Ortadoğu - CİHAN ALTUN

advertisement
ORTADOĞU
COĞRAFYASI
Yrd. Doç. Dr. Okan TÜRKAN
Orta Doğu'nun Adı ve Yeri
 Dünyanın veya belli bir parçasının coğrafya bakımından araştırması
yapılırken genelde bölgesel coğrafya yöntemlerine göre konu ele
alınarak incelenir. Dolayısıyla böyle çalışmalar belli bir coğrafi
birlikteliğe bağlı olur.
 Daha genel ifadeyle incelemeye alınan sahanın coğrafya bakımından
ortak özelliklere sahip olması dikkate alınır. Bu tür ortak özelliklere
sahip olan alanlara da orayı hemen akla getirebilecek bir ad verilir ki
bu da bölgesel coğrafyanın görevidir.
 Ancak, çoğu kez verilen adlar değişik açılardan araştırılan sahanın
tümünü kapsamadığından değişik adlar altında, bazen daralan bazen
genişleyen özellikler de taşır.
 Orta Doğu da aynı özelliktedir. İnsanlık tarihinin ve insanın
oluşturduğu uygarlıkların beşiği durumundaki Orta Doğu'ya,
Eskiçağ'dan zamanımıza kadar değişik isimler verilmiştir.
 Bu bakımdan sahaya verilen adları bir ölçüde kronolojik olarak
aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür.
• 1- Akdeniz Dünyası
• 2- Ön Asya
• 3- Ön Batı Asya
• 4- Batı Asya
• 5- Güneybatı Asya
• 6- Arap Asyası
• 7- Yakın Doğu
• 8- Orta Doğu
• Bu isimlere bakıldığında bugün de sınırlarının kesin olarak
belirlenmiş olanına rastlanmaz. Farklı adlar, bu sahalar için ilgisi
olan farklı ülkeler tarafından kullanılır.
 Eskiçağ'ın "Akdeniz Dünyası" günümüzdeki Orta Doğu'nun batısında genel
hatlarıyla Doğu Akdeniz kıyılarını ifade etmektedir. Hatta bazen Akdeniz'in
doğu kısımlarına "Mezopotamya" da ekleniyordu. Böylece Akdeniz
Dünyası Anadolu yarımadasını ifade eden "Küçük Asya", Akdeniz'in doğu
kıyısındaki ülkeler ile "Mezopotamya" ve "Mısır" dan oluşuyordu.
 Mezopotamya dışındaki alanlar coğrafi yönden ortak özelliklere sahip bir
alan olduğundan bu ad coğrafidir.
 Daha sonra, özellikle tarihçiler tarafından uzun süre kullanılan "Ön Asya"
ve "Ön Batı Asya" adlarının ön plana çıktığı görülür.
 Ön Asya Anadolu yarımadası, Kafkaslar, İran'ın batısı ve Arabistan
yarımadasının kuzeyini içme almaktadır.
 Buna karşılık "Ön Batı Asya", yukarıda Ön Asya için verilen
alanlara İran'ın tümü ve Afganistan ile Pakistan'ın da katıldığı bir
alan olarak ortaya çıkmaktadır.
 Görüldüğü üzere bu adlar da sınırları kesin olmayan alanları ifade
etmektedir. Bu bakımdan coğrafi bir özellik taşımazlar.
 Bu arada bazı coğrafyacılar da "Batı Asya" adını kullanmaya
başladılar. Bu ismin kapsadığı alanlar, genel olarak Himalaya
dağlarından batıya doğru uzanarak Akdeniz kıyılarında son
buluyordu.
 Oldukça geniş bir sahayı içine alan bu ad, Asya'nın bu kısmının
kuzeyindeki sahaların Asya'nın batısında olduğu halde kapsamı içine
almıyordu. Bundan dolayı kullanılan bu ad coğrafi bir birlik
oluşturmaktan uzaktır.
 Sahaya XIX. Yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılda yapılan araştırmalarda
çoğunlukla coğrafi özelliklere sahip bulunan "Güneybatı Asya" adı
verilmiştir. Güneybatı Asya doğal olarak Asya kıtasının güneybatısına
olduğundan özellikle coğrafyacılar tarafından bu ad sık olarak
kullanılmıştır.
 Ancak bu ad, siyasi olarak fazla önem taşımadığından, özellikle Avrupa
ülkeleri tarafından ilgi görmemiştir. Güneybatı Asya, Anadolu ve Arabistan
yarımadaları ile İran'dan oluşan çok geniş bir alan olarak ortaya
çıkmaktadır. Söz konusu bu iki yarımadadan, Anadolu kuzeydoğuda
Kafkas Dağları ile Avrupa kıtasına, Anadolu ve Arabistan ise doğuda İran
ile Asya kıtasına Arabistan yarımadası ise Sina üzerinden Afrika'ya
bağlanmıştır. Bu bağlanmaların dışında Güneybatı Asya etrafı denizlerle
çevrili durumdadır.
 Güneybatı Asya, kuzeyde Hazar denizi ve Karadeniz, batıda Ege, Akdeniz
ve Kızıldeniz, güneyde Hint Okyanusu ile çevrelenmiş bir sahadır.
 Güneybatı Asya, sınırları sabit bir özelliğe sahip olduğundan coğrafi bir ad
olarak ortaya çıkmaktadır.
 Bu arada "Arap Asyası"
adı da çok fazla olmamakla birlikte
kullanılmıştır. Sadece Arapların yaşadığı Asya'yı veya Arabistan
yarımadasını içine alan bu isim kavram olarak batı dünyasının
düşündüğü sahayı içine almadığından pek kullanılmamıştır. Coğrafi
olmayan bu adla bazı yayınlar yapılmış olup onlar da fazla ilgi
görmemiştir.
 1939 yılına kadar dar ve kapalı bir anlam taşıyan Ortadoğu (The
Middle East) deyimi bundan sonra İngiltere Hükümetinin resmi
kaynaklarında kullanılmaya başlanmıştır.
 Aynı yıllarda, Ortadoğu bölgesi toplam 24 ülkeden oluşan Eski Dünya
Karalarının (Avrupa-Asya ve Afrika) birleştiği orta bölümünü
oluşturmaktadır.
 Ortadoğu ülkelerini oluşturan 24 ülkeden, Malta, Libya, Sudan, Eritre,
Habeşistan ve Somali, daha sonraları bölge sınırları dışına çıkarılmıştır; Bu
arada zaman zaman Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler de, Ortadoğu Bölgesi
içinde varsayıldığı görülmektedir.
 Bugün için, Malta, Libya, Sudan, Eritre, Habeşistan (Etiyopya), Somali,
Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler, Ortadoğu Bölgesi'nin yakın çevresi olarak
kabul edilmekte ve zaman zaman siyasi bakımdan bu ülkelerden biri veya
birkaçı bölge içinde sayılabilmektedir.
 Öte yandan Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve diğer Kafkasya
ülkelerini de Ortadoğu ülkeleri arasında olduğunu iddia edenler de vardır. Bu
görüş son derece yanlıştır. Çünkü Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve diğer
Kafkasya ülkeleri, çok farklı bir siyasi oluşum içindedirler. Eski Sovyetlerin
dağılmasından sonra bile, bu ülkeler eskisine benzer bir siyasi oluşum olan
Bağımsız-Devletler Topluluğu (BDT) içinde yerlerini almışlardır.
 Zaten, coğrafyacılar bu bölgeye Kafkasya adını vermekte ve bu ad hem
fiziki ve hem de siyasi anlam taşımaktadır. Fiziki yönden, Kafkas dağları bir
bütünlük arz ederken ve Ortadoğu bölgesinden tamamen ayrılırken, siyasi
yönden de benzer özellikler göze çarpmaktadır.
 Birinci ve İkici Dünya Savaşları arasında bu sahaya Yakın Doğu ve Orta
Doğu adlarının verildiği görülmektedir. Ancak, daha önce verilen bazı
adlarda da olduğu gibi son olarak kullanılan bu adların kapsadıkları
alanların sınırları da kesin değildir. Sahaya verilen bu adların siyasi olduğu,
bu adları kullanan ülkelerin saha için aynı sınırları kullanmamalarından da
anlaşılmaktadır.
 Oysa coğrafi adlarda sınırlar aynı olmak durumundadır. Sahayla yakından
ilgilenen ve söz konusu adları veren İngilizlere ve Amerikalılara göre Yakın
Doğu ile Orta Doğu bazen ortak fakat çoğunlukla birbirinden farklı alanları
göstermektedir.
 “Yakın Doğu” (Near East) Balkan Yarımadası ile Asya'nın Akdeniz
kıyıları ve Mısır'ı içine alan bir sahadır. Avrupa'ya en yakın olan Asya
toprakları ile Avrupa'nın doğusunu ve Kuzey Afrika ülkelerinden yine
Akdeniz kıyısındaki Mısırı içine almakta olan bu ad İngilizler tarafından
verilmiştir. Çünkü konum itibariyle burası Asya kıtasının, kendilerine en
yakın olan kısımlarıdır.
 "Orta Doğu" (Middle East), bazı kesimlere göre Libya’dan başlayarak
Afganistan'ı da içine alacak şekilde doğuya kadar uzandığı gibi, bazılarına göre
de Libya ve Afganistan'ı dışında tutan geniş bir sahayı ifade etmektedir. İngiliz
kaynakları, özellikle de resmi yayınları, Orta Doğu'ya Habeşistan ve Somali
gibi Afrika ülkelerini de katmaktadır.
 İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra İngilizler, Orta Doğu olarak kabul
ettikleri bu geniş sahada oluşan yeni politik ortamlara uygun olarak, kendilerine
göre bazı değişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır. Buna göre Somali ve
Habeşistan Orta Doğu ülkeleri listesinden çıkarılmıştır. İngilizlere ait
kaynaklarda Orta Doğu kapsamına giren ülkeler konusunda çoğunlukla bir
birlik yoktur.
 Bu durum Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımlanan kitap ve dergilerde de
kendini gösterir. Nitekim Amerika'daki yayınlarda, yukarıda adları verilen Orta
Doğu ülkelerine, Kuzey Afrika ülkelerinin tümü ile Hint ülkeleri de
eklenmiştir.
 Son zamanlara kadar yapılan yayınlarda Orta Doğu ülkeleri içinde Türkiye,
Mısır, Arabistan yarımadası ülkeleri, Kıbrıs Adası ve İran hep yer almıştır.
Günümüzde ise bazı kaynaklarda Arabistan yarımadası ülkeleri ile İran Orta
Doğu olarak ele alınmaktadır.
 Bütün bunlardan da anlaşılıyor ki Orta Doğu'nun yeri ve sınırları ile bu sınırlar
içine giren ülkeler henüz tam olarak kesinlik kazanmamıştır.
 Bu da, söz konusu Orta Doğu adının tamamen politik olduğunu ve gelişen politik
olaylara bağlı olarak sınırların ve içindeki ülkelerin de zamana bağlı, politik
koşullar doğrultusunda değişeceğini göstermektedir. Aynı zamanda bu değişiklik,
genellikle Orta Doğu üzerine politik, ekonomik ve bilimsel yönlerden ilgi duyan
ülkeler tarafından yapıldığı için sürüp gidecektir.
 Ancak, dikkatlerden kaçmayan önemli husus ise Orta Doğu kapsamına
Balkanlar'ın hiçbir zaman dahil edilmemiş olmasıdır. Günümüzde ise Yakın
Doğu adının hemen hiç kullanılmadığı görülmektedir.
 Orta Doğu adı, özellikle II. Dünya Savaşı'ndan günümüze, sahanın politik ve
ekonomik önemlerinin artarak ön plana çıkmasından dolayı, bütün dünyada
tutunarak kullanıldığı gibi en çok İngilizler, Amerikalılar, Arap devletleri, Türkiye
ve İsrail devletlerinin yanında Birleşmiş Milletler ile diğer milletlerarası kuruluşlar
da kullanmaktadır.
 Yakın Doğu ve Orta Doğu kavramları nereye göre ortaya çıkmıştır? Bu
sorunun yanıtını alabilmek için kavramların ortaya çıktığı yerleri göz önüne
almak gerekir.
 Genel hatlarıyla I. Dünya Savaşı öncesinde bu kavramların İngilizler,
Fransızlar ve Almanlar tarafından kullanılmaya başladığı görülür. Çok azda
olsa kullanılan bu kavramlar iki dünya savaşı arasında yerini bulmuş ve
özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra oturmuştur. Bu arada Yakın Doğu
kavramı etkisini zamana bağlı olarak yitirirken Orta Doğu yerini
sağlamlaştırmıştır.
 İngiltere, Fransa ve Almanya Avrupa ülkeleri olup bunlar özellikle
geçtiğimiz yüzyılın dünya siyasetine damga vurmuş ülkelerdir. Bu ülkelerin
coğrafi konumuna göre Asya kıtası doğudadır. Kendilerinin siyasi yönden
ilgi duydukları alanlar da Asya kıtasının batısındadır.
 İşte bu saha için siyasi ve ekonomik emelleri olan ve üzerinde güneşin
batmadığı bir imparatorluğa sahip bulunan İngiltere, o devirde Asya'nın bu
batı kısmına bir ad vermek gerektiğini düşünmüştür. Buna bağlı olarak
XIX. Yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başında, bilhassa İngiltere adına
yapılan tüm araştırmalarda, bulundukları yerden Asya'nın doğusuna kadar
uzayıp giden yerlere Yakın Doğu, Orta Doğu ve Uzak Doğu adları
verilmiştir.
 Fakat bu adların kapsadıkları alanlar İngiltere ve Fransa'nın coğrafi
konumları yerine Avrupa'nın coğrafi konumu düşünüldüğünde biraz
daha doğuya kaymıştır.
 Bundan dolayı aynı sahaya Amerikalılar Yakın Doğu derken,
Avrupalılar Orta Doğu adını kullanıyorlardı. Yine buna bağlı olarak
saha içine giren devletler ve sahanın sınırları da çeşitli kesimlere
göre farklılık gösteriyordu.
 Ancak son zamanlarda bu karışıklığın ortadan kalkması için Orta
Doğu diğer adların yerini alan tek bir ad haline gelmiş, bunu
birçok ülke de kabul etmiştir.
1
Ortadoğu
Yakındoğu
Uzakdoğu
Güneybatı Asya
Bahreyn
Birleşik Arap
Emirlikleri
Bahreyn
Brunei Sultanlığı
Azerbaycan
Çin Halk Cumhuriyeti
Bahreyn
Batı Sahra
Doğu Timor
Birleşik Arap Emirlikleri
3
Birleşik Arap
Emirlikleri
Filistin
4
G.K.R.Y.
Cezayir
Endonezya
Filistin
5
Irak
Fas
Filipinler
G.K.R.Y.
6
İran
Filistin
Güney Kore
Irak
7
İsrail
G.K.R.Y.
Japonya
İran
8
Katar
Irak
Kamboçya
Katar
9
K.K.T.C.
İran
Kuzey Kore
K.K.T.C.
10
Kuveyt
İsrail
Laos
Kuveyt
11
Lübnan
Katar
Makao Özel Yönetim Bölgesi
Lübnan
12
Mısır
K.K.T.C.
Malezya
Suriye
13
Suriye
Kuveyt
Moğolistan
Suudi Arabistan
14
Suudi Arabistan
Libya
Myanmar
Türkiye
15
Türkiye
Lübnan
Rusya Federasyonu
(Asya Rusya’sı)
Umman
16
Umman
Mısır
Singapur
Ürdün
17
Ürdün
Moritanya
Tayland
Yemen
18
Yemen
Suriye
Tayvan (Çin Cum.)
19
Suudi Arabistan
Vietnam
20
Tunus
21
Türkiye
22
Umman
23
Ürdün
24
Yemen
2
ORTADOĞU'NUN TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ
 Yeryüzünde insanın yaşamaya başladığı sahaların doğal özelliği
coğrafya bakımından uygun iklim, su, besin ve korunaktan oluşan
dört koşula bağlıdır.
 Bu uygun coğrafi koşulların hüküm sürdüğü alanlar ekvator
kuşağında olmalıdır. İşte buradan insanların kuzey ve güneye doğru
yayıldıkları düşünülür.
 Bu durumda kuzeye doğru yayılan insanlar, konumuz olan Orta
Doğu ülkelerinden Mısır'a önce ulaşacaklardır. Buradan Sina
üzerinden Arabistan yarımadasına özellikle Akdeniz kıyıları ile
Mezopotamya'ya oradan da Anadolu yarımadası ile İran'a
geçeceklerdir.
 Böylece Orta Doğu Prehistorik devirlerden günümüze insanın
yaşam alanı olmuştur.
 Uzun süre bu alanda insanlar yaşamış olduğundan bilgi birikimleri ve
deneyimleri artmıştır. Dolayısıyla Orta Doğu,
çeşitli insan topluluklarının
gelişmesi ve büyük uygarlıklar kurarak değişik kültürler oluşturmasına ve
bunların yayılmasına beşiklik etmiştir.
 Bu kültürlerin yeryüzüne dağılışında Orta Doğu'nun Asya, Avrupa ve Afrika
kıtalarının birleştiği yerde olması birinci ve ana nedendir. Bu bakımdan Orta
Doğu'nun önemi her şeyden önce onun coğrafya konumundan ileri gelmektedir.
 İnsanlık tarihinin en eski ve yüce uygarlıkları Orta Doğu üzerindeki Mısır,
Mezopotamya, Anadolu ve İran'da ortaya çıkmıştır. Devlet geleneği, bilim ve
kültürün temelleri burada atılmış olup, yazı ve para da burada icat edilmiş,
üretim ve ticaret burada gelişmiştir.
 Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da günümüzden 2300 yıl önce dünyanın
yuvarlaklığı ispatlanmış ve bunun delilleri ortaya konulduğu gibi dünyanın
büyüklüğü yani, çapı ve çevresi de bilimsel olarak hesaplanmıştır.
 Diğer taraftan Orta Doğu toprakları üzerinde Mısırlılar, Hititler, Sümerler,
Asurlular, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler,
Selçuklular ve Osmanlılar gibi birçok önemli devlet ve imparatorluk kurulmuş
ve tarihe karışmışlardır.
 İlkçağ devletlerinden firavunlar ülkesi olan Mısır, Doğu Akdeniz
kıyıları ile Mezopotamya'yı da içine alacak şekilde genişlemiş ve
Hititlere komşu olmuştur. Sümerler ve Asurlar, Basra körfezinden
Doğu Akdeniz kıyılarına kadar uzanan sahayı egemenlikleri altına
almışlardır. Anadolu'da ise Hititler büyük bir imparatorluk
kurmuşlardır.
 Daha sonra Persler, doğuda Amu Derya nehri ile batıda Ege denizi,
kuzeyde Aras Nehri ile güneyde Yukarı Nil vadisi arasında kalan çok
geniş bir sahayı yönetmişlerdir. Bu durumuyla Persler Hazar denizi,
Karadeniz, Ege denizi, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu ile
çevrelenen alana sahip bulunuyorlardı.
 Büyük İskender'in doğuya doğru olan istila hareketi ile bugünkü
Orta Doğu'nun büyük bir bölümü bütünüyle Makedonyalılar
tarafından zapt edilmiştir. Bu imparatorluğun sınırları batıda
Yunanistan'dan başlayarak Mısır'ın güneyine, doğuda Türkistan'a ve
İndus nehrine kadar genişlemiştir.
 Romalılar, İtalya ve Yunanistan'dan başlayarak doğuya doğru Anadolu,
Mısır dışında Doğu Akdeniz kıyıları ile kuzeyde Karadeniz ve Hazar
Denizi'nin batısına kadar olan sahalar ile güneyde Mezopotamya'ya
uzanan sahaları yönetimleri altına almışlardır. Milattan sonra ise Doğu
ve Batı Roma olarak ikiye ayrılan Roma İmparatorluğunun doğu
kısmına genellikle Bizans adı verilmektedir.
 Ortaçağ'da da doğu ile batı arasındaki bu istila hareketleri sürmüştür.
Ancak, İslamiyet'in yayılmaya başlamasına bağlı olarak doğu ile batı
arasında bu defa da dini boyutlu seferler yaygın hale gelmiştir.
 Emeviler Arabistan yarımadası, Anadolu'nun güneydoğusu, İran
üzerinden Horasana ve güneyinde İndüs ovasına kadar uzanan saha,
Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyılarındaki toprakları ile Fransa’ya
dayanacak şekilde İber yarımadasını egemenliği altına almıştır.
 Abbasiler ise Mezopotamya merkez olacak şekilde Arabistan
yarımadasının tümü, Anadolu’nun doğu ve güneydoğusu, doğuda
Horasan'a kadar İran, Kuzey Afrika'da Mısır ve Libya'nın Akdeniz
kıyılarına kadar hakimiyet sahalarını genişletmişlerdir.
 Selçuklular Anadolu'ya 1071'de girdikten sonra, bugünkü Orta Doğu'dan
batılılar tümüyle çıkarılmış oldular. İşte bundan sonra Orta Doğu
Hristiyanlık ve Müslümanlık dinlerine bağlı insanların uzun süren çatışma
sahası olmuştur. Uzun süren Haçlı seferlerine rağmen, İslam dünyasının
tümüyle kontrolü altına girmiş olan Orta Doğu, Müslüman Arapların,
Türklerin ve İranlıların egemenliği altında kalmıştır.
 Osmanlı devletinin güçlü olduğu dönemde uzun bir süre batı ile doğu
arasında büyük bir hareket olmamıştır.
 Ancak, Napolyon'un Mısır seferi ile bu çatışma yeniden başlamıştır. Bunu
takiben, özellikle Osmanlı devletinin zayıflaması ve denizlerdeki gücünü
yitirmesi sonucu, Avrupa devletlerinin eski çağlardan beri doğuyu elde
etme ve egemenlikleri altına alma güdüleri, birden bire Orta Doğu'yu siyasî
ve ekonomik yönden kontrolleri altına alma girişimi halini almaya başlamış
ve bu amaçları günümüze kadar kesintisiz sürmüştür.
 Bunda da, özellikle Arap ülkelerini I. Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi ve
ekonomik yönlerden etkileri altına alarak başarılı olmuşlardır.
 Türkiye Cumhuriyeti, İran, İsrail ve Kıbrıs hariç tutulacak olursa, Ortadoğu'nun
geniş bir kısmında yer tutan diğer ülkeler, Arap devletlerini oluşturur. Arap
Ortadoğu'su adı da verilen bu bölge, Osmanlı Devleti hakimiyetinin sona
ermesinden günümüze kadar geçen devrelerde, dünyanın siyasi bakımından en
hareketli bölgesi olmuştur.
 Bu hareketliliğini, bugün de devam ettirmektedir. Arap Ortadoğu'sunun büyük bir
kısmı, 16. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşı'na (1913-1914) kadar, Osmanlı
İmparatorluğunun idaresinde kalmıştır. İmparatorluk bu kadar geniş ve büyük
sahada, büyük kısmı göçebe olan halkı idare etmekte zaman zaman güçlük
çekmiştir. Bu güçlük, zaman zaman baş gösteren, göçebe halkın başkaldırışlarıdır.
Sürekli hareket halinde olan bu toplumları, bir düzen altında tutmak, bugün de
mümkün olamamaktadır.

Osmanlı hakimiyetinde iken, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin topraklarını içeren
bölge; İmparatorluğun doğrudan doğruya merkeze bağlı vilayetlerini kapsıyordu.
Asıl Arap yarımadasında ise, İmparatorluk kadrosu içinde bir takım Şeyhlikler ve
Emirlikler bulunuyordu. Bunlar arasında Necid ve Hicaz Emirlikleri en
önemlileridir. 19. yüzyılın ilk yarısından sonra Ortadoğu'da Batılı devletlerin
müdahaleleri başlamıştır. Bu müdahalelerde en büyük rolü, İngiltere ve A.B.D.
oynamıştır.
 A.B.D, İngiltere, Fransa gibi Batılı devletler, Ortadoğu'da, misyonerlik
çalışmalarının ardından, ticari, siyasi ve askeri harekâtlara giriştiler. Hint ve
İran körfezine ulaşan denizyolu ticaretini kontrol altına almak için, Osmanlı
sınırları dışında kalan Arap yarımadasının kıyılarına yerleşmeye başladılar.
 Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasını fırsat bilen İngilizler; 1878'de Mısır'ı,
1887'de Kıbrıs adasını ele geçirdiler. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'ndan
önce ve özellikle savaş yıllarında, Arap Ortadoğu'sunda yaptığı bu askeri
harekâtın yanında, geniş ölçüde siyasi manevralar da yapmıştır. Bu manevralar
daha sonra meydana gelecek hadiseler üzerinde çok derin tesirler yapmıştır.
 Bu faaliyetlerin en önemlileri şunlardır;
1. Osmanlı İmparatorluğu içinde, Hicaz'da hüküm süren Haşimi
ailesine mensup Şerif Hüseyin bin Abdullah vasıtasıyla, Kahire'de
İngiltere Yüksek Komiseri Lord Kidsener ile temasa geçilmiştir.
Savaşlar sırasında, İngilizlerle Arapların, Türklere karşı bir isyana
girişmelerini ve böylece de İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmaları
şartıyla, Hüseyin bin Abdullah'a Büyük Arap Krallığı'nın tahtını
vaat etmişlerdir.
2. 1916'da İngiltere, müttefiki olan Fransa ile bir antlaşma imzaladı.
Buna göre Ortadoğu'nun merkezi kısımları, bazı bölgelere
ayrılıyordu. Lübnan ve Suriye'yi oluşturan Mavi Bölge; Fransa'ya,
Filistin, Ürdün ve Irak'ı (Musul hariç) içine alan Kırmızı Bölge;
İngiltere'ye veriliyordu. Rusya, bu antlaşmayı, Anadolu'da bazı
isteklerinin gerçekleşmesi şartıyla destekliyordu. Bu antlaşma,
İngiltere'nin Şerif Hüseyin bin Abdullah'a yaptığı vaadin tam zıddı idi.
Yukarda işaret edilen bölgenin İngiltere ve Fransa arasında bu
şartlar altında taksim edilmesi, Büyük Arabistan projesini pratik
olarak yok etmiştir.
3. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu üzerine çeşitli antlaşmalar yapan İngiltere,
Fransa ve İtalya'nın, aslında politikalar ve amaçlar üzerinde
birbirleriyle ayrılığa düştükleri görülür.
 Birinci Dünya Savaşı'ndan önce T.H.Lawrence, Ocak 1915'de, ülkesine
yazdığı özel mektupta; "Suriye açısından esas düşman Türkiye değil,
Fransa'dır." diye yazmıştır.
 Öte yandan İngiltere'nin, savaşın son günlerinde, Musul'u hızla ele
geçirmesi, Fransızları kızdırmıştır. Çünkü antlaşma gereğince, Fransızlar;
Musul bölgesinin zengin petrol yataklarının kendilerinde kalmasını ümit
ediyorlardı.
 Yine İtalya, İngiltere'nin Yunanistan'a büyük destek vermesini ve
Yunanlıların Batı Anadolu'ya asker çıkarmalarını istememiş ve karşı
çıkmıştır.
 Ancak, çıkar çatışmaları ile birbirlerine düşen bu üç müttefik ülkeyi, yine
üstün menfaatler birleştirmiş ve Ortadoğu'daki işgaller gerçekleşmiştir.
İngiltere'nin bir başka teşebbüsü, izledikleri Ortadoğu siyasetini daha
karmaşık bir hale soktuğu gözlenir. 1897'de bölgede toplanan Siyonist
Kongresi'nde, Theodor Herzl tarafından ortaya atılan ve ecdatlarının
eski topraklarında bir Yahudi merkezi kurmak fikri, dünya Yahudileri
tarafından büyük ilgi ile karşılanmıştır.
 Dünya Siyonist Konseyinde belirlenen bu siyaset, Haim Weizmann
tarafından geniş ölçüde yayılmaya başlanmıştır. 1917 yılında konseyin icra
planı, Royd Sid'e verilmiş ve Sid de, planı İngiliz hükümetine sunmuştur.
 İngiltere, Kasım 1917'de verdiği cevapta, Filistin'de Yahudi merkezinin
kurulmasını kabul etmiştir. Balfour Deklarasyonu adı ile bilinen İsrail'in
kurulmasında ilk ciddi adım atılmış oluyor.
 Bu bildirge, daha sonra ortaya çıkacak olan birçok karışık meselelerin bir
başlangıcıdır. Çünkü Müslüman topluluğun haklarına zarar vermeden bir
Yahudi merkezinin kurulması imkânsızdı. Nitekim Filistin'de cereyan
eden kanlı olaylar, 2 milyonu aşkın Filistinli Arap mültecilerin durumu,
İsrail devleti ile komşu Arap ülkeleri arasında devam eden anlaşmazlıklar
bunun tabii bir sonucudur.
4.
5. Ortadoğu siyasetinde, önemli rol oynayan bir etken de petroldür. Özellikle,
bölgede geniş petrol rezervlerinin keşfedilmesinden sonra, başta İngiltere,
ABD ve diğer Batılı ülkeler, bölge içinde çeşitli entrikalarla pay alma yarışına
girdiler. Petrol şirketleri, Ortadoğu'nun çeşitli haritalarını çizmeye
başladılar. Bu haritalar, bugün bile, henüz tam bir istikrara
kavuşmamıştır. Özellikle, Batılı ülkeler, 1960'lı yıllardan sonra, petrol
çıkartmak için, bölge ülkelerini birbirine düşürmeye başladılar. Bunların en
önemlileri, İran-Irak Savaşı ve Kuveyt krizidir.
6. Ortadoğu'nun yakın tarihinde, meydana gelen en büyük siyasi ve askeri
olay, İran-Irak Savaşı ile Körfez Krizidir. Bu olayların tarihi seyri ise
şöyledir; 22 Eylül 1980 tarihinde, Irak Batı Ülkeleri'nden aldığı destekle, İran
topraklarına saldırmıştır. Aralıksız sekiz yıl süren ve 20 Ağustos 1988'de bir
ateşkes ile sona eren savaşta, sadece maddi kaybın, Türkiye bütçesinin 60
katını aştığı iddia edilmektedir. Hala Irak ve İran halkının; "Bu savaşın
amacı neydi? Bu kadar uzun süren savaşın sonunda ne elde ettik?" diye
sorguladığı bu savaşın maliyeti gerçekten dehşet vericidir.
 İran-Irak savaşından sonra, görüldü ki Batılı Ülkeler, her iki ülkeye silah satmıştır.
Hatta ABD'yi sık sık sevmediğini dile getiren İran bile, ABD'den silah satın
almıştır. O halde, savaşın tek nedeni olmalı. O da, petrol zengini olan bu iki ülkeyi,
ekonomik yönden çökertmek ve ellerinde bulundurdukları petrolü kolaylıkla
sömürmek.
 Batının Ortadoğu'yu sömürme düzeni, İran-Irak Savaşı ile yeterli görülmemiş ve bu
defa, hedef saptırması yaptırılarak, Irak'ın Kuveyt'i işgali öngörülmüştür. Batılı
ülkelere olan borçlarını ödeyebilmek için Irak, 2 Ağustos 1990'da, Kuveyt'i işgal
etmiştir. Bunun sonucu olarak, Kuveyt ve Suudi Arabistan, Batılı dostlarından
yardım istemiştir. ABD ve müttefiki ülkeler, Kuveyt'i kurtarma harekâtını
gerçekleştirmişler ve harekât 26 Şubat 1991'de, Irak askerlerinin Kuveyt'i terk
etmesiyle sona ermiştir.
 Ancak Irak askerleri, Kuveyt'i terk ederken, tüm petrol kuyularını ateşe vermiş,
petrol stoklarını Basra körfezine boşaltmış ve Kuveyt şehirlerin yakıp yıkarak,
ülkeyi bir harabeye çevirmiştir. Söz konusu bu harekâtın sonucu da bellidir. Kuveyt
kurtarılmıştır. Amma aynı zaman da, Ortadoğu'da yer alan İslâm ülkelerinin
elindeki zengin petrol rezervleri de, büyük ölçüde ipotek altına alınmıştır.
 Anthony Sampson,"Petrol Oyunu" adlı kitabında şunları yazar;
"Bugün Ortadoğu'nun iki haritası vardır. Biri, çoğu yeni olan
ülkeleri gösterir. Diğeri ise, değişik renklerle ayrılmış, petrol
şirketlerinin nüfuz bölgelerini, petrol arama, üretme ve satma
haklarını belirler. Bu değişik renklere ayrılan bölgelerin üzerinde
IPC, KOC, ARAMCO, AOC gibi sözcükler vardır. Bunlar petrol
şirketlerinin
birleşmesiyle
kurulmuş
anonim
ortaklıkları
simgeler."

İşte, Batı'nın Ortadoğu üzerine söylediği kırk tane türkü
vardır. Bu türkülerin kırkı da petrol üzerinedir.
ORTADOĞU'NUN JEOPOLİTİK ÖNEMİ
 Yeryüzünün çok yönlü araştırılması demek olan jeopolitik, aynı
zamanda Siyasi Coğrafya ile büyük ölçüde benzerlik gösterir.
Jeopolitiğin kurucusu sayılan, Münih ve Leipzig üniversitelerinde
Siyasi Coğrafya hocalığı yapmış bir Alman bilim adamı olan
Profesör Friedrich Ratzel (1844 - 1904) diyor ki; "Devlet, bir
hücreden meydana gelen bir organizmadır. Devlet, gelişme ve
yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük
devletlere dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur."
 Hatta Ratzel, daha da ileri giderek; "Bu küçük gezegende,
sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur." diyerek
siyasi görüşünü ortaya koymuştur. Bu görüş, öncelikle
Almanya'da benimsenmiş ve daha sonra bütün Avrupa ülkelerinde
kabul görmüştür. Ratzel'in görüşlerinin bir kanaviçe gibi işlendiği
o günün Avrupa'sında, dünyaya hakim olma fikri geniş yankılar
uyandırmış ve dünya Birinci Cihan Harbine doğru yol almıştır.
 Ratzel'in fikirleri, kendisinden sonra gelenleri büyük ölçüde
etkilemiş ve çeşitli jeopolitik görüşlerin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Ratzel'den etkilenenlerin başında, Münih Üniversitesi'nde
Siyasi Coğrafya ve Askeri Tarih dersleri okutan Karl Haushofer
(1869 - 1946) gelir. 1924'de "Zeitscrift Für Geopolitik" dergisini
çıkaran Haushofer; "Devletin konum alanını, en önemli güç
unsuru" olarak görür. Görüşleri 2. Dünya savaşında, Hitler'in
politikasında etkili olmuştur.
 Haushofer'in çağdaşı olan ve Londra Üniversitesi'nde Coğrafya
profesörlüğü ile İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci
Başkanlığını yürüten, Halford Mackinder (1861-1947); dünya
savaşlarının çıkışına yol açan ve yaklaşık 12 milyondan fazla
insanın öldürülmesine sebep olan "Kara Hâkimiyet Teorisini "
ortaya atmıştır. Mackinder, görüşlerini; 1919'da yayımladığı
"Demokratik İdealler ve Gerçek" adlı eserinde sunmuştur.
 Görüş şu şekilde özetlenebilir: Doğu Avrupa ile Sibirya bölgesi,
dünyanın "Heartland'ı (Kalp Sahası)"nı oluşturur.
 Heartland'ın çevresindeki Balkanlardan Çin'e kadar uzanan saha ise
"İç veya Kenar Hilâl" ya da "Rimland" kuşağıdır.
 Bunun dışında kalan Amerika - Afrika - Avustralya-Japonya hattı ise
"Dış veya Kenar Hilâl" ya da "Dünya Adasının Peykleri" olarak kabul
edilir."
 Mackinder, dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra, teori oluşturan
görüşünü şu şekilde geliştirmiştir; "Doğu Avrupa'ya hükmeden bir
devlet Heartland'a hakim olur. Heartland'a hükmeden ise öncelikle
İç-Kenar Hilâl'e ya da Rimland'a hükmeder. Sonra da Dış-kenar
Hilâl'e yani bütün dünyaya hakim olur."
 Haushafer ve Mackinder'in görüşleri, özellikle Hitler tarafından
kabul görmüş ve 2. Dünya Savaşı ile uygulama aşamasına
geçirilmiştir.
 "Kara Hakimiyet Teorisi" olarak bilinen bu görüşte, Ortadoğu
bölgesinin "İç veya Kenar Hilâl" kuşağı içinde yer aldığını
görmekteyiz.
 Adolf Hitler'i; "Dünyanın anahtarını, Tanrıya teslim edeceğim"
dedirten güç, bu teoridir. Sanırız, Almanya'nın Osmanlı
İmparatorluğu ile dostane ilişkiler kurması, bu görüşün
uygulanmasıyla ilgilidir. Her şeyden önce Almanya, Osmanlı
İmparatorluğunun hakimiyeti altında kalan Ortadoğu bölgesinde
petrol aramak için bazı imtiyazlar sağlamış olması, bu teorinin
uygulamaya konulmasında bir aşamadır.
 Mackinder'in bu görüşüne karşıt görüşler geliştirilmiş ve bu
konuda Amerika Birleşik Devletleri'nde, özellikle; "Kenar Kuşak
Teorisi", "Deniz Hakimiyet Teorisi" ve "Hava Hakimiyet
Teorisi" ortaya atılmıştır.
 A.B.D Yale Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Profesörü Nicholas J.
Spykman (1893 - 1943), Mackinder'in görüşlerinden yola çıkarak, karşı bir
başka görüş geliştirmiş ve "Kenar Kuşak Teorisini" ileri sürmüştür.
 Bu görüşte, hakim güç Heartland değil, Dış-Kenar Hilâl üzerindeki
ülkelerdir. Bunların başında A.B.D gelir.
 Ancak Heartland'a ulaşmak için, İç-Kenar Hilâl'in ele geçirilmesi şarttır. İçKenar Hilâl'in merkezi kısmında ise, Ortadoğu bölgesinin toprakları
bulunmaktadır.
 Spykman'ın teorisinden başka ileri sürülen görüş, A.B.D'de yaşayan Amiral
Mahan (1840 - 1914) tarafından ortaya atılan "Deniz Hakimiyet
Teorisidir".
 Bu görüşe göre; Bir milletin dünya hakimiyetini elinde tutabilmesi için,
güçlü bir deniz gücüne sahip olması gerekir. Bu görüşün ateşli
savunucuları İngiltere ve A.B.D'dir. İngiltere ve A.B.D'nin tüm
Ortadoğu'yu kontrol altına alabilmeleri için, Akdeniz'de ve Hint
Okyanusunda, askeri deniz filoları bulundurmasında, bu görüşün büyük bir
payı vardır.
 Albay Hausy Scitaklian ve birçok A.B.D'li havacı tarafından ileri sürüle
“Hava Hakimiyet Teorisine” göre; havada üstünlük sağlayan ve önemli
hava gücüne sahip olan bir millet, tüm dünyaya hakim olur.
 Genelde Beşeri güç kaynağına dayanan Deniz ve Hava Hakimiyet
teorileri, A.B.D ve İngiltere tarafından benimsenmiş ve uygulamaya
konmuştur. Uygulama; özellikle 2.Dünya Savaşı ile birlikte başlamış ve
günümüzde devam eden ve 3. Dünya Savaşı diyebileceğimiz bölgesel
savaşlar ile halen yürürlüktedir. ABD ve yandaşı olan Avrupa ülkeleri,
Ortadoğu bölgesinde, Irak-Kuveyt krizi esnasında, Deniz ve Hava
Hâkimiyet Teorilerinin uygulamasını yapmışlardır.
 Yukarda belirtilen siyasi teorilerin özü şudur. Şüphesiz, dünyaya hakim
olmak için, önce Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesini (İç
Kenar Hilal i) işgal etmek gerekir.
 Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın ve bundan sonra çıkan bölgesel
savaşların önemli bir bölümünün Ortadoğu bölgesinde cereyan etmesi,
hep bölgenin sahip olduğu jeopolitik öneminden kaynaklanmıştır.

Yine son yıllarda, Avrupalı siyasi coğrafyacılar tarafından ortaya atılan bir görüşe
göre; dünyanın kalesi ve kalbi olarak Avrupa kabul edilmektedir. İleri sürülen bu
görüşe göre; "Avrupa'ya sahip olan bir millet, tüm dünyaya hakim olur"
denmektedir. Avrupa kıtası üzerinde yer alan milletlerin tek bir çatı altında birleşme
çabaları, kaleyi sağlamlaştırmak ve siyasi gücü artırmak içindir.

Bu görüşün uygulanabilmesi için, yani Avrupa'nın dünya hâkimiyetine soyunması
için, özellikle ilk hamlede Asya ve Afrika'ya yönelmesi gerekir. Bu yönelişte, en
kestirme yol; Ortadoğu bölgesinden geçmektedir.

Ortadoğu bölgesinin jeopolitik önemini kat kat artıran çok neden vardır. Bunlar
arasında, eski kara kütlelerinin kavuşum noktasında oluşu, tüm dinlerin çıkış noktası
olmasından ötürü bütün dinler açısından kutsal toprakların bu bölgede yer almış
olması ve son yüzyılı damgasını vuran petrolün zengin rezervler içermesi gelir.

Öte yandan dünya ticaretinde, bölge tam bir kilit noktasını oluşturmaktadır. Yani
Uzakdoğu ülkelerinin, Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin tüm ticari malları, Ortadoğu
bölgesinde sergilenir ve buradan dünya pazarlarına sunulur. Ticari yönden Ortadoğu
bir bakıma dünya panayırı gibidir.
 Yeryüzünde coğrafyanın ve jeopolitiğin çizdiği kavram ve ölçüler
çerçevesinde sağlam bir kale yani dünyanın kalbini aramak gerekir. Konu
bütünüyle ele alınıp incelendiğinde, "Anadolu Yarımadası" bütün ölçülere
uygun düşmektedir.
 Çünkü Anadolu; Asya, Avrupa ve Afrika eski kara kütlelerinin birleşme
noktasında yer almaktadır. Yarımadanın üç tarafı denizlerle çevrilidir. Asya
ve Afrika'ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer
almaktadır.
 Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu; tam bir kaleyi andırmaktadır.
Kalenin Asya'ya açılan burcu Malazgirt, Avrupa'ya açılan burcu İstanbul'dur.
"Merkezi (Türk) Hakimiyet Teorisi" adını verebileceğimiz bu görüşe göre;
"Anadolu Yarımadası Heartland, Heartland'ı çevreleyen Balkan yarımadası,
Kafkaslar, İran, Arabistan ve Kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve
Ortadoğu, dünya kalesini çevreleyen iç çemberi meydana getirir.
 Bunun dışındaki kara parçaları ise, dış çemberi ya da dünya adasını
oluşturmaktadır. Bu görüş çerçevesinde şöyle bir sonuca varabiliriz; Dünya
Kalesi'ni (Anadolu'yu) elinde bulunduran bir millet, iç çembere hükmeder. İç
çembere hükmeden bir millet ise, dış çembere yani dünyaya hakim olur.
 Ortadoğu, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. XIX. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren geliştirilen ve dünya hâkimiyetini hedefleyen
jeopolitik teorilere göre Ortadoğu, Afroavrasya ana kıtasının merkezini ve
kesişim alanını oluşturur. Kara jeopolitiği açısından bakıldığında dünya
hâkimiyetinin tesisi için Avrasya'ya hâkim olmak gerekmektedir. Ortadoğu
ise Avrasya kuşağının merkezinde bulunmaktadır.
 II. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'ya
yönelik stratejilerini etkileyen bir görüş Türkiye-Irak-İran-PakistanAfganistan kuşağına hâkim olan gücün Avrasya'ya, Avrasya'ya hâkim olan
gücün dünyaya hâkim olacağı tezidir.
 Deniz jeopolitiği açısından Ortadoğu deniz eksenli güçlerin Afroavrasya
stratejilerinin merkezinde bulunmaktadır. Ortadoğu, İngiltere ve Amerika
Birleşik Devletleri gibi deniz ağırlıklı strateji güden güçler için rakip
güçlerin hâkimiyetine bırakılmaması gereken bir savunma hattıdır ve aynı
zamanda Avrasya içlerine ve kıyı denizlerine yönelik stratejik egemenlik
için gerekli bir üs konumundadır.
 Dünyada birinci derecede önemli dokuz stratejik deniz geçiş yolundan
beşi (İstanbul ve Çanakkale boğazları, Süveyş Kanalı, Aden ve Hürmüz
geçişleri) bu bölgede yer almaktadır. Hava jeopolitiği bakımından da Ortadoğu merkezî bir konumda bulunmaktadır.
 Ortadoğu'yu stratejik açıdan önemli kılan bir diğer faktör tarihî
derinliğin oluşturduğu jeokültürel özelliklerdir. İnsanlığı etkileyen en
köklü dinî ve kültürel oluşumlar Ortadoğu'da zuhur etmiş, bölge tarihin
ilk zamanlarından itibaren medeniyetlerin ve semavî dinlerin beşiği
olmuş, diğer bölgelerde gelişen çeşitli medeniyetlerin, kültürlerin ve
dinlerin yayılmasında kavşak görevi yapmıştır.
 Bölgenin Doğu ile Batı arasındaki kavşak rolü sebebiyle sadece
malların değil din, medeniyet ve kültürlerin transferleri de bu bölgeden
gerçekleşmiştir. Bu sebeple sanayi devrimine kadar olan dönemde
dünya tarihini etkileyen büyük gelişme ve değişmeler burada meydana
gelmiştir. İslâm medeniyetinin bütün Ortadoğu'ya hâkim olması sonucu
bölgenin jeopolitik bütünlüğü ile jeokültürel bütünlüğü iç içe geçmiş,
Ortadoğu jeopolitik hattı tarihî ve kültürel düzeyde İslâm dini etrafında
bir bütünlük arzetmiştir.
 Batı merkezli tarih ve coğrafya yorumlarında bölgenin Doğu ve İslâm
ile özdeşleştirilmesi, Ortadoğu'yu Doğu-Batı, İslâm-Hıristiyan
karşılaşmasının odağı haline getirmiştir.
 Jeoekonomik bakımdan bütün büyük medeniyet havzalarının doğduğu
ılıman iklim kuşağının merkezinde bulunan bölge, antik dönemden itibaren
tarım potansiyeli ve ana ticaret yolları hattı olarak önem kazanmıştır.
 Tarih içinde gerek Mezopotamya ve Nil havzalarının gelişmiş tarım
toplumları, gerekse Afroavrasya ana kıtası içindeki bütün ulaşım ve ticaret
yollarının bölge ile doğrudan ya da dolaylı biçimde ilişkili olması
Ortadoğu'yu uluslararası ekonomi-politiğin merkezi yapmıştır.
 Doğu-Batı istikametinde Akdeniz havzası ile Çin arasında, kuzey-güney
istikametinde Karadeniz'in kuzeyindeki steplerle Akdeniz ve Mısır arasında
yürütülen ticaret Ortadoğu'yu ekonomi-politik bir eksen haline getirmiştir.
Çin ve Hint ile Mısır ve Doğu Afrika'yı birbirine bağlayan ticaret yolları da
Ortadoğu bölgesinin güney sahilleri üzerinden geçmiştir.
 Ortadoğu bölgesinin Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz ve Basra sahillerinde
gelişen liman şehirleriyle kara ticaretinin seyrettiği Avrasya boyunca
kavşak noktalarını oluşturan ticaret şehirleri, Afroavrasya ölçekli bu
ekonomik yapılanmanın aktarım hatlarını ve atardamarlarını oluşturmuştur.
 XVI. yüzyıldan itibaren Avrupa'da meydana gelen büyük dönüşümler
sonucunda ortaya çıkan modern devletler sistemi Ortadoğu'yu da doğrudan
etkilemiştir. Bu süreçle birlikte yükselmeye başlayan Avrupalı büyük güçler
kendi aralarındaki siyasî, askerî rekabeti ya doğrudan Ortadoğu'ya
taşımışlar veya Avrasya ve Uzakdoğu'da giriştikleri rekabet Ortadoğu'yu da
etkilemiştir.
 Osmanlı Devleti'nin XVII. yüzyıla kadar Avrupa karşısında baskın konumu
sebebiyle Ortadoğu uzun süreli bir istikrar ve barış dönemi yaşamıştır.
XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti'nin gerilemeye başlamasıyla
birlikte dış güçler Ortadoğu'ya müdahale etmeye başlamış, bir yandan
Rusya'nın
Osmanlı
Devleti
aleyhine
genişlemesi,
diğer
yandan
Napolyon'un 1798'de Mısır'ı işgali ile başlayan süreç bugüne kadar
kesintisiz devam etmiştir.
 Bütün stratejik faktörler bakımından özel bir önem taşıyan Ortadoğu,
Fransız İhtilali ve sanayi devrimi sonrası dönem dışında tarih boyunca
merkezî konumunu sürdürmüştür. Bölge İlkçağlardan itibaren Avrasya
steplerinden kopup gelen kuzey-güney ve doğu-batı istikametindeki kavim
göçlerine sahne olmuş, dışarıdan gelen tesirlerden sürekli biçimde etkilenmiştir.
 Jeostratejik, jeokültürel ve jeoekonomik önemi dolayısıyla dünyaya hâkim
olmak isteyen her devlet ya da devlet adamı Ortadoğu'ya sahip olmak
istemiştir. Bu hâkimiyet mücadelesi sonucunda meydana gelen büyük
savaşlar ve göç dalgaları hem dünyayı hem bölgeyi sürekli biçimde
şekillendirmiş ve değiştirmiştir.
 Antik dönemde Mısır, Mezopotamya, Anadolu ve İran merkezli devletler
ve imparatorlukların hâkimiyet mücadelelerine sahne olan Ortadoğu,
Büyük İskender ve Roma imparatorlukları döneminde büyük ölçekli siyasî
bütünlüğe kavuşmuştur. İslâm medeniyetinin doğuşu ve yayılışıyla tekrar
siyasî bütünlüğe kavuşan Ortadoğu İslâm medeniyet havzasının coğrafî
bütünlük alanı haline gelmiştir.
 XIX. yüzyılda sömürgeciliğin gelişmesi ve Asya'ya yönelmesi Ortadoğu'nun jeoekonomik önemine yeni boyutlar katmıştır. Ortadoğu bu yeni süreçte endüstriyel
Avrupa ile sömürgeleştirilen Doğu arasında ham maddelerin ve doğal kaynakların
aktarım hattı haline gelmiştir. Ortadoğu'nun bu jeoekonomik özelliği bölgenin
sömürge rekabetinden en çok etkilenen bölgelerin başında gelmesine yol açmıştır.
 XX. yüzyıl başlarından itibaren bölgedeki petrolün ortaya çıkarılması ile Ortadoğu
merkezî bir stratejik önem kazanmıştır. Petrolün stratejik rolündeki olağan üstü
artışla birlikte Ortadoğu jeoekonomik bakımdan stratejik bir rekabet alanı haline
dönüşmüş, uluslararası ilişkiler sisteminin önemli bir parçası durumuna gelmiştir.
 Ortadoğu, XIX. yüzyıldaki gibi ticarî ve doğal kaynak aktarım hattı olarak değil
başlı başına bir doğal kaynak havzası olarak stratejik bir konum ve önem
kazanmıştır. Ortadoğu'nun bugün itibariyle dünyadaki kanıtlanmış petrol rezervlerinin yaklaşık % 65'ine ve doğal gaz rezervlerinin üçte birine sahip olması, bölgenin
küresel aktörler bakımından gelecekteki stratejik önemini koruyacağının en büyük
göstergesidir.
 Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte Kafkasya
ve Orta Asya ile Ortadoğu'nun jeostratejik açıdan bütünleşmesi, Ortadoğu'nun
enerji kaynakları ve enerji nakil hatları bakımından gelecekteki stratejik önemini
arttırmıştır.
• XIX. yüzyılın başından itibaren bölge büyük güçlerin diplomatik,
askerî, ekonomik, kültürel ve dinî mücadele alanı haline gelmiştir. Avrupalı
büyük güçler arasında XVIII. yüzyılın sonundan başlayarak 1. Dünya
Savaşı ile birlikte nihayete eren, Osmanlı Devleti topraklarının kaderi hakkındaki stratejik rekabet "Şark meselesi" olarak adlandırılmıştır.
• Osmanlı Devleti'nin XVII. yüzyıldan başlayarak askerî ve ekonomik
bakımdan zayıflaması ve sürekli toprak kaybetmesi, XVIII. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Rusya karşısında sürekli yenilmesi, XIX. yüzyılın
başından itibaren gayri müslim azınlıkların milliyetçilik cereyanlarıyla başa
çıkamadığının görülmesiyle birlikte Osmanlı Devleti'nin çökmesi ya da
parçalanmasının mukadder olduğu ve bunun sonucunda Avrupa'nın hassas
siyasî dengelerinin nasıl etkileneceği ciddi bir mesele haline gelmiştir.
• Bu mesele Avrupa'nın büyük devletleri arasında rekabete, krizlere ve
yer yer savaşlara yol açmıştır. XIX. yüzyıl boyunca İngiltere ve Rusya
arasında İran, Kafkasya, Orta Asya, Afganistan coğrafyası üzerinde devam
eden stratejik rekabet "büyük oyun" olarak adlandırılmıştır.
• Büyük oyun sadece İran ve Basra körfezi bölgesi sebebiyle değil
rekabetin Boğazlar'ı ve Süveyş Kanalı'nı ilgilendiren boyutları dolayısıyla da Ortadoğu'yu doğrudan etkilemiştir.
 1890'lardan itibaren Almanya'nın Ortadoğu'ya nüfuz etmeye başlamasıyla
stratejik bakımdan yeni bir sürece girildi. 1914 sonunda Osmanlı
Devleti'nin Almanya'nın yanında savaşa girmesiyle birlikte bütün Ortadoğu
bölgesi 1. Dünya Savaşı'nın cephelerinden biri haline geldi.
 Almanya karşısında ittifak kuran Şark meselesinin baş aktörleri İngiltere,
Rusya ve Fransa savaş sırasında Ortadoğu'yu çeşitli gizli anlaşmalarla
paylaştılar. 1917 Bolşevik İhtilâli sonucu Rusya'nın çekilmesine rağmen savaşın galipleri İngiltere ve Fransa bu anlaşmaları uygulamaya çalıştılar. I.
Dünya Savaşı'nın ardından yapılan antlaşmalarla Türkiye ve İran hariç
bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika Fransız ve İngiliz hâkimiyeti altına girdi.
1930'ların ikinci yarısında Almanya ve İtalya bu hâkimiyete karşı çıkmaya
başladıysa da başarılı olamadı.
 İngiltere'nin XIX. yüzyıldaki stratejik çıkarları Hindistan'ı, dolayısıyla
Hindistan'a ve diğer sömürgelere giden ulaşım hatlarını korumak ve ticarî
üstünlüğünü devam ettirmekti. Bu amaçlara ulaşmak için Osmanlı Devleti
ve İran'ın Rusya karşısında bağımsızlığını ve bütünlüğünü savunmak,
tampon devletler olarak kalmalarını temin etmek gerekiyordu.
 İngiltere, Hindistan yolunu garantiye almak için Malta, Aden ve Kıbrıs'ı ele geçirdi,
1875'te Süveyş Kanalı hisselerini satın aldı, 1882'de Mısır'ı işgal etti. 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılmasından sonra İngiltere için Boğazlar bir ölçüde hayatiyetini
kaybetti ve Mısır stratejik bir önem kazandı.
 İngiltere'nin diğer bir temel çıkarı ise Basra körfezine hâkim olmak ve Süveyş'in
doğusunda başka hiçbir gücün askerî ya da ticarî hâkimiyetine izin vermemekti. Bu
amaçla XIX. yüzyılın başından itibaren Basra körfezindeki emirliklerle bir dizi
anlaşma imzaladı. Yüzyılın sonunda Almanya'nın Ortadoğu'ya girişini engellemek
için Bağdat demiryoluna karşı çıktı.
 XX. yüzyılın başında bir İngiliz şirketinin İran'da petrol çıkarmasıyla başlayan
süreç İngiltere'nin stratejik çıkarlarını derinleştirdi. 1871 'de Almanya Devleti'nin
ortaya çıkmasıyla birlikte değişen Avrupa dengesi Doğu sorununu ve "büyük
oyun"u da etkiledi. Almanya'nın stratejik bakımdan dengelenmesi ihtiyacıyla
oluşturulan İngiltere-Rusya ittifakı sonrası İngiltere'nin Ortadoğu politikası
değişmeye başladı.
 1907'de yapılan bu ittifakın Ortadoğu'yu ilgilendiren en önemli sonucu İran'ın
İngiltere ve Rusya arasında paylaşılmasıdır. Bu anlaşmadan sonra İngiltere için
Osmanlı'nın bütünlüğü ve bağımsızlığı önemini yitirmiş, 1. Dünya Savaşı sırasında
bir yandan Şerif Hüseyin isyanını desteklerken diğer yandan Ortadoğu'nun
paylaşılmasına dönük antlaşmalara imza atmıştır.
 Amerika Birleşik Devletleri'nin XIX. yüzyıl boyunca ve XX. yüzyılın ilk yarısında
Ortadoğu'daki çıkarları ve ilgisi Protestan misyonerlerinin faaliyetlerinden
ibaretti. Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'daki stratejik çıkarları II.
Dünya Savaşı sonrasında başlamıştır.
 II. Dünya Savaşı'nın bitiminde Ortadoğu'da önde gelen büyük güçler İngiltere ve
Sovyetler Birliği idi. Fransa zayıftı, Almanya ve İtalya yenilmişti, Amerika Birleşik
Devletleri ise henüz ne yapacağına karar vermemişti.
 1945-1946'da Sovyetlerin Kuzey kuşakta amacı tıpkı Doğu Avrupa ve Balkanlar'da
olduğu gibi kendilerine bağımlı tampon devletler oluşturmaktı. Daha savaş
bitmeden Sovyetler Birliği, Türkiye üzerinde kontrol sağlamaya teşebbüs etti.
Montrö Antlaşması'nın yenilenmesini, Boğazlar ‘da üs ve doğu sınırında toprak
istedi.
 Sovyetler Birliği'nin kontrol altına almaya çalıştığı ikinci ülke İran'dı. 1941'den beri
İran'ın kuzeyini işgal altında tutan Sovyetler Birliği savaşın bitiminde anlaşmaya
rağmen askerlerini çekmedi ve işgal bölgelerinde etnik milliyetçiliği destekledi.
Ancak bu politikaları çıkarlarının tersine sonuçlar verdi. Türkiye ve İran siyasî ve
askerî bakımdan hızla Amerika Birleşik Devletleri'ne yakınlaştı. İngiltere’nin
Sovyetler Birliği karşısındaki stratejik boşluğunu Amerika Birleşik Devletleri doldurmaya başladı.
 Ortadoğu'da 1960'lardan 1980'lerin sonuna kadar çeşitli boyutlarda devam
eden ve 1970'lerde Basra körfezine yayılan Amerika Birleşik DevletleriSovyetler Birliği stratejik rekabeti, İran İslâm Devrimi (1979) ve Sovyetler
Birliği'nin Afganistan'ı işgaliyle birlikte yoğunlaştı. Bu tarihten itibaren
Basra körfezine yoğunlaşmış gözüken Ortadoğu'daki stratejik hesaplaşma
yerel bölgesel aktörlerin de katıldığı bir dizi savaş, işgal ve çatışmaya
dönüştü.
 Amerika Birleşik Devletleri 1991 'de soğuk savaşın sona ermesi ve
Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Ortadoğu'da tek hâkim güç
olarak kaldı.
 Amerika Birleşik Devletleri, başta enerji kaynaklarının ve enerji nakil
güzergâhlarının güvenliği olmak üzere temel stratejik çıkarlarını
gerçekleştirmek için bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü rejimlere
karşı mücadele etmeyi günümüzde de sürdürmektedir. Son yıllarda
dünyanın en gerilimli ve sorunları bir türlü bitmeyen bölgesi durumundaki
Ortadoğu'nun en önemli sorunu İsrail Devleti ile Filistin ve komşu Arap
devletleri arasındaki çatışmadır. Bölgede iç savaşla yıpranmış Lübnan, iki
parçaya ayrılmış Kıbrıs ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'a
müdahalesi gibi başka sorunlar da vardır.
Download