SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ SOSYO-KÜLTÜREL DEĞİŞİMLER The Socio-Cultural Changes in the Cold War Period ÖZ Problem Durumu: İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya sistemini kurma eğilimleri ve bu eğilimlerin toplumsal alandaki değişiklikler üzerindeki etkisi nedir? Araştırmanın Amacı: Soğuk savaş dönemi ve toplumlar arasındaki sosyo-kültürel değişmeleri irdelemek. Veri Toplama Araçları: Döneme ait gazete, dergi, makale, ansiklopedi ve kitaplar. Tartışma: Savaş sonrası iki süper güç haline gelen SSCB’nin Orta, Doğu ve Güney Doğu Avrupa’yı, ABD’nin de Batı Avrupa’yı nasıl nüfuzu altına aldığı ve bu dönemde Doğu-Batı Bloklarıyla Üçüncü Dünya ülkelerinin içinde bulundukları durum ve bu ülkelerin sosyo-kültürel alanda ne şekilde değişime uğradıkları konusu işlenmiştir. Sonuç: En önemli göze çarpan değişim soğuk savaş dönemindeki uluslararası sistemde görülmüştür. 1973 ekonomik krizinden hemen sonra refah-devleti uygulamaları ve demokrasi girişimleri toplumların taleplerindeki artıştan dolayı kesintiye uğramıştır. Ancak, uluslar arası ilişkilerin hız kazanması ekonomi, askeri ve ticari alanlarda rekabete yol açmıştır. Bunun yanında, toplumlararası farklılıklar da yavaş yavaş artmış, bazıları hızla büyürken diğerleri aynı kalmıştır. Soğuk savaşın tüm bu olumsuzluklarına rağmen sosyo-kültürel alandaki gelişmelere katkısı yadsınamaz. Anahtar Sözcükler: Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı Sonrası, SSCB, ABD, Doğu-Batı Blokları, Üçüncü Dünya Ülkeleri, Sosyo-kültürel Değişimler. ABSTRACT Problem Statement: What are the trends to establish a new world system and their effects on social changes following World War II? Research Aims: To scrutinize the cold-war period and socio-cultural changes among societies. Data Collection: Newspapers, journals, articles, encyclopedia and books concerning the period. Discussion: We have tried to explain how the Union of Soviet Socialist Republic (USSR) kept Mid, East and South Europe under her own domination and how the USA kept West Europe under her own domination and revealing the situation of th e East-West Blocks and the third world countries, how these countries underwent changes in socio-cultural arena were examined. Conclusion: The most striking change was observed in the international system in the cold-war period. In the aftermath of 1973 economic crisis the applications of welfare-state and the efforts for democracy were interrupted due to the increase in the demands of the societies. However, that the international relations gained speed caused rivalry in the fields of economy, military and trade. In addition to these, the differences between the societies also gradually increased. Some rapidly get larger, while other remained the same. Despite all the negativities of the cold war, its contributions to the developments in the socio-cultural field can not be undervalued. Key words: Cold War, the afternoon of World War II, USSR, USA, East-West Blocks, Third World Countries, Socio-cultural Changes. 1. GİRİŞ I. ve II. Dünya Savaşlarından pek çok ülke, ekonomik ve sosyal anlamda harap olmuş vaziyette çıkmıştır. Ülkeler arasındaki düşmanlığa ve kaynakların tükenmesine bağlı olarak dünya ticaret hacmi kaçınılmaz bir şekilde düşmüştür. Savaşın etkileri ile içe kapanan ülkeler, içeride de savaş tehdidi nedeniyle, baskıcı politikalarını meşru gösterebilmişlerdir. Buhran yılları süresince ve savaşın sonuna kadar, dünya çapında yaygınlaşan demokratik bir toplum talebi ile karşılaşılmıştır. Savaş sonrasında oluşan politik ve ekonomik kriz ortamından çıkış yolu olarak sosyal devlet politikalarının uygulanması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Adil ve demokratik bir toplumu savunan sosyal demokrat partilerin savaş sonrasında pek çok ülkede iktidara gelmesi açıklanabilir. de toplumların artan demokrasi talebi Krizin atlatılması yönünde geliştirilen ekonomik ve sosyal çözümler, ile daha gelişmiş bir demokrasiye ulaşmak için artan toplumsal talepler ve güçlü kalkınma arzusu, ideolojik bir yeniden yapılanma ve toplumsal uzlaşma için uygun bir ortam oluşturmuştur. Bu ortam, “refah devleti (welfare state)” uygulamalarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Refah devleti anlayışının en temel fonksiyonu vatandaşlar için asgari bir yaşam kalitesinin sağlanmasına yönelik yeniden dağıtım politikalarıdır. Refah devleti anlayışında devletin müdahalesinin, işsizlik sigortası ve güvencesi sağlamak, konut, sağlık ve eğitim alanlarında hizmet sunmak gibi alanlarda odaklanması öngörülmüştür. Devlet tarafindan sosyal ve ekonomik yaşama yönelik destekleme politikaları aynı zamanda kamu tarafından sunulan servislere karşı artan bir talebi de beraberinde getirmiştir. Böylelikle tümüyle liberal devlet ve liberal uygulamalar karşısında, sosyal politikaları içeren refah devleti uygulamaları öne çıkmıştır. Refah devleti uygulamalarının bir bakıma, liberal değerlerle sosyal değerleri birleştiren uygulamalar olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim bu uygulamalarla amaçlanan, belli bir zaman süresince yapılacak sınırlı devlet müdahalesinin, toplumsal çatışmaları önlemesi ve bireylerin özgürlüğüne gidecek yolu açmasıdır. II. Dünya Savaşından sonra ABD ve Batı Avrupa ülkeleri ile SSCB ve diğer komünist ülkeler arasında Soğuk Savaş adı verilen stratejik, ideolojik ve siyasal bir savaş başlamıştır. 1948-1963 arasındaki dönem bu savaşın etkisinin en fazla hissedildiği dönem olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında bütün Doğu Avrupa ülkelerinde, SSCB’nin etkisi ile sosyalist, totaliter rejimler kurulmuş, bağımsızlıklarını kazanan birçok eski sömürgenin bloklara katılması için de süper güçler tarafından özel çabalar gösterilmiştir. Bu çabalar genelde, bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkelerin ulus-devlet olma çabalarını desteklemek ve o devletlerin “ulusal güvenlikler”ini sağlamak şeklinde görülmüştür. Dolayısıyla, sosyalist-kapitalist bloklaşması dünya yüzeyinde yaygınlaşmıştır.1 Ancak sonuç itibariyle, baskıcı rejimler ilgili halklar tarafından benimsenmemiştir. Bunun sebebi bu rejimlerin baskıcı olması dolayısıyla devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleşememesi olmuştur. Soğuk Savaş döneminin iki süpergücü devlet-toplum ilişkileri ve demokrasi açısından iki uç noktada yer almışlardır. Ancak her iki süper gücün ve her iki kutuba dahil olan ülkelerin, savaş tehdidi bahanesiyle toplumları üzerinde kurdukları kontrol benzerdir. Her iki kutuba dahil olan ülkelerde de, devletlerin gücü, süper güce sahip düşmanın tehdidi karşısında "ulusal güvenlik" sebebiyle artmıştır.2 Bununla birlikte, II. Dünya Savaşından sonra en önemli değişim uluslararası düzende yaşanmıştır. Ülkelerarası ekonomik, sosyal, kültürel ilişkilerin gelişmesi, uzun süredir uluslararası bir düzenleme sisteminin de gerekliliğini ortaya koymaktaydı. O dönemde, uluslararası işbirliği, kolektif güvenlik ve uluslararası hukuk kavramları dünya gündemindeki en önemli kavramlar olmuştur. II. Dünya Savaşı sona ererken, ülkeler bir araya gelip, ekonomik bunalımlara düşmeyecek ve yeni dünya savaşlarının oluşumunu engelleyecek bir dünya düzeni oluşturmanın gayretine girişmişlerdir. Bu bir araya gelmenin bir sonucu olarak, bir ulus-devletler platformu olan Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar oluşturulmuştur. 1945 yılında imzalanan Birleşmiş Miletler sözleşmesi ile uluslararası ilişkilerde yeni bir 1 Otto Newman ve de Zoysa Richard, The Promise of the Third Way: Globalization and Social Justice, Plagrave, Hampshine, NewYork, 2001. 2 Noam Chomsky, World Orders: Old and New, Pluto Pres, London, 1994. dönem başlamıştır. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi; “insan haklarının korunması, uluslararası barış ve güvenliğin korunması, sosyal gelişmenin ve özgür bir ortamda daha iyi yaşam standartlarının sağlanması ve uluslararası hukukun yükümlülüklerine uyulması” fikirlerine dayandırılmıştır.3 Birleşmiş Milletler sistemi yaratıldığında, ulus-devletlerin, vatandaşlarını koruyabileceklerine ve onların yaşamlarını geliştirebileceklerine inanılmıştır. Ayrıca yeni bir dünya savaşının ve bir başka küresel krizin önlenmesi üzerine odaklanılmıştır. Dolayısıyla, barışın ve ekonomik ve toplumsal kalkınmanın sürdürülmesini sağlayacak uluslararası/hükümetler arası kurumların oluşturulması önemli bir gelişme olarak karşılanmıştır. 1949 yılında kurulan NATO da ülkelerin ve toplumların barış içinde yaşaması arzusu ile kurulmuştur. NATO miraslarını ve demokrasiye, bireysel özgürlüğe üyeleri, özgürlüğü, ve hukukun insanlığın üstünlüğüne dayalı ortak olan medeniyetlerini korumak için bir araya gelmişlerdir. Ayrıca, II. Dünya Savaşından sonra oluşturulan Bretton Woods sistemiyle de uluslararası finansal istikrarsızlıklardan kaynaklanan problemlerin önlenmesi amaçlanmıştır. Bu oluşum küresel büyümenin kolaylaştırılması yönünde bir başlangıç sayılmıştır. 1943 yılında yapılan Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması (GATT) ile dünya ticareti tekrar liberalleştirilmiştir. GATT’ın amacı da ticaretin önündeki gümrük, kota vs. gibi engelleri kaldırmak ve böylelikle uluslararası ticarette ayrımcı uygulamalara son vermek olarak özetlenmiştir. Ayrıca, GATT ile birlikte, gümrük vergilerinin indirilmesinde uzlaşma sağlamaya yönelik bir platform oluşturulmuştur. Bugün ticaret eskisinden daha yavaş bir hızla olsa da büyümesini sürdürmektedir. GATT 1995 yılından itibaren Dünya Ticaret Örgütü (WTO) adıyla kurumsallaşmıştır ve 1OO' ün üzerinde ülke üyesidir. Gümrüklerin azaltılması ve ülkelerin ticaret politikalarının izlenmesi konusundaki çalışmaları sürdürmektedir. Yukarıda özetlenen tüm bu uluslararası oluşumlar, anlaşmazlıkların uluslararası topluluk tarafından çözüleceği varsayımına dayanmıştır. Ancak, 20. yüzyılın son on yılından önce uluslararası yapılanma da iki kutuplu düzenini sürdürmekteydi. Tüm bu gelişmeler ve kurumsal oluşumlar bir dünya sisteminin oluşmasına yol açmıştır. Sosyolojik açıdan ise, dünya sistemlerini ortaya çıkaran asli etkenin 1968 hareketleri olduğu söylenmektedir.4 1960’ larda başlayan hareketler gerek kapitalist gerek de sosyalist ideolojiye sahip olan ülkelerde aynı zamanlarda görülmüştür. Bu hareketlerin ortak özelliği, nerede görülürlerse görülsünler, daha fazla siyasi haklar, daha fazla demokrasi ve eşitlik talebi ile birlikte devlet baskısının azaltılması talepleri olmuştur. Wallerstein'e göre bu hareketler aynı zamanda modernleşme teorisinin de protestosudur. 3 UN (The United Nations), Basic Facts About The United Nations, United Nations Department of Public İnformation, NewYork, 1995. 4 İmmanuel Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu: 21. Yüzyıl için Sosyal Bilim, Metis Yayınları, İstanbul, 2000. II. Dünya Savaşından sonra gelişen ve yaygınlaşan refah devleti uygulamalarının ve demokratikleşme hareketlerinin başarısı 1973 krizine kadar sürmüştür. 1973 yılında petrol fiyatlarına dayalı olarak ortaya çıkan uluslararası ekonomik kriz, “Yeni Korumacılık (New Protectionism)” adı verilen politikaları da beraberinde getirmiştir. Ülkeler gümrük politikalarını değiştirmişler ve vergilerini artırmışlardır. Ancak, refah devletinin kaynakların birikimi ve yeniden dağıtımı sürecinde karşılaştığı darboğazlar 1978 krizini yaratmış, krizi aşmak üzere girişilen yeniden yapılanma denemeleri de refah devleti uygulamalarına son vermiştir. Daha önce de vurguladığımız gibi, refah devletinin toplumun tüm kesimlerini içine alan bir toplumsal refahı sağlama hedefi ve uygulamaları, toplumun tüm kesimlerinin artan taleplerini karşılamak konusunda yetersiz kalmış ve devletleri finansal krize itmiştir. Devletin fonksiyonlarındaki yetersizliklerin en önemli sebeplerinden biri budur. Bununla birlikte, 1973 ve 1978 yıllarındaki petrol krizleri, üretimde düşme ve ekonomide durgunluk ile kendini gösteren krizin etkilerini derinleştirmiş ve yaygınlaştırmıştır. Düşen üretim ile birlikte enflasyon yükselmiş ve işsizlik artmıştır. Bu sorunlara çare bulmak ve özellikle ekonomideki ve tüketimdeki durgunluğu yenmek amacıyla firmalar bu dönemde üretimlerini kendi ülkeleri ile sınırlamamışlar, ülkeleri dışında da üretim yapmaya başlamışlardır. Büyük ulusal firmalar uluslararası şirketler haline dönüşmüşlerdir. 2. SOĞUK SAVAŞ VE DOĞU-BATI BLOKLARI İLE ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİ 2. 1. Soğuk Savaş “Soğuk Savaş” deyimi ilk kez 1947 yılında ABD’li Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır. Soğuk Savaş’ın başlangıç tarihi olarak Churchill’in Amerika'nın Missouri Eyaleti’nde yaptığı konuşmasındaki “Baltık’taki Stettin’den, Adriyatik'teki Trieste’ye kadar Avrupa kıtası üzerine boydan boya demir bir perde inmektedir” sözleri, 5 Mart 1946 tarihi, Soğuk Savaş’ın başlangıç tarihi olarak belirtilebilir. İkinci Dünya Savaşından sonraki dönemde Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri, iki “süper güç” olmuştu. Bu iki süper güç, aralarındaki ittifaka rağmen, enkaz altındaki Avrupa üzerinde bir etki alanı çatışmasına girmişti. Fransa, Almanya (Doğu Almanya'nın Ruslar tarafından almışından sonra ikiye ayrılmıştı ) ve İtalya (Mussoli’nin ölümünden sonra Müttefiklere katılmıştı) artık büyük güçler olarak kabul edilmiyorlardı. Yalnız İngiltere hala büyük güç sayılıyordu; ancak bu, siyasal ve ekonomik gerçeklerden değil, İngiltere’nin savaşta oynamış olduğu önderlik rolünden kaynaklanıyordu. Sovyetler Birliği’nin Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa’yı büyük ölçüde kendi şemsiyesi altına alması ABD ve İngiltere’yi harekete geçirmiştir. Bu amaçla her iki ülke, Batı Avrupa’da ve başka yerlerde Sovyet yanlısı komünist partilerin iktidara gelmemesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Uyguladıkları Marshall Planı ile Batı Avrupa ülkeleri ABD’nin nüfuzu altına girerken, Doğu Avrupa ülkelerinde de Sovyet yanlısı komünist hükümetlerin kurulması ile Soğuk Savaş doruğa ulaştı. Bunun yanında ABD, Truman doktirini çerçevesinde, Batı Avrupa’nın SSCB’ye karşı korunması için çaba harcadı. Bunun sonucu olarak da NATO kuruldu. Buna karşı, SSCB’de Varşova paktını kurdu ve Çin’de Sovyet yanlıları iktidarı ele geçirdiler. Böylece 1945’de kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’nde temsil edilişine göre, dünya üç politik gruba ayrıldı: Sovyetler Birliğinin egemen olduğu Komünist Blok, Birleşik Devletlerin önderlik ettiği Batı Bloğu ve birçoğu eski kolonilerden oluşan, Üçüncü Dünya denen ve gittikçe büyüyen üçüncü grup. Soğuk Savaş 1950’lerde yoğunlaştı ama nükleer silahlar korkusu, büyük çapta savaşa neden olacak bir krizin çıkmasını önledi. Almanya’nın geleceği büyük bir çatışma kaynağıydı. 1948’de Ruslar, Sovyet bölgesinde bulunan Doğu Berlin (Sovyet) ve Batı Berlin (ABD-İngiltereFransa) şeklinde ikiye ayrılmış olan Berlin’i ablukaya aldılar. Bu kuşatma, ABD’nin kurduğu “hava köprüsü” ile kırıldı. Bir yıldan fazla uzun bir süre, karadan geçişe izin vermeyen Ruslar buna karışmadılar. Sonradan şehrin bölünüşü Berlin Duvarı ile pekiştirildi; böylece Sovyetler Birliği, Doğu’dan Batı’ya Alman göçmenlerinin kaçışını önlemeye çalıştı. Kore yapay olarak bölünmüş başka bir ulustu ve 1950’de komünist Kuzey, BM’ce meşru olarak kabul edilen Güney’e saldırdı. Güney Kore’ye ABD yönetiminde bir BM kuvveti gönderildi; fakat komünist rejime girmiş olan Çin, Kuzey’in yardımına koştu. 1953’te ülkeyi ikiye ayrılmış durumda bırakan bir antlaşma yapıldı, Batı’yı tehlikeye düşüren en önemli gelişme, komünizmin Batı yarıküresine uzanmasıyla ortaya çıktı. Milliyetçi bir önder olan Fidel Castro, 1959’da Küba’da iktidarı ele geçirerek, kendisini komünist ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki olarak ilan etti. 1962’de ABD hükümeti, Küba’ya nükleer başlıklı füzelerinin yerleştirildiğini öğrendi. Başkan Kennedy, bunların sökülmesini istedi ve dünya savaş korkusu yaşadı. Daha sonra Sovyet lideri Kruşçev, füze üssünü sökmeyi kabul ederek kriz önlenmiş oldu. 2.2. Süper Güçler Ne komünist blok ne de Batılı müttefikler, iç sorunlarından arınmış değillerdi. Sovyet uydusu ülkelerin de hepsi Moskova’ya sadık değildi. Romanya, bazı politika konularında Sovyet emirlerine uymayı reddederken, Yugoslavya ve Arnavutluk, tam bağımsızlığa geçti. Polonya ile Doğu Almanya’da ayaklanmalar oldu ve Macaristan’da çıkan ciddi bir isyan (1956), Sovyet tanklarınca bastırıldı. Çekler (1968) ve Polonyalılar (1981), daha liberal toplumlar oluşturma girişimlerinde başarısız kaldılar ve otoriter yönetim altındaki Sovyetler Birliği’nde de hoşnutsuzluk giderek arttı. Hızla gelişen ağır endüstri, teknoloji ve silahlanmasına rağmen 1970’li yıllarda SSCB askeri açıdan Birleşik devletlere çok daha yakınlaşmıştı ama her ikisi de diğer devletlerin hepsinden farklı bir çizgideydiler. Sözgelimi, 1974’te savunma için Birleşik devletler 85 milyar dolar, SSCB’de 109 milyar dolar harcıyordu ve bu toplamlar Çin’in harcamalarının (26 milyar dolar) üç ve dört katı ve önde gelen Avrupa devletlerinin harcadıklarının sekiz on katıydı. Her iki süpergüç de öbürünü yok etmeye öyle yeterli hale gelmişti ki nükleer silah yarışını çeşitli biçimlerde denetlemek için düzenlemeler oluşturmaya başladılar. Küba füze bunalımının ardından her iki taratın da bir başka kritik durumda iletişim sağlamasına imkan tanımak için “doğrudan telefon hattı” kuruldu; 1963’te yapılan ve atmosferde, su altında uzayda yapılacak denemeleri yasaklayan anlaşmayı Birleşik Krallık da imzaladı; Staretejik Silahların Sınırlandırması Antlaşması (SALT I ) 1971’de yapıldı; bu anlaşma her iki tarafında sahip olabileceği kıtalararası balistik füze sayısına kısıtlama getirdi ve Ruslar’ın bir anti-balistik füze sistemi kurma çalışmalarını durdurdu. Söz konusu anlaşma, 1975’te Vladivostock’da genişletildi; 1970’li yıllarında da bir SALT II anlaşmasına yönelik görüşmeler yapıldı (bu, 1979 Haziranında imzalanmış ama B.D. Senatosunca hiçbir zaman onaylanmamıştır).5 Ancak bu sınırlandırmalara rağmen silah yarışı sürdü ve 1980’de her iki süper güç de dünya üzerindeki tüm yaşama son verebilecek duruma geldi . Öte yandan Sovyetler Birliği, tüketim mallarıyla genel yaşam standartlarında aynı başarıyı gösterememiştir. Özellikle tarım ürünleri, planlanan hedeflerin altına düşerek Birleşik Devletlerden buğday satın almak zorunda kalmıştır. Birleşik Devletlerin müttefikleriyle önemli sorunları olmuyordu, sadece Fransa bağımsız bir politika izleyerek, Washington’da sık sık rahatsızlık uyandırıyordu. ABD’nin en önemli iç sorunu, hala ciddi toplumsal ve ekonomik engeller karşısında olan siyah azınlığın durumuydu. Siyahların, Hindistan’ın Gandi’sinden öğrenilen taktikleri kullanarak giriştikleri medeni haklar hareketi, federal mahkemeler ve yasama organı kanalıyla resmi ırk ayrımını ortadan kaldırmayı başardı. Başkan Kenenedy ve Johnson yönetimlerince etkili reformlar kabul edildi; ama arasıra ırk kavgalarına sahne olan siyah mahalleleri, bir zenginlik ve eşitlik ülkesi izlenimini bozmaya devam ediyordu. 1960’larda Amerikanın Vietnam savaşma karışması, bir ulusal güvensizlik krizi yarattı: Amerikalılar, dünya liderliklerinin doğru olup olmadığından kuşkulanmaya başladılar ve ABD gücünün yenilmez olmadığını anladılar. 1979’da İran’daki ABD elçiliğinin tüm personelinin devrimci İslam bir rejim tarafından tutuklanması olayı, bu kuşkuyu kuvvetlendirdi. Bununla birlikte 1950’lerde Soğuk Savaş’ın başladığı ve siyasal koşulların dünyanın Soğuk Savaş’ın en uygun yeri olan Avrupa’da dahi yumuşamaya başladığı görüldü.6 Kruşçev başkanlığındaki Sovyet rejimi, en azından yüzeysel olarak, daha insancıllaşmış görünüyordu. Bir komünist parti Paul Keneddy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1990, s. 464-465. 6 William H. McNeill, Dünya Tarihi, Çev. Alaeddin Şenel, V Yayınları, Ankara, 1989, s. 465. 5 kongresinde Krusçev, eski başkan Stalin’e saldırdı ve kapitalist dünya ile “birlikte yaşama” politikasını benimseyerek, bu ülkelerin var olma hakkını onaylayarak dünya devrimim üstü kapalı bir biçimde reddetmiş oldu 2.3. Çin İkinci Dünya Savaşından sonra Çin’de milliyetçilerle komünistler arasında yeniden başlayan iç savaş 1949’da milliyetçi kesimin temsilcisi olan Çankayşek’in Tayvan adasına çekilmesine kadar devam etmiştir. Daha sonra 1 Ekim 1949’da Mao Zedung, başkent Pekin’de, Çin Halk Cumhuriyetinin kurulduğunu açıklamıştır. İlk yıllar, SSCB’nin desteğiyle, ülkenin toplumsal ve ekonomik yönden SSCB örneğine göre yeniden yapılandırılması ile geçmiştir. Ülke genelinde gerçekleştirilen toprak reformu ile toprak köylüler arasında bölüştürüldü. Kadın ve erkek arasında tam eşitlik sağlandı. Resmi yolsuzlukların önünü almak için eski bürokrasi dağıtıldı. Kültür düzeyini yükseltmek, okuma yazma oranını artırmak için ciddi çabalar harcandı. 7 Batı’da Çin’e genellikle Sovyet bloğunun dev bir eki gözüyle bakılıyordu. Fakat Çin, kısa bir süre sonra Kore’de BM kuvvetlerine karşı direnerek ve Tibet’i işgal edip (1951) Hindistan’la bir sınır savaşı başlatarak, etki alanını genişletmeye kararlı olduğunu gösterdi. Çinliler aynı zamanda Tayvan’daki milliyetçi rejimin varlığını sürdürmesine karşıydılar (bu rejim, ABD’nin desteğiyle Birleşmiş Milletlerde Çin’i temsil ediyordu).8 Birinci beş yıllık plan (1953-1957) sırasında tarım kooperatifleştirildi ve sanayi üretimi arttı. Ama tarım üretiminin yarattığı düş kırıklığı, Büyük Atılım'a (1958-1960) yol açtı. Bu programın kentlerdeki insan gücü fazlasını kullanarak, tarım üretimini ve hafif sanayi üretimini hızla geliştirmesi bekleniyordu. Ama bunun yerine genel bir ekonomik bunalımla sonuçlandı. Aynı zamanda, sosyalizmi uygulamanın doğru yöntemleri konusunda çıkan anlaşmazlık, Çin-Sovyet İlişkilerinin kopmasına yol açtı. 1960 ortalarında parti önderleri arasında artan gerginlik ve Mao'nun devrimin duraklama dönemine girdiği düşüncesi, Kültür Devrimi’ni (1966-1969) başlattı. Kültür Devrimi, partiyönetim-ordu seçkinlerini daha devrimci elemanlarla değiştirmek için yürürlüğe konmuştu. Ancak uygulanan politikada Mao’nun fikirlerinin ön plana çıkarılıp, diğerlerini bir yana ittiği için, bazı sorunlara neden oldu. Kızıl Muhafızlar tarafından rahat bırakılmayan aydınlar ve memurlar çok kötü günler yaşadılar. 1976’da Mao’nun ölümünden sonra, denetimi daha az doğmacı, daha çok liberal unsurlar kazandı ve o zamana kadar milliyetçi Tayvan ile güneydoğu Asya’nın diğer komünist olmayan ülkelerini desteklediği için, ABD’ni en büyük düşmanı olarak gören Çin, Birleşik 7 8 Grolier İnternational Americana Encyclopedia, Çev. Medya Holding A.Ş, C. 4, İstanbul, 1993, s. 265. Neil Grant, Çağdaş Dünya Tarihi, C. 1, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1985, s. 119. Devletlerle dostluk ilişkileri kurdu.9 2.4. Japonya 1945’ten sonra Japonya, her ne kadar bütün zaptettiği toprakları kaybettiyse de, ABD işgali altında daha demokratik bir devlet oldu ve Batı kapitalist dünyasına katıldı. ABD işgali, ekonomik yararlar getirdi ve Japonlar, silahlı kuvvet bulundurmak için para harcamadıklarından, endüstrilerini yeniden kurmayı kolayca başardılar. 1970’lerde ülkelerini dünyanın en büyük üç endüstri gücünden biri haline getirdiler. Dışsatım mallarının, özellikle motorlu araçlarının ve elektrikli eşyaların fiyatları, Avrupa ve ABD’den daha düşüktü. Bu durum bazı hoşnutsuzluklara sebep oluyordu; örneğin bir zamanlar dünyada başta gelen İngiliz motosiklet endüstrisi, Japon rekabetiyle hemen hemen yok oldu. Demokratik kuruluşların ortaya çıkışı, yetkililere itaat ve toplu gayretlerden gurur duyma gibi geleneksel Japon özelliklerine zarar vermedi. İşverenle işçiler ya da onların temsilcileri arasında Batı toplumlarında çok görülen çatışmalar, Japonya’da çok enderdi. Ancak nevar ki, Japonya da aşırı uçlardan payını aldı. Artan zenginlik, artan nüfusla birleşince, geleneksel Japon kültürünü, çevreyi ve şehir yaşamının genel akışını tehdit etmeye başladı. Hammadde, özellikle petrol bakımından dışa bağımlı olan Japonya, ekonomik bakımdan da sağlam temellere oturmuş değildi. Yiyeceğinin büyük bir kısmı denizden sağlanıyordu ve uluslararası önemli itirazlara karşın, ticari balina avına devam ediyordu.10 2.5. Hindistan Ne Amerika’dan ne de Rusya’dan yana olan ülkelerde Avrupa koloni imparatorluklarının II. Dünya Savaşı ertesi sona eriş biçimi Rus ideolojisiyle uyuşmuyordu. İngiltere 1947’de Hindistan’dan çekilerek bu konuda önemli bir adım atmıştır, Müslümanlarla Hindular arasındaki güvensizliğin artması üzerine İngilizler, çoğunluğun yönetimi ilkesine uyarak, ülkenin bir Müslüman Pakistan’la bir Hindu Hindistan olmak üzere ikiye bölünmesine karar verdiler. 11 Bölünme büyük huzursuzluklara sebep oldu. Müslüman-Hindu çatışmalarında binlerce insan öldü ve birçok insan da Hindistan’a ya da Pakistan’a göç etti. Pakistan’ın kendisi de ikiye ayrılmıştı ve 1971’de Doğu Pakistan, Hindistan’ın desteğiyle, ayrı bir Bangladeş devleti kurdu. Hindistan’ın hızla artan, özellikle topraksız köylü nüfusundan kaynaklanan ağır ekonomik sorunları, karşı yasalara rağmen sürdürülen kast ya da sınıf gibi geleneksel Hindu toplum yapısıyla karmaşıklaşıyordu. Aynı şekilde fakir bir ülke olan Pakistan, daha iyi gelişmiş bir endüstriye 9 Grant, A.g.e., s. 120 Grant, A.g.e., s. 120. 11 McNeill, A.g.e., s. 459. 10 sahipti; ama kamu hizmetleri daha az düzenliydi. Birçok konularda (özellikle Keşmir konusunda) birbirine karşı olan bu iki ülke de, kıtlık ve su baskını gibi doğal afetlerden zarar görüyorlardı. Öte yandan Hindistan’da parlamenter demokratik yönetim sürerken Pakistan’da bir anayasal krizin çıkmasından sonra, otoriter askeri yönetim kurulmuştur.12 2.6. Afrika 1800’lerin sonlarında, kısa sürede ve tamamen Avrupalıların denetimi altına girmiş olan Afrika kıtası, 1900’lerin ortalarında yine kısa süre içinde bir bağımsız devletler kıtası haline dönüştü. Çoğu bölümünde bu gelişme, pek az zor kullanarak, hatta dostluk duyguları içerisinde başarıldı ve birçok eski koloni, eski yöntemleriyle olan bağlarını ( İngiliz Milletler Topluluğu üyeliği gibi) sürdürdü. Bununla birlikte bazı istisnalar vardı. Portekiz, Antonio Salazar’ın ( 1930’lardan beri Portekiz diktatörü) ölümünü izleyen 1974 devrimine kadar Angolo, Mozambik ve diğer kolonilerinin birer Portekiz eyaleti olduğunda ısrar etti. Cezayir’de, Cezayir milliyetçileriyle Fransızlar arasında, uzun süren çatışmalar oldu. Bu kriz, Fransa’yı iç savaşın eşiğine getirdi. Sorun, 1958’de tekrar iktidara gelen Gaulle’ün, Fransa’nın Cezayir’den çekilmesiyle çözümlendi. Yeni devletlerin sınırlan, Avrupalı güçlerin kararlaştırdığı eski koloni sınırları oluyordu. Ulusal yerleşime göre çizilmeyen bu sınırlar, millet olma özlemi duyan birçok devlete kabileciliğin tahripkar bir etken olarak gelişmesine yol açtı. Bu devletler aynı zamanda fakir, ekonomi ve öğrenim açısından geriydiler; bu nedenle kamu hizmetlerini ve iş hayatını yürütecek vasıflı eleman sıkıntısı çekiyorlardı. Ekonomik açıdan çoğu Avrupa'ya bağımlı olduğu için bu durum “ekonomik emperyalizm” olarak adlandırıldı. Kolayca kazanılan bağımsızlıklar, uzun süre korunamadı. Katanga eyaletinin ayrılarak ayrı bir ülke olma girişimi, Kongo’da (eski Belçika Kongosu) bir savaşa neden oldu. Afrika devletlerinin en büyüğü, en zengini ve en huzurlusu olan Nijerya’da da 1967-1970’de benzer bir durum görüldü. 1970’lerde Uganda’daki bir darbe, İdi Amin adlı bir askeri iktidara getirdi. Kısa süren İdi Amin yönetimi, birçok ölüme ve ekonomik yıkıntıya sebep oldu. Bu ülkelerin çoğunda, beyaz halkın oranı azdı; fakat Cezayir’deki gibi beyaz nüfusun daha büyük olduğu Güney Afrika’da ırk sorunları ortaya çıktı. Rodezya (eski Güney Rodezya), tek taraflı olarak İngiltere’ye karşı bağımsızlığını ilan etti; çünkü egemen beyazlar “çoğunluk yönetimini” yani siyah bir hükümeti kabul etmiyorlardı. Uluslararası bir ekonomik boykota ve milliyetçi gerilla savaşlarına rağmen Rodezya, 1979’da çoğunluk yönetiminde Zimbabve adını alana kadar karışıklıklar sürdü. Çoğu ilk Hollandalı göçmenlerin yaşadığı çok zengin bir ülke olan Güney Afrika’da durum farklıydı. 1910 Güney Afrika antlaşmasından beri, kendi kendini yöneten Güney Afrika, 1961’de cumhuriyet oldu ve İngiliz Milletleri topluluğundan ayrıldı. Siyahları aşağı gören beyazlar giderek yönetime egemen oldular ve ırk ayrımı uyguladılar. Güney Afrika’nın bu tutumu yalnız siyah 12 Grant, A.g.e., s. 120. Afrika’nın değil, tüm dünyanın tepkisine yol açtı. Ancak ülkenin mali gücü ve komünizme karşı bir siper olan stratejik durumu, bu tutumu sadece sürdürmesine değil, aynı zamanda siyah çoğunluğun zararına geliştirmesine olanak sağladı.13 2.7. Yeni Asya Devletleri Asya’daki eski koloniler, Afrika gibi, çağdaş devletler için gereken toplumsal kuruluş ya da vasıflı insan sıkıntısı çekmediler ve halk Avrupalılardan pek az etkilendi. Ancak onlarda azınlık ırkların (özellikle Çinliler) sorunlarıyla ve Sovyetler Birliği ile Batı’nın, ülke içindeki karşı grupları desteklemesine yol açan Soğuk Savaş’ın etkileriyle uğraştılar. Uzakdoğu’da Çin’le Hindistan’dan sonra gelen, en büyük devlet, geniş bir adalar üzerinde yerleşmiş değişik ırk ve dinlere sahip bir halk karışımından oluşan Endonezya’dır. Hollandalıların gidişinden sonra, Sukarno yönetimindeki hükümet, ülke içindeki tutumu giderek sertleştirdi. Bir başka yeni ulus olan ve küçük İngiliz kolonilerinden oluşan Malezya ile çatışma ve ekonomik başarısızlık, Sukarno’nun Endonezyalı komünistlerle (temel olarak Çinliler) anlaştığından kuşkulanan generallerin bir darbe yapmalarına yol açtı. Bu darbeyi izleyen komünist kıyımı, belki de İkinci Dünya Savaşından beri yapılan en geniş çaplı dehşet olayı oldu. Bu bölgede, çoğunlukla iki süper gücün faaliyetlerine komünist Çin’inkinin de eklenmesi sonucu, bu durumdan en çok zarar gören Çin Hindi oldu. 1950’lerde Fransa çıktıktan sonra, komünist ilerleyişe karşı koruma görevini Birleşik Devletler üstlendi. Savaş ve iç savaşlar bölgeye yayıldı; güçlenmekte olan Laos ve Kamboçya'da yıkıcı savaşlar oluşturdu. Bununla birlikte en korkunç savaşlar güney Vietnam’da oldu. Burada Sovyetler Birliği ve Çin’in desteklediği kuzey Vietnam kuvvetleri ile gerillalara karşı, ABD birlikleri doğrudan doğruya savaşa katıldılar. Burada komünistler sadece Vietnam’ı değil aynı zamanda Laos ve Kamboçya’yı da bölmeye çalışıyorlardı.14 Sonuçta, batı yanlısı zengin grupların oluşturduğu Güney Vietnam hükümetleri halkın desteğini kaybettiğinden, Birleşik devletler yenilgiyi kabul ederek kuvvetlerini çekti (1973). Böylece komünistler zafer kazanmıştı, binlerce Vietnamlı, ülkeden kaçtı; Hong Kong gibi bazı yerlerde, bir göçmen sorunu ortaya çıktı. Rusya ile Çin arasındaki çatışma sorunları daha da karmaşık hale getirdi. 1979’da Çin, Kuzey Vietnam’ı kısa bir süre için işgal etti. 2.8. Latin Amerika Latin Amerika ülkelerinde istikrarlı yönetimlerin çöküşü, üretici olan bu ülkelerin 1930’ların Buhran yıllarında karşılaştığı ciddi ekonomik sorunlarla başladı. Toplumsal bozukluk, çoğunu diktatörlük yönetimleri altına soktu. Yeni güçlü adamlar kuşağının en çarpıcısı, yönetimi faşist olarak kabul edilmesine karşın endüstri işçileri arasında kuvvetli bir destek gören Arjantin’in Peron’u oldu. 13 14 Grant, A.g.e., s. 123. Cemal Acar, Süper Güçlerin Hakimiyet Kavgası, Ankara, 1991, s. 132. İkinci Dünya Savaşından sonra Birleşik Devletler, Güney Amerika işlerine gittikçe daha fazla karışmaya başladılar. Bu kısmen dürüst bir mali yatırım ya da yardım ve ticari girişim şeklindeydi. Bazen de bu girişimler, 1965’te Dominik Cumhuriyetinde olduğu gibi, doğrudan askeri müdahale ya da gizli ajanlar kanalıyla, gizli siyasal müdahale biçiminde de oluyordu: Demokratik seçimle işbaşına gelen, sol eğilimli Şili hükümetinin 1973’te düşürülüşünün ABD desteği ile gerçekleştirildiği sanılmaktadır. Castro, Küba’da komünizme bağlılığını açıklayınca, Batı yarımküresinde ihtilalci güçler için bir barınak yaratılmış oldu. Çoğu Güney Amerika hükümeti anikomünistti ancak birçok ülkede görülen gerilla hareketleri, komünistlerin işbaşına gelme korkusunu daha da arttırdı. ABD hükümeti, halk ne kadar karşı olursa olsun, yönetimleri ne kadar zalim olursa olsun El Salvador’daki gibi Sağ rejimleri desteklemeye eğilimliydi. Ekonomik başarısızlıklar, toplumsal huzursuzluğu çoğaltıyor, hızlı nüfus artışıyla birçok Latin Amerika şehirlerinde, özellikle zenginlerle fakirler arasında görülen aşırı gelir farkı, bu huzursuzluğu ağırlaştırıyordu.15 SSCB, 1960’ta Latin Amerika’daki büyük atılımını gerçekleştirerek, Castro Küba’sıyla ilk ticaret antlaşmasını imzalamıştır. Bunun gibi SSCB sömürgelikten yeni kurtulan her ulusa dostluk antlaşmaları çerçevesinde, ticari krediler, askeri danışmanlar ve bunlara benzer şeyler önererek dünya çapında kendi nüfuzunu artırmaya çalışmıştır.16 2.9. Ortadoğu Dünyanın komünist ve komünist olmayan blok kutuplaşmasına uymayan bir başka bölgesi, Ortadoğu’ydu. Bu bölgede Arap milliyetçiliği uzun bir geçmişe sahipti ve zaman zaman bu milliyetçilik, Arap ya da İslam Birliği terimleriyle belirleniyordu. Siyonizm 17 de Arap milliyetçiliğine yeni boyutlar eklemiştir. 1897’den sonra, az sayıda Yahudi, eski vatanları Filistin’e göçmeye başlamıştı. O sıralarda Filistin İngiliz mandası altındaydı ve bu Yahudi göçü daha çok İngilizler tarafından destekleniyordu. 1920’lerden itibaren Yahudi göçü Araplardan gittikçe artan bir direniş görmeye başladı; ancak Nazilerin Yahudi kıyımının bir sonucu olarak göç hızlandı. 1947’de büyüyen çatışmayla baş edemeyen İngiltere, sorunu Birleşmiş Milletlere devretti. Birleşmiş Milletler, Filistin’i Yahudi ve Arap eyaletlerine ayırmıştır. Komşu Arap devletleri bu durum karşısında, Mısır’ın önderliğinde saldırıya geçmişler ancak yenilerek 1948’de İsrail devleti kuruldu. Ortadoğu’ya ilk ciddi Yahudi akını ise 1987’de İsviçre’de yapılan Birinci Siyonist Kongresi’nden sonra başlamıştı. Bu göçün amacı “ana topraklarda” bir Yahudi devleti kurmaktı.18 15 Grant, A.g.e., s. 124. Kennedy, A.g.e., s. 460. 17 Siyonizm, Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak amacı güden hareket. Geniş bilgi için bkz., Büyük Larousse, C. 20., Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986, s. 10610. 18 F. Nyrop Richard, İsrael, The American Üniversity, 1979, s. 4. 16 Bu kongreden sonra, çoğunluğu Çarlık Rusyası’ndan olmak üzere, Avrupa’dan Filistin’e Yahudi göçü başlamış; fakat Sultan Abdülhamit Han’ın “Müslümanların kanıyla sulanmış bu topraklardan Siyonistlik ve Yahudi Devleti adına bir karış bile yer vermemeye yönelik, kararlı politikası” sayesinde uzun bir süre ciddi boyutlara ulaşamamıştır.19 1948’deki Arap-İsrail savaşından sonra 1956, 1967 ve 1973 yıllarında üç savaş daha olmuştur ve bu savaşlar sonucunda Araplar yenilgiye uğramışlardır, özellikle İsrail’in bölgedeki varlığı, Ortadoğu istikrarsızlığının başlıca nedeni olarak kabul ediliyordu. İsrail güvenliğini Birleşik Devletlere bağlamış; bir zamanlar Siyonizm’i tutan Ruslar da Arap tezini benimsemişti. İsrail kısa zamanda Arap devletlerinden özellikle hızlı nüfus artışı sebebiyle, ekonomik açıdan bir türlü toparlanamayan Mısır’dan daha zengin oldu. 1954’te milliyetçi bir önder olan Nasr tararından yönetilmeye başlayan Mısır’da batı aleyhtarı kuvvetli bir devlet kuruldu. 1800’lerden beri Süveyş kanalının güvenliği gerekçesiyle Mısır’da bulunan İngiliz birliklerini atmayı başardı ve Sovyet bloğundan askeri ve ekonomik yardım aldı. Daha sonra mısır İsrail’in desteğiyle Fransız-İngiliz kuvvetleri tararından işgal edilmiş ancak ABD ve Sovyetlerin ortak baskısı altında çekilmek zorunda kalmışlardır. Bölgenin başka yerlerinde de ihtilalci kuvvetler faaliyet halindeydiler. 1961’de Suriye’deki bir darbe iktidara çok daha aşın bir yönetim getirdi. Libya’da 1969’da krallığın yerini, Albay Kaddafi yönetiminde, diğer ülkelerdeki terörist grupları desteklediği öne sürülen askeri İslamcı bir rejim aldı. 1979’da din adamları İran Şahı’nı devirdi ve İran’da son derece Batı aleyhtarı, ama aynı zamanda komünizme de karşı olan, şahınki kadar acımasız olan bir yönetim kuruldu. Bu arada Amerikalılar ve Ruslar Arap devletleri içerisinde ideolojik savaşlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin temel Ortadoğu politikası, bölge dışı güçler olan İngiltere ile Fransa’yı Akdeniz’den uzaklaştırmak ve Amerika’nın da bu güçlerin yerini almasını önlemekti. Böylece Ortadoğu ülkelerini kendi etki alanı içine alması oldukça kolaylaşmış olacaktı.20 Amerikalıların ise bu bölgede uyguladığı politikaları içerisinde tek büyük zaferi olarak nitelendirilebilecek olan Sedat başkanlığındaki Mısır’ı Sovyetler Birliği’ nden koparıp Batı Bloğuna kazandırması olmuştur. Ortadoğu siyasetinin önemini artıran en büyük etmenlerden birisi kuşkusuz Petroldü. 1950’lerden itibaren, batılı ülkeler, Suudi Arabistan’ın, Kuveyt’in, Basra Körfezi emirliklerinin, Libya’nın ve İran’ın petrolüne gittikçe daha çok bağımlı oldular. Petrol silahı ilk kez, 1973’te Arapların petrol üretmeyi azalttığı ve böylece de fiyatları yükselterek, ekonomik durgunluğa yol açtığı zaman, etkili biçimde kullanıldı. Özelikle Arap petrolüne bağımlılığı, ABD’nin M. Necati Özfatura, “ Filistin Meselesi 2”, Türkiye Gazetesi, İstanbul, 31.12.1990, s.6. Mark V. Kauppi ve R. Craig netion, The Soviet Union and The Middle East in the 1980s, Lexington, 1983, s. 19. 19 20 İsrail’i desteklemesinde önemli bir etken olmuştur. 3. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ SOSYO-KÜLTÜREL DEĞİŞİKLİKLER 3.1 Toplumsal ve Kültürel Değişiklikler II. Dünya Savaşı’nın sona erdiği tarihte, insanların içinde yaşadıkları toplumsal ve kültürel koşullar ülkeden ülkeye olduğu kadar aynı ülke içinde de çok büyük farklılıklar gösteriyordu. Savaştan sonra görülen hiçbir gelişmede bu farklılıkları azaltmamıştır. Soğuk Savaş döneminin en belirgin toplumsal gelişmesi olarak nitelendirilebilecek etmenlerden birisi dünyanın her yerinde görülen hızlı nüfus artışıdır. Ancak nüfusun en çok arttığı bölgeler, Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın yoksul ve köylü sınıfının nüfusun büyük kesimini oluşturduğu ülkeler oldu. Bu ülkelerdeki nüfus artışının fazla olmasının nedenlerinden birisi kamu sağlığı önlemlerinin alınarak salgın hastalıkların önüne geçilmiş olmasıdır. Ayrıca bu dönemde tüm köylü topluluklarına sağlanan, daha iyi tohumluklar, gübreler ve dağıtma koşullarıyla yiyecek kaynaklarında sağlanan artış nüfus arışında önemli rol oynamıştır. Yine şiddet olaylarının azalması ve ölümlerde görülen düşüş nüfus artışına sebep olan bir diğer faktör olmuştur. Bunların yanısıra özelikle kırsal kesimdeki ailelerin çok çocuklu oluşu buraların yaşam koşullarının kentlere oranla daha rahat oluşundan kaynaklanmaktadır. Burada eğitim eksikliğinin de hiç kuşkusuz etkisi vardır. Ancak nüfusun bu denli hızlı artışı beraberinde birtakım sorunları da getirmiştir. Özellikle yoksul ülkelerdeki kitlelerin gereksinimlerini ve yükselen beklentilerini karşılayabilmelerini gittikçe güçleştirmiştir. Köyden kente göçler hızla armış ve kent yaşamına ayak uyduramayan ve buralarda yaşamanın o kadar kolay olmadığını görenler çoğu kez Marksist bazen de başka sloganları kullanan aşırı siyasal akımların gelişmesine uygun ortamlar oluşturmuşlardır. Öte yandan 1970’ler ile 1980’lerin ekonomik durgunluğu, tüm dünyada işsizlik sorununu son derece ağırlaştırmıştır. Bu durum insanların artan ihtiyaçlarıyla birleşince, dünyanın huzuru da bozulmuştur. 1945’ten sonra büyük savaşlar olmadı ama, bir yandan bir takım küçük savaşlar yapılırken, bir yandan da siyasal fikirlerini gerçekleştirmek için her yolu deneyen terörist grupların eylemleri, üzücü olaylarla sonuçlandı. Olayları önleyemeyen birçok ülkede hükümet ya da yönetim değişiklikleri oldu. Dini (özellikle Hıristiyanlık dininin) gerilediğini öne sürenler, ahlak standartlarında bir düşüş olduğunu, doymazlığın ve bencilliğin arttığını ileri sürüyordu. Bu dönemde bir milliyetçilik barınağı olan BM’den başka, örneğin Siyah Afrika’daki Afrika Birliği Teşkilatı gibi bazı sınırlı uluslararası kuruluşlar da oluşturuldu. En etkili kuruluşlar, Batı Avrupa’da gerçekleştirildi. Bazıları Avrupa Ekonomik Topluluğunu (ya da Ortak Pazar’ı), sonunda muhtemel bir siyasal birliğe dönüştürecek bir adım olarak gördüler. 1957’de kurulan Ortak Pazar’ın gelişimi, özellikle General de Guelle döneminin Fransız milliyetçilik anlayışı tararından engellendi; başlangıçta üyeliği reddedilen İngiltere, 1972’ye kadar topluluk dışı tutuldu. Marshall Planının uygulanması, Batı Avrupa’da 1950’lerde önemli bir ekonomik toparlanma sağladı. Büyümenin en yavaş olduğu İngiltere’de bile, genel gelir gelmiş geçmiş en yüksek düzeye ulaştı. Geri dönen zenginlik, komünist partilerin üye olanların sayısını azalttı (Macaristan’a yapılan Sovyet müdahalesinden sonra bir çok üye komünist partiden ayrıldı). İster ılımlı Sol, isterse Sağ olsun hükümetler temelde benzer politikalar izleyerek, teşvik tedbirleriyle ekonominin içine girerek ekonomik canlanmayı özendirdiler; parasız eğitim ve sağlık hizmetleri, yaşlılara sakatlara daha yüksek aylık bağlamak gibi ileri toplumsal reformları gerçekleştirdiler. Sosyal eşitlik açısından önemli gelişmeler sağlandı; yüksek ücret alan, güçlü sendikaları olan ve refah devletlerinden yararlanan bir işçi sınıfı ortaya çıktı. Orta ve Yüksek tabaka, uşak ve hizmetçilerinin çoğundan vazgeçmek zorunda kaldı; ama televizyondan kalorifere, ütü istemeyen gömleklerden dondurularak paketlenmiş yiyeceklere kadar, çağdaş teknolojinin ürettiği sayısız yaşam kolaylıklarından yararlandılar. Çalışma saatleri, eğlenceye daha çok zaman bırakacak şekilde kısaltıldı. Hemen hemen tüm spor şekilleri, özellikle seyircili sporlar geniş çapta yayıldı ve başarılı sporcular da film yıldızlarıyla pop şarkıcıları gibi zengin oldular.21 Bunda ülkelerin sporu kendi gelecekleri açısından bir reklam aracı olarak görmeleri ve böylece hem sosyal hemde kültürel açıdan uluslararası ilişkilerin daha da geliştirilmesi amacına gidildiği söylenebilir. Diğer bir gelişme, evli kadınların, yani genellikle anne olan kadınların iş gücü piyasasına kitle halinde girişleri olmuştur. Özellikle yüksek öğretimin çarpıcı biçimde yaygınlaşması sonucu gelişmiş Batı ülkelerinde, 1960’lardan itibaren feminist hareketlerin arttığı görüldü. Ve yine aynı tarihlerde bazı İslam ülkeleri ve İsviçre dışında dünyanın her yerinde kadınlar seçme ve seçilme haklarını kazanmışlardır. 1960’ta dünyanın ilk kadın başbakanı Sri Lanka’da, Srimavo Bandranake oldu ve 1990’da kadınlar on altı devletin hükümet başkanı olmuşlardır. SSCB ve Sovyet egemenliği altındaki bloğun tümü Avrupa'dan daha çok değişime uğradı. Bunun başlıca sebebi bölgenin “az gelişmiş” bölge olmasıdır denilebilir. 1980’lerde Sovyetler Birliği dünyanın en büyük çelik üreticisi durumundaydı. 1950’ler de ortalama yılda yüzde 10’un üzerinde bir büyüme gösteren genel sanayi verimi, 1953’te farazi olarak 100’ken, 1964’te 421’e çıktı.22 Doğu Avrupa devletlerinde zenginlik ve büyüme yönünden önemli değişiklikler oldu, ama genel eğilim, başta genişleme, sonrada yavaşlama şeklinde oldu. Bu da Marksçı planlamacıları zor seçimlerle karşı karşıya bıraktı. Ortalama Rus yurttaşının ve Doğu Avrupalı yoldaşlarının yaşam düzeyi, Batı Avrupa’nınkiyle arasında olan farkı kapatamadı ve Marksçı ekonomilerin halkları Batı Avrupa’daki yaşam düzeyine bir ölçüde imrenerek baktılar. Bilgisayarlar, robotlar, telekomünikasyon alanındaki daha yeni teknolojiler, SSCB ve uydularının rekabet açısından zayıf 21 22 Grant, A.g.e., s. 119. NewYork Times, İş Dünyası Bölümü, 22 Eylül 1985, s. 3. durumda olduklarını ortaya çıkardı. Tarım ise, verim yönünden, her zamanki gibi yetersiz kaldı: 1980 yılında Amerikalı tarım işçisi altmış beş kişiyi beslemeye yetecek kadar yiyecek üretirken, aynı işi yapan Rus ancak sekiz kişiye yetecek kadarını üretiyordu. Bu da Sovyetleri rahatsız eden bir biçimde, giderek daha çok yiyecek maddesi ithali gereğini doğurdu, 1945 sonrası Birleşik Devletler uluslararası liberal düzeni korumuştu ve dünya üretimi ve zenginliği içindeki payı hızla ufalmıştı. Fakat global ekonomik dengelerin yeniden dağılımı ile gene de Birleşik devletlerin kendi açık pazar ve kapitalist gelenekleri için çok ters olmayan bir çevre olmuştu. Üretimdeki öncü rolü daha hızla büyüyen bir takım ekonomiler karşısında aşınmaya uğramasına rağmen hemen her alanda Sovyetler Birliği karşısında üstünlüğünü korumuştur.23 Liberal demokrasinin, Batı Avrupa’da, Kuzey Amerika’da başarılarına rağmen gerilemekte olduğu görülüyordu. Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde, diktatörlükten demokrasiye geçilmekle birlikte, Afrika ve Asya’daki eski kolonilere miras bırakılan Avrupa türü demokratik yönetimin, bu ülkelerin değişik toplum koşutlarına uymadığı ortaya çıkmıştı ve şu ya da bu çeşit diktatörlükle yönetimin, bu ülkelerin değişik toplum koşullarına uymadığı ortaya çıkmıştı ve şu yada bu çeşit diktatörlükle yönetilen devlet sayısı, sürekli olarak artıyordu. Bütün hükümetler, İnsan Haklarına sözde bağlı görünüyorlar, örneğin Sovyetler Birliği’ nin Çekoslovakya ve Afganistan’da uyguladıkları türdeki büyük baskı eylemlerine, “halkın mutluluğu için” gibi gerekçeler bulunuyordu.24 Bürokratikleşme, çağdaşlaşma ve askerleşmeyle birlikte gitti. Devlet gittikçe artan işlerin sorumluluğunu üstlenince, seçimle değil atamayla görevlendirilen devlet memurları, siyasal kararların alınmasına gittikçe daha büyük oranda katılmaya başladılar. Ancak her bürokrasi devlet bürokrasisi değildi. Bazen dünya pazarlarına ulaşmak amacıyla birçok ülkede etkinlik gösteren büyük şirketler de, birbirlerinden çok uzak yerlerde çalışan çok sayıda insanın uzun yıllar süren çalışmalarını birleştirecek bürokratik yöntemleri kullandılar. “Üçüncü Dünya” ülkeleri denen, ne komünist ne de teknik alanda gelişmiş kapitalist blok ülkeleri içine gitmeyen uluslarda, her yerde görülen tek parti rejimleri ve askeri diktatörlükler, saptadıkları toplumsal, ekonomik, siyasal ve askeri hedeflere ulaşmak için çok çeşitli yöntemler kullandılar. Bu tür çabalar genellikle, kamu yönetimindeki ve teknik alanlardaki uzmanlık eksiklikleri nedeniyle, hem komünist hem kapitalist seferberlik yöntemlerinden daha az etkili olmuştur.25 3.2. Sanat, Bilim ve Teknoloji İkinci dünya savaşından sonraki dönemde, devlet kaynaklarının ve özel kaynakların sanata tahsis edilmesi konusunda önemli gelişmeler olmuştur. Nitekim, sanatçıları himaye konusunda asla ön 23 Kennedy, A.g.e., s. 507-512. Grant, A.g.e., s. 126. 25 McNeill, A.g.e., s. 468-469. 24 planda yer almayan İngiliz hükümeti bile 1980’lerin sonunda sanat için 1 milyar sterlinin üzerinde harcama yapmıştır. 1960’ların sonunda modernizme karşı dikkat çekici bir tepki, giderek açığa çıktı ve 1980’lerde “postmodernizm” gibi etiketler halinde moda haline geldi. Modern hareketin mimaride özellikle havaalanı mimarisinde görülen başarılan etkili oldu. 1960’larda kentlerin çehresi değişerek küresel biçimde yeniden inşası sağlandı.26 Paradoksal olarak, gerek (sosyalist) İkinci Dünyada , gerekse Üçüncü Dünyanın çeşitli kesimlerinde, sanatçılar ve entellektüeller hem prestijli oldular hem de göreli bir refah ve ayrıcalıktan yararlandılar. Çeşitli Üçüncü Dünya ülkelerinde entelektüel ya da sanatçı olmak kamusal bir değer taşıyordu. Sanatla ilgili kişilerin devlet başkanlığı adayı (iyi bir romancının Peru’da olduğu gibi) ya da fiilen devlet başkanı olması (komünizm sonrası Çekoslovakya ya da Litvanya’da olduğu gibi) 1980’lerde bir moda haline gelmişti. Ancak gene de Batılı ülkelerde sanatçıların kültür bakanı olmaları dışında işe siyasetle başladıkları söylenemez. Sanat piyasasına gelince 1950’lerden itibaren fiyatların özellikle Fransız empresyonistlerinin, post empresyonistlerinin ve Parisli en seçkin erken modernistlerin fiyatları inanılmaz biçimde yükseldi. Merkezi artık Londra’dan NewYork’a kayan uluslararası sanat piyasası İmparatorluk Çağı’nın en yüksek rekorlarına ulaşmıştı ve 1980’lerde fiyatlar daha da yükseldi. Avrupa'nın yüksek sanatların merkezi olmadığı anlaşıldı ve NewYork görsel sanatlar merkezi haline geldi. Londra dünyanın başlıca müzik ve tiyatro merkezlerinden birine dönüştü. SSCB’de ise sanat adeta nadasa bırakıldı. 1966-76 “Kültür Devrimi” sırasında Çin’de, kültüre, eğitime, ve bilgiye karşı açılan benzeri görülmemiş bir kampanya ile sanat zorlayıcı ortodoksi geleneği nedeniyle donuk kaldı. Öte yandan Doğu Avrupa’nın komünist rejimlerinde yaratıcılık, en azından Stalinsizleştirme sırasında ortodoksinin biraz gevşetilmesiyle birlikte gelişti. Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’da film endüstrisi beklenmedik bir gelişme gösterdi. 1980’lerde Brezilya gibi bir ülkenin nüfusunun yaklaşık % 80’i televizyona ulaşmıştı. Ancak teknoloji, sanatı, sadece herkesin ulaşabileceği hale getirmekle kalmadı, sanat ürününün algılanma biçimini de değiştirdi.27 Kısaca Soğuk Savaş dönemi boyunca sanat alanındaki gelişmeler post modernizmin de öne sürdüğü gibi hiçbir nesnel ayırım yapılmadan kendi içinde değerlendirilmiştir. Öte yandan, 1950’lerde ve 1960’larda önemli bilimsel atılımlar özellikle moleküler biyoloji dalında toplandı. 1973’te DNA’nın kimyasal yapısı anlaşılarak, organik olayları kimyasal görünümlerine indirgeme yolundaki gelişmeler olağanüstü başarı kazanmıştır. Daha sonra, biyoteknoloji alanında gelişmeler sağlanarak tıbbi ve tarımsal yatırımın başlıca alanı olmuştur. Eric Hobsbawn, Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Çev. Yavuz Alogan, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 580. 27 Hobsbawn, A.g.e., s. 574-578. 26 Taşıma ve haberleşmedeki en çarpıcı gelişme, dünya tarihinde yeni bir çağ açan uzay macerası oldu. 1957’de ilk insan yapısı uyduyu fırlatan Ruslar oldu; dört yıl sonra da Sovyet astronotlar, uzayda dünya çevresinde tur attılar. ABD’de uzay çalışmalarını koordineli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla değişik servislerin tek bir çatı altında toplanması görüşü doğrultusunda 1958 yılı Ekim ayında Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kuruldu. 28 1969’da da Ruslara yetişme gayretindeki ABD, Ay’a insan indirdi. Dünya çevresinde dönerek TV sinyallerini yansıtan, hava değişikliklerini kaydeden, casusluk yapan araçlar uzaya yerleştirildi. Daha sonra ABD’nin geliştirdiği “uzay mekiği” ile uzay çağı yeni bir döneme girmiştir. Genel olarak ABD’nin milli uzay politikası şöyleydi: Amerika’nın güvenliğini güçlendirmek, ülkenin uzay alanında liderliğini sürdürmek, özel sektörü sivil uzay uygulamalarında teşvik etmek, uzak milli çıkarları araştırmak ve uzayın serbestçe kullanımında diğer ülkelerle işbirliğine gitmek gibi bileşenlerden oluşmaktadır.29 Sovyetlerin uzay politikası ise bu ülkenin resmi askeri doktrini ile birlikte mütalaa edilmekte ve bu doktrin sadece ülkenin uzay sahasında varlık göstermesini değil aynı zamanda uzaya hakim olmasını da öngörmektedir.30 Kısacası eskiden İngiltere ile ABD arasında okyanuslarda yürütülen hakimiyet kavgası, bu kez ABD ile Sovyetler Birliği arasında uzayda sürdürülmüştür. Öte yandan insanın bilimsel bilgisinin kapsamı daha önceki çağlarda görülmedik boyutlara ulaşmıştır. Bunun en önemli sebeplerinin başında bilim adamlarına çalışmalarında kullanılmak üzere verilen devlet fonları gelmektedir. Yani ekonomik yönden desteklenmişlerdi. Ayrıca toplum içinde daha saygın bir konuma gelmişlerdir. Teknoloji, başta otomatikleşme ve bilgisayarlar olmak üzere, diğer alanlarda da ilerledi. Arabalar fabrikalarda robotlar tarafından monte edilebilir hale geldi. Elektronik parçaların minyatürleştirmesi sayesinde, son derece karmaşık makineler çok küçültülebildi ve oldukça düşük fiyata mal edilebildi. Endüstri ihtisaslaştı ve giderek, ancak büyük ticari kuruluşların yapabildikleri en son bilimsel araştırmalara dayanmaya başladı. Daha iyi yaşam standartlarına yol açan bilim, gittikçe daha çok önem kazandı. Bu yeni gelişmeler, hızla eğitime yansıdı ve zengin ülkeler okullarını çağdaş araçlarla donattılar. Mikrobilgisayarlar ilkokullarda kullanılmaya başladı. Ayrıca, bilgi teknolojilerinin gelişimiyle birlikte uluslararası alanda insanın refahına ve insana yatırıma öncelik veren ve daha kaliteli yaşam felsefesine dayanan sürdürebilir kalkınma ve insani kalkınma stratejileri ön plana çıkmıştır. Bilgi toplumu, 1950 ve 1960’lı yıllarda A.B.D., Japonya, Batı Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde bilgi teknolojilerinin giderek artan bir şekilde kullanımıyla ortaya çıkmış bir aşamadır. Gelişmiş ülkelerde 28 Acar, A.g.e., s. 215. Theodore R. Simpson, The Space Station, IEEE Pres, NewYork, 1984, s. 273. 30 Edward Teller, “Deterrence? Defense? Disarmament?”, Annelise Anderson ve Dennis L. Bark, ed., Thinking About America, Hooveitution Pres, Stanford, 1988, s. 29. 29 şekillenen bu aşamanın en önemli özelliği, bilginin ve bilgi teknolojilerinin tarım, sanayi, hizmetler sektörünün yanı sıra eğitim, sağlık, iletişim gibi her alanda kullanılabilir olmasıdır. Bu nedenle, bilgi toplumundaki gelişmeler kısa sürede üretimin ve verimliliği artırmasına yol açmakta ve yeni teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri de teşvik etmektedir. Bilgi toplumundaki tüm bu gelişmeler diğer dünya ülkelerini de kısa zamanda etkisi altına almış ve uluslararası alanda ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanda entegrasyonu beraberinde getirmiştir. 1951 yılında A.B.D.'de mavi yakalı olarak adlandırılan, sendikaların ağır kütlesini oluşturan işçi sayısı, bütün çalışanlarının yüzde 50’sini oluşturmuş iken, daha sonraları yüzde 20’ye düşmüştür ve istihdam içinde mavi yakalıların payının gittikçe azalacağı öngörülmüştür. Bilgi toplumunda aktif nüfus içinde tarım ve sanayinin payı azalmakta ve bilgili, nitelikli insana gereksinim duyulmaktadır. Ayrıca, araştırmaya, bilim ve teknolojiye yatırım en karlı yatırım şekli sayılmaktadır.31 Teknolojide gelişmiş ülkelerin bu aşamalarına rağmen dünyada, zenginlerle fakirler arasında bölünmüş durumda kaldı. Dünyanın “Doğu” ve “Batı” şeklindeki siyasal ayırımına, “Kuzey” ve fakir ülkelerden çoğunun bulunduğu “Güney” şeklinde bir ekonomik ayırım eklendi. Ekonomik açığı kapatmak için yapılan girişimleri başarısız kılan birçok faktör vardı. Zengin ulusların fakirlere yardım etmek için, ciddi fedakarlıklar yapmaya isteksiz oluşları, Üçüncü Dünyanın çoğunda ekonomik gelişmeden daha hızlı ilerleyen nüfus artışı ve Batılı olmayan kültür geleneklerinin güçlü olduğu yerlerdeki çağdaşlaşmaya karşı direniş, bu engeller arasında sayılabilir. Dünya nüfusunun artışı ve endüstrileşmedeki sürekli gelişme, insanoğlunun dünyayı nükleer savaşla yok etmediği takdirde, çevreyi kirleterek ve tekrar yerine konamayan doğal zenginlikleri harcayarak, yavaş yavaş yok edeceği korkusu yarattı. 1970’lerde nehirlerde başlayan kirlenme okyanusları bile etkilemeye başlamıştı. Çevre kirliliğinin çeşitli türleriyle hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çeşitli mücadele girişimleri yapılmış ancak alınan bölgesel başarılar, dünya çapındaki durumu hemen hemen hiç etkilememiştir. Özellikle tehlikeli olan bir kirlenme şekli de, nükleer güç istasyonlarından yayılan radyoaktif kirlenmeydi. Ancak ekonomik gelişme bakımından bu istasyonların önem arz etmesi insanları maddesel rahatla çevre sağlığı arasında bir seçim yapmaya zorlamıştır. Yenilemeyen kaynakların, özellikle petrolün, sonsuza dek 1970’lerdeki düzeyde tüketimi mümkün değildi. Kuzey Denizinde, Alaska açıklarında ve başka yerlerde yeni kaynakların keşfi, petrol fiyatlarındaki artışı önleyemedi ve bir ekonomik çöküntü ortaya çıktı. İşsiz insan sayısı 1930’ların ekonomik buhranındaki düzeye ulaştı. Teknolojik gelişmeyle insanın yerini makinaların alması ve 1970’ler ile 1980’lerin ekonomik durgunluğu, tüm dünyadaki işsizlik sorununu son derece C.Can Aktan ve Mehtap Tunç, “Bilgi Toplumu ve Türkiye”, Yeni Türkiye Dergisi, Ocak-Şubat 1998, s. 118134. 31 ağırlaştırmıştır.32 4. SONUÇ II. Dünya Savaşından sonra ABD, Batı Avrupa ülkeleri ile SSCB ve diğer komünist ülkeler arasında Soğuk Savaş adı verilen bir savaş başlamıştır. Bu savaşla birlikte tüm Doğu Avrupa ülkelerinde SSCB’nin etkisi artarken Batı Avrupa ülkeleri de ABD’nin nüfuzu altına girmiştir. Böylece bütün savaş sonrası dönem boyunca iki Süpergücü amansız bir hakimiyet ve rekabet kavgasına sürükleyen bu büyük çatışma aynı zamanda hem eski dünyanın sonu, hem de milletlerin bölündüğü, Avrupa, Asya ve Afrika’daki eski güç dengelerinin değiştiği yeni dünyanın başlangıcı olmuştur. Bu dönem boyunca en önemli değişim uluslararası düzende yaşanmıştır. Böyle bir düzenleme sisteminin gerekliliğinin arkasında yatan en önemli faktör ise ülkelerarası giderek artan ekonomik, sosyal, kültürel ilişkiler olmuştur. Böylece ülkeler bir araya gelip yeni savaşların oluşumunu engelleyecek bir dünya düzeni kurma gayretine girmişlerdir. Bu amaçla 1945’te kurulan ve bünyesinde büyük güçlerin denetlediği bir Güvenlik Konseyi bulunan Birleşmiş Milletler örgütüne büyük umutlar bağlanmıştır. Bu örgüt uluslararası tartışmalar için bir yer sağlıyor, alt kuruluşlarıyla da dünya kültürü, sağlığı, eğitimi gibi temel konularda yararlı işler yapıyordu. 1973 ekonomik krizine kadar büyük gelişme gösteren refah devleti uygulamaları ve demokratikleşme çabaları bu tarihten itibaren toplumların artan talepleri karşısında kesintiye uğramıştır. Esas olarak her toplumun ekonomik ve teknolojik gelişmelerle açığa çıkan bir değişme dinamiği bulunmaktadır. Bu durum toplumsal yapıları, politik sistemleri, askeri gücü, devlet ve imparatorlukların konumlarını etkilemektedir. Aynı şekilde, yerküre üzerindeki farklı bölge ve toplumlar, daha hızlı ya da daha yavaş büyüme hızına sahip olmuşlar ve bu yalnızca teknoloji, üretim ve ticaret yapılarının değişmesine göre değil, onların yeni verimlilik ve zenginlik artışları usullerini kabul eğilimlerine göre de olmuştur. Dolayısıyla dünyadaki bazı alanlar yükselirken diğerleri geride kalmıştır. Bunda ülkelerarası görülen kültür farklılıkların payı da büyüktür. Öte yandan ekonomik, askeri ve teknolojik alanlarda inanılmaz bir rekabet ve üstünlük yarışına gidildi. Hassasiyet ve vurucu gücü yüksek konvansiyonel silahlar ile yıkıcı gücü korkunç boyutlara ulaşan kitlesel tahrip silahları geliştirildi. Ay’a gidilerek dünya yörüngesinde uzay istasyonları kuruldu. Bilgi teknolojilerinin gelişimiyle uluslar arası entegrasyon sağlandı. Bilime ve sanata her zamankinden daha fazla önem verildi. Teknolojik ilerlemeler ise devletler arasıdaki uçurumu daha da artırdı. Bütün bunlardan sonra Sovyet Bloğunda Gorbaçov’la gelen yeniden yapılanma ve açıklık politikalarıyla gelen tarihi bir yumuşama sürecine girildi. Komünizm şekil hatta hüviyet değiştirdi. Nükleer, kimyasal ve konvansiyonel silahlarda önemli çapta indirimlere gidildi. Ve soğuk savaşı 32 Grant, A.g.e., s. 127-128. simgeleyen Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla II. Dünya Savaşından sonra başlayan süreç sona erdi. Sonuç olarak bu gelişmelerin ortaya çıkardığı en büyük realite ise kanımızca söz konusu savaştan hiç kimsenin karlı çıkmadığıdır. Hatta en büyük kurbanların Soğuk Savaşı başlatanların bizzat kendilerinin olduğudur. Ancak her ne olursa olsun bu dönemde dünyada yaşanan sosyo-kültürel gelişmeler insanoğlunu bir adım daha ileriye götürmüş ve inanıyoruz ki bundan sonra da götürmeye devam edecektir. 5. BİBLİYOGRAFYA 5.1. Ansiklopediler Büyük Larousse, C. 20. (1986). Milliyet Yayınları. İstanbul. Grolier İnternational Americana, C. 4. (1993). Çev. Medya Holding A.Ş. İstanbul. 5.2. Kitaplar Acar, C. (1991). Süper Güçlerin Hakimiyet Kavgası. Ankara. Chomsky, N. (1994). Worl Orders: Old and New, Phıto Press. London. Grant, N. (1985). Çağdaş Dünya Tarihi, C.l. (1985). Remzi Kîtabevi Yayınlan. İstanbul. Hobsbawn, E. (1996). Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı. Çev. Yavuz Alogan, Sarmal Yayınevi. İstanbul. Keneddy, P. (1990). Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Ankara. Mark, V. K. ve R. Craig Netion. (1983). The Soviet Union and The Middle East in the 1980s. Lexington. McNeill, W. H. (1989). Dünya Tarihi, Çev. Alaeddin Şenel, V Yayınları. Ankara. S~Newman, O. ve de Z. Richard. (2001). The Promise of the Third Way: Globalization and Social Justice. Plagrave, Hampshine, NewYork. Richard, F. N. (1979). İsrael. The American University. Theodere, R. S. (1984). The Space Station. IEEE Press, Newyork. Wallerstain, İ. (2000). Bildiğimiz Dünyanın Sonu: 21. Yüzyıl için Sosyal Bilim, Metis Yayınlan. İstanbul. 5.3. Makaleler Aktan, C. C. ve M. Tunç. (1998). “Bilgi Toplumu ve Türkiye.” Yeni Türkiye Dergisi, Ocak-Şubat 1998. Özfatura, M. N. (1990). “Filistin Meselesi 2.” Türkiye Gazetesi. Teller, E. (1988). "Deterrence? Defense? Disarmament?", Annelise Anderson ve Dennis L. Bark, ed., Thinking About America. Hooveitution Press, Stanford. 5.4. Gazete ve Dergiler NewYork Times. İş Dünyası Bölümü. 22 Eylül 1985. UN (The United Nations). Basic Facts About The United Nations. United Nation Department of Public Information, NewYork, 1995.