Bir Katharsise İhtiyacımız Var

advertisement
4/2
Bir ‘Katharsis’e ihtiyacımız var
Eski Elence’den gelen bir kavram var: Katharsis. Kelimenin Elence kökünün
Türkçe karşılığı “arınma” . Çağdaş dillerde, ‘gizli kalmış yaratıcı güçleri
açığa çıkaran, bir manevi, ruhani yenilenmeyi, kısırlaştırıcı moral
gerginlikten kurtulma’yı işaret ediyor.
Türkiye’de önemli şeyler oluyor: Susurluk, Kutlu Savaş’ın raporu, 28 Şubat,
Refah’ın kapatılması. Bunlar büyük gelişmeler. Ama bunlar sadece vakalar
perdesine yansıyanlar. Perdenin arkasında daha asli bir gerçeklik alanı var:
Kültürümüzün moral temelleri, fikri eksenleri.
Yıllardır ilk kez, iyi bir şeyler olabilecek galiba bu ülkede diye
düşünüyorum. Kararsız kararlılığının sürdürülmesi ihtiyacı ile iğdiş ettiğimiz
siyasi kültürümüz çatladı. Yüzümüze değmeğe başlayan sanki çatlayan o
eski resmi yapının ardındaki, serin ve arındırıcı hava. Bir katharsis mi
yaşayacağız. Olacak mı bu?
Biz ‘Homo Sapiens’ler, milyonlarca yıllık evrimimize rağmen bugün hala
insanlıkla hayvanlık arasında gidip geliyoruz. 50 bin yıldır kavramlar,
anlamlarla uğraşıyoruz. 5 bin yıldır da ürettiğimiz yazılı kültürlerle, varlığı
anlamaya, kutsallığa uzanmaya, varlıktaki konumumuz ve durumumuzdan
kaynaklanan çaresizliklerle baş etmeğe çalışıyoruz. Ama hala, öteki
hayvanları bile utandıracak vahşi yönümüz bütün şiddetiyle sürüyor.
Cezayir’de, kendilerini Âlemlerin Rabb’ı olan Tanrı’nın evlatları gibi değil,
aşiret putlarının askerleri gibi görenler, bebekleri duvarlara çarpıp
parçalıyorlar. Kendi ülkemizde, aklınca Müslümanlığı yaymak için cehd
ettiğini sananlar, oruç tutmuyor diye kardeşlerini katlediyorlar.
‘Âlemler’in Rabb’ı, ‘bizim aşiret’imizin değil ‘Alemler’in Rahman ve
Rahim Rabb’ı olduğuna güya inandığımız Tanrı’ya kulluk edelim derken,
kutsallığın özünü bu kadar kirletebilmemiz karşısında durup düşünmeliyiz.
Kimiz? Sanki kutsallığa uzanıyormuş gibi görünen el nasıl oluyor da bebek
ve kardeş katilinin eline dönüşüyor? Bu ‘yıkıcılık’, sadece bir nefret mi?
Yoksa içimizde, şeytanla tanrıyı aynı anda devreye soktuğumuz hayvani bir
‘boşalma’ ayini yapma ihtiyacımızın tezahürü mü? Tanrı’ya yönelirken nasıl
olup da bu kadar kolay bir şekilde şeytana dönüşüyoruz? Kutsallığı kirletme
yeteneğimiz nereden kaynaklanıyor?
Öteki’ni ‘düşman’ gibi görmek ve yenersek onu parçalamak, hatta kalbini
çıkarıp yemek, insan kültürlerinin ‘değerlerinden’ biri olarak binlerce yıl hep
ortada var olmuş. Daha elli altmış yıl önce, Hindistan ayrışırken, Hindular
Müslümanları, Müslümanlar Hinduları duvarlara çarpıp parçalamışlar.
Tapınaklara doldurup yakmışlar. Goethe’nin ve Schiller’in Almanları,
Yahudileri eritip kimyasal artıklarından sabun yapmışlar. Hep davaları için,
dinleri, ulusları, devletleri için. Kendi ‘aşiret’lerinin ‘tanrı’ları uğruna.
Kendini, Âlemlerin Rabb’ı olması gereken Tanrı’ya yönelmiş sanıp da,
aşiretinin kan isteyen putuna yaranmak için ‘ibadet’ eden yüz milyonlarca
insan var dünyada. Ve daha uzun bir süre olacak. Belki hep olacak. Bizi
Türkiye’de korkutan da bu. Burada da olmaları. Birlikte yaşadığımız bazı
insanların gözünde bu sapkın boşalma ihtiyacını görüyor ve korkuyoruz.
Kubilay simgesi bu yoldan çıkmış ‘taşkınlık’ı çağrıştırıyor. Rufai, Aczmendi
ayinlerinin bizi rahatsız etmesinin sebebi, dindarlıktan kardeş kasaplığına
hemen bir adımda geçebilecek, düşünmeyen, düşünemeyen, sadece
“boşalan” insanlarımızın işte orada var olmaları? Yanı başımızda.
Kutsallığı bu kadar kolaylıkla kirleten yanımıza teslim mi olacağız. Bunu
varlığımızın kaçınılmaz bir temel öğesi mi sayacağız.
Elbette ki hayır.
Milyonlarca yıllık hayvani genlerimiz ve kardeş kasaplığının dini ya da
siyasi değer sanıldığı binlerce yıllık kültürlerimize rağmen, insansak eğer, bu
zaafımıza hükmetmenin yollarını aramalı ve bulmalıyız.
Bir fikir, bir tasarım var, insanca yücelmemizi kolaylaştıracak, bizi kan
istediğini sandığımız putlara yaranmak için ibadet diye kardeş kasaplığı
yapmaktan kurtarabilecek olan.
Bu, bütün insanlar aynı Tanrı’nın çocukları oldukları için kardeştirler
fikridir. Bizi, bize, ait olduğumuz ‘Büyük’ bütünlüğün içinde gösterebilen
‘dünya tasarımı’nın temelini de bu fikir oluşturur. Bu dünya tasarımına,
bütün insanların kardeşliği fikrine şiddetle ihtiyacımız var. Her zamankinden
çok şimdi ve her yerden fazla Türkiye’de.
Çünkü Türkiye’nin özel bir konumu var. Müslüman kültür gelenekleri
üstündeki bir milyardan fazla insanın yaşadığı ülkeler içinde, insanları
kardeş kasabına dönüştüren bir sapkın milliyetçilik ve dindarlık anlayışının
aşılması açısından Türkiye ‘tecrübe birikimi’ önemli. Dilleri ve dinleri ne
olursa olsun bütün insanlar aynı Tanrı’nın çocuklarıdır, kardeştirler
‘değer’ine dayalı bir medeniyetin kurulabileceği, ilk anlamında tek ve birinci
ülke, Müslüman kültürler dünyasında, Türkiye. Bu şans bu ülkede
kaybedilmemeli.
Dinî, millî, etnik aidiyetler, insanların, daha iyi bir dünyayı üretmek için el
ele omuz omuza çalışmalarını besleyen enerji kaynağı olabilir. Ama ‘bizim
gibi olmayan ötekiler da aynı Tanrının çocuklarıdır, kardeşlerimizdir’
terbiyesiyle dizginlenmemiş bir dindarlık, milliyetçilik, etnik aşiretçilik,
içinde yaşayan insanları canavarlaştıran yeryüzü cehennemlerinin enerji
kaynağı olabilir. Çok kere, çok yerde olmuştur da. ‘Bizim gibi olmayan
ötekilerin de bizimle eşit varlıklar olarak yaşama hakları vardır’ aksiyomuna
dayanmayan bir din ya da milliyetçilik, kutsallığı kirleten küfrün kendisi
haline dönüşür. Bunun içindir ki, bugünkü dünyada ‘kafirlere karşı cehd’
küfrün kendisidir.
Radikal
17 Ocak 1998
Download