapıyorlar. Bizim gibi, yani doktorlar gibi, mühendisler gibi,
mimarlar gibi. Eski Yunan'da bu kavram biraz daha geniş; "kahinler" de tekhne
sahibi sayılıyor. Tekhneye sahip olanlar Eski Yunan'da tanrısal işler yapıyorlar;
örneğin, benim mesleğimin atası olan Aesculapius tekhneye sahip bir insan ve o
kadar çok şey biliyor ki, o kadar büyük bir yaratma yeteneğine sahip ki, o kadar
araştırmacı, öğrenmeye eğilimli ve sanatkâr ki, sonunda hırsa kaptırıyor kendisini ve ölüleri diriltmeye başlıyor; o zaman da Zeus'un yıldırımlarından kendini
kurtaramıyor.
Burada görüyoruz ki, tekhne ona sahip olan insanı sarhoş edebilen, onu ölçüsüzlüğe itebilen bir yetenek. Tekhne hem bir kurtuluş, hem ölüm, hem sorun,
14
hem çözüm, hem doğaya karşı bir şey, hem doğanın hizmetinde bir şey, hem kötülükleri saklamakta kullanılabilir, iktidara yardım edebilir, hem de iktidarı yıkabilir; bunların hepsini onu kullanarak yapabiliriz.
Bir başka örnek, bu da sizin alanınızdan; tanrıların Olympos'daki evlerini
yapan biri bu, onlara görkemli silahlar üreten biri, Zeus için yıldırımlar döven
biri, ya da Olympos'un madenlerini işleten biri. Hephaistos'tan söz ediyorum,
tekhne sahibi bir kişi, ama Tanrı olmasına karşın o da, Tanrıların gazabından kurtulamıyor; Prometeus'u dağlara zincirliyor, sonra da oturup insanın yazgısına
ağlıyor, tıpkı bizim depremin sonrasında ağladığımız gibi.
Daidalus'tan söz edebiliriz. Labirentten kurtulmak için kanatlar yapan, oğlu İkarus'a bu kanatları takan İkarüs kendini hırsa kaptırıp güneşe doğru uçup öldüğünde yaptığı işe çok üzülen Daidalus'tan bahsedebiliriz. Daidalus da bir mühendis, mimar, tasarımcı; işte onun için ben burada bulunma hakkını kendimde
buluyorum. Siz mimarlar, mühendisler ve biz hekimler, hepimiz tekhne teknesinde gönüllü forsa olarak topluma, insanlara hizmet etmeye çalışıyoruz ve hepimiz tekhne etiğine bağlıyız. Tekhne kavramı ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek ve onu daha derinlemesine anlamak isterseniz, Prof. Dr. Ahmet İnam'in
"Teknoloji Benim Neyim Oluyor?" adlı eserindeki ilgili bölümü okumanızı öneririm.
Haklı çıkarmam ne kadar kabul edildi bilmiyorum; ama bu noktada "etik"
sözcüğüne değinerek devam etmek istiyorum. Etikle ilgili söyleyeceklerim aslında doğrudan sizin mesleğinizin etiğiyle ilgili olmayacak, daha çok "etik nedir" ve "etik eğitimi nasıl bir şeydir?" konuları üzerinde duracağım. Kendi alanınız için çıkarımlar yapmak tabii ki bu uğraş alanından gelen sizlere kalacaktır.
Etik, felsefenin bir alt alam, değerlerle ilgili bir alandır. Bu alanda biz "iyi
nedir? kötü nedir? doğru nedir? (kuşkusuz burada sözü edilen doğru, insan davranışları açısından doğrudur; mantıksal doğrular konumuzun dışındadır.) yanlış
nedir? mutlak iyi ya da mutlak kötü var mıdır?" sorularının yanıtlarım arıyoruz.
Son yıllarda etik bir Rönesans geçiriyor, onun alt alanlarından biri ise, neredeyse etiğin kendisinin önüne çıkıyor, buna "uğraş etikleri" adı veriliyor.
Tarihsel açıdan baktığımızda uğraş etiklerinin en eskilerinden birinin tıp
etiği olduğunu görüyoruz. Bu noktada 2500 yıl önce tıbbın değerler evrenini ortaya koyan Hipokrat'ı anmak gerekiyor. Adı konulsun konulmasın her uğraş alanının bir değerler evreni vardır ve bunun uygulamaya yansıyan bir yüzü bulunmaktadır; biz buna o alanın etiği diyoruz. Burada konunun bu yönünün araştırmasına giremeyeceğim, ama kanımca etik eğitimi ve bir alanın etiği konuşulur15
ken araştırılması gereken şey, o alanın hangi değerler üzerine kurulu olduğudur.
Burada bir ayrımı gündeme getirmek istiyorum. Aslında bu ayrım birkaç
yönlüdür; ama ben, biri üzerinde duracağım. Sözünü ettiğim etikle ahlak arasındaki ayrımdır. Genellikle günlük konuşmada biz etiği ahlak yerine, ahlakı da etik
yerine kullanıyor ve bundan bir rahatsızlık da duymuyoruz, oysa aralarında çok
önemli bir fark var ve bu önemli farkı saptamamak, bu farka göre bir düzenleme yapmamak etik alanının eğitimini de olanaksız hale getirebilir.
Etik; doğru ve yanlış davranışın teorisidir, yani kuramıdır; ahlak ise onun
pratiği yani uygulamasıdır. Bu nedenle, örneğin, ahlaki ilkelerden söz edemeyiz;
etik ilkelerden söz edebiliriz. Ama etik bir davranıştan söz edemeyiz, örneğin
"bu mühendis burada etik davranmamış" diyemeyiz; ahlaki bir davranıştan söz
edebiliriz. Dolayısıyla burada da mühendislik ve mimarlığın ahlakından söz edemeyeceğiz, etiğinden söz etmemiz gerekir; ama bir mühendisin ya da bir mimarın ahlakından söz edebiliriz. Ancak niteç olarak ahlaklı sözcüğü "etik" (ethical)
anlamına da gelmektedir.
' Genel olarak mühendislik ya da mimarlık etiği bu meslek alanlarının değerlerini incelemeye ve onları ortaya koymaya yöneliktir. Örneğin mimarlık etiği
dersini Haluk Zelef'le verdiğimizde Vitruvius'un koyduğu birtakım değerleri
gündemlemiştik. Neydi bunlar? Sağlamlık, Kullanışlılık, Estetik. Eğer bu noktadan çıkarak, şimdi sözünü edeceğim bir başka kavramı, deontolojiyi üreteceksek, koyduğumuz kuralların bu değerleri koruması, en azından bunu amaçlaması
gerekir. Bir mühendislik ya da bir mimarlık öğrencisine "sen şöyle davran,
şöyle davranma" dediğimizde ve o, "davran" dediğimiz biçimde davrandığında
bu değerlerin korunması gerekir. "Davranma" dediğimiz şekilde davrandığında
ise, bu değerlerin zedelenmesi beklenir.
Ayrıca, şunu da belirtmek gerekiyor; ahlakın belli bir izdüşümü vardır; yani
belli toplumlar belli değerleri benimserler ve bunları koruyabilecek normları
üretirler. Bu normlara göre davrananlara ahlaklı davranıyor derler, bu normlara
uymayanlara ahlaklı davranmıyor ya da ahlaksız derler.
Bir de bu terimlerin olumsuzları ile üretilen niteçler vardır, bunları gündeme getirmek de bize açılım sağlayabilir. Örneğin İngilizce'de etikdışı (unethical)
dediğimizde, sanayi hırsızlığını anlayabiliriz; çünkü bu, şirketler arasındaki güveni zedeleyen bir davranıştır ve mesleğin değerlerini zedeler, mesleğin yapılmasını güç hale getirir. Ahlaksız davranış (immoral) dediğimiz zaman malzemeden çalmayı ya da bir hekimin ziyaret etmediği hastadan vizite ücreti almasını
anlayabiliriz. Bir de ahlakla ilgisi olmayan anlamında ahlakdışı (amoral) terimi
16
vardır ki etikdışı ile karıştırılabilir. Örneğin sokağa pisleyen bir köpeğe biz ahlaksız diyemeyiz; çünkü bu ahlakla ilgisi olmayan bir davranıştır, bu davranışı
ahlak terimleriyle düşünemeyiz.
Etikle ahlak arasındaki ayrımı bu konudaki sorunlara baktığımızda da açık
olarak görebiliyoruz. Etik sorunlar açık uçlu sorunlardır, yani bir etik sorunla
karşılaştığımızda biz nasıl davranırsak davranalım, mutlaka bazı değerleri harcamak zorunda kalırız; çünkü etik sorunlarda iki değer çatışır ve bunlardan birini
seçtiğimiz zaman mutlaka öteki değerden vazgeçiyoruz ya da onu bir ölçüde
zedeliyoruz demektir. Etiğin insanlara verebileceği bilgi de en çok değer koruyan ya da en az değer harcayan davranış biçimine onları yöneltmektir; oysa ahlakta daha kolay bir konumumuz vardır. Bir referans noktamız olabilir, en azından topluma bakabiliriz, ya da mesleğin etik diye isimlendiren, ama aslında deontolojik olan koduna bakabiliriz; neleri yap diyor, neleri yapma diyor, buna bakabiliriz. Ahlakla ilgili sorunlar daha kapalı uçlu olabilir; ama ikisinin ortak yanları da vardır. Hiçbir insan ahlaki ve etik sorunlardan kaçamaz. Seçimin olmadığı
yerde ahlaki olmaktan söz edilemez ve bu sorunlar hiçbir zaman bilimsel bir
kesinlikle çözülemez. Bu konuda burada daha çok şey söyleyebilirim; ama bu
kadar yeterli diye düşünüyorum.
Mühendislik, mimarlık eğitimi içinde alınacak etik eğitimi nasıl olabilir?
Her eğitim belirli bir amaca yönelir; dolayısıyla mimarlıkta ya da mühendislikte
etik eğitimi verilecekse, bu eğitimin neyi amaçlayacağını düşünmek gerekir. Bu
konudaki kişisel görüşüm ve tıp alanında edindiğim deneyim, hiçbir eğitimin bir
insanı, ahlaklı bir insan yapamayacağı yönündedir. Siz bir ders vereceksiniz ve
bütün insanlar doğru davranışları yapacaklar, çok ahlaklı insanlar olacaklar,
böyle bir şey yok; çünkü eğitim ve öğretim farklı içeriklerde de olsa bilgi aktaran bir süreçtir. Hiçbir eğitim doğruyu bilmekle doğruyu yapmak arasındaki boşluğu tek başına dolduramaz.
Etik eğitimine başlamadan önce şu sorulara yanıt vermemiz gerekir: ahlak
öğretilebilir mi, yani etik eğitimi verilebilir mi? Belki şöyle bir başlangıç yapılabilir; felsefenin içinde etik, insan kişiliğinin ve davranışının doğruluğu ve yanlışlığı konusunda formel, sistematik, eleştirel bir düşünme etkinliğidir ve etik
eğitiminin bu eğitimi alan bir insana verebileceği de budur. Bir etik ikilemle karşılaştığında, bu ikilemi tanımak, bunu öteki sorunlardan ayırmak; örneğin etik
bir sorunu bir iletişim sorunundan ayırmak ve bunun üzerinde sistematik olarak
düşünebilmek.
Bir parantez açarak şunu söyleyebilirim: başta sözünü ettiğim tekhne kü17
meşindeki uğraşlar aslında yararcı etkinliklerdir; yani bir amaca ve yarar elde etmeye yöneliktirler. Bu alanda eğitilen kişilere hiçbir etik eğitimi verilmese bile,
aldıkları teknik eğitim onları bir tür sonuçsalcı etik yaklaşım olan yararcılığa yöneltecektir. Onlar sonuca bakarlar; sonuç iyiyse her şey iyi diye düşünürler. Sağduyu da böyle çalışır, yani mesleki eğitim verdiğinizde uğraş kişisinin sağduyusu, sonuç iyi ise her şey iyidir sonucuna ulaşır. Bu düşünme biçimi teknik eğitim sayesinde oluşur; oysa etik ikilemler karşısında çok farklı biçimlerde de düşünebiliriz. Her zaman sonuç iyi olduğunda her şey iyi olmayabilir; örneğin niyet kötü, sonuç iyi olabilir. Bu acaba doğru bir davranış olarak kabul edilebilir
mi?
Çok kısa olarak iki, üç noktaya değineceğim ve bitireceğim. Bir tanesi şu:
her eğitim o eğitimi alan kişide belli bir şeyi değiştirmeyi amaçlar; acaba bir uğraş etiği eğitimi neyi amaçlayabilir, neyi değiştirebilir? Bence değiştireceği en
önemli şey, bir etik sorunla karşılaştığında, öğrencinin, kendi düşünceleri ve değerleri ile uğraşının değerleri arasında hesaplaşma yapma ile ilgili tutumudur;
çünkü genelde bu hesaplaşmayı yapmak, uğraş eğitiminin içinde kazanılan bir
beceri değildir. Bu hesaplaşma ancak, belli bir düşünme pratiğinin yöntemi öğretildiğinde başlayan bir düşünme sürecidir. Ben nasıl düşünüyorum? Hangi değerlerle düşünüyorum? Bir başkası nasıl düşünebilirdi? Benim bu düşünmeme
nasıl bir eleştiri yöneltilebilirdi? Etik eğitimi bu düşünme yöntemini kazandırabilir.
Davranışta bir değişiklik isteniyorsa, bu ancak modelleme yöntemiyle olabilir; yani o uğraşın daha önce eğitimini almış, uygulamasını yapmakta olan kişiler doğru davranışları, arkadan gelen, bu eğitimi alan kişilere modelleyecekler.
Davranış değişimine yönelik bir eğitim; ancak bu yolla verilebilir.
Üçüncü nokta, yine eğitimle ilgili; bir eğitim verdik; bu eğitimi nasıl değerlendireceğiz? Bu çok zor bir soru; burada buna öyle kendinden çok emin bir cevap veremeyeceğim; çünkü etik eğitiminde üzerinde uzlaşılmış bir değerlendirme sistemi bulunmamaktadır. Önerilen ve kullanılan değerlendirme yöntemlerinden birincisi; eğitimi alan kişilere eğitim almadan önce örnek bir olay ya da
durum verip bunun analizini yapmalarını istemektir. Eğitim tamamlandıktan
sonra öğrenciden, aynı örnek olay üzerinde yeni bir değerlendirme yapması istenir ve öğrencinin yaptığı bu iki değerlendirmenin, değerlendirmelerden hangisinin eğitim alınmadan önce, hangisinin eğitim tamamlandıktan sonra yapıldığını
bilmeyen eğitmenlerce değerlendirilmesi sağlanır. Onlar eğer, arada olumlu bir
fark saptarlarsa, bir gelişme görürlerse, eğitim başarılı olmuştur diye düşünü18
lebilir. Ancak bu yöntem eğitim sürecinin kendisini değil, öğrencinin ul aştığı
etik bilgi düzeyini ölçen bir yöntemdir.
Bir başka değerlendirme yöntemi ise; eğitimin sonunda öğrenciye bir problem sunmak, onun bu problemi çözerken kaynaklan nasıl kullandığına, etik yaklaşımı ve ilkeleri bilip bilmediğine, ahlaki seçimini doğru biçimde temellendirip
temellendiremediğine yönelik bir inceleme yapmaktır.
Son olarak bir uğraşın etik eğitimi en iyi nasıl yürütülebilir diye soracağım.
Bu soruya ancak mesleğin içinden gelenler yanıt verebilirler; onun için ben konuşmamı burada bitirmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN- Biz teşekkür ediyoruz. Mimarlık alanında siz de Yasemin Hanımla çalışıyorsunuz, buyurun efendim.
Haluk ZELEF- Zamanımızı paylaştığımız gibi Yasemin Hanımla, bu ders
çerçevesinde birçok düşünceyi de beraber paylaştık, bu konuşmamızda bir şekilde bir paylaşımın ürünü, devamı olarak değerlendirilebilir.
Konuşmam başlıca üç konu üzerine odaklaşacak; bir tanesi; bu
TMMOB'nin hazırlamaya çalıştığı davranış kuralları üzerine, mimarlık disiplininden gelen katkılar acaba ne olabilir gibi bir düşünce.
İkincisi; bu farklı anlamların, yani mimarlıkta farklı etiğin, farklı bağlamlarda kullanılmasından mimarlık eğitimi nasıl bir kazanç sağlamaktadır veya mimarlık eğitiminde bu alanlara nasıl yayılmaktadır bu etik düşünce.
Üçüncüsü; bu bağlamda ben, kendi deneyimimizi aktardığımız gibi yurt dışındaki deneyimlerden de bahsetmek istiyorum. Son olarak da, ODTÜ'de Sayın
Yasemin Oğuz ile birlikte verdiğimiz dersin detaylarını versem, belki işin operasyonu açısından da birtakım konuları açmak için fırsat olabilir.
Öncelikle, "mimarlık, etik için acaba farklı bir şeyler söyleyebilir mi?" diye bir sorudan yola çıkıyorum. Mimarlık, sanıyorum, kendi aktivitesinin zengin
boyutları nedeniyle etik tartışmalara farklı açılımlar sağlayabilir; çünkü mimarlığın tarihsel, sembolik, sanatsal birtakım değerleri var ve bunlar mimarlığı özgün bir noktaya yerleştiriyor. Mimarlıktaki etiği biz, bir şekilde yapılacaklar ya
da yapılmayacaklar listesi haline getirirsek, hem konuyu daraltmış olacağız, hem
de bunu rutinleştireceğiz ve mimarlar ya da öğrenciler için bu sadece böyle başvurulacak, kendileri dışında bir merciin karar verip pasif olarak uygulayacakları bir nokta olma riskini taşıyor.
Bu konuyu tabii biz, mimarlar demekle eğer, planlama, restorasyon gibi disiplinleri de içine alacak olursak, oldukça farklı açılımlar sağlayabiliriz zannedi19
yorum.
Mimarlıkta etik konusu acaba ne anlamlara gelmektedir? Mimarlık bilgisiyle, mimarlık pratiğinde bu konu çok fazla tartışılıyor. Birkaç sene önce bir
toplantı yapıldı; "Kimlik, Meşruiyet, Etik" başlıklı. Ankara'daki bu toplantıda
başlıca dört problem grubu gözlemledik. Birincisi; bina üretim sürecinin bir aktörü olarak mimar; bu mimar işadamı, aynı zamanda meslek adamı. Bu sorunlar
demeti genelde mimarın diğer mesleklerle de paylaştığı sorunlardır. Örneğin;
mimarın kimliği, eğitimi, pratik içinde diğer mimarlara, müşteriye, kullanıcıya,
yapımcıya karşı sorumlulukları, hakları, görevleri, yetkileri, etkinliği, bu hizmeti
nasıl alabilir, nasıl sürdürebilir gibi sorular, uluslararası etik çerçeveler, yerel
çerçeveler arasında farklar olup olmaması, aynı zamanda mimarlığın farklı şapkalara sahip olan bir meslek grubu olması; yani mimar hem serbest tasarımcı,
işadamı rolünde, hem ücretli, hem araştırmacı, hem uygulamacı, bunlar farklı
farklı bize bir şeyler söyler mi acaba?
Bu tartışma, etik konularının hukuki çerçevesini, kapsayıcılığını da gündeme getirdi; yani "yasal olanla meşru olan ya da ahlaki olanla farklar var mı?" gibi sorular insanların aklında uyandı.
İkinci soru kümesi, mimarı, bir kültür insanı olarak görmek ve sosyal, kültürel, tarihi ve doğal çevreye karşı olan sorumluluklarını tartışan bir problem alanı. Burada da mimarın toplumdaki politikalara, ideolojilere karşı tutumu, toplumdaki değer yargılarıyla olan ilişkileri, varsa yeni değerlerin getirilmesi, evrensel değerler gözleniyorsa eğer, bu değerlerin korunması, uygun teknolojinin,
işgücünün malzeme seçimlerinin doğal ve sosyal çevreye olan etkileri gibi sorular.
Üçüncü soru; bu sanıyorum mimarlığın daha çok disiplinine ait sorular,
şöyle formüle edilebilir: mimarlıkta tasarımın çok boyutlu niteliğinden kaynaklanan sorunlar; yani mimarlık ürünü bir sanat eseri midir, sosyal bir proje midir,
bir fikir ürünü müdür? Bu nitelik nasıl saptanır, nasıl korunur, bunlarda özgünlük kriteri nasıl saptanabilir, nasıl korunabilir? Örneğin binalaşmayan bir mimarlık ürünü nasıl değerlendirilmelidir?
Dördüncü küme ise, mimarlık ürünü sanatsal niteliğinden kaynaklanan etik
çerçevelerin çokluğundan kaynaklanan sorunlar; yani mimarlığa farklı yaklaşan
ekoller, akımlar, üsluplar gibi bunların mimarlığın kendi alanında getirdiği yeni
sorular. Şöyle diyelim; binanın içinin dışını ifade etmesi veya malzemeyi doğru
ifade etmesi veya süslemenin suç olması mimarlığın içine ait sorunlar. Bunlar
yararcı bir felsefenin değerlendirebileceği konular değil. Böyle yargıların bağla20
yıcılığı gibi sorular da tabii gündemi oluşturdu.
İlk söylediklerim daha somut, gittikçe soyuta doğru gidiyor ve biz şöyle bir
yanılsamaya kapılabiliriz: Bu sorunlar birbirinden ayrılabilir ve birincileri getirilebilir, sonuncuları getirilemez. Bu problem grupları birbirinin içinde çok fazla
girdiye çıktıya sahipler ve hiçbir şekilde izole edilemeyen kısımlar.
İkinci konum olan; bu farklı tartışmalar mimarlık eğitimine nereye otururlar, nasıl tartışılmaktadır? Burada 17 okulda eğitim veriliyor, ben ancak ODTÜ
ile ilgili şeyler söyleyebilirim. Mesela; birinci sınıflarda "Mimarlığa Giriş" diye
bir ders bu tartışmalar için bir zemin oluşturuyor, ikinci ve üçüncü sınıflarda da
tarih grubu dersleri var ve ilk maddede bahsettiğim günümüz mimarlık pratiği
sorunlarından bahsetmese de, tarihteki sorunlardan bahsederek günümüze açılımlar yapılmasını sağlayabiliyor. Üçüncü sınıfta "kent planlaması" diye bir dersimiz var; bu da "Kentsel boyutta mimarlık etiğinden ne gibi değerler aktarılabilir?" sorusunu tartışıyor. Son sınıfta da profesyonel meslek hayatı konulu bir
dersimiz var ve bu konuda meslek pratiğinin yasal çerçevesini, mevzuatını ve
değerlerini aktarmak için iyi bir zemin. Bunlar zorunlu, bunların dışında seçmeli derslerimiz de var. Bunlar da bu tartışmalar için açılımlar sağlıyorlar.
Bunlardan öte mimarlık alanındaki değerleri aktarmaktaki ders bloğu, ilk
konuşmalarda bahsedildiği gibi stüdyo dersleri. Bu tasarımın gerçekleştirildiği
ve o dersler vasıtasıyla mimarlık formasyonunun verildiği, eğitimde hem kredi
hem verilen emek olarak en ağırlıklı parça. Bu derslerde verilen teorilerin sentezinin yapılması bekleniyor ve stüdyo ortamında gerçek hayatın küçük bir benzeri
yaratılmaya çalışılıyor; bu farklı boyutlarda tartışılıyor.
Mimarlık etiği konusunda bilinçlenme için ders çerçeveleri dışında farklı
araçlar da var. Değişik yıllarda stajlarımız var, stajlar da bu etik eğitimini vermek için bir yol. Yasemin Hanımın da bahsettiği gibi sadece teorik düzeyde vermenin bir anlamı yok; ancak gerçek kişilerle, gerçek koşullarda karşılaşıldığı zaman ve değişkenleriyle tekil olan bir durumda sizin model olarak birini almanız
ve bu model üzerine analiz yapmanız sayesinde gelişmesi mümkün bir şey.
Stajlar dışında bir araç da, meslek içindeki eğitim uygulaması olabilir. Örneğin; yurtdışındaki bazı okullarda birkaç yıl okuduktan sonra bir yıl okulun dışına çıkıp pratik hayatla ilişki kurmanız bekleniyor. Bu pratik alanla kurduğunuz
ilişkiyi tekrar okula taşıdığınız zaman bunu farklı düzlemlerde tartışabilmiş oluyorsunuz.
Başka bir fırsat da; yıllardır mimarlık meslek çevrelerinde mimarlık eğitimiyle, mimarlık pratiği yapmanın araşma bir fark konulmaya çalışılıyor ve bir
21
sınav getirilmeye çalışılıyor; yani okulu bitirmekle mimar olunmuyor; ancak sınavı geçerseniz böyle bir yetkinliğiniz var. Bu da bir araç olarak görülebilir. Eğitimi yaptıktan sonra piyasa deneyiminiz, iş koşullarında karşılaştığınız eğitim sınanabilir ve bu eğitim vasıtasıyla bir şeyler kazanabilirsiniz.
Dünyadaki mimarlık okullarında acaba farklı farklı değer grupları var mı
diye baktım, yani mimarlık eğitiminde ne gibi değer grupları veriliyor. Bunların
analizini çok geniş çerçevede yapmak gerekiyor. Biz genelde Amerika eğilimli
bakıyoruz; ama Avrupa da tek model değil; çünkü mimarlık sadece teknolojinin
bize dayattığı şeyleri getirmediği için, başka dünya düzenlerinde de ne gibi değerler üretiliyor onlara bakmak lazım.
Bu okullarda profesyonel hayata hazırlanma esaslı olanları var. Başka okullar halka hizmet olarak görüyor mimarlığı ve örneğin çevredeki halkın problemlerini sizin birebir yaparak çözmeniz esasında mimarlığın bir aktivist olarak rol
almasını getiriyor. Doğaya karşı sorumluluk çerçevesi var, bu ekolojik geleneğin
getirdiği bir şey. Sonuncu olarak teknoloji paradigmasını ele alan ve ilerleme,
yenilik çerçevesinde bütün mimarlık politikasını anlatmaya çalışan okullar var.
Son olarak ODTÜ'deki dersimiz hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.
1998 güz döneminde verdik bu dersi, deneysel bir dersti. Memnun kalırsak devam etmeyi düşünüyoruz. Ders, seçmeli bir dersti ve çoğunluğu dördüncü sınıf
olan öğrencilere verilirdi, haftada üç saat süreliydi. Dersi verenlerin felsefe ve
mimarlık kökenli olmaları tabii farklı açılımlara imkân tanıdı ve olumlu olduğunu düşünüyoruz.
Dersin amaçlan şunlardı: "felsefenin etik alanındaki farklı temel arayışlarında bilgi sahibi olmak, mimarlık tartışmalarında açık ifade edilen ya da vurgulanmayan etik tutumlar nelerdir, bunlar ortaya çıkarılabilir mi?" diye bir bilinç
oluşturmaktı. Öğrencinin eğitiminde karşılaştığı taşarım problemlerindeki etik
problemine tutarlı bir yaklaşım getirme becerisi kazandırmak, temel felsefi metinlerden okumak, okuduğunu anlayıp değerlendirmek, yorum yapabilmek vs.
Biraz daha teknik boyutlar söyleyeyim. Bu ders İngilizce verildi; ama İngilizce olduğu kadar Türkçe olarak da öğrencilerin konuya girmesi sağlandı. Derste
ilk planda moralite etik, amoral-imoral, etik açmaz, pratik açmaz gibi demin
Yasemin Hanımın bahsettiği konular temelde verildi. Bunlarla birlikte "ahlaki
soruların doğası, tekillikten genel ahlaki yargılara varılıp varılamayacağı gibi
tartışmalar, ahlaki haklı çıkarma ne demektir, sorumluluk ne demektir, bilgiyle
ahlak arasında bir ilişki var mıdır?" gibi tartışmalar yapıldı. Bunların insandaki
gelişimini inceleyen psikologlardan örnekler verildi "bu ahlaki gelişim hangi
22
yaşta başlar, hangi yaşa kadar sürer?" gibi.
Dersin ikinci bölümünde Batı felsefesinden birtakım metinler okundu; işte
Aristo gibi, sonra en son yaptığımız şey de bütün bu altyapıyı oluşturduktan sonra, öğrencilerin bir etik problem bulmalarım sağlamaya çalıştık. Etik problemin
de demin bahsettiğim stüdyolardaki pratikten kaynaklanan bir etik problem olmasına çalıştık. Öğrenci kendi tasarım problemlerinde rastladığı bir sorunu getirdi ve bu etik problemi tariflerken "bu problemin kaynağı diğer sorunlardan mı,
iletişimden mi kaynaklanıyor?" gibi sorunları tartıştık.
Sorun tanımlandıktan sonra öğrencilerden derste tartışılan etik tutumlardan
bir tanesini benimsemesi ve bütün bu bahsettiği problemi bu etik çerçevesinde
bir daha tekrar formüle edip, onu açmasını bekledik, sonunda da bir dönem sunuşuyla ders bitti.
Öğrencilerin farklı mimarlık yaklaşımlarının bu ders ortamında ortaya çıkacağını düşünüyorduk, yani sanatçı mimar bir tiplemenin değer yargılarının
farklı olacağını, ya da sosyal mimar anlayışından daha farklı olacağım ve bunların çatışmalarını biz daha çok bekliyorduk; fakat bu tip tartışmalar bu kadar uç
noktalara varmadı. Genelde değer yargıları olarak benimsenen şeyler, birbirinden çok farklı şeyler değildi. Bunun sebebi, tabii ODTÜ'de aldıkları eğitimin
belki onları tek tipleştirdiği gibi bir şey düşünülebilir ya da gündemdeki mimarlık yaklaşımlarının bunu getirdiği, okuduğu literatürden bir şey buldukları söylenebilir ya da gündelik hayattaki sosyal, ekonomik gelişmelerin bunları ortaya
çıkardığı düşünülebilir.
Türünün ilk örneklerinden ya da ülkemizdeki ilk örneklerinden biri olan bu
çalışmanın sürekliliğini ve yaygınlaşmasını istiyoruz. Bu çerçevede de katkılara
açığız, umarım diğer bu konuda yapılan çalışmaları öğrenir ve deneyimimizi
zenginleştirme imkanını buluruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN-Teşekkür ediyoruz Haluk ZELEF arkadaşımıza. Haldun ÖZAKTAŞ; buyurun efendim.
Haldun ÖZAKTAŞ- Kaya Bey'in söz ettiği gibi benim bu konudaki deneyimim beş yıldır mühendislik öğrencilerinin zorunlu olarak aldığı "Bilim, Teknoloji ve Toplum" dersiyle başladı. Üç mühendislik bölümümüzü göz önüne
alınca, bugüne kadar toplam bine yakın öğrencinin bu dersi aldığını görüyoruz.
Böyle bir dersin ilk fikri; ABET Akreditasyon süreci içinde gelişti ve daha önce
bir başka arkadaş tarafından verilen "Mühendislik Etiği" adında bir dersle başladı. Daha sonra ben devraldığımda farklı bir şekilde yapılandırmanın daha doğru
23
olacağını düşündüm. Burada da niye ve nasıl farklı şekilde yapılandırdığımızı da
anlatmaya ve savunmaya çalışacağım.
Bu ders mühendislik etiği haliyle verildiğinde, önce bu konuda ünlü birtakım metinler ve değişik bir takım yaklaşımlar okunuyordu, yani bir felsefe dersi gibi başlıyordu. Sonra yine yabancı kaynaklı birtakım metinlerden, uzay mekiğinin patlaması falan gibi uygulamalar yapılmaya çalışılıyordu. Benim gözlemim şu, ki geçtiğimiz yıllardaki gözlemlerim de bu inancımı arttırıyor, en azından bizim mühendislik öğrencileri felsefi ve soyut yaklaşımlara sıcak değiller ve
geçmiş eğitimleri nedeniyle buna karşı alıcı olamıyorlar ve kendi hayatlarıyla
ilişkilendirmekte güçlük çekiyorlar; bu nedenle eğer böyle bir mühendislik programında sadece bir tek ders verme imkanımız varsa bu dersin bir etik dersi ya da
felsefe ağırlıklı bir ders olmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Birçok ders
verebilsek, tabii o zaman belki etik dersi ya da başka dersler de yapabilirdik.
Etik dışında, yani sadece felsefe yaklaşımları dışında, toplum bilimi, davranış bilimi, insan bilimleri, kültürel etüdler gibi yaklaşımları da burada entegre
etmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Öğrencilerimize etik öğretmeliyiz diye
bakmamalıyız. Bazıları etiğin kapsamıyla ilgili yanlış anlamalarından dolayı,
bunun teknik bir eğitimin tek eksiği ve bütünleyicisi olarak görüyorlar. Sanki
teknik derslerin hepsini verelim, ama öğrencinin ahlaklı da olmasını istiyoruz,
öyleyse tepesine bir de etik koyalım böylece tamam olsun diye bir düşünce olabiliyor. Oysa, Yasemin Hanım'ın anlattığı gibi etik ve ahlak terimlerine farklı anlamlar yüklemek daha faydalı.
Bugün birçok mühendise sorarsak, bizim fakültemizdekiler de dahil, Amerika'daki ya da birçok başka yerdekiler de dahil öğretim üyesine de sorarsak, hemen hemen önemli bir çoğunluğunda bu karışıklığın olduğunu görebiliriz. Bizim fakültemizde de birçok kişi bu dersin öğrencilerimizi daha ahlaklı yapmak
için var olduğunu ve bu amacın da gerçekleştirilmesi zor olduğu için, aslında bu
dersin kuşkuyla bakılması gereken bir ders olduğunu düşündüklerini görüyoruz.
Bu olaya daha geniş bir çerçeveden bakalım: Etik; mühendislik eğitimine
entegre etmemiz gereken teknik dışı içeriğin yalnızca bir kısmı. Yani insani ve
sosyal bilimler adına tek eksik etik değil ki sadece bir etiği koyalım mühendislik eğitimine ve böylece bütün bir eğitim elde etmiş olalım. Bu açıdan aslında
TMMOB'nin etik kodları veya etik eğitimi altında başlattığı girişimi, daha çok
"mühendislik, mimarlık eğitiminde sosyal ve insani bilimler" şeklinde bir platforma çekmenin daha faydalı olacağını düşünüyorum; çünkü eksikliklerimizi,
etikten daha geniş bir çerçevede değerlendirmemiz gerekiyor.
24
Yine Yasemin Hanım'ın söylediklerinden çıkan bir şey var ki, amaç burada öğrencilere belli bir şey öğretmek değil aslında, benim kanıma göre. Amaç,
öğrencileri daha zengin bilgi ve düşüncelerle donatmak ve tanıştırmak olmalı diye düşünüyorum; eğer bu amacı gerçekleştirebilirsek, yani tarihten, bilgiden,
başka kültürlerden her tür düşüncenin ve bilginin zenginliğinden daha fazla faydalanmalarını, dolayısıyla daha zengin insanlar olmalarına imkân tanırsak, toplumsal alanda özlediğimiz birtakım sonuçların da bunların sonucu olarak elde
edilebileceğini düşünüyorum.
Toplumsal veya ahlaki sorunlarla ilgili çözüm arayışı olarak, "nasıl daha
ahlaklı olunmalı?" şeklinde bir eğitim veremeyiz. Ama, insanları genel olarak
daha iyi eğitirsek, o zaman arzu ettiğimiz toplumsal sonuçlara ulaşabiliriz. Mühendislik eğitimimize baktığımızda bunun teknik yönden eksik olmadığım görüyoruz. Daha önemli eksikliklerinin teknik olmayan yönlerde olduğunu görüyoruz. Daha iyi bir eğitim verebilmemiz için bu eksik yönlerin tamamlanması gerekli.
Biraz da verdiğim dersten söz etmek istiyorum. Bu dersi mümkün olduğu
kadar geniş, disiplinlerarası ve çok konuya değinen bir ders yapmaya çalıştım.
Bunun nedeni de, bir ders verme imkânı vardı; onun için bazı şeyleri başka şeyler için feda etmek istemedim. Her şeyin biraz ucundan tadını verebilmek istedim ki hiç değilse meraklı olan öğrenci o tadını aldığı şeyi nereden bulacağını,
nereden başlayacağını görsün, en azından dünyada böyle bir şeyin de olduğunu
bilsin.
Endüstri devriminden, 17. Yüzyıl bilimsel devriminden söz ediyoruz, modern dünya görüşünün nasıl şekillendiğini anlamaya çalışıyoruz. Ama bunu modem bilimsel dünya görüşü en doğrudur şeklinde değil, daha yansız bir şekilde
anlamaya çalışıyoruz. Bilim felsefesine çok kısa değiniyoruz. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, kültürel, toplumsal, siyasi, ekonomik ve diğer yönlerini tartışmaya çalışıyoruz, değişik ilişkileri anlamaya çalışıyoruz. Bilim ve din ilişkisi
öğrencileri çok ilgilendiren ve aktif katıldıkları bir konu oluyor. Bilime eleştirel
yaklaşımlara bakıyoruz, anti teknoloji yaklaşımlarına bakıyoruz; bunlar feminist, ekolojik ya da üçüncü dünya, değişik perspektifler olabiliyor. Kısaca, profesyonel sorumluluklar ve mühendis etiğine de değinmeye çalışıyoruz. Bütün
bunlara genel çerçevede bakıyoruz.
Bizdeki mühendislik fakültesi bilgisayar, elektrik ve endüstri mühendisliğinden oluşuyor. Bunların hepsi esasında bilgi teknolojisiyle ilgili konular olduğu için ve zaten yaşadığımız çağda da bilgi teknolojisi önemli bir konumda ol
25
duğu için tartıştığımız genel konuları bilgi teknolojisine biraz özelleştirmeye de
çalışıyoruz. İş hayatı üzerine yeni teknolojilerin, bilgisayarın etkileri, psikolojik
etkiler, kişilerarası ilişkiler üzerindeki etkiler, işletme ve kurumsal yapılar üzerine etkiler, bölgesel ve küresel ilişkiler gibi konulan bilgi teknolojisi özelinde incelemeye çalışıyoruz.
Dersin yöntemi üzerinde de birkaç şey söylemek istiyorum. Dersimizin bir
okuma listesi var ve burada zorunlu materyallerin yanı sıra, ilgilenen öğrencilerin başvurabileceği malzemelerle, internet kaynakları da var. İsteyenler bu listeye benim internet sayfamdan ulaşabilirler. Haftanın bir ders saatini bunlarla ilgili
ya da değişik birtakım konuları tartışmaya ayırıyoruz. Her hafta, bir ders saati
sınıfa tartışmaya açık bir konu getiriyor ve bu konuda da mümkün olduğu kadar
heyecan düzeyi yüksek bir tartışma alevlendirmek için elimden geleni yapıyorum. Başarılı olduğu zaman hakikaten öğrenciler birbirlerine bağırmaya başlıyorlar, dersi bitirmekte güçlük çekiyoruz.
Dersin bir de çok ilginç bir projesi var. Burada doğrudan doğruya öğrencilerin dar ve geniş anlamda yaşadıkları çevreye veya insanlara somut bir katkısı
olabilecek bir proje seçmelerini istiyorum. Kimisi üniversitedeki öğrencilerin
beslenme sorunu diye bir konu seçiyor, kimisi katı atıkların değerlendirilmesi
şeklinde bir konu seçiyor, kimisi görmeyen öğrencilerin ulaşım sorunlarıyla ilgileniyor, çeşitli projelerimiz var.
Normalde mühendisliği hep bilgisayar, cep telefonu gibi şeyler olarak görüyorlar ya da teknik uzmanlık olarak görüyorlar. Burada doğrudan doğruya, örneğin yurtlarda kişilerin hangi odalarda kalacağım, kimle kalacağını belirleyen
bir bilgisayar programı geliştirmeye çalışıyorlar. Böylece, öğrendiklerini daha
somut ve sonucunu görüp, gerçekten kendilerine ve arkadaşlarına katkı sağladığını görecekleri bir şeye uygulamaya çalışıyorlar ve bunu uygularken de öğreniyorlar. İlgilenenlere bu projeyle ilgili daha ayrıntılı bilgi verebilirim.
Onun dışında derste daha teknik bilgiler de veriliyor. Dördüncü sınıf öğrencileri alıyor, daha olgun olduklarını düşünüyorum. Özellikle o yaşlarda genel olgunluğun bu tür konuları tartışabilmek için önemli olduğunu düşünüyorum.
Onun için birinci sınıf öğrencileriyle dördüncü sınıf öğrencileri arasında büyük
bir fark olduğunu düşünüyorum. Bizde bu ders zorunlu bir ders. En büyük sorunumu söyleyerek bitireyim; öğrencilerimiz okumaya ve yazmaya alışkın değiller, dönem ödevi gibi şeyler hazırlamaya alışkın değiller. Haftada 15 sayfa gibi
bir okumayı çok şikayetle karşılayabiliyorlar ki sanırım böyle bir derste haftada
50-100 sayfa bir okuma verilebilir. Bu engelleri zaten biliyorsunuz.
26
Herhalde daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Benzer dersler veren ya da
vermek isteyen kişilerle iletişim içinde olup deneyimlerimizi paylaşmak isterim
Teşekkür ederim.
BAŞKAN- Biz teşekkür ediyoruz. Okumayan bir toplumda yaşıyoruz; hele
de mühendislik öğrencisi olanlar hiç okumuyorlar galiba. Bana da hiç ters
gelmiyor. Sayın konuklarımız şimdilik bizden bu kadar. Şimdi söz sizin, daha
sonra biz yeniden birkaç dakika sizlere görüşlerimizi aktaracağız. Sorusu olan
veya görüşlerini iletmek isteyen arkadaşlarımıza söz veriyoruz. Buyurun
Eyüp AKARYILDIZ (TMMOB Üyesi)- Ben, son konuşmacının anlattıklarının etik neresinde pek anlayamadım. Ben, ısı transferi dersini de anlatıyorum.
Öğrenciye onu o ders içinde de verebiliyorum, diyorum ki; siz akışkanı hızlı geçirin, dar geçitten geçirin, az malzeme kullanırsınız konveksiyon katsayısı yükselir aynı ısıyı daha az malzeme kullanarak transfer edersiniz; ama işletmeci daha sonra o akışkanı pompalayabilmek için gerekli akış kaybı arttığından daha
çok enerji harcar. Bu da etik bir yerde; ama sosyal bir ders anlattınız gibi geldi
bana, bir de bir önermede bulundunuz gibi geldi, bilmiyorum yanlış mı anladım;
etik kodları oluşturmayın böyle bir çalışma yapın bir kitap basın gibi mi tam açık
anlayamadım onu. Bütün dünyada bütün mühendislik örgütlerinin oluşturmuş
olduğu ve bildiğim kadarıyla TMMOB'nin henüz Türkiye'de oluşturmamış olduğu etik kurallar çalışmasının bir parçası olarak bu panelin gündeme geldiğini
biliyorum. Dolayısıyla ikilemde uygulayıcının, mühendisin davranış seçiminde
neyi ön plana çıkardığının önemini en azından belirli sınırlar içinde uygulayabilecek kodların oluşturulması gerekliliği kanısındayım; ancak ben konuşmacı arkadaşlardan ben şu yönde görüş rica edeceğim, bu kodlarla TMMOB onur kurulları, disiplin kurulları nasıl ilişkilendirilebilir? İlişkilendirilmeli midir? Bu konuda ben görüş rica ediyorum.
Narin ÜNAL- Bu ders yeni olduğuna göre nasıl bir sonuç aldınız? Diğer
mühendislik fakültelerine önerir misiniz, ya da ODTÜ'de maden ve mimarlıkta
uygulanıyor genelde, diğer fakültelerde uygulamayı düşünüyorlar mı?
H. Mutlu ÖZTÜRK- Ben, bir şeyi merak ediyorum. Ders veren iki grup
için de soruyorum bu soruyu. İnsanları dünyaya gelmelerinden itibaren yoğurmaya, şekillendirmeye çalışan farklı güçler vardır; aile, eğitim kurumları bir de
bu toplum. Bu toplumda hâkim olan ilişkiler dolayısıyla da insanlar belirli kalıpların içerisine sokulmak isteniyor. Sizin önünüzde de orta öğretimini bitirmiş,
mühendis olmaya aday insanlar geliyorlar. Siz, onlara, evrensel birtakım kuralları anlatmaya çalışıyorsunuz. Mühendislik, mimarlık mesleğinin bugüne nasıl
27
geldiğini anlatmaya çalışıyorsunuz ve buralardan da mesleği uygularken nasıl
davranmaları gerektiğini anlatmaya çalışıyorsunuz. Özellikle, Türkiye toplumunda, neme lazımcılığın, boş vermişliğin öğütlene geldiği bir toplumda siz, bu
eğitimi genç insanlara verirken önünüze engeller çıkmıyor mu? Zorluklarla karşılaşmıyor musunuz?
İhsan KARAB AB A- Dikkatle dinledim, benim algıladıklarımı sayın hocalarım doğruladılar. Bu ülkede gerçekten etik kavramının ne olduğu anlaşılmış
değil, çok soyutta kalıyor, o nedenle fazla karıştırılmıyor. O bakımdan, "etik" dediğimiz zaman özellikle meslek kurallarımızda her an aklımıza gelen disiplin
kurulu geliyor. İnsanları cezalandıralım hadlerini bilsinler, terbiyeli olsunlar gibi bir yaklaşım içerisindeyiz ki, zannediyorum bu etik kavramının içine fazla
girmiyor.
Etik kurallarının ya da normlarının gelişmesi hukuk normları gibi yasaya
bağlanan şeyler değil, toplumsal tepkiyle daha çok gelişiyor. Toplum kendi haklarını çiğneyenlere karşı tepki gösteremezse, o zaman Türkiye'de olduğu gibi diğerlerinin etik ya da ahlak anlayışı sınırlarını genişletiyor, her türlü etik dışı
olaylar yaşanabiliyor. Örneğin 2 kilo baklava çalana 18 yıl hapis veriyoruz, trilyon dolandırana 3 ay hapis cezası veriyoruz. İşte bu benim kanımca bu
normlaştırılamadığı için, toplumun tepkisi gelmediği için öteki dolandırıcılıkla
para kazanmak isteyen kendi ahlak değerlerini yaratmış.
Bu konunun yoğun ve uzunca süre tartışılması gerektiği kanaatindeyim. Biraz bu soyutun aşılması için, zannediyorum, daha bir süre etik kavramı üzerinde
tartışmak zorundayız. Bu aydınlanma tam olmadan kalkıp etik konusunda ders
vermek bir heyecanla bence pek olumlu değil. Sabahki konuşmalarda mühendislik, mimarlık eğitiminde toplum bilimlerinin, insani bilimlerin son derece az olduğu söylendi, doğru. Mühendis olacak bir kişi içine girdiği toplumun ne olduğunu tanımak zorunda. Bunları bilmeden, etik değerlerini kavrayamadan kalkıp
da etiği salt bir uygulama nesnesi olarak gündeme getirdiğiniz zaman fazla bir
sonuç alamayacağız. Benim önerim ki, yarın da görüşülecek; sosyal bilimler içerisinde bunun değerlendirilmesi ve bütünleştirilmesi daha yararlı olur diyorum.
Bir şey daha ilave edebilir miyim. Sayın Başkan, gene etik tartışması başka birimlerde de yoğunlukla yapılıyor; fen-edebiyat birimlerinde geçenlerde yapılmış, adaletin yalnızca yasaların uygulanması olarak görülüp değerlendirilmesi
yönünde "adalet ve etik" konulu bir toplantı yapmışlar.
Teşekkür ediyorum.
Ercüment ÇERVATOĞLU- Kendi görüşümü belirttikten sonra bir de so28
ru sormak istiyorum.
Birincisi toplumsal yaşamlar yasalar ve kurallar ile düzenlenir. Ülkelerin
bir yazılı hukuku bir de yazılı olmayan kuralları vardır. Yazılı olmayan kuralları
etik kurallar olarak görürüz. Etik kurallarının hayat bulması da hukuk kurallarının işlemesi ve hayata geçirilmesi ile ilintilidir. Bizim ülkemizde yasaların ve
hukukun belirli kesimler lehine işlediğini görmekte, çeteleşmelerle ve mafya
ilişkileri ile toplumsal düzenin sağlanmasına çalışılmaktadır. Bu tür toplumlarda
etik kurallarını nasıl işleteceğiz? Son zamanlarda ülkemizde bir etik tartışmasıdır gidiyor. Mevcut yasalarımızı, kurumlarımızı işletemezken, etik kurallarının
hayat bulması biraz zor değil mi? Etik tartışmalarını yaparken yasalarımızın işletilmesi gerekmiyor mu? Örneğin; Ağustos ayında yaşadığımız Marmara depreminden sonra imar yasaları Bayındırlık Bakanlığı tarafından uzman kuruluşların görüşleri bile alınmadan değiştirilmeye çalışılıyor. Ancak Bayındırlık Bakanlığı sorumlulara karşı mevcut yönetmelikleri ve yasaları bile uygulamıyor veya
uygulayamıyor. Yeni yönetmelikler çıkarmaya çalışırken, mevcut yönetmelikleri
ve yasaları bile uygulayamıyoruz. Depremde binalar yıkıldı ve bizler mühendisin mimarın etiğini tartışıyoruz. Etiği tartışmadan önce yasalarımızı da uygulamalıyız. Ayrıca bildirilerde de sunulduğu gibi eğitim sistemimizi gözden geçireceğiz. ODTÜ ile Harran Üniversitesi bir tutuluyor, öğretim görevlisinin bile
bulunamadığı, Harran Üniversitesinden mezun olan bir meslektaşımız sonuçta
işsiz kalmamak için çok kötü koşullarda sorumluluk yüklenebiliyor. Bunları nasıl ayırt edeceğiz? Yani sadece etiği tartışmak yeterli olacak mı, yönetim sistemini de tartışmamız gerekmiyor mu?
İkinci olarak; öğrenciye etik dersi vermek, üniversitelerde etik dersinin
müfredata konması güzel, ancak kurumların ve yöneticilerin veya öğreticilerin
de etik kuralları yok mu, bunların tartışılması gerekmiyor mu?
Teşekkür ediyorum.
İhsan KUTLAR- "Kol kırılır, yen içinde kalır" diye bir sözümüz var. Böyle
bir sözü kendine şiar edinmiş bir toplumda zaten o etik kodları nasıl ortaya çıkacak ben panelistlere sormak istiyorum?
Volkan ÇALI- Bireysel ahlakın etik üzerinde etkili olamayacağı zamanların da olabileceğine inanıyorum. Bu etik üzerine bir yaptırım olabilir. Bir kişinin
işini kaybetmesi, ekonomik olarak zor duruma düşmesi, kendisinin meslek açısından belirlediği kuralları uygulayamamasına neden olabilir, ya da bir mühendis olarak ülke politikasında itiraz edebileceği noktalar olabilir. Bir ürünün tüketiminin çok olduğunu ve bunun yanlış olduğunu düşünmesi mesela; fakat sizin
29
bahsettiğiniz bu tür çalışmalarla biraz kişi üzerinde bireysel gelişmeler sağlanabilir; ama bu gelişmeleri bir şekilde kendi çalışmasında uygulayabilme yetisi
yoksa bunun pek çözüm olabileceğini düşünmüyorum. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Bir de toplumları belirleyen normlar olarak ahlakı belirledik. Sözde görünen bir ahlak var. Bu ahlak anlayışı içinde birçok şey toplumun kabulünde değil; ancak şartların getirmesinden ötürü benimsenen yanlışlar var; mühendisin
bir imza atması toplum gözünde bazı şartlar sebebiyle kabul görebiliyor; fakat
kişisel düşünce olarak ya da hissel olarak toplum buna karşı çıkabiliyor. Burada
bu toplumdaki çelişik durumun sebebi nedir?
Behice ÇAĞLAR- Ben, öncelikle konuşmacılara teşekkür etmek istiyorum. Açıkçası, böyle bir şey beklemiyordum. Bizim toplumumuzda şöyle bir şey
oluyor. Her dönem can simidi gibi sarıldığımız birtakım kavramlar buluyoruz,
bunları alabildiğine abartıyoruz. Kendi içini boşaltıyor ve sonunda tüketiyoruz.
Böyle çok kötü bir alışkanlığımız var diye düşünüyorum ve son dönemlerde de
etik denilen şeyin başına aynı şey gelecek ve ben böyle bir şeyle karşılaşacağım
kaygısıyla gelmiştim; ama tam tersine gerçekten son derece doyurucu ve kendi
sınırını aşmayan açıklamalar oldu. Teşekkür etmek istedim; çünkü hayatın dönüştürülmesi toplumların değiştirilmesi tek kişiyle olabilecek bir şey değil.
Özellikle Yasemin Hanımın açıklamasında çok net görüldü; bir etik eğitimi almanın doğru davranış modelini geliştirmeyeceğini çok net ifade etti.
Daha sonra şöyle bir şey söyledi; davranış değiştirmeye yönelik eğitimler
konusunda ise, modellemeden söz etti. Önümüzdeki günlerde bu toplantılar devam edecekse, bu modelleme konusunda bilgilenmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum; çünkü gerek üniversiteler olsun, gerek tüm toplum kuruluşlarında,
geçmişte ismine etik demesek bile bir model kavramı vardı; örneğin buradaki
tüm meslektaşların tanıdığı Prof. Dr. Mustafa İnan bir modeldi. Etik tartışılmıyordu ama etik kurallar açısından olayın teorisi açısından kendisi bir ekol yaratmaya çalışırken, kendi alanında aslında bir modeldi; ama son yıllarda bizler bu
model olma özelliğini taşımadığımıza inanıyorum, bu dilekle konuşmamı bitiriyorum.
Teşekkür ederim.
Mehmet Emin YURCİ- Ben olaya çok genel ve basit bir yaklaşımda bulunmak istiyorum, Sayın OĞUZ az önce veciz bir şekilde ifade ettiler, hiçbir eğitim doğruyu yapmakla doğru yapmak arasındaki boşluğu dolduramaz dediler,
hatırladığıma göre, ben buna gönülden katılıyorum. Konunun uzmanı değilim;
30
ama yaşam pratiğimden çıkardığım bir sonuç bu örneğin kırmızı ışıkta durulacağını herkes biliyor. Burada televizyonlarda biraz da sinirlendiğim bir şey var;
eğitim eksikliği denilip çıkılıyor. Eğitim ama neyin eğitimi, vurgulanması gereken can alıcı nokta bu burada. Etik kurallar, bunları saydık; ama önemli olan
bunları kişinin özümsemesi ve tek başına kaldığında herhangi bir kişinin kontrolü olmadığında da bunları uygulayabilmesi, bunu vurgulamak istedim; teşekkür ederim.
Haldun ÖZAKTAŞ- Soruların ve yorumların bazılarından edindiğim izlenimden dolayı yanlış anlaşılmasından çekindiğim bir şeyi tekrar vurgulamak istiyorum. Öğrencilere nasıl davranmaları gerektiğini ben kişisel olarak hiçbir zaman anlatmaya çalışmıyorum, anlatmanın doğru olduğunu da düşünmüyorum.
Vurguladığım gibi burada sözünü ettiğimiz eğitimin amacı öğrenciyi daha ahlaklı
yapmak değil, zaten bunun mümkün olmadığı da düşünülebilir. Didaktik yaklaşımlardan bir fayda ummuyorum. Kişisel olarak da kimseye değerlerimi empoze etmeye çalışmıyor ve bunun doğru olmadığını savunuyorum; bu zaten
mümkün değil.
Genel olarak Türkiye'de birtakım değerlerin çatıştığını izliyoruz, birtakım
değişik dünya görüşlerinin birbirleriyle kavga ettiğini görüyoruz. Eğer biz, öğrencilerimize düşünce tarihinin mirası olan zenginliği verebiliyorsak, onlar kendi
değerlerini bulacaklardır ve ben bu buldukları değerlerin, özlediğimiz daha insancıl ve adil bir toplumun oluşmasına katkıda bulunacağına inanıyorum. Benim
pratik umudum, amacım bu. Buna da inanmak zorundayım. Öğrencilere, benim
değerlerim iyidir, siz de bunları kabul edin diyemem. Tartışmalı konuları derste
sık sık gündeme getiriyoruz. Bana en aykırı gelen görüşler karşısında bile taraf
tutmamak için elimden geleni yapıyorum.
Şunu da vurgulamak isterim ki etik kodlarına karşı değilim. TMMOB'nin
bu çalışmasını destekliyorum. Ancak, eğitimde eksiğimizin ve yapmamız gerekenin sadece etik konusuyla sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyorum, daha
geniş düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. Onun için, böyle bir girişim yapılmışken buna daha geniş çerçevede bakarsak ve etik kodları ve eğitiminin yanı
sıra, genel olarak mimarlık ve mühendislik eğitiminde sosyal ve insani bilimlerle
ilgili birtakım ilkeler, düşünceler de üretirsek daha geniş anlamda faydası olacağını düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
Haluk ZELEF- Soruların hepsinin cevabını verebileceğimi zannetmiyorum tabii; ama bir kısmına değinmek istiyorum.
Etik üzerine tartışma birtakım toplumsal hayatta karşılaştığımız sorunları
31
çözebilecek mi? gibi bir soru var. Ümitli veya ümitsiz bakabiliriz konuya tabii,
ama ben, biraz daha deneysel bakalım diyebilirim. Bunlar denensin acaba olabiliyor mu ondan sonra Yasemin Hanım da bahsetmişti, yani ahlaki bir davranış
öğretilmesinde acaba davranışlar değiştirilebiliyor mu? Sorusu bakılarak görülsün diyorum.
Daha önemli cevap vermek istediğim bir soru var; öncelikle şunu söyleyeyim mimarlık, mühendislik eğitiminde sosyal dersler az ve sosyal değerler az aktarılıyor deniliyor. Ben mühendislik eğitimini çok fazla detaylı olarak bilmiyorum mimar kökenli olduğum için; ama mimarlık eğitiminde bunun az olduğunu
kabul etmiyorum, az uygulayan okullar olabilir; ama genel eğitime baktığınız
zaman az değildir.
Daha önemli, cevap vermek istediğim bir konu var. Şöyle dendi; "hâkim bir
görüş var toplumda, neler yapılabilir, bu aşılabilir mi, böyle bir eğitim yapılabilir
mi?" Hanımefendinin yorumuydu. "Sadece öğreterek soruna çözüm bulamazsınız, model olmanız lazım," dedi. Peki model nerede? Kime bakacağız da öğreneceğiz? Buna ilişkin şöyle bir örnek vermek istiyorum. Ben aynı zamanda birinci sınıfa da giriyorum, stüdyo eğitimine ve bu sene biz bir yaz stajı yaptık. Yaz
stajında Niğde'nin Ulukışla ilçesinin Eminlik köyüne bir ilkokul yaptık. İki ay
boyunca orada bulunduk, birtakım sorunları çözmeye çalıştık. Bu sorunları çözerken hiçbir zaman şehir çerçevesinde değildik, reel bir ortamda gerçek kişilerle gerçek problemleri çözmeye çalıştık. Ne gibi sorunlardı bunlar mesela;
yaptığımız bina eski bir binanın yeniden hayata kazandırılması için, bunu tekrar
kullanmak için, ekonomik bir değerdir, bunun için de aynı zamanda kaynakların kullanımı adına ahlaki bir değerdir. Bu binayı korumamız lazım. Peki bu binayı ne kadar koruyacağız? Bu bina sanat ürünüyse eğer, tamamen korumamız
lazım; ama günümüzün de bir ihtiyacı var, ona göre de bir şeyler yapmamız lazım; acaba binayı kırmak gibi bir hakkımız var mı? Ama biz bunları tartışmıyoruz sadece, bunları yapıyoruz; yaptığımız için de öğrenci önünde bir model oluşuyor, bunu benimsiyor ya da benimsemiyor; ama davranma biçimlerini görüyor, sadece o da olur bu da olur gibi kafasında o anda ilginç gelen bir sorunun
cevabı değil bu; bu yaşamakta olduğu bir sorun.
Sonra şöyle tartışmalarımız oldu; mesela finansman sağlayamadık buna nereden bulacağız; ama gittik biz, her türlü üreticiyle uzun uzun pazarlıklar yaptık,
her türlü kozumuzu kullandık. Anlaşıldı ki, kaynaklan iyi kullanmak için ne kadar taviz yapılabilir, neler yapılabilir.
Sonra işgücünün doğru seçimi gibi bir sorunumuz vardı; öğrenciler dedi ki;
32
"biz burada niye çalışıyoruz, amele miyiz, doğru mu bu yaptığımız?" Biz de dedik ki, o zaman köylüyle birlikte çalışalım, gidelim, onlardan imece alalım vs.
onun içine sokmaya çalıştık, ne kadar sokabildik, onlara bu değerleri ne kadar
aktarabildik, çünkü böyle bir misyonumuz olduğunu da iddia ettik ve bunu yapmaya çalıştık.
Sonra uygun bir teknoloji seçimi gibi bir sorunla karşılaştık orada. Çocuklar dedi ki şu anda yaptığımız şey, şu anki inşaat teknolojisinin hiçbir şekilde kabul edebileceği bir şey değil. Biz çünkü orada işte 50'lerden kalma betoniyerle
karıştırdık, hatta elimizle karıştırdık döktük; hâlbuki şu anda dünyada ve Türkiye'de müthiş bir inşaat teknolojisi var ve hazır beton var, hazır beton niye buraya gelmedi? Dedik ki, tek sorunumuz hazır betonun değerini veya hazır beton
dökmeyi öğretmek değil ki veya bunun nasıl döküleceğini görün sonra Ankara'ya gidin değil ki; bunu yapınca gerçekten başka türlü yaklaşıyor konuya insanlar.
Çocuklar orada eski bir okulu yatakhaneye çevirdiler orada yatıldı, kalkıldı, yani başka türlü, bu takım değerleri böyle sözel değil, uygulamayla verdiğiniz zaman çok daha başka türlü etki ediyor, en azından eğitimde, bilmiyorum
mühendislik eğitiminde bu tip şeyler yapılıyor mu ama biz bundan çok şey öğrendiğimizi düşünüyoruz.
Yasemin OĞUZ- Ben de soruların birkaç tanesine cevap vermek istiyorum. Haldun Bey'in söylediği bir, iki şey var, bunlarla ilgili bir şeyler söylemek
istiyorum. Bunlardan bir tanesi, değerleri empoze etmek, bence bu çok önemli
bir nokta, değerleri empoze etme lafında çok tehlikeli bir şey var; acaba bu öğrenciler bir şeye karar verdikleri zaman neye karar verdiklerini biliyorlar mı,
kendi değerleriyle yüzleşmişler mi? Bence bu çok temel bir soru ve etik eğitimi
de bunu amaçlıyor zaten. Sizin öğrencilere değerleri empoze etmeniz, "bakın bu,
en değerli olandır," demeniz değildir; "sen acaba bunu yaparken hangi değeri temel aldın" demektir. Biz uğraş etiği eğitiminde insanlara genel olarak etiği öğretmeye çalışmıyoruz, uğraşın eriğini öğretmeye çalışıyoruz. Onlara aktardığımız bilgi uğraşın değerlerinin neler olduğuna ilişkin bilgidir. Örneğin, sağlamlık
mesleğin değerleri arasında öncelikli bir yere sahipse, bu bilgiyi öğrenciye aktarmak gereklidir. Tabii burada empoze edilmemesi gereken bir şey var; o da kişisel bizim seçimlerimizdir, örneğin "ekonomik bir kayıpla adil olma durumu
arasında kalırsan, mutlaka ve her zaman ekonomik değeri korumayı seç" dememek gerekir, çünkü bu bir seçimdir; ama bu bizim seçimimizdir, kuşkusuz bunu
öğrenciye empoze etmeyeceğiz; ama onun yaptığı seçimin hangi değerler arasın33
da olduğunu kavrayabilmesi için değerlerin bilgisini aktarmamız gerekiyor.
Başka bir soru vardı; "TMMOB onur kurulları bu etik kurallarla ne yapacaklar?" Etik kural diyorum; ama aslında deontolojik kural demek istiyorum;
çünkü bu kurallar için etik kural terimini kullanmak yanlıştır, gerçi bütün dünyada böyle; oysa bunlar deontolojik kurallardır ve çok önemli bir işlevleri vardır. Bu kuralları yapmanın anlamı şudur; eğer bu kurallara uyarsanız, karşılaştığınız sorunların büyük bir bölümünde doğru davranmış olursunuz; ama onlara
körü körüne uymaktan çok, her biricik durumda geçerliliklerini yeniden gözden
geçirmek ve değerlendirmek gereklidir. "Bunlar hangi değerleri koruyorlar; ben
bu durumda bu değerleri korumak istiyor muyum?" diye düşünmek gereklidir.
Böyle bir değerlendirme yapıldığı taktirde bu kurallar onur kurullarına da, uygulamayı yapan insanlara da yararlı bir çerçeve sağlarlar.
Bence TMMOB'nin onur kurullarının yanında bir de etik kurulu olması gerekir, o kurulun yapacağı iş, bir kurala uymak konusunda uğraş kişilerinin vicdanı tümüyle rahat etmediği zaman bu sorunu etik bir sorun olarak tartışmak olacaktır. Ben tabii sizin alanınızdan örnek veremiyorum, mutlaka sizin örnekleriniz vardır. Kendi alanımdan şöyle bir örnek vereyim, hepinizin bildiği bir konu;
ötanazi. Bir hastayla karşılaştık diyelim; kolu bacağı, her tarafı felç olmuş, idrarını tutamıyor, yemeğini yiyemiyor, burnuna konan sinekleri kovamıyor ve bu
hasta ölmek istiyor. Eğer siz bu hastayı öldürürseniz, onun istediğini yapmış olacaksınız (burada ölmesine izin vermek gibi durumu yumuşatıcı terimler kullanmak istemiyorum, onun için açıkça öldürmek diyorum). Ama bunu yaparsanız,
tıbbın çok önemli bir değerini, yaşama saygı gösterme ilkesini çiğnemiş olacaksınız. Burada Haluk Bey'in çok doğru olarak söylediği gibi, örneğin ben bir etikçi olarak, klinikte yaşamayan birisi olarak, saatlerce bu konuda uslamlayabilirim. Kant'a göre böyle, Aristo böyle demiş, Plato şöyle demiş; hiçbir sonuca
ulaşmadan, bir hafta konuşabilirim. Ama siz orada sorumlu hekimseniz, o makineyi ya kapatacaksınız, arkanızı dönüp gideceksiniz veya o odaya girip o hastayı
tekrar tekrar göreceksiniz. Uygulamacı bu konuyu ömrünün sonuna kadar
uslamlayamaz, bir karar verecek ve verdiği karara göre davranacak, sonra da bu
davranışın arkasında duracaktır. Ama nasıl? Etiğin önemli sorusu budur. Tabii
kurallar insanlara bir çerçeve verir; ama etik sorunun çözülmesinde tümüyle onlara dayanmanız da mümkün değildir.
Bir başka soru vardı, hemen ona geçeyim. "İnsanlar aile eğitimini alıp geliyorlar, bu insanlara siz ne yapabilirsiniz?" Tabii aile eğitimi onlara insan olma
adına birtakım değerler kazandırıyor, "dürüst olacaksın", "namuslu olacaksın"
34
gibi; fakat meslek eğitimine gelindiği zaman önemli olan mesleğin değerlerini
ona kazandırmaktır. Bu değerlerin literatürünüzde olduğunu biliyorum, aynı örnekten gidecek olursak sağlamlığın mühendislikte de bir değer olduğunu biliyorum; hatta birisi bana şöyle bir şey söylemişti (yanlışsa ben onun yalancısıyım)
köprü yapan mühendisler, ilk araç geçerken köprünün altında dururlarmış, yıkılmayacağına ben kefilim anlamına gelen bir rimel olsa gerek. Tıptan bir örnek
verecek olursak, biz yemin ederken bir elimizi kalbimizin üstüne, bir elimizi
meslektaşımızın omzuna koyarız; çünkü tıpta kardeşlik önemlidir. Yani, rimellerde bile bunu görmek mümkün, daha doğru bir söyleyişle, bir uğraşın değerlerini onun ritüellerinde izlemek olanaklıdır. Mimarlığın ve mühendisliğin nasıl
ritüelleri olduğunu bilmiyorum; ama uğraş etiği eğitiminde önemli olanın genel
anlamda etiği öğretmek değil, mesleğin etiğini öğretmek olduğunu vurgulamak
isterim.
Bir başka soru; "hukuk kurallarının işlemediği yerde, etik kurallarını nasıl
işleteceğiz" gibi bir soruydu. Hukuk kurallarının işlemediği bir yerde hiçbir kural işlemez, etik kural da işlemez; ama konunun bir başka yönü daha bulunmaktadır. Meslek diyoruz, meslekler loncalar gibidir. Loncalar süreç içinde kendi iç
denetim biçimlerini oluştururlar. Örneğin, deşifre etmek ya da izole etmek bunlardan ikisidir. Her iki uygulamanın da hiçbir yasal yaptırımı olmamasına karşın
çok etkilidirler. Diyelim ki araştırma yapan birisi bir sahtekârlık yaptı, siz bunu
bir dergide yayınladınız. Burada hukuksal herhangi bir yaptırım oluşmamaktadır. Ancak bütün bilim insanları bundan böyle bu kişinin araştırmalarına kuşkuyla bakacaklardır; bulduğu sonuçlara pek de inanmayacaklardır. Bir bilim insanı
için bundan daha yıkıcı ve caydırıcı ne olabilir! Benzer yaptırımlar mühendislik
için de söz konusu olabilir.
Bireysel ahlak üzerine bir yorum yapılmıştı; bence bu konu da çok önemli.
Tabii ki etik vicdanla ilgilidir, bireyseldir; yaptığımız bütün eylemleri devletin
baskısı ile ya da başka gerekçelerle açıklayıp akla uydurabiliriz. Ancak sonuç
olarak o davranışı siz yaptıysanız, siz sorumlusunuzdur. Burada çok bilinen bir
örneği verecek olursak; kafanıza silah dayandı ve sizden birisine elektrik vermeniz istendi. Bu bir etik sorundur, kafanıza silah dayalıyken o elektriği verirseniz
sizi hiç kimsenin suçlayamayacağını düşünebilirsiniz; verdiğiniz zaman da "vermezdim ama kafama bir silah dayalıydı" diyebilirsiniz. Oysa, "kafamda silah dayalıydı, ama yine de ona elektrik vermedim" deme olanağınız da vardır. Dolayısıyla bu da bir seçimdir. Bu konu üzerinde çok felsefi bir tartışma açmak istemiyorum; fakat ahlaki seçimi olanaklı kılan unsurlardan birisi de insanın ölüm35
lü oluşudur. Öyle davranışlar vardır ki, onları yapmamak için insan değil işten
atılmak, parasız kalmak vs. ölebilir bile.
BAŞKAN- Teşekkür ederim.
Dilerseniz toparlayalım. Ben de birkaç noktaya değineceğim. Yasemin Hanımın son verdiği örnekten hareketle bir şey söylemek istiyorum. Gerçekten bazı
şeyler vardır ki, orada toplumda öncülük diye bir şey vardır; herkesten beklenmez bu, kimseye de zorlanan bir olay değildir; ama örneğin, bu etik kuralları
veya etik kodları diye bahsedilen olayların Amerika'da gelişmesinin temel
esprilerinden bazıları; işlerini kaybetme pahasına da olsa, bazı mühendislerin,
bazı sorunları kamuoyuna yansıtmasıdır.
Bir arkadaşımız çok net bir şey söyledi; "kol kırılır, yen içinde kalır". Tam
da bu noktada, bizim taslağımızda diyoruz ki "herhangi bir sorunla karşılaşıyorsanız, işvereniniz sizi bir şey yapmaya zorluyorsa ve siz, bunu toplumun sağlığını, güvenliğini tehlikeye düşürecek bir olay olarak algılıyorsanız, karşı çıkınız,
yazılı olarak bildiriniz, hatta daha ileriye gidiniz, bunu dışarıya açınız". Ne olabilir? İşinizden atılabilirsiniz, atılırsınız, olmuştur da, bunların örnekleri çok vardır. Dolayısıyla kuralların uygulanması bir şekilde, bir yön verme, bir yol gösterme şeklinde başlamak durumundadır. Bu kuralları uygulayabilir miyiz, ne ölçüde uygulayabiliriz. Bunu bilmiyoruz. Ancak madem ki mühendislik ve mimarlık etkinlikleri toplumu yakından ilgilendirmektedir, o zaman bizim de üyelerimize bu bilinci götürmemiz gerekiyor. Toplumun bu etkinliklerden olumsuz
yönde etkilenmemesi için gerekli önlemleri almamız gerekiyor. Ve bu çalışmaları mühendislik ve mimarlık eğitiminden başlatmamız gerekiyor. TMMOB bu
alanda üzerine düşen görevleri yerine getirme kararlılığındadır.
Teşekkür ediyoruz katılımınız ve katkılarınız için.
36
Download