TRAKYA'NIN ANTİK KENTLERİ 2011 BİTİRME ÇALIŞMASI ÖZET HALİ Trakya kelimesi Eski Yunanca olup trachea kelimesinden türemiştir. Gırtlak, soluk borusu anlamına gelmektedir. Eskiçağda değişik genişliği olan Trakya ülkesine ve halkına Thrake denilmiştir. Trak sözcüğü, Trakların kendilerine verdikleri bir ad değildir. Traklar’ın bazen dost bazen de düşman olarak çatıştığı ve komşuları olan Grek dilini konuşan toplulukların onlara, daha doğrusu yaşadıkları bölgelerin genel bütününe verdiği Trakya sözcüğünden kaynaklanan bir tanımlamadır. Esasında, günümüzde Trak olarak ifade ettiğimiz toplumların kendilerini dahil oldukları klan, soy ve kabileler ile tanımladıkları ve sosyal grupların aldığı adların genel ulus tanımlamalarında etkili olduğu belli olmaktadır. Antik kaynakların dünyadaki en kalabalık insan toplulukları arasında ilk sıralara yerleştirdikleri Traklar’ın milli kimliğini tayin eden en önemli kültürel öğeleri dil ve din olmuştur. Dil ve din bütünlüğü içinde fazlasıyla gelenekçi ve dindar oldukları bilinen Trakların, Balkanlar’ın doğusunda kalan çok geniş bir bölge ile Kuzeybatı Anadolu arasındaki kültürel değişimler ve dönüşümlerin de odağında yer alan önemli bir konumdadır. Trakya’nın antik kentleri ilk olarak bu coğrafyaya gelen toplumlarla Odrysler, Traklar, Romalılar, Makedonlar, Persler, Slavlar ve Türkler ile şekil almıştır. Trakya’nın coğrafi yapısı ve deniz bu şehirlerin oluşumunda son derece önemlidir. Çünkü kurulan şehirler koloni şehirleridir. Bugünkü Romanya’nın kuzeyinden çıkarak Tuna’ya, Hebros Nehri'ne ve Aydın’a kadar gelen Traklar, bir dönem Balkan ve Anadolu coğrafyasında önemli bir yere sahip olmuşlardır. Neolitik dönemde Traklar belirgin olarak sahneye çıkmışlar ve yeni yaşam alanları bulmak için güneye doğru hareket etmişlerdir. Traklar gittikleri yerlere akınlar düzenlemişler ve buraları yağmalamışlardır. Cesaret ve savaşçılıklarından dolayı Traklar gerek Atinalılar gerekse Romalılar içerisinde ücretli asker olarak yer almışlardır. Vazolardan elde edilen karakterlere göre Traklar gaddar, hilekar, vahşet ve sarhoşluk özellikle belirtilmektedir. Kendi başlarına devlet kuramayan Trakların en büyük kavmi Odryslerdir. Diğer Trak kavimleri ise dağınık şekillerde yaşamışlardır. Traklar İS. 1. yüzyıl Roma Devleti içinde paralı asker olarak görev yapmışlardır. Böylelikle yavaş yavaş asimile olmaya başlamışlardır. İS. 3. ve 4. yüzyıllardan sonra Trakların izine rastlanmamıştır. Traklara ait bilgileri yaşadıkları kaleler, höyükler ve en önemlisi öğrenmekteyiz. Günümüzde Traklar kimler derseniz net bir cevap yoktur. Çünkü Trakya’ya ismini veren Traklar Balkan ve Anadolu coğrafyasına dağılmış ve asimile olmuşlardır tabii bunda Roma girmiş olduğu asimilasyon politikasından da bahsetmek gerekir. Prof. Dr. Afif Erzen bugünkü Trakların Bulgarlar olduğunu iddia etmiştir. Bir görüşe göre de Trakların Slovenyalar ile kaynaştıklarıdır. Bu iddiaların doğruluğu tartışılabilir ama Trakların Roma, Slav ve Türk kavimleri içine karıştığı söylenebilir. Bugünkü Türkiye Trakyasında yaşayan kimseler ise zamanla asimile olan Traklardan gelmemiştir. Bugün Trakya'da yaşayan Türkler Osmanlı’nın iskan ve istimalet politikasının ve Cumhuriyet sonrası ülkeye göçen göçmenlerin mahdumlarıdır. 1.Gelibolu Yarımadası 1.1.Kallipolis (Gelibolu) Antik dönemlerde Khersonesos olarak adlandırılan yarımadadaki tüm olayların odak noktası olmuştur. Kent, tarihi antik adı Hellenspot olan Çanakkale Boğaz’ındaki ve yine antik adı Khersonesos olan Gelibolu Yarımadası’ndaki ilk yerleşime değin uzanır. Kent, Traklar ve Yunan koloni hareketi sırasında eski Yunanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Kentin adının bu koloniler tarafından Kallipolis olarak değiştirildiği varsayılmaktadır. Daha sonraları Miletos, Foça, Midilli’den gelen halk tarafından iskan edilmiştir. Gelibolu adı, Hellen dilinde Güzel Kent manasına gelmektedir. Gelibolu’nun tarihçesi Arkhaik döneme kadar gitmektedir bu tarihte İÖ. 470’li yılları kapsamaktadır. Kentin adı Atina önderliğinde İranlılara karşı kenti savunmak için kurulan ama daha sonra Atina bağımlılarına dönüşen Delos Birliği’ne kadar gider katkısı adı altında vergi ödeyen kentlerden biri olarak anılmaktadır. Romalı Tarihçi Titus Livius’dan öğrendiğimiz bilgilere göre Gelibolu’nun İÖ. 200 yılında Madytos (Eceabat) ile birlikte, Makedonya Kralı V. Philippos’a boyun eğmiştir. Kent İlkçağ’da herhangi bir olaya dahil olmamıştır. İlkçağ’dan günümüze kadar Gelibolu kenti bir geçiş noktası olarak kullanıldı fakat hemen yakınındaki Sestos kenti Avrupa ve Asya arasında daha önemli bir geçiş noktası olduğu için önemsiz kaldı. Ancak İlkçağ’ın sonlarına doğru Sestos şehrinin öneminin azalmasıyla beraber bilhassa Ortaçağ döneminde Gelibolu’nun önemi artmıştır. Büyük İskender İÖ. 336 yılında kral olduktan sonra Anadolu’ya geçmek için İÖ. 334 yılında Gelibolu güzergahını kullanmıştır. Sırasıyla Eski Yunan, Pers, Makedonya, Bergama ve Romalılar’ın istilasına uğrayan kent, Romalılar ve Bizans döneminde İmparator Jisitinianus zamanında bakımından geçilerek çevresindeki surlar onarılımış, kente erzak depoları yapılmıştır bu olayda Gelibolu kentinin bir merkez konumuna gelmesine sebep olmuştur. İmparator Cladius tarafından İS. 45 yılında yaptırılan Trakya’nın bir Roma eyaleti yapılmasından sonra bu araziye bağlanmayarak özel statüyle yönetilmiş olan Chersonessos bölgesi bulunmaktadır. Ortaçağ’da 1190 yılındaki Haçlı Seferleri sırasında Alman İmparatoru Friderich komutasındaki Haçlı ordusu Anadolu’ya buradan geçmiştir. 1204 yılında Venedikliler, 1235’te tekrar Bizanslılar Gelibolu’yu ele geçirmiştir. 1305 yılında Katalan Birliği’nin başını çektiği ve Roger de Flor komutasındaki askerler Türk Beyliklerinin Gelibolu üzerinde görülmesi üzerine Gelibolu’ya gelmiş ve bu bölgeyi ele geçirmiştir. 1356 yılında Bizans İmparatoru’nun toprakları içerisinde bulunan Edirne’nin Sırp ve Bulgar kuvvetler tarafından abluka altına alınması ve isyan etmesi üzerine Osmanlı Beyliğinden yardım istemiş ve Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Bizans İmparatorluğu’na yardım istemiş ve Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Bizans İmparatorluğu’na yardım etmiş hediye sonucunda Trakya topraklarında bulunan Çimpe kalesi bırakılmıştır. Çimpe kalesiyle Osmanlı burayı Rumeli’ye geçiş için üs olarak kullanmıştır. Eskiçağda pek hükmü bulunmayan Gelibolu şehri Ortaçağ’da Osmanlı Beyliği Batıya doğru genişlemek için bir basamak olarak kullanmış ve önemli bir konuma getirmiştir. Gelibolu’da günümüze ulaşan ilkçağ kalıntısı yoktur. Bununla birlikte, kentin ortasındaki, erken Bizans döneminde İmparator Heraclius’un yenilediği kaleden kalan burcun yapımında gerek bunun bitişiğindeki tarihsel iç havuz limanın havuz duvarları gibi çevresini saran duvarlarda, İlkçağ yapılarından sökülüp kullanılan, işlenmiş taşların yapı taşı olarak kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca, kent içinde rastlantı sonucu bazı İlkçağ mimari parçalara rastlanmıştır. Bu parçalardan bir kaçı kentin ortasında parkta ve Turizm Derneği bürosunun önünde sergilenmektedir. 1.2. Elaious Elaious’un adı eski Hellen dilinde zeytin ağacı sözünden gelmektedir. Elaious antik kentinin yeri, Gelibolu Yarımadası güney ucu yakınında, bugünkü Çanakkale Şehitler Anıtı’nın bulunduğu alan ile onun batısındaki küçük körfez (Morto Limanı) arasındaydı. Bu körfezde kentin limanıydı. Elaious kenti, İÖ.6 yüzyılda Atina’lı göçmenler tarafından kurulmuştur. Bu bölgeyi ve tüm Gelibolu Yarımadasını, Marathon savaşında Hellen ordusunu yöneten, Kypselos’un oğlu olan Miltihades, Thrak halkı Dolonklardan ele geçirmiştir. Heredotos’a göre; Miltihades, yerli halkı oluşturan Dolonkların isteği üzerine, ülkenin Tiranı oluşturmuştur. Tiran olur olmaz anakara yönünden gelecekler saldırıları, özellikle Thraklar’dan gelecek saldırı önlemek amacıyla kıstağa bir kıyıdan diğer kıyıya, duvar ördürmüştür. Fakat bu duvar pek sağlam değildi. Yaklaşık 150 yılda bu duvar yok olmuş, Spartalı komutan Derkylidas İÖ.398’de aynı yere yeniden barbar Thrak saldırılarına karşı yeniden saldırmıştır. Kypselos’un oğlu Miltiades’in ölümü üzerine, Gelibolu Tiranlığı’na Stesagoras, onun da ölmesi üzerine kardeşi Kimon’un oğlu Miltiades geçmiştir. Miltiades Pers saldırılarına karşı koyamamış ve İran Krallığı’nın yayılmacı tutumuna engel olamamış ve İÖ. (513479)’da Elaious Pers etkisi altına girmiştir. İmparatorluğun batı ucundaki Hellen kentleri, İonilıların özellikle Miletos öncülüğünde başkaldırınca Miletos’un düşmesinden sonra İÖ. (494) ayaklanmaya katılan kıyı kentlerinin cezalandırma için gönderilen İran bağımlısı Fenike donanması gelmek üzereyken Tenedos (Bozcaada) da konaklamış Miltiades varını yoğunu 5 gemiye yükleyip Atina’ya doğru yelken açtı. Fenikeliler onu izledi ve en arkadaki gemiyi ele geçirdi ama Miltiades, 4 gemiyle İmbros /Gökçeada’ya oradan da Atina’ya kaçmayı başardı. Sonradan Atina’da komutanlığa atandı ve İranlılara karşı İÖ. 430 yılında pek ünlü Marathon savaşını kazandı. İranlılar Şah Dareious’un oğlu Xerxes komutasında Yunanistan’a sefere çıkmadan önce İÖ. 480 yılında Elaious’u askeri üs olarak kullanmışlardır. Elaious bir kıyı kentiydi ve Elaious halkı bu kenti Atinalıların yavru kenti olarak görüyorlardı. Bu nedenle İÖ. 431-404 yıllarında gerçekleşen Sparta-Atina savaşlarında halk Atina’nın yanında yer aldı. İÖ. 410 yılında 86 gemilik Sparta donanması Elaious’u ele geçirmeye çalışsa da başaramadı ve kısa sürede yardıma gelen Atina ordusu Elaious’u kurtardı. 1.3. Sestos Sestos sözcüğü, eski Hellen dilinde kalbur anlamına gelmektedir. Fakat yörenin Helenleşmesinden önce İÖ. 9. yüzyılın yapıtı olan İliada’da Troia savaşları anlatırken Trioalılara yardımcı birlikler gönderilmiş bir Thrak kenti diye anıldığına göre, Sestos adının Hellen dilinden gelmeyeceği bellidir. Hellenler yerli bir dilden gelme kent adını kendi dillerinde anlam belirtecek biçimde değiştirmişler, kendi ağızlarına uydurmuştur. Eceabat ilçesine 4 km. uzaklıklata (Yolava Köyü), Akbaş limanını hemen üzerindedir. Şehir İÖ. 650 yılında Aiciler tarafından bir Yunan kolonisi olarak kurulmuştur. İÖ. 6. yüzyıl sonlarında Perslerin eline geçmiştir. Ancak İÖ. 479’da Perslerin geri çekilmesinden sonra şehir Attik Delos deniz birliğinin önemli bir üyesi olmuştur. İÖ. 411 yılında Peleppones savaşları sırasında Spartalılara karşı galip gelen Atina donanması Sestos’a çekilmiş ve burası Atinalıların sağlam bir kalesi olmuştur. İÖ. 334’te Sestos Helenizm Devletine bağlı kalmış İÖ. 241’den sonra Bergama Krallığına bağlanmıştır. İÖ. 200’de Makedonyalıların eline geçen şehir, hemen sonra bölgedeki diğer şehirler gibi serbest şehir ilan edilmiştir. Ancak İÖ. 191 yılında Suriye Kralı Antiokhos Yunanistan Romalılara yenilince, Anadolu’ya kaçarak Sestos’a sığınmıştır ve burayı müstahkem mevkii haline yani güçlü bir savunma merkezi haline getirmiştir. İÖ. 188 yılında Romalıların Antiokhos’u Anadolu’dan atması üzerine şehir, Bergama Krallığına bağlanmıştır. Romalıların ikiye ayrılmasıyla da MS. 395 yılında Bizanslıların eline geçmiştir. Bizans hükümdarı Iistinian burada bir kale yaptırmıştır. 668 yılında Emevilerin hakim olduğu bu şehir haçlı seferleri sırasında Venedik, Ceneviz, Pisa gibi kolonizasyon politikası güden devletlerce ele geçirilmiş. 1356 yılında Osmanlı Beyliği burayı ele geçirmiştir. Bugünkü kalıntılar arasında Akbaş limanı, Bizans döneminden sarnıçlar, şehir kalesi ve surlar bulunmaktadır. Nara Burnu ucunun yani ilkçağ kenti Abydos alanının kuzeydoğu doğrultusunda, Gelibolu Yarımadasında, Akbaş limanı ve onu çevreleyen küçük alüvyon ovasının batı yanında, yamaçta, Sestos Burnu/Akbaş Burnunu oluşturan dağ sırtı uzantısının bu ovaya bakan yanında tepe üstü düzlüğüne kurulmuştur. Adı geçen alüvyon ovası, kara yolundan Eceabat’ın birkaç km. ilerisindeki Akbaş Şehitliği ile deniz arasındadır. Orada denize dökülen ve alüvyon ovacığı oluşturmuş bulunan küçük dere, kıyı çizgisini İlkçağdan günümüze değin geçen yüzyıllar boyunca yüzlerce metre ilerletmiştir. Oradaki deniz girintisi, Antik Sestos kentinin limanı idi ve birçok önemli olaya tanık olmuştur. Bu yöreye Helenler, Atinalı Kypselos oğlu Miltiades önderliğinde İÖ.6. yüzyılda yerleşmişlerdir. İlkçağda Avrupa-Asya yolculuğu Çanakkale Boğazı’ndan geçmektedir ve boğazın geçişinin olduğu yerde Sestos ile karşı kıyıda Nara Burnu ucu doğudaki yanında ki Abydros kentleriydi. Karadenizin kuzey batısına İskit yurduna sefer düzenleyen İran Şahı Dareios’un oğlu Xerxes, İÖ. 408 yılında Sestos limanını kullanıp Asya’ya geçmiştir. İÖ. 334 yılında İskender’de Sestos kentinden Troia’ya doğru geçmiştir. Daha Arkhaik çağ sonunda bile Sestos bugünkü Türkiye Trakyasında surları yönünden en berkitilmiş kenttir. Tarih boyunca Atina-Pers, Atina-Sparta savaşlarına ev sahipliği yapmış Sestos geçiş noktasında da bulunduğu için bir çok topluluk tarafından istilaya uğramış ve yıpranmıştır. Sestos özellikle Hellenistik Çağ’da pek beğenilen bir sevgi öyküsü (Hero ile Leandros’un acıklı öyküsü) nedeniyle, ününü sürdürmüştür. Sestos surları, Doğu Roma İmparatoru Iustinianus zamanında İS. 6. yüzyılda onarılmıştır. Bugün surların ve kent iç kalesinin bazı bölümleri ayaktadır, bunlar da Ortaçağ yapısı özelliği gösterirler. İlkçağ kenti alanında anmaya değecek başka görünür bir kalıntı izi ne yazık ki yoktur. 1.4. Madytos (Eceabat) Fenikeliler zamanında Maditus=Maydos adı ile kurulan ilk şehirdir. Maditus adı iki güçlü kardeşin veya ünlü bir filozofun adına nispetle verilmiştir. Günümüzde ilçe merkezi olan bu yerleşmenin adı Eceabat’tır. Madytos/Eceabat adını ilk kez Heredotos anmaktadır. İÖ. 5. yüzyılda kentin varlığı mevcuttur. Madytos adının eski Hellen dilinde bir anlamı yoktur, bu adın Helenleşme öncesi yerli bir dilden geldiği anlaşılmaktadır. Madytos’un karıştığı tarihsel olaylar hakkında ilk güvenilir bilgi İÖ. 411 yılına aittir. O yıl, bir Atina donanması Sparta’ya ve yandaşlarına karşı savaş yürütülürken, Madytos’da üstlenmişti yani Madytos’ta Elaious ve Sestos gibi, bu savaş sırasında Atina yandaşıdır. Çanakkale Boğazı’nın en dar yeri Kilitbahir ile Çanakkale arasındadır. Eceabad, Kilitbahir’e göre Boğaz’ın biraz daha içinde, Kilitbahir’den 4.km kuzeybatı ileridedir. Boğaz geçişini güvenli bir şekilde karadan denetim altına almak isteyen Fatih Sultan Mehmet buraya ve Çanakkale’ye kaleler yaptırmıştır. Kilitbahir ve Eceabad kalelerinin yapımında yakınında ki İlkçağ kentlerinin, özellikle Sestos’un kalıntı alanındaki işlenmiş taşlardan ayrıca Çanakkale’nin merkezinde bulunan Çimenlik Kalesinin yapımında yine bir ilkçağ kenti olan Abydos’un kalıntı alanında ki işlenmiş taşlardan yararlanılmıştır. Çanakkale Boğazı kıyısındaki İlkçağ kentlerinin yıkıntıları Ortaçağ boyunca özellikle İstanbul’da çeşitli yapılarda, surlarda her iki boğazın kalelerinde kullanılmak üzere deniz yoluyla tüketildiğinden Eceabat’da günümüze İlkçağ’a dair Madytos kentinin hiçbir görünür kalıntısı ulaşmamıştır. Kentin bugünkü Eceabat ismi Orhan Gazi dönemi komutanlarından birinin, Ace Yakup Bey Bey’in adından gelmektedir. Ace Germiyan Beyliği’nin Türkçesinde kardeş manasına gelmektedir. Ağabey-cik anlamında olarak Ağa-ce’den kısaltma olabilir. Selçuklulara baktığımızda Atabeglere yazılan mektuplarda İci Atabeg şeklinde hitap edilir. 1.5. Lysimakheta Lysimakheta, Lysimakhos ili demektir. Bu adı taşıyan kenti, İskender komutanlarından Kral Lysimakhos, İÖ. 300 dolaylarında, krallığın başkenti olmak üzere kurdurmuştur. Kentteki nüfusu arttırmak içinde yakınındaki bazı kentlerin, özellikle Kardia ve Pakyta halklarını burada yerleşmeye zorlamıştır. Atina yönetimindeki Delos Birliği’ne gider katkısı ödeyen kentler listesinde adı geçmektedir. Gelibolu ilçemizin Ortaköy-Eksamil yöresinde, gerek Marmara ve gerekse Saros körfezine bakan bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Kent Lizimahos tarafından İÖ. 305 yılında kurulmuştur. Bölgede yeni yapılaşmalar nedeniyle bu eski kentin taşları sökülerek ve başka nedenlerle kullanıldığından eski kentin kalıntıları yok denecek kadar azalmıştır. Bugün askeri bölge içinde pek az temellere rastlanabilmektedir. Kent, stratejik açıdan çok önemli bir yerde, İlkçağ’da Avrupa-Asya geliş gidişinin ana geçit yeri olan Gelibolu Yarımadası’nın kıstağında, Kavak Köyü güneydoğusunda bir zırhlı tugayın konaklama yeri olan Ortaköy adlı alanda kurulmuştur. Burası bazı eski haritalarda Eksamil olarak geçmektedir. Eksamil adı, Ortaçağ’da orada bulunan 6 Roma mili uzunluğundaki surun adı Hexamilion’dan gelmektedir. Bu yüzden Gelibolu Yarımadası kıstağında erken Osmanlı döneminde Eksamiliye deniyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde 16. yüzyılda Gelibolu ile ilgili anlatımlarında Kavak Köyü yöresinde Eksamil’de bir kale gördüğünü ve bu kalenin 1356 yılı Osmanlı Devletinin ilk fethettikleri kale olduğunu yazar. Lysimakhos, İskender’in ölümünü izleyen dönemde önceleri, Trakya bölgesi baş yöneticisiydi. Üstünlük savaşına giren bölge yöneticisi komutanlarından Seleukos’un İÖ. 309’da kral sanı takmasıyla diğerleri onu izlemişler ve Lysimakhos’da İÖ. 305’te kral unvanını kullanmıştır. Lysimakhos krallığı Batı’ya doğru açılmış ancak burada ki krallığı birkaç yıl sürmüştür. Kent Trakya Krallığı zamanında pek çok tarihi olaylar yaşamış ve şaşaalı bir dönem geçirmiştir. Lysimakhos’un ölümünden sonra kent Suriye Kralı olan eski silah arkadaşlarından Selefküs’ün eline geçer. Selefküs İÖ. 280 yılında Lysimakhos’un oğlu olan Makedonya kralı Pitalamahos tarafından öldürülür ve kent Pitalamhos’un eline geçer. Dünyada üzerinde insan resmi bulunan para ilk kez Trakya Kralı Lysimakhos tarafından Gelibolu’da bulunan Lysimakheia kentinde basılmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Bugün halen bu yörede bu paralar bulunmaktadır. Lysimakhos krallığı ortadan kalkınca Lysimakheia sönükleşti ve barbar Trakların akınlarıyla İÖ. 3. yüzyılda kentler boşaltılmaya başlandı. Lysimakheia kentinde günümüze ulaşmış hiçbir kalıntı bulunmamaktadır. Zaten kent İÖ. 2. yüzyılda Gelibolu yarımadasına egemen olan Bergama Kralı II. Attalos ile savaşa giren Trak Beyi Deiglys tarafından yakılıp yıkılmıştı ve burada Eski Plinius’un çağında artık oturulmuyordu. 1.6. Kardia Kardia, eski ve yeni Hellen dillerinde yürek anlamına gelmektedir. Kentin kuruluşu üzerine bilgi bulunmamaktadır. Gelibolu Yarımadası Hellenleştirilmesiyle birlikte daha önce Trak boylarından Dolonk hakimiyetinde olan yerli halk, Atinalıların hakimiyeti altına girdi karadan ve denizden gelecek saldırılara karşı Melas Körfezi şimdi ki adıyla Saros Körfezi ve Çanakkale Boğazı’na bir duvar örülmüştür. Kardia, bugünkü Bolayır’ın tam kuzey doğrultusunda Saros Körfezine uzanan ve şimdi Bakla Burnu diye anılan çıkıntı üzerindedir. Burada tüm yarımadacık alanında toprak pek yoğun çanak çömlek kırıklarıyla karışık ise de, günümüzde ulaşmış hiçbir görünür yapı kalıntısı, hatta işlemeli taş parçası yoktur. İskender’den önceki devreye ve Pers istilasından önceki devrelere ait gümüş paralara rastlamıştır. Ayrıca bu kentin bulunduğu yerde 1967 yılında bir çiftçi tarafından 34.60 gram ağırlığında ve altın üzerine sıralanmış altın defne yapraklarından oluşan bir taç bulunmuştur. Kardia kentine ün kazandıran, Büyük İskender’in yakınlarından olan Tek Gözlü Antigos ile savaşan Eumenes’tir. 1.7. Agora (Aphodisias) Heredotos, İran Şahı Xerxes’in İÖ. 480 yılında Yunanistan seferi sırasında Gelibolu Yarımadasından çıkıp anakara Trakyasına varmak üzereyken, Kardia’yı (Bakla Burnunu) soluna alarak ilerlediğini, Agora Körfezi/Saros Körfezi iç ucunu dolanıp Melas ırmağı’nı aşıp Batı’ya yönelmiştir. Agora’yı buradan bilmekteyiz. Agora meydan, çarşı, kurultay alanı demektir. Bolayır ve Rumeli Türkülerinden bildiğimiz Evreşe kasabası arasında bulunan Kavak Köyü yerine yakın bir yerdedir. Adı ve yeri dışında kentle ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Sadece Codex Kültür Atlas haritası Kavak Köyü alanında ilkçağ Apherodisias kentçiğini işaretlemiştir. Agora Karia uygarlığındaki aynı ismi taşıyan Agora ile karıştırılmamalıdır. Kavak köyü yakınlarında görünür ilkçağ kalıntısı bulunmamaktadır. Nitekim köy içinde camii vb. yapılarda ilkçağ bulgularına rastlanmamakta ve köy halkı tarafından da tarihsel kalıntının olmadığı söylenmektedir. 1.8. Paktya (Bolayır) Paktya sözcüğünün öz biçim yazılışı Paktuwa şeklindedir. Bu yazılış Luwi dilinden gelmektedir. Airyana/İran halklarının yayıldığı bölgelerdeki kişi ırmak, yöre, çay vb. adlarına da pek sık rastlamaktayız. Lydia’lılara altın tozu taşıyan Paktolos Çayı (Salihli Batı yakınında geçen Sart Çayı) ilk akla gelen örnektir. Paktolos adının öz biçimi de Paktuwala yani Luwi dilincedir. Gelibolu Yarımadasının kıstağında Kypselos oğlu Miltiades’in ördürdüğü duvar, deniz kıyısından diğer deniz kıyısına, Bakla Burnundaki Kardia’dan Gelibolu ucuna kadar uzanan ilkçağ kenti Paktya Boğaza yakın yerde kurulmuş ve Pakyta halkı kıyılarına kadar yayılmıştır. Ünlü şair ve Jön Türk akımından Tekirdağ’lı Namık Kemal’in ve Çimpe Kalesi’nin fatihi Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın mezarı Bolayır kasabası alanı Paktya’nın akropolisi konumundadır. Ancak bu akropolisin şehirden ayrı olduğu hala tartışılmaktadır. Bolayır’ın tarihçesinde ilk bilinen olay İÖ. 6. yüzyılda geçen sur ördürme hadisesidr. Kentin karıştığı en ilginç hadise ise, Alkibiades’in İÖ. 407’de başkomutanlıktan ayrılınca, buraya adamları ve köleleriyle, gönüllü bir sürgün yaşımına gelmesidir. Spartılara Cumalı Çayı ağzı baskınıyla Atina donanmasını yok edinceye dek, Alkibiades Bolayır’ın her iki yakasında denizi görebilen bir yamaçta kalmaktadır. Ayrıca oluşturduğu orduyla Trakyalılara da küçük akınlar düzenlemektedir. Buradan haraç toplayıp hazinesinde saklamaktadır. Fakat Spartalılar savaşı kazanınca Alkibiades Spartalıların eline düşmemek için hazinesinden bir bölümünü konağa gömdü geri kalan kısmını da yanında alıp öleceği Melissa/Balçıkhisar’da doğru yola çıktı. Gömdüğü hazine bugün Bolayır’ın hemen yanında durmaktadır. Günümüzde, Bolayır’da yapılan çalışmalar sonucu görünür kalıntı yoktur, ancak bu tepe üstü alanında toprak keramik kırığıyla karışık olduğu gibi, gerek oraya tırmanırken, gerek Bolayır içindeki camiinin önünde, rastlantı sonucu çıkmış sütun parçaları gibi iki üç döküntü görülmektedir. 2.Edirne’nin Antik Kentleri 2.1. Hadrianapolis (Edirne) Edirne’nin Roma İmparatoru Hadrianus’un İS. 117-138 buyruğuyla, bayındır ve gelişmiş bir kent durumuna getirilip, Hadrianus kenti anlamında Hadrianapolis adını almasından önceki tarihçesi üzerine pek az şey biliniyor. O zamanlar Byzantion/İstanbul sıradan bir kentti, dolayısıyla , Edirne yöresi, şimdikinin tam tersine, bu dev kente uzandığı için büyük önem taşıyan bir ana yol üzerinde bulunmuyordu. Latin yazımında Hadrianopolis, Edirne adının kökeni, sözcük Hellen dilinde, Hadrianus Kenti anlamına gelmektedir. Hadrianus, oradaki kasabayı kent durumuna getirdikten sonra ona kendi adını yaşatsın diye, Adrianoupolis/Hadrianopolis adını vermiştir. Edirne’nin kapladığı alanda ilk yerleşmelerin İÖ. 7. yüzyıla uzandığı sanılıyor. Tunca ile Arda’nın birleştiği bu alanda, Thraklar bir açık Pazar kurmuşlardı ve çok geçmeden orada, Thrak boylarından Odrys’lerin bir kentçiği oluşmuştu. O kentçiğe Odrys Yurdu dendiği öne sürülüyor. Şimdiki Yunanistan’ın Arnavutluk bitişiğindeki bölümü olan Epeiros yani Epir’in Hellen soyundan yerli halkı Molossos’ların oymaklarından Orestes’ler, bu Odrys kentçiğinin bitişiğinde kendileri de bir kentçik kurdular adına Oresteia yani Orestes Yurdu dediler. Bu halkın adı olan Orestes sözcüğünün, dağ, tepe anlamındaki oros’tan geldiği ve dalgalı anlamında olduğu sanılmaktadır. Birbirine pek yakın olan Odrys kentiyle Oresteia, ilkek bir kentin iki bölümü durumundaydılar. Zamanla, bunların bitişiğinde ön mahalleler oluştu. Hadrianus, bir ordu üssü ve silah yapımevleri merkezi olmak üzere kentin geliştirilmesini sağladı ve artık eski kentçiklerin alanının kaplayan eski bayındır kent, Hadrianapolis diye ya da Hellen ağzında Andrianoupolis diye anılmıştır. Edirne, Diocletianus döneminde, Trakya’nın o bölgesinde kurulan Heamimontus yani Haimos dağları/Balkan Dağları ilinin başkenti oldu. İstanbul’un büyük bir imparatorluk merkezi daha sonra dünyanın en bayındır kentlerinden biri durumunu aldığı daha sonraki yüzyıllar, binyıllar boyunca da Avrupa ve Asya arasındaki ana yol üzerinde en büyük ve en önemli kentlerden biri olarak kaldı. Büyük Constantinus ile taht kavgasına giren Licinius arasında son savaş 324 yılında Edirne kenti yakınında ovada yapılmıştır ve Licinius bu savaşı kaybetmiştir. İkinci savaşta ise, Licinius İstanbul’a çekilmiş ve kendisini Roma’da ine mağlup eden Constantinus Roma’yı bırakarak Constantinopolis adını verdiği İstanbul’u başşehir yapmıştır. İstanbul başkent olunca, burasını Orta Avrupa’ya ve Roma’ya bağlayan yol üzerindeki (Via Egnatia Yolu) Hadrianapolis daha da önem kazanmıştır ve Anadolu ile Avrupa arasında geçiş noktasında bulunan Hadrianapolis kenti bir çok kez savaşa tanık olmuştur. Ostrogotlar Trakya’yı istila ettiklerinde Hadrianapolis Got askerlerini başında bulunan iki komutan da bunlara katıldı. Fakat müstahkem bir şehir durumdaki Hadrianapolis’i zapt edemediler. Gotlar İS. 378‘de ikinci kez Hadrianapolis üzerine yürüyünce; Trakya topraklarındaki ve şehir yakınlarında İlkçağ’ın en büyük muharebelerinden biri yaşandı. Roma İmparatorluğu İS. 395 yılında ikiye bölünüp bütün Balkan yarımadası gibi Hadrianapolis şehri de Bizans’ın (Doğu Roma İmparatorluğu) payına düştükten sonra kent sıklıkla el değiştirdiği bir sürece girmiştir. Örneğin MS. 5. yüzyılda Hun Hakan’ı Attila kumandasında ki askerlerin eline geçti. MS. 6. yüzyılda Avarların idaresi altına girdi. Bizanslılar Hadrianapolis’i Avarlar’dan tekrar geri aldılar ve Avarlar bu kentten çekildiler. MS. 7. yüzyıldan itibaren Hadrianapolis Bulgarların saldırılarına sahne oldu. Bu saldırılarda kent birkaç kez el değiştirdi yakılıp yıkıldı. MS. 812 yılında Bulgar Hanlarından Krum Hadrianapolis’i kuşattı ve 811 yılında ele geçirdi. Bu savaşlarda Bulgar askerlerinin öldürdükleri Bizans İmparator’u Nikephoros’un kafatasını gümüş ile kaplatıp şarap kupası olarak kullandıkları anlatılır. MS. 9. yüzyıla geldiğimizde ise Göktürk Devleti’nin yıkıldıktan sonra Türkler Çin baskısına maruz kalmışlar ve bunun neticesinde Türk Boyları bilhassa Kumanlar yani Kıpçaklar ve Peçeneklerin Karadeniz’in kuzeyi üzerindeki güzergahtan Balkan ve Trakya coğrafyasına gelmişlerdir. 10. ve 11. yüzyıllarda Hadrianapolis’e akınlar düzenlemişlerdir. Fakat Hadrianapolis 1361 yılında Türklerin eline geçmiştir ve bu Türkler Osmanlı Devleti’nden başkası değildir. 1305’te Hadrianapolis’te Katalan-Bizans mücadelesi yaşandı. Bu olaydan yaklaşık 40 yıl sonra Hadrianapolis’te yaşanan bir isyan ve kanlı sınıf mücadelesi ise kendini 1341’de İmparator ilan eden Kantakuzenos’un Osmanlılardan yardım istemesine yol açtı. Söz konusu sınıf mücadelesinde Kantakuzenos, eşraf ve asillerin başındaydı ve Zelotlar denilen zümreye karşı savaştı. Türklerden yardım isteyip Umur Bey ile dostluk kurunca Türk kuvvetleri Bizans’a yardım etti. Bu savaşın da anlatıldığı bir eser de Edirne sözcüğü kullanılmıştır. Daha sonra Kantakuzenos damadı durumuna gelen Orhan Gazi’den yardım istedi. Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Bey, idaresindeki 10.000 askerle Bizans’a yardım etti ve bu hadisenin sonunda Çimpe Kalesi ele geçirilmiş ve ilk Rumeli toprağı alınmıştır. I. Murat zamanında Edirne 1361 yılında fethedilmiş ve başkent olmuştur. Edirne’de bugün Osmanlı’ya dair pek çok eser günümüze kadar gelmiştir. Örneğin Selimiye Camii, Eski Camii vb. fakat İlkçağ’a sikkelerden ve mezar stelinden başka görünür bir bulguya rastlanmamıştır. Hadrianapolis Osmanlı Devleti tarafından fetih edilmesiyle birlikte Edirne olmuş ve İstanbul’un fethedilmesine kadar Osmanlı Devletine başkentlik etmiştir. Edirne Ortaçağ’da en iyi ve en parlak dönemini yaşamıştır. Günümüzde 1854 Kırım Savaşı ve 1878 Osmanlı-Rus harbiyle beraber Balkanlardan bir çok göç almıştır. 1912 ve 1913 Balkan savaşlarıyla bu göç dalgası yoğunlaşmış 1924-1928 Lozan görüşmeleriyle beraber göçler yavaş yavaş azalmaya başlamıştır. En son göç dalgası ise 1989 ve 1994 Bulgaristan üzerinden gelmiştir. 2.2. Ainos (Enez) Ainos sözcüğü Hellen dilinde üç anlama gelmektedir. Öykü, öğüt ve övgü ancak bu kentin adı İÖ. 1200lerde Troia savaşlarında Trak kenti diye anılmıştır yani kentin adı Helenlerden çok önce olduğu için muhtemelen yerel halk tarafından konulmuştur. İlidia’ya göre Troilılarla birlikte çarpışanlardan Trak önder Imbrasos oğlu Peiros bu kentten gelmedir. Heredotos ise Xerxes’in İÖ. 480’deki Yunanistan seferini anlatırken İran İmparatorluk ordusunun gidiş yolu üzerindeki kentlerden bir Aiolos kenti olarak anmaktadır yani bir Hellen kenti olmuştur. Thoukydides ise kentten bu dönemlerde Atina-Sparta savaşları için birçok asker alındığını yazmaktadır. Eski çağlarda “Ainos” olarak bilinen, bugünkü Enez, Kuzey Ege sahilinde Meriç (Hebros) Nehri’nin denize döküldüğü alanda kurulmuş eski bir yerleşim alanıdır. Bu alanda Ege Denizi, yaklaşık 15 bin yıl önce Uzunköprü’ye kadar uzanan bir körfez biçimindedir. Hebros nehri önce Bulgaristan’dan çıkıp Edirne’ye oradan Ergene ile birleşip Ege’ye ulaşır ve bu körfeze dökülüp taşıdığı alüvyonlarla sahilde delta ve bu deltalarla lagünler oluşturduğu görülmüştür. İlkçağ’da Ainos, Balkanları Anadolu ve Ege’ye bağlayan kara, deniz ve nehir yollarının kesiştikleri zorunlu geçiş yolu üzerinde kurulmuş önemli bir liman şehriydi. Ainos ayrıca kayalıklarla doğusunda erişilmez bir kıyı sağlamaktadır. Ainos’un yaşamında ve gelişiminde, limanları kadar kara ve su yolları aracılığıyla yapılan ticaret kuşkusuz önemli rol oynamıştır. Yakın zamanlara kadar ticaret gemileri, güvenli olan Hebros nehrini kullanarak Karadeniz kıyılarındaki diğer kentlere kolayca ulaşılıyordu. Enez’in önemi yalnızca bu limanlardan kaynaklanmıyordu; o dönem için karayolları da oldukça önem taşıyordu. MÖ. 2. yüzyılda Romalılar tarafından yapılmış olan “Via Egnatia” askeri ve ticaret yolu, İtalya’da Brindizi’den başlar ve İstanbul’da Beyazıt’ta son bulur. Via Egnatia, Beyazıt Meydanı’na girilmeden önce orada son bulan meşhur bir yoldur. Ainos’ta eskiden kente gelen ziyaretçiler önce ölüleri selamlarlar, daha sonra kente girerlerdi. Bu nedenle yolların çoğu Antik Çağ’da genellikle mezarlıklar arasından ya da önünden geçerek kente ulaşırdı. Hebros (Meriç) nehri kanalının taşımacılık için kullanılması çok doğaldı; çünkü Trakya veya Karadeniz’e geçmek isteyen yük gemileri, Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nı dolaşmak yerine Enez’deki limanlardan Meriç nehri aracılığıyla gitmek istedikleri noktalara rahatlıkla ulaşma imkanı bulurdu. Güvenli ve kısa olduğu için tercih edilen bu yol 19. yüzyıla kadar seyrüsefere açıktı. Gerek su yolu ve gerekse kara yolları, antik Ainos kentinin taşımacılık ve ticaret alanında gelişmesine ve kısa sürede zenginleşmesine neden olmuştur. Bu da o dönemin kalıntılarından anlaşılmaktadır. Heredotos, Enez’in ilk olarak İÖ. 7. yüzyılda, İzmir’in kuzeyinde yerleşmiş olan Aioller tarafından kolonize edildiğinden söz edilmektedir. Kolonizasyon sırasında (Aliağa) bölgesinde yer alan antik Kyhme, Midilli (Mitylene) ve Gelibolu’dan, yeni bir yurt arayışı içinde, gruplar halinde gelen insanlar tarafından bir ticaret merkezi olarak, daha doğrusu ana kente hammadde ulaştırmak amacıyla, Meriç nehrinin ağzında Ainos adıyla bir şehir devleti olarak kuruldu. O dönemde Ainos kentinin bulunduğu yerde Trakların köy kentleri Poltiobria ve Apsintos adıyla iki kent bulunuyordu. Enez’in mitolojik kurucusu ise Eneas olarak geçer. Eneas, Troia savaşı kaybedilince Eneas yaşlı babası ve çocuğuyla birlikte İda dağına sığınır. Orada gemiler yaptırdıktan sonra denize açılır ve bugünkü Ainos’a gelerek orada bir kent kurar. Daha sonra yine denize açılan Eneas önce Roma’yı sonra Kartaca’yı kurmuştur. Bundan dolayı Enezlilerle Romalıların akraba oldukları söylenir. Bu akrabalık Roma çağında Ainos’a önemli avantajlar sağlamıştır. Roma, Ainos’u ele geçirdikten sonra, kendisine vergi vermek şartıyla istediği gibi çalışmak, ticaret yapmak gibi önemli çıkarlar sağlamıştır. Böylece Ainoslular hiç savaşmadan iç işlerinde Roma Çağı süresince serbest kalırlar. Kent Eski Çağ’da bir takım badireleri atlatmıştır. Örneğin, Pers Kralı Darius İÖ. 513-515’te İskitlilere karşı yaptığı seferden sonra Trakya’yı dolayısıyla Enez’i ele geçirir. Ayrıca, Enez daha sonra İÖ. 480’li yıllarda Pers Kralı Xerxes’in, Yunanistan’a yaptığı sefer sırasında Persler’in hakimiyetine girer. Xerxes İÖ. 480-479 yılında Atina ve bağdaşıklarına karşı yaptığı savaşı kaybedince, Ainos tekrar bağımsızlığına kavuşur ve Atinalıların kurduğu Attika-Delos Deniz Birliği’ne üye olur. Bu birliğe uzun yıllar üye kalan Ainos İÖ. 4. yüzyılın ortalarında Makedonya egemenliğine girdi. Helenistik Çağda sırasıyla Ptolemaios ve Seleukosların egemenliğine girdi. İÖ 190’da Romalıların bütün Trakya’yı ele geçirmeleriyle Ainos Roma’ya bağlanmıştır. Uzun süre Romalıların egemenliğinde kalan kent Roma’nın, 395’te Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra Bizans’ın (Doğu Roma) hakimiyetinde kaldı. Bizans çağında bölgenin 4 başkenti olarak çok önemli bir ticaret merkezi konumundaydı. İmparator Justinianus tarafından, kale surları kuzeyden gelen Slavlara karşı onarıldı. Genç Bizans Çağında ise Ainos, Genovalı (Cenevizli) Gattelusio ve Doria ailelerinin hakimiyetine girdi. Ainos, Genovalıların hakimiyetinde kaldıkları dönemde (200 yıl) aşağı Rodop bölgesinin Thasos, Samothrake (Semadirek), Mitylene Midilli Adası olmak üzere Çanakkale Boğazına kadar uzanan toprakların prenslik merkeziydi. 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet, Edirne’de bulunduğu sırada ordusuyla İpsala’ya, denizden de Has Yunus Bey komutasındaki donanma Enez açıklarına gelerek demirledi. Bu filoyu gören halk şaşkınlıktan hiçbir şey yapamayıp, savaşmadan şehrin anahtarı Fatih’e verilmiştir. Fatih’in Enez Kalesinde üç gece kaldığı rivayet edilmektedir. Burada yapılan kazıda Miyosen kalker kayasının kesilerek ve yontularak evlerin altında birtakım işlikler ve şarap depolamak için mahzenlerin oluşturduğu saptandı. Ele geçen verilere göre mahzenler MÖ. 5.yüzyılda yapılmış ve Roma Çağına kadar kullanılmıştır. Mahzenin içinden değişik biçimli yerli Ainos malı amforaların yanı sıra, genellikle ticaretiyle ünlü Thasos ve Rodos adalarının amfoları da azımsanmayacak miktarda ortaya çıkmıştır. Enez’de şarapçılığın yanı sıra dokumacılık da ön plandadır. Kazılarda pişmiş topraktan yapılmış yaklaşık iki bini bulan tekstil ağırlığı ortaya çıkmıştır. Değişik biçimlerde üretilmiş olan bu ağırlıklar arasında istiridye biçiminde yapılmış olanı ilgi çekicidir. Bütün bunlar, bölgede tekstil yapıldığının kanıtlarıdır. Burada tekstilin olması hayvancılığında olduğunun kanıtıdır. Enez çevresinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Prehistorik yerleşmelere baktığımız zaman Yeniceköy-Hoca Çesmesi höyüğü, Küçük Evren Köyü-Pandır Bahçe Höyüğü, Hasköy Höyüğü bulunmuştur. Enez kentinin İlkçağ’a dair pek bir kalıntı yoktur ancak Sait Başaran’ın yaptığı kazılarla günümüze bir çok bilgi aktarmıştır. Ortaçağ’dan kalan kale hala sağlam bir şekilde durmaktadır ve bunun yapımında İlkçağda kullanılan malzemeler bulunmaktadır. Yine Ortaçağ’dan kalma duvarlara örülmüş armalar Cenevizliler yani Genovalıların hediyesidir. Enes’in çevresinde ise bir çok Trak tümülüsü bulunmaktadır. 2.3. Kypsela (İpsala) İlkçağ kenti olan Kypsela sözcüğünün hangi dilden geldiği ve ne anlam taşıdığı bilinmemektedir. Kypsela hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak buradaki Küçük Hisar’ın İÖ. 200 yılında Makedonya Kralı V. Philippos’un saldırısına uğrayıp zaptedildiği ve o hisar kasabasının Justinianus döneminde, 6. yüzyılda kent durumuna getirildiği bilinmektedir. İpsala Trak kavimlerin buraya gelerek yerleşmesiyle kurulmuştur. MÖ. XII. Yüzyıla kadar ki 800 yıl boyunca yeni Trak boyları gelip, bölgeye ve Doğu Trakya’ya yerleşti. Balkan Yarımadası’nın bir çok kısmı bu gelen akım ile dolmuştur. Traklar, Balkan Yarımadası’na maden devri medeniyetini getirmişlerdir. Pers İmparatoru I. Darius (Büyük Dara), İÖ. VI. yüzyıl sonlarında Kypsela bulunduğu bu bölgeyi imparatorluğa eklemiş, Traklar Pers İmparatorluğu’nun zayıflama döneminde, aralarında birleşip isyan çıkarmışlardır ve Atlı Boy Beyi Başkanlığında bir Trak devleti kurmuşlardır. Bazı kaynaklar Kypsela’yı Trakların başkenti olarak gösterir. İpsela’yı Trak boylarından ve Trak denilince akla gelen Odrysler kurmuşlardır. Bugün Edirne sınırları içersinde yer alan İpsala merkezinin birkaç km. doğusunda Kemerköprü su yolu bulunmaktadır. Bu yol Roma İmparatorluk Devrinden kalma bir yoldur. Yaklaşık 200 m. uzunluğunda küçük taş ve harçlardan oluşan duvar tekniği ile yapılmış olan bu su yolu yapısında kemer bulundurmaktadır. Günümüzde sadece 5 m. uzunluğunda bir bölümü günümüze kalmıştır. Söz konusu su yolu Kypsela kentinin lokalize edildiği İpsala’dan günümüze kalan ve Roma İmparatorluk Devrine tarihlenebilen tek taşınmaz kültür varlığı olması nedeniyle büyük önem taşımaktadır. I. Murat’ın kumandanlarından Evranos Bey tarafından 1356 yılında alınmış olan İpsala İlçesi’nin Osmanlı tarihinde önemli bir yeri vardır. O tarihte çayır olan bugünkü çeltik ekili sahalarda Osmanlı Ordusu’na at yetiştirildi. İyi cins kısrak sürüleri, azgın aygırları yanlarında bu otlar üzerinde yaz kış dolaşırdı. Binilecek çağa gelen taylar bu çayırlarda kementlerle tutulur, Edirne’ye götürülür donatılır, eğitime tabii tutulurdu. Osmanlı Ordusu’na giren İpsala tayları, Türk Akıncılarını zafer yollarına taşır dururdu. İpsala yüzyıllarca Osmanlı Süvari Ordusu’na at yetiştirilen bir kaynak olmuştur. İpsala ilçesi önce Sofulu’ya Balkan Savaşı’ndan sonra da İbriktepe’ye bağlı nahiye idi. 1928 yılında kaza olmuştur. İlkçağ kalıntıları günümüze ulaşmamıştır ancak basılan sikkeler bulunmaktadır. 3. Tekirdağ’ın Antik Kentleri 3.1. Bisanthe-Barbados (Tekirdağ) Tekirdağ şehrinin kuruluş tarihi yaklaşık İÖ. 6000lere kadar iner. Şehir Trakların, daha sonra sırasıyla Perslerin, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde kalmıştır. Kentin bilinen ilk adı Bisanthe Hellen dilinde değildir ve Luwi dilinden gelmektedir. Heredotos Bisanta demektedir. Bisanthe’nin Luwi dilince anlamı bilinmemektedir ve Hellen dilinde Byzantion olmuştur. Tekirdağ’ın ilkçağ’dan kalma ismi Trak dilinden olan ama anlamı bilinmeyen Rhaidestos’tur. Bu ad son Bizans döneminde Rhodosto biçimindedir. Türkler Rhodosto’yu Rodosçuk biçiminde söylemektedirler. 1732 yılına gelindiğinde kent Tekfurdağı denilmiştir. Cumhuriyet döneminde Tekirdağ’a çevrilmiştir. Heredotos’a bu kentin varlığının en azından İÖ. 5. yüzyılın ortalarına kadar uzandığını söylemektedir. Kent o dönemde bir Hellen kenti olmayıp bir Trak kenti olmuştur. İÖ. 400 yılında Thrak Beyi Seuthes kıyıdaki kentlerimin en güzeli demektedir. Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın yaptığı araştırmalar sonucunda Tekirdağ sahil şeridinde yapılan kazı ve araştırmalarda Neolitik dönemden ilk toprağa yerleşme dönemi, insan toplumunun gelişmesinde bir devrim olarak kabul edilmektedir. İÖ. 8000-5000 Kalkolitik Çağ, (Köy şeklindeki yerleşmelerin gelişimi, bakır ve madenciliğin başlaması İÖ. 5000-3000, ilk Tunç Çağına ait yerleşmeler bulunmuştur. Tekirdağ’da, eski Vali evinde açılmış müzenin içinde küçük bahçesinde ve sokak kapısı önünde, kent dışı çevreden rastlantı sonucu çıkarılmış birçok buluntu sergilemektedir. Bunların bir çoğu stel yani dikili duran taşlardan meydana gelmiştir. Bir diğer buluntu ise Herakles’in yanında taçlı bir kadınla gösteren kabartmalı taştır. Taçlı kadının, Lydia kraliçesi Omphale’yi canlandırdığını varsayabiliriz. 3.2. Perinthos (Marmara Ereğlisi) Perinthos ilkçağ’ın hayli ileri dönemlerine kadar, Trak halkının kentlerindendir. Heredotos bu kenti İÖ. 499-494 Batı Anadolu ayaklanmasının bastırılmasından sonra, ayaklanmaya katıldığını ve İran bağımlısı Fenike donanmasınca cezalandırılan kentler arasında anar. Ayrıca bu kentin surlarca çevrilmiş bir Trakya kenti olduğunu söylemiştir. Xenephon da bu kentte oturan halkın Traklar olduğunu ve Hellenlerin buraya İÖ. 401 yılında savaşmak için yola çıktıklarını anlatmaktadır. Perinthos’a Herakleia denmesi, İS. 275’den, İmparator Aurelianus’un ölümünden hemen sonra başlamaktadır. Bunun nedeni ise bilinmemektedir. Diocletianus’un ortak imparator edindiği Maximianus’un Herculius sanı taşımasıyla ilgili bir ilgisi bulunabileceği öne sürülüyor. Fakat Tekirdağ kentinin Bisanthe ve İstanbul’un Byzantion santhe ve zantion eklerinin Luwi Tanrısı Sanda’nın adıyla bağlantılı olabileceğini bununda yörede Sanda tapkılarının adından kaynaklanabilir. Sanda tapkısı Hellenleşme döneminde pek çok yerde Herakles tapkısına dönmüştür mesela Kybistra kentine sonradan Herakleia şimdi ki Konya Ereğlisi o yakında İvriz’deki Sanda/Tarkhun kabartması yüzündendi. Belki Perinthos’ta da Herakles tapkısına dönüşmüş bir Sanda tapkısı vardı. Nitekim, Perinthos’da bulunmuş bir yazıtın Apollo’un canlandıran kabartmasında, bu tanrının simgesi olarak labrys yani çift ağızlı balta bulunmuştur. Labrys de Sanda’nın simgesidir. Pers Kralı Darius İÖ. 514-513 yıllarında Tuna kenarında İskitlere karşı sefer öncesi Trakya’yı ve Perinthos’u egemenliği altına almıştır. Perslerin Trakya’dan çekilmesinden sonra Perinthos kenti bağımsızlığını kazanmış ardından Makedonya Kralı II. Philip’in oğlu Büyük İskender Perinthos’u egemenliği altına almıştır. İÖ. 336-323 darphane kurulmuş ve kendi adına sikke bastırmıştır. İskender’in ölümünden sonra kent Roma etkisine girdi. MS. 46 yılında İmparator Cladius, Trakya’daki krallıkları ortadan kaldırarak Roma eyaletini kurdu. Roma döneminde eyalet valisinin ikematgahı Perinthos olmuştur. Bu dönem kent liman kenti olmuş ve ticaret gelişmiştir. İS. IV. ve V. yüzyıllarda halı dokumacılığında üs olarak kullanılmıştır. Perinthos Trakya eyaletinin Roma İmparatorluk dönemindeki başkenti olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun MS. 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Konstantin önem kazanmış ve Perinthos’un önemi azalmıştır. Bisanthe, Roma İmparatorluğunun egemenliği döneminde gelişti. Hatta, İS. 2.yüzyıl sonunda kendisinin tahta çıkışına karşı koyduğu ve düşmanı Niger’le birlikte olduğu için Byzantion’u 3 yıllık bir kuşatmadan sonra ele geçiren, yıktıran Severus, geleceğin imparatorluk başkentini köy durumuna indirmiş ve Perinthos’a bağlamıştı. İlkçağ kentinin kalıntılarında ise üzerinde Marmara Ereğlisi’nin bulunduğu küçük yarımada, üstü düz, pek yüksek olmayan bir tepe biçimindedir. Tepe üstü düzlüğün bir ucunda, deniz feneri vardır. Tepe üstü düzlüğün bir ucunda deniz feneri vardır. Tepe üstü düzlüğün ucundaki fenerden aşağıya doğru uzanan yamaçta buraya Fenerbayırı denmektedir. Burada ilkçağ kent tiyatrosu bulunuyordu. Sözü geçen alan, Eski Eserler Hukuku çerçevesinde, korunacak tarihsel kalıntı alanları arasında sayılmış ve bu yoldaki karar Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Kent girişinin Tekirdağ-İstanbul ana yolu ile bağlantısını sağlayan yol bitişiğinde, kent girişine yakın bir yerde, ortaçağ’dan kalma zevksiz sur parçaları günümüze ulaşmıştır. Ayrıca, yörede ufak tefek ilkçağ mimarlık yapıtı parçalarına rastlanmaktadır. Kentin girişinde kente girerken sağ yanda görkemli bir yapıt görülür bu yapıt İS. 2. yüzyılın sonu İS.3. yüzyılın başından kalmadır. Akropolis tepesi güney yamacında bulunan arkhaik kaya mezarları bulunmaktadır. 3.3. Heraion Teichos Antik Perinthos kenti yakınlarında bulunan bu kent bir liman kenti olarak kurulmuş olup, Karaevli köyü altında Çitlenbik deresinin geçtiği yerde olduğu ileri sürülmektedir. Tekirdağ’da 18 km. mesafede olan Karaevlialtı mevkideki Harekkettepe Tümülüsünde Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı ve Tekirdağ Müzesi’nin birlikte yaptığı kazılar sonucu Heraion Teichos adlı Trak şehrinin MÖ. V. yüzyıla ait surları açığa çıkarılmıştır. Heraion Teichos’da 2000 yılından itibaren yapılan kurtarma çalışmaları neticesinde Akropol Surları’nın bir kısmı ve Kuzey kapısı ortaya çıkarılmış böylelikle sit alanı genişletilmiştir. Kazı çalışmalarından önce yapılan yüzey araştırmaları sonucu, MÖ.4. ve MÖ.3. yüzyıllara ait çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Toplam 218 sikkenin bulunduğu şehirde en ilginç tespit ise, Akropol’de yer alan, Traklar’ın son zamanlarına ait bir kült ve şifa merkezidir. 4.Kırklareli’nin Antik Kentleri 4.1. Arcadiopolis (Lüleburgaz) Lüleburgaz ilkçağda Bergula adlı bir kasaba iken, imparator I. Theodosius döneminde yani 4. yüzyıl sonunda geliştirildi, kent durumuna yükseltildi ve (Theodosius’un sonradan Doğu Roma İmparatoru olan oğlu Arcadius dolayısıyla) Arcadiopolis yani Arcadius Kenti dendi. Daha eski adı Bergula’nın anlamı, kökeni güvenilir yolda saptanabilmiş değilse de, çağdaş Almancadaki Burg sözcüğüyle bağlantılı olduğunu sandığım (İÖ 2. binyılın en önemli Anadolu dili Luwi dilinden ya da onun İÖ 1.binyıldaki ardaları olan Anadolu dillerinden gelme birçok kent adında karşılaştığımız) Anadolu Perk-(Troas’daki Perkote kentinin adında olduğu gibi) ya da Perg- (Perga/Perge, Pergama/Pergamon adlarındaki gibi) kökünden türediğini varsayabiliriz.Sonraki –ula bitişi, Hind-Avrupa dillerinin pek çoğunda, küçük söyleniş değişikliğiyle, -cik anlamındadır: Atilla, Atta’cık; Attalos, yine Atta’cık (atys’cik); Briula (Briaula; Hellen yazımında Brioulla; Lydia kenti) Bria’cık yani kentçik; çağdaş Hellen dilinde kardoula (kardia+oula), yürecik; Latincede Caligula, çizmecik. Lüleburgaz ilkçağda bayındır bir kent olmadığı, hatta ortaçağda bile, artık kent durumuna yükseltilmiş olmakla birlikte, gelişemediği için, günümüzde kent içinde ilkçağ kalıntısına hiç, ortaçağ kalıntısına hemen hemen hiç rastlanmaz. Yalnız, 1569’da Sokullu’nun yaptırdığı, Büyük Sinan’ın yapıtı köprünün yanında, Bizans döneminden bir kale duvarı kalıntısı vardır. Moloz taşlardan yapılma bu geç Bizans kale duvarı parçası, 15 m. uzunluğunda ve 3 m. yüksekliğindedir. 4.2 Biyze (Vize) Vize adı, ortaçağda yeni Hellen ağzında B’ler V değeri aldığından Vizye diye okunup söylenen Bizye adından gelir; o adın anlam ve kökeni bilinmiyor. Bizye, Thrak’ların Astai boyunun başkenti iken, yörede Roma’lılarca oluşturulan bölgesel ve Roma bağımlısı küçük bir Thrak krallığının başkenti oldu. İlkçağ tarihçesi üzerine fazla bilgimiz bulunmamaktadır; o çağda ekonomik coğrafya açısından sapa bir yerde kalmış olması nedeniyle gelişmediği, önemli tarihsel olaylara karışmadığı anlaşılıyor. Yöredeki tek ilkçağ kalıntısı, höyüklerdir. Bunların kimi gerçek höyüktür (yerleşme alanlarında yapı yıkıntılarının, döküntülerinin oluşturduğu yığınlardır), çoğu ise Tümülüs yani Thrak yığma mezarıdır. Bunlar Arif Müfid Mansel yönetimindeki kazılarla araştırılmış ve buradan çok ilginç mezar buluntuları ele geçirilmiştir. Bu buluntular şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesinin, ziyaretçilere açık olmayan üst katında, ayrı bir bölümünde, tümülüsün mezar odası biçiminde düzenlenmiş bir yerde sergileniyor ve özel izinli görülebiliyor. Vize’den ilk kez Theopompos tarafından MÖ. 4. yüzyıl’da Ast’ların bölgesindeki en büyük yerleşme merkezi olarak bahsedilmektedir. Polybios tarafından Balkanlardaki tarihi olaylarda adlarından çok sık bahsedilen Ast’ların MÖ. 2. yüzyıl’da çok önemli bir rol oynadıkları ve özellikle Roma Konsülü Gnaeus Manlius Vulso’nun Anadolu’dan gelip Balkanlar üzerinden Roma’ya giderken Trakya’dan geçişine karşı gösterdikleri direnişten bahsedilmektedir. Ast hanedanına mensup bazı Trak önderlerine yazıtlarda değinilmektedir. Bunlar arasında en önemlisi, Biyze’de ortaya çıkan ve MÖ. 1. yüzyıl’da Odyrs krallığının başında bulunan II. Kotys’ün babası kral Sadalas ve annesi kraliçe Polemokratia’yı onurlandırmak üzere yazdırdığı onur yazıtıdır. Biyze’nin adından geç antik devir ve Bizans yazarları tarafından da bahsedilmektedir. MS. 5. ve 7. yüzyıllar arasında Biyze bir piskoposluk merkezi idi. Bu dönemde kentin surların kulelerinin yenilendiğini dönemin kaynakları özellikle belirtmektedirler. Bizans devrinde tahkimli bir kent olarak kaynaklarda geçen Biyze’de çiftçiler ve işçilerin yaşadıklarından bahsedilmektedir. Vize’de genç Bizans döneminden kalma, günümüzde oldukça sağlam kalıntılar ulaşmış bir kale, mahzenli bir büyük yapının parçaları ve Küçük Ayasofya da denen Gazi Süleyman Paşa Camii görmeğe değer. Bu cami, aslında lustinianus dönemi (6.yüzyıl) yapımı bir kilisedir; Orhan Bey oğlu Süleyman Paşa komutasında Osmanlılar Vize’yi alınca camie çevrilmiştir. İç sütunları mermerdendir ve Korinthos biçimindedir. Geç dönem onarımlarında, erken ortaçağ yapılarından alınma işlenmiş kabartmalı taşlar yapı taşı olarak kullanılmıştır. Şimdiki giriş yüzü ve içteki freskler, resimler, kilisenin ilk biçiminde yoktu; bunlar sonradan eklenmiştir. Orta bölümü kareye yakın dikdörtgen planlı olmakla birlikte, üç apsid’li yapıldığından, haç planlı görünüştedir. Biyze antik kenti maden kaynakları ve su kaynakları açısından son derece önemlidir. Bugün Vize adıyla anılan kent çok erken süreçlerde geçmişi varsa da bu yerleşim dinamiğinin Roma Dönemi ve sonrasında klasik anlamda karşılığını bulan bir biçimi aldığı anlaşılmaktadır. Vize’nin lojistik önemi her zaman büyüktür. Trakya’ya özgür olan ve benzeri durumlara Balkanlar ve Avrupa’da da rastlanan, zaman süreci içinde değişen ihtiyaçlara göre yerleşimlerin yer değiştirmesi olgusu Vize ve çevresi içinde geçerlidir. Özellikle bu durum, prehistorik süreçler ve Trak döneminin önemli bir bölümü için bu noktada yerleşim dinamiğinin temelini teşkil eden, Tümülüs olarak adlandırdığımız ata mezarlar veya karizmatik yöneticilerin kült odaklı politik işlev kazandırdıkları mezarlardır. Tümülüsler kadar önemli olan bir diğer sosyal ve dini bütünleşme merkezi, makro-kozmos ve mikro-kozmosun dengelediği ve kaosa karşı evrensel ve sosyal dengenin varlık bulduğu karanlıklardan aydınlığa yükselen, sarsılmaz ve ölümsüz bir odak oluşturan kaya sunakları ve diğer sunak tipleridir. Bu tip sunaklar dini ve sosyo-politik gücün bir birine geçtiği ve benzerlerine Demir Çağı Avrupa ve Avrasya dünyasında sıklıkla rastlanan kült merkezleri olarak da dinsel ve sosyal yaşamın olduğu kadar, kabile sınırlarının ve aile klan yapılanmalarının da merkezinde yer almaktadır. Şehir ve şehirleşmenin fazla önem taşımadığı bu köyler ve kasabalar dünyasında, yaşam dinamiğinin temeli olan kale kentler veya yöneticilerin tahkimatlı yerleşimleri dahi, bu evrensel güç odakları olan sunakların gölgesinde kalmaktadır. Meriç ve Tunca doğusunda kalan topraklar içinde ayrıcalıklı bir konumda bulunan günümüz Vize yerleşmesinin içinde bulunduğu alan, özellikle Türkiye Trakyası’nın güney kesiminde ve Marmara Denizi kıyı şeridi ve hemen ardında yer alan sahadan çok farklı bir kimliği haizdir. Bu da Vize ve çevresini çok farklı bir konuma getirmektedir. Vize Marmara kıyısının koloni kentlerindekinden çok farklıdır. Vize’nin Trak kimliği, tüm yabancı etkilere ve tüm değişimlere rağmen oldukça yakın tarihlere kadar ayakta kalmış, varlığını sürdürmüş ve ne yazık ki oldukça yakın tarihlere kadar ayakta kalmış, varlığını sürdürmüş ve ne yazık ki, kendi oluşumu dışında başka amaçlara uydurulmaya çalışılmıştır. Kayalık alanları bol olan Vize ve çevresinde keçilerin doğal olarak çok sayıda bulunduğu bir gerçektir. Keçi sözcüğünün Trak dilinde bilinen karşılığı olan Byzas ve Buzas olarak ifadesi, Vize’nin taşıdığı isim ile önemli bir açılım sergilerken, bu adı taşıyan çok önemli mitolojik bir şahsiyeti de ön plana çıkarmaktadır. Vize adı İstanbul’un en erken ismi olan Byzantion yani Grekçe söylemiyle Byzas’ın Yeri veya Byzas’ın Şehri ile ilgili mitolojik söylemler yoluyla da anlatılar arasındaki bazı öğelere göre, aynı kült ile ilişkisini sürdürmektedir. Vize’de bulunan tiyatro yapıları, Ege ve Akdeniz çevresindeki görkemli Antik Çağ kentlerinin en temel kent öğelerinden biridir. Genel kanı ise, Vize gibi Antik dünyanın çekirdeğinin uzağındaki yerleşme birimlerinde ve özellikle Thraklar gibi, o dönemin Klasik uygarlığı ile uyumu tartışmalı olan bir kavmin bölgesinde, kültür göstergesi olan tiyatro yapısının olmayacağı şeklindeydi. 4.3. Salmydessos (Midye-Kıyıköy) Anlamlı bilinmeyen Salmydessos adı, -ssos bitişinin kanıtladığı üzere, Luwi dilinden gelir ve öz biçiminde bitiş (-nın anlamında) –sa iken, Hellen ağzında –ssos’a dönmüştür (karş. Assos, lassos/lasos, Halikarnassos, Knossos vb.) Kıyıköy, Kırklareli iline bağlı bir bucak merkezidir. Karadeniz kıyısında bulunmasına (ve Türkiye Trakyası Karadeniz kıyısında ondan daha önemli hiçbir yerleşme birimi de bulunmamasına) rağmen, her yanını Istranca Dağları/Yıldız Dağları çevirdiği ve üstelik ana yollardan uzak, sapa bir yerde olduğu için gelişememiş bir kasabamızdır. Zaten, Kıyıköy’ün atası olan Salmydessos da hiçbir zaman bayındır, önemli bir kent durumuna gelememişti. Salmydessos tarihçesinin pek eski dönemlere uzandığı, hem kentin adından, hem de bu adın Herodotos’da anılmasından bellidir. Herodotos’un belirttiğine göre, burada oturan halk, İran şahı Dareios Skyth/İskit Yurdu seferine giderken (İÖ.513) direnmek sizin İranlılara boyun eğmişti. İÖ 400 yılında, ünlü onbinler’in yurda dönüş yolculuğunun sonuna doğru, Thrak beylerinden Seuthes’in buyruğuna paralı asker olarak girmelerinden sonra yaptıklarını anlatan Xenophon da, Salmydessos üzerine biraz bilgi verir. Ondan öğrendiğimize göre, bu yöre, Thrak boylarından, Hellen’lerin Melinophagos’lar (Bal yiyenler) dediği halkın yurduydu. Bu ve yakın yöredeki Karadeniz kıyıları, çok açıklara kadar, sığlık olduğundan, gemiler sık sık karaya oturur, kurtulamayıp parçalanır, içindeki malları dalgalar karaya atardı; kıyıya düşen bu gibi malların toplarken oralardaki Thrak boyları arasında kavga dövüş çıktığı için bunlar, kıyıyı bölmüşler ve her biri, kendi bölgesinin iki ucuna direk dikerek sınır işareti koymuştu. Xenophon’un da içinde bulunduğu onbinler, Seuthes’in Thrak atlılarıyla birlikte, bu yöreye, “Karadeniz’i sağlarına alarak” gitmişlerdi, demek ki kıyıyı izleyerek gitmişlerdi. Orada, deniz kıyısından toplama birçok dinlenme döşekleri, sandıkları, üzeri yazılı papirüs’ler, “gemi sahiplerinin tahta kaplar içinde beraberlerinde götürdükleri daha birçok eşya” bulmuşlar, halka boyun eğdirdikten sonra geriye dönmüşler, Seuthes’in denizden 9 km. kadar uzakta, Silivri’nin üst tarafındaki bir ovada bulunan konaklama yerine gelmişlerdi. Bugünkü Kıyıköy kasabası, ilkçağ ve ortaçağ Salmydessos’unun surla çevrili alanı içinde bulunuyor. Söz konusu alan, doğu yanı denize, kuzey ve güney yanları birer dere vadisine dimdik inen ve yalnız batı yanı geçit veren, sırt uzantısı biçiminde bir çıkıntının üst düzlüğüdür. Güneydeki kumsalı kıyıya (şimdi orada bir balıkçı limanı yapılmıştır ) dökülen dere Kazandere’dir, kuzeydeki kumsallı kıyıya dökülen dere Pabuçdere’dir. Çıkıntının ucunda deniz feneri vardır; özellikle orada boş tarla durumunda olan yerde toprak bol tarihsel keramik kırığıyla karışıktır. Kasaba içinde ilkçağ kenti yapılarından en küçük bir kalıntı görülmüyor; bu yapılardan kalma işlemeli taş gibi döküntü parçalara da pek az rastlanmaktadır. Kentin surları ilk kez lustinianus döneminde, 6. yüzyılda yapılmışken sonradan, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda, onarım görmüştür. Duvar kalınlığı 2.20m.’yi, yüksekliği ise bugünkü sur kalıntısının en yüksek bölümüne bakacak olursak 6m.’yi buluyordu. Kent çevresinin uçurumsuz yanında (batı yanda) sur önünde, 13m. genişliğinde bir savunma hendeği vardır. Kentin kuzey, güney, doğu yanlarında da sur parçaları, izleri görülebilmekle birlikte, surun özellikle güçlü olması gereken bu batı yanda gerçekten de günümüze hayli sağlam durumunda ulamış etkileyici ortaçağ surları vardır. Her ne kadar Kırklareli 1967 il yıllığı tüm surların lustinianus döneminde yapıldığını söylüyorsa da, kuzeybatı yönde köşede görülen yuvarlak burç kalıntısı, ilkçağ yapıtı izlenimi vermektedir. Kasabanın batı yanındaki düzlükten kuzeybatı yönüne yürüyüp kasabadan uzaklaşarak Pabuçdere vadisine inerseniz, izlediğiniz (otomobilin geçemeyeceği) kaba yol sizi 10-15 dakika sonra yamaç kayalığına oyulmuş Ayios Nikolaos manastırı önüne getirir. 6. yüzyıldan kalma olan bu ilginç ve etkileyici yapıt, Kıyıköy’deki en önemli tarihsel kalıntıdır. Prof. Dr. Hamdi Sayar’ın yaptığı 1992 yılındaki Epigrafya çalışmalarında, deniz kıyısında bulunmuş mermer bir sütun üzerinde yazılmış bir yazıt bulunmuştur. Odyrs Devleti’nin muhtemelen doğu topraklarını yönetmekte olan ve Yunanlı askerleri kiralayan Seuthes’in tahkimatlı merkezinin muhtemelen günümüz Tekirdağ İli kıyı bölgesinde olduğu fark edilirken, Vize ovası ve çevresinde Doğu Trakya’nın güçlü kabilesi ve gece savaşlarının usta savaşçıları Thynler’in adı geçmektedir. Bu Thyn kabilesinin bir kolu Anadolu’ya geçerek, günümüz İstanbul ili Anadolu yakası, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu çevresine önce hakim olan yine Trak kökenli Mariandynler, Bebrykler ve Mysialılar ile girdikleri mücadeleleri kazanarak, güçlü bir Bithynia Krallığı kurmuşlardır. Eski kaynaklarda Thynler’in (Thynoi), özellikle Thynias ile ilişkili olduğu belirtmekte olup, bu bölgen,n de günümüzde Kıyıköy ve çevresi ile ilişkisi açıkça ortaya konulmaktadır. Mitolojik bilgiler arasında, özellikle Trak Kralı Phineus’un yurdu olarak anılan günümüz Kıyıköy’ü Salmydessos, yabancıları hiç de hoş karşılamayan ve yabancıları sevmeyen Traklar’ın önemli yerleşim alanlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla Seuthes’in kiraladığı Yunanlı paralı askerlerin de katıldığı sefer Thynler üzerine yapılmış olup, Yıldız dağ zinciri ve Karadeniz arasındaki iyi savunulan topraklarına yapılan bu seferden tam bir sonuç alınamamıştır. KAYNAKÇA BAŞARAN Sait, “Enez Çevresinde Yapılan Arkeolojik Araştırmalar”, Anatolian&Thracian Studies in Honour of Zafer Taşlıklıoğlu Armağanı Anadolu ve Trakya Çalışmaları I, (Editörler: Nezih Başgelen, Güler Çelgin, Vedat Çelgin), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1999 BAŞARAN Sait, “Trakya’da Bir Prenslik Merkezi” Ainos Antik Kenti, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul 2008 BEKSAÇ Engin, “Balkanlarda Tarih Öncesi ve Erken Uygarlıklar ”, Balkanlar El Kitabı I, Karam & Vadi Yayınları, Ankara 2006 BEKSAÇ Engin, “Traklar’ın Güçlü Sesi ve Kutsanmışın Nefesi: Trak Döneminde Vize’nin Kutsal ve Politik Kimliği”, Vize II. Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005 DIAKOV V.-KOVALEV S. (Çev. Özdemir İnce), İlkçağ Tarihi I., Verso Yayınları, Ankara 1987 DELEMEN İnci, “Trakya Tümülüsü Kazıları” Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi, Ankara 2000 ERZEN Afif, İlkçağ Tarihinde Trakya, (Başlangıçtan Roma Çağına Kadar), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1994 FREDERİC Louis, (Çev.Vahdet Gültekin), Medeniyet Tarihi II., Doğan Kardeş Yayınları,İstanbul 1974 HOMEROS, Odysseia, (Çev: Erhat Azra), Can Yayınları, İstanbul 2002 ISAAC Benjamin, The Greek Settlements In Thrace Until The Macedonian Conquest, Leiden 1986 İPLİKÇİOĞLU Bülent, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, TTK, Ankara 2001 İPLİKÇİOĞLU Bülent, Eskiçağ Tarihi’nin Anahatları II, Marmara Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Yayınlar, İstanbul 1990 KAFESOĞLU İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2007 KAYA Mehmet Ali, “Roma İmparatoru Septimus Severus Döneminde Anadolu”, Tarih Araştırmaları Dergisi S.25, İzmir 2006 MANSEL Arif Müfid, Ege Yunan Tarihi, TTK, Ankara 1999 MANSEL Arif Müfid, İlkçağ’da Edirne, Edirne’nin 600. fetih yıldönümü Armağanı,TTK., Ankara 1993 MEMİŞ Ekrem, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Yayınları, Ankara 2006 NIKOLOV Vassil, The Neolithic And the Chalcolithic Periods in Northern Thrace, TübaAr, S.IV, Ankara 2003 OSTROGORSKY Georg, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), TTK, Ankara 2006 ÖZDOĞAN Mehmet, “Anadolu’dan Avrupa’ya açılan kapı:Trakya”, Gerçekleşen Çalışmalar ve Beklentiler, Arkeoloji ve Sanat, İstanbul 1999 ÖZDOĞAN Mehmet, “Kentsel Arkeoloji ve Kültür Sektörü Bağlamında Vize”, Vize II. Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005 ÖZDOĞAN Mehmet-BAŞGELEN Nezih, “ Marmara Bölgesi Neolitik Çağ Kültürleri”, Köyden Kente Yakındoğu’da ilk Yerleşimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2007 ÖZDOĞAN Mehmet-ÖZDOĞAN Eylem, “Tarih Öncesi Dönemde Trakya”, Aktüel Arkeoloji, S.3,İstanbul 2007 ÖZEY Ramazan, “ Balkanların Tarihi Coğrafyası”, Balkanlar El Kitabı I, Karam & Vadi Yayınları, Ankara 2006 SARIKAYA Bahar, Epigrafik Buluntular Işığında Trakya’da Kültler, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Edirne 2009 SEVİN Veli, Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul 2007 SEVİN Veli, “Anadolu’da Pers Egemenliği”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi II, İstanbul 1982 SEVİN Veli, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, TTK, Ankara 2001 SAYAR Mustafa Hamdi, “Eski ve Ortaçağlarda Vize (Biyze) Tarihi ve Anıtları”, Vize II. Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005 SİPAHİOĞLU Ahmet-YILMAZ Zülküf , “ Vize (Biyze) Antik Tiyatrosu 2003 Yılı Temizlik ve Temizliğe Yönelik Kazı Çalışmaları, Vize II. Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005 ŞALLI Şafak, “Kral Kersopleptes ve Heraion Teichos”, Uygarlığın Kökleri Trakya’da, Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul 2003 TAŞLIKLIOĞLU Zafer, Trakya’da Epigrafya Araştırmaları II, İstanbul 1971 TEKİN Oğuz, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul 2008 THEODOSSIEV Nikola, “The Sacred Mountain of the Ancient Thracians” Thracia 11, 1995 TURAN Osman, Türkiye Selçukluları, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1988 UMAR Bilge, İlkçağ’da Türkiye Halkı,İnkılap Yayınevi, İstanbul 1999 UMAR Bilge, Trakya, Akbank Yayınları,İstanbul 1986 UMAR Bilge, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi I, İzmir 1982 UMAR Bilge, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1993 UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi I, TTK, Ankara 2003 YILDIRIM Şahin, Doğu Trakya’da Mezar Tepelerinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi Ankara 2011 YÜCEL Erdem, Ord. Prof. Dr. A. Müfid Mansel’in Başlattığı Trakya Kazılarının Dünü ve Bugünü, Anadolu Araştırmaları, S.16, İstanbul 2002 Ayrıca Belediyelerin internet sitelerinden kısmi olarak yararlanılmıştır.