uluslararası hukuk normları bağlamında kırım meselesi

advertisement
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS2833
Number: 36 , p. 95-113, Summer II 2015
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi
19.03.2015
Yayınlanma Tarihi
20.08.2015
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARI BAĞLAMINDA KIRIM
MESELESİ: SELF DETERMINASYON MU? İLHAK MI?
CRIMEA ISSUE IN THE CONTEXT OF INTERNATIONAL LAW
SELF-DETERMINATION OR ANNEXATION?
Doç. Dr. Murat ERCAN
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü
Özet
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte son bulan Soğuk Savaş, hür dünyanın
temsilcisi ABD'nin tek güç olarak yeni dünya düzenini tesis edeceği algısını beraberinde
getirmiştir. Yalnız 2000’li yılların hemen başlarında Rusya’nın Putin liderliğinde, Sovyet
Hinterlandında yeniden söz sahibi olmaya başlaması, ABD ile Rusya arasında yeni bir
soğuk savaşın oluşacağı kanaatini beslemeye başlamıştır ABD'nin tahminleri
doğrultusunda öncelikle Rusya, 1990-2000 yılları arasında ekonomik ve siyasi bakımdan
toparlanmış ve 2000'li yılların başından itibaren ise ABD'nin gerek Afganistan ve Irak
operasyonuna, gerekse 2003 sonrası bölgede yapılan devrimlerde ve gerekse 2008 ve
sonrası dönemlerde Gürcistan ve Ukrayna'nın olası NATO/ AB üyeliği karşısında
sergilediği tutumuyla, ABD merkezli tek kutuplu dünya düzenine ve ABD'nin
ilerleyişine dur demiştir. Bu noktada, Ukrayna merkezli ve Kırım bağlantılı yeni krizde
Rusya, Batı'nın kendini çevreleyip, bölgedeki hakimiyet alanını sınırlandırmak
istediğinin farkına varmıştır. Ukrayna'nın AB ile ilişkilerinin derinleşmesi ve ardından
da Ukrayna'nın NATO'ya üye olacağı endişesiyle Rusya, kendisi açısından stratejik
önemi büyük olan ve Rus azınlık nüfusunun yoğun olduğu bölgeden, yani Kırım'da Rus
vatandaşları ve askerlerini harekete geçirerek önce Kırım'ı işgal etmiş, ardından da
uluslararası hukukun kabul etmediği şekilde ilhak etmiştir. Bu çalışmada, Ukrayna
merkezli başlayan Kırım'ın ilhakına giden süreç analiz edilmekte ve ABD ve Rusya'nın
kriz sürecinde oynadığı rolleri ve Kırım'ın ilhakıyla ilgili tezlerini irdelenmekte,
akabinde ise Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin Rusya tarafından ilhakının
uluslararası hukuka uygun olup olmadığı tartışılmaktadır. Ayrıca bu analizde, self
determinasyon nedir ve hangi hallerde uygulanmaktadır?, Kırım'ın bağımsızlığını ilan
edip, Rusya'ya bağlanmasının self determinasyon ilkesine dayandırılması uluslararası
hukuka göre uygun mudur?, Kırım niçin krizin merkezi haline gelmiştir?, Kırım'ın
stratejik açıdan Rusya için önemi ve Rusya'nın bölgedeki Kırmızı çizgisi nedir? gibi
soruların cevabı aranmaktadır.
Anahtar Kelime: Kırım, Rusya, Ukrayna, Self Determinasyon
96
Murat ERCAN
Abstract
Cold War, coming to an end following the collapse of the Soviet Union, led to a
sense that the United States of America, as the unique power, would build the new
world order. However, the fact that Russia began to have a voice in the Soviet
Hinterland with the leadership of Putin in the beginning of 2000s led to the anticipation
that America and Russia would fall in a cold war again. Russia’s gathering economic and
political strength between 1990 and 2000 and its attitudes towards Afghanistan and Iraq
operations of the US in the early 2000s and towards the revolutions in the region after
2003 and towards the Georgia's and Ukraine’s possible membership to NATO/the EU all
stopped the advent of the US. At this point, Russia recognized that the West, depending
on the new crisis in Ukraine and Crimea, wanted to restrict Russia’s sovereignty and
influence area. Due to the Ukraine’s close relationships with the EU and the concern that
Ukraine would be member of the NATO, Russia occupied Crimea by motivating its
citizens there and its soldiers and annexed Crimea without taking the international law
into consideration. This study analyses the process of Crimea’s annexation resulting
from Ukraine crisis, the roles of Russia and the US during the crisis and the theses
related to the annexation. The study also discusses whether the annex of Crimea
complies with the international law. Finally it looks for answers to following questions:
what is self-determination and under what conditions it is put into action? Is it
appropriate in terms of international law that Crimea declares its independency and gets
under control of Russia by attributing it to self-determination policy?, Why has Crimea
become the center of the crisis? What is the strategic value of Crimea for Russia and
what is the redline of Russia in the region?
Key Words: Crimea, Russia, Ukraine and Self-Determination
GİRİŞ
1991 yılında SSCB'nin dağılmasıyla ABD- Rusya arasında bitti zannedilen Soğuk
Savaş'ın 2000'li yıllarda tekerrür ettiğine şahitlik etmekteyiz. Aslına bakılacak olursa, ABD,
Rusya'nın tekrar toparlanıp kendisine meydan okuyacağını daha 1991’de biliyordu. Çünkü
Soğuk Savaş'ın bitmesiyle SSCB'nin toprakları parçalanmış ve SSCB yerine kurulan Rusya
Federasyonu bir taraftan ekonomik diğer taraftan da siyasi sorunlarla uğraşmak zorunda
kalmıştı. Rusya 1990-2000 yılları arasında bu sorunlarla uğraşırken aynı zamanda da ABD
hegemonyasına meydan okuma ve Uluslararası sistemde ABD'nin tek kutupluluğuna son
verme hevesi içerisindeydi. ABD’li stratejistler Amerikan hegemonyasına en büyük meydan
okumanın Rusya'dan geleceğini çok önceden görmüştü. Bu nedenle ABD ve AB, daha önce
SSCB'yi çökertmeye yönelik uyguladıkları çevreleme politikasının yeni versiyonunu bugün
Rusya’ya uygulamaya başlamışlardır. AB ve NATO'nun doğuya doğru genişlemesi aslında,
bölgede refah ve istikrar çemberi oluşturmanın yanında, Rusya'yı çevreleyip, diz çöktürmek
amacını taşımaktaydı. Bu doğrultuda NATO Baltık Denizi'nden Karadeniz'e kadar
genişlemiştir. Daha düne kadar NATO'nun Karadeniz üyesi sadece Türkiye iken, 2004 ve
sonrasında Bulgaristan ve Romanya NATO'ya üye olmuşlardır. ABD, NATO'nun genişleme
politikası bağlamında 2008 yılında Gürcistan ve Ukrayna'nın NATO üyeliğini sağlayabilseydi
Karadeniz genelde NATO'nun özelde ise ABD'nin kontrolü altına girmiş olacaktı. Fakat Rusya
ABD'nin bölgede oynadığı oyunun farkına varmış ve ABD'nin ilerleyişine 2008 yılında
Gürcistan'a gerçekleştirdiği askeri müdahaleyle dur demiştir.
Rusya'yı çevreleme politikasının ekonomik ayağını ise Avrupa Birliği yürütmektedir.
AB eski SSCB'den ayrılıp bağımsızlığını kazanan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine ekonomik
refah vaat ederek bu ülkeleri Rus hegemonyasından kurtarmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda AB
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini birliğe dahil ederek, bu ülkeleri gelecekte olası bir Rus
tehdidine karşı güvenlik altına almıştır/ almayı hedeflemektedir. Ukrayna'da iç savaşın
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
97
başlaması ve akabinde de Rusya'nın Kırım'ı önce işgal edip arkasından da ilhak etmesi tam bu
noktada vuku bulmuştur. Ukrayna ile AB arasındaki ilişkilerin derinleşmesi Rusya'yı rahatsız
etmiş, Ukrayna'nın AB'ye bağlanmasıyla birlikte Moskova'dan uzaklaşacağı ve ardından da
NATO üyeliğinin gerçekleşeceği, akabinde ise Ukrayna'nın Rusya'dan kopup ABD'nin kontrolü
altına gireceği algısını doğurmuştur.
Dolayısıyla, Ukrayna'da, Kasım 2013 yılında Rusya'nın hakimiyet alanını güvenlik
altına alma ve Batı ve Ukrayna'ya gözdağı vermeye yönelik başlayan kriz, Kırım'a sıçramış ve
Rusya'nın Kırım'ı ilhak etmesiyle birlikte uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Oysaki kriz ilk
etapta Ukrayna'da iktidar ve muhalif grupların "iç hesaplaşması" olarak başlamış, ilerleyen
süreçte ise büyük güçlerin Ukrayna üzerinde oynamaya çalıştıkları gizli oyunlarını ortaya
koymuştur. Bu noktada Ukrayna merkezli çıkan kriz, Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk
Cumhuriyeti'ne sıçramıştır. Kırım öncelikle bağımsızlığını ilan etmiş ardından da yapılan
referandum ile Rusya'ya bağlanma kararı almıştır. Kırım'ın Rusya'ya bağlanma kararı almasıyla
birlikte ise Ukrayna krizi ABD- Rusya krizi şeklini almıştır. Krizin, Rusya-Batı (ABD-AB)
şeklinde boyut kazanması, taraflar arasında ciddi bir kırılmaya neden olmuştur. Rusya ile Batı
arasındaki bu kırılma ise Rusya-ABD merkezli olarak yeni bir kutuplaşmanın ve yeni bir soğuk
savaşın başlayacağı haberini vermektedir. Aslında Rusya uluslararası sistemin tek kutuplu
olarak yönetilemeyeceğini; 11 Eylül terör saldırılarından sonra ABD'nin terör ve terörizmle
mücadele kapsamında 2001 Afganistan, 2003 Irak operasyonuna karşı duruşuyla göstermiştir.
2003 sonrası Gürcistan ve Ukrayna'da yaşanan devrimler, akabinde ise ABD'nin Kosova'nın
bağımsızlığını tanıması, Gürcistan'ın Batı'ya yakınlaşması ve NATO üyeliğinin dile getirilmesi
Rusya'yı harekete geçirmiştir. Bu gelişmeler çerçevesinde, Rusya uluslararası alanda etkin bir
aktör olduğunu göstermek, ABD ve Batı'ya gözdağı vermek için Gürcistan'a askeri müdahalede
bulunarak Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığını tanımıştır. Aslında bugünkü ABDRusya krizinin 2008 yılında vuku bulma olasılığı oldukça yüksekti. Çünkü Rusya hakimiyet
alanına gelebilecek her türlü tehdide karşı A ve B planını her zaman masasının üzerinde hazır
bekletmekteydi. 2008 yılında beklenilen kriz ertelenerek Kasım 2013 yılında patlak vermiş ve
Kırım'ın ilhakına kadar gitmiştir. Bu krizle Rusya, tek kutuplu dünya sisteminin sonunun
geldiğini göstermiştir.
Bu çalışma, Ukrayna merkezli başlayan Kırım'ın ilhakına giden süreci, ABD ve
Rusya'nın kriz sürecinde oynadığı roller bağlamında analiz etmektedir. Akabinde ise
Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin Rusya tarafından ilhakının uluslararası hukuka
uygun olup olmadığı tartışılmaktadır. Bu noktada: self determinasyon nedir ve hangi hallerde
uygulanmaktadır? Kırım'ın bağımsızlığını ilan edip, Rusya'ya bağlanmasının self
determinasyon ilkesine dayandırılması uluslararası hukuka göre uygun mudur? Kırım niçin
krizin merkezi haline gelmiştir? Kırım'ın stratejik açıdan Rusya için önemi ve Rusya'nın
bölgedeki Kırmızı çizgisi nedir? gibi sorulara da cevap aranmaktadır.
Self Determinasyon İlkesi: Tarihi Arka Plan
Halkların kendi geleceğini belirleme ilkesi, 18. yüzyıldaki Amerikan ve Fransız
devrimleri ve 20. Yüzyılda gerçekleşen Bolşevik devriminde öne çıkan halk egemenliği
kavramıyla yakın bir ilişki içerisinde şekillenmiştir Self Determinasyon kavramı, 19.yüzyılda
öncelikle devlet egemenliğine, devlet egemenliği ise halka dayandırılmaktaydı Halk ise serbest
iradeyle bir araya gelen insanların tümünü ifade etmekteydi. 20.yüzyılda ise bu kavram ile
başta ABD Başkanı Wilson olmak üzere SSCB (Lenin ve Stalin) yakından ilgilenmişlerdir. ABD
başkanı Wilson I. Dünya Savaşı sonrası bu ilkeyi uluslararası politikanın gündemine taşıyarak
yeni bir anlam kazandırmıştır. Wilson'a göre, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan halk, o
toprak parçasının geleceği hakkında kararı kendi özgür iradesiyle vermelidir. Fakat Wilson'un
98
Murat ERCAN
bu fikri başta ABD ve sömürgeci devletlerin çıkarlarına tersti ve uygulanamazdı. Bu ilke I.
Dünya Savaşı sonrası dönemde çıkarlarla uyuşmadığı için Milletler Cemiyeti'nde kabul
görmemiştir.
Her ne kadar Milletler Cemiyeti tarafından bu ilke kabul görmemiş olsa da, II. Dünya
Savaşı sonrası kurulun Birleşmiş Milletler Örgütü, Self Determinasyon ilkesini benimsemiş ve
hatta Birleşmiş Milletler kurucu antlaşmasında bu ilkeye atıfta bulunmuştur (Aral, 2010,s.28).
BM kurucu antlaşması madde 1/2'de bu ilkeye şu şekilde yer vermiştir:
"Milletler arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine
saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun
önlemleri almak, 55. madde ise "Milletler arasında halkların hak eşitliği ve kendi yazgılarını kendilerinin
belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş barışçı ve dostça ilişkiler sağlanması için gerekli istikrar ve
refah koşullarını yaratmak üzere Birleşmiş Milletler: a). Yaşam düzeylerinin yükseltilmesini, tam
istihdamı, ekonomik ve sosyal alanlarda ilerleme ve gelişme koşullarını, b). Ekonomik, sosyal alanlarla
sağlık alanındaki uluslararası sorunların ve bunlara bağlı başka sorunların çözümünü, kültür ve eğitim
alanlarında uluslararası işbirliğini; c). Irk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan
haklarına ve temel özgürlüklerine bütün dünyada etkin bir biçimde saygı gösterilmesini,
kolaylaştıracaktır (Gündüz,2003,s.87).1”
Ayrıca BM Antlaşmasının 73-76. maddelerinde sömürge halklarının kendi kendilerini
yönetme hakkından söz etmektedir. Fakat 73 ve 76. maddelerinde halkların kendi geleceklerini
belirleme hakkından söz etmemektedir. Bu iki maddeyi Berdal Aral şu şekilde
yorumlamaktadır; "Bu iki maddede halkların kendi geleceğini belirleme hakkından söz
edilmemiş olması, bazılarının iddia ettiğinin aksine, aslında self determinasyon hakkının
yalnızca sömürge bağlamıyla sınırlanamayacağını göstermektedir. Ayrıca BM Antlaşması'nda
hakların kendi geleceğini kendisinin belirlemesi ile ilgili maddelerde, hak yerine ilke deyimini
tercih ettikleri görülmektedir. Böyle bir tercih yapılmasındaki amaç, gelecekte bu hak veya ilke
kavramı çerçevesinde hareket etmek isteyen grup veya topluluğunun hukuki gücünü
zayıflatmaktır(Aral, 2010,s.30)". Fakat SD hakkı BM kurucu antlaşmasında yukarıda ifade
edildiği gibi yer bulmuş olsa da bu hak veya ilkeye, egemen devletler 21. yüzyıla kadar sıcak
bakmamışlardır. Çünkü bazı devletler BM Örgütü'nün kurucu antlaşmasındaki 1/2, 55 madde
ve 2/4 fıkrasındaki, devletin toprak bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığına saygı gerekçeleriyle
karşı çıkmıştır. Nüfusunda etnik grupları barındıran devletlerin diğer bir endişesi ise bir gün bu
etnik grupların SD ilkesi çerçevesinde özerklik veya bağımsızlıklarını talep etme olasılığının
yüksek olmasıdır. Başka bir ifade ile bu ilkenin kabul edilmesiyle birlikte devletlerin toprak
kaybetme olasılığı da o denli yüksek olacağından egemen devletler SD ilkesine karşı
çıkmışlardır.
Soğuk Savaş döneminde ise devletler daha önce ifade edilen görüşten pek farklı bir
tutum sergilememişlerdir. Sadece bu dönemde SD hakkı üç grup insan topluluğunun
geleceğiyle ilgili bir hak olarak kabul edilmiştir. Bunlar; Sömürge yönetimi altında yaşayan
halklar, ırkçılığı bir yönetim şekli haline getiren rejimlerin baskısı altında yaşayan halklar ve
işgal altında yaşayan halklardır. Bu üç topluluk arasında bir ve üçüncü gruptaki halklara
bağımsız devlet kurma hakkı tanınmış ve ikinci gruptaki topluluğa ise siyasi sisteme katılma
hakkı tanınmıştır (Kay,1989,s.28). Her ne kadar bahsi geçen dönemde yukarıda ifade edilen
topluluklara bu hak tanınmış olsa da neticede bir hak olarak uygulanamamıştır. Çünkü pek çok
devlet bünyesinde birden fazla etnik yapıya sahip idi, şayet bu hak veya ilke her hangi bir grup
Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi ile ilgi geniş bilgi için bakınız http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhak lari/pdf01/53-73.pdf,
(10.12.2014).
1
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
99
veya topluma uygulansaydı, bu uygulama başka devletlerdeki etnik grupları teşvik ederek, pek
çok devletin topraklarının parçalanmasına neden olabilirdi. Başka bir ifadeyle, devletlerin
toprak bütünlüğünü her zaman tehdit altında olabilirdi. Bu sebeplerden dolayı bu kavramın
kullanılmasına devletler olumlu yaklaşmamışlardır. Fakat bu hak veya ilke Soğuk Savaş'ın
yumuşama döneminde ve sonrası dönemlerde köklü değişikliğe uğramış ve BM Şartı, Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmeleri ve Helsinki Nihai Senedi gibi uluslararası bağlayıcı niteliği olan
antlaşmalarda yer almıştır. Hatta BM Genel Kurul Kararları ve Uluslararası Adalet Divanı
kararlarının konusu olmuştur. Başka bir deyişle SD hakkının uluslararası antlaşmalarda yer
bulmaya başlamasıyla birlikte uluslararası hukuk niteliği kazanmıştır(Saxer, 2010,s.13-35).
Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Sözleşmesi bu kavramı şu şekilde ifade etmektedir;
“Bütün halklar self-determinasyon hakkına sahiptir. Bu haktan dolayı halklar kendi siyasi
statülerini özgürce tayin edebilecek ve ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmelerini özgürce
sürdürebileceklerdir.( Md.1) Diğer bir madde ise bütün hakların uluslararası hukuka ve karşılıklı çıkar
ilişkisine zarar vermeden, doğal kaynaklar ve zenginlikleri kendi yararına özgürce tasarrufta bulunabilir.
Hiç bir halk maddi kaynaklardan yoksun bırakılamaz.( Md. 2). Mevcut sözleşmeye taraf olan ve muhtar
ve vesayet altındaki devletlerden sorumlu devletler dahil olmak üzere, BM Şartına uygun olmak üzere,
self-determinasyon hakkına saygı göstermesi gerekmektedir.”
Bu maddeler bir nevi demokratik yönetim ilkesini teyit etmektedir. Başka bir ifadeyle
1976 yılında yürürlüğe giren ikiz sözleşmeler, self-determinasyon hakkının her şeyden önce
insan hakkı olduğunu belirtmektedir. Fakat SD hakkı uluslararası sözleşmeler ile garanti altına
alınmasına rağmen bu hakkın ihlali durumunda birey veya toplulukların şikayet hakkı yoktur.
İlgili maddeler sadece halkların ekonomik ve siyasi hakların yanında yer altı ve yer üstü
zenginlik kaynaklarını hiç bir sınırlandırmaya tabi kalmadan kullanabileceklerini ifade
etmektedir. Fakat uluslararası sözleşmeler uygulamada yükümlülüğün nasıl yerine getirileceği
konusunda her hangi bir düzenlenme öngörmemektedir. Sadece BM Antlaşmasına atıfta
bulunarak, saygı gösterilmesi gerektiği belirtilmektedir.
24 Ekim 1970 tarihli BM Genel Kurulu'nca kabul edilen Devletler Arası Dostça İlişkiler
Bildirisi, halkların mutlak eşitliği üzerinde durmuş ve devletlerin ilişkilerini egemenlik, eşitlik
ve saygı ilkesi çerçevesinde yürütmesini ifade etmektedir. Devletler Arası Dostça İlişkiler
Bildirisine göre, bir devletin toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına zarar verecek her
türlü eylemin antlaşmanın amaç ve ilkeleriyle bağdaşmayacağı belirtilmektedir. Fakat SD hakkı
bağlamında, halkın federasyon şeklinde bir devletle birleşebileceği veya bölgesel veya kültürel
özerkliği veya devlet içinde yaşayan diğer vatandaşlarla eşit koşullar altında üniter devlete
katılmayı tercih edebilecektir(Aral,2010,s.34). Bu düzenlemelerden birden fazla anlam
çıkmaktadır: a) Sömürge veya işgalci bir devlet yönetimi altında yaşayan halkların ve ırkçı bir
rejim altında yaşayan halklar bu hakkı talep edebileceklerdir. b) Farklı bir etnik, dini ve dilsel
özerkliğe sahip, kolektif kimliği muhafaza etmek isteyen ulusal azınlıklarında kendi siyasi
geleceklerini belirleyebilecek. c) SD hakkı bağlamında her halk kendi doğal kaynakları üzerinde
egemenlik hakkına ve tercih ettiği siyasi, iktisadi toplumsal ve kültürel modeli uygulama
hakkına sahip olabilecektir (Hilpold, 2014,s.37-38). Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere,
uluslararası belgeler hükümranlığın devlete ait olmadığı, asıl kaynağının halk olduğunu
vurgulamaktadır.
26 Haziran 1981 tarihli İnsanın ve Halkların Haklarına Dair Afrika Şartı ise SD ile ilgili
olarak daha önce yukarıda belirtilen benzer ifadelerde bulunmaktadır. Örneğin 20. madde şu
şekilde ifade etmektedir;
100
Murat ERCAN
"Bir bütün olarak halklar var olma hakkına sahiptir ve halklar kendi kaderini tayin etme hakkına
sahiplerdir. Bütün halklar, kendi siyasal statülerini özgürce belirleyecek ve özgür olarak seçtikleri
siyasaya uygun olarak ekonomik ve sosyal gelişmelerinin takipçisi olacaklardır ( Md.20/1). Aynı
antlaşmanın 20/2 maddesinde ise sömürge veya baskı altında olan halklar kendilerini baskı ve
sömürgeden kurtarma hakkına sahip olabileceklerdir. Bu şartın tarafı olan devletler ise bağımsızlık
mücadelesinde bu halklara yardımcı olacaklardır ( Md. 20/3).”
Uluslararası antlaşmaların analizinden de anlaşılacağı üzere SD hakkı uluslararası
hukukun ve insan haklarının en temel yapı taşlarından birisidir. Fakat bir gerçek var ki, o da SD
hakkına devletler kendi ulusal çıkarlarıyla uyuşmadığı için pek sıcak bakmamışlardır.
Günümüzde, özellikle BM Güvenlik Konseyi Daimi üyelerinden ABD ile Rusya arasındaki
çekişmede taraflar SD hakkını bir birlerine karşı restleşme ve tehdit unsuru olarak
kullanmaktadırlar. Oysa demokratik ülkelerde bireyler ülke genelinde eşit haklara, seçme
seçilme hakkı ve yönetime katılma hakkına sahip olduklarından bu ilkeyi rahatlıkla
kullanabilmektedir. Bu ise ülkeye huzur ve mutluluk getirmekle birlikte etnik grupların ayrılma
fikirlerine de fırsat vermemektedir. Zaten uluslararası hukuk ayrılma talebinde olan halklara
izin vermemektedir. Sadece uluslararası hukuk bir ülkede yaşayan etnik grup veya halkların
ırkçılık gibi nedenlerden dolayı baskı altında bulunması veya haklarından mahrum edilmesi
durumunda, devletlerin durum veya pozisyonuna göre SD hakkını kullanması için izin
vermektedir. Şayet bir etnik grup, bir ülkede yönetime katılabiliyor ve eşit vatandaşlık
haklarına sahipse SD hakkı talebinde bulunamaz. Bu talep siyasi bir görüşten öteye gidemez ve
siyasi talebi hukuki olarak meşrulaştırmak için kullanamaz.
Self Determinasyon İlkesinin Hukukî Zemini: Abhazya, Güney Osetya ve Kosova
Örnekleri
Son zamanlarda uygulanan SD Hakkı/ilkesi, Soğuk Savaş dönemi uygulamaları ile
karşılaştırıldığında, uygulamalarda çok farklılıklar olduğu göze çarpmaktadır. Self
Determinasyon ilkesi Soğuk Savaş döneminde ayrılıkçı hareketleri bastırıp, halkları birleştirme
özelliğine sahipken, Soğuk Savaş sonrası dönemde Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte bölücü bir
güç haline gelmiştir. Özellikle, 21. yüzyılda birleştirici özelliğini kaybeden ve bölücü bir niteliğe
bürünen SD ilkesinden pek çok bölge veya devlet nasibini almıştır. 21. yüzyılda mikro
milliyetçiliğin ürünü olan yeni devletler görülmeye başlamıştır. Soğuk Savaş'ın son bulmasıyla
birlikte dünyanın haritası değişmiş ve bu değişim pek çok etnik çatışmalara neden olmuştur.
Örneğin, Kosova, Abhazya, Güney Osetya ve en son olarak Kırım bu değişimden nasibini
almıştır. Öncelikle ABD Rusya'nın uyarılarına rağmen, Kosova'nın uluslararası hukuka aykırı
olarak ilan ettiği bağımsızlığını tanımıştır. Abhazya ve Güney Osetya ise Rusya tarafından,
Kosova örneği gösterilerek ABD'ye rest olarak bağımsız birer devlet olarak tanınmıştır. Kırım
ise, bu ilkeyi uluslararası kamuoyunun tanımadığı bir referandum ile Rusya ile birleşmeden
yana kullanmıştır. Bu noktada 21. yüzyılda bağımsızlığını ilan eden devletlerin self
determinasyon ilkesi bağlamında uluslararası hukuka göre meşruluğu sorgulanması gereken
mesele olarak ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası hukuk ayrılmanın ve bağımsızlık talebinin meşru olabilmesi için faklı
olasılıkları kabul etmiştir. Bu olasılıkları, Füsun Arsava, devleti oluşturan halkın tümünün
kararına bağlı ayrılma, sömürge yönetiminden ayrılma, ulusal düzenlemeye istinat ayrılma
veya uluslararası hukuka aykırı olarak toprak ilhak eden devletten ayrılma (Arsava(a), 2012,
s.10), olarak sıralamaktadır. Bu bağlamda Kosova'nın bağımsızlık girişimleri yukarıda ifade
edilen kriterlerin hiç birine dahil edilememektedir. Çünkü Kosova bağımsızlığını talep ederken
ne Sırbistan halkının kararını aldı, ne de uluslararası hukukun düzenlemelerine istinaden iddia
etmiştir. Oysa Kosova 17 Şubat 2008 tarihine kadar Sırbistan'a bağlı bir muhtar bölgesiydi ve
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
101
Kosova gibi muhtariyetle yönetilen bölgelere ne Yugoslavya Anayasası, ne de Sırbistan yasaları
ve uluslararası hukuk ayrılma olanağı tanımamaktadır(Arsava(b), 2009, s.197). Sadece ayrılma
hakkı birlik cumhuriyetlerine tanınmıştır. Bu bağlamda Kosova’nın Sırbistan'dan ayrılarak
bağımsızlığını ilan etmesinin meşru bir zemini var mıdır? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki,
Kosova ve Kosova'nın bağımsızlığını tanıyan devletler, uluslararası hukuka uygun olarak
hareket etmemişlerdir. Konuya normatif hukuk açısından bakıldığında, bir kere Kosova
Sırbistan halkının fikrini almadan tek taraflı olarak ayrılma talebinde bulunmuştur. Oysa daha
önce ifade edildiği üzere uluslararası hukuk tek taraflı ayrılma taleplerine, toprak bütünlüğü
ilkesinin ihlali çerçevesinde sıcak bakmamakta, bu tür ayrılma taleplerinin ise diğer devletler
tarafından onaylanmamasını istemektedir.
Kosova'nın bağımsızlık süreci uluslararası hukuka göre değerlendirildiğinde;
bağımsızlığın meşru sayılabilmesi için Viyana Antlaşmalar Sözleşmesinin 1- 31/ 3 ve 32. (BM
Enformasyon Merkezi, 2007,s.1) ve BM Şartının 1/2, 55,73 ve 76. maddelerine uygun olarak
hareket edilip, bu maddelerde belirtilen kuralların oybirliği ile kabul edilmesi gerekmekteydi.
Fakat bağımsızlık sürecinde Kosova, Sırbistan halkının görüşünü almadığı gibi BM Güvenlik
Konseyi Kosova'nın bağımsızlığını oylarken oybirliği ilkesine riayet etmiştir. Çünkü Rusya,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylamada BM Şartının 2/1-2/4 ve 2/5
maddelerini işaret etmiş ve Kosova lehine yapılacak oylamanın Sırbistan'ın toprak bütünlüğüne
zarar getireceği gerekçesiyle veto etmiştir. Rusya vetosunda haklıydı ve Kosova'nın
bağımsızlığını meşru kılacak hukuki bir dayanak yoktu. Aslında bağısızlık oylamasında evet
oyu kullanan ve Kosova'yı bağımsımız bir devlet olarak tanıyan devletler dahil, oylama sonrası
hukuki bir gerekçe gösterememişlerdir. Onlara göre yapılan eylem illegal de olsa bölgede
istikrar sağlanabilecekti. Kosova'nın bağımsızlığını tanıyan Batı grubu Kosova'nın
bağımsızlığını tanırken, "kaş yapalım derken göz çıkartmak" olarak adlandırabileceğimiz
uluslararası alanda vuku bulacak olan sonraki gelişmelerin yaşanmasına imza atmışlardır.
Çünkü Kosova'nın bağısızlığını tanıyan devletler, aynı zamanda da 2008 sonrası ayrılıkçı
fikirleri olan halklara ve toplumlara çok önemli bir koz vermiş oldu. Halbuki Rusya daha önce
başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, diğer Batılı devletleri uyarmıştı. Rusya gibi
Kosova'nın bağımsızlığına sıcak bakmayan G. Kıbrıs Rum Yönetimi, İspanya ve Yunanistan
gibi devletler çekincelerinde haklı idiler. Çünkü bugün her ülke sınırları içerisinde pek çok
etnik grup veya halk tabakası yaşamakta ve her an bu gruplar Kosova'yı örnek göstererek
ayrılma talebinde bulunabilirlerdi. Bu talepler ise ileride gerek ülkelerin sınırları içerisinde,
gerekse bölgesel bazda önüne geçilemeyen yeni çatışmaları doğurabilirdi. Öyle de olmuştur.
Uluslararası hukuka aykırı olarak bağımsızlığını kazanan Kosova, bu bağımsızlığa karşı olan
devletleri iddialarında haklı çıkartmıştır.
Kosova'nın bağımsızlığıyla birlikte SD ilkesine yeni bir anlam yüklenmiş ve diğer
bölgelerdeki ayrılıkçı fikirlere sahip halklar ve toplumlar eylemlerinde haklı olduklarını
ispatlamak için Kosova örneğini göstermektedir. Bunun ilk örneği, 2008 Rus- Gürcü çatışması
sonrası Rusya'nın Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığını tanıması olmuştur. Uluslararası
kamuoyu Rusya'nın bu tek taraflı tanımasına karşı çıkarken, Rusya ise G. Osetya ve Abhazya
olayının Kosova sorunu ile aynı değerde olduğu ve tanımanın uluslararası hukuka uygun
olduğu gerekçesini ileri sürmüştür. Başka bir ifade ile Rusya'ya göre, G. Osetya ve Abhazya
olayı Kosova örneği ile paralellik göstermektedir. Moskova olaya, insanların hayatını kurtarma
olarak bakmıştır. Tanıma ile ilgili olarak ise Medvedev, "İnsanların hayatını kurtarmanın tek
yönteminin bu olduğunu düşünerek diğer devletlerin de bu konuda Rusya'yı örnek alarak
hareket etmesini istiyoruz. ilgili bütün uluslararası hukuku göz önünde bulundurarak bu
cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını tanıyoruz(Yeni Şafak, 2014) "açıklamasında bulunmuştur.
102
Murat ERCAN
Medvedev'in açıklamasından da anlaşılacağı üzere SD ilkesi, uluslararası antlaşmalarda ifade
edilen anlam ve içerikten tamamen farklı yeni bir anlam kazanmış oludu. Oysa, imzalanan
uluslararası antlaşmalara göre ne Kosova'nın, ne de Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsız bir
devlet olarak tanınmalarının hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır.
Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığa giden sürece kısaca bakıldığında; Güney
Osetya ve Abhazya Kosova gibi birer muhtar bölgeleriydi. Osetya ve Abhazya'nın 1991 yılında
muhtar bölgeler olarak bağımsızlıklarını ilan etmesi Gürcistan'ı rahatsız etmiş ve Gürcistan
1993 yılında bu bölgelere askeri müdahale bulunmuştur. Gürcistan'ın bölgelere müdahalesi
hem Güney Osetya hem de Abhazya'da iç çatışmalar çıkmasına neden olmuştur. Çıkan
olaylarda pek çok kişi hayatını kaybetmiş ve on binlerce kişi bulundukları yerleri terk ederek
Kuzey Osetya'ya kaçmıştır. Aynı şekilde on binlerce Gürcü Gürcistan'ın diğer bölgelerine
kaçarak göç etmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine Gürcistan ile Güney Osetya arasında
ateşkes antlaşması imzalanarak, bölgede AGİT, Rusya, Gürcistan ve Oset askerlerinden oluşan
barış gücü oluşturulmuştur. Bölgede 1993- 2004 yılları arasında kısa süreli istikrar sağlanmış
gibi gözüküyordu. Fakat 2004 yılında bölgede çatışmalar tekrar başlamış ve bunun üzerine
Rusya statüko yanlısı politikaların hiç bir işe yaramayacağı gerekçesiyle, Güney Osetya ve
Abhazya'daki bağımsızlık hareketlerini desteklemeye başlamıştır. Hatta Rus Parlamentosu
Ağustos 2005 yılında Güney Osetya ve Abhazya'daki bağımsızlık hareketini destekleme kararı
almıştır. Rusya'nın böyle bir karar almasının arkasında şu gerekçelerin olduğunu ifade
edebiliriz; Rusya bölgede kendi etki ve hareket alanını artırarak Batı'nın kendisine karşı
uyguladığı çevreleme politikasını bertaraf etmek istemekteydi. Fakat Gürcü lider Saakaşvili
batının desteğiyle iktidar olmuştu ve yeni yönetim Rusya karşıtı açılımlar yapmaya başlamıştı.
Bunlardan en önemlisi ise Gürcistan’ın, Kafkasya'da siyasi dengeyi Rusya aleyhine bozacak
açılımlar başlatması olmuştur. Rusya'nın diğer bir gerekçesi ise Rusya, Balkanlar ve Doğu
Avrupa'daki siyasi değişimlere ancak Avrupa'nın doğusundan karşılık verebilirdi
(Öztürk,2009,s.8). Ayrıca ABD ve AB'nin Kosova'nın bağımsızlık hareketine verdiği destek,
Rusya'yı Kafkasya'da tedbir almaya mecbur kılmıştır. Zira Rusya bölgede hem kendi
konumunu güçlendirmek, hem de ABD ve AB'ye karşı bölge önlem ve tedbir almayı
hedeflemiştir.
Bu doğrultuda Rusya, Moskova'nın, Gürcistan'ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu
ve başından beri taraflar arasındaki sorunları diplomatik yollarla çözülmesini gerektiğini
savunmuş olmalarına rağmen Gürcistan'ın Gamsahurdiya döneminde bu cumhuriyetlerde
soykırım girişiminde bulunduğunu ve Saakaşvili yönetiminin de aynı yöntemi tercih ettiğini
öne sürerek, artık bu halkların Gürcüler ile bir arada yaşamalarının imkansız olduğu
gerekçesiyle 12 Ağustos 2008 Gürcistan ordusuna karşılık vermiş ve Gürcistan ordusuyla
çatışmaya başlamıştır (Http://Haber.Kamudunyasi.Com/Rusya-Gosetya-ve-Abhazyayı-Tanıdı7219i.Cgi, 25.12.2014). Rusya'nın bu müdahalesine uluslararası kamuoyu Gürcistan'ın iç
meselesi olduğu gerekçesiyle Rusya'ya tepki göstermiş ve çatışmanın biran evvel
sonlandırılması için Rusya'ya baskı yapmaya başlamıştır. Rusya ise bu tepkilere cevap olarak,
ABD önderliğindeki NATO hangi misyonla Kosova'ya girdiyse kendilerinin de o misyon ile
bölgeye girdiklerini uluslararası kamuoyuna açıklamıştır (Arsava(b),2009,s.199). Diğer bir ifade
ile Rusya, insani müdahale amacı ile G. Osetya ve Abhazya'ya girdiğini belirtmiştir. Bu
açıklamanın hem arkasından Rusya Güney Osetya ve Abhazya'nın tek taraflı bağımsızlık ilanını
tanımıştır. Bu tanımaya ABD ve AB tepki göstererek, Rusya'ya karşı ekonomik alanda bir takım
yaptırım kararları almıştır. Bu gelişmeler sonrasında Gürcistan BDT'den ayrılmış ve ABD ve AB
Gürcistan'ın NATO üyeliği sürecini hızlandırmıştır. Gürcistan'ın NATO üyeliği süreci gelecek
dönemlerde Rusya ile ABD'nin arasını açılmasına neden olacak ve hegemonya yarışına
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
103
dönecektir. Rusya'nın ile Gürcistan arasındaki bu kriz gelecekte Ukrayna'ya sıçrayarak Kırım'ın
ilhakına kadar gidecektir.
Özetle söyleyebiliriz ki 20.yüzyılda Rusya ile ABD arasında vuku bulan çatışmalar aynı
amaç ve hedef doğrultusunda 2000'li yıllarda tekrar başlamıştır. Sadece faklı olan ABD ve
Rusya'nın hedeflerine ulaşmak için kullandıkları araçlardır. Bu yeni yüzyılda gerek ABD,
gerekse Rusya kendi etki alanlarını/nüfusunu, Ortadoğu, Kafkasya, Avrasya, Balkanlar ve diğer
bölgelerde genişletmek ve nüfuslarını korumak için SD ilkesini araç olarak kullanmaya
başladıkları dikkatleri çekmektedir. ABD ve Rusya ulusal çıkarları olduğu bölge veya
topraklarda SD ilkesini söz konusu bile etmezken, kendi çıkarlarına hiç bir etkisi olmayan
topraklarda SD ilkesini ileri sürerek, o topraklarda yaşayan halkların bağımsızlığını hemen
tanımaktadırlar. Örneğin ABD Kosova'da SD hakkına sahip çıkmış, fakat Güney Osetya ve
Abhazya'da bu hakkı veya ilkeyi reddederek Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü savunmuştur.
Rusya ise Sırbistan'ın toprak bütünlüğünü savunmuş ve Güney Osetya ve Abhazya'nın
mücadelesinde SD hakkını savunmuştur. Bu ise süper güçlerin SD hakkını veya ilkesini kendi
çıkarları doğrultusunda kullandıklarının açık kanıtıdır. Aynı zamanda da SD ilkesi geçmişle
kıyaslandığında günümüzde toprakların bölünmesinde ve yeni devletlerin oluşturulmasında
bir araç olmuştur. Kosova, Güney Osetya ve Abhazya ile başlayan ve amacı dışında kullanılan
SD ilkesinden daha pek çok devletin nasibini alacağı aşikardır. Bunun son örneği Kırım'ın, SD
ilkesine dayanarak bağımsızlığını ilan edip Rusya'ya bağlanması olmuştur. Bir Sonraki
bölümde Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılıp Rusya'ya bağlanması ve bu sürecin uluslararası hukuka
uygunluğu analiz edilecektir.
Kırım Meselesi: Self Determinasyon-İlhak Araflığı
Dünya tarihinde yaklaşık 700 yıllık bir geçmişe sahip Kırım, bu süreç içerisinde
jeopolitik ve jeo-stratejik bakımdan insanlık tarihinde önemli roller oynamıştır/ oynamaktadır.
Kırım, başta Altın Ordu olmak üzere Cenevizler, Osmanlılar, Rusya, ABD ve AB gibi büyük
güçlerin nüfus kurmaya çalıştığı veya sahip olmak istedikleri kilit bir bölgedir. Dönem dönem
her bir süper gücün Kırım'a bakışı ve sahip olma nedenleri bir birinden farklı olmuştur.
Uluslararası güçlerin bölgeye nasıl baktıkları, Kırım'ı hangi açılardan değerli buldukları
meselesi incelendiğinde aslında hepsi için farklı bir boyutun öne çıktığını görmek mümkündür.
Örneğin, Altın Ordu devleti Kırım'a anayurt/ Anavatan olarak sahip çıkmıştır
(Özcan,2014,s.13). Kırım, 13. yüzyılın ortalarında kurulan Altın Odu (Orda)Devletinin
hakimiyetinde yaklaşık bir yüzyıl yaşamış ve Altın Ordu Devletiyle Türkleşmiş ve
İslamlaşmaya başlamıştır. Kırım, Altın Ordu Devletinden başlayarak 18.yüzyıla kadar Türklerin
ve Müslümanların hakimiyeti altında yaşamıştır. Kırım halkının İslamiyet'i ve Türklüğü
seçmesi her hangi bir zorlama karşılığında olmamış, bilakis coğrafya üzerinde yaşayan halkın
kendi iradeleriyle seçmeleri ve kabul etmeleri sonucunda olmuştur. Görülüyor ki Altın Ordu
döneminde Kırım halkı bölgeyi bir yurt olarak benimsemişler ve anavatan olarak sahip
çıkmışlardır. Cenevizler Kırım'ı bir ticaret merkezi olarak görmüşlerdir, Osmanlı İmparatorluğu
ise Karadeniz ve Karadeniz ticaretinin güvenliği ve kontrolü açısından önemli bir bölge olarak
görmüştür. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu, Karadeniz'i Türkleştirmek için büyük çaba
sarf etmiştir. Bu vesile ile Osmanlı İmparatorluğu, Moskova'nın güçlenip büyümesi halinde
Karadeniz'e olası saldırılarını önlemek veya saldırıları asgari seviyeye indirebilmek için
Karadeniz'e kıyısı olan Kırım'ı kendi himayesi altına alma siyaseti gütmüştür (Hülagü,2004,s.5).
Osmanlı için büyük önem arz eden Kırım, 1475 yılında Osmanlı hakimiyetine girmiş, yaklaşık
300 yıl kadar süren Kırım üzerindeki Osmanlı hakimiyeti, 1783 yılında Rusya'nın Kırım'ı ilhak
etmesiyle son bulmuştur (Baştürk,2014,s.10 ve Gürseler, 2014,s.90). SSCB’nin kurulmasıyla
birlikte bölge Sovyet çatısı altına girmiş ve 1921 yılında SSCB'ye bağlı Kırım Özerk Cumhuriyet
104
Murat ERCAN
statü kazanmıştır. 1783 yılında Sovyet Rusya'nın Kırım'ı işgal etmesindeki amacı sıcak denizlere
inmek ve denizlerin kontrollünü sağlamaktı. Bu doğrultuda Rusya uzun süre Kırım'ı himayesi
altında tutmuştur. Bu süre içerisinde Rusya, Kırımı Ruslaştırarak Güneye sıçramak için geçiş
noktası olarak görmüştür. Rusya'nın baskısından kaçan Kırım halkı Osmanlı topraklarına göç
etmek zorunda kalmıştır. Rusya ise yurtlarından göç eden Kırımlı Türkler'in yerlerine Rus ve
Ukrayna asıllı nüfusu yerleştirmiştir. Başka bir ifadeyle Rusya Ruslaştırma politikaları
çerçevesinde Kırım'daki Türklere baskı yaparak yurtlarından/ anavatanlarından uzaklaştırmış,
yerlerine de Rus asıllı vatandaşlarını yerleştirmiştir. Kırım'da başlayan göç hadiseleri etnik
temizlik politikaları altında 19 ve 20.yüzyıllarda da şiddetli bir şekilde devam etmiştir. Kırım
Özerk Cumhuriyet'in kurulmasından sonra kısa bir süre Kırım Türkleri Rus baskısından
kurtulmuş olsa da, 1920'lerin ikinci yarısında Stalin'in iktidarı tamamen ele geçirmesiyle tekrar
Kırım Türkleri şiddet ve terör eylemleri ile karşı karşıya kalmışlardır. Stalin, Kırım'ın 1942-1943
yılları arasında Almanya'ya destek olduğu gerekçesiyle 1944 yılında Kırım'dan Türklerin en son
ferdine kadar sürülmesine dair emir vermiş, bu emir on binlerce Kırım Türkü'nün bölgeden
Sibirya gibi başka bölgelere sürülmesine neden olmuştur. Bu katliam niteliğindeki politika ile
on binlerce Kırım Türkü ölüm yolculuğuna çıkartılmış ve on binlercesi hayatını kaybetmiştir.
Ayrıca Kırım 1944 yılında özerk yapısını kaybetmiş (Wydra, 2004, s.113). 1945 yılında Oblast2
olarak SSCB'ye bağlanmıştır. 1954 yılında dönemim Rus lider Nikita Kruşçev'in tam olmasa da
kısmen yumuşama politikası izlemesiyle, hem sürgündeki Kırım Türkleri yurtlarına geri
dönmeye başlamış, hem de Kırımın Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine bağlanmasına
karar verilmiştir. O dönemde, Sovyet Rusya'da uzun vadede ne Kırım ne de Ukrayna SSCB için
sorun teşkil etmeyeceği inancı vardı. Sovyet Rusya'ya göre bölgeler Moskova'ya her şeyi ile
bağlıydı. Fakat, Sovyet Rusya'nın hesabı 1991 sonrası tutmadı ve Ukrayna 1991 yılında
bağımsızlığını kazandıktan sonra hem Kırım hem de Ukrayna Rusya toprağından kopmuştur.
Ayrıca Rusya Kırım Tatarlarının anayurtlarına geri dönüşlerinden endişelenmiş ve Kırım'da
Rus çoğunluğu sağlayıp, Kırım'ın tekrar Rusya'ya bağlı Özerk Cumhuriyet olması için
milliyetçi ve komünist Rus çevreleri harekete geçirmiştir. Her ne kadar Rusya Kırım'da özerk
yapıdan bahsetse de, burada Rusya'nın amacı belliydi, Kırım Tatar Özerk Cumhuriyeti
olmayacaktı ve Kırım'ın yönetimi Ruslara devredecekti3. Rusya'nın bu planına Kırım Tatarları
karşı çıkmışsa da 20 Ocak 1991 yılında yapılan referandumda Kırım, Ukrayna'ya bağlı Kırım
Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne dönüşmüştür. Yıllardır sürgün ve asimilasyon
politikalarına karşı mücadele vermiş olan Kırım 1991 yılında Ukrayna'ya bağlı bir bölge iken, 16
Mart 2014 tarihinde yapılan referandumla Rusya'nın bir parçası olmuştur. Gerçek olan Kırım ve
Kırımlı Tatarların geçmişte olduğu gibi yarın ve gelecekte de devamlı biri veya birilerinin
yazboz tahtası veya test sahası olarak varlığını devam ettireceğidir. Çünkü süper güç devletler
her zamanki gibi Kırım'ın bulunduğu konumun önemini bilmekte ve Kırım'ı enerji
güzergahının bağlantı noktası olarak görmektedir. Bu doğrultuda ne Rusya, ne de ABD
Kırım'ın önemini göz ardı etmemektedir.
Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla ilgili olarak öncelikli olarak şunu tespit etmemiz
gerekmektedir: Mart 2014’de uluslararası kamuoyunun tanımadığı referandum neticesinde
Kırım’ı ilhak etmesi uluslararası hukuka ne denli uygundur? Bu soruyu cevaplarken Rusya’nın
reel politiğinde Kırım’ın konum itibariyle ehemmiyeti de önem arz etmektedir. Kırım, tarihsel
açıdan Rusya'nın sıcak denizlere inme politikası çerçevesinde önemli bir konumdadır. Özellikle
Oblast Slavca bir kelimedir. Eyalet ve bölge anlamına gelmektedir. SSCB döneminde önemli bir yere sahip bu yerleşim
birimleri özerk cumhuriyet kavramından sonra gelirdi.
3 Kırım her ne kadar Rusya'ya bağlı olmasa da, Rusya kendi hakimiyet alanıyla ilgili gelecekte olabilecek her türlü
olumsuz senaryolar karşısında güçlü olabilmek için, Kırım'ın yönetimini Kırımdaki Ruslara devretmeyi amaçlamıştır.
2
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
105
Sivastopol Rusya'nın Karadeniz üzerinden Akdeniz ve ötesinde hakimiyet kurmak için önemli
bir kapıdır. Ayrıca Kırım meselesini Rusya'nın Ukrayna politikasından ayrı değerlendirmek
yanlış olur. Çünkü Rusya'nın Kırım ve Ukrayna politikaları birbirleriyle örtüşmektedir. İkisini
de bir birinden farklı değerlendirmek araştırmanın bütünlüğü açısından eksik olur. Bu
doğrultuda Rusya'nın Ukrayna üzerindeki hedeflerine bakılması gerekmektedir.; Rusya,
Ukrayna üzerinden Karadeniz'de kontrolü sağlayarak Karadeniz deniz ticareti için Sivastopol
ve Odessa limanlarına ilişkin ulaşımın kolaylıkla sağlanmasını, böylelikle Ukrayna'dan geçen
enerji hatlarını sorunsuz, istediği gibi kullanmayı hedeflemiştir Bu hedefin gerçekleşebilmesi
için öncelikle Ukrayna'nın AB ve NATO üyeliği engellenmesi gerekmekteydi. Bunun için ise
Ukrayna'da iktidarda Rusya yanlısı yönetim olmalıydı. Fakat Soğuk Savaş'ın hemen sonrası
parçalanan Rusya'nın bu hedefleri gerçekleştirmesi o kadar kolay gözükmüyordu. Bu
doğrultuda Rusya, öncelikle gerekli ortamı sağlamakla meşgul olmuş, ekonomik kalkınma, ülke
içerisinde kontrol edilemeyen oligarklar ve Kuzey Kafkasya'daki isyanların bastırılması gibi
sorunlarla ilgilenmiş ve bölgeyle ilgili stratejik oyunları geçici olarak rafa kaldırmıştır. Fakat
Rusya kabuğuna çekilmiş kendi sorunlarıyla uğraşırken NATO ve AB genişleme politikası
altında sınırlarını Rusya'nın sınırına yakınlaştırmış ve Rusya'yı çevrelemeye çalışmaktadır. 2007
yılına kadar eski Doğu Bloğu ülkeleri AB ve NATO üyesi olmuş ve ABD ise NATO üzerinden
Rusya'yı çevreleyerek sıkıştırmaya başlamıştır. Diğer taraftan ise Gürcistan, Kırgızistan ve
Ukrayna'da devrimler yaşanmış ve bu ülkelerde Rusya'ya mesafeli duran, Batı yanlısı
yönetimler iktidara gelmiştir (Bingöl, USGAM, 2014). Bu arada Rusya Batı'nın oynadığı oyunun
farkındadır. 2006 yılına kadar Rusya ülke içi sorunları büyük bir ölçüde çözerek tekrar bölgede
hakimiyetini sağlamaya yönelik girişimlere başlamıştır. Başka bir ifade ile Putin'li Rusya ülke
yönetimini merkezileştirerek tekrar Rus milliyetçiliği politikalarına yönelmiştir. 2006 yılı
sonrası ise Rusya daha önce rafa kaldırmış olduğu stratejik derinlik politikalarını tekrar
gündemine almış ve ilk olarak ise Ukrayna üzerinden doğal gaz politikalarını gündemine
getirmiştir Bu doğrultuda Rusya, Ukrayna üzerinden Avrupa'ya açılan doğalgaz vanasını
kapatmıştır. Bu politikayla Rusya, bir taraftan Ukrayna'da enerji krizi yaşanmasına neden
olmuş, diğer taraftan ise AB'yi tehdit ederek enerji sektöründe önemli bir aktör olduğunu
göstermeye çalışmıştır (Schäfer,2007,s.35-36). Rusya'nın Ukrayna'ya yaptığı baskı meyvesini
vermeye başlamış ve daha önce Moskova'ya mesafeli duran yönetim değişmiş, yerine Rusya
yanlısı iktidar geçmiştir. 2006 sonrasında Rusya Soğuk Savaş dönemi yıllarındaki gücüne geri
dönmüş ve derin stratejiler ile uğraşmaya başlamıştır. Bu doğrultuda Rusya NATO'nun Nisan
2008 Bükreş Zirvesi'nde füze savunma kalkanının Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne
konuşlandırılmasıyla ilgili kararına tepki göstermiş ve ABD ve NATO'nun bu kararına karşılık
olarak ise 2008 yılında Gürcistan-Abhazya krizinde (Bingöl,USGAM,2014) askeri güç
kullanmıştır. Rusya'nın 2006 sonrası uyguladığı veya uygulamaya çalıştığı dış politika
stratejisinden şu sonuç çıkmaktadır; Rusya ile ABD arasında 1991 yılında son bulan Soğuk
Savaş, 2000'li yıllarda tekrar başlamıştır. Soğuk Savaş mantığı çerçevesinde hareket ederek
Rusya, bir taraftan 1991 yılında kayıp ettiği topraklarda tekrar hakimiyetini sağlamak
istemekte, diğer taraftan ise genelde Batı özelde ise ABD'nin sınırlarına yaklaşıp, kendisin
çevreleyip baskı altında tutmaya yönelik politikalara tepki olarak, gerektiğinde askeri güç
kullanarak cevap vermeye çalışmaktadır.
Bunlardan birisi ise Ukrayna krizine bağlı olarak Rusya'nın Kırım'ı işgal etmesidir.
Rusya'nın Kırım'ı işgal etme sürecine ve nedenlerine bakıldığında; Ukrayna'nın iç dinamikleri
üzerinde yürütülen Rusya-Ukrayna çatışması, Kırım'ın Rusya'ya bağlanması birlikte Batı'nın da
meseleye dahil olmasıyla bölgesel boyutu aşarak uluslararası çatışma niteliği kazanmış ve
bölgeyi sıcak savaşın eşiğine doğru sürüklediği gözlenmektedir. 2013 Kasım ayında vuku bulan
106
Murat ERCAN
kriz, Ukrayna yönetiminin dış politikada değişikliğe gitmesi ve bu doğrultuda Batı ile
yakınlaşmaya çalışmasıyla başlamıştır. Özellikle AB ile ilişkileri derinleştirmek isteyen
Yanukoviç'li Ukrayna yönetiminin AB politikasına Rusya tarafından veto gelmiştir. Çünkü
Rusya yakın çevre politikası çerçevesinde bölgede tekrar kendi hakimiyetini sağlamlaştırmak
için bölgede ülkeleriyle Gümrük Birliği projesini hayata geçirmek istiyordu. Bu projeyi Rusya
Ukrayna yönetimine tehdit ve baskıyla kabul ettirmiştir. Rusya'dan gelen tehdit ve baskı
neticesinde Ukrayna, AB ile imzalanması öngörülen sözleşmenin imzalanmayacağını
açıklamıştır. Bu açıklama üzerine Ukrayna'daki muhalif gruplar sokakta gösterilere başlamış ve
gösterilerin boyutu her geçen gün artmıştır. Bu gösterileri Rusya öncelikle muhalif grupların
mevcut iktidarı yıpratmak için yaptıkları taşkınlık olarak yorumlamış ve olayların Ukrayna'nın
AB politikasıyla alakadar olmadığını ifade etmiştir. Başlangıçta olayları sıradan muhalif
grupların taşkınlığı olarak değerlendiren Rusya ve Batı grubu Ukrayna'daki olaylara taraf
olmaktan kaçınmış, sadece kınamışlardır. Nitekim Ukrayna'daki gösteriler şiddetlenip
kontrolden çıkınca onlarca sivil vatandaş hayatını kaybetmiş ve Viktor Yanukoviç iktidarı istifa
etmek zorunda kalmıştır. Bu istifa Batı'nın zaferi, Rusya'nın mağlubiyeti ve Ukrayna için ise
felaketin habercisi olmuştur(Bratanovic und Carlens, trend,2015,s.1). Bu istifalar krizin
boyutunu artırmış ve Rusya Ukrayna'daki gelişmelere tepki olarak krize neden olan gruba karşı
en iyi yaptığı yöntem olan cezalandırma yöntemini devreye sokmuştur. Cezalandırma
yönteminin devreye sokulmasıyla birlikte Rusya Ukrayna'daki Rus milliyetçilerini harekete
geçirmiş ve ardından da Kırım krizi patlaklık vermiş ve akabinde de Kırım' ilhakı edilerek
Rusya'ya bağlanmıştır.
Kırım’ın Rusya açısından ehemmiyetini ve bu bağlamda Kırım’ın ilhakına giden süreci
Rus dış politikası bağlamında Mehmet Seyfettin Erol şu şekilde açıklamaktadır; Ukrayna'daki
iktidar-muhalif gruplar arasındaki çatışmayı Yanukoviç iktidarı bastıramamış ve ülkeyi terk
ederek kaçmak zorunda kalmış, akabinde Rusya, Ukrayna'da iktidarın düşmesiyle Batı
karşısında mağlup olmuştur. Bu mağlubiyeti içerisine sindiremeyen Rusya'nın Batı'nın
ilerleyişini durduracak kağıt üzerinde başka bir stratejisi kalmamıştı. Fakat aynı zamanda
Rusya Batı'ya karşı telafisi mümkün olmayan veya zor olan hata yapmamalıydı. Çünkü
Ukrayna ve Kırım Rusya'nın Karadeniz ve Güney Doğu politikasının ayrılmaz bir parçasıdır ve
şayet Rusya bu bölgede etkisini kaybederse şahdamarlarının kesilmesi anlamına gelmektedir.
Bundan dolay Rusya, Gürcistan savaşında olduğu gibi Ukrayna krizinde de hayat damarlarının
kesilmemesi için Batı'ya askeri güç kullanma seçeneği dahil, her türlü yöntemi kullanacağı
mesajını vermiştir. Başka bir ifadeyle Moskova, Ukrayna ve Kırım'ı kaybettiği taktirde;
Karadeniz'i, bölgedeki geniş bir alanda bölgesel inisiyatifini, Avrasya Birliği çerçevesinde
Gümrük Birliği projesinden, bölgedeki hakimiyetini, enerji sektöründeki rolünü kaybetme
ihtimali oldukça yüksek gözükmektedir. Bu ise Rusya'nın geleceği ve bekası açısından büyük
bir sorun anlamına gelmektedir. Devletin bekası için Rusya uzun bir süredir gerek Ukrayna,
gerekse Kırım ile ilgili her türlü senaryoyu 2008 yılında Gürcistan ve Ukrayna'nın olası NATO
üyeliği gündeme getirildiğinde masasında hazır bekletiyordu (Erol, 2014,s.5-6). Başka bir
deyişle Kırım bağlantılı Ukrayna krizi daha önce patlaklık verebilirdi. Rusya gerek Karadeniz,
gerekse Güney Doğu politikasını aksatacak ter türlü senaryoları masasında hazır
bekletmektedir. Askeri güç kullanma dahil. Gerektiği takdirde Moskova, nükleer silahların
kullanılmasını bile göze almış durumdadır. Bunu ise Rusya Kırım'ı ilhak edip topraklarına
bağlamasıyla uluslararası kamuoyuna ispatlamıştır.
Uluslararası kamuoyu henüz Suriye sorununa bir çözüm bulamamışken, uluslararası
sistemi yönlendiren devletler bugün Ukrayna ve Kırım sorununa çözüm arayışına girmişler ve
Rusya'nın Kırım'ı kendi topraklarına bağlamasının uluslararası hukuka uygun olup olmadığını
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
107
tartışmaktadırlar. Kısaca Kırım'ın Rusya tarafından önce işgal sonra ilhak sürecini hatırlarsak,
27 Şubat 2014 günü Kırım Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu ardından da başbakanlık binası ve
28 Şubat günü ise hava alanı öncelikle kimliği bilinmeyen silahlı ve askeri üniformalı kişiler
tarafından işgal edilmiş, köprüler telefon şebekeleri, internet bağlantıları kesilmişti. Başka bir
ifadeyle Kırım'ı Ukrayna'ya bağlayan bütün yollar kapatılarak bölge abluka altına alınmıştı.
Daha sonra Moskova'nın Kırım bölgesinde yer alan Rus azınlığı ve askerlerinin hayatı tehdit
altında olduğu gerekçesiyle Rus parlamentosundan Ukrayna'da askeri güç kullanılması
yönünde yetki talep etmişti. Sonraki günlerde Kırım'da işgal sürecini başlatan kişilerin
Rusya'nın Karadeniz'deki üssüne bağlı Rus askerleri olduğu gerçeğini ortaya çıktı. Böylelikle
Rusya Kırım'da askeri kontrolü sağlayarak işgal etmiş, ardından da referandum ile ilhak
etmiştir. Bu gelişmeler sonrasında ise gerek uluslararası hukukçular, gerekse uluslararası
kamuoyu, yapılan referandumun ve Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasını Uluslararası hukuka
uygun olup olmadığını tartışmaya başlamıştır. Moskova Kırım'ı ilhak gerekçesi olarak Oğuz
Kaan Pehlivanı'nda çalışmasında belirttiği gibi şu gerekçeleri ileri sürmüştür; Mevcut Kiev
hükümeti meşru bir hükümet değildir. Kiev'de coup d' etat gerçekleşmiştir. Başka bir ifadeyle
Kiev'de halkın rızasını almadan zorla siyasi irade el değiştirmiştir. Oysa Ukrayna Anayasası'nın
111. Maddesine göre devlet başkanının görevine son verilebilmesi için Ukrayna parlamentonun
3/4'den fazla oyuna ihtiyaç duyulmaktadır. Rusya'ya göre Yanukoviç 328'e karşı 0 oyla
görevinden azledilmiştir. Ukrayna'daki sonucu tanıyan devletler uluslararası hukuku ihlal
ederek Ukrayna'nın egemenliğini sekteye uğratmış ve hükümet dışı meşru olmayan temsilcileri
Ukrayna adına meşru saymışlardır. Rusya'nın diğer tezi ise Ukrayna'daki milliyetçi kesim Rus
azınlığın haklarını hiçe sayarak onları tehdit altına almıştır. Rusya'nın en önemli gerekçesi
Rusya Federasyon anayasasının Federasyon dışındaki Rus vatandaşlarının güvenliğinin
sağlanmasın garanti etmesidir. Rusya'ya göre, Ukrayna'daki Rus azınlığın temel hakları ve
hayatı milliyetçi kesim tarafından tehdit altına alınmıştır. Durum böyle olunca Rusya, Rus
azınlığın haklarını ve hayatı değerlerini korumakla yükümlüdür. Ayrıca Rusya, Ukrayna
devrik lideri Yanukoviç ve Kırım Özerk Bölgesi başbakanının bölgede istikrar ve güvenliğin
sağlanması için kendilerini davet ettiğini (Pehlivan, USAK, 2015) ve bunu ise Moskova'nın BM
Güvenlik Konseyine taşıdığını ileri sürmektedir. Başka bir ifadeyle Rusya, Kırız eşiğindeki
devletin rızası doğrultusunda, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde ve BMGK'nin bilgisi
doğrultusunda kuvvet kullanabileceğini ileri sürerek kendini uluslararası hukuka uygun
hareket ettiği şeklinde haklı çıkartmaya çalışmaktadır.
Genelde Batı ve özelde ise ABD, Rusya'nın bu gerekçelerini reddedip, Rusya'nın BM
Antlaşması'nın 2. maddesine göre “Devletler, bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da
siyasal bağımsızlığa karşı herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet
kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar" hükmü uyarıca kuvvet kullanamayacağını ileri
sürmektedir. Batı grubuna göre Rusya Ukrayna ve Kırım meselesinde hem BM Antlaşmasını
hem de uluslararası hukuku ihlal etmiştir. Başka bir ifadeyle Rusya Jus cogens4 amir
hükümlülüklerini ihlal etmiştir (Asker,2014,s.11). Ayrıca Batı'ya göre Rusya, Ukrayna ve
Kırım'a karşı askeri müdahale uygulamak, güç uygulama ve güç kullanarak tehdit yasağı
ilkesini, uluslararası anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözümü ilkesini, devletlerin iç işlerine
karışmama ve müdahale yasağı ilkesini, 1994 yılında imzalanan ve Ukrayna'nın toprak
Jus Cogens: Uluslararası hukukun temelini oluşturan kuralların toplandığı bir kategoridir. Bu kurallar bir kişi veya kurum
tarafından belirlenmemiştir. Bilakis, tüm kurullar halklar tarafından benimsenmiş ve kabul edilmiş tir. Uluslararası antlaşmaların
ele alındığı viyana konvansiyonu, jus cogensi, hiyerarşik olarak, uluslararası hukukun en üst seviyesine yerleştirmiştir. Öyle ki,
imzalandığı anda var olan bir jus cogens ile ters düşen bir antlaşma, geçersiz sayılacaktır.
4
108
Murat ERCAN
bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını korumayı garanti eden Budapeşte Mutabakatını5, eşit
haklar ve halkların kendi kaderini kendisinin belirleme ilkesini ve devletlerin egemenlik eşitliği
ilkesini, devletlerin toprak bütünlüğü ve sınır dokunulmazlığı ilkelerini ihlal etmiştir. Bütün bu
ihlallerin yanında Rusya yukarıda ifade edilen ilkelere atıfta bulunan başta 1945 BM
Antlaşması, 1970 yılında kabul gören Devletler Arasında Dostça ilişkiler Bildirgesi, UkraynaRusya arasında, 1997 yılında imzalanan Karadeniz Filosu Antlaşması (Alizade,12.02.2015,
Yıldırım,2010,109, Akman, s.16-17), 1997 yılında Rusya-Ukrayna arasında akdedilen Dostluk,
İşbirliği ve Ortaklık Antlaşması(Latussek, 1998,s.14) ve 2003 yılında Rusya ile Ukrayna arasında
imzalanan Ukrayna-Rusya Devlet Sınırı Antlaşmasını ihlal etmiştir.
Kırım meselesi uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirildiğinde görünen şudur ki,
Rusya öncelikle Kırım'ı işgal etmiş, sonrasında ise ilhak etmiştir. Her ne kadar Rusya, Kırım'a
yönelik yaptığı askeri müdahalesini Kırım'daki Rus vatandaşları ve Rus askerlerinin tehdit
altında olduğu gerekçesini ileri sürüp, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde yapığını ifade etmiş
olsa da, bu gün Rusya Kırım'da uluslararası hukuka göre, ilhak etmiş işgalci güç
konumundadır. Uluslararası hukuk meşru müdafaa hakkı ve vatandaşların korunması
hususuna BM Antlaşmasında şu şekilde açıklık getirmektedir;
"Bu antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef
olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri
alıncaya kadar, bu üyenin doğal olan bireysel ya da müşterek meşru müdafaa hakkına halel getirmez.
Üyelerin bu meşru müdafaa hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir
ve Konsey’in iş bu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden
kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez
(BM Enformasyon Merkezi,1997,s.27)."
Görüldüğü gibi uluslararası hukuk meşru müdafaa hakkının icrasını silahlı saldırıya
hedef olma koşuluna bağlamaktadır. Rusya'nın Kırım'a gerçekleştirdiği müdahaleye
bakıldığından ne Ukrayna'dan, nede Kırım'dan Rusya'ya karşı herhangi bir silahlı saldırıda
bulunulmadığı gibi nede Rusya herhangi bir tehditle karşılaşmamıştır. Rusya'ya karşı herhangi
bir tehdit olmadığından dolayı Rusya Ukrayna veya Kırım'a karşı bu hakkı iddia edemez.
Rusya'nın Kırım'da yaşayan Rus azınlığın ve askerilerinin hayatlarının tehdit altında
olduğu ve bunların temel haklarının ihlal edildiğine dair iddiasına ise uluslararası hukuk
vatandaşlarını ülke dışında korumanın da belli şartlara bağlı olduğunu ifade etmektedir. Şöyle
ki, bir devletin vatandaşlarına karşı çok muhtemel bir zarar verilme tehdidinin var olması ve
vatandaşlarının bulunduğu devlet bu kişileri korumada başarısız, isteksiz ya da yetersiz
olmalıdır (Dinstein,1995,s.201). Başka bir ifadeyle uluslararası hukuk bir devletin ülke dışındaki
vatandaşlarının korumasıyla ilgili olarak devletin i) vatandaşına yönelik ciddi bir tehdidin
olması ve ii) çatışmanın bulunduğu devletin o devletin vatandaşını korumakta yetersiz ve
isteksiz olması gerektiğini belirtmektedir. Aslında yukarıda ifade edilen bir devletin başka bir
ülkede vatandaşlarının korunması ile ilgili kriterler ne BM Temel Şartında var, nede diğer
uluslararası antlaşmalarda yer bulmaktadır. Bu kriterler daha sonraki süreçlerde ABD, İsrail ve
İngiltere gibi ülkelerin yapmış olduğu eylemlerinde gerekçe olarak gösterildiğinden dolayı
yapıla geliş kurallar çerçevesinde değerlendirilmiş ve uluslararası hukukta yer edinmiştir.
Normal şartlarda meşru müdafaa hakkı olarak sadece BM Antlaşmasının 51. maddesine vurgu
yapılmaktadır. 51. maddesi ise silahlı saldırının ülke vatandaşına değil de ülkeye yöneltilmiş
Rusya ile Ukrayna arasında imzalanan mutabakatta Rusya, İngiltere ve ABD uluslararası antlaşmalar çerçevesinde Ukrayna'nın
bağımsızlık, egemenlik ve toprak ve sınır bütünlüğüne saygı duyacaklardır.( Mad.1) Yine taraflar arasında varılan mutabakatta
Ukrayna'nın toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına karşı silah kullanarak tehditte bulunmaktan ve güç kullanmaktan
kaçınacaklardır. Bu çerçevede taraflar BM antlaşmasında belirtilen hükümlülükler haricinde hiç bir şekilde meşru müdafaa adı
altında Ukrayna'ya karşı silah kullanmayacaklardır (Mad.2).
5
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
109
olması gerektiğini belirtmektedir. Bu kriterler çerçevesinde Rusya'nın Kırım'ı işgali ve ilhakını
değerlendiğimizde, Ukrayna'daki Rus azınlık grubu ne Kırım'da, ne de Ukrayna'da herhangi
bir tehdit veya saldırıya maruz kalmamıştır. Bilakis Rusya bölgedeki kendi vatandaşını ve
askeri üslerindeki askerlerini teşvik ederek ayaklandırmıştır (Marshall, Tagges Spiegel,2015).
Burada Rusya'nın kendisi Ukrayna'nın iç meselesine müdahale ederek Ukrayna'ya karşı kendisi
suç işlemiştir. Dolayısıyla Rusya'nın meşru müdafaa ile vatandaşlarını korumaya çalışması ve
buna yasalmış gibi kılıf uydurmaya çalışması uluslararası hukuk açısından kabullenemez.
Uluslararası hukuka göre Rusya Ukrayna'ya ait toprak üzerinde açık bir şekilde yetki ve otorite
inşa etmeye çalışmakta veya Ukrayna'yı kontrolü altına alma çabası içerisindedir. Burumda
Rusya Kırım'da işgalci güç konumundadır. Kırım'ı ilhak eden ülke konumunda görünmemek
için Kırım halkını referanduma götürerek şaibeli sonuçlarını kabul etmiş ve Kırım meclisinin
Rusya'ya bağlanma talebini gerekçe göstererek ilhak etmiştir. Ancak Uluslararası hukuk
Rusya'nın yaptığı gibi hukuka aykırı bir şekilde kuvvet kullanarak toprak kazanma eylemini
reddettiği gibi bu yolla kurulan devletlerin tanınmayacağını (Topal, Star, 23.03.2014 ) açık bir
şekilde ifade etmektedir.
Diğer taraftan Rusya'nın, muhalif gruplar tarafından gerek Ukrayna gerekse Kırım'da
zorla hukuka aykırı bir şekilde yönetim oluşturulmaya çalışıldığı dair argümanına
baktığımızda, Ukrayna devrik lideri Yanukoviç görev ve sorumluluklarını bırakarak ülkeyi
kendisi terk etmiştir (Baumann,2014,s.1-2). Başka bir ifadeyle Yanukoviç ülke içindeki
sorunların çözümüyle uğraşmayarak çareyi ülkeyi terk etmekte bulmuştur. Yanukoviç'in ülkeyi
terk etmesiyle birlikte ise iktidarlığı düşmüş ve meşruiyetini kaybetmiştir(Haran, und
Burkovskiy, 2014,s.15-16). Böyle bir durumda meşruiyetini kaybetmiş birisi lider olarak her
hangi bir ülkeden yardım talep edemez.
Rusya'nın arkasına sığındığı diğer bir faktör ise Kırım halkının bağımsızlık talebinde
bulunması ve bu doğrultuda referanduma gitmesidir. Bu nokta ise Rusya yine uluslararası
hukuku ihlal etmiştir. Kırım halkının, Self Determinasyon ilkesi çerçevesinde bağımsızlık
talebinde bulunabilmesi ve bunu referanduma götürebilmesi için uluslararası hukuk
çerçevesinde hareket etmesi gerekmekteydi.
Oysa Kırım uluslararası hukuku ihlal ettiği gibi, aynı zamanda da Ukrayna Anayasasını
ihlal etmiştir. Çünkü ne Ukrayna Anayasası, nede uluslararası hukuk Kırım halkına bağımsızlık
için referanduma gitme hakkını tanımamaktadır. Ukrayna Parlamentosu'nun da bu doğrulta
aldığı her hangi bir kararı bulunmamaktadır. Ayrıca Kırım halkının self determinasyon ilkesini
talep edebilmesi için Ukrayna yönetimi kırım halkını her türlü hakkından mahrum etmesi ve
Kırım halkına yönelik kökten yok etme eyleminde bulunması gerekmektedir. Fakat Ukrayna
yönetimi ne Rus azınlığına yönelik nede Kırım halkına yönelik kasıtlı her hangi bir eylemde
bulunmamıştır (Heintze, Frankfurter Rundschau, 25,02.2014 ). Bu bağlamda Kırım halkı için self
determinasyon hakkını kullanmıştır demek uluslararası hukuk açısından meşru olmaz ve
mümkün değildir. Zira Rusya, Uluslararası Adalet Divanı'nın Kosova'nın bağımsızlığı
doğrultusunda vermiş olduğu karara dayanarak Kırım'ın ilhakını meşrulaştırmak istemektedir.
Fakat 2008 yılında da uluslararası hukukçuların UAAD'nin Kosova hakkında verdiği kararın
meşru olmadığına dair ortak fikirde olduklarını hatırlatmakta fayda vardır. Kısacası gerek
Kosova, G.Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlığına giden süreçte uygulanan yöntem olsun
gerekse Kırım meselesinde olsun, uluslararası sistemi yöneten güçlerin ulusal çıkarları
doğrultusunda hareket ettikleri ortadadır ve uluslararası hukuku her daim ihlal etmişlerdir.
Soğuk Savaş sonrası ABD ve Rusya birlerine karşı self determinasyon ilkesini bir tehdit aracı
olarak kullanmışlardır. Bu güçler self determinasyon ilkesini uluslararası hukukta ifade edildiği
gibi kullanılmasına izin vermemektedir. Asıl olan biri veya birileri gerek ABD gerekse Rusya'ya
110
Murat ERCAN
çıkarları doğrultusunda bu ilkeyi kullanamayacağını hatırlatması gerekmektedir. Fakat bu
görevi kim veya nasıl icra edecektir?...
SONUÇ
Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti 16 Mart 2014 tarihinde bağımsızlık için
referanduma gitmiş ve 17 Mart'ta ise bağımsızlığını ilan etmiştir. 18 Mart 2014 tarihinde ise
Kırım, Rusya ile Rusya Federasyonuna bağlanmak üzere antlaşma imzalamıştır. Rusya
Parlamentosu'nun antlaşmayı 21 Martta onaylamasıyla birlikte Kırım Özerk Cumhuriyeti
uluslararası hukuk ihlal edilerek Ukrayna'dan ayrılarak Rusya'ya bağlanmıştır. Böylelikle hem
Ukrayna'nın toprak bütünlüğünde, hem de Kırım'ın statüsünde ciddi bir statü değişikliği
yaşanmıştır. Aslında 2003 ve 2004 Gürcistan ve Ukrayna'daki renkli devrimler, sonrasında 2008
yılında gerçekleşen Rusya- Gürcistan arasındaki çatışma, akabinde ise Ukrayna'da 2013'ün
Kasım ayında başlayan protestolar, Kırım'ın statüsünde değişiklik olabileceğinin sinyalini
vermişti. Öncelikle Rusya 2003-2004 ve 2008 yıllarında gerçekleşen olaylarla Batı'nın nabzını
yoklamış ve Batı'nın bölgede izlediği politikaya göre strateji belirlemiştir. Kasım 2013
gösterilerinde ise bir süre sessiz kalmıştır. Ancak Rusya, Ukrayna'daki Yatsenyuk hükümetinin
azınlık dillerini iptal edip, Rusçayı resmi dil statüsünden çıkarmasıyla birlikte Ukrayna ve
Kırım'daki milliyetçi Rus azınlıklarının gösterilerini destekleyerek sessizliğini bozmuştur.
Akabinde ise Rusya bir taraftan Ukrayna ve Kırım'ı kontrol altına alabilmek, diğer taraftan
Batıya gözdağı vermek için geniş katılımlı askeri tatbikat gerçekleştirmiştir. Askeri tatbikatı
takiben Rusya Kırım'daki Rus askerlerini harekete geçirmiş ve Kırım'ın bölgeyle bağlantısını
keserek, Kırım'ın önemli stratejik bölgelerini ele geçirerek kontrolü sağlamış ve Kırım'ı önce
işgal ardından da ilhak etmiştir.
Ukrayna'da yaşananlara uluslararası ilişkiler disiplin açısından baktığımızda;
Kırım'daki iktidarın Batı'nın desteğiyle uzaklaştırılması ve yerine Batı yanlısı muhaliflerin
iktidara gelmesi, Moskova açısından kilit noktada bulunun ülkenin Rusya'nın kontrolünden
çıkması anlamına gelmekteydi. Bu durumda Rusya sessiz kalamazdı. Başka bir ifadeyle Rusya,
etrafının Batı tarafından çevrilmesine seyirci kalamazdı. Nitekim Rusya Batı'ya karşı Rus
nüfusunun yoğun olduğu ve kendisi için stratejik ve askeri öneme sahip olan Kırım üzerinden
meydan okumuştur. Çünkü Rusya açısından Ukrayna ve Kırım Moskova'nın Güneydoğu
politikasının parçasıdır. Bu önemli bölgeyi kaybetmemek için Rusya, 2008 Gürcistan örneğinde
olduğu gibi gerekirse askeri güç kullanabileceğini başta Batı olmak üzere uluslararası
kamuoyuna göstermiştir. Şayet Moskova, Kırım'ı bu bağlamda Ukrayna'yı gözden çıkarttığı
taktirde başta Karadeniz olmak üzere Baltıklardan-Hazar Denizi'ne uzanan geniş bölgede
hakimiyetinin zayıflaması, Avrasya Birliği düşüncelerinin sekteye uğraması ile Rusya'nın enerji
ve doğalgaz piyasasında önemi zayıflayacağını biliyor. Bu da, orta ve uzun vadede Rusya'nın
iktisadi mali anlamda başlayan ve sonrasında siyasi ve güvenlik bağlamında kendisini
gösterecek olan beka sorunu anlamına gelmektedir. Bu hususta Rusya, 21 yüzyıl itibariyle
olaylara temkinli yaklaşmaya başlamış ve Batı'dan gelebilecek her türlü tehdide karşı
senaryosunu masasında hazır bekletmektedir. Rusya'nın 2000'li yıllar itibariyle izlediği dış
politikaya bakıldığında şu sonuç çıkmaktadır; Rusya, günümüzde gerek bölgesindeki olaylara,
gerek diğer uluslararası çatışmalara gösterdiği tavır ve sergilediği tutumla Soğuk Savaş
döneminde olduğu gibi tekrar etkili ve kararlı bir aktör olarak uluslararası alana geri
dönmüştür. Başka bir ifadeyle Rusya, bir taraftan uluslararası etkisini artırmak için adımlarını
dikkatli bir şekilde atmakta, diğer taraftan ise kendisinin arka bahçesi olarak gördüğü bölgelere
ne Batılı güçlerin, nede her hangi başka bir gücün müdahale etmesine izin vermeyeceğini
göstermiştir. Moskova'dan Kırım'ın ilhakıyla ilgili yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
111
1990'larda Yugoslavya'da yaşanan travma hala canlılığını korumaktadır. Rusya, Batı'dan
Rusya'nın uluslararası alandaki hassasiyetine saygı göstermesini ve uluslararası alanda bir güç
ve aktör olduğunu kabullenmesini istemiştir. Rusya bu temennisini Batı'ya kabullendirebilmek
için 2000'li yılların başından buyana gerek kullandığı askeri güç gerekse yaptığı açıklamalar ve
eylemlerle göstermeye çalışmıştır.
Rusya'nın Kırım'a yönelik yapmış olduğu eylem uluslararası hukuk açısından
değerlendirildiğinde ise öncelikle Rusya'nın ileri sürdüğü gerek Rus azınlıklarının ve
askerlerinin hayatlarının tehdit altında olduğu gerekçesidir. Buna ilaveten Kırım halkının self
determinasyon hakkını Ukrayna'dan ayrılmadan yana kullandığı iddiaları ve devrik lider
Yanukoviç'in ülkedeki istikrarsızlıktan dolayı Rusya'dan yardım talebinde bulunduğuna dair
argümanlar Rusya'nın tezlerini oluşturmakta olup, uluslararası hukuka aykırıdır. Uluslararası
hukuk açısından Rusya'nın Kırım'da giriştiği faaliyetleri önce işgali sonrasında ise ilhakı
getirmiştir. Her ne kadar Moskova Kırım'a askeri güç ile yaptığı müdahaleyi uluslararası hukuk
çerçevesinde değerlendirip, meşrulaştırmaya çalışsa da, uluslararası hukuka göre bugün Rusya
Kırım'da işgalci güç olarak bulunmaktadır. Bu konu hususunda uluslararası hukuk bir devletin
başka bir devletin toprakları üzerinde zorla yetki ve otorite kullanmasını ve o devleti kontrolü
altına almasını işgal olarak değerlendirmektedir. Rusya ise Kırım'da zorla ve kendi askeri
birimleri ile güç kullanarak kontrolü sağlamıştır. Uluslararası hukuk bu tür eylemi kesinlikle
reddetmektedir. Ayrıca uluslararası hukuk, Kırım'da yapılan bağımsızlık referandumu ve bu
referanduma bağlantılı olarak, Kırım halkının self determinasyon ilkesi çerçevesinde hakkını
Rusya'ya bağlanmadan yana kullandığına yönelik kararını uluslararası hukuk mevzuatına
uymadığı gerekçesiyle kesin olarak reddetmektedir. Çünkü uluslararası hukuka göre
bağımsızlık için referanduma gitme kararını ancak bir devlet olarak Ukrayna alabilir. Başka bir
ifadeyle, bağımsız bir devlet kendi anayasası çerçevesinde ve iç hukuk kapsamında belli bir
gruba veya otonom yapıya ayrılma hakkı tanıyabilir. Kırım Özerk Cumhuriyeti ise Ukrayna ve
Ukrayna Anayasası'na bağlıdır, dolayısıyla bu anayasa çerçevesinde hareket etmesi
gerekmekteydi. Üstelik Ukrayna Anayasa'sında Kırım gibi yerel yönetimlerin referanduma
gitme yolu ile bağımsızlık veya başka bir devlete bağlanabileceğine dair hüküm
bulunmamaktadır. Kırım'ın böyle bir karar alabilmesi için öncelikle Ukrayna merkezi
hükümetiyle antlaşıp, Kiev'in onayını alması gerekmekteydi. Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin
elinde böyle bir antlaşma veya onay yoktur. Olmadığından dolayı gerek referandum, gerekse
Kırım'ın Rusya'ya bağlanma kararı uluslararası hukuk açısından uygun görülmemektedir.
Dolayısıyla Kırım'ın uluslararası hukuka uygunsuz olarak aldığı kararların arkasında
Moskova'nın bulunduğu açıkça görülmektedir. Aslında, uluslararası hukuka göre self
determinasyon hakkı bir devletin toprak ve siyasi bütünlüğüne ihlal edecek şekilde
kullanılamaz. Bu ilke sadece sömürge yönetimi ve işgal yönetimi altında yaşayan halklara
tanınmış olup , bu halklara bağımsız bir devlet kurma veya başka bir devletle birleşmeleri
dahil kendi geleceğini belirme hakkı tanınmıştır. Yukarıda belirtilen ilkeler haricinde
uluslararası hukuk her hangi bir halka tek başına bağımsız bir devlet kurma veya başka bir
devlete bağlanma hakkını tanımamaktadır. Uluslararası hukuka göre önemli olan devletlerin
ülke bütünlüğünün veya siyasi bağımsızlığının korunmasıdır. Bu durumda Kırım'ın self
determinasyon ilkesi çerçevesinde tek başına referanduma gidip bağımsızlığını ilan etmesi ve
sonrasında Rusya'ya bağlanmasını meşru kılacak hiç bir hukuki dayanağı yoktur. Kırım ve
Rusya self determinasyon ilkesini farklı yorumlayarak hak ve sınırlar gibi teamüller yerine,
yaptıklarını meşrulaştırmak için siyasi kriterlere dayanmışlardır. Tarafların gerekçesi ne olursa
olsun, sonuçta Rusya Kırım'ı hiç bir meşru gerekçesi olmadan, topraklarına bağlayarak ilhak
etmiştir.
112
Murat ERCAN
KAYNAKÇA
AKMAN, Halil(2014). "Kırım-Sivastopol Üssü ve Karadeniz Rus Filosunun Paylaşım Sorunu",
Turkish Studies, Volüm,9/1, ss. 1-20.
ALİZADE, Ferit(2014).Uluslararası Hukuk ve Kırım Krizi, http://politikaakademi
-si.org/ uluslararası-hukuk-ve-kirim-krizi, 12.02.
ARAL, Berdal (2010). Üçüncü Kuşak İnsan Hakları olarak Kolektif Haklar, Ankara: Siyasal
Kitabevi.
ARSAVA, Füsun, A. (2012). Kosova, "Abhazya, Güney Osetya ve Uluslararası Ayrılma Hakkı"
Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 8, Sayı: 29, ss.1-22,
ARSAVA, Füsun, A. (2009). "Kosova, Güney Osetya, Abhazya ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Örneklerinde Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkının Değerlendirilmesi",
Uluslararası Hukuk ve Politika (UHP), Cilt 5, Sayı 17, ss.195-199.
ASKER, Ali (2014). "Kırım: Zorla Statü Değişikliği", Eko Avrasya Dergisi, 27, ss.6-15.
BAŞTÜRK, Levent(2014). "Tarihten Bugüne Kırım" Kırım Krizi Nasıl Okunmalı? ,İstanbul:
DÜBAM.
BAUMANN, Gabriele (2014). "Die Ukraine vor einem Neuanfang", in Länderbericht. Sankt
Augustin: Konrad-Adenauer-Stiftung.
BİNGÖL, Oktay(2015). "ABD-Rusya Mücadelesinin geleceği; Kırım, Ukrayna ve Ötesi", İlk yay.
Tarihi, 21.03.2014,http://www.usgam.com/tr/index.php?l =800&cid= 2260&bolge=9,
10.02.
BM ENFORMASYON MERKEZİ (1997). BM Antlaşması ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü,
Ankara.
BRATANOVİC, Daniel und CARLENS(2015). Sebastian, "Der Ukraine-Konflikt als
Epochenzäsur", ttp://www.trend.infopartisan.net/trd0914/scdb-thesen-final.
pdf,11.02. 2015.
DİNSTEİN, Yoram (1995). "War, Aggression and Self-Defense," 2nd. Edition, New York,
Cambridge: Univ. Press.
EROL, Mehmet Seyfettin(2014). "Ukrayna-Kırım Krizi" yada İkinci Yalta süreci", Karadeniz
Araştırmaları dergisi, Sayı.41, ss. 1-14.
GÜNDÜZ, Aslan (2003). Milletlerarası Hukuk, Temel Belgeler Örnek Kararlar, İstanbul: Beta
Yay.
GÜRSELER, Ceren (2014). "Kırım'ın Self Determinasyonu Nasıl Okunabilir? " Karadeniz
Araştırmaları Dergisi, Sayı,43, ss. 87-114.
HARAN, Olexiy und BURKOVSKİ, Petro (2014). "Vor und nach dem Maidan: europäische und
pro-russische Haltungen", Religion &Gesellschaft in Ost und West, 42. Jahrgang 5–6
ss.14- 16.
HEİNTZE, Hans Joachim (2014). "Zum Krim-Referendum: Es handelt sich um eine
Willensbekundung“. Frankfurter Rundschau, abgerufen am 25.03.
HİLPOLD, Peter (2014). "Das Selbstbestimmungsrecht der Völker und seine praktische
Anwendung", http://www.suedtiroler-freiheit.com/wp/wpcontent/
uploads/2013/05/Studie_Selbstbestimmung_Teil_1.pdf, 11.12.
HÜLAGÜ, M. Metin (2004). "Kırım Hanlığı'nın Kuruluşu ve Türk- Rus İlişkilerindeki Yeri 14411783" Uluslararası Türkoloji Sempozyumu, TİKA, Simferepol, Ukrayna, Kırım, ss.1-39.
KAMUDÜNYASI (2014). "Rusya, G. Osetya ve Abhazya'yı Tanıdı", Http://Haber.
Kamudunyasi.Com/Rusya-Gosetya-ve-Abhazyayı-Tanıdı-7219i.Cgi, 25.12.
KAY, Hailbronner (1989). Der Schutz der Minderheiten im Völkerrecht, in: Festschrift für
Dietrich Schindler zum 65. Geburtstag, Basel.
Uluslararası Hukuk Normları Bağlamında Kırım Meselesi: Self Determinasyon mu? İlhak mı?
113
LATUSSEK, Constanze, H. (1998). "Die Russisch-Ukrainische Geschichte, Herausforderung und
Chance, Korax Kommunikation", aus der Magisterarbeit an der Philosophischen
Fakultät zu Münster Westfalen.
MARSHALL, Christoph (2015). "Hat die Krim ein Recht auf Abspaltung?", http://
www.tagesspiegel.de/politik/ukraine-hat-die-krim-ein-recht-auf-abspaltung/960
2184.html, 20.02.
PEHLİVAN, Oğuz Kaan (2015). "Rusya’nın Tezleri-Batı’nın Antitezleri: Kırım ve Uluslararası
Hukuk", http://www.usak.org.tr/analiz_det.php?id=17&cat=365366673#.
VOHO9C7mrJw,15.02.
ÖZCAN, Arif Behiç (2014). Kırım Tarihi Üzerine" Beynelmilel, Yıl,2, sayı,3, ss. 13-15.
ÖZTÜRK Ahmet (2009)." Rusya-Gürcistan Krizi: Yerel Bir Çatışma, Küresel Yansımalar"
OAKA, Cilt:4, Sayı: 7, 1-27.
SAXER, Urs (2010). Die internationale Steuerung der Selbstbestimmung und der
Staatsentstehung, Berlin/Heidelberg: Springer-Verlag.
SCHÄFER, Christian Martin(2007). Russlands Aussenpolitik gegenüber Zentralasien: eine
Analyse der Interessen, Mittel und Strategien unter Präsident Putin, Berlin: Lit Verlag.
Taz. De (2015). "Gefährlicher Realitätsverlust",http://www.taz.de/!133953/, 20.02.
TOPAL, Ahmet Hamdi(2014), "Uluslararası hukuk açısından Kırım’ın ilhakı ve self
determinasyon hakkı",Star, 23.03.
WYDRA, D. (2004). “Crimean Authority and Self Determination”, International Journal on
Minority and Group Rights, Vol. 10, ss.111-130.
YENİ ŞAFAK (2014). "G. Osetya ve Abhaza'nın bağımsızlığı tanındı" http://www.
yenisafak.com.tr/dunya/g-osetya-ve-abhazyanin-bagimsizligi-tanindi-36556,10.11.
YILDIRIM, Fevzi (2010), 21. Yüzyıl Jeopolitik Güç Merkezleri Ekseninde Rusya Ukrayna
İlişkileri, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul.
114
Murat ERCAN
Download