Trakya kelimesi Eski Yunanca olup trachea kelimesinden türemiştir

advertisement
TRAKYA'NIN ANTİK KENTLERİ
2011 BİTİRME ÇALIŞMASI ÖZET HALİ
Trakya kelimesi Eski Yunanca olup trachea kelimesinden türemiştir. Gırtlak, soluk
borusu anlamına gelmektedir. Eskiçağda değişik genişliği olan Trakya ülkesine ve halkına
Thrake denilmiştir. Trak sözcüğü, Trakların kendilerine verdikleri bir ad değildir. Traklar’ın
bazen dost bazen de düşman olarak çatıştığı ve komşuları olan Grek dilini konuşan
toplulukların onlara, daha doğrusu yaşadıkları bölgelerin genel bütününe verdiği Trakya
sözcüğünden kaynaklanan bir tanımlamadır. Esasında, günümüzde Trak olarak ifade ettiğimiz
toplumların kendilerini dahil oldukları klan, soy ve kabileler ile tanımladıkları ve sosyal
grupların aldığı adların genel ulus tanımlamalarında etkili olduğu belli olmaktadır. Antik
kaynakların dünyadaki en kalabalık insan toplulukları arasında ilk sıralara yerleştirdikleri
Traklar’ın milli kimliğini tayin eden en önemli kültürel öğeleri dil ve din olmuştur. Dil ve din
bütünlüğü içinde fazlasıyla gelenekçi ve dindar oldukları bilinen Trakların, Balkanlar’ın
doğusunda kalan çok geniş bir bölge ile Kuzeybatı Anadolu arasındaki kültürel değişimler ve
dönüşümlerin de odağında yer alan önemli bir konumdadır.
Trakya’nın antik kentleri ilk olarak bu coğrafyaya gelen toplumlarla Odrysler, Traklar,
Romalılar, Makedonlar, Persler, Slavlar ve Türkler ile şekil almıştır. Trakya’nın coğrafi yapısı
ve deniz bu şehirlerin oluşumunda son derece önemlidir. Çünkü kurulan şehirler koloni
şehirleridir.
Bugünkü Romanya’nın kuzeyinden çıkarak Tuna’ya, Hebros Nehri'ne ve Aydın’a
kadar gelen Traklar, bir dönem Balkan ve Anadolu coğrafyasında önemli bir yere sahip
olmuşlardır. Neolitik dönemde Traklar belirgin olarak sahneye çıkmışlar ve yeni yaşam
alanları bulmak için güneye doğru hareket etmişlerdir. Traklar gittikleri yerlere akınlar
düzenlemişler ve buraları yağmalamışlardır. Cesaret ve savaşçılıklarından dolayı Traklar
gerek Atinalılar gerekse Romalılar içerisinde ücretli asker olarak yer almışlardır. Vazolardan
elde edilen karakterlere göre Traklar gaddar, hilekar, vahşet ve sarhoşluk özellikle
belirtilmektedir. Kendi başlarına devlet kuramayan Trakların en büyük kavmi Odryslerdir.
Diğer Trak kavimleri ise dağınık şekillerde yaşamışlardır. Traklar İS. 1. yüzyıl Roma Devleti
içinde paralı asker olarak görev yapmışlardır. Böylelikle yavaş yavaş asimile olmaya
başlamışlardır. İS. 3. ve 4. yüzyıllardan sonra Trakların izine rastlanmamıştır. Traklara ait
bilgileri yaşadıkları kaleler, höyükler ve en önemlisi öğrenmekteyiz.
Günümüzde Traklar kimler derseniz net bir cevap yoktur. Çünkü Trakya’ya ismini
veren Traklar Balkan ve Anadolu coğrafyasına dağılmış ve asimile olmuşlardır tabii bunda
Roma girmiş olduğu asimilasyon politikasından da bahsetmek gerekir. Prof. Dr. Afif Erzen
bugünkü Trakların Bulgarlar olduğunu iddia etmiştir. Bir görüşe göre de Trakların
Slovenyalar ile kaynaştıklarıdır. Bu iddiaların doğruluğu tartışılabilir ama Trakların Roma,
Slav ve Türk kavimleri içine karıştığı söylenebilir. Bugünkü Türkiye Trakyasında yaşayan
kimseler ise zamanla asimile olan Traklardan gelmemiştir. Bugün Trakya'da yaşayan Türkler
Osmanlı’nın iskan ve istimalet politikasının ve Cumhuriyet sonrası ülkeye göçen göçmenlerin
mahdumlarıdır.
1.Gelibolu Yarımadası
1.1.Kallipolis (Gelibolu)
Antik dönemlerde Khersonesos olarak adlandırılan yarımadadaki tüm olayların odak
noktası olmuştur. Kent, tarihi antik adı Hellenspot olan Çanakkale Boğaz’ındaki ve yine antik
adı Khersonesos olan Gelibolu Yarımadası’ndaki ilk yerleşime değin uzanır. Kent, Traklar ve
Yunan koloni hareketi sırasında eski Yunanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Kentin adının bu
koloniler tarafından Kallipolis olarak değiştirildiği varsayılmaktadır. Daha sonraları Miletos,
Foça, Midilli’den gelen halk tarafından iskan edilmiştir. Gelibolu adı, Hellen dilinde Güzel
Kent manasına gelmektedir.
Gelibolu’nun tarihçesi Arkhaik döneme kadar gitmektedir bu tarihte İÖ. 470’li yılları
kapsamaktadır. Kentin adı Atina önderliğinde İranlılara karşı kenti savunmak için kurulan
ama daha sonra Atina bağımlılarına dönüşen Delos Birliği’ne kadar gider katkısı adı altında
vergi ödeyen kentlerden biri olarak anılmaktadır. Romalı Tarihçi Titus Livius’dan
öğrendiğimiz bilgilere göre Gelibolu’nun İÖ. 200 yılında Madytos (Eceabat) ile birlikte,
Makedonya Kralı V. Philippos’a boyun eğmiştir. Kent İlkçağ’da herhangi bir olaya dahil
olmamıştır.
İlkçağ’dan günümüze kadar Gelibolu kenti bir geçiş noktası olarak kullanıldı fakat
hemen yakınındaki Sestos kenti Avrupa ve Asya arasında daha önemli bir geçiş noktası
olduğu için önemsiz kaldı. Ancak İlkçağ’ın sonlarına doğru Sestos şehrinin öneminin
azalmasıyla beraber bilhassa Ortaçağ döneminde Gelibolu’nun önemi artmıştır.
Büyük İskender İÖ. 336 yılında kral olduktan sonra Anadolu’ya geçmek için İÖ. 334
yılında Gelibolu güzergahını kullanmıştır. Sırasıyla Eski Yunan, Pers, Makedonya, Bergama
ve Romalılar’ın istilasına uğrayan kent, Romalılar ve Bizans döneminde İmparator
Jisitinianus zamanında bakımından geçilerek çevresindeki surlar onarılımış, kente erzak
depoları yapılmıştır bu olayda Gelibolu kentinin bir merkez konumuna gelmesine sebep
olmuştur. İmparator Cladius tarafından İS. 45 yılında yaptırılan Trakya’nın bir Roma eyaleti
yapılmasından sonra bu araziye bağlanmayarak özel statüyle yönetilmiş olan Chersonessos
bölgesi bulunmaktadır.
Ortaçağ’da 1190 yılındaki Haçlı Seferleri sırasında Alman İmparatoru Friderich
komutasındaki Haçlı ordusu Anadolu’ya buradan geçmiştir. 1204 yılında Venedikliler,
1235’te tekrar Bizanslılar Gelibolu’yu ele geçirmiştir. 1305 yılında Katalan Birliği’nin başını
çektiği ve Roger de Flor komutasındaki askerler Türk Beyliklerinin Gelibolu üzerinde
görülmesi üzerine Gelibolu’ya gelmiş ve bu bölgeyi ele geçirmiştir. 1356 yılında Bizans
İmparatoru’nun toprakları içerisinde bulunan Edirne’nin Sırp ve Bulgar kuvvetler tarafından
abluka altına alınması ve isyan etmesi üzerine Osmanlı Beyliğinden yardım istemiş ve Orhan
Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Bizans İmparatorluğu’na yardım istemiş ve Orhan Gazi’nin
oğlu Süleyman Paşa Bizans İmparatorluğu’na yardım etmiş hediye sonucunda Trakya
topraklarında bulunan Çimpe kalesi bırakılmıştır. Çimpe kalesiyle Osmanlı burayı Rumeli’ye
geçiş için üs olarak kullanmıştır. Eskiçağda pek hükmü bulunmayan Gelibolu şehri
Ortaçağ’da Osmanlı Beyliği Batıya doğru genişlemek için bir basamak olarak kullanmış ve
önemli bir konuma getirmiştir.
Gelibolu’da günümüze ulaşan ilkçağ kalıntısı yoktur. Bununla birlikte, kentin
ortasındaki, erken Bizans döneminde İmparator Heraclius’un yenilediği kaleden kalan burcun
yapımında gerek bunun bitişiğindeki tarihsel iç havuz limanın havuz duvarları gibi çevresini
saran duvarlarda, İlkçağ yapılarından sökülüp kullanılan, işlenmiş taşların yapı taşı olarak
kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca, kent içinde rastlantı sonucu bazı İlkçağ mimari parçalara
rastlanmıştır. Bu parçalardan bir kaçı kentin ortasında parkta ve Turizm Derneği bürosunun
önünde sergilenmektedir.
1.2. Elaious
Elaious’un adı eski Hellen dilinde zeytin ağacı sözünden gelmektedir. Elaious antik
kentinin yeri, Gelibolu Yarımadası güney ucu yakınında, bugünkü Çanakkale Şehitler
Anıtı’nın bulunduğu alan ile onun batısındaki küçük körfez (Morto Limanı) arasındaydı. Bu
körfezde kentin limanıydı.
Elaious kenti, İÖ.6 yüzyılda Atina’lı göçmenler tarafından kurulmuştur. Bu bölgeyi ve
tüm Gelibolu Yarımadasını, Marathon savaşında Hellen ordusunu yöneten, Kypselos’un oğlu
olan Miltihades, Thrak halkı Dolonklardan ele geçirmiştir. Heredotos’a göre; Miltihades, yerli
halkı oluşturan Dolonkların isteği üzerine, ülkenin Tiranı oluşturmuştur. Tiran olur olmaz
anakara yönünden gelecekler saldırıları, özellikle Thraklar’dan gelecek saldırı önlemek
amacıyla kıstağa bir kıyıdan diğer kıyıya, duvar ördürmüştür. Fakat bu duvar pek sağlam
değildi. Yaklaşık 150 yılda bu duvar yok olmuş, Spartalı komutan Derkylidas İÖ.398’de aynı
yere yeniden barbar Thrak saldırılarına karşı yeniden saldırmıştır.
Kypselos’un oğlu Miltiades’in ölümü üzerine, Gelibolu Tiranlığı’na Stesagoras, onun
da ölmesi üzerine kardeşi Kimon’un oğlu Miltiades geçmiştir. Miltiades Pers saldırılarına
karşı koyamamış ve İran Krallığı’nın yayılmacı tutumuna engel olamamış ve İÖ. (513479)’da Elaious Pers etkisi altına girmiştir. İmparatorluğun batı ucundaki Hellen kentleri,
İonilıların özellikle Miletos öncülüğünde başkaldırınca Miletos’un düşmesinden sonra İÖ.
(494) ayaklanmaya katılan kıyı kentlerinin cezalandırma için gönderilen İran bağımlısı Fenike
donanması gelmek üzereyken Tenedos (Bozcaada) da konaklamış Miltiades varını yoğunu 5
gemiye yükleyip Atina’ya doğru yelken açtı. Fenikeliler onu izledi ve en arkadaki gemiyi ele
geçirdi ama Miltiades, 4 gemiyle İmbros /Gökçeada’ya oradan da Atina’ya kaçmayı başardı.
Sonradan Atina’da komutanlığa atandı ve İranlılara karşı İÖ. 430 yılında pek ünlü Marathon
savaşını kazandı.
İranlılar Şah Dareious’un oğlu Xerxes komutasında Yunanistan’a sefere çıkmadan
önce İÖ. 480 yılında Elaious’u askeri üs olarak kullanmışlardır. Elaious bir kıyı kentiydi ve
Elaious halkı bu kenti Atinalıların yavru kenti olarak görüyorlardı. Bu nedenle İÖ. 431-404
yıllarında gerçekleşen Sparta-Atina savaşlarında halk Atina’nın yanında yer aldı. İÖ. 410
yılında 86 gemilik Sparta donanması Elaious’u ele geçirmeye çalışsa da başaramadı ve kısa
sürede yardıma gelen Atina ordusu Elaious’u kurtardı.
1.3. Sestos
Sestos sözcüğü, eski Hellen dilinde kalbur anlamına gelmektedir. Fakat yörenin
Helenleşmesinden önce İÖ. 9. yüzyılın yapıtı olan İliada’da Troia savaşları anlatırken
Trioalılara yardımcı birlikler gönderilmiş bir Thrak kenti diye anıldığına göre, Sestos adının
Hellen dilinden gelmeyeceği bellidir. Hellenler yerli bir dilden gelme kent adını kendi
dillerinde anlam belirtecek biçimde değiştirmişler, kendi ağızlarına uydurmuştur.
Eceabat ilçesine 4 km. uzaklıklata (Yolava Köyü), Akbaş limanını hemen üzerindedir.
Şehir İÖ. 650 yılında Aiciler tarafından bir Yunan kolonisi olarak kurulmuştur. İÖ. 6. yüzyıl
sonlarında Perslerin eline geçmiştir. Ancak İÖ. 479’da Perslerin geri çekilmesinden sonra
şehir Attik Delos deniz birliğinin önemli bir üyesi olmuştur. İÖ. 411 yılında Peleppones
savaşları sırasında Spartalılara karşı galip gelen Atina donanması Sestos’a çekilmiş ve burası
Atinalıların sağlam bir kalesi olmuştur. İÖ. 334’te Sestos Helenizm Devletine bağlı kalmış
İÖ. 241’den sonra Bergama Krallığına bağlanmıştır. İÖ. 200’de Makedonyalıların eline geçen
şehir, hemen sonra bölgedeki diğer şehirler gibi serbest şehir ilan edilmiştir. Ancak İÖ. 191
yılında Suriye Kralı Antiokhos Yunanistan Romalılara yenilince, Anadolu’ya kaçarak
Sestos’a sığınmıştır ve burayı müstahkem mevkii haline yani güçlü bir savunma merkezi
haline getirmiştir.
İÖ. 188 yılında Romalıların Antiokhos’u Anadolu’dan atması üzerine şehir, Bergama
Krallığına bağlanmıştır. Romalıların ikiye ayrılmasıyla da MS. 395 yılında Bizanslıların eline
geçmiştir. Bizans hükümdarı Iistinian burada bir kale yaptırmıştır. 668 yılında Emevilerin
hakim olduğu bu şehir haçlı seferleri sırasında Venedik, Ceneviz, Pisa gibi kolonizasyon
politikası güden devletlerce ele geçirilmiş. 1356 yılında Osmanlı Beyliği burayı ele
geçirmiştir. Bugünkü kalıntılar arasında Akbaş limanı, Bizans döneminden sarnıçlar, şehir
kalesi ve surlar bulunmaktadır. Nara Burnu ucunun yani ilkçağ kenti Abydos alanının
kuzeydoğu doğrultusunda, Gelibolu Yarımadasında, Akbaş limanı ve onu çevreleyen küçük
alüvyon ovasının batı yanında, yamaçta, Sestos Burnu/Akbaş Burnunu oluşturan dağ sırtı
uzantısının bu ovaya bakan yanında tepe üstü düzlüğüne kurulmuştur. Adı geçen alüvyon
ovası, kara yolundan Eceabat’ın birkaç km. ilerisindeki Akbaş Şehitliği ile deniz arasındadır.
Orada denize dökülen ve alüvyon ovacığı oluşturmuş bulunan küçük dere, kıyı çizgisini
İlkçağdan günümüze değin geçen yüzyıllar boyunca yüzlerce metre ilerletmiştir. Oradaki
deniz girintisi, Antik Sestos kentinin limanı idi ve birçok önemli olaya tanık olmuştur. Bu
yöreye Helenler, Atinalı Kypselos oğlu Miltiades önderliğinde İÖ.6. yüzyılda yerleşmişlerdir.
İlkçağda Avrupa-Asya yolculuğu Çanakkale Boğazı’ndan geçmektedir ve boğazın
geçişinin olduğu yerde Sestos ile karşı kıyıda Nara Burnu ucu doğudaki yanında ki Abydros
kentleriydi. Karadenizin kuzey batısına İskit yurduna sefer düzenleyen İran Şahı Dareios’un
oğlu Xerxes, İÖ. 408 yılında Sestos limanını kullanıp Asya’ya geçmiştir. İÖ. 334 yılında
İskender’de Sestos kentinden Troia’ya doğru geçmiştir. Daha Arkhaik çağ sonunda bile
Sestos bugünkü Türkiye Trakyasında surları yönünden en berkitilmiş kenttir. Tarih boyunca
Atina-Pers, Atina-Sparta savaşlarına ev sahipliği yapmış Sestos geçiş noktasında da
bulunduğu için bir çok topluluk tarafından istilaya uğramış ve yıpranmıştır.
Sestos özellikle Hellenistik Çağ’da pek beğenilen bir sevgi öyküsü (Hero ile
Leandros’un acıklı öyküsü) nedeniyle, ününü sürdürmüştür. Sestos surları, Doğu Roma
İmparatoru Iustinianus zamanında İS. 6. yüzyılda onarılmıştır. Bugün surların ve kent iç
kalesinin bazı bölümleri ayaktadır, bunlar da Ortaçağ yapısı özelliği gösterirler. İlkçağ kenti
alanında anmaya değecek başka görünür bir kalıntı izi ne yazık ki yoktur.
1.4. Madytos (Eceabat)
Fenikeliler zamanında Maditus=Maydos adı ile kurulan ilk şehirdir. Maditus adı iki
güçlü kardeşin veya ünlü bir filozofun adına nispetle verilmiştir. Günümüzde ilçe merkezi
olan bu yerleşmenin adı Eceabat’tır. Madytos/Eceabat adını ilk kez Heredotos anmaktadır. İÖ.
5. yüzyılda kentin varlığı mevcuttur. Madytos adının eski Hellen dilinde bir anlamı yoktur, bu
adın Helenleşme öncesi yerli bir dilden geldiği anlaşılmaktadır.
Madytos’un karıştığı tarihsel olaylar hakkında ilk güvenilir bilgi İÖ. 411 yılına aittir.
O yıl, bir Atina donanması Sparta’ya ve yandaşlarına karşı savaş yürütülürken, Madytos’da
üstlenmişti yani Madytos’ta Elaious ve Sestos gibi, bu savaş sırasında Atina yandaşıdır.
Çanakkale Boğazı’nın en dar yeri Kilitbahir ile Çanakkale arasındadır. Eceabad, Kilitbahir’e
göre Boğaz’ın biraz daha içinde, Kilitbahir’den 4.km kuzeybatı ileridedir. Boğaz geçişini
güvenli bir şekilde karadan denetim altına almak isteyen Fatih Sultan Mehmet buraya ve
Çanakkale’ye kaleler yaptırmıştır. Kilitbahir ve Eceabad kalelerinin yapımında yakınında ki
İlkçağ kentlerinin, özellikle Sestos’un kalıntı alanındaki işlenmiş taşlardan ayrıca
Çanakkale’nin merkezinde bulunan Çimenlik Kalesinin yapımında yine bir ilkçağ kenti olan
Abydos’un kalıntı alanında ki işlenmiş taşlardan yararlanılmıştır.
Çanakkale Boğazı kıyısındaki İlkçağ kentlerinin yıkıntıları Ortaçağ boyunca özellikle
İstanbul’da çeşitli yapılarda, surlarda her iki boğazın kalelerinde kullanılmak üzere deniz
yoluyla tüketildiğinden Eceabat’da günümüze İlkçağ’a dair Madytos kentinin hiçbir görünür
kalıntısı ulaşmamıştır. Kentin bugünkü Eceabat ismi Orhan Gazi dönemi komutanlarından
birinin, Ace Yakup Bey Bey’in adından gelmektedir. Ace Germiyan Beyliği’nin Türkçesinde
kardeş manasına gelmektedir. Ağabey-cik anlamında olarak Ağa-ce’den kısaltma olabilir.
Selçuklulara baktığımızda Atabeglere yazılan mektuplarda İci Atabeg şeklinde hitap edilir.
1.5. Lysimakheta
Lysimakheta,
Lysimakhos
ili
demektir.
Bu
adı
taşıyan
kenti,
İskender
komutanlarından Kral Lysimakhos, İÖ. 300 dolaylarında, krallığın başkenti olmak üzere
kurdurmuştur. Kentteki nüfusu arttırmak içinde yakınındaki bazı kentlerin, özellikle Kardia ve
Pakyta halklarını burada yerleşmeye zorlamıştır. Atina yönetimindeki Delos Birliği’ne gider
katkısı ödeyen kentler listesinde adı geçmektedir.
Gelibolu ilçemizin Ortaköy-Eksamil yöresinde, gerek Marmara ve gerekse Saros
körfezine bakan bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Kent Lizimahos tarafından İÖ. 305 yılında
kurulmuştur. Bölgede yeni yapılaşmalar nedeniyle bu eski kentin taşları sökülerek ve başka
nedenlerle kullanıldığından eski kentin kalıntıları yok denecek kadar azalmıştır. Bugün askeri
bölge içinde pek az temellere rastlanabilmektedir.
Kent, stratejik açıdan çok önemli bir yerde, İlkçağ’da Avrupa-Asya geliş gidişinin ana
geçit yeri olan Gelibolu Yarımadası’nın kıstağında, Kavak Köyü güneydoğusunda bir zırhlı
tugayın konaklama yeri olan Ortaköy adlı alanda kurulmuştur. Burası bazı eski haritalarda
Eksamil olarak geçmektedir. Eksamil adı, Ortaçağ’da orada bulunan 6 Roma mili
uzunluğundaki surun adı Hexamilion’dan gelmektedir. Bu yüzden Gelibolu Yarımadası
kıstağında erken Osmanlı döneminde Eksamiliye deniyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde
16. yüzyılda Gelibolu ile ilgili anlatımlarında Kavak Köyü yöresinde Eksamil’de bir kale
gördüğünü ve bu kalenin 1356 yılı Osmanlı Devletinin ilk fethettikleri kale olduğunu yazar.
Lysimakhos, İskender’in ölümünü izleyen dönemde önceleri, Trakya bölgesi baş
yöneticisiydi. Üstünlük savaşına giren bölge yöneticisi komutanlarından Seleukos’un İÖ.
309’da kral sanı takmasıyla diğerleri onu izlemişler ve Lysimakhos’da İÖ. 305’te kral
unvanını kullanmıştır. Lysimakhos krallığı Batı’ya doğru açılmış ancak burada ki krallığı
birkaç yıl sürmüştür.
Kent Trakya Krallığı zamanında pek çok tarihi olaylar yaşamış ve şaşaalı bir dönem
geçirmiştir. Lysimakhos’un ölümünden sonra kent Suriye Kralı olan eski silah
arkadaşlarından Selefküs’ün eline geçer. Selefküs İÖ. 280 yılında Lysimakhos’un oğlu olan
Makedonya kralı Pitalamahos tarafından öldürülür ve kent Pitalamhos’un eline geçer.
Dünyada üzerinde insan resmi bulunan para ilk kez Trakya Kralı Lysimakhos
tarafından Gelibolu’da bulunan Lysimakheia kentinde basılmış ve kullanılmaya başlanmıştır.
Bugün halen bu yörede bu paralar bulunmaktadır. Lysimakhos krallığı ortadan kalkınca
Lysimakheia sönükleşti ve barbar Trakların akınlarıyla İÖ. 3. yüzyılda kentler boşaltılmaya
başlandı.
Lysimakheia kentinde günümüze ulaşmış hiçbir kalıntı bulunmamaktadır. Zaten kent
İÖ. 2. yüzyılda Gelibolu yarımadasına egemen olan Bergama Kralı II. Attalos ile savaşa giren
Trak Beyi Deiglys tarafından yakılıp yıkılmıştı ve burada Eski Plinius’un çağında artık
oturulmuyordu.
1.6. Kardia
Kardia, eski ve yeni Hellen dillerinde yürek anlamına gelmektedir. Kentin kuruluşu
üzerine bilgi bulunmamaktadır. Gelibolu Yarımadası Hellenleştirilmesiyle birlikte daha önce
Trak boylarından Dolonk hakimiyetinde olan yerli halk, Atinalıların hakimiyeti altına girdi
karadan ve denizden gelecek saldırılara karşı Melas Körfezi şimdi ki adıyla Saros Körfezi ve
Çanakkale Boğazı’na bir duvar örülmüştür.
Kardia, bugünkü Bolayır’ın tam kuzey doğrultusunda Saros Körfezine uzanan ve
şimdi Bakla Burnu diye anılan çıkıntı üzerindedir. Burada tüm yarımadacık alanında toprak
pek yoğun çanak çömlek kırıklarıyla karışık ise de, günümüzde ulaşmış hiçbir görünür yapı
kalıntısı, hatta işlemeli taş parçası yoktur. İskender’den önceki devreye ve Pers istilasından
önceki devrelere ait gümüş paralara rastlamıştır. Ayrıca bu kentin bulunduğu yerde 1967
yılında bir çiftçi tarafından 34.60 gram ağırlığında ve altın üzerine sıralanmış altın defne
yapraklarından oluşan bir taç bulunmuştur. Kardia kentine ün kazandıran, Büyük İskender’in
yakınlarından olan Tek Gözlü Antigos ile savaşan Eumenes’tir.
1.7. Agora (Aphodisias)
Heredotos, İran Şahı Xerxes’in İÖ. 480 yılında Yunanistan seferi sırasında Gelibolu
Yarımadasından çıkıp anakara Trakyasına varmak üzereyken, Kardia’yı (Bakla Burnunu)
soluna alarak ilerlediğini, Agora Körfezi/Saros Körfezi iç ucunu dolanıp Melas ırmağı’nı aşıp
Batı’ya yönelmiştir. Agora’yı buradan bilmekteyiz. Agora meydan, çarşı, kurultay alanı
demektir. Bolayır ve Rumeli Türkülerinden bildiğimiz Evreşe kasabası arasında bulunan
Kavak Köyü yerine yakın bir yerdedir. Adı ve yeri dışında kentle ilgili herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır. Sadece Codex Kültür Atlas haritası Kavak Köyü alanında ilkçağ
Apherodisias kentçiğini işaretlemiştir. Agora Karia uygarlığındaki aynı ismi taşıyan Agora ile
karıştırılmamalıdır. Kavak köyü yakınlarında görünür ilkçağ kalıntısı bulunmamaktadır.
Nitekim köy içinde camii vb. yapılarda ilkçağ bulgularına rastlanmamakta ve köy halkı
tarafından da tarihsel kalıntının olmadığı söylenmektedir.
1.8. Paktya (Bolayır)
Paktya sözcüğünün öz biçim yazılışı Paktuwa şeklindedir. Bu yazılış Luwi dilinden
gelmektedir. Airyana/İran halklarının yayıldığı bölgelerdeki kişi ırmak, yöre, çay vb. adlarına
da pek sık rastlamaktayız. Lydia’lılara altın tozu taşıyan Paktolos Çayı (Salihli Batı yakınında
geçen Sart Çayı) ilk akla gelen örnektir. Paktolos adının öz biçimi de Paktuwala yani Luwi
dilincedir. Gelibolu Yarımadasının kıstağında Kypselos oğlu Miltiades’in ördürdüğü duvar,
deniz kıyısından diğer deniz kıyısına, Bakla Burnundaki Kardia’dan Gelibolu ucuna kadar
uzanan ilkçağ kenti Paktya Boğaza yakın yerde kurulmuş ve Pakyta halkı kıyılarına kadar
yayılmıştır.
Ünlü şair ve Jön Türk akımından Tekirdağ’lı Namık Kemal’in ve Çimpe Kalesi’nin
fatihi Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa’nın mezarı Bolayır kasabası alanı Paktya’nın
akropolisi konumundadır. Ancak bu akropolisin şehirden ayrı olduğu hala tartışılmaktadır.
Bolayır’ın tarihçesinde ilk bilinen olay İÖ. 6. yüzyılda geçen sur ördürme hadisesidr.
Kentin karıştığı en ilginç hadise ise, Alkibiades’in İÖ. 407’de başkomutanlıktan ayrılınca,
buraya adamları ve köleleriyle, gönüllü bir sürgün yaşımına gelmesidir. Spartılara Cumalı
Çayı ağzı baskınıyla Atina donanmasını yok edinceye dek, Alkibiades Bolayır’ın her iki
yakasında denizi görebilen bir yamaçta kalmaktadır. Ayrıca oluşturduğu orduyla Trakyalılara
da küçük akınlar düzenlemektedir. Buradan haraç toplayıp hazinesinde saklamaktadır. Fakat
Spartalılar savaşı kazanınca Alkibiades Spartalıların eline düşmemek için hazinesinden bir
bölümünü konağa gömdü geri kalan kısmını da yanında alıp öleceği Melissa/Balçıkhisar’da
doğru yola çıktı. Gömdüğü hazine bugün Bolayır’ın hemen yanında durmaktadır.
Günümüzde, Bolayır’da yapılan çalışmalar sonucu görünür kalıntı yoktur, ancak bu
tepe üstü alanında toprak keramik kırığıyla karışık olduğu gibi, gerek oraya tırmanırken,
gerek Bolayır içindeki camiinin önünde, rastlantı sonucu çıkmış sütun parçaları gibi iki üç
döküntü görülmektedir.
2.Edirne’nin Antik Kentleri
2.1. Hadrianapolis (Edirne)
Edirne’nin Roma İmparatoru Hadrianus’un İS. 117-138 buyruğuyla, bayındır ve
gelişmiş bir kent durumuna getirilip, Hadrianus kenti anlamında Hadrianapolis adını
almasından önceki tarihçesi üzerine pek az şey biliniyor. O zamanlar Byzantion/İstanbul
sıradan bir kentti, dolayısıyla , Edirne yöresi, şimdikinin tam tersine, bu dev kente uzandığı
için büyük önem taşıyan bir ana yol üzerinde bulunmuyordu.
Latin yazımında Hadrianopolis, Edirne adının kökeni, sözcük Hellen dilinde,
Hadrianus Kenti anlamına gelmektedir. Hadrianus, oradaki kasabayı kent durumuna
getirdikten sonra ona kendi adını yaşatsın diye, Adrianoupolis/Hadrianopolis adını vermiştir.
Edirne’nin kapladığı alanda ilk yerleşmelerin İÖ. 7. yüzyıla uzandığı sanılıyor. Tunca ile
Arda’nın birleştiği bu alanda, Thraklar bir açık Pazar kurmuşlardı ve çok geçmeden orada,
Thrak boylarından Odrys’lerin bir kentçiği oluşmuştu. O kentçiğe Odrys Yurdu dendiği öne
sürülüyor. Şimdiki Yunanistan’ın Arnavutluk bitişiğindeki bölümü olan Epeiros yani Epir’in
Hellen soyundan yerli halkı Molossos’ların oymaklarından Orestes’ler, bu Odrys kentçiğinin
bitişiğinde kendileri de bir kentçik kurdular adına Oresteia yani Orestes Yurdu dediler. Bu
halkın adı olan Orestes sözcüğünün, dağ, tepe anlamındaki oros’tan geldiği ve dalgalı
anlamında olduğu sanılmaktadır.
Birbirine pek yakın olan Odrys kentiyle Oresteia, ilkek bir kentin iki bölümü
durumundaydılar. Zamanla, bunların bitişiğinde ön mahalleler oluştu. Hadrianus, bir ordu
üssü ve silah yapımevleri merkezi olmak üzere kentin geliştirilmesini sağladı ve artık eski
kentçiklerin alanının kaplayan eski bayındır kent, Hadrianapolis diye ya da Hellen ağzında
Andrianoupolis diye anılmıştır.
Edirne, Diocletianus döneminde, Trakya’nın o bölgesinde kurulan Heamimontus yani
Haimos dağları/Balkan Dağları ilinin başkenti oldu. İstanbul’un büyük bir imparatorluk
merkezi daha sonra dünyanın en bayındır kentlerinden biri durumunu aldığı daha sonraki
yüzyıllar, binyıllar boyunca da Avrupa ve Asya arasındaki ana yol üzerinde en büyük ve en
önemli kentlerden biri olarak kaldı.
Büyük Constantinus ile taht kavgasına giren Licinius arasında son savaş 324 yılında
Edirne kenti yakınında ovada yapılmıştır ve Licinius bu savaşı kaybetmiştir. İkinci savaşta
ise, Licinius İstanbul’a çekilmiş ve kendisini Roma’da
ine mağlup eden Constantinus
Roma’yı bırakarak Constantinopolis adını verdiği İstanbul’u başşehir yapmıştır. İstanbul
başkent olunca, burasını Orta Avrupa’ya ve Roma’ya bağlayan yol üzerindeki (Via Egnatia
Yolu) Hadrianapolis daha da önem kazanmıştır ve Anadolu ile Avrupa arasında geçiş
noktasında bulunan Hadrianapolis kenti bir çok kez savaşa tanık olmuştur. Ostrogotlar
Trakya’yı istila ettiklerinde Hadrianapolis Got askerlerini başında bulunan iki komutan da
bunlara katıldı. Fakat müstahkem bir şehir durumdaki Hadrianapolis’i zapt edemediler. Gotlar
İS. 378‘de ikinci kez Hadrianapolis üzerine yürüyünce; Trakya topraklarındaki ve şehir
yakınlarında İlkçağ’ın en büyük muharebelerinden biri yaşandı.
Roma İmparatorluğu İS. 395 yılında ikiye bölünüp bütün Balkan yarımadası gibi
Hadrianapolis şehri de Bizans’ın (Doğu Roma İmparatorluğu) payına düştükten sonra kent
sıklıkla el değiştirdiği bir sürece girmiştir. Örneğin MS. 5. yüzyılda Hun Hakan’ı Attila
kumandasında ki askerlerin eline geçti. MS. 6. yüzyılda Avarların idaresi altına girdi.
Bizanslılar Hadrianapolis’i Avarlar’dan tekrar geri aldılar ve Avarlar bu kentten çekildiler.
MS. 7. yüzyıldan itibaren Hadrianapolis Bulgarların saldırılarına sahne oldu. Bu saldırılarda
kent birkaç kez el değiştirdi yakılıp yıkıldı. MS. 812 yılında Bulgar Hanlarından Krum
Hadrianapolis’i kuşattı ve 811 yılında ele geçirdi. Bu savaşlarda Bulgar askerlerinin
öldürdükleri Bizans İmparator’u Nikephoros’un kafatasını gümüş ile kaplatıp şarap kupası
olarak kullandıkları anlatılır. MS. 9. yüzyıla geldiğimizde ise Göktürk Devleti’nin yıkıldıktan
sonra Türkler Çin baskısına maruz kalmışlar ve bunun neticesinde Türk Boyları bilhassa
Kumanlar yani Kıpçaklar ve Peçeneklerin Karadeniz’in kuzeyi üzerindeki güzergahtan
Balkan ve Trakya coğrafyasına gelmişlerdir. 10. ve 11. yüzyıllarda Hadrianapolis’e akınlar
düzenlemişlerdir. Fakat Hadrianapolis 1361 yılında Türklerin eline geçmiştir ve bu Türkler
Osmanlı Devleti’nden başkası değildir.
1305’te Hadrianapolis’te Katalan-Bizans mücadelesi yaşandı. Bu olaydan yaklaşık 40
yıl sonra Hadrianapolis’te yaşanan bir isyan ve kanlı sınıf mücadelesi ise kendini 1341’de
İmparator ilan eden Kantakuzenos’un Osmanlılardan yardım istemesine yol açtı. Söz konusu
sınıf mücadelesinde Kantakuzenos, eşraf ve asillerin başındaydı ve Zelotlar denilen zümreye
karşı savaştı. Türklerden yardım isteyip Umur Bey ile dostluk kurunca Türk kuvvetleri
Bizans’a yardım etti. Bu savaşın da anlatıldığı bir eser de Edirne sözcüğü kullanılmıştır. Daha
sonra Kantakuzenos damadı durumuna gelen Orhan Gazi’den yardım istedi. Orhan Gazi’nin
oğlu Süleyman Bey, idaresindeki 10.000 askerle Bizans’a yardım etti ve bu hadisenin
sonunda Çimpe Kalesi ele geçirilmiş ve ilk Rumeli toprağı alınmıştır.
I. Murat zamanında Edirne 1361 yılında fethedilmiş ve başkent olmuştur. Edirne’de
bugün Osmanlı’ya dair pek çok eser günümüze kadar gelmiştir. Örneğin Selimiye Camii, Eski
Camii vb. fakat İlkçağ’a sikkelerden ve mezar stelinden başka görünür bir bulguya
rastlanmamıştır.
Hadrianapolis Osmanlı Devleti tarafından fetih edilmesiyle birlikte Edirne olmuş ve
İstanbul’un fethedilmesine kadar Osmanlı Devletine başkentlik etmiştir. Edirne Ortaçağ’da en
iyi ve en parlak dönemini yaşamıştır. Günümüzde 1854 Kırım Savaşı ve 1878 Osmanlı-Rus
harbiyle beraber Balkanlardan bir çok göç almıştır. 1912 ve 1913 Balkan savaşlarıyla bu göç
dalgası yoğunlaşmış 1924-1928 Lozan görüşmeleriyle beraber göçler yavaş yavaş azalmaya
başlamıştır. En son göç dalgası ise 1989 ve 1994 Bulgaristan üzerinden gelmiştir.
2.2. Ainos (Enez)
Ainos sözcüğü Hellen dilinde üç anlama gelmektedir. Öykü, öğüt ve övgü ancak bu
kentin adı İÖ. 1200lerde Troia savaşlarında Trak kenti diye anılmıştır yani kentin adı
Helenlerden çok önce olduğu için muhtemelen yerel halk tarafından konulmuştur. İlidia’ya
göre Troilılarla birlikte çarpışanlardan Trak önder Imbrasos oğlu Peiros bu kentten gelmedir.
Heredotos ise Xerxes’in İÖ. 480’deki Yunanistan seferini anlatırken İran İmparatorluk
ordusunun gidiş yolu üzerindeki kentlerden bir Aiolos kenti olarak anmaktadır yani bir Hellen
kenti olmuştur. Thoukydides ise kentten bu dönemlerde Atina-Sparta savaşları için birçok
asker alındığını yazmaktadır.
Eski çağlarda “Ainos” olarak bilinen, bugünkü Enez, Kuzey Ege sahilinde Meriç
(Hebros) Nehri’nin denize döküldüğü alanda kurulmuş eski bir yerleşim alanıdır. Bu alanda
Ege Denizi, yaklaşık 15 bin yıl önce Uzunköprü’ye kadar uzanan bir körfez biçimindedir.
Hebros nehri önce Bulgaristan’dan çıkıp Edirne’ye oradan Ergene ile birleşip Ege’ye ulaşır ve
bu körfeze dökülüp taşıdığı alüvyonlarla sahilde delta ve bu deltalarla lagünler oluşturduğu
görülmüştür.
İlkçağ’da Ainos, Balkanları Anadolu ve Ege’ye bağlayan kara, deniz ve nehir
yollarının kesiştikleri zorunlu geçiş yolu üzerinde kurulmuş önemli bir liman şehriydi. Ainos
ayrıca kayalıklarla doğusunda erişilmez bir kıyı sağlamaktadır. Ainos’un yaşamında ve
gelişiminde, limanları kadar kara ve su yolları aracılığıyla yapılan ticaret kuşkusuz önemli rol
oynamıştır. Yakın zamanlara kadar ticaret gemileri, güvenli olan Hebros nehrini kullanarak
Karadeniz kıyılarındaki diğer kentlere kolayca ulaşılıyordu. Enez’in önemi yalnızca bu
limanlardan kaynaklanmıyordu; o dönem için karayolları da oldukça önem taşıyordu. MÖ. 2.
yüzyılda Romalılar tarafından yapılmış olan “Via Egnatia” askeri ve ticaret yolu, İtalya’da
Brindizi’den başlar ve İstanbul’da Beyazıt’ta son bulur. Via Egnatia, Beyazıt Meydanı’na
girilmeden önce orada son bulan meşhur bir yoldur.
Ainos’ta eskiden kente gelen ziyaretçiler önce ölüleri selamlarlar, daha sonra kente
girerlerdi. Bu nedenle yolların çoğu Antik Çağ’da genellikle mezarlıklar arasından ya da
önünden geçerek kente ulaşırdı.
Hebros (Meriç) nehri kanalının taşımacılık için kullanılması çok doğaldı; çünkü
Trakya veya Karadeniz’e geçmek isteyen yük gemileri, Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nı
dolaşmak yerine Enez’deki limanlardan Meriç nehri aracılığıyla gitmek istedikleri noktalara
rahatlıkla ulaşma imkanı bulurdu. Güvenli ve kısa olduğu için tercih edilen bu yol 19. yüzyıla
kadar seyrüsefere açıktı. Gerek su yolu ve gerekse kara yolları, antik Ainos kentinin
taşımacılık ve ticaret alanında gelişmesine ve kısa sürede zenginleşmesine neden olmuştur.
Bu da o dönemin kalıntılarından anlaşılmaktadır.
Heredotos, Enez’in ilk olarak İÖ. 7. yüzyılda, İzmir’in kuzeyinde yerleşmiş olan
Aioller tarafından kolonize edildiğinden söz edilmektedir. Kolonizasyon sırasında (Aliağa)
bölgesinde yer alan antik Kyhme, Midilli (Mitylene) ve Gelibolu’dan, yeni bir yurt arayışı
içinde, gruplar halinde gelen insanlar tarafından bir ticaret merkezi olarak, daha doğrusu ana
kente hammadde ulaştırmak amacıyla, Meriç nehrinin ağzında Ainos adıyla bir şehir devleti
olarak kuruldu. O dönemde Ainos kentinin bulunduğu yerde Trakların köy kentleri Poltiobria
ve Apsintos adıyla iki kent bulunuyordu. Enez’in mitolojik kurucusu ise Eneas olarak geçer.
Eneas, Troia savaşı kaybedilince Eneas yaşlı babası ve çocuğuyla birlikte İda dağına sığınır.
Orada gemiler yaptırdıktan sonra denize açılır ve bugünkü Ainos’a gelerek orada bir kent
kurar. Daha sonra yine denize açılan Eneas önce Roma’yı sonra Kartaca’yı kurmuştur.
Bundan dolayı Enezlilerle Romalıların akraba oldukları söylenir. Bu akrabalık Roma çağında
Ainos’a önemli avantajlar sağlamıştır. Roma, Ainos’u ele geçirdikten sonra, kendisine vergi
vermek şartıyla istediği gibi çalışmak, ticaret yapmak gibi önemli çıkarlar sağlamıştır.
Böylece Ainoslular hiç savaşmadan iç işlerinde Roma Çağı süresince serbest kalırlar. Kent
Eski Çağ’da bir takım badireleri atlatmıştır. Örneğin, Pers Kralı Darius İÖ. 513-515’te
İskitlilere karşı yaptığı seferden sonra Trakya’yı dolayısıyla Enez’i ele geçirir. Ayrıca, Enez
daha sonra İÖ. 480’li yıllarda Pers Kralı Xerxes’in, Yunanistan’a yaptığı sefer sırasında
Persler’in hakimiyetine girer. Xerxes İÖ. 480-479 yılında Atina ve bağdaşıklarına karşı
yaptığı savaşı kaybedince, Ainos tekrar bağımsızlığına kavuşur ve Atinalıların kurduğu
Attika-Delos Deniz Birliği’ne üye olur. Bu birliğe uzun yıllar üye kalan Ainos İÖ. 4. yüzyılın
ortalarında Makedonya egemenliğine girdi. Helenistik Çağda sırasıyla Ptolemaios ve
Seleukosların egemenliğine girdi. İÖ 190’da Romalıların bütün Trakya’yı ele geçirmeleriyle
Ainos Roma’ya bağlanmıştır. Uzun süre Romalıların egemenliğinde kalan kent Roma’nın,
395’te Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra
Bizans’ın (Doğu Roma)
hakimiyetinde kaldı. Bizans çağında bölgenin 4 başkenti olarak çok önemli bir ticaret merkezi
konumundaydı. İmparator Justinianus tarafından, kale surları kuzeyden gelen Slavlara karşı
onarıldı. Genç Bizans Çağında ise Ainos, Genovalı (Cenevizli) Gattelusio ve Doria ailelerinin
hakimiyetine girdi. Ainos, Genovalıların hakimiyetinde kaldıkları dönemde (200 yıl) aşağı
Rodop bölgesinin Thasos, Samothrake (Semadirek), Mitylene Midilli Adası olmak üzere
Çanakkale Boğazına kadar uzanan toprakların prenslik merkeziydi. 1456 yılında Fatih Sultan
Mehmet, Edirne’de bulunduğu sırada ordusuyla İpsala’ya, denizden de Has Yunus Bey
komutasındaki donanma Enez açıklarına gelerek demirledi. Bu filoyu gören halk şaşkınlıktan
hiçbir şey yapamayıp, savaşmadan şehrin anahtarı Fatih’e verilmiştir. Fatih’in Enez Kalesinde
üç gece kaldığı rivayet edilmektedir.
Burada yapılan kazıda Miyosen kalker kayasının kesilerek ve yontularak evlerin
altında birtakım işlikler ve şarap depolamak için mahzenlerin oluşturduğu saptandı. Ele geçen
verilere göre mahzenler MÖ. 5.yüzyılda yapılmış ve Roma Çağına kadar kullanılmıştır.
Mahzenin içinden değişik biçimli yerli Ainos malı amforaların yanı sıra, genellikle ticaretiyle
ünlü Thasos ve Rodos adalarının amfoları da azımsanmayacak miktarda ortaya çıkmıştır.
Enez’de şarapçılığın yanı sıra dokumacılık da ön plandadır. Kazılarda pişmiş topraktan
yapılmış yaklaşık iki bini bulan tekstil ağırlığı ortaya çıkmıştır. Değişik biçimlerde üretilmiş
olan bu ağırlıklar arasında istiridye biçiminde yapılmış olanı ilgi çekicidir. Bütün bunlar,
bölgede tekstil yapıldığının kanıtlarıdır. Burada tekstilin olması hayvancılığında olduğunun
kanıtıdır. Enez çevresinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Prehistorik yerleşmelere
baktığımız zaman Yeniceköy-Hoca Çesmesi höyüğü, Küçük Evren Köyü-Pandır Bahçe
Höyüğü, Hasköy Höyüğü bulunmuştur.
Enez kentinin İlkçağ’a dair pek bir kalıntı yoktur ancak Sait Başaran’ın yaptığı
kazılarla günümüze bir çok bilgi aktarmıştır. Ortaçağ’dan kalan kale hala sağlam bir şekilde
durmaktadır ve bunun yapımında İlkçağda kullanılan malzemeler bulunmaktadır. Yine
Ortaçağ’dan kalma duvarlara örülmüş armalar Cenevizliler yani Genovalıların hediyesidir.
Enes’in çevresinde ise bir çok Trak tümülüsü bulunmaktadır.
2.3. Kypsela (İpsala)
İlkçağ kenti olan Kypsela sözcüğünün hangi dilden geldiği ve ne anlam taşıdığı
bilinmemektedir. Kypsela hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak buradaki Küçük
Hisar’ın İÖ. 200 yılında Makedonya Kralı V. Philippos’un saldırısına uğrayıp zaptedildiği ve
o hisar kasabasının Justinianus döneminde, 6. yüzyılda kent durumuna getirildiği
bilinmektedir.
İpsala Trak kavimlerin buraya gelerek yerleşmesiyle kurulmuştur. MÖ. XII. Yüzyıla
kadar ki 800 yıl boyunca yeni Trak boyları gelip, bölgeye ve Doğu Trakya’ya yerleşti. Balkan
Yarımadası’nın bir çok kısmı bu gelen akım ile dolmuştur. Traklar, Balkan Yarımadası’na
maden devri medeniyetini getirmişlerdir.
Pers İmparatoru I. Darius (Büyük Dara), İÖ. VI. yüzyıl sonlarında Kypsela bulunduğu
bu bölgeyi imparatorluğa eklemiş, Traklar Pers İmparatorluğu’nun zayıflama döneminde,
aralarında birleşip isyan çıkarmışlardır ve Atlı Boy Beyi Başkanlığında bir Trak devleti
kurmuşlardır. Bazı kaynaklar Kypsela’yı Trakların başkenti olarak gösterir. İpsela’yı Trak
boylarından ve Trak denilince akla gelen Odrysler kurmuşlardır.
Bugün Edirne sınırları içersinde yer alan İpsala merkezinin birkaç km. doğusunda
Kemerköprü su yolu bulunmaktadır. Bu yol Roma İmparatorluk Devrinden kalma bir yoldur.
Yaklaşık 200 m. uzunluğunda küçük taş ve harçlardan oluşan duvar tekniği ile yapılmış olan
bu su yolu yapısında kemer bulundurmaktadır. Günümüzde sadece 5 m. uzunluğunda bir
bölümü günümüze kalmıştır. Söz konusu su yolu Kypsela kentinin lokalize edildiği İpsala’dan
günümüze kalan ve Roma İmparatorluk Devrine tarihlenebilen tek taşınmaz kültür varlığı
olması nedeniyle büyük önem taşımaktadır.
I. Murat’ın kumandanlarından Evranos Bey tarafından 1356 yılında alınmış olan
İpsala İlçesi’nin Osmanlı tarihinde önemli bir yeri vardır. O tarihte çayır olan bugünkü çeltik
ekili sahalarda Osmanlı Ordusu’na at yetiştirildi. İyi cins kısrak sürüleri, azgın aygırları
yanlarında bu otlar üzerinde yaz kış dolaşırdı. Binilecek çağa gelen taylar bu çayırlarda
kementlerle tutulur, Edirne’ye götürülür donatılır, eğitime tabii tutulurdu. Osmanlı Ordusu’na
giren İpsala tayları, Türk Akıncılarını zafer yollarına taşır dururdu. İpsala yüzyıllarca Osmanlı
Süvari Ordusu’na at yetiştirilen bir kaynak olmuştur.
İpsala ilçesi önce Sofulu’ya Balkan Savaşı’ndan sonra da İbriktepe’ye bağlı nahiye idi.
1928 yılında kaza olmuştur. İlkçağ kalıntıları günümüze ulaşmamıştır ancak basılan sikkeler
bulunmaktadır.
3. Tekirdağ’ın Antik Kentleri
3.1. Bisanthe-Barbados (Tekirdağ)
Tekirdağ şehrinin kuruluş tarihi yaklaşık İÖ. 6000lere kadar iner. Şehir Trakların, daha
sonra sırasıyla Perslerin, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde kalmıştır. Kentin bilinen
ilk adı Bisanthe Hellen dilinde değildir ve Luwi dilinden gelmektedir. Heredotos Bisanta
demektedir. Bisanthe’nin Luwi dilince anlamı bilinmemektedir ve Hellen dilinde Byzantion
olmuştur.
Tekirdağ’ın ilkçağ’dan kalma ismi Trak dilinden olan ama anlamı bilinmeyen
Rhaidestos’tur. Bu ad son Bizans döneminde Rhodosto biçimindedir. Türkler Rhodosto’yu
Rodosçuk biçiminde söylemektedirler. 1732 yılına gelindiğinde kent Tekfurdağı denilmiştir.
Cumhuriyet döneminde Tekirdağ’a çevrilmiştir.
Heredotos’a bu kentin varlığının en azından İÖ. 5. yüzyılın ortalarına kadar uzandığını
söylemektedir. Kent o dönemde bir Hellen kenti olmayıp bir Trak kenti olmuştur. İÖ. 400
yılında Thrak Beyi Seuthes kıyıdaki kentlerimin en güzeli demektedir.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın yaptığı araştırmalar sonucunda Tekirdağ sahil şeridinde
yapılan kazı ve araştırmalarda Neolitik dönemden ilk toprağa yerleşme dönemi, insan
toplumunun gelişmesinde bir devrim olarak kabul edilmektedir. İÖ. 8000-5000 Kalkolitik
Çağ, (Köy şeklindeki yerleşmelerin gelişimi, bakır ve madenciliğin başlaması İÖ. 5000-3000,
ilk Tunç Çağına ait yerleşmeler bulunmuştur.
Tekirdağ’da, eski Vali evinde açılmış müzenin içinde küçük bahçesinde ve sokak
kapısı önünde, kent dışı çevreden rastlantı sonucu çıkarılmış birçok buluntu sergilemektedir.
Bunların bir çoğu stel yani dikili duran taşlardan meydana gelmiştir. Bir diğer buluntu ise
Herakles’in yanında taçlı bir kadınla gösteren kabartmalı taştır. Taçlı kadının, Lydia kraliçesi
Omphale’yi canlandırdığını varsayabiliriz.
3.2. Perinthos (Marmara Ereğlisi)
Perinthos ilkçağ’ın hayli ileri dönemlerine kadar, Trak halkının kentlerindendir.
Heredotos bu kenti İÖ. 499-494 Batı Anadolu ayaklanmasının bastırılmasından sonra,
ayaklanmaya katıldığını ve İran bağımlısı Fenike donanmasınca cezalandırılan kentler
arasında anar. Ayrıca bu kentin surlarca çevrilmiş bir Trakya kenti olduğunu söylemiştir.
Xenephon da bu kentte oturan halkın Traklar olduğunu ve Hellenlerin buraya İÖ. 401 yılında
savaşmak için yola çıktıklarını anlatmaktadır.
Perinthos’a Herakleia denmesi, İS. 275’den, İmparator Aurelianus’un ölümünden
hemen sonra başlamaktadır. Bunun nedeni ise bilinmemektedir. Diocletianus’un ortak
imparator edindiği Maximianus’un Herculius sanı taşımasıyla ilgili bir ilgisi bulunabileceği
öne sürülüyor. Fakat Tekirdağ kentinin Bisanthe ve İstanbul’un Byzantion santhe ve zantion
eklerinin Luwi Tanrısı Sanda’nın adıyla bağlantılı olabileceğini bununda yörede Sanda
tapkılarının adından kaynaklanabilir. Sanda tapkısı Hellenleşme döneminde pek çok yerde
Herakles tapkısına dönmüştür mesela Kybistra kentine sonradan Herakleia şimdi ki Konya
Ereğlisi o yakında İvriz’deki Sanda/Tarkhun kabartması yüzündendi. Belki Perinthos’ta da
Herakles tapkısına dönüşmüş bir Sanda tapkısı vardı. Nitekim, Perinthos’da bulunmuş bir
yazıtın Apollo’un canlandıran kabartmasında, bu tanrının simgesi olarak labrys yani çift ağızlı
balta bulunmuştur. Labrys de Sanda’nın simgesidir.
Pers Kralı Darius İÖ. 514-513 yıllarında Tuna kenarında İskitlere karşı sefer öncesi
Trakya’yı ve Perinthos’u egemenliği altına almıştır. Perslerin Trakya’dan çekilmesinden
sonra Perinthos kenti bağımsızlığını kazanmış ardından Makedonya Kralı II. Philip’in oğlu
Büyük İskender Perinthos’u egemenliği altına almıştır. İÖ. 336-323 darphane kurulmuş ve
kendi adına sikke bastırmıştır. İskender’in ölümünden sonra kent Roma etkisine girdi.
MS. 46 yılında İmparator Cladius, Trakya’daki krallıkları ortadan kaldırarak Roma
eyaletini kurdu. Roma döneminde eyalet valisinin ikematgahı Perinthos olmuştur. Bu dönem
kent liman kenti olmuş ve ticaret gelişmiştir. İS. IV. ve V. yüzyıllarda halı dokumacılığında
üs olarak kullanılmıştır. Perinthos Trakya eyaletinin Roma İmparatorluk dönemindeki
başkenti olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun MS. 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra
Konstantin önem kazanmış ve Perinthos’un önemi azalmıştır.
Bisanthe, Roma İmparatorluğunun egemenliği döneminde gelişti. Hatta, İS. 2.yüzyıl
sonunda kendisinin tahta çıkışına karşı koyduğu ve düşmanı Niger’le birlikte olduğu için
Byzantion’u 3 yıllık bir kuşatmadan sonra ele geçiren, yıktıran Severus, geleceğin
imparatorluk başkentini köy durumuna indirmiş ve Perinthos’a bağlamıştı.
İlkçağ kentinin kalıntılarında ise üzerinde Marmara Ereğlisi’nin bulunduğu küçük
yarımada, üstü düz, pek yüksek olmayan bir tepe biçimindedir. Tepe üstü düzlüğün bir
ucunda, deniz feneri vardır. Tepe üstü düzlüğün bir ucunda deniz feneri vardır. Tepe üstü
düzlüğün ucundaki fenerden aşağıya doğru uzanan yamaçta buraya Fenerbayırı denmektedir.
Burada ilkçağ kent tiyatrosu bulunuyordu. Sözü geçen alan, Eski Eserler Hukuku
çerçevesinde, korunacak tarihsel kalıntı alanları arasında sayılmış ve bu yoldaki karar Resmi
Gazetede yayınlanmıştır. Kent girişinin Tekirdağ-İstanbul ana yolu ile bağlantısını sağlayan
yol bitişiğinde, kent girişine yakın bir yerde, ortaçağ’dan kalma zevksiz sur parçaları
günümüze ulaşmıştır. Ayrıca, yörede ufak tefek ilkçağ mimarlık yapıtı parçalarına
rastlanmaktadır. Kentin girişinde kente girerken sağ yanda görkemli bir yapıt görülür bu yapıt
İS. 2. yüzyılın sonu İS.3. yüzyılın başından kalmadır. Akropolis tepesi güney yamacında
bulunan arkhaik kaya mezarları bulunmaktadır.
3.3. Heraion Teichos
Antik Perinthos kenti yakınlarında bulunan bu kent bir liman kenti olarak kurulmuş
olup, Karaevli köyü altında Çitlenbik deresinin geçtiği yerde olduğu ileri sürülmektedir.
Tekirdağ’da 18 km. mesafede olan Karaevlialtı mevkideki Harekkettepe Tümülüsünde Mimar
Sinan Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı ve Tekirdağ Müzesi’nin birlikte yaptığı kazılar
sonucu Heraion Teichos adlı Trak şehrinin MÖ. V. yüzyıla ait surları açığa çıkarılmıştır.
Heraion Teichos’da 2000 yılından itibaren yapılan kurtarma çalışmaları neticesinde
Akropol Surları’nın bir kısmı ve Kuzey kapısı ortaya çıkarılmış böylelikle sit alanı
genişletilmiştir. Kazı çalışmalarından önce yapılan yüzey araştırmaları sonucu, MÖ.4. ve
MÖ.3. yüzyıllara ait çanak çömlek parçaları bulunmuştur. Toplam 218 sikkenin bulunduğu
şehirde en ilginç tespit ise, Akropol’de yer alan, Traklar’ın son zamanlarına ait bir kült ve şifa
merkezidir.
4.Kırklareli’nin Antik Kentleri
4.1. Arcadiopolis (Lüleburgaz)
Lüleburgaz ilkçağda Bergula adlı bir kasaba iken, imparator I. Theodosius döneminde
yani 4. yüzyıl sonunda geliştirildi, kent durumuna yükseltildi ve (Theodosius’un sonradan
Doğu Roma İmparatoru olan oğlu Arcadius dolayısıyla) Arcadiopolis yani Arcadius Kenti
dendi. Daha eski adı Bergula’nın anlamı, kökeni güvenilir yolda saptanabilmiş değilse de,
çağdaş Almancadaki Burg sözcüğüyle bağlantılı olduğunu sandığım (İÖ 2. binyılın en önemli
Anadolu dili Luwi dilinden ya da onun İÖ 1.binyıldaki ardaları olan Anadolu dillerinden
gelme birçok kent adında karşılaştığımız) Anadolu Perk-(Troas’daki Perkote kentinin adında
olduğu gibi) ya da Perg- (Perga/Perge, Pergama/Pergamon adlarındaki gibi) kökünden
türediğini varsayabiliriz.Sonraki –ula bitişi, Hind-Avrupa dillerinin pek çoğunda, küçük
söyleniş değişikliğiyle, -cik anlamındadır: Atilla, Atta’cık; Attalos, yine Atta’cık (atys’cik);
Briula (Briaula; Hellen yazımında Brioulla; Lydia kenti) Bria’cık yani kentçik; çağdaş Hellen
dilinde kardoula (kardia+oula), yürecik; Latincede Caligula, çizmecik.
Lüleburgaz ilkçağda bayındır bir kent olmadığı, hatta ortaçağda bile, artık kent
durumuna yükseltilmiş olmakla birlikte, gelişemediği için, günümüzde kent içinde ilkçağ
kalıntısına hiç, ortaçağ kalıntısına hemen hemen hiç rastlanmaz. Yalnız, 1569’da Sokullu’nun
yaptırdığı, Büyük Sinan’ın yapıtı köprünün yanında, Bizans döneminden bir kale duvarı
kalıntısı vardır. Moloz taşlardan yapılma bu geç Bizans kale duvarı parçası, 15 m.
uzunluğunda ve 3 m. yüksekliğindedir.
4.2 Biyze (Vize)
Vize adı, ortaçağda yeni Hellen ağzında B’ler V değeri aldığından Vizye diye okunup
söylenen Bizye adından gelir; o adın anlam ve kökeni bilinmiyor. Bizye, Thrak’ların Astai
boyunun başkenti iken, yörede Roma’lılarca oluşturulan bölgesel ve Roma bağımlısı küçük
bir Thrak krallığının başkenti oldu. İlkçağ tarihçesi üzerine fazla bilgimiz bulunmamaktadır; o
çağda ekonomik coğrafya açısından sapa bir yerde kalmış olması nedeniyle gelişmediği,
önemli tarihsel olaylara karışmadığı anlaşılıyor. Yöredeki tek ilkçağ kalıntısı, höyüklerdir.
Bunların kimi gerçek höyüktür (yerleşme alanlarında yapı yıkıntılarının, döküntülerinin
oluşturduğu yığınlardır), çoğu ise Tümülüs yani Thrak yığma mezarıdır. Bunlar Arif Müfid
Mansel yönetimindeki kazılarla araştırılmış ve buradan çok ilginç mezar buluntuları ele
geçirilmiştir. Bu buluntular şimdi İstanbul Arkeoloji Müzesinin, ziyaretçilere açık olmayan
üst katında, ayrı bir bölümünde, tümülüsün mezar odası biçiminde düzenlenmiş bir yerde
sergileniyor ve özel izinli görülebiliyor.
Vize’den ilk kez Theopompos tarafından MÖ. 4. yüzyıl’da Ast’ların bölgesindeki en
büyük yerleşme merkezi olarak bahsedilmektedir. Polybios tarafından Balkanlardaki tarihi
olaylarda adlarından çok sık bahsedilen Ast’ların MÖ. 2. yüzyıl’da çok önemli bir rol
oynadıkları ve özellikle Roma Konsülü Gnaeus Manlius Vulso’nun Anadolu’dan gelip
Balkanlar üzerinden Roma’ya giderken Trakya’dan geçişine karşı gösterdikleri direnişten
bahsedilmektedir. Ast hanedanına mensup bazı Trak önderlerine yazıtlarda değinilmektedir.
Bunlar arasında en önemlisi, Biyze’de ortaya çıkan ve MÖ. 1. yüzyıl’da Odyrs krallığının
başında bulunan II. Kotys’ün babası kral Sadalas ve annesi kraliçe Polemokratia’yı
onurlandırmak üzere yazdırdığı onur yazıtıdır.
Biyze’nin adından geç antik devir ve Bizans yazarları tarafından da bahsedilmektedir.
MS. 5. ve 7. yüzyıllar arasında Biyze bir piskoposluk merkezi idi. Bu dönemde kentin surların
kulelerinin yenilendiğini dönemin kaynakları özellikle belirtmektedirler. Bizans devrinde
tahkimli bir kent olarak kaynaklarda geçen Biyze’de çiftçiler ve işçilerin yaşadıklarından
bahsedilmektedir.
Vize’de genç Bizans döneminden kalma, günümüzde oldukça sağlam kalıntılar
ulaşmış bir kale, mahzenli bir büyük yapının parçaları ve Küçük Ayasofya da denen Gazi
Süleyman Paşa Camii görmeğe değer. Bu cami, aslında lustinianus dönemi (6.yüzyıl) yapımı
bir kilisedir; Orhan Bey oğlu Süleyman Paşa komutasında Osmanlılar Vize’yi alınca camie
çevrilmiştir. İç sütunları mermerdendir ve Korinthos biçimindedir. Geç dönem onarımlarında,
erken ortaçağ yapılarından alınma işlenmiş kabartmalı taşlar yapı taşı olarak kullanılmıştır.
Şimdiki giriş yüzü ve içteki freskler, resimler, kilisenin ilk biçiminde yoktu; bunlar sonradan
eklenmiştir. Orta bölümü kareye yakın dikdörtgen planlı olmakla birlikte, üç apsid’li
yapıldığından, haç planlı görünüştedir.
Biyze antik kenti maden kaynakları ve su kaynakları açısından son derece önemlidir.
Bugün Vize adıyla anılan kent çok erken süreçlerde geçmişi varsa da bu yerleşim dinamiğinin
Roma Dönemi ve sonrasında klasik anlamda karşılığını bulan bir biçimi aldığı
anlaşılmaktadır. Vize’nin lojistik önemi her zaman büyüktür.
Trakya’ya özgür olan ve benzeri durumlara Balkanlar ve Avrupa’da da rastlanan,
zaman süreci içinde değişen ihtiyaçlara göre yerleşimlerin yer değiştirmesi olgusu Vize ve
çevresi içinde geçerlidir. Özellikle bu durum, prehistorik süreçler ve Trak döneminin önemli
bir bölümü için bu noktada yerleşim dinamiğinin temelini teşkil eden, Tümülüs olarak
adlandırdığımız ata mezarlar veya karizmatik yöneticilerin kült odaklı politik işlev
kazandırdıkları mezarlardır. Tümülüsler kadar önemli olan bir diğer sosyal ve dini bütünleşme
merkezi, makro-kozmos ve mikro-kozmosun dengelediği ve kaosa karşı evrensel ve sosyal
dengenin varlık bulduğu karanlıklardan aydınlığa yükselen, sarsılmaz ve ölümsüz bir odak
oluşturan kaya sunakları ve diğer sunak tipleridir. Bu tip sunaklar dini ve sosyo-politik gücün
bir birine geçtiği ve benzerlerine Demir Çağı Avrupa ve Avrasya dünyasında sıklıkla
rastlanan kült merkezleri olarak da dinsel ve sosyal yaşamın olduğu kadar, kabile sınırlarının
ve aile klan yapılanmalarının da merkezinde yer almaktadır. Şehir ve şehirleşmenin fazla
önem taşımadığı bu köyler ve kasabalar dünyasında, yaşam dinamiğinin temeli olan kale
kentler veya yöneticilerin tahkimatlı yerleşimleri dahi, bu evrensel güç odakları olan
sunakların gölgesinde kalmaktadır.
Meriç ve Tunca doğusunda kalan topraklar içinde ayrıcalıklı bir konumda bulunan
günümüz Vize yerleşmesinin içinde bulunduğu alan, özellikle Türkiye Trakyası’nın güney
kesiminde ve Marmara Denizi kıyı şeridi ve hemen ardında yer alan sahadan çok farklı bir
kimliği haizdir. Bu da Vize ve çevresini çok farklı bir konuma getirmektedir. Vize Marmara
kıyısının koloni kentlerindekinden çok farklıdır. Vize’nin Trak kimliği, tüm yabancı etkilere
ve tüm değişimlere rağmen oldukça yakın tarihlere kadar ayakta kalmış, varlığını sürdürmüş
ve ne yazık ki oldukça yakın tarihlere kadar ayakta kalmış, varlığını sürdürmüş ve ne yazık ki,
kendi oluşumu dışında başka amaçlara uydurulmaya çalışılmıştır.
Kayalık alanları bol olan Vize ve çevresinde keçilerin doğal olarak çok sayıda
bulunduğu bir gerçektir. Keçi sözcüğünün Trak dilinde bilinen karşılığı olan Byzas ve Buzas
olarak ifadesi, Vize’nin taşıdığı isim ile önemli bir açılım sergilerken, bu adı taşıyan çok
önemli mitolojik bir şahsiyeti de ön plana çıkarmaktadır. Vize adı İstanbul’un en erken ismi
olan Byzantion yani Grekçe söylemiyle Byzas’ın Yeri veya Byzas’ın Şehri ile ilgili mitolojik
söylemler yoluyla da anlatılar arasındaki bazı öğelere göre, aynı kült ile ilişkisini
sürdürmektedir.
Vize’de bulunan tiyatro yapıları, Ege ve Akdeniz çevresindeki görkemli Antik Çağ
kentlerinin en temel kent öğelerinden biridir. Genel kanı ise, Vize gibi Antik dünyanın
çekirdeğinin uzağındaki yerleşme birimlerinde ve özellikle Thraklar gibi, o dönemin Klasik
uygarlığı ile uyumu tartışmalı olan bir kavmin bölgesinde, kültür göstergesi olan tiyatro
yapısının olmayacağı şeklindeydi.
4.3. Salmydessos (Midye-Kıyıköy)
Anlamlı bilinmeyen Salmydessos adı, -ssos bitişinin kanıtladığı üzere, Luwi dilinden
gelir ve öz biçiminde bitiş (-nın anlamında) –sa iken, Hellen ağzında –ssos’a dönmüştür (karş.
Assos, lassos/lasos, Halikarnassos, Knossos vb.)
Kıyıköy, Kırklareli iline bağlı bir bucak merkezidir. Karadeniz kıyısında bulunmasına
(ve Türkiye Trakyası Karadeniz kıyısında ondan daha önemli hiçbir yerleşme birimi de
bulunmamasına) rağmen, her yanını Istranca Dağları/Yıldız Dağları çevirdiği ve üstelik ana
yollardan uzak, sapa bir yerde olduğu için gelişememiş bir kasabamızdır. Zaten, Kıyıköy’ün
atası olan Salmydessos da hiçbir zaman bayındır, önemli bir kent durumuna gelememişti.
Salmydessos tarihçesinin pek eski dönemlere uzandığı, hem kentin adından, hem de
bu adın Herodotos’da anılmasından bellidir. Herodotos’un belirttiğine göre, burada oturan
halk, İran şahı Dareios Skyth/İskit Yurdu seferine giderken (İÖ.513) direnmek sizin İranlılara
boyun eğmişti. İÖ 400 yılında, ünlü onbinler’in yurda dönüş yolculuğunun sonuna doğru,
Thrak beylerinden Seuthes’in buyruğuna paralı asker olarak girmelerinden sonra yaptıklarını
anlatan Xenophon da, Salmydessos üzerine biraz bilgi verir. Ondan öğrendiğimize göre, bu
yöre, Thrak boylarından, Hellen’lerin Melinophagos’lar (Bal yiyenler) dediği halkın
yurduydu. Bu ve yakın yöredeki Karadeniz kıyıları, çok açıklara kadar, sığlık olduğundan,
gemiler sık sık karaya oturur, kurtulamayıp parçalanır, içindeki malları dalgalar karaya atardı;
kıyıya düşen bu gibi malların toplarken oralardaki Thrak boyları arasında kavga dövüş çıktığı
için bunlar, kıyıyı bölmüşler ve her biri, kendi bölgesinin iki ucuna direk dikerek sınır işareti
koymuştu. Xenophon’un da içinde bulunduğu onbinler, Seuthes’in Thrak atlılarıyla birlikte,
bu yöreye, “Karadeniz’i sağlarına alarak” gitmişlerdi, demek ki kıyıyı izleyerek gitmişlerdi.
Orada, deniz kıyısından toplama birçok dinlenme döşekleri, sandıkları, üzeri yazılı
papirüs’ler, “gemi sahiplerinin tahta kaplar içinde beraberlerinde götürdükleri daha birçok
eşya” bulmuşlar, halka boyun eğdirdikten sonra geriye dönmüşler, Seuthes’in denizden 9 km.
kadar uzakta, Silivri’nin üst tarafındaki bir ovada bulunan konaklama yerine gelmişlerdi.
Bugünkü Kıyıköy kasabası, ilkçağ ve ortaçağ Salmydessos’unun surla çevrili alanı
içinde bulunuyor. Söz konusu alan, doğu yanı denize, kuzey ve güney yanları birer dere
vadisine dimdik inen ve yalnız batı yanı geçit veren, sırt uzantısı biçiminde bir çıkıntının üst
düzlüğüdür. Güneydeki kumsalı kıyıya (şimdi orada bir balıkçı limanı yapılmıştır ) dökülen
dere Kazandere’dir, kuzeydeki kumsallı kıyıya dökülen dere Pabuçdere’dir. Çıkıntının ucunda
deniz feneri vardır; özellikle orada boş tarla durumunda olan yerde toprak bol tarihsel keramik
kırığıyla karışıktır. Kasaba içinde ilkçağ kenti yapılarından en küçük bir kalıntı görülmüyor;
bu yapılardan kalma işlemeli taş gibi döküntü parçalara da pek az rastlanmaktadır.
Kentin surları ilk kez lustinianus döneminde, 6. yüzyılda yapılmışken sonradan,
özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda, onarım görmüştür. Duvar kalınlığı 2.20m.’yi, yüksekliği ise
bugünkü sur kalıntısının en yüksek bölümüne bakacak olursak 6m.’yi buluyordu. Kent
çevresinin uçurumsuz yanında (batı yanda) sur önünde, 13m. genişliğinde bir savunma
hendeği vardır. Kentin kuzey, güney, doğu yanlarında da sur parçaları, izleri görülebilmekle
birlikte, surun özellikle güçlü olması gereken bu batı yanda gerçekten de günümüze hayli
sağlam durumunda ulamış etkileyici ortaçağ surları vardır. Her ne kadar Kırklareli 1967 il
yıllığı tüm surların lustinianus döneminde yapıldığını söylüyorsa da, kuzeybatı yönde köşede
görülen yuvarlak burç kalıntısı, ilkçağ yapıtı izlenimi vermektedir.
Kasabanın batı yanındaki düzlükten kuzeybatı yönüne yürüyüp kasabadan uzaklaşarak
Pabuçdere vadisine inerseniz, izlediğiniz (otomobilin geçemeyeceği) kaba yol sizi 10-15
dakika sonra yamaç kayalığına oyulmuş Ayios Nikolaos manastırı önüne getirir. 6. yüzyıldan
kalma olan bu ilginç ve etkileyici yapıt, Kıyıköy’deki en önemli tarihsel kalıntıdır. Prof. Dr.
Hamdi Sayar’ın yaptığı 1992 yılındaki Epigrafya çalışmalarında, deniz kıyısında bulunmuş
mermer bir sütun üzerinde yazılmış bir yazıt bulunmuştur.
Odyrs Devleti’nin muhtemelen doğu topraklarını yönetmekte olan ve Yunanlı
askerleri kiralayan Seuthes’in tahkimatlı merkezinin muhtemelen günümüz Tekirdağ İli kıyı
bölgesinde olduğu fark edilirken, Vize ovası ve çevresinde Doğu Trakya’nın güçlü kabilesi ve
gece savaşlarının usta savaşçıları Thynler’in adı geçmektedir. Bu Thyn kabilesinin bir kolu
Anadolu’ya geçerek, günümüz İstanbul ili Anadolu yakası, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu
çevresine önce hakim olan yine Trak kökenli Mariandynler, Bebrykler ve Mysialılar ile
girdikleri mücadeleleri kazanarak, güçlü bir Bithynia Krallığı kurmuşlardır.
Eski kaynaklarda Thynler’in (Thynoi), özellikle Thynias ile ilişkili olduğu belirtmekte
olup, bu bölgen,n de günümüzde Kıyıköy ve çevresi ile ilişkisi açıkça ortaya konulmaktadır.
Mitolojik bilgiler arasında, özellikle Trak Kralı Phineus’un yurdu olarak anılan günümüz
Kıyıköy’ü Salmydessos, yabancıları hiç de hoş karşılamayan ve yabancıları sevmeyen
Traklar’ın önemli yerleşim alanlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlaşıldığı
kadarıyla Seuthes’in kiraladığı Yunanlı paralı askerlerin de katıldığı sefer Thynler üzerine
yapılmış olup, Yıldız dağ zinciri ve Karadeniz arasındaki iyi savunulan topraklarına yapılan
bu seferden tam bir sonuç alınamamıştır.
KAYNAKÇA
BAŞARAN Sait, “Enez Çevresinde Yapılan Arkeolojik Araştırmalar”, Anatolian&Thracian
Studies in Honour of Zafer Taşlıklıoğlu Armağanı Anadolu ve Trakya Çalışmaları I,
(Editörler: Nezih Başgelen, Güler Çelgin, Vedat Çelgin), Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul 1999
BAŞARAN Sait, “Trakya’da Bir Prenslik Merkezi” Ainos Antik Kenti, Osmanlı Bankası
Arşiv ve Araştırma Merkezi, İstanbul 2008
BEKSAÇ Engin, “Balkanlarda Tarih Öncesi ve Erken Uygarlıklar ”, Balkanlar El Kitabı I,
Karam & Vadi Yayınları, Ankara 2006
BEKSAÇ Engin, “Traklar’ın Güçlü Sesi ve Kutsanmışın Nefesi: Trak Döneminde Vize’nin
Kutsal ve Politik Kimliği”, Vize II. Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005
DIAKOV V.-KOVALEV S. (Çev. Özdemir İnce), İlkçağ Tarihi I., Verso Yayınları, Ankara
1987
DELEMEN İnci, “Trakya Tümülüsü Kazıları” Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi,
Ankara 2000
ERZEN Afif, İlkçağ Tarihinde Trakya, (Başlangıçtan Roma Çağına Kadar), Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, İstanbul 1994
FREDERİC Louis, (Çev.Vahdet Gültekin), Medeniyet Tarihi II., Doğan Kardeş
Yayınları,İstanbul 1974
HOMEROS, Odysseia, (Çev: Erhat Azra), Can Yayınları, İstanbul 2002
ISAAC Benjamin, The Greek Settlements In Thrace Until The Macedonian Conquest,
Leiden 1986
İPLİKÇİOĞLU Bülent, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, TTK, Ankara 2001
İPLİKÇİOĞLU Bülent, Eskiçağ Tarihi’nin Anahatları II, Marmara Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Yayınlar, İstanbul 1990
KAFESOĞLU İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2007
KAYA Mehmet Ali, “Roma İmparatoru Septimus Severus Döneminde Anadolu”, Tarih
Araştırmaları Dergisi S.25, İzmir 2006
MANSEL Arif Müfid, Ege Yunan Tarihi, TTK, Ankara 1999
MANSEL Arif Müfid, İlkçağ’da Edirne, Edirne’nin 600. fetih yıldönümü Armağanı,TTK.,
Ankara 1993
MEMİŞ Ekrem, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Yayınları, Ankara 2006
NIKOLOV Vassil, The Neolithic And the Chalcolithic Periods in Northern Thrace, TübaAr, S.IV, Ankara 2003
OSTROGORSKY Georg, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), TTK, Ankara 2006
ÖZDOĞAN Mehmet, “Anadolu’dan Avrupa’ya açılan kapı:Trakya”, Gerçekleşen
Çalışmalar ve Beklentiler, Arkeoloji ve Sanat, İstanbul 1999
ÖZDOĞAN Mehmet, “Kentsel Arkeoloji ve Kültür Sektörü Bağlamında Vize”, Vize II. Tarih
ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005
ÖZDOĞAN Mehmet-BAŞGELEN Nezih, “ Marmara Bölgesi Neolitik Çağ Kültürleri”,
Köyden Kente Yakındoğu’da ilk Yerleşimleri, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2007
ÖZDOĞAN Mehmet-ÖZDOĞAN Eylem, “Tarih Öncesi Dönemde Trakya”, Aktüel
Arkeoloji, S.3,İstanbul 2007
ÖZEY Ramazan, “ Balkanların Tarihi Coğrafyası”, Balkanlar El Kitabı I, Karam & Vadi
Yayınları, Ankara 2006
SARIKAYA Bahar, Epigrafik Buluntular Işığında Trakya’da Kültler, Trakya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Edirne 2009
SEVİN Veli, Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul 2007
SEVİN Veli, “Anadolu’da Pers Egemenliği”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi II,
İstanbul 1982
SEVİN Veli, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, TTK, Ankara 2001
SAYAR Mustafa Hamdi, “Eski ve Ortaçağlarda Vize (Biyze) Tarihi ve Anıtları”, Vize II.
Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005
SİPAHİOĞLU Ahmet-YILMAZ Zülküf , “ Vize (Biyze) Antik Tiyatrosu 2003 Yılı Temizlik ve
Temizliğe Yönelik Kazı Çalışmaları, Vize II. Tarih ve Kültür Sempozyumu, İstanbul 2005
ŞALLI Şafak, “Kral Kersopleptes ve Heraion Teichos”, Uygarlığın Kökleri Trakya’da,
Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul 2003
TAŞLIKLIOĞLU Zafer, Trakya’da Epigrafya Araştırmaları II, İstanbul 1971
TEKİN Oğuz, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul 2008
THEODOSSIEV Nikola, “The Sacred Mountain of the Ancient Thracians” Thracia 11, 1995
TURAN Osman, Türkiye Selçukluları, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1988
UMAR Bilge, İlkçağ’da Türkiye Halkı,İnkılap Yayınevi, İstanbul 1999
UMAR Bilge, Trakya, Akbank Yayınları,İstanbul 1986
UMAR Bilge, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi I, İzmir 1982
UMAR Bilge, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1993
UZUNÇARŞILI İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi I, TTK, Ankara 2003
YILDIRIM Şahin, Doğu Trakya’da Mezar Tepelerinin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi Ankara 2011
YÜCEL Erdem, Ord. Prof. Dr. A. Müfid Mansel’in Başlattığı Trakya Kazılarının Dünü ve
Bugünü, Anadolu Araştırmaları, S.16, İstanbul 2002
Ayrıca Belediyelerin internet sitelerinden kısmi olarak yararlanılmıştır.
Download